YENİ YÜKSEKTEPE KÜLTÜR DERNEĞİ BORNOVA ŞUBESİ BABİL KULESİ DERGİSİ 18. SAYI

Page 1

ADALET

İnsansız adalet olmaz, adaletsiz insan olur mu?

EVRENİN DANSI

Erenin parçalarını birbirlerine bağlayan nedir?

MÜZİĞİN, HAYATIMIZ ve SAĞLIĞIMIZDAKİ ÖNEMİ

KARA FATMA Fatma Seher düşman karşısında ki dişi aslan

İSMET DANYELİ

Mekan, yaşam ve fotograf


KATILMAK İÇİN BİZİ ARAYIN


EDİTÖR’DEN “Adalet” Adalet kavramı sanki onu kazanmaya ve korumaya çalışan kahmanlarla özdeşleşiyor. Bu sayımızda Kurtuluş Savaşı’nda düşmanla dişi bir aslan gibi çarpışan Kara Fatma lakaplı Fatma Seher Hanım’dan tutun da 11. Yüzyılda Yusuf Has Hacip tarafından yazılan ve “Mutlu / Kutlu Olma Bilgisi” anlamına gelen Kutadgu Bilig’e kadar tarihin çeşitli kesitlerinden adalet peşinde koşan kahramanlar var. Çeşitli yazar ve düşünürlerin sözlerinden bazılarını ele alarak, bu sözlerden çıkarabileceğimiz dersler üzerine düşündük. Tabiki aslolanın düşündüklerimizin sadece düşüncede kalmayıp hayatımızda

pratiğe dönüşmesi ve bizim bu konudaki kararlılığımız. Çünkü şartlar ne olursa olsun hedefe giden yoldan dönmeden mücadeleye devam edenler olmazsa adalet sağlanamaz / korunamaz. Bu sayıda dünyanın başlangıcı ve big bang teorisine de farklı bir gözle baktık. Gökyüzü ve dünyanın oluşumunu Evrenin Dansı olarak adlandırıp teoriyi sanatsal ifadelerle özetledik. Dans olur da müzik olmaz mı! Sözlerin anlatamadığını anlatır 7 nota. Yerlisi, yabancısı, klasiği, popu, cazı. Hayatımızın her noktasında vardır müzik. Hal böyle olunca müziğin sağlığımız üzerindeki etkilerine ve bu konuda yapılan araştırmalar değindik.

Bu sayıda röportaj konuğumuz fotoğraf sevdalısı İsmet Danyeli. Görenleri tarif edilemez bir şekilde enerjisiyle hayran bırakan Bafa Gölü, yüksekliği ve güzelliği ile baş döndüren Priene’yi, dünya tarihine adını kazıyan birçok filozof yetiştiren Miletos’u sizin için gezdik ve anlattık. Jude Law’un müthiş performasnı, eşsiz kurgusu ile en derinden etkileyen Anna Karenina özelliğini taşıyan 2012 yapımını sizin için izledik ve paylaştık. Sevgi TEZ


İÇİNDEKİLER

30

08 KARA FATMA (FATMA SEHER)

ADALET İnsansız adalet olmaz, adaletsiz insan olur mu?

KARA FATMA Fatma Seher düşman karşısında ki dişi aslan

36

12 EVRENİN DANSI Erenin parçalarını birbirlerine bağlayan nedir?

HALİL CİBRAN

16

utadgu Bilig günümüz Türkçesi ile ‘‘Mutlu Olma Bilgisi’’ ya da ‘‘Kutlu Olma Bilgisi’’ anlamına gelmektedir. 11. Yüzyıl Karahanlı Türklerinden Yusuf Has Hacib’in Doğu Karahanlı Hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a atfen yazdığı ve takdim ettiği bir eserdir. Eser, insanlara dünyada tam anlamıyla kutlu olmak için gereken yolu göstermek ve toplumsal öğütler vermek amacıyla

kaleme alınmıştır. Bayat atı birle sözüg başladım Törütgen igidgen keçirgen idim Kitab atı urdum kutadgu bilig Kutadsu okıglıka tutsa elig ‘‘Tanrı adıyla söze başladım; üreten, besleyen, bağışlayan Tanrım!

Kitabın adını Kutadgu Bilig koydum, okuyana mutluluk versin, elinden tutsun.’’

42

Yusuf Has Hacib ise Kutadgu Bilig’i yazma amacını kendisi şöyle açıklar: ‘‘Okuyana hem bu dünya hem de ölümden sonraki hayat için bilgi verici ve yol gösterici olmasıdır.’’

kül tigin

MÜZİĞİN, HAYATIMIZ ve SAĞLIĞIMIZDAKİ ÖNEMİ

KUTADGU BİLİG ÜZERİNE

TARİH

Ismail

27 HAREKETE GEÇMEK 4

ISMAIL DANYELI DANYELI

48

İSMET DANYELİ Mekan, yaşam ve fotograf


İÇİNDEKİLER

70

56 MİLET-PRİENE-BAFA GÖLÜ

ATLANTİS

ANNA KARENİNA

76

66

KAYIP İMPARATORLUK

ATLANTİS Kayıp İmparatorluk

babil

kulesi ocak-şubat-mart 2013

İmtiyaz Sahibi

YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

KÜLTÜR-SANAT

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN Ercüment ÇAVDAR babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6

Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )

bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.


TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan

sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak

isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır

ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7


ARAŞTIRMA

8


ARAŞTIRMA

ADALET İnsansız adalet olmaz Adaletsiz insan olur mu? Olur, olmaz olur mu? Ama olmaz olsun Özdemir ASAF Kanuni Sultan Süleyman düğünlerde yetenekli kişilerin gösteri yapmasını çok severmiş. Yine bir gün, bir düğünde İstanbul’a Osmanlı ülkesindeki bütün cambazlar, madrabazlar, ateş üfleyenler vesaire hepsi doluşmuşlar. Kanuni gösterileri zevk ile izlemiş. Birinciye de ihsanlarda bulunacakmış. Bir adam varmış, dikiş iğnesini 5 metre uzağa koyuyor, dikiş ipini 5 metre uzaktan atıp iğnenin deliğinden geçiriyormuş.

Kanuni bunu görünce hayretler içerisinde kalmış: -Tesadüfen attı. Böyle bir şey mümkün değil, demiş. Adam gösterisini bir daha yapmış. Dikiş ipliği yeniden 5 metre uzaktaki iğneni deliğine girmiş. Kanuni şaşkınlık içerisinde: -Bir daha yap bakalım, demiş. Üçüncü denemeyi ayakta seyreden Kanuni, gülmüş ve şu meşhur emrini vermiş: -Bu adama 100 altın verin, 100 de sopa atın. Adam şaşkın:

-Padişahım 100 altını anladık ama neden 100 sopa? Kanuni cevabını hemen vermiş: -100 altın maharetin için, helal olsun, 100 sopa da boş işler ile uğraştığın için. Bu da bana helal olsun. Bre adam başka işin mi yok? Neye yarayacak bu yaptığın? Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde adalet, “Herkese kendine uygun düşeni, kendi hakkı olanı vermek” olarak tanımlanmıştır. Başka bir tanımı ise; hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmedir.

9


ARAŞTIRMA

10


ARAŞTIRMA Adalet, Eski Mısır’da Maat, Yunan’da Thesis, Hint felsefesinde Dharman, Roma’da Justitia, Tasavvufta Vahdet-i Vücut ile anlam bulur. Adalet, evrensel yasayı anlatır, en üst erdemlerden biridir. Adalet, hukuk, etik, sosyal ve politik düzeninin temelidir. İdeal düzeni ifade eder. Tüm ideal devlet modellerinin (Platon Devlet, Campanella-Güneş Ülkesi, T. Moore-Ütopya, Farabi’nin İdeal Devlet’i) ana unsuru adalet’tir. Nerede olursa olsun adalet; mülkiyette, kişisel ilişkilerde, sosyal yaşamda hep istenen, özlenen, dile getirilen bir erdemdir. Ancak gerçekleştirmesi zordur. Sınırları çok net olsa da insanların egolarıyla bulanıklaşır, kişiliklerle başkalaşır ve başka kavramlarla (eşitlik gibi) karıştırılır, bir tutulur. Böyle olunca da adalet kaosa dönüşür. Kimin adalet’i soruları sorulmaya başlanır: Güçlünün işine gelen midir yoksa yoksulun istediği midir Adalet? Hukuk, adalet midir? Adalet mi Hukuk’un temelidir? Bu sorular hep soruldu sorulacak da. Adalet, önce insanın kendine ve daha sonra çevresine adil olması ile mümkün. “Adalet” erdemi konusunda kimler ne demişler:

“Adalet, mülkün (Devlet olsa gerek) temelidir” M. K. Atatürk “Adalet, insanın kendi üzerine düşeni yapması, en iyi ve en uygun olduğu işi yapması, herkese hak ettiğini vermesidir.” Sokrates “Adalet kâinatın ruhudur.” Ömer Hayyam “Adalet, kutup yıldızı gibi yerinde durur ve geri kalan her şey onun etrafında döner. “Kötülüğü adaletle, iyiliği de iyilikle karşıla.” Konfüçyus “Adalet nedir? Ağaçlara su vermek. Zulüm nedir? Dikeni sulamak. Adalet bir nimeti yerine koymaktır. Her su çeken tohumu sulamak değildir. Zulüm nedir? Bir şeyi yerinde kullanmamak, yeri olmayan yerde kullanmaktır.” Mevlana “Adalet herkese hak ettiğini geri vermektir.. Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir.” Platon

“Eğitimli insanlar öncelikle adalete değer verir. Eğitimli insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca asi olurlar. Küçük insanlar adalet olmadan cesaret sahibi olunca haydut olurlar. Konfüçyus “Adalet insanın dış eylemleri ile sınırlı değildir. Ama insandaki ilkelere ve insanın kendi üzerinde uygulanan iç eylemlerine de uygulanabilir; içeride doğru bir düzen kurarak, kendi yönetimine kendini ikna ederek iç adalet ortaya çıkar.” Delia Steinberg Guzman “Hiçbir kuvvet beni adaletin tecellisi için çalışmaktan menedemeyecektir.” Nazım Hikmet Kaynaklar: http://www.tdk.gov.tr http://www.erdemlersozlugu.org/ http://www.siirderyasi. com

Adalet KOCA

“Herkesten yeteneğine göre, herkese ihtiyacına göre” Karl Marks Koyamam“ kargayı bülbül yerine Çiçek açmış gülü diken yerine.” Şinasi 11


ARAŞTIRMA

EVRENİN DANSI 12


ARAŞTIRMA

Evrenin dansını böyle güzel yapan ve evrenin parçalarını birbirlerine bağlayan nedir? • Gökyüzüne bakmak hiç şüphesiz hepimizin hoşuna gider… Eğer bir de şehir ışıklarından uzak bir yerdeysek yıldızlar sanki başımızın üzerindedir. Uzansak sanki dokunabilecek gibi hissederiz.. Gökyüzüne dikkatli bakacak olursak oradaki düzenlilik ve kararlılık hemen dikkatimizi çekecektir evren var olduğundan beri değişmeyen fizik yasaları sayesinde yıldızlar ve onların çevresinde dolanan gezegenler milyarlarca yıldır sanki fonda çalan müziğe ayak uydururcasına belli bir ritimle milyarlarca yıldır yıldızların çevresinde onları seyreder gibi döner dururlar. Peki bu evrenin dansı nasıl başlamış olabilir yani big bang olduğu sırada neler yaşandı bu dansı ne veya kim başlattı? işte tüm soruları cevabını aşağıdaki evrenin başlangıç hikayesinde aramaya çalışacağız umarız beğenirsiniz… Yunus derviş sorar çiçe-

ğe; sizde de ölüm var mıdır çiçek; eydür derviş baba ölümsüz yer var mıdır? Tüm evren yaşar nefes alır adeta ölümler olur bu evrende de bir yerlerde bir yıldız doğar bir yıldız ölür ama hiç kimse üzülmez buna her ölüm ötekinin başlangıcıdır aslında ölümler, doğumlar her şeye rağmen dans devam etmek zorundadır… Dansı bırakmak ölmek demektir evrende… Big bang için yani evrenin dansı için tüm hazırlıklar tamamlanmış dans gösterisi başlayacaktır artık tüm dansçılar yani atom altı parçacıklar heyecanla kapının açılmasını bekliyordur. Heyecan hepsinin vücudunu öyle ısıtmıştır ki yanıyordur vücutları adeta.. ve o an gelir, emir verilir kapılar açılır zaman ve uzay tüm haylazlıklarıyla herkesin arasından sıvışarak kurtulup kaçar giderler kimse nereye gittiklerini bilemez…

13


ARAŞTIRMA

Öyle bir yer düşün ki! Ne karanlık var ne de aydınlık ne taş var ne de toprak. Ne su var ne de hava.

14


ARAŞTIRMA Herkesin eşi önceden söylendiği için saniyeler içinde herkes eşini bulur hiç şaşırmadan, dans önce hidrojen ve helyumla gökada kümelerin de başlayacaktır çünkü en hafif elemenler onlardır. Oradan gökadalara sıçrarlar ve yıldızların içinde tüm ihtişamıyla devam eder danslarına. Sonra tüm elementler yani dansçılar sırayla sahneye çıkarlar gezegenler koltuk numaralarına göre yıldızların etrafında yerlerini almışlardır ve büyük bir hayranlıkla onları izlerler, hiç kimse var oluşunu yani dans yasalarını çiğnemez çiğneyemez. Hepsi hem dans edip hem uzay ve zamanın arkasından tüm evrene yayılırlar ama görünmez bağ ile hepsi birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdırlar... peki neydi bu dansı böyle güzel yapan bunları birbirlerine bağlayan, tek yanıt vardır… Aşk… bu öyle bir ilahi aşktır ki, çekim kuvvetini doğurur bunun sonucunda, ilk önce kendi etrafında sonra yanındakinin ve en son olarakta hepsi birbiri etrafında dönmeye başlarlar ilahi bir aşkla… Derler ki böyle taş dönerse gezegen, kul dönerse de Mevlana olur... Sadece tanrı tek yapabilir madde olan hep başkasına ihtiyaç duyar varlığın hakikati böyledir dans iki kişi yapılır… Yunus derviş sorar çiçeğe; sizde de ölüm var mıdır çiçek; eydür derviş baba ölümsüz yer var mıdır? Tüm evren yaşar nefes alır adeta ölümler olur bu evrende de bi yerlerde bir yıldız

doğar bir yıldız ölür ama hiç kimse üzülmez buna her ölüm ötekinin başlangıcıdır aslında ölümler, doğumlar heşeye rağmen dans devam etmek zorundadır… dansı bırakmak ölmek demektir evrende. … peki ne zamana kadar sürecek bu dans yani evrenin oluşumu ya da genişlemesi? iki tip son teorisi vardır…eğer kritik yoğunluk genişleme kat sayısından büyük ise evren bir gün duracaktır.. İkinci teorisi ise genişleme kat sayısı galip gelirse evren sonsuza kadar genişleyecektir… Aslına bakarsanız big bang’i yani büyük patlamadan öncesini hayal etmek zordur çünkü Öyle bir yer düşün ki! Ne karanlık var ne de aydınlık ne taş var ne de toprak. Ne su var ne de hava. Bizler aslında öyle bir yer düşünemeyiz; çünkü orası öyle bir yer ki orada “HİÇ” bile yok... O halde var olan ne? İşte bu sorunun cevabını bilim adamları İsviçre’deki CERN deneyinde yer altının yaklaşık 100 metre altında evrenin ilk anlarına benzer ortam şartları yaratmaya çalışıyorlar.. Her ne kadar bu anlaşılsın yada anlaşılmasın gökyüzü büyüsünü hiç kaybetmeyecektir bizler için.

15


DENEME

16


DENEME

MÜZİĞİN, HAYATIMIZ ve SAĞLIĞIMIZDAKİ ÖNEMİ İnsanların hayatlarındaki bazı unsurlar, psikolojik yapılarında da etkili oluyor, Renkler, Kokular, Isı Farklılıkları, Bitkiler, Gıdalar, Manyetik alan, İnanç ve Müzik bu faktörlerin bazılarıdır. O halde, bizi etkileyen bu faktörlerin farkında olarak ve onları yöneterek sağlığımızı daha güçlendirmek için neden çalışmayalım. Konumuz olan “Müziğin KİŞİSEL GELİŞİM ve Tedavi Alanında Kullanımı”, tarihsel bir gelişim izlemektedir. Modern tıbbın bugünkü olanaklarına sahip olmadan önce tüm umutlarımız, yukarda saydığımız etmenlere bağlı idi. Şimdi; uzun yılların deneyim birikimi olan bu bilgiler, destekleyici alanda yararlanılacak bir hazine olarak kullanılmayı

beklemektedir. Modern tıbbın yanında, alternatif olarak bu yöntemlerden niçin yararlanmayalım. Bilhassa psikolojik alanda Modern Tıbbın bazen yetersiz kaldığını ve yukarda saydığımız yöntemlerle çok iyi sonuçlar alındığını da hepimiz bilmekteyiz. Ki bu bilgilerin çok az bir kısmı bilinmektedir, yaygın kullanımı ve ehliyetli kullanıcıları yoktur. Olumlu bir gelişme olarak; Başta Üniversitelerde araştırma konusu olmak üzere bu bilgi birikimlerinden yararlanılmaya başlanılmıştır bile ve bugün maalesef Avrupa ülkeleri bu konuda bizden ileri durumdadırlar. O ülkelerde, diğer müzik türleri yanında Türk Sanat Müziği Makamlarından yararlanma uygulamaları yapan

kurumlar mevcuttur. Bu çalışmanın amacı, müzikle tedavinin kısa bir tarihçesini vermek, Psikolojik ve fiziksel rahatsızlıklarda etkili olan T.S.M makamları hakkındaki bilgileri sunmaktır. Bu bilgiler, alternatif tedavi yanında Kişisel Gelişim amacı ile de kullanılabilir ve kullanılmaktadır da. Bu konudaki uygulamalar çok daha eski medeniyetlere kadar gider. Tarihte tedavi, törensel bir anlam taşımış ve bu törenlerde; müzik, dans, ritim ve şarkılar baslıca rol oynamıştır. Yunan filozof Sokrates ve onun öğrencisi olan Platon (Eflatun) da M.Ö. 400’lü yıllarda, müziğin ahenk ve ritim ile ruhun derinliklerine etki ederek, kişiye bir hoşgörü 17


DENEME

ve rahatlık verdiğini belirtmiştir. Sokrat, Devlet adlı ölümsüz eserinde, “Ülkenin güvenliğini sağlamak üzere yetiştirilecek gençlere, Spor ve Müzik eşit olarak verilmeli zira Spor kişiye Güç ve sertlik verirken, müzik duygulu ve yumuşak bir yapı kazandırır, bunların her ikisi sağlıklı bir denge oluşturur” demiştir. Yüzyıllarca, gerek Osmanlı’da, gerek Avrupa ülkelerinde, savaşa giden askerleri coşturmak üzere, müzikten, oldukça yararlanılmıştır. Mehter takımı ve askeri bandolar, müziğin duyguları yönlendirmekteki gücüne, etkisine çok güzel örnek teşkil ederler. Buradan da çıkarılacağı 18

gibi, müzik unsurundan, duygularla yakından ilişkili olan psikolojik ve fizyolojik sorunların çözümünde de önemli derecede yararlanılabilir. Bunun yanında tarihte pek çok toplumda, “Amerika’da Kızılderili’ler” “Afrika yerlileri ve zenciler”, “Avustralya yerlileri” gibi pek çok toplulukta, müzikle sağaltımın pek çok örneğine rastlanmıştır. Bebekliğimizde “ninni” ile uyurduk, sevindiğimizde şarkı ve türkülerle coşar, sevgilimizi serenatlarla etkilemeye çalışır, üzüldüğümüzde ağıtlarla dindiririz acımızı. Batı usulü Modern Tıp uygulamaları yer almadan önce, Türk hekim-

lerinin tedavi yolları arasında müzik terapi de vardı Anadolu’da. Hekimler, şikâyetlerle etkileşim halinde olan semptomları izler, yani korku, heyecan, kuşku ve ruhsal bunalım geçirenlerin nabız atışlarındaki değişim tespit edilir, hastalara çeşitli melodileri dinletir ve bu arada nabız atışlarını da kontrol ederek, hastaya uygun olan müziği bulurlardı. Daha sonra aynı hastalığı olanları bir araya getirerek, buldukları uygun şarkılarla onları tedavi ederlerdi. Kam ve Baksı adı verilen Orta Asya hekimleri, müzik ve dansı hasta tedavisi için kullanıyorlardı.


DENEME Koray, sıbızgı, dombra vs. Beş sesli sistemler bu amaçla değerlendirilmişlerdi. 9-10.yy’da Farabi, İbn-i Sina, Ebu Bekir Razi, Hasan Şuuri, Hekimbaşı Gevrekzade, Hafız Hasan Efendi, Yakup El Kindi, bu konuda eserler yazmışlar ve makamların duygular ve organlarla ilişkilerini belirtmişlerdir. Zaten İslam’da, ezanın ve duaların, rastgele değil uygun makamda söylenmesi, etkilerini çok daha arttırmaktadır, benzeri bir yorum, Hristiyanlıkta da mevcuttur. Mevlana, müzik ve dans’ı, tanrıya giden bir yolun olmazsa olmazı ve aynı zamanda bir huzur kaynağı olarak görür. Ege bölgesinde pek çok yerde kalıntıları bulunan Asklepion’lar dünyanın bilinen ilk hastaneleridir. Bu hastanelerde beden-

sel ve ruhsal sorunu olan hastalar tedavi ediliyordu, bu amaçla Müzik ve seslerden de yararlanılıyordu. Bilhassa suyun akarken çıkardığı seslerden bu amaçla fazlaca yararlanılmıştır. Batı medeniyeti, ortalama olarak 17. yüzyıldan sonra, pek çok alanda olduğu gibi tıp alanında da yeniliğe gitti. Aldatıcı ve yanıltıcı şarlatanlıktan, gerçek dışı ve hayal ürünü bilgi ve uygulamalardan sıyrılmak üzere, hemen her konuda sadece; materyalist, nesnel, pozitif, kanıtlanabilir, laboratuarda test edilebilir bilgi ve yöntemlere dönülmüştür. Şüphesiz ki bu eğilim yaşamımıza çok olumlu etkiler yapmıştır ancak, Kadim Bilgeliğin Mirası olan ama henüz nesnel olarak incelenemeyen ama pek çok yararları

olan bilgiler de bundan nasibini almış, kurunun yanında yaş da yanar misali unutulmuştur. Bu bilgiler, ancak halk arasında ve Uzak Doğu ülkelerinde varlığını sürdürme olanağı bulmuştur. Ancak son senelerde, gerek araştırmacılar ve gerekse Alternatif tıp uygulayıcıları, bu bilgi ve uygulamaları yeniden keşfetmeye başladılar. Hatta bu konularda Akademik çalışmalar yapılmaya, modern hastanelerde uygulamalar yapılmaya ve üniversitelerde ele alınıp incelenmeye başlanmıştır. Amerika’da, Avrupa’da ve dünyanın birçok ülkesinde <müzik terapi okulları> bulunuyor ama maalesef ülkemizde ise ne böyle bir okul var ne de tam dört dörtlük bir müzikoterapist.

19


gören ‘corpus callesum’ bölgesinin de daha fazla genişlemiş olduğu ifade ediliyor. bağlantılar kurmayı sağladığını dolayısıyla da beynin kullanımını geliştirdiği belirtilmiştir.

Bu çalışmalar sonucunda dünyada pek çok yararlı bilgiye ulaşılmıştır; Örneğin Almanya’da Friedrich Schiller Üniversitesi’nde yürütülmüş araştırmalar sonucunda profesyonel ya da amatör olarak müzikle uğraşan insanların beyinlerinin daha büyük olduğu belirlenmiştir. Sebep olarak da beynin kaslar gibi egzersiz yaptıkça büyüdüğünü; örneğin piyano çalmanın; notaları algılayan beynin, tuşlara dokunan parmaklara ve pedallara basan ayağa emir vermesiyle bir koordinasyon oluşturarak beynin birden fazla bölgesini aynı anda çalıştırdığını çok yönlü düşünmeyi ve 20

Düzenli olarak müzik aleti çalmanın beynin görme, duyma, hareket etme ve koordinasyonla ilgili bölümlerinin büyümesini sağladığını tespit edilmiştir. Bilişsel düşünme ile müzik arasında güçlü bir ilişki olduğundan müzikle uğraşanlarda ya da sık müzik dinleyenlerde beyin aktivitesi artmaktadır. Müzik ile uğraşan kişinin, <daha çok “duygusal etkinliği olan sağ beyin> ile <daha çok matematikse etkinliği olan ve bilgisayar gibi çalışan sol beyni> de ayrı ayrı ve etkin olarak çalışmakta ve bu ikisinin koordinasyonu da daha aktif olmaktadır. Müzikle ilgilenenlerde Sağ ve Sol beyninin orta kısmında olup köprü görevini

Bu arada konu dışı da olsa şu bilgileri vermemiz herhalde aydınlatıcı olacaktır: Kadınlar sol beyinlerini daha etkin olarak kullanırken, Erkekler, sağ beyin kullanmada daha etkindirler. Her iki beyin arasındaki bağlantıyı sağlayan bu bölüm ‘corpus callesum’ kadınlarda erkeklere göre daha geniştir ve hızlı aktarıma uygundur. Ayrıca konuşmayı sağlayan “lob” sol beyindedir, yani kadınlar sol beyinle düşünür ve yine sol beyinle konuşur ama erkekler sağ beyinle düşünüp bunu sol beyne aktarıp konuşmak zorundadır. Bu da daha uzun bir süreç demektir ve ‘corpus callesum’ kanalının kullanımını gerektirir. Kadınların erkeklere göre daha çok, hızlı ve etkili konuşmalarının sebepleri arasında bu da vardır. Belki de buradan yola çıkarak her iki cinsin ama bilhassa erkeklerin ‘corpus callesum’ kanalını güçlendirmek için müziğe daha çok ihtiyaçları olduğunu iddia edebiliriz. Yine İsveçli bilim adamlarının çalışmaları sonucu, ‘Çok hızlı müzik türlerinin insanı strese soktuğu, ani ritim


DENEME değişikliğinde insan psikolojisinin olumsuz eteklendiği; müzikoterapide daha çok dinlendirici ve huzur verici ritimlerin olumlu olarak etkili olduğu tespit edilmiştir. Ancak gerektiği ve istendiği zaman, yüksek ritimli ve hızlı müzikler; insana enerji verip ve kalp atış hızının artmasına - solunum hızının değişmesine ve kan basıncını artmasına yardımcı olarak kullanılabilirler. Bunun diğer bir okunuşu da kalp ve tansiyon sorunu olanların yüksek ritimli müzik dinlememeleri gerektiğidir. Ancak belirtmekte yarar var ki <Müzik kullanımı kendi başına bir tedavi aracı değildir.> Bir ses olayı olan müziğin, böyle yararlı etkileri varken, yine bir ses olayı olan GÜRÜLTÜ, İNSAN PSİKOLOJİSİNİ, RUHSAL VE BEDENSEL YAPISINI, OLUMSUZ ETKİLER. Gürültü ile sağlıklı müzik arasındaki fark; örneğin çalışan bir makineden çıkan gürültünün, rutin tekrarlayıcı ve sıkıcı bir yapısı olması, diğer gürültü çeşitlerinin de düzensiz kaotik bir ses yapısı olmasıdır. Anne karnında; bebek 4,5 aylık iken sesleri duymaya başlar 6,5 aydan sonra da annesi ve babasının sesini duymaya ve tanımaya başlar!

Bebeğin anne karnında edindiği deneyimlerin kişiliğin gelişmesinde önemli bir rol oynadığı bugün artık herkes tarafından bilinmektedir. Doğumdan önce ve 5 yaşına kadar çocuklara müzik ve bilhassa pentatonik müzik dinletilmesi önerilmektedir. Yeni bulgulara göre, ney musikisi, en az pentatonik tarzlar ve klasik müzik kadar bebek ve çocuk beyin gelişimini olumlu etkilemektedir. Anne ninnisi ile başlayan müzik terapisi daha sonra ney musikisi ile devam ettiği takdirde hem sosyal hem de matematik zekâ olumlu etkilenebilir. Aynı şekilde bebek ya da çocukken dinlediğimiz ilahilerin (buna bir nevi tasavvuf musikisi de diyebiliriz) bizleri ne kadar rahatlattığını ve huzura kavuşturduğunu hepimiz biliriz. Böyle musiki ortamlarından yetişerek topluma katılan bireylerin yasalara bağlı adet ve gelenekleri önemseyen kuşaklar olarak, bunalımdan uzak, ülkeye ve topluma yararlı kişiler olmaları kaçınılmazdır. Zaten genel olarak istatistiklere baktığımızda, müzik adamlarında ve sanatçılarda, adi suç oranları büyük oranda düşük olduğu görülür, bunun yanında müzik de

tıpkı matematik ya da satranç gibi yüksek beyin fonksiyonları gerektirir. Müzik ruhun gıdasıdır ve bu gıda sağlıklı ve temiz olmalıdır ki onunla beslenen beyin-zihin ve ruh da temiz ve sağlıklı kalsın. Tedavi esnasında, hastayı sıkacak müzik parçalarından kaçınmalıdır. İnsanları rahatlatmak için yumuşak sesler ve yavaş müzikler dinletilmelidir. Aksine de bezginlikten ve yorgunluktan yakınan kişilerin de hızlı tempolu müzikler dinlemeleri önerilmektedir. Bunun için terapistin, hastanın tüm duygularına egemen olabilecek bir repertuar bulmasına ihtiyaç vardır. Her tür terapide olduğu gibi Müzikoterapide de çok kısa sürede sonuç almak olanaksızdır. Ancak olumlu netice alınana kadar, yaklaşık altı ay uygulamaya devam edilmelidir. Doğaldır ki aynı CD’nin uzun süre dinlenmesi hastayı sıkacağı gibi, <hastalıkta o parçalara karşı bir direnç> de oluşturabilir. Bu amaçlar repertuarda yenilikler yapılmalıdır. Eski Türk hekimlerinden alınan ilginç bir bilgiye göre de; müzikte makamlar, farklı halklar üzerinde değişik etkilere sahiptir, örneğin: Araplara Hüseyni Makamı,

21


DENEME tırmaların sonucunda Müzik Terapinin ülkemizde de başlaması olanaklı olacaktır. Şizofreni hastalarından oluşan Türk musikisi korosuyla konserler veren Dr. Adnan Çoban, koro faaliyetinden önce, iki büklüm duran ve sürekli yere bakan bir hastanın 400 kişiye konser verir hale gelmesini müthiş bir gelişme olarak niteliyor. Ayrıca TÜMATA ismiyle bu alanda çalışan bir gurup daha mevcuttur.

Acemlere Irak makamı, Türklere Uşşak makamı, Rum ve Frenklere Buselik makamı olumlu etki etmektedir. Tahminen bu da o ülkenin müzik kültürü ile ilgili bir husustur. Ülkemizde faaliyet göstermekte olan TÜMATA grubu, Müzik ile Terapi alanında çalışmalar yapmaktadır. Bunun yanında Memory Center çalışanlarından Psikiyatrist ve aynı zamanda müzisyen Adnan Çoban koordina1722

törlüğünde ve Prof. Dr. Nevzat Tarhan”ın desteğiyle müzik eşliğinde tedavi çalışmaların hazırlığının sürmekte olduğu şeklinde bilgiler de mevcuttur. Türk musikisinin psikiyatrik ve fiziksel hastalıklardaki etkilerini bilimsel verilerle ortaya koymak için çalışan Dr. Adnan Çoban”ın Müzikoterapi adlı bir kitabı ve yayın aşamasında olan “Türk Musikisi ve Tedavi Uygulaması” adında kitap çalışması da mevcuttur. Dr. Adnan Çoban Türk Tedavi Musikisi Uygulama ve Araştırma Grubu TÜTEM’ i de kurmuş olup yaptığı araş-

Bu terapide genel uygulama şöyle: Başa takılan kepe benzer bir nesneyle hasta bilgisayara bağlanıyor. Beyin fonksiyonlarına uygun olarak hazırlanmış bir müzik dinletiliyor. Hasta müzik dinlerken doktorlar da hastanın beyninden gelen frekansları ekrandan izleyerek tedavinin seyrini kontrol altında tutuluyor ve gerektiğinde dinletilen müzikte değişiklik yapılıyor. Sonuç olarak da amaçlanan şey: beyne ait sağlıksız Beta ritimleri azaltıp Alfa ritimleri çoğaltmaya katkısı olacak müzik türünü bulmak ve bunu o kişiye uygulamaktır. Mozart’ın müzikleri, bilimsel alanda pek çok


DENEME araştırmaya konu oldu, bu müziğin özellikle Epilepsi tedavisinde etkili olduğu da bilinmektedir. Çocuğun ruhsal, duygusal, toplumsal gelişimine müzik etkin bir katkıda bulunur. Ayrıca hareket ve duyu sistemleri ile ilgili yetersizliklerin giderilmesine, dikkat - konsantrasyon gibi zihinsel becerilerin kuvvetlendirilmesine ve iletişim yeteneğinin gelişmesine yardımcı oluyor. Müzik terapi esnasında çocuk, bozulmuş olan fiziksel yeteneklerini yeniden şekillendirebiliyor. Birtakım davranış kusurları varsa bunları değiştirebiliyor. Çeşitli kaynaklar; Çocuklara yönelik çalışmalarda bilhassa Pentatonik müzik ve daha sora Klasik batı müziğini önermektedir. Psikiyatrik hastalıkların temelinde mutlaka biyolojik bir altyapı söz konusudur. Örneğin depresyon türlerinde beyindeki “mutluluk kimyasalları” azalıyor. Modern tıp bu kimyasalları ilaçla düzenlemeyi hedeflerken, müzik tedavisinde amaç bunun tersini gerçekleştirmektir, yani uygun müziğin etkisi ile düzelen psikolojik yapı, vücut kimyasını da olumlu yönde değiştirebilir. İlaçlar bu tür hastalıkların büyük bir bölümünü iyileştirebiliyor ancak müzkoterapi gibi alternatif yöntemle-

rin de kullanılması, bunlardan yararlanılması da yan tesiri olmayan aynı zamanda da çok zevkli bir yoldur, bence tedavinin olmazsa olmaz bir unsurudur. Türk müziğinde de rast gibi makamlara denk gelen majör makamların, beynin sol ön bölgesini uyararak mutluluk duygusunu artırdığını ve depresyon hastalarındaki mutsuzluğun ortadan kalkmasında rol oynadığını gösteren araştırmalar var. Yine hızlı ritim ve tempoların beynin sol ön bölgesini uyararak mutluluk duygusunu uyandırdığı biliniyor. Müzik sadece insanları değil tüm canlıları olumlu etkiler, koyunların, çobanın çaldığı kavalın peşinden ayrılmamaları, hayvanlarda da müzik algısı olmasının işaretidir. Evinde çiçek yetiştirenlere, bitkilerine müzik dinletmeleri önerilir. Böylece çiçeklerin daha sağlıklı olacağı, yapraklarının daha parlak ve canlı olacağı söylenir. Avrupa’da ineklerin daha fazla süt vermesini sağlamak amacıyla müzikten yararlanılıyor ve ineklere müzik dinletilerek verimlilikleri artırılıyor. Çünkü ineğin verdiği süt, ortamın ışığına, dinlettirilen müziğin türüne göre değişiklik gösteriyor.

Bu konuyu bitirmeden önce bilhassa altını çizmek gerekir ki; piyasada ticari amaçla düzenlenmiş, <şu hastalığa iyi gelir, şu derdin dermanıdır, bu katkıları vardır vs> şeklinde hazırlanmış albümler mevcuttur ve yüksek paralara satılmaktadır. Kaynağı meçhul bu gibi emtiaya rağbet etmemenizi ve olabildiğince bilimsel kaynaklara yönelmenizi veyahut da kişisel olarak bilgilenerek kendi seçimlerinizi yapmanızı öneririm. Belki de boş zamanlarımızı müzik le daha çok değerlendirmeliyiz. “Bu amaçla dinlemek” için seçilen parçaların sözsüz olmaları ya da sözlerinin moral bozucu değil aksine pozitif etki yaratıcı olmasına dikkat edilmelidir. Yaşayan tüm canlılara iyi gelen Müziğin, HEPİMİZİN YAŞAMINDA DAHA ÇOK YER ALMASI DİLEKLERİMLE…

1723


DENEME

MAKAMLAR VE FİZYOLOJİK YARARLARI ACEMAŞİRAN Doğuma Yardımcı Olur BÜZÜRK Ense Ve Boyun Bölgesine Yararlıdır -Güç - Kuvvet Verir -Kulunç Giderici Etsisi Vardır BUSELİK Kuvvet Verir, Kan Dolaşımı Ve Tansiyon Üzerinde Olumlu Etki Eder HİCAZ Beyin Hastalıkları Üzerinde Olumlu Etkileri Vardır -Çocuk Hastalıkları Tedavisinde Önerilir -Kemiklerle İlgili Sorunlara Şifalıdır -Nabız Düşüklüğü Halinde Kullanılabilir HÜSEYNİ Mide Ağrılarını Azaltır -Mideye IRAK Başın Üst Tarafı İlgili Sorunlarda Yararlıdır -Eller’le İlgili Sorunlarda Önerilir -Menenjit, Beyin Ve Akıl Hastalıklarında… -Nevrotik Hastalıklarda Yararlanılabilir 24

-Omuz Bölgesi İçin Yararlıdır ISFAHAN Ateşli Hastalıkların Giderilmesinde Kullanılabilir -Ense Ve Boyun Bölgesine Yararlıdır -Hareket Yeteneğini Arttırır -Omuz Bölgesi İçin Yararlıdır NEVA Böbreklere Olumlu Etkisi Vardır NİHAVEND B e l Ağrılarında Olumlu Etki Eder -Bel Ağrıları Olumlu Etki Eder -Tansiyon Sorunlarını Azaltır PENTATONİK Ç o c u k Bedensel Gelişimi İçin Önerilir RAST Beyin Hastalıklarında Kullanılır -Felç Sorunlarına İyi Gelir -Kemiklerle İlgili Sorunlarda Kullanılabilir -Nabız Düşüklüğünü Giderir REHAVİ Burun Kanamalarında Kullanılabilir -Doğuma Yardımcı Olur

-Göğüs Ağrıları Tedavisine Yardımcıdır -Mide Ağrılarını Azaltır SEGAH Şişmanlık Sorununda Kullanılabilir -Tansiyon Yüksekliği İçin Bir Önlem Olabilir UŞŞAK Çocuk Bedensel Gelişimi Konusunda Destektir -Kalp Sorunlarına Karşı Kullanılabilir ZENGULE Kalp Sorunlarına Karşı Kullanılabilir ZİREFKEND Göğüs Ağrılarına Karşı Kullanılabilir -Kalp Sorunları Konusunda Yardımcıdır -Kulunç Giderici Etsisi Vardır -Sırt Ağrılarını Hafifletir KİŞİSEL GELİŞİME ve SAĞLIĞA KATKILARI ACEMAŞİRAN İlham Verici Etkisi Vardır -Yaratıcılık Etkisi Yaratır BUSELİK Beyni Dinlendirir BÜZÜRK Korku Duyguları Verir


DENEME

HİCAZ Alçak Gönüllülük, Tevazu Aşılar -Hüzün Ve Hicran Duyguları Çağrıştırır HÜSEYNİ İç Güzellik Aşılar -İyilik Telkin Eder. -Kendine Güven Ve Kararlılık -Rahatlık, Ferahlık Verir IRAK Düşünme Ve Kavramayı Geliştirir -Korku Sorunlarına İyi Gelir -Saldırganlığı Engeller ISFAHAN Güven Hissi Yaratır -Hafıza Güçlendirmekte Etkilidir -Gönül Sorunlarında Önerilebilir -Zeka Açıcı Etkisi Vardır -Güven Hissi Telkin Eder KÜÇEK Hassasiyet Artışı Yaratır MAHUR Depresyon Tedavisinde Yardımcı Olur NEVA Rahatlık, Ferahlık Telkin Eder -Üzüntü Giderici Etkisi Vardır NİHAVEND Barış Duygusu Verir -Kuvvetlilik Duygusu Ya-

ratır PENTATONİK Çocuk Ruhsal Gelişimi İçin Önerilir -Kendine Güven Ve Kararlılık Hisleri -Rahatlık, Ferahlık Sağlar RAST Rahatlık Ama Bazen De Uyumada Aşırılık -Neşe, İç Huzuru Sağlar -Rahatlık, Ferahlık Verir REHAVİ Ruh Hastalıkları Tedavisinde Yardımcıdır -Sonsuzluk Fikri Aşılar SABA Cesaret Telkin Eder -Yaratıcılık Etkisi Yapar -Kuvvetlilik Duygusu Verir SEGAH Dini Duyguları Arttırır -Uyku Eksikliği İçin İyi Gelir UŞŞAK Çocuk Ruhsal Gelişimi İçin Önerilir -Gülme Neşe Sevinç Telkin Eder -Kahramanlık Ve Kuvvet Verir -Mutluluk Ve Sevinç Yaratır -Rahatlık, Ferahlık Verir -Üzüntü Giderici Etkisi Vardır

ZENGULE Ruh Hastalıklarında Sağaltıcı Etki B12 -Uyku Eksikliğinde Kullanılabilir -Neşe, İç Huzuru Etkisi Yaratır MAKAMLARA GÖRE ŞARKI LİSTESİ Hicaz Açık bırak pencereni Ada sahillerinde bekliyorum Artık bu solan bahçede bülbüllere yer Bir Ateşim Yanarım Külüm yok Duma Kader, Kime Şikâyet Edeyim Seni Kürdihicazkar Bir kendi gibi zalimi sevmiş, yanıyor. Beni kör kuyularda merdivensiz bırak Bu akşam bütün meyhanelerini dolaştım Bahar çiçek çiçek açınca güzel… Neva Ben Yürürüm Yane Yane, Aşk boyadı

25


DENEME Yine bağlandı gönül bir nev-i nihale İsfahan Etme beyhude figan, vazgeç gönül Sen de mi hala esir-i yar olmaktasın Buselik Bana Bir Aşk Masalından Şarkılar söyle Bir Akşam Son Defa Seni Görmeden Gözümde Özleyiş, gözümde Acı Güle sor Bülbüle Sor, Halimi Hicranımı Dinle Rüzgâr Kırdı dalımı Ellerin Günahı Ne Acemaşiran Gönül Sana Tapalı, Kapın Bana kapa Gel ey Denizin Nazlı Kızı, Nuş-i Şara Neden Kalbim Seni Sevdi Kürdi Üzüldüğün şeye bak Dudaklarında arzu, kollarında yalnız ben Gülü susuz, seni aşksız bırakma Seven ne yapmaz Hüseyni Çıkayım Gideyim Urum Eline Keklik Dağlarda sağılar Menekşe Kokulu Yârim Senden Bilirim Yok Bir Faide Ey Gül Zeytin Gözlüm Sana Meylim Nedendir Rast Saçların Tarumar, Gözlerinde Nem Sensiz Kalan Gönlümde, Bilki Hayat Vira Açılan Bir Gül gibi, Gir Kalbe Gönül G Ben Küskünüm Feleğe Bir Göz Aşinalığı Var 26

Aramızda Saba Güle Sorma, O bilmez Aşkı Sevdayı Neşeyi Uzayıp Giden O Tren Yolları Bir Dalda İki Kiraz Seni herkesten kıskanıyorum Uzayıp giden o tren yolları Nihavend Aşk Bu Değil, Yapma Güzel Bekledim de gelmedin, Hiç mi Beni sevmedin Gözleri Aşka Gülen Taze Söğüt Dalısın Gök Yüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar Sevil Neşelen Sevme Yanarsın Ne Bildim Kıymetin, Ne Bildin Kıymetim Uşşak Uşşak peşrev Ayva çiçek açmış, yaz mı gelecek Cana rakibin handan edersin Canımın yoldaşı ol, gönlüme bin neşe Alişimin kaşları kara Hüzzam Alıverin bağlamamı çalayım aman, Akasyalar açarken GÜN İÇİNDE ETKİLİ OLDUĞU SAATLER BUSELİK:İkindi zamanı etkilidir. ZENGULE:Guruptan sonra etkilidir HÜSEYNİ:Sabah etkilidir IRAK Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir ZİREFKAND:Gece yarısından sora etkilidir UŞŞAK:Gece daha etkili

RAST :Gündüz daha etkilidir BÜZÜRK:Gece etkili. NİHAVEND:Öğleden sora ve ikindi vakti ACEMAŞİRAN:Gün ağarması ve kuşluk vakti SABA .Kuşluk’dan ikindiye İSFAHAN:Gece daha etkili NEVA:Kuşluktan ikindiye HİCAZ Yatsı’dan sabaha… REHAVİ İkindi yatsı arası KAYNAKLAR: 1) Müziğin İyileştirici Gücü konferans notları; Yrd.Doç. Dr. Adalet KOCA KUTLU 2)http://www.turksanatmuzigi.org/ses/449-dradnan-coban 3)Psikiyatri Uzmanı Doktor Adnan Çoban: www. adnancoban.com.tr/basin. html 4) Şarkılar Notalar Türk Sanat Müziği Türk Halk Müziği : http://sarkilarnotalar.blogspot.com/

NOT: Karşıyaka Tuna Kültür ve Sanat Derneği, Türk Sanat Müziği Korosu Şefi Sayın ÇİĞDEM SABUNCUOĞLU’na, 2012 yaz dönemi çalışmalarında, <Müziğin Sağlık Üzerindeki Etkileri> konusunda uygulamalı çalışmalar yaparak bizleri bu konuda araştırmalar yapmaya ve yararlanmaya teşvik ettikleri için teşekkürlerimi sunarım. Faruk CİVANER


DENEME

HAREKETE GEÇMEK

27


DENEME “İstemek” nedir diye sözlüğe baktığımızda istek duymak, arzulamak karşılığını buluruz. Peki, bir hedefe ulaşmak için onu “istemek” veya “arzulamak” acaba ne kadar yeterlidir? Çevremize baktığımızda, insanların kimisinin istediği işi bulamadığından, bir işe sahip olanların ise hak ettiğini elde edememekten ve bunun gibi çevremizdekilerin hep bir şeyleri istediğini ama bunların gerçekleşmediğinden yakındığını duyarız. Ne yazık ki arzulanan şeylerin gerçekleşmesi için yakınmak bir çözüm olmuyor. Yapılması gereken, hedefe ulaşmada eksik olanın ne olduğunu tespit edip onu kapatmaya çalışmak olmalıdır. Örneğin işimizde daha üst seviyeye çıkabilmek için belki ekstra yabancı dile, bilgisayar bilgisine veya daha fazla özveri göstermeye gerek olduğunu bilir ve görürüz ama o açığı kapatmak için gerekli enerjiyi toplayıp bir türlü harekete geçemeyiz. Tanrı rüzgârı verir, ama yol almak isteyen yelkenlerini kendisi çekmelidir. (Saint Augustine) Bir şeyi gerçekten istemek için onu kelimelerle ifade etmekten fazlası 1728

gerekir. Arzuladıklarımızı benliğimizin içine kadar hissetmeli ve en kısa sürede bunu eyleme geçirmeliyiz. Başarıyı getiren en önemli etken eylemdir. İstediklerini elde edebilen insanlar ile sürekli durumundan yakınanlar arasındaki en önemli fark eylem noktasındadır. Başarılı kişiler yapmak istediklerini arzular ve ardından plan yaparlar, fazla zaman kaybetmeden de harekete geçip hedeflerine ulaşmaya çalışırlar.

rak sonuca ulaşırlar.

muhakkak

İyi bir şey yapmak için sıra dışı şartların oluşmasını beklemeyin; sıradan durumları kullanmaya çalışın. (Paul Mehter)

Her zaman savaşlarınızı kazanamazsınız ama savaştığınızı bilmek yine de iyidir. (M. Holmes) Başarının sırrı, tırnaklarınızla kazımaya başlayıp kazımaya devam etmektir. (Dennis Gren) Tabii hedefe ulaşma yolunda atılan adımlar her zaman doğru olmayabilir. Yanlış algılama veya yapılan yanlış bir plan olumsuz sonuçlar doğurabilir. Buna rağmen harekete geçme becerisini gösterebilen bir kişi için bu tür yanlışlar sadece doğruyu bulmada birer yol haritası gibidir. Onlar bu haritadan faydalana-

Önümüze çıkan engelleri aşma ve çözüm oluşturma yolunda en tehlikeli yaklaşım mükemmeliyetçi davranışlardır.


DENEME Çevremizde harekete geçmeyi başaramayan insanların büyük çoğunluğunun ana problemi, hep “en mü-

kemmeli olsun” diye düşünmeleri ve bunun da onların ilerlemesini durdurmasıdır. Ya p ı l m ı ş küçük işler, planlanmış büyük işlerden çok daha iyidir.( Peter Marshall) Bir adamı kurtaran bir adım atmaktır. Sonra bir adım daha. (Antoine Exupery) Hedefe

ulaşmak

için

hem kısa vadeli hem de uzun vadeli amaçlar olmalıdır. Küçük olanlar ana hedefe ulaşma yolunda bize birer merdiven basamağı oluşturur. Nasıl ki bir merdivenin en üst noktasına çıkmak için birer birer, her bir basamağından geçmemiz gerekiyorsa, ana hedeflerimize giden yolda da bu adımları atmalı, arada takılsak bile tırmanmayı bırakmamalıyız. Çıkan zorluklar karşısında merdiven i n ç o k y ü ksek, en üst noktaya çıkmanın ise çok zor olduğunu zaman zaman düşünmek ve umutsuzluğa kapılmak da mümkündür. Böyle bir durumda, merdivenin en tepesine bakmak yerine şu anda atmamız gereken adımlara yoğunlaşmalıyız. Bizi içinde bulunduğumuz yolda ilerletecek olan hep bu küçük adımlardır.

İnsanı yaşama bağlayan en önemli arzulardan birisi mutlu olma isteğidir. Hemen her insanda bu istek bulunmaktadır. Ama tarihin bütün dönemlerinde onu elde etmenin nasıl ve ne şekilde olması gerektiği bir tartışma konusu olmuştur. Eski düşünürler mutluluğu erdemin bir ödülü olarak değerlendirmişlerdir. Gerçekten de kısa ve uzun vadeli hedeflerini belirleyen ve ona ulaşmak için doğru eylemleri gerçekleştirerek çaba gösteren, yani harekete geçmiş bir insan için mutluluğu başka bir yerde aramaya gerek olmayacaktır. Sonuca giden yolda engeller olsa da, akıl ve erdemli davranışların birlikteliğinden muhakkak olumlu sonuçlar elde edilecektir. Mutluluk da zaten ilerlediğimiz yolda gösterdiğimiz çabanın ödülüdür. Hayat hareket, hareketsizlik ölümdür. ( Lewis Morris)

Atila ÖZYEĞEN

Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. (Brown) 29


TARİH

KARA FATMA (FATMA SEHER) 30


TARİH

Yukarıdaki sağdaki resim size neyi anımsatıyor? Bana Athena’yı anımsatıyor; üzerine kuşandığı silahları, duruşu, savaşçı ruhu, cesareti ve yüreğindeki aşkıyla…Fatma Seher bir “ATHENA KADINI”dır. Fatma Seher, nam-ı di-

ğer “Kara Fatma”, Erzurumlu Yusuf Ağa’nın kızıdır. Balkan Harbinde eşi Derviş Erden’le Edirne’de Yanık Kışla’da bulunmuştur. Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı’nda; Kafkas Cephesi’nde, İzmit’te, Bursa’da savaşmıştır. Halkı direniş için örgütlemiştir. Eşi Sarıkamış’ta

şehit düşmüştür. Fatma Seher, bu savaşlar sırasında dört defa yaralanmış, Yunanlıların elinde on dokuz gün esir kalmıştır. Yaptığı hizmetlerden dolayı önce “çavuş”, sonra “teğmen”, daha sonra da “üsteğmenlik” rütbesine layık görülmüştür.

31


TARİH

Sivastopol Destanı’nda Kara Fatma’dan şöyle bahsedilir: Beş altı gün sonra geldi Kara Fatma-i gazi Nisalar kahramanı, şeref-razı Beş-altı yüz kişiyle geldi o an Kamusu hep süvari-i namdaran Onların namı var Türkmen ilinde Kılıç belinde, kargı yollarında Onlar çok kırdı düşman, döktü kanın Şehit oldu karındaşı nisanun O hatun kendi dahi yaralandı Onuldu yarası, hoş varlandı Ömer Paşa olup Şumnu’da kaim Onlara gönderir cephane daim. Tevhid-i Efkâr gazetesinin muhabiri, 1922 yılında Kara Fatma ile görüşmesinden sonra şu bilgileri aktarmıştır: “Fatma çeşitli 32

Seher Hanım, muharebelerde

erkeklerden daha büyük hizmetler ifa etmiş, düşman karşısında bir dişi aslan gibi çarpışmıştır. Onu geçen kış İzmit’te gördüm. Ne olursa olsun böyle pür silah omuzdan aşağı fişeklere sarılı, be-

linde uzun kaması ve tabancasıyla bir Anadolulu kadın. İlk defa görünce insana önce derin bir hayret hissi geliyor, sonra bu hayret yavaş yavaş


TARİH bir kahraman karşısında duyulan hürmet ve tazim hislerine karışıyor, …, insan gurur ve iftihar duyuyor. Gazete muhabirinin aktardıklarından da anlayabileceğimiz gibi Kara Fatma; bir cesaret, azim, kararlılık ve fedakârlık örneğidir. Yaptıklarıyla aşkın dışa vurumunun en güzel timsallerindendir. Afyon’da düşmana esir düşmüştür. Bu esnada her gün kötü fiziksel muamelelere maruz kalmıştır. On dokuzuncu gün sonunda nihayet oradan kaçmayı başarmıştır. Maruz kaldığı kötü muamele sonucunda gücü tükenmek üzere olmasınarağmen Bursa’nın işgalini duyunca haline aldırma dan Sürmeli Köyü’ndeki ovada kıtanın başına geçmiştir. Bu olay bize Kara Fatma’nın yüreğindeki aşkın büyüklüğünü, azmini ve fedakârlığını bir kez daha gösterir. Kara Fatma, tüm kadınlara da örnek teşkil etmektedir; o dönem de, şimdi de ve hatta gelecekte de… Kara Fatma 1923 senesinde Konya’da Babalık Gazetesi’ne verdiği röportajda şöyle demektedir: 33


TARİH

34


TARİH “Bundan sonra erkek, kadın hep beraber çalışacağız… Zaten memleket bizden o kadar çok hizmet istiyor ki... İstanbullu hemşerilerimize silah kapıp cepheye gidin denilemez; fakat onlara düşen iş, silah kullanmaktan daha büyüktür. Şimdiden sonra Anadolu’ya gitmeli ve cahil Anadolu kadınının gözünü açmalı. Anadolu halkı hele kadınları, İstanbullu hanımları seve seve karşılayacak, onların söylediklerini harfiyen yapacaktır. Kadın neden erkek kadar çalışmasın! Bugün Anadolu’da bir ailede iki erkek varsa yanı başında 10 da kadın vardır; bunun için kadın erkek hep beraber çalışacaktır. Bunun kimseye bir zararı yok, belki faydası çoktur”; “Çocuklarımız mutlaka okumalıdır. Ben çok iyi biliyorum ki bugün Anadolu’da erkek ve kız bütün çocuklar okuyacak olurlarsa Anadolu’nun hali değişecek, Türk’ün yüzü gülecek, işi düzelecek, bütün batıl düşünceler kalkacak, Türkler yaşamaya başlayacaktır. İşte bu maksatla küçük kızımı okutmak için şimdiden çalışıyorum.” “Er kişinin cesareti, tersine çevirir kör talihi “ demiş Cervantes. Kara Fatma da cesaretiyle kör talihi tersine çevirmeyi

bilmiştir. Savaşlardaki atılganlık, yüreklilik ve cesaretiyle doğru olarak gördüğü şeyi yapmakta hiçbir zaman tereddüt etmemiştir. Atatürk’le olan görüşmesinde “… ata binerim, silah kullanırım, muharebe bana düğün gelir” der. Bu görüşmeden sonra Atatürk tarafından kendisine “Kara Fatma” lakabı verilmiştir. Kara Fatma’ya hizmetleri sonucu verilen “üsteğmenlik” rütbesi ile birlikte bir de maaş bağlanmıştır. Fakat maaşını Kızılay’a bırakır ve bunu da şöyle açıklar: “Vatanın büyük kurtarıcısı Ebedi Şefin layık olmadığım büyük iltifatı beni son derece sevindirmişti. Esasen bütün emel ve arzum yapmış olduğum hizmetten hiçbir menfaat beklememdir. Bu itibarla taltif edilmiş olduğum rütbenin mukabilinde verilecek maaşımı Kızılay’a terk etmekle son vatani vazifemi yaptım.” Bizde mevcut bulunan rütbe ve sıfatlar, onların getirdiği yükümlülük ve sorumlulukları yerine getirebilmek ve diğerlerine örnek olmak içindir. Amaç, egoyu tatmin etmek için o sıfatı kullanmak değildir. Aksine o sıfatı hak etmek, daha çok hizmet etmeyi gerektirir.

Fatma Seher yaptıkları ile birçok erdemin bize canlı örneği olmuş ölümsüz, unutulmaz bir karakterdir. Atatürk’ün şu sözü ile bitirmek de yerinde olacaktır: “…gerçek idealin ne ise onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır; herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır; önüne sonsuz engeller yığılacaktır, fakat sen bunlara dayanıklı olacaksın. Kendini büyük değil; küçük, bir hiç sayarak, kimseden yardım görmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın…” KAYNAKÇA Tanin Gazetesi- 5 Temmuz 1923 tarihli basım Tevhid-i Efkâr Gazetesi röportajı- Yıl:1922 Erdemler Sözlüğü, Ankara, Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, 2007 Aton.ttu.edu, Türk Öyküleri Sandığı, Kuvayi Milliye Kahraman Kadınları, (Dizi Yayın tarihi:10.12.2001 – 19.12.2001), Hazırlayan:Oğuz Köroğlu www.kimkimdir.gen.tr

Özlem KÜÇÜK

35


YAZAR

36


YAZAR

HALİL

CİBRAN Ü

ç büyük dinin ortaya çıktığı en büyük acıların çekildiği Ortadoğu topraklarının çocuğuydu o; meraklı, gelişime açık, asi bir ruhu vardı. Yazılarında dünya düzenini, yapılan haksızlıkları tüm şiddeti ile eleştiriyor, ruhban sınıfına karşı çıkıyordu. Her fırsatta kadın özgürlüğünü savunmuş, yazıları ile sanat ve bilim çevrelerinin dikkatini çekerek özellikle entelektüel kadınlardan oluşan geniş bir hayran kitlesine kavuşurken, diğer tarafından kitapları yasaklanmış, kilise onu aforoz etmişti. Maruni mezhebine mensup Lübnanlı bir Arap Hıristiyan idi ama tüm dinlerin aynı evrensel özden geldiğini savunmuştu. Kutsal kitap-

ların tamamını inceledi, özellikle İncil ve Kuran’ı andıran bir anlatım şekliyle ironik ve sembolik tarzda evrensel temaları işledi. Yaşadığı yıllarda en çok okunanlar listesinden hiç çıkmadı, ellili yıllara gelindiğinde Birleşik Devlet’lerde İncil’den sonra en çok satılan kitap Ermiş idi. Elvis Presley’in sıkı bir Cibran Hayranı olduğu ve Ermiş kitabını her gittiği yerde dağıttı söylenmektedir. Kum ve Köpük adlı kitabında geçen ‘Söylediklerimin yarısı anlamsızdır, ama diğer yarısı anlaşılsın diye söylüyorum bunları’ şeklindeki mısrasını, John Lenon 1968’de Julia şarkısında kullanmıştır. Dedelerimizle aynı ülkenin vatandaşı olan, görkemli ve güzel diliy-

le tüm dünyayı etkileyen şair, yazar, ressam ve aynı zamanda filozof Halil Cibran…. Cibran’ın hayatı: Kuzey Lübnan’ın dağlık bölgesi olan Bişerri kasabasında 1883 yılında Hıristiyan Maruni mezhebine bağlı bir ailede doğdu. Burası Müslümanlar ve Hıristiyanlar arasında dış müdahaleler nedeniyle günümüze kadar sürecek dinler arası düşmanlığın giderek arttığı bir bölgeydi. Bu düşmanlıkları iyi gözleyen Cibran daha sonraki yıllarda tüm dinleri birleştirme çabası içine girecekti. Annesi Kamile üçüncü kocasından Halil’i dünyaya getirdiğinde otuz yaşındaydı. Annesinin diğer eşinden kendinden büyük bir ağabeye ve iki

37


YAZAR

küçük kız kardeşe sahipti. Fazla eğitim alamamış annesine güçlü bir irade aşılanmıştı. Annesi ve kız kardeşlerine çok bağlı olan Cibran, kız kardeşlerinin okuyamaması nedeniyle de ileride daha feminist bir karakter kazanacaktır. İlk eğitimini köy papazının yanında alan Cibran henüz sekiz yaşındayken babası Osmanlı yetkilileri tarafından vergi kaçakçılığı ile suçlanarak hapse atılmış ve ailenin tüm mallarına el konmuştu. Evsiz kalmaları üzerine anne Kamile ABD’ye göç etme kararı aldı, hapisten çıkan baba Cibran göçe yanaşmadı ve Lübnan’da yaşamaya devam etti. Cibran geldikleri ABD’nin Boston kentinde hayır kurumlarının verdiği destekle yerel bir okulda eğitim gördü. Lübnan’da başladığı bir hobi olan eskiz çizimleriyle öğretmenlerin dikkatini çekti. Bu nedenle Bostonlu fotoğraf sanatçısı ve sanat hamisi Fred Holland Day ile temasa geçtiler. Day, onu mitoloji, edebiyat, çağdaş yazı ve fotoğrafla tanıştırıp kendini keşfetmesini sağladı. Fred Holland Day’in bir sanat sergisi sırasında Cibran, Josephine Peabody adındaki bir kadının res-

34

mini çizdi. Tanınmamış bir sanatçı olan bu kadına sonraları aşık olup evlenme teklifinde bulunacak ve ne yazık ki reddedilecekti. Aşk konusunda yaşayacağı son hayal kırıklığı bu olmayacaktı. Yavaş yavaş sanat çevrelerinde tanınan Cibran’ın bu başarısının gelecekte başına sorunlar açabileceğini düşünen ailesi kendisinin de onayıyla eğitimini tamamlamak ve Arapça’yı geliştirmek üzere 17 yaşında Lübnan’a gönderildi. Beyrut’a 1898 yılında varan Cibran burada elHikme (bilgelik) okuluna kaydoldu. Marunilerin kurduğu bu okulun müfredatı teolojiye ve tarihe yönelikti. Dar kapsamlı müfredata yönetime verdiği dilekçe ile karşı çıkan Cibran’ın bu isteği kabul edildi ve kendine yönelik dersler eklendi. Klasik ve modern Arapça üzerine yoğunlaştı. Arap dünyasındaki edebi hareketlerle de ilgilendi. Okulda Yusuf elHuvayik ile tanıştı. İkili el-Manara (fener) isimli bir dergi çıkardı, Cibran aynı anda illustrasyonlar da yapıyordu. Josephine Peabody ile mektuplaşan Cibran eskiz çizimleriyle süslediği mektuplarıyla

ve şiirleriyle bu kadını duygusal olarak etkiliyordu, ta ki Josephine evlilik teklifini reddedip başkasıyla evleninceye kadar. Cibran Arapça ve Fransızca öğrenerek ve şiirde ustalaşarak 1902’de koleji bitirdi. Bu sırada kız kardeşi Sultana barsaklarından hastalanmış, annesinin kanseri ilerlemiş, ağabeyi ise ölmüştü. Sultana’nın hastalığının haberini alan Cibran Mart 1902’de Lübnan’dan ayrıldı. Ne yazık ki Bostan’a vardığında geç kalmıştı. Kız kardeşi henüz 14 yalında iken ölmüştü. Yas döneminde Day ve Josephine onu sanat etkinlikleri ile teselli ettiler. Mayıs 1904’te ilk sanat sergisini açarak alegorik ve sembolik çizimleriyle tüm eleştirmenlerden övgüler aldı. Bu sergide Josephine kocası aracılığıyla tanıdığı sahip olduğu okulu yöneten Mary Haskell’ı Cibran’ın çizimlerini görmeye davet etmişti. Bu tanışma onun tüm yazarlık kariyerini etkileyecek bir başlangıçtı. Mary Haskell otuz yaşındaydı, Cibran’dan on yaş büyüktü. Eğitimli, güçlü iradeli ve özgür bir kadındı.


YAZAR

. Mary, Cibran’la saatlerce vakit geçiriyor, yazılarının üzerinden geçiyor, yeni fikirler veriyordu. Ona yazılarını Arapça’dan İngilizce’ye çevirmeyi bırakıp doğrudan İngilizce yazmaya teşvik ediyordu. Bir ara Cibran’ın dilini ve düşüncelerini, daha iyi anlamak için Arapça öğrenmeye bile kalkıştı. Cibran’ın ilk yapıtı elMusiki 1905’te, ikincisi Araisu’l Muruc (vadinin perileri) yayımlandı. Mart 1908’de ise el-Muhacir gazetesindeki yazılarından oluşan üçüncü kitabı Asi Ruhlar’ı çıkardı. Bu kitap Lübnan’da toplumsal meseleleri ele alıyor. Evli bir kadının istemediği kocasından kurtuluşunu anlatıyor, özgürlüğe çağrıda bulunuyor, kilisenin ve toprak ağalarının Osmanlı idaresindeki Lübnan’da nasıl halka gaddarca haksızlık ettiklerini ortaya koyuyordu. Dönemin Osmanlı valisince kitap Suriye ve Lübnan’da sansüre uğruyor, Cibran ise kilise tarafından aforoz ediliyordu. Temmuz 1908’de Boston’dan ayrılarak Paris’e Academie Julien Ecoles des Beaux Arts’da sanat okumaya gitti. Paris’te eski sınıf arka-

daşı Yusuf el-Huvayik ile karşılaşan Cibran onunla birlikte müzeleri ve sanat galerilerini gezdi. Bu dönemde ünlü heykeltıraş Aguste Rodin ile tanıştı. Bu kısa tanışıklık onun sanatı üzerine derin izler bıraktı. Daha sonra Cibran alaycı mizacı ve yazım üslubunu beğendiği Arap dostu Emin Rihani ile birlikte Londra’ya gitti. İki yazar Lübnan anılarını ve toplumsal sorunlarla ilgilenmek gibi ortak noktaları paylaşıyorlardı. Birlikte Arap Dünyası’nın kültürel rönesansı üzerine planlar yaptılar. Bu planlardan birisi Hıristiyanlık ve Müslümanlığın uzlaşmasının sembolü olarak Beyrut’ta çift kubbeli bir opera binası kurmaktı. E k i m 1910’da Cibran ABD’ye dönerek yazmaya ağırlık verdi. Bostan’daki Lübnan mahallesinden kurtulmak ve daha geniş bir sanat çevresi bulmak için New York’a taşınmaya karar

34


YAZAR

verdi. . Mary’e evlenme teklifinde bulundu ve reddedildi. Sebep aradaki on yaş fark idi. Zira Mary böyle genç biriyle birlikte olmasının yol açacağı toplumsal baskıdan endişeleniyordu. New York’da 1911’de Cibran İrlandalı şair Yeat’in portresini çizdi. Sanat Tapınağı diye adlandıracağı bir albümün ilk portresiydi bu. Bu albüm Aguste Rodin, Sarah Bernhardt, Gustav Jung ve Charles Russell gibi ünlü simaların yüzyüze yapılmış portrelerini içeriyordu. Aynı yıl İtalya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Cibran’ın bağımsız Suriye düşü İtalyan general Giuseppe Garibaldi ile tanışmasıyla iyice güçlendi. Onunla birlikte Osmanlı idaresine karşı göçmen Suriyelilerden oluşan bir lejyona önderlik yapma fikrini ele aldı. Mary bu fikri duyduğunda şiddetle karşı çıkmıştı. Daha sonraları I. Dünya Savaşı sırasında Cibran, Osmanlı yönetimine karşı birleşik Arap askeri hareketinin büyük bir savunucusu ve kışkırtıcısı oldu. New York sanat çevrelerince her gittiği davette ev sahiplerinin ilgisini hemen çeken heyecan

34

verici bir kişiliğe sahip Cibran insanlarla kolayca haşır neşir olabiliyordu. Çok geçmeden ilk İngilizce kitabı olan Deli (Madman) için harekete geçti. Ardından en uzun İngilizce eseri İnsanoğlu İsa’yı kaleme aldı. Vakit 1918’e geldiğinde en ünlü kitabı olan Ermiş’in tohumlarını attı. Promethevari bir adam olan el-Mustafa adında bir kahinin 12 sene kaldığı Orphalase şehrinden ayrılıp, evine gitmek üzereyken bir grup halk tarafından durdurulması ve hayat hakkında geçen konuşmalar kitabın içeriğini oluşturur. Sonraları bu kitap için benim olgun meyvem, benim asıl kitabım diyecektir. Kuzeni Savannah Georgia 1926’da Mary’i zengin ve başarılı işadamı Florance Minis ile evlenmeye ve sıkıntılı yaşamını değiştirmeye zorlar. Mary evlendikten sonra da Halil’le aralarındaki mektuplaşma sürer, satırlardaki duygusallık ve saygı devam eder. Ancak eski mektuplardaki ‘sevgili yaşlı fil’, ‘sevgili Halil’’in yerini ‘Halil’ alır. Ermiş’in 1923’te yayınlanmasıyla ünü iyice artan Cibran sosyal çevresini genişletir. Bu

sırada yaşamına bir başka kadın, yayınevi sahibi ve öğretmen olan Barbara Young girer. Barbara, Cibran’ın ölümünden sonra kaleme alacağı Lübnan’dan Gelen Bu Adam adlı kitabıyla onun yaşam öyküsünü anlatacaktır. 1928’de Cibran’ın sağlığı kötüleşmeye başladı ve asabi ruh halinden kaynaklanan bedensel ağrısı iyice artıp, onu teselliyi alkolde aramaya itti. Çok geçmeden ölüm sonrası yaşamı sorgulamaya ve Bişerri’de bir Manastırda kendine bir mezar satın almayı düşünmeye başladı. Mary’nin editörlüğünü yaptığı Dünya Tanrıları 1931 Mart ayında yayımlanır. Kitabın yayınlanmasından hemen önce Mary’e gönderdiği son mektubunda şöyle der: ‘Sana bir kopya gönderiyorum. Gören gözlerinle taslağa bakmak ve teslim edilmeden önce bilen ellerini ona dokundurmak ister miydin merak ediyorum. Tanrı seni sevsin.’ 10 Nisan 1931Ede kırk sekiz yaşındayken New York’da St. Vincent Hastanesi’nde


YAZAR

siroz ve ilerlemiş tüberküloz nedeniyle şuurunu yitirmiş bir halde öldü. Ülkesine büyük miktarda parayı miras bırakan Cibran, Lübnanlıların göç etmek yerine kendi ülkelerinde kalıp vatanlarını geliştirmelerini istiyordu. Mary, stüdyosuna girip eserlerini düzenledi, çizimlerini tasnif etti ve Cibran’ın hayalini gerçekleştirmek ve onu Bişerri’de defnetmek için Lübnan’a gitti. Naşı vatanında yasla değil muhteşem bir törenle karşılandı. Cibran, Bişerri’de Mar Sarkis Manastırı’nın küçük ve tarihi klisesinin bahçesine defnedildi. Manastıra yakın bir yerde Lübnan hükümetinin desteğiyle Bişerri halkı tarafından bir Cibran müzesi kuruldu. Halil Cibran’ın kitaplarından seçtiğim aforizmalar: •Akıllı insanlar tarafından söylenen sözleri ezberleyin, yaşayın. Gündelik yaşamınızda uygulayın onları, fakat olur olmaz yerlerde ezbere okumayın. Yoksa sırtına kitap vurulmuş bir eşekten farkınız kalmaz. •Vahim olan, yolun yol-

cusuz olması değil, asıl vahim olan yolcunun yolsuz olmasıdır; yolsuz, hedefsiz, amaçsız, şaşkın, hercai ve seyyal.

•Gerçekten büyük insan odur ki, ne yönetir ne yönetilir.

•En doğru yol dikensiz yoldur’’ diyenler seni aldatıyorlar. Onlar, karanlık evlerinde kaybettiklerini sokak lambasının altında arayan şaşkınlardır.

•Toprağın neresini kazarsan kaz, bir define bulacaksın. Ancak bir çiftçinin inancıyla kazmalısın.

•Dostum, yollar yürümek içindir fakat şu gerçeği de hiç unutma: yürümekle varılmaz, lakin varanlar yürüyenlerdir. •Eğer ağzın yemekle doluysa, şarkı söyleyemezsin. Ve altınla doluysa elin, kaldıramazsın onu şükür için. •Göğsümün bir yanında İsa, diğer yanında ise Muhammed oturur. •Misafirler olmasaydı, evlerimiz mezara dönerdi. •Sahip olduklarınızdan verdiğinizde çok az şey vermiş olursunuz. Gerçek veriş kendinizden vermektir. •Dostluk daima tatlı bir sorumluluktur; asla bir fırsat değildir.

•Bana kulak ver ki, sana ses verebileyim.

•Dostum, güneşe bak, toprağa bak, suya bak, buluta bak; fakat, arkana bakma.. Kimin geldiği önemli değil, kimin gelmediği de. •İstendiği zaman vermek güzel bir davranış olabilir; fakat istenmeden, ihtiyacı hissederek vermek çok daha anlamlıdır. •Dünya kuruldu kurulalı bilinir: aşk, derinliğinin farkına, ancak ayrılık saati gelip çattığında varır. •Gariptir ki, kimi zevklerin tutkusudur, acılarımızın bir kısmını oluşturan. •Öğretilerin çoğu pencere camı gibidir. Arkasındaki gerçeği görürsün, ama cam seni gerçekten ayırır.

Kayı ELİAÇIK

34


KİTAP

L İ B U G D A UT

… E N İ R E Z Ü İG

K

34


KİTAP

K

utadgu Bilig günümüz Türkçesi ile ‘‘Mutlu Olma Bilgisi’’ ya da ‘‘Kutlu Olma Bilgisi’’ anlamına gelmektedir. 11. Yüzyıl Karahanlı Türklerinden Yusuf Has Hacib’in Doğu Karahanlı Hükümdarı Tabgaç Buğra Han’a atfen yazdığı ve takdim ettiği bir eserdir. Eser, insanlara dünyada tam anlamıyla kutlu olmak için gereken yolu göstermek ve toplumsal öğütler vermek amacıyla

kaleme alınmıştır. Bayat atı birle sözüg başladım Törütgen igidgen keçirgen idim Kitab atı urdum kutadgu bilig Kutadsu okıglıka tutsa elig ‘‘Tanrı adıyla söze başladım; üreten, besleyen, bağışlayan Tanrım!

Kitabın adını Kutadgu Bilig koydum, okuyana mutluluk versin, elinden tutsun.’’ Yusuf Has Hacib ise Kutadgu Bilig’i yazma amacını kendisi şöyle açıklar: ‘‘Okuyana hem bu dünya hem de ölümden sonraki hayat için bilgi verici ve yol gösterici olmasıdır.’’

34


KİTAP

Eser yukarıdaki gibi 4 ana karakterden oluşmaktadır. İlk olarak Kün-Togdı güneşi simgelemektedir. Güneş de bilgeliğin simgesidir. İradeyi ve adaleti temsil eder. Gün doğumu özellikle güneşin en güçlü olduğu zamandır. Bu yüzden hükümdarın adı Gün doğumu anlamına gelmektedir. Bu kün togdı ilig bu kılkı birle Yarudı ajunka kün ay teg yola ‘‘Bu Kün Togdı hükümdar bu tavrı ile güneş ve ay gibi doğarak dünyayı aydınlattı.’’ Ay-Toldı ise vezirdir. Simgesi dolunaydır. Mutluluğu temsil eder. Burada da ay gücünü güneşten almaktadır. Vezir de gücünü hükümdardan almaktadır. Ögdülmiş de vezirdir ve 34

övülmüştür. Zihni temsil eder. Öykü de sürekli öğütler almaktadır. Odgurmış ise uyanmıştır. Odgurmış öğüt veren hocayı temsil eder. Yaşamın sonudur. Eserde yöneticilerin diyaloglarından oluştuğu için ve ideal toplum oluşturmak için öğütler verdiği için siyasetname niteliği de taşımaktadır. Kutadgu Bilig demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletini işaret etmektedir. 1. Hükümdarın AyToldı’ya Suali Niçin susuyorsunuz? 2. Ay-Toldı’nın Hükümdara Cevabı Hükümdarımın karşısında ne diyeceğimi bilemem. Sorulmadan cevap vermek hoş bir davranış değildir. Beni siz çağırdınız, söz sizindir. 3. Hükümdarın AyToldı’ya Cevabı Bilgisiz her zaman susmalı, bilgili de diline hâkim olmalıdır. Bilgili-

nin sözünde her zaman hikmet bulunur. 4. Ay-Toldı’nın Hükümdara Cevabı Gereksiz söylenmiş sözler insana çok zarar verir (hatta ölümüne bile sebep olur.) Bu sebeple hiç kimse kendisine bir şey sorulmadan konuşmamalıdır. Didaktik bir metindir ve mesnevi şeklinde kaleme alınmıştır. Eserinin adından da anlaşılacağı gibi, her iki dünyada insanları mutluluğa ulaştırmayı amaçlayan Yusuf Has Hacib, ideal devletin nasıl olması gerektiğini ele almış ve büyük bir ileri görüşlülükle Türk-İslam toplumlarının yapılanması üzerine önemli tavsiyelerde bulunmuştur.


KİTAP Eserde başlıca üzerinde durulan konular şunlardır: Yedi Yıldız ve on iki burç, bilgi, akıl ve dil, kitap sahibinin özrü, iyilik ve faydaları, kitabın konusu, hükümdarlık, vezirlik, devlet yönetimi, adalet, saadet, kanaat, ikbal, mevki, soyluluk, giyim-kuşam, ölüm, mal ve mülk, din, ahlaki erdemler, dürüstlük, doğruluk, alçak gönüllülük, helal ve haram, sadakat, insan severlik, tecrübe, içki ve zararları, örf ve kanun, hükümdar ve halk ilişkisi, siyaset, toplumsal tabaka ve özellikleri, komutanlık, haciblik, kapıcı başlılık, hizmetkarlık, dünya ve ahiretin nasıl mamur hale getirilebileceği, alimler, tabipler, şairler, satıcılar, hayvan yetiştiricileri, zanaat ve erbabı, fakirler, aile hayatı, eş seçimi… ‘‘Ey yüzü sevinçle parlayan bahtiyar, İnsan dürüst hareket ederse, Bu beylik ululuk çok iyi bir şeydir. Fakat daha iyi olan kanundur ve onu doğru Tatbik etmek lazımdır. Bey ne kadar doğru olur ve iyi hareket ederse, Halk için o kadar mesut bir devir ve hayat başlar.’’ Eserin öyküsü şöyle özetlenebilir; Aytoldı

devlet hizmetine girmeyi çok istemektedir. Bir yakını aracılığıyla o dönemin Has Hacib’i ile tanışır ve Hacib kendisini hükümdarın huzuruna çıkarır. Hükümdar, Aytoldı’dan hoşlanır ve kendisini vezir yapar. Bir süre sonra Aytoldı ölür ve geriye tek oğlu Ögdülmiş’i bırakır. Hükümdar Ögdülmiş’in yetişmesini ve eğitimini üstlenir. Akıllı ve bilgili olan Ögdülmiş, hükümdarın gözüne girerek bir süre sonra vezir olur. Ögdülmiş’i çok seven ve onu kaybetmekten korkan hükümdar, ona yardım edebilecek ve gerekirse onun yerini alacak akıllı ve bilgili bir kişi daha arar. Bu amaçla Ögdülmiş arkadaşı Odgurmış’i hükümdara tavsiye eder. Hükümdar bu kişiyi kendi hizmetine almak istese de, başarılı olamaz. Odgurmış, insanlardan uzak bir yerde ibadetine devam etmek ister. Daha sonra, Ögdülmiş de devlet hizmetinden çekilip kendini tamamen ibadete vermek ister; ancak, Odgurmış buna karşı çıkar ve herkesin yerinde kalmasini ve topluma en iyi hizmeti bu şekilde verebileceklerini söyler. Bir süre sonra, Odgurmış ölür ve geride müridi Kumaru’yu bırakır. Vezirleri ve Odgurmış’ın öğütleri sayesinde hü-

kümdar, iyi kanunlar yaparak memleketi düzene koyar ve ülke refaha kavuşarak halk mutlu bir yaşam sürer. Kutadgu Bilig’de anlatılan devlet anlayışı ideal bir devlet anlayışıdır. Eserdeki devlet teorisi ve bilgili hükümdar düşüncesi tamamı ile idealisttik düşüncedir. Adaletli toplum üzerindeki düşünceleri ise hayalidir. Buradaki yönetimin başlıca amacı eserin kendisinde de sık sık belirtildiği gibi, halkın huzuru idi. Devleti bir Kut veya siyasi hâkimiyet yetkisi olarak anlatmaya çalışan Yusuf eserinde devlet ve devlet yönetiminin her isteyenin işine yarayabilen rastgele bir uğrayış işi olmadığını eserinde durmadan anlatmıştır. İdeal ülke anlayışının da ideal hükümdar ve ideal halkın davranışlarından kaynaklandığını Yusuf eserinin her yerinde belirtmiştir. “Akıllı insanın sözü, akılsız için gözdür.” “Yola çıkan insan yol üzerinde ev yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz. Sen misafirsin, bu dünya sana bir misafirhanedir; misafirhanede çok fazla şey aranmaz.” Kitap da 3 ana özellikten söz edilmektedir: Bilgelik: bilgi ve uygulama Alplik: cesaret ve güç 34


KİTAP

Erdemlilik: Bey, Tanrı’dan aldığı ‘kut’ ile hâkimiyet hakkına sahip oluyordu. Ancak, kut geçiciydi ve onu elde tutmak için emek sarfetmek; erdemli olmak gerekliydi. Kutadgu Bilig’de devlet ve din otonom iki alan olarak karsimiza çikar; biri diğerini kontrolü altına almaz. Ancak, birbirlerini aydınlatıp yardımda bulunabilirler. Bir yanda hükümdar ve veziri Ögdülmiş, diğer tarafta Odgurmış ve müridi kendi işlerini en iyi şekilde yapmaya çabalarlar. “Ömür aziz değil, emek azizdir.’’ 34

‘‘Hayat gider, insan buna acıdığını itiraf etmez; emek boşa giderse, bunun acısı uzun seneler unutulmaz.” “Memleket tutmak için, çok asker ve ordu lazımdır; asker beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı elde etmek için, halkın zengin olması gerektir; halkın zengin olması için de, doğru kanunlar konulmalıdır.” Bazı bilim adamları Kutadgu Bilig’i “mutluluk veren bilgi” diye çevirirken, diğerleri “devlet yönetme sanatı” diye çevirmişlerdir.

Bilig’de birbirinden bağımsız, ancak birbiriyle çok yakından ilgili, iki tür ahlak görülebilir: devlet adamı ve din adamı etiği. Kutadgu Bilig’de devlet adamı ve din adamı etiğine paralel olarak, “kulhür” ayrımı vardır. Yusuf’a göre bazı hür insanlar devlet yönetimine girerek kendi iradeleriyle “kul” olmuşlardır. Ögdülmiş Kuntogdı’ya şöyle seslenir: “Hür insana bak, o kendisini kul edip, hizmet eder; onun hizmetini takdir etmek ve emeğini karşılamak lazımdır.”


KİTAP Kutadgu Bilig’de Yusuf Has Hacib ideal devleti, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olarak tanımlar. Ayrıca bilgiye ve bilimsel metoda önem verilerek, toplumsal sorunların çözümünde ne otoriteye, ne de tepeden inme kurallara başvurulmuş, sadece akıl ve bilgi yol gösterici olarak benimsenmiştir. “İnsan nâdir değil, insanlık nâdirdir; insan az değil, doğruluk azdır.” “İnsan, gönlünü çıkarıp avucuna koyarak, başkaları önünde, mahcûb olmadan dolaşabilmelidir.” 1. Hükümdarın AyToldı’ya Suali Dilin zararlarını söyledin, tamam, söylediklerin doğru. Acaba dilin yararı da var mı? Bir de onu söyle bakalım. 2.Ay-Toldı’nın Hükümdara Cevabı Bilgili kişinin iki alâmeti vardır: Bunlardan biri dildir, biri boğazdır. Vücudun nasibi boğazdan girer, ruhun nasibi de doğru sözdür ve kulaktan girer. (Vücut yemekle, ruh da güzel ve doğru sözle beslenir.) İnsan boğazına ve diline hâkim olursa mutlu olur. 3.Hükümdarın Toldı’ya Suali:

Ay-

Sözün esası nedir? Söz kaç kısımdır? Söz nereden çıkar ve nereye varır? Sözün ne kadarı söylenmeli, ne kadarı söyleşmemelidir? 4. Ay-Toldı’nın Hükümdara Cevabı Sözün yeri sırdır. Söz on tanedir; fakat onundan biri söylenmelidir. “Ey âlim kişi; nefsinin esiri olma! Nefsin seni esir ederse, fidye olarak, inancını ister.” Kutadgu Bilig’in yoruma açık olduğu ortaya konulmuştur. Eser öyle zengindir ki, değişen şartlara ve dönemlere göre ele alınıp yorumlanabilir. Yani “ideal devlet” belirli bir kalıba sokulamaz. Bu nedenle, bu makalede her ne kadar devletin dört temel unsuru üzerinde durulduysa da, bunların son söz olmadığı vurgulanmalıdır. Yani, demokratik-laik sosyalhukuk devleti farklı şekilde yorumlanabileceği gibi, bu dört ilkenin dışında Kutadgu Bilig’de başka bir devlet ilkesi yok demek de doğru olmaz. Örneğin, bütün bu ilkelerin bir araya gelmesiyle devletin “insan haklarına saygılı devlet” olarak da görüleceği ortadadır. Bir devlet vatandaşına, çalışmasının karşılığını veriyor, onu ezmiyor, şikâyet hakkı tanıyor, mahkemelerde bu şikâyetini dinliyorsa,

bu devlet doğal olarak “insan haklarına saygılı” bir devlettir. Okuyucu, yukarıda söylenilenleri yan yana koyarak modern devletin başka bazı niteliklerine rahatlıkla ulaşabilir. Aynı şekilde, belki de toplumda değişen şartlara göre, Kutadgu Bilig tekrar tekrar okunduğunda, eserin başka bazı değerlere de işaret ettiği yaşanılan o şartlar altında görülebilir.

Kaynaklar: KUTADGU BİLİG’İN DEVLET FELSEFESİ-I Yrd. Doç. Dr. Nejat DOĞAN Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. KUTADGU BİLİG’İN DEVLET FELSEFESİ-II Yrd. Doç. Dr. Nejat DOĞAN Erciyes Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi. HACİB, Yusuf Has (1998), Kutadgu Bilig. Çev. Reşid Rahmeti Arat. Ankara: Türk Tarih Kurumu KUTADGU BİLİG’DEKİ HÜKÜMDAR KÜNTOGDI TİPİNE GÖSTERGEBİLİMSEL AÇIDAN BİR YAKLAŞIM DENEMESİ Dr. Ahmet DEMİRTAŞ ARSLAN, Mahmut (1987), Kutadgu Bilig’deki Toplum ve Devlet Anlayışı, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları No: 3414, İstanbul. http://www.tubar.com.tr TAN, E.E, Mine; Toplum Bilimine Giriş Temel Kavramlar, Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi Yayınları, Ankara, 1981.

34


RÖPORTAJ

. Ismet

. ISMAIL DANYELI DANYELI

34


RÖPORTAJ

34


RÖPORTAJ Bu sayıdaki röportajımızın konuğu: İsmet Danyeli. 1970, Malatya doğumlu. Kendisi Çukurova Üniversitesi, Ziraat Fakültesi mezunu. Bugüne kadar birçok fotoğraf sergisinde yer aldı. Ulusal ve Uluslararası yarışmalarda altmışa yakın ödülü bulunmakta. Günlük hayatındaysa fotoğraf sürekli gündeminde. Özellikle mekan ve yaşam fotoğrafları çekmeyi sürdürüyor. Bir de yeni nesil fotoğrafçılar için kurslar düzenliyor. • İsmet Bey, fotoğrafa ne zaman ilgi duymaya başladınız? Nereden geldi bu istek? Fotoğrafa ilgi duymamla ilgili bir başlangıç zamanı söylemem zor. Böyle bir başlangıç zamanı olmasa da, fotoğraf çekmemi kaçınılmaz kılan olay 1999 Gölcük depremi oldu. Tanıklık ettiğim tarihi olayın enkazı ortadan kaldırılıyordu ve ben sadece seyirci kalıyordum. Ödünç aldığım bir makine ile tanıklığımı belgelemiş oldum. Araya yine uzun fotoğrafsız zamanlar girdi. Ta ki, digital makinelerin yaygınlaşmaya ve ucuzlamaya başladığı 2005 yılında ilk kompak dijital makinamı ve 2007 yılında ilk DSLR makinamı aldım. • Sizi ilk heyecanlandıran fotoğrafı hatırlıyor musunuz? Na34

sıl bir kareydi? Benim asıl ilgimi çeken yağlıboya resimlerde gördüğüm büyülü manzaralardı. O manzaraların olduğu yerleri görüp, onları çekmek, içinde kaybolmak istiyordum. Fotoğrafa yönelişimde bunun büyük katkısı oldu. O manzaraların egzotikliği içinde olma hayali, gezme ve tanıklığımı belgeleme isteğinin bir sonucu fotoğraf. Heyecanladığım bir ilk yok ama güzel anların yaratıcı bir bakışla fotoğraflanması, büyülü atmosferler hep ilgimi çekti. • Fotoğrafçılıkta ilginizi çeken özel bir alan var mı? Her şey insanla güzelleşiyor ve insanla kirleniyor. İnsan varsa orası ulaşılabilir, güzelleşebilir bir hal alıyor. İnsanın anlamlandırdığı yaşanmışlıkları fotoğraflarla öykülendirip yaşama bağlamak istedim. Bunu sunuş şekliyle de kendimi anlatmak istiyorum. İnsan-mekan öykülerini fotoğraf diliyle anlatarak kendimi ifade ediyorum. • Fotoğrafçılığınızı ilerletmek, geliştirmek için neler yaptınız? Çok kötü fotoğraflar çektim ve insanların beğenisine sundum. Eğer fotoğraflarınız insanlığın ortak beğenilerinde anlam bulmuyorsa, sorgulamanız gereken şeylerin olduğunu anlı-

yorsunuz. Beğenilmeyen fotoğraflar kendinizi anlatamadığınızın, fotoğraf dilini kullanamadığınızın bir göstergesi. Bu dili geliştirmek için benden önceki usta fotoğrafçıların eserlerini inceledim. Hangi fotoğrafik öğeleri nasıl kullandıklarına baktım. Hata yapmaktan çekinmedim. Bu yanlışları düzeltmek için işin ustası kişilere fikir danıştım. • Nelerden ilham alıyorsunuz? Fikirleriniz nasıl gelişiyor? Bir sanatçı ya da bir bilim insanı belli bir düzeye ulaştıktan sonra onun için her şey bir ilham kaynağıdır. İnsanı insan yapan şey çevresel etkilerin toplamıysa, gerçekten düşünceye taşıdığınız olgular birikimlerinizle somutlaşmaya, anlam kazanmaya yöneliyor. Bir yere fotoğraf çekmeye gitmeden önce orası ile ilgili düşüncemde oluşan algıya göre görsellikler düşünürüm. Örneğin Gaziantep’e ilk kez fotoğraf çekmeye gidecektim. O güne kadar Gaziantep ile ilgili beni besleyen görsel çağrışımlara göre kafamda çekimler yaptım. Ara sokaklar, abbaralar, bakırcılar çarşısı, esnaflar vs. Ancak gittiğimde düşüncemde oluşturduğum görsellerle gerçekte çektiklerim farklı olsa


RÖPORTAJ

34


RÖPORTAJ

34


RÖPORTAJ

da, düşlediğim görsellerin izlerini fotoğrafta bulmak mümkün oluyor. • Fotoğrafta özellikle şu konuda iyiyim dediğiniz bir nokta var mı? Sizce bir fotoğrafın olmazsa olmazı nedir? Birbirinden bağımsız sorular bence. Hiçbir konuda iyiyim diyemedim, hep eksik kalıyor. İyiyim dediğiniz anda bir ortam oluşur ve eksiklikleriniz suratınıza muzipçe dokunur. Eksikleri tamamlama arzusu devamlılığı sağlıyor. Çekimden sonra hayıflanmalarım, keşke dediğim ve yapamadığım şeyler çok olur. Böyle olması daha keyif verici. Fotoğrafın olmazsa olmazı diyebileceğim şey kompozisyon, birikimlerinizi karşınıza çıkan görüntüye yansıtamazsanız sonuçlar keyfinizi kaçırabilir. • Sizi en çok etkileyen fotoğrafınız hangisi? Neden? Çekim sürecinde işte dediğiniz bir an beliriverir. O an oluştuğunda izleyiciyi de görüntüye bağlayacak, heyecan-

landıracak an, benim de heyecanımın doruğa çıktığı andır. Yaptığım fotoğrafların hemen hepsinde bu heyecanı hissettim. Hepsinin öyküsü, verdiği haz ayrı, biri diğerinden üstün değil. • Çok doğa ve insan fotoğraflarınız var. Şehir fotoğraflarının sayısı az. Neden doğa ve insan üzerinde daha çok duruyorsunuz? Doğada olmayı seviyorum, önemsiyorum. Ayrıca Tarsus’ta kaldığım dönemde iş yerim doğanın tam içindeydi. Bu sebeple doğal bir yönelim oldu. Yaklaşık bir yıldır İzmir’deyim, kente dair çalışmalarımın artacağını umuyor ve istiyorum. • Fotoğrafçılıkta etik nedir? Bu konuda toplum olarak hangi noktadayız? Telif hakları toplumsal yaramız. Fotoğrafın hızlı üretilip hızlı internet ortamında paylaşılıyor olması kontrolsüz bir alan ortaya çıkartıyor. Bir fotoğrafın sonsuz sayıda kopyası farklı platformlarda yapıt sahibinin haberi olmadan kullanılıyor.

• Bazen binlerce sözdense bir kare insanı daha çok etkiliyor. Fotoğrafta bugüne kadar hangi konuları vurguladınız? Tek vurguladığım şey fotoğrafın kendisi. Fotoğraf insanlara bakıp da göremedikleri şeyi gösterir, ben de bunu yapmaya çalışıyorum. Demek istediğim şey “O öyle değil böyle bakınca daha güzel”. • Fotoğrafın diğer sanatlardan farkı nedir? Hızlı üretilen ve hızlı tüketilen bir alan. Dünyada dakikada milyonlarca fotoğraf üretiliyor ve insanlar günlük hayatlarında farkında olarak ya da olmayarak binlercesini kullanıyor ve tüketiyor. Diğer sanat dallarında bu kadar hızlı üretim/tüketim ilişkisi yok. • Fotoğrafın felsefesini özetleyebilir misiniz? Fotoğraf gerçek yaşamdan kesip çıkarttığınız bir anlatıdır. Bunu yaparken de gerçeği estetize eder.

34


RÖPORTAJ

Gerçek görüntülerden estetik görseller oluşturmak diye özetlesem de fotoğrafı felsefeyle yan yana düşünen birbirinden farklı birçok kuramcı var ve bu konuda ne söylesem doğru bir yargıyı dillendiremeyeceğim. • Fotoğrafı tarihe karşı bir karşı koyuş olarak görüyor musunuz? Tarihin içinde olup bitenlere karşı koyuş olarak. Sonuçta fotoğraflar tarihi belge olarakta önemlidir. Arşivcilikle ilgili ne düşünüyorsunuz? Sizce bu konuda hangi noktadayız? Bunun için yapılan ya da üzerinde çalışılan bir proje var mı? Bir karşı koyuştan ziyade bir tanıklıktır. Tarihi kim yazdıysa, tarih onun doğrularını anlatır. Fotoğraf da çeken kişinin doğrularını anlatır. İkisi de taraflıdır. Gerçekleri kendi bakışlarıyla aktarırlar. Fotoğrafın altına düşülen bir not fotoğrafın gerçekliğiyle hiçte ilgili olmayan bir duruma hizmet edebilir. Bu anlamda karşı koyuştan söz etmemek zor. • İnternette büyük bir fotoğraf kirliliği var. Dijital maki-

34

nelerin ve internetin etkisiyle her şeyin fotoğrafı çekilip paylaşılıyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? İnsan doğayı, yaşadığı çevreyi kirletiyor, internetin temiz kalması mümkün mü? Dijital makineler çıkmasaydı birçok fotoğrafçı gibi ben de fotoğraf çekmeye başlayamazdım. Dijital teknoloji fotoğrafın daha da yaygınlaşmasını sağladı. Ancak kalite aynı oranda artmadı. Çok hızlı paylaşımlarla dünyanın başka yerlerindeki insanların düşünceleri, bakış açıları, alışkanlıkları, kültürleri kolayca öğrenildi. Bu sayede kişisel gelişimler de hızlandı, kültürler arası etkileşim de arttı. Çektiğiniz bir fotoğraf hakkında Çinli, Afrikalı, Amerikalı birinin düşüncelerini, beğenilerini anında görebilmek elbetteki çok ilginç. • Daha nitelikli fotoğraflara ulaşabilmek için bize önerileriniz nelerdir? Önerebileceğiniz kitap, dergi, web sitesi gibi. Bir şeye başlarken sizden önce bu konuda yapılan çalışmalara bakmalısınız. Bu sizin neyi nasıl yapmanız gerektiğine rehberlik eder. Fotoğrafla uğraşan insanların

kendilerini geliştirmeleri için önce sanat tarihinde geçmişe bir yolculuk yapmaları, fotoğraf alanında geçmişte ustaların yapıtlarını hakkıyla incelemeleri gerekir. Süreç, geçmişi incelemekle başlar, sürekli fotoğraf üretim etkinliği içerisinde olarak, günlük hayatın bir parçası haline getirerek devam eder. Bunun yanında güncel kitap, dergi ve internetten insanların neler ürettiğini, neler yazdığını takip etmek gerek. • Kendinize ait bir web sitesi açmayı düşünüyor musunuz? Düşündüm ve ancak su an icin gerekli görmüyorum. Mevcut sosyal paylaşım sitelerinden daha farklı bir zeminde kendimi ifade etme ihtiyacı hissettiğim ve elbetteki buna zaman ve enerji de ayırabileceğime inandığım an bu düşünceyi yeniden değerlendirebilirim belki. Amaç diğer insanlarla iletişimse, sosyal paylaşım siteleri bu işi yapıyor . Röportaj:Aslı DEGİŞİCİ


RÖPORTAJ

34


GEZİ

34


GEZİ

Priene’nin caddeleri ve Athena Tapınağı, Milet’in görkemli tiyatrosundaki muhteşem akustiği, Bafa gölünün eşsiz manzarası ve tarihi dokusu... Bu sayıda gezi yazımızın rotasında Ege Bölgesi’nde yer alan en önemli antik kentlerden bazıları olan Priene, Milet ve Bafa var. Bu metin bu kentlere tek günlük bir gezi düzenleyen bir grup arkadaşın ortak çalışması diyebiliriz. Özellikle Ekrem Akurgal’ın Anadolu Uygarlıkları ve Türkiye’nin Tarihi isimli kitabından çok faydalanılarak oluşturulan metinde kentlerde bulunan bazı yerlerle ilgili tarihi ve mitolojik bilgiler de var. Elbette ki bu önemli kentler hakkındaki bilgiler bu kadar değil. Ancak kısa ve öz bilgi sahibi olmak için faydalanılabilecek bir özet niteliğinde bir yazı diyebiliriz. Keyifle okumanız dileğiyle.

Akropolis Genelde sarp bir tepeye kurulan ve şehrin savunmasında büyük önem taşıyan iç kaledir. Akropol’de saraylar, savunma amaçlı yapılar ve çeşitli tanrı ve tanrıçalara adanmış tapınaklar yer almaktadır. Örneğin; Pergamon kentinin Akropol’ünde, I. Attalos Sarayı ve Athena kutsal alanı vardır.

fusa sahip olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Antik Side kentinde de benzer bir durum vardır. Side’de, kent Agorasının dışında bir de devlet Agorası bulunmaktadır. Nekropol Antik Çağ’da mezarlık diyebileceğimiz bu alan, her ne kadar kent alanının dışındaysa da, zamanla kentlerin büyüyüp gelişmesiyle, kentsel alan içerisinde de kalabilmiştir. Örneğin; Termesos (Güllük Milli Park) kentindeki nekropolde, anıtsal özellikler gösteren “Aslanlı Mezar” gibi çok sayıda bölgeye özgü lahit mezar bulunmaktadır.

Agora Halka açık ticari, resmi, adli ve dini işlerin yapıldığı; içinde stoaların ve dükkânların yanı sıra, tapınak ve sunakların da yer aldığı pazaryeridir. Ancak bazı kentlerde birden fazla agoranın olduğunu görmekteyiz. Örneğin; Antik Ephesos kentinde, ticaret ve dev- Stoa Öncelikle neredeyse let agorası olmak üzere, En çok agoralarda butüm antik kentlerde ismi iki tane agora vardır. Bu lunmakla birlikte, bazı geçen yerlerin kısa ta- durum Ephesos kentinin tiyatro, tapınak ve nımlarına bakalım. oldukça kalabalık bir nü- gymnasiumlarda da yer

34


GEZİ alan, halkın güneşten ve yağmurdan korunduğu ve dinlendiği yapılardır. Genelde uzunlamasına yapılmış bir duvar, buna paralel bir veya birkaç sütun dizisi ve bunları örten çatıdan oluşmaktadır. Antik Çağ’ın tüm kentlerinde, stoaların bulunduğunu görüyoruz. Kentlerin büyüklüğüne göre, stoaların sayısı da artabilmektedir. Gymnasium (Gymnassion) Gençlerin, bedensel ve toplumsal eğitim aldıkları yapılardır. Gymnasiumlar, Antik Çağ kentlerinde agora kadar büyük öneme sahiptir. Gymnasium’un içinde yer alan “Palaestra”, gençlerin spor çalışmaları yaptıkları bölümdür. Günümüzde başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinde, en nitelikli liselere gymnasium adı verilmesi de, Antik Çağ’ın gymnasium yapılarının işlevsel öneminden kaynaklanmıştır. Priene Antik kentindeki Gymnasium’u, bu tür yapılara örnek verebiliriz. Tapınak Antik Çağ’da çok tanrılı bir dini anlayış vardı. Bunun sonucu olarak her kentte, birden çok tanrı ve tanrıçaya adanmış tapınaklar vardı. Tapınaklar, tanrı ve tanrıçaların yaşadıkları yer olarak düşünülmüştür. Bu yapı34

lar, aynı zaman da tanrı ve tanrıçaya tapınımın yapıldığı mekânlardır. Örneğin; Ephesos kentindeki Artemis Tapınağı, bu tür yapıların en güzellerinden biridir. Günümüzde Ephesos Artemis Tapınağı, dünyanın yedi harikasından biri olarak kabul edilmektedir. Stadium Açık havada yapılan spor karşılaşmaları için kullanılan, çevresinde seyirciler için oturma yerlerinin bulunduğu oval şekilli yapılardır. Örneğin; Ephesos ve Perge stadiumları, bu tür yapılar arasında yer almaktadır. Bölgenin küçük bir haritası:

PRIENE M.Ö. 350 de kurulan ve o dönemde denize daha yakın olan kentin Naulochos adında bir limanı vardır. Priene siyasal yaşamda hiçbir zaman önemli bir rol oynamamış daha çok Atina’nın etkisi ve yönetimi altında kalmıştır. Daha

sonra Bergama Krallığı ve Roma’nın egemenliği altında girmiştir. Roma yönetimi M.Ö. 2. yüzyıl ortalarında başlar. Kentte 4. yy ve Helenistik dönemin önemli örnekleri bulunmaktadır. Menderes Nehri’nin getirdiği kil birikimleri, kenti gittikçe denizden uzaklaştırmış ve Roma çağının sonlarına doğru kent önemini yitirmiştir. Ancak yine de Bizans döneminde önemli bir piskoposluk merkezi olabilmiştir. Priene’de arkeolojik kazılar ilk olarak 1895’te Carl Humann tarafından yapılmıştır. Priene M.Ö. 350 de kuruluşunun hemen ardından güzel ve sağlam duvarlarla çevrilmiştir. Tamamen yerli mermer kullanılmıştır. Priene Hippodamos sisteminde yapılmıştır. Hippodamos Antik Çağlar boyunca kentler; siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamın merkezleri olduğu için, her kent bu işlevlerini yerine getirecek, kentsel yapılara ihtiyaç duymuştur. Bu kentsel yapıların nereye, ne şekilde


yapılacağı konusu; MÖ. 6. yüzyıldan itibaren kent planlamacılığını gündeme getirmiştir. Antik Çağ’da kent planlamacılığı, Anadolu’nun batı kıyısındaki Miletos kentinde başlamıştır, diyebiliriz. Antik Çağ’ın en ünlü kent planlamacısı Hippodamos’un da, bir Miletos vatandaşıdır. Hippodamos, kendi adıyla bilinen “Hippodamos plana” göre; kentsel alanı, birbirine paralel dik cadde ve sokaklara ayırmıştır. Cadde ve sokakların aralarında kalan, kare ya da dikdörtgen yapı adalarına da uygun görülen kentsel yapılar yapılmıştır.

nı görüyoruz. Kentsel alanın bu şekilde planlanması, kentsel alanda yer alması gereken yapıların, nerede ve ne şekilde yer alacağının da planlandığını akla getirmektedir. Antik Çağ’ın genel özelliklerine dayalı olarak her kentte, belli başlı önemli yapılar vardı. Bu yapılar, kent halkının yaşantısı için önemli işlevlere sahipti. Hemen hemen her kentte bulunan Akropolis, Agora, Nekropol, Stoa, Gymnasium, Tapınak, Stadyum, Tiyatro ve benzeri yapıların farklı özellikleri vardı.

Hippodamos’un bu kent planı, Antik Çağ’da Miletos’un kurduğu çok sayıda koloni kentinde uygulanmıştır. Ayrıca Anadolu’daki Priene ve Knidos kentlerinde de bu planın uygulandığı-

Priene tiyatrosu Priene tiyatrosu, Helenistik dönemde inşa edilmiş, daha sonra Roma döneminde değişimlere uğramıştır. M.Ö. 4. – 3. yüzyıl arası yapılan tiyatro Helenistik / Roma

özelliği taşımaktadır. O dönemde tiyatro dramatik eserlerin oynandığı ve çeşitli kültürel çalışmaların yürütüldüğü bir yapıydı. Ayrıca Halk Meclisi’nin de toplantı yeri olarak kullanılıyordu. Tiyatronun batı kenar duvarında yer alan su saati bunu bir kanıtıdır. Tiyatro 5000 (bazı kaynaklara göre 6000) kişilikti. Orkestrayı at nalı şeklinde çevreleyen ve 5 soylu koltuğunun bulunduğu bölümün ortasında Dionysos’a adanmış bir sunak mevcuttur.Sahne binası iki katlı olarak inşa edilmiştir. Her iki katta da üçer oda bulunmakta olup, alt katın odaları sahneye açılmaktaydı. 34


Roma döneminde sahne ve sahne binası çok büyük değişikliklere uğramıştır. Sahne ile oturma bölümü arasında Doğu ve Batıdan tiyatroya iki giriş vardır. Tiyatro konusunda tarihi ve yapısıyla ilgili teknik bilgilere çeşitli kaynaklardan ulaşabiliriz. Ancak belki asıl dikkat etmemiz gereken husus sanata ve sanatçıya verilen önem ile detaylardaki incelik olabilir. Estetik, akustik ve düzen açısından baktığımızda o dönemde tiyatro günümüzde olduğundan çok daha yüksek bir konumda görünüyor. Yollar ve Evler Priene ızgara planı sayesinde günümüze kadar çok iyi korunmuştur. Ana caddeleri ve yapıların sıralandığı sokaklar antik çağda olduğu gibi eski görünümündedir. Kent güneye bakmaktadır. Ana yollar doğu-batı doğrultusunda uzan34

maktadır. Yan sokaklar ise bunları dik açılarla merdivenli biçimde kuzeygüney doğrultusunda kesmektedir. Tiyatro, Stadyum, Kutsal Stoa, Athena Tapınağı’nın güney stoası ve özel evlerden çoğunun oturma odaları güneye bakmaktadır. Böylelikle oturma odaları ve toplantı yerlerinin kış boyunca güneş alması, yazın da daha serin olması sağlanmıştır. Her bir blokta 4 ev bulunmaktadır. Resmi ve dinsel yapılar bir, iki ya da üç bloğu kaplayacak şekilde yapılmıştır. Priene’nin suyu aquaduct (kemerli suyolu) aracılığıyla dağdan geliyor, kentin kuzeydoğusunda surlardan içeri giriyordu. Burada bulunan 3 havuzda durulmaya bırakıldıktan sonra topak künklerle kente dağıtılıyordu. Şehrin konumu, yollar

v e evlerin yapısı şehir planlamacılığı konusunda fikir veriyor. Priene Athena Tapınağı Priene’nin en eski ve en önemli yapısı kentin en yüksek yerinde deniz seviyesinden yaklaşık 97 metre yükseklikte inşa edilmiş olan Athena Tapınağı idi. Tapınak dünyanın yedi harikasından biri olan Maussolleion’un mimarı Pytheos tarafından inşa edilmiştir. Yapı İon mimarisinin klasik örneklerinden birisidir. Yerli mermer kullanılmıştır. Yedi Harika dediğimiz bu eserler; Mısır’daki Piramitler (Keops, Kefren ve Mikerinos), Babil’in Asma Bahçeleri, Rodos Limanındaki devasa Apollon heykeli, Olympia Zeus mabedinin içindeki Zeus heykeli, İskenderiye Feneri, Ephesos Artemis Mabedi ve


Halikarnassos’daki Mausselleion (anıtsal mezar) dur. Anadolu toprakları bu yedi harikadan ikisine sahiptir. Roma döneminde, Mausselleion sözcüğü her büyük mezar için kullanılan genel bir kavram haline geldi ve öylece günümüze dek devam etti. Athena Tapınağı’nın düzeni aşağıdan yukarıya doğru şöyledir: 1. Platform 2. Sütun altlığı (kaidesi) 3. Sütun 4. Başlık 5. Üst yapı M.Ö. 4. Yüzyıl ortasından sonra inşa edilmeye başlanan tapınağın doğu yarısı Büyük İskender tarafından tamamlattırılmıştır. Priene Agora Agora halkın toplandığı, festivallerin yapıldığı, ticari işlerin görüldüğü açık bir alandır. Kuzey cephesi hariç diğer üç cephesi stoalarla çevrilidir. Agoranın tam ortasında Tanrı Hermes’e ait bir sunak bulunmaktadır. Sunağın hemen doğusunda zamanında üstü tente ile örtülebilen, özel olarak ayrılmış ve taşlarla döşenmiş iki platform bulunmaktadır. Törenler sırasında önemli kişilerin burada, bu tentenin altında yer aldıkları sanılmaktadır. Bu iki platformun önünde bulunan on

i k i taş kaide tente çatıyı taşıyan ahşap sütunların tören günlerinde dikilmesine yarıyordu. Agora alanı ve stoaların önleri antik çağda heykellerle doluydu. Bronzdan yapılmış heykellerin dışında, canlı renklerle boyalı mermer heykeller, mavi ve kırmızı renkle boyanmış yapılar, bizim bugünkü anlayışımıza göre çok egzotik bir atmosfer oluşturuyordu. Bu heykellerden şimdiye sadece kaideleri ve onların temelleri kalmıştır. Kaideler bank şeklinde olup aynı zamanda oturmaya da yarıyordu. Prinene’nin ikinci parlak döneminde ise agora, çok büyük boyutlu yeni yapılarla çevrilmiştir. Bunların en önemlisi, kutsal stoa’dır. Bu yapı 116 m uzunluğunda olup halkın, kentin ana caddesinde ve agorada olup bitenleri seyretmelerine yardımcı oluyordu. Ça-

tısı ahşap olup sadece batı duvarında 1400 yazı bulunuyordu ve bu yazılar Priene kenti ve yaşamı konusunda önemli bilgiler vermekteydi. Priene Gymnasionlar Priene’de biri şehrin kuzeyinde diğeri de güneyinde olmak üzere iki tane gymnasion vardır. Yukarı gymnasion Priene’nin en eski okulu ve beden hareketleri merkezidir. Bu nedenle ilk olarak M.Ö. 4. yüzyılda yapıldığı tahmin edilmektedir. Yukarı gymnassion Roma çağında büyük ölçüde değişikliğe uğramıştır. Aşağı gymnassion oldukça iyi korunmuş olup Helenistik dönem okulu ve beden hareketleri merkezinin atmosferini yaşatır. Gymnasionun batı ve kuzey stoalarının arkasında, okuma salonları ile birlikte çeşitli eğitim odaları vardı. 34


Batı yönünde giriş kapısının güneyinde yıkanma odaları bulunmaktadır. Burada duvar boyunca sıralanmış olarak görülen, yarı insan boyu yükseklikteki taş küvetler, bugünkü lavaboların yerini tutmakta ve onların üstünde bir taş oluk bulunmaktadır. Burada aslan biçimli çörtenlerden sürekli olarak su akıyordu. Yerlerde ise, ayakları yıkamaya yarayan alçak tekneler vardır. Priene Stadium İlk ayak basılan yer 6m genişliğinde ve stadyumun 190 m’lik uzunluğu boyunca devam eden üstü açık bir gezi yeriydi. Gezi yerinin arkasında aynı uzunlukta DOR düzeninde bir stoa vardır. Beden hareketleri yapan gençler ılık havalarda gezi yerinde, sıcak ve soğuk günlerde de kolanadın altında antrenman yapıyor ya da ders çalışıyorlardı. Yarışlar alttaki 190m. uzunluğunda olan pistte yapılıyordu. Konuklar 62

gezi pistinin altındaki taş basamaklarda oturup, yarışmaları izliyorlardı. Bulunan yazıtlara göre Priene’de M.Ö. 2. Yüzyılın ortasında yeni bir gymnassionun yapılmasına karar verilmişti. Aşağı gymnassion da öteki Priene yapılarının çoğu gibi M.Ö. 130 tarihlerinde yapılmış olmalıdır. Bu yıllarda büyük bir gelişme gösteren kent için zaten küçük olan gymnassion artık yetersiz kaldığı ve yeni bir atletizm alanı ile okul inşa edildiği akla yatkın gelmektedir. Yeni gymnassion ve ona ilişkin stadyum inşa edildikten sonra, bunlar gençlere ayrılmış yukarı gymnassion da çocuklara bırakılmıştır. Roma çağında yukarı gymnassion günün koşullarına uygun konforla yeni sıcak hava ile ısıtılan salonlarla donatılmıştı. Buna karşın aşağı gymnassionda ise hala eski Helen geleneğine uygun olarak soğuk su ile yıkanılıyordu. Priene şehir planlama-

sından tiyatrosuna, alışveriş merkezinden spor salonuna ve okuluna kadar örnek bir antik kent. Athena Tapınağı’nın muhteşem manzarası ve konumunu kelimelerle ifade etmek zor. Ancak orada dolaşırken kentten etkilenmemek imkânsız. Eş dost ve sevdiklerinizle mutlaka uğrayınız. Daha önce gitmiş olsanız bir kente bir de bu gözle bakınız.

MİLET İonia’nın en eski ve önemli yerleşmelerinden biri olan Milet’in dört limanı vardı. Bunlardan biri doğudaki koyda, diğer üçü ise batıda bulunmaktaydı. Menderes nehrinin taşıdığı milden ötürü bugün kent denizden oldukça içeride, bir düzlük ortasında kalmıştır. Antik çağda Milet’in batısında, kıyıdan açıkta yer alan ünlü Lade Adası, aynı nedenle, şimdi tiyatronun dört mil batısında kuru bir tepe görünümündedir. Pers donanması M.Ö.494’te bu


GEZİ

ada yakınlarında, İon donanmasını ateşe vermiş ve tümüyle yakmıştır. Milet’de M.Ö. 2. Binin ortalarından başlamak üzere önemli bir Myken kolonisinin varlığı görülmektedir. Homeros “İliada’da Miletli prenslerin Troyalalılarla birlikte omuz omuza savaştıklarını anlatır. Milet Atina kralı Kodros’un oğlu Neleus önderliğindeki İonialılar tarafından kurulmuş ve Hellenler kentteki erkekleri öldürüp dul kalan eşleriyle evlenmişlerdir. Milet 6. ve 7. yy. parlak bir dönem yaşamışlardır. Özellikle M.Ö. 650’den sonra Karadeniz ve Akdeniz’deki kolonileri sayesinde çok zenginleşmiş ve İon dünyasının metropolü olmuştur. Antik kaynaklara göre Miletliler 90 koloni kurmuşlardır. Batı kültürünün kurulmasında atılan ilk adımlar, özellikle pozitif bilim alanındakiler Milet’te gerçekleşmiştir. Thales, Anaximandros ve Anaxi-

menes gibi doğa düşünürleri ünlü tarihçi ve coğrafyacı Hekataios, kent planlama uzmanı Hippodamos ve Ayasofya’nın mimarlarından biri olan İsidoros Miletli idi. Milet M.Ö 546 da Lydia başkenti Sardes ile birlikte Perslerin eline geçmiştir. Peslerle yapılan Lade Savaşında Milet donanmasını yitirmiş ve zafer kazanan Persler M.Ö. 494 ‘te kenti yakıp yıkmışlar. Halkın bir kısmı esir alınmış Dicle ağzındaki Ampe’de oturmaya zorlanmışlardır. Bu olaydan sonra Milet İon kentleri arasındaki önderliğini kaybetmiş ve önceki gücünü bir daha kazanamamıştır. Klasik dönemde önemi büyük ölçüde azalmış olmasına rağmen Milet Hellenistik dönemin ticaret ve sanat alanında en başta gelen merkezlerden biri olmuştur. Milet Tiyatro Milet’in görkemli tiyatrosu Prof. Friedrich Krauss’ın “Das Theater von Milet, Berlin 1973” kitabında yayınlanmıştır.

Krauss dört inşa devresi saptamıştır. Tiya t r o n u n ön yüzü 140 metre genişliğindedir. Auditoryuyüksekliği mun 30 metreye ulaşır. Antik çağda tiyatro deniz kıyısında yer alıyordu. İlk yapı 4. yüzyılda inşa edilmiş sonra Helenistik dönemde genişletilmiş, Roma çağında da günümüzdeki ölçülerine ulaşmıştır. Helenistik dönemde yalnızca 5300 kişilik oturma yeri vardı. Genişletildikten sonra 15000 kişiden fazla oturma yeri olan tiyatroda imparatorun yeri en alt sırada bulunuyordu. Oyunlar sırasında gerilen tenteyi 4 sütun taşıyordu. Bu sütunlardan ikisi hala sağlamdır. Ayrıca akustik açıdan muhteşem bir yerdir. Milet Stadyum M.Ö. 2. Yüzyılda inşa edilmiştir. Boyutları 191 x 29,5 metredir. 15000 kişilik oturma yeri vardır. Milet Meclis İ.Ö.175 ve 164 tarihleri arasında inşa edilen Bouleuterion, yani senato binası Miletos’tan günümüze ulaşan en eski 63


yapılardan biridir. Oldukça iyi korunmuş, yarım daire biçiminde bir toplantı salonu ile çok hasar görmüş bir ön avludan oluşur. Ön avlunun ortasında dikdörtgen biçimli bir yapının temelleri ortaya çıkarılmıştır. Son araştırmalar bu yapının Roma Dönemi’nde Miletos gibi bir kentin yerel hükümeti ile yurttaşların imparatora karşı duymak ve imparatorluk kültürü bağlamındaki tapım ve törenlerle kesin kurallara oturtmak zorunda oldukları sadakat arasında sıkı ilişkiler bulunduğunu göstermektedir. Milet Faustina Hamamları MS.161-180 yılları arasında yaşayan Marcus Aurelius’us eşi Faustina tarafından yaptırılmıştır. 77.5 - 79.5 m boyutlarındadır. Avludan önce soyunma yerine geçilir. Buradaki musa (genç kız / ilham perisi) heykelleri bulunur ki bu heykeller İstanbul Arkeoloji müzesinde sergilenmektedir. 64

S o yunm a yerind e n sonra üç odad a n oluşan soğukluk yerine geçilir. Orta odada büyük bir havuz bulunur. Burada çeşme işlevi gören bir nehir tanrısı ve bir de aslan heykeli orijinal yerinde bulunmaktadır. Soğukluktan altı boş iki odadan oluşan sıcaklığa geçilir. Bu odalar güneydeki külhanlardan gelen sıcak hava ile ısıtılır. Sıcak hava duvarlardaki künklerden geçerek odaların ısınması sağlanırdı. Sıcaklıktan sonra tekrar soyunma yerine geçerlerdi. Milet - İlyas Bey Camii Milet’te Güney Agora’nın güneyinde Selçuklular tarafından Türkler’in Milet’te inşa ettiği en önemli yapı ise hiç kuşkusuz bir külliye olarak tasarlanmış olan İlyas Bey Camiî’dir. Antik Milet’in mermer işlemeli güzelliğine yaraşır bir eser olan İlyas Bey Camiî’nin Anadolu Türk mimarîsinde de önemli bir yeri var. Menteşeoğlu İlyas Bey tarafından 1404 yılında yaptırılan caminin avlusu medrese ve imaret oda-

ları ile çevrilidir. Caminin karşısındaki türbede İlyas Bey yatmaktadır. Düzgün mermer bloklarla inşa edilen caminin en ilgi çekici özellikleri mukarnaslı (üç boyutlu) nişlerle süslü gösterişli mihrabı ve camiye karakteristik görünümünü veren, eyvan türü büyük bir kemerle dışa açılan ana cephesidir.

BAFA GÖLÜ BAFA MİTOSU Bafa Gölü kıyısında kalan Herakleia’nın üye olduğu, Ortaçağ’ın sonlarına kadar da yerleşime sahne olduğubilinmekte. Bu nedenle tarihi de hayli zengindir kentin. M.Ö 1. binin başlarında Karialılar tarafındanLatmos adlı küçük bir koloni kenti olarak kurulmuş. Daha sonra Hellenistik devirde hemen yanına kurulan Herakleia onun yerini almış. Endymion’un anısına yapılmış bir sunak olduğu tahmin edilen yapı görülmeli. Latmos (Heraklia) Tiyatrosu Günümüzde bir zeytin lik halini almış olan Latmos tiyatrosunda henüz bilimsel kazı yapılmamıştır. Ayrıca oturma sıralarının mermerleri başka yerlere taşındığı için


çok az sıra kaplaması kalmıştır. Erken dönem özellikleri taşıyan Latmos tiyatrosunun izleyici koyağı sınırları belirgindir. İzleyici koyağı otuz derece eğimle kayalığa oyulmuştur. Toplam on beş sıralı bir tiyatro olabilir. İki baştaki sıra sonu destek duvarları kısmen ayaktadır. Arkadaki tarla duvarında rastlanan örnek bir oturma sırası taşı günümüze ulaşmıştır. Orkestra yarıçapı 29 ayaktır. İzleyici koyağı olasılıkla dört ışınsal yolludur. Yerli kayaya oyulmuş orta bölümdeki ışınsal yolun tam karşısına gelen kayadan duvarın mihraba benzeyen oyuğu erken dönem Diyonisos tapıncını çağrıştırmaktadır. Mermer oturma sıralarının altına kaba taşlar dizilip, bazı yerlerde yerli kaya yontulup sıra altlıkları oluşturulmuştur. Latmos Tiyatrosunun yerindeki ölçümünden yaklaşık 1.400 kişilik olduğu anlaşılmaktadır.

ATHENA TAPINAĞI Herakleia’nın ana tapınağı konumundaki Athena Tapınağı M.Ö. 3. yüzyılda inşa edilmiştir. Agoranın batısında yer alan tapınak, yüksek bir ana kaya kütlesi üzerine inşa edilerek, çok uzak noktalardan kentin bir simgesi olarak görülmesi amaçlanmıştır. Athena Tapınağı, yapının mermer antesinde yer alan yazıtlardan anlaşıldığına göre aynı zamanda kent arşivi görevi de görüyordu. Dor-Ion karışık düzeninde yapılmış olan tapınak, üzerinde yer aldığı ana kaya kütlesinin boyutları nedeniyle çok büyük bir yapı olarak inşa edilememiştir. Anteleri arasında iki adet sütunu bulunan, mermer cephe ve saçaklığa sahip güzel bir tapınaktır. Yazıda geçenleri bir de yerinde görmek isterseniz aklınızda olsun: •İzmir – Priene – Milet –

Bafa – İzmir güzergâh gidiş dönüş toplam 395 kilometre. •İzmir’den molasız giderseniz Priene Antik kentine otobüsle ulaşım yaklaşık 2 saat 15 dakika. •Priene Antik Kenti içinde takip edilecek rota: Mısır Tanrıları alanı, Tiyatro, Athena Tapınağı, Sokaklar, İskender’in evi, Agora, Asklepius ve Gynassium. •Priene – Milet antik kentler arası mesafe yaklaşık 20 kilometre. •Milet Antik Kenti içinde takip edilecek rota: Tiyatro, Delphinion Tapınağı, Faustina Hamamları •Heraklia rotası: Athena Tapınağı, Agora ve Kral Mezarları •Dönüşte yol üzerinde Pınarcık köyünde gözleme ve çay keyfi yapmanızı öneriyoruz. Referans: Ekrem Akurgal, Anadolu Uygarlıkları ve Türkiye’nin Tarihi

Sevgi TEZ Fotograf: Eylem Özkan 65


ANİMASYON

ATLANTİS KAYIP İMPARATORLUK

66


ANİMASYON

Yapım: 2001 - ABD Tür: Animasyon, Aile, Macera, Süre: 95 dakika Yönetmen: Kirk Wise, Gary Trousdale, Oyuncular: Tüm Kadro Seslendirenler: Michael J. Fox, Leonard Nimoy, James Garner, Jacqueline Obradors, John Mahoney Senaryo: Tab Murphy

67


ANİMASYON

68


ANİMASYON

ATLANTİS: KAYIP İMPARATORLUK “Atlantis adası talihsiz tek bir gecede denizin sularına gömülerek kayboldu.” Platon Müzede, harita ve dilbilimci olmasına rağmen kaloriferci olarak çalışan Milo James Thatch, büyükbabası Thaddeus Thatch’in yıllarca aradığı Atlantis’in yeri ve orayı bulma konusunda ona yardımcı olacak “Çoban’ın Günlüğü” adındaki esrarengiz antik kitabı bulmak için çalışmaktadır. Ancak müzedekiler onu

dinlememektedir. Büyükbabası için düşündükleri gibi, onun da vaktini boşa harcadığını, hayaller kurduğunu sanmaktadırlar. Bir gün büyük babasının yakın arkadaşı Preston Whitmore ona yardımcı olur. Büyükbabasına verdiği söze istinaden ona tam teşekküllü bir ekip hazırlamıştır. Büyükbaba Thatch şöyle demiş: “Ancak çocuklarımıza bıraktığımız mirasla hatırlanabiliriz.” Çoban’ın Günlüğü’de Milo’ya bırakılan bir mirastır. Bu şekilde yolcu-

luk başlar. Ekibin başında olan Rourke’un başka planları vardır. Üstelik bu planlarda yalnız değildir. Tüm ekip para peşinde koşarken, önem verdikleri değerler değişmeye başlar. Mücadelenin yönü değişir. Cumartesi akşamınızı küçük bir çocukla geçirmeyi planlıyorsanız, daha iyi bir film olamaz. Patlamış mısır ve ıhlamurla soğuk, rutin kış akşamlarınızı hareketlendirebilirsiniz.

Aslı DEĞİŞİCİ 69


SİNEMA

34

70


SİNEMA

Yapım: 2012 - İngiltere Tür:Dram, Romantik Süre:129 dakika Yönetmen:Joe Wright Oyuncular:Keira Knightley, Jude Law, Aaron Johnson, Saoirse Ronan, Matthew Macfadyen Senaryo:Leo Tolstoy, Tom Stoppard Yapımcı:Tim Bevan, Alexandra Ferguson

“Mutlu ailelerin mutlulukları aynıdır ama mutsuz ailelerin mutsuzlukları kendilerine özgüdür.”


SİNEMA

72


SİNEMA Tolstoy’un ünlü eseri Anna Karanina yukarıdaki cümleyle başlar. Bu cümle ne kadar çarpıcı ise Joe Wright’ın yönetmenlik koltuğunda oturduğu 2012 yapımı Anna Karanina filmi o denli çarpıcıdır. Daha önce onlarca kez tiyatro ve sinemada sergilenen Anna Karanina bir kez daha beyaz perdede. Ama bu kez çok farklı bir uyarlamayla karşımızda. Yönetmen öncelikle bir klasik haline gelen eseri bir edebiyatçı ve tiyatro eseri yazarı olan Tom Stoppard’a emanet ederek yapmak istediği film hakkında ipuçları veriyor. Tom Stoppard’ın senaryoyu uyarlarken 136 yıllık eserin ana çizgilerini silikleştirmeden yönetmenin yapmak istediği filme zemin hazırlayan bir senaryo uyarlamış. Senarist, yıllar önce Tolstoy’un “toplumsallaşmaya”,”erkek iki yüzlülüğüne” ya da “mahalle baskısı ile duygular arasında kalma” diye ifade edebileceğimiz ana başlıklara sadık kalarak yeni bir Anna Karanina senaryosu uyarlamış. Senaryo’da bu kadar usta bir seçim yapan yönetmen makyaj, ışık,kostüm konusunda da bir o kadar başarılı seçimler yapmıştır. Yüzyıllık bir eseri daha önce birçok kez beyaz perdede gösterildiğini bilen yönetmen büyük bir risk alarak sinemada benzerini çok sık görmediğimiz bir yöntemle filmin ilk yarısı-

nı büyük bir başarıyla geçmiştir. Seyirci ilk sahneden filmin ortasına kadar geçen süreçte ne kadar büyük ve değişik bir filmin içinde olduğunu anlıyor. Sanki film izlemiyor birden fazla tiyatro gösterimi izliyor ve bir oyunda başrol olan oyuncu diğer tiyatro oyunun dekoru ya da ışıkçısı oluyor. Bir evin içini gösteren tiyatro sahnesinde kapının açılmasıyla karla kaplı dağlara açılıyor. Bu sahneden sonra bir anda başka bir tiyatro sahnesine geçiş o kadar ustaca yapılıyor ki sadece şaşkınlıkla takdir arası duygularla filmi izleyen seyirci kendisini bekleyen sürprize doğru hızla ilerliyor. Bu sürpriz sinema tarihinde kendisine yer bulacak olan Anna ile Vronsky’nin yapmış olduğu vals’tir. Bu vals yönetmenin o ana kadar yarattığı atmosfere uymakla kalmıyor Tolstoy’un vurguladığı “Anna ve toplum”, Anna ve aşk”, ”Anna ve kaygılar”, ”Anna ve umursamazlığı” gibi birçok duyguyu bir arada o kadar ustaca o kadar estetik veriyor ki sadece bu dansı izlemek için bile bu filme gidilebilir. Film neşeli, coşkulu ve şekil olarak farklı olan ilk yarıyı yüksek bir tempoda tamamlıyor. İlk yarıda yönetmenin bu tiyatro sahnesi yöntemini kullanması Anna Karanina’nın iç dünyasında yasadığı duygu-

larla parallelik gösteriyor. Tiyatro izleyen içindir. O ilk yarı Anna toplum için yasayan, toplumun bir bireyidir. Kuralları çizili kaideleri yaşarken onun hayatını biz seyirci tiyatro izler gibi izleriz. Anna da bunun farkında bir tiyatro oyuncusudur. Ama ikinci yarı Anna kaidelere uymaz, artık seyirci için yaşamaz kendi duygularının esiri olmuştur ve tiyatro bundan dolayı sona ermiştir. Anna için artık toplum önemli değildir. İkinci yarı daha yavaş ve karanlık bir atmosferde geçiyor. Bu yarıda Rus çarlığının o günkü atmosferi, yaşlı koca karakterini oynayan Jude Law’ın başarısı göze çarpıyor. Sinemada degişik bir seyler görmek isteyenlere, yılların eskitemediği bir klasiğe yapılan bu uyarlamayı sinemada izlemelerini tavsiye ederim.

Erkan SİHİR

73


İNTERNET

www.dokuzuncubulut.com Bugün sizlere sımsıcak, güzel bir yemek bloğu tanıtmak istiyorum. www.dokuzuncubulut. com yaklaşık 2 yıldır takip ettiğim bir web sitesi. Sahibesi ise adaşım, arkadaşım Aslı Balakin. Sabah Dergi Grubu’ndan emekli olduktan sonra etraftan gizli küçük küçük yemek tariflerini paylaşmaya, sitesini planlamaya başladı. Yaptıklarından aldığı olumlu tepkilerle yavaş yavaş takipçi sayısını artırıp, sitesini geliştirdi. Birçok yemek bloğundan onu ayıran en önemli özellik ise lezzet düşkünü olmasının yanısıra; tariflerinin sağlıklı, doğal ve pratik olması. Denemediniz mi? Denemelisiniz Dünyada en sık görülen kanser çeşitlerinden bir olan bağırsak kanseri74

nin, oluşumunda bir çok etken var. En önemlisiyse beslenme bozukluğudur. Akdeniz tipi beslenme alışkanlığı gösteren popülasyonlarda daha az görülüyor. Beslenmenin öneminden hemen herkes bahseder. Ancak, nedir sağlıklı beslenme? Ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye beslenme alışkanlıkları çok farklılık gösterir. Coğrafi özelliklere, çevresel etkilere göre insanların ihtiyaçları farklıdır. Bazen dünyadaki en güzel yemek nedir diye düşünüyorum. Acaba ne olabilir? Beslenen kişiye iyi gelecek bir yemek olmalı. Terleyeni ferahlatacak, üşüyeni ısıtacak, sinirliyi azıcık yatıştıracak, insana iyi gelecek, kişiye/ihtiyaçlarına göre düşünülmüş bir şey olsa gerek. Aslı Hanım’ın yemeklerinde bunlara dair

ipuçları bulabilirsiniz. Mutfağında tariflerinin arasında gezdiğinizde hayata bakış açısını göreceksiniz. Bir de sizlere iletmemi istediği bir ricası var. Geçen yıl Runtalya Maratonu’nda Adım Adım gönüllüsü olarak koşarak TOFD için bağış topladı. Bu sene Mart ayında yine koşacak, üstelik bu defa iki STK için. Bir tanesi ülkemizin en büyük sorunu olan yerli tohumlarımızın korunmasınının en büyük destekçisi Buğday Derneği diğeri ise Korunmaya Muhtaç Çocuklarımıza sahip çıkan Koruncuk Vakfı. Sizlerde bağışlarınızla destek olmak isterseniz web sitesi www.dokuzuncubulut. com’dan derneklerin hesap numaralarına ulaşabilirsiniz.

Aslı DEĞİŞİCİ


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

NECLA EROL TAŞ PLAKTAN TÜRKÜLER Yapım Şirketi: ÖZMÜZİK PLAKÇILIK Çıkış Tarihi: Kasım 2012 Necla Erol’un yeni albümünü sizlere sunmak istedik bu yeni sayımızda. Araştırmaya koyulduğumuzda ilginç bir şeyle karşılaştık. Kendisi ile ilgili bilgi edinmeye çalışırken, internette kendisi ile ilgili neredeyse hiç bilgi olmadığını, genellikle videolar ve ses dosyaları karşımıza çıktı. Bu durum, belki de

gerçekten sanatı ile var olmuş bir kişi olduğunu gösteriyor. 1929’da Samsun’da doğan Necla Erol, 1959 yılında Ankara Radyosu’nda Türk Halk Müziği sanatçısı olarak göreve başladı. Necla Erol, Muzaffer Sarısözen’den dersler alan sanatçı 2 yıl önce aramızdan ayrıldı. Taş Plaktan Türküler albümü ile, kendisini sevenlerle buluşması ve türkülerle yeni neslin tanışma fırsatı oldu.

Albüm adı gibi taş plak tadında. 7’den 70’e lezzetli bir albüm. İçinde: neyler gönül, şu yaylanın günden yüzü, suya gider allı gelin has gelin, fincan fincana, Yol Üstüne Kurdum Kara Kazanı, Üç Telli Dört Telli Durnam, Sabahtan Seher Vaktinde, Yüksek Yüksek Tepelere Ev Kurmasınlar, sebep, Oyna Dal Boylum Oyna, Karadır Kaşların, Men Men Mendilli, Kilci Emmi (Kıratımın Boynu Çanlı) gibi klasikler bulunuyor.

Semra ŞEN 75


KÜLTÜR-SANAT

ocak-şubat-mart

İZMİR DEVLET TİYATROSU

KARŞIYAKA RAGIP HAYKIR SAHNESİ: DON KİŞOT’UN MACERALARININ DOSTLARI TARAFINDAN TEMSİLİ. 10-11-12-OCAK. KÜÇÜK PRENSES: 13, 29, 30 OCAK. BAĞDAT HATUN 17-20, 24-27 Ocak KEDİGÖZ DANIŞMAN 29-31 OCAK. KONAK MELEK ÖKTE SAHNESİ: DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDAYIZ 10-12 OCAK KEDİGÖZ DANIŞMAN 15-16 OCAK. MİRASÇILAR 17-19 OCAK.24-26 OCAK. HALKTAN BİRİ 31 OCAK. KONAK SAHNESİ: NORA - BİR BEBEK EVİ 10-19 OCAK. KEDİGÖZ DANIŞMAN 20 OCAK BİT YENİĞİ 22-26, 29-31 OCAK

76

şehir kültür rehberi

DEVLET OPERA VE BALESİ

OCAK

BALE 08.01.2013 Salı 20:00 KAMELYALI KADIN(Sezonun Son Temsili.) (**) SAHNE KANTATI 15.01.2013 Salı 20:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN(****) DANS TİYATROSU 17.01.2013 Perşembe 20:00 ÇAKIRCALI EFE(*) SAHNE KANTATI 19.01.2013 Cumartesi 20:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN(****) SAHNE KANTATI 21.01.2013 Pazartesi 20:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN(****) ÇOCUK MÜZİKALİ 24.01.2013 Perşembe 11:00 SİHİRLİ DÜNYA(*)


KÜLTÜR-SANAT

OPERA 26.01.2013 Cumartesi 20:00 SARAYDAN KIZ KAÇIRMA(*)

ÇOCUK MÜZİKALİ 15.02.2013 Cuma 14:00 KÜLKEDİSİ(***)

ÇOCUK MÜZİKALİ 31.01.2013 Perşembe 11:00 SİHİRLİ DÜNYA(*)

OPERET 16.02.2013 Cumartesi 15:00 ÇİNGENE BARON(*)

OPERA 31.01.2013 Perşembe 20:00 SARAYDAN KIZ KAÇIRMA(*)

ÇOCUK MÜZİKALİ 20.02.2013 Çarşamba 11:00 SİHİRLİ DÜNYA(*)

(*) ELHAMRA SAHNESİ (**) DEÜ SABANCI K.S.BÜYÜK SALON (***) AKM-ASO (****) A.ADNAN SAYGUN SANAT MERKEZ ŞUBAT

ÇOCUK MÜZİKALİ 01-04.02.2013 Cuma 11:00 KÜLKEDİSİ(***)

ÇOCUK MÜZİKALİ 04.02.2013 Pazartesi 14:00 KÜLKEDİSİ(***) BALE 07-09.02.2013 Perşembe 20:00 GISELLE(*) KONSER 11.02.2013 Pazartesi 20:00 İZMİR’İN UNUTAMADIKLARI(*) BALE 12.02.2013 Salı 20:00 GISELLE(*)

OPERET 21.02.2013 Perşembe 20:00 ÇİNGENE BARON(Sezonun Son Temsili.) (*) SAHNE KANTATI 23.02.2013 Cumartesi 20:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN(**) SAHNE KANTATI 25.02.2013 Pazartesi 20:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN(Sezonun Son Temsili.) (**) BALE 28.02.2013 Perşembe 20:00 GISELLE(*) (*) ELHAMRA SAHNESİ (**) A.ADNAN SAYGUN SANAT MERKEZİ (***) KARŞIYAKA OPERA VE TİYATRO SAHNESİ

OPERET 14.02.2013 Perşembe 20:00 ÇİNGENE BARON(*)

77


KÜLTÜR-SANAT

ocak-şubat-mart DEVLET OPERA VE BALESİ

MART

KONSER 08.03.2013 Cuma 20:00 SELVA ERDENER TURKUAZ QUINTET(*) OPERA 11.03.2013 Pazartesi 20:00 OTELLO-(OPERA)(**)

ÇOCUK MÜZİKALİ 01.03.2013 Cuma 14:00 KÜLKEDİSİ(*****)

ÇOCUK MÜZİKALİ 12.03.2013 Salı 14:00 KÜLKEDİSİ(*****)

BALE 02.03.2013 Cumartesi 15:00 GISELLE(Sezonun Son Temsili.) (*)

ÇOCUK MÜZİKALİ 13.03.2013 Çarşamba 11:00 KÜLKEDİSİ(*****)

OPERA 04.03.2013 Pazartesi 20:00 SARAYDAN KIZ KAÇIRMA(*) ÇOCUK MÜZİKALİ 05.03.2013 Salı 11:00 SİHİRLİ DÜNYA(*) OPERA 06.03.2013 Çarşamba 20:00 SARAYDAN KIZ KAÇIRMA(*) BALE 08.03.2013 Cuma 11:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(*****) BALE 08.03.2013 Cuma 13:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(*****)

78

şehir kültür rehberi

DANS TİYATROSU 14.03.2013 Perşembe 20:00 ÇAKIRCALI EFE(*) KONSER 15.03.2013 Cuma 20:30 ŞEHİTLER ORATORYOSU(****) ÇOCUK MÜZİKALİ 16.03.2013 Cumartesi 11:00 SİHİRLİ DÜNYA(*) DANS TİYATROSU 16.03.2013 Cumartesi 20:00 ÇAKIRCALI EFE(*) DANS TİYATROSU 22.03.2013 Cuma 20:00 ÇAKIRCALI EFE(Sezonun Son Temsili.) (*) OPERA 23.03.2013 Cumartesi 20:00 OTELLO-(OPERA)(**)


KÜLTÜR-SANAT KONSERLER

OPERA 25.03.2013 Pazartesi 20:00 OTELLO-(OPERA)(**) BALE 26.03.2013 Salı 11:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(***) 26.03.2013 Salı 13:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(***) 28.03.2013 Perşembe 11:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(***) 28.03.2013 Perşembe 13:00 BALENİN BÜYÜLÜ DÜNYASI(***) KONSER 29.03.2013 Cuma 20:30 KARADENİZ’DEN TABLOLAR(****) (*) ELHAMRA SAHNESİ (**) A.ADNAN SAYGUN SANAT MERKEZİ (***) A.ADNAN SAYGUN KÜÇÜK SAHNE (****) 390-A.ADNAN SAYGUN SANAT MERKEZİ (*****) KARŞIYAKA OPERA VE TİYATRO SAHNESİ

DESEM SİNEMATİK Kiss kiss, bang bang (17ocak) Yedi samuray (7 şubat) Düşler bahçesi(21şubat) Vertigo (7 mart) Sıkı dostlar (21 mart) Sunset bulvaru (4 nisan) Dr. Garip aşk (18nisan) Çin mahallesi (2 mayıs) Gazap üzümleri (16 mayıs)

Kerem Görsev (23 Ocak Adnan Saygun Sanat Merkezi Büyük Salon) Bülent Ortaçgil (25 Ocak Karşıyaka Opera Ve Tiyatro Sahnesi) Emre Aydın (25 Ocak OOZE VENUE) Erkan Oğur İsmail Hakkı Demircioğlu (6 Şubat İSMET İNÖNÜ SANAT MERKEZİ) İzmir Devlet Senfoni Orkestrası Konseri (8 Şubat Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi Büyük Salon) Fatih Erkoç (11 Şubat Karşıyaka Opera Ve Tiyatro Sahnesi) Zuhal Olcay –Halil Sezai (22 Şubat) Zülfü Livaneli (2 Mart Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi) İnce Saz (15 Mart AKM Yunus Emre Salonu)

79



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.