Babil 20

Page 1

CÖMERTLİK

Kendinde olanın en iyisini vermek

BEDENİN BİLGELİĞİ Hastalıktan iyileşmeye giden yol

İZMİR AGORA ile TARİH ve SANAT MÜZESİ Z KUŞAĞI Mesut Toker ile Z kuşağı hakkında

ZEUS İradenin tanrısı


2


EDİTÖR’DEN Yoğurt neyse kaymakta odur der eskiler. Bu sayımızda 7 katlı içimizdeki Babil kulesinde daha yükseklere tırmanmak, yoğurdumuzun değişimi için gerekli, içten dönüşüm sanatı simyaya ilham niyetiyle devam ediyoruz. Cömertlik konusunu ele aldık: Ruhsal zafer; cömertlerin, güçlülerin ve feragat edenlerin, hayat suyuna kaynak verenlerindir. Verenler yükselirler, alanlar ise batarlar. (J. A. Livraga) Nasıl ki simya unutulan bir kavramsa, kurşunu altına dönüştürme

kapasitesi de unutulduysa; erdemlerin de insanın iç simyasını sağladığı unutuldu. Kuşaklararası farklılıkları irdeledik. Cömertliğin farklı formlarını irdeledik. Zeus’u, iradeyi sembolize ettiği için ve cömertliğin olmazsa olmazı olması nedeniyle ele aldık. Her Çocuk Özeldir filmi ile günlük hayatımıza cömertliği nasılaktarabileceğimizi, Baykuş Krallığı Efsanesi ile cömertliğin yeri geldiğinde bir kişiyi uçabilmesi için yalnız bırakma gücünde olmak olduğunu hatırlatmak

istedik. Her erdemin en mükemmel halinin doğada olması gibi, bedenimizi bir de bu bakış açısından tekrar gördük. Jülide Özçelik ile müzikal cömertliğin bir örneğini olarak paylaşmak istedik. Madam Curie gibi büyük bir hayat örneği ile de bu sayımızı taçlandırdık. Mayamızın simyasında katkısı olması dileğiyle, iyi okumalar diliyoruz.

Sevgi TEZ


İÇİNDEKİLER

26

08

MADEME CURİE Dogacı Coşkunlugun Düşünürü

CÖMERTLİK

B E D E BİLGELİĞİ N İ N

32

10

İnsanın yolu, mutsuzluktan refaha, hastalıktan iyileşmeye, mükemmelliğe doğrudur.

BEDENİN BİLGELİĞİ Hastalıktan iyileşmeye giden yol ‘

16

BEŞ ÇEMBER KİTABI

34

kül tigin

İZMİR AGORA ile TARİH VE SANAT MÜZESİ

ZEUS İradenin tanrısı

20

38

MESUT TOKER ile Z kuşağı

Z KUŞAĞI Mesut Toker ile Z kuşağı 4

HER ÇOCUK ÖZELDİR


İÇİNDEKİLER

42

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

BAYKUŞ KRALLIĞI EFSANESİ

Günümüzde tanıtımlar, toplantılar vb. için sunumlar hazırlamak yoğun bir çaba gerektirmektedir. Her sunumun kendine göre farklı materyalleri vardır. Bir konu hakkında sunum hazırlamak için, konuyu bilmek çoğumuza yeterli gelmemektedir. Çünkü sunumda anlatılacak konu için çeşitli resimler, müzikler, tablolar, grafikler gerekmektedir. Ayrıca anlaşılmasını kolaylaştırmak için estetik çalışmak gerekmektedir. İşte ben işi bilmiyorum,

acemiyim, materyal bulmakta zorlanıyorum diyenler için slideteam. net sitesini öneririm. Slideteam web sitesinin avantajı yapılabilecek sunumlar için hazır tema sunmasıdır. Site Diagrams, Templates, Maps, Icons, 3d Man olmak üzere 5 ana kategoriye ayrılmıştır. Her bir kategori kendi altında birçok farklı kategoriye ayrılmıştır. Bu şekilde doğru kategoriyi seçtiğinizde daha az inceleme yaparak; işinize

yarayacak olan temayı bulabilirsiniz. Örneğin bir etkinlik programınız var ve bunu bir topluluğa görsel olarak sunmak istiyorsunuz. Aşağıdaki resimlerde görüldüğü üzere, siteden temayı indirerek sadece yazmanız gereken yerlere çift tıklayarak metinleri girebilirsiniz. Tarihleri metinleri değiştirebilirsiniz. Powerpoint’i biraz bilen biri için oldukça basit bir çözüm.

48

JULİDE ÖZDEÇELİK

50

46

http://www.slideteam.net

babil

kulesi temmuz-ağustos-eylül 2013

İmtiyaz Sahibi

YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

KÜLTÜR-SANAT

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN Ercüment ÇAVDAR babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6

Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )

bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.


TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan

sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.

9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak

isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır

ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7


DENEME

sevg

i

hoşgörü fedakarlık

8

saygı

umut

r cesa

et


. CÖMERTLIK “Daha sonra dedi zengin bir adam: Konuş bizlere Vermek’e dair. Ve o cevap verdi: Ancak az verirsiniz malınızdan verdiğinizde. Kendinizdenverdiğinizde gerçekten verirsiniz.” ¹ Halil Cibran “cömertliği” bu şekilde çok güzel tanımlamıştır. Cömertlik, kendinde olanın en iyisini vermektir, aynen doğada olduğu gibi: Bir çiçeğin en güzel rengi ve kokuyu sunmasıdır, Bir ağacın meyvesini vermesidir, Ve toprağın kendi koşullarında en güzel ürünü vermesidir… Doğanın cömertliği hiçbir karşılık beklemeden ve hiçbir statü, cinsiyet, vb. ayrımı yapmaz. İnsanların cömertlik konusunda doğayı örnek alması gerekir. “Ancak veren kimse doğa ile uyumlu olur; doğada hiçbir şey boşa gitmez ve her şey dönüşür ve aynı zamanda dönüştüğünde büyür ve güzelleşir.”² “Herkes her durumda kendinden verebileceği bir şeylere sahiptir. Cömertlik sadece birkaç kişiye ait bir şey değildir

ve sadece maddi nesnelerle olmaz.”³ Günümüzde insanların büyük kısmının yalnızlık hissettiği bu dünyada dostça bir yakınlık, duyguların ve fikirlerin paylaşımı, insanlara vakit ayırmak ve hatta içten sıcacık bir gülümseme dahi cömertliktir. “Güzeldir istendiğinde vermek, fakat evla olan istenmeden vermektir, farkına vararak.”⁴ İçimizdeki cömertliği ortaya çıkarmak, sürekli kılmak, büyümek ve büyütmek için; fırsatlar yaratmak, ona uygun organizasyonlar düzenlemek gerekir. Yüreğimizdeki sevgiyi sunmak için ona ihtiyacı olan çocuklarla ve yaşlılarla vakit geçirilebilir, onlara küçük hediyeler sunulabilir, bir hafta sonumuzu gönüllü olarak birliğe faydası olacak faaliyetlerde geçirebiliriz. “Cömertlik, sadece verme arzusu ile değil ama verdiğimizi sürekli geliştirerek ve artırarak gerçekleştirilir.” ⁵ Cömertlik ruhun baharıdır; verdiğinde yeşillenir, çiçek açar, tazelenir, temizlenir insan ruhu.

DENEME

dukları çoğun azını verirler ve onu şöhret uğruna verirler ve onların gizli arzuları hediyelerini hayırsız kılar. Ve öyleleri var ki aza sahiptir ve onu tamamen verirler. Onlar hayata ve hayatın lütfuna inanlardır ve onların sandığı asla boş olmaz.” Kendimizden en iyi şeyleri verirken, kaybetmek yerine daha fazla zenginleştiğimizi bilmeliyiz. Birçok bilge kişinin de söylediği gibi “Verenler yükselirler, alanlar ise batarlar.” Bencillik ve kibirdir bizi vermekten alıkoyan; gözümüzün önüne bir perde gibi inerler. Ancak bilgelik yolundaki kişi her adımda daha çok, daha iyi ve kalitelisini vererek bu perdeyi yavaş yavaş kaldırır. “Sahip olduğunuz her şey günün birinde verilmiş olacak. Öyleyse şimdi verin, verme mevsimi sizin olabilsin…” “Ruhsal zafer; cömertlerin, güçlülerin ve feragat edenlerin, hayat suyuna kaynak verenlerindir.” (Jorge Angel Livraga)

“Öyleleri var ki sahip ol-

¹Halil Cibran, Ermiş, (2002), Düzelti: İlyas Aslan, Kaknüs Yayınları, İstanbul, sf:37 ²DSG Makaleler, Vermek ve Almak ³DSG Makaleler, Makale 251, Gönüllü Hizmet ⁴Halil Cibran, Ermiş, (2002), Düzelti: İlyas Aslan, Kaknüs Yayınları, İstanbul, sf:37 ⁵Erdemler Sözlüğü (2007), Yeni Yüksektepe Kültür Derneği Yayınları, Ankara Halil Cibran, Ermiş, (2002), Düzelti: İlyas Aslan, Kaknüs Yayınları, İstanbul, sf:37

Özlem KÜÇÜK

9


ARAŞTIRMA

B E D E BİLGELİĞİ N İ N

İnsanın yolu, mutsuzluktan refaha, hastalıktan iyileşmeye, mükemmelliğe doğrudur. 10


ARAŞTIRMA

İ n s a n ; mikrokozmoz=küçük evrendir ve evrenin tüm prensiplerini içinde taşır. Var olan her şey bütünü içerir. İnsan, evrensel zihin hücrelerini ve onun fonksiyonlarını teşkil eder. Zihin, zıtlıklarla anlamaya çalışır ve farkındalık için bu gereklidir. Bu zıtlıkların arkasında da “Birlik” vardır. İnsan yaşamını sürdürürken çeşitli kararlar verir; bazıları kabul edilen bazıları ise reddedilen kararlardan ibarettir. Kabul edilen kararlar davranışa dönüşür, reddedilenler ise gölgeye düşer. Carl Jung, gölgeyi bilinç dışında olan ve hiçbir şekilde farkında olmadığımız, farkında olmak istemediğimiz yaşantıları ifade ettiğini aktarır.

bölüm olarak ifade edilir ve buna Jung GÖLGE der. Gölge, karanlık yan, düşük benlik, alt ben ve bastırılmış ben şeklinde de isimlendirilir.

Bilinç Seviyeleri ve Buzdağı Benzetmesi. Bilinç seviyeleri üç düzeyde ele alınmaktadır; bilinç, ön bilinç/ bilinçaltı ve bilinç dışı. Bilinç farkında olduğumuz hatırladığımız, bilinçaltı zaman zaman ortaya çıkan yaşanmışlıklar ve bilinç dışı hiç bilmediğimiz, hatırlamadığımız, farkındalığımıza çıkarmadığımız ve istemediğimiz yönlerimizin olduğu

Freud, bilinci bir buzdağına benzeterek farklı bilinç durumlarını bu buzdağının suyun altında ve üstünde kalan kısımlarıyla betimleyerek bağdaştırıyor. Dolayısıyla su seviyesini bilinç eşiği olarak düşünürsek, bu eşiğin altında bilinçaltının yattığına inanıyor. Bilinç ve bilinçaltı arasında bulunan ön bilinç aşamasında ise farkında olmadığımız ancak her an bilince taşıyabileceğimiz anılarımız ve bilgilerin yer aldığından bahsediliyor.

11


ARAŞTIRMA

Bilinç, buzdağının su yüzeyinden görünen kısmı, ön bilinç, buzdağında su seviyesinin hemen altı ve bilinçaltı, buzdağının suyun altındaki geri kalan kısmıdır. Bilinçaltında farkında olmadığımız korkular, kabul göremez cinsel arzular, mantık dışı istekler, vahşet yönelimleri, utanç verici deneyimler, bencilce istekler ve ahlak dışı dürtüler yer almaktadır. İnsan bilinci kutupsaldırzıtlıklarla çalışır. Bilinç hastalanır; her şey benim başıma geliyor, bir şey olmaz, insanlar neler yaşıyor ve bu kadar işim varken sırası mıydı şimdi gibi ifadelerle hayata duruşunu sergilerler. Aslında bütünlüğü görmekten alıkoyan insanın kendi bakış açısıdır. Kadim bilgeliklerde insanın kişilik ve bireyden oluştuğundan bahsedilir. Kişilik; fizik, enerjik, duy 12

gusal ve zihin (akıl) den oluşmaktadır. Genel olarak fizik beden, anatomik yapımızı, enerjimiz canlılığımızı, hareket etmemizi sağlayan yönümüzü, duygusal beden, sevgiden nefrete kadar olabilecek tüm duyguları ve zihin de düşünmemizi, analiz etmemizi sağlayan yönümüzü ifade etmektedir. Fizik Beden, evrimsel olarak kendi içinde en mükemmel ve deneyimli olan kısmımızdır. Ayrıca modern tıbbın en iyi bildiği ve tanımladığı, hücrenin yapı taşlarından tüm sistemlerin çalışma prensiplerine kadar olan her şey fizik bedendir. Bu yüzden fizik beden birçok açıdan insanoğluna örnek olacak özelliklere sahiptir. İnsana ilham veren bir mükemmellikte çalışır. Fizik bedenin çalışma iradesi ve kendi içindeki organizasyo-

nu, beynin liderliği, ekip işbirliği, adaletli yapısı, her bir birimin görevini en iyi şekilde yerine getirmesi, savunma-uyarı mekanizması, hijyen mekanizması, haberleşme ve beden dili çok şey anlatır. Sağlıklıyken fizik bedenin anlattığı her şey mükemmele yakındır. Bu yüzden insan canı çalışmak istemediğinde bedeninin çalışmasını hatırlayarak tekrar çalışma istediğinin doğmasını sağlayabilir. Adil bir liderin nasıl olması gerektiğini anlamakta güçlük çektiğinde beyin ve fonksiyonlarına bakarak anlayabilir. Gerçek bir güvenlik sisteminin nasıl olması gerektiğini vücudun savunma sistemine bakarak anlaması çok daha aydınlatıcıdır. Vücutta kalmaması gereken ya da yabancı bir madde varsa çeşitli salgılarla ya da mekanizmalarla (öksürük, burun akıntısı vs.) mutlaka dışarı atmaya çalışır; mükemmel bir hijyen mekanizması. Beden dili iç dünyamızı anlatan dürüst bir dildir. Fizik bedenimiz her zaman yanımızda olan bir rehber gibidir. İnsanın kişiliğinin yanında “Birey” kısmı da bulunmaktadır. Bireyde zekâ, sezgi ve irade bulunmaktadır. Ancak birey çoğu zaman aktif değildir.


ARAŞTIRMA İnsanın var olma nedeni, bireyine ulaşmaktır. İnsanın özü, insana doğru olanı fısıldayan, birlik bilincimizin olduğu bölünmez olandır. “Tüm evren senin içindedir ve sende olan her şey evrende de vardır. Seninle çok yakında olan bir nesne arasında hiçbir sınır yoktur; tıpkı seninle çok uzağındaki nesneler arasında hiçbir mesafe olmadığı gibi. Her şey en küçüğünden en büyüğüne, en alttakinden en üsttekine kadar, seninle aynı değerde senin içinde vardır. Tek bir atom bile yeryüzündeki tüm elementleri içerir. Aklın tek bir hareketi yaşamın tüm kanunlarını içerir. İnsan tek bir su damlasında, sonsuz okyanusun sırrını bulur. Senin tek bir görüntün, yaşamın tüm görüntülerini içinde taşır. “ Halil Cibran KÖK HÜCRE “Kök hücreler kendini yenileme ve spesifik hücrelere dönüşebilme yeteneğine sahip hüc-

relerdir. Diğer organ hücreleri örneğin karaciğer hücresi, kalp hücresi belli bir fonksiyon görmesine rağmen kök hücreler ayrışmamışlardır ve spesifik bir hücreye dönüşmesi için bir uyarı gelmediği takdirde ayrışmamış olarak kalırlar. Ayrışmamış hücrelerin bölünerek, kas hücresi veya sinir hücresi gibi belli bir fonksiyon gören hücreye dönüşme yetenekleri onları eşsiz kılar. “ http://www.kokhucredernegi.org.tr/tur/ kok_hucre/nedir.htm06.06.2013. Son yıllarda yapılan kök hücre çalışmalarında mezen şimal kök hücre denilen ve vücudun birçok yerinden (örneğin deri altı) alınabilen hücrelerin uygun uyaranlar verilerek farklılaştığını, aynı hücreden farklı dokular elde edilebildiği bilinmektedir ve bu hücrelerin vücuda verildikten sonra ilgili oldukları bölgeye giderek orada çoğaldıkları da gözlenmiştir. Bu durum, hücrenin içinde bütünün bilgisi

olduğunu anlatmaktadır. SAĞLIK VE HASTALIK *İnsan sağlığı, fiziksel, duygusal, zihinsel ve ruhsal bütünlük olarak ele alınmalıdır. Farklı bedensel işlevler bir arada ve uyum içinde yürüyorsa SAĞLIK, bedendeki uyum ve denge bozulduğunda HASTALIK durumu ortaya çıkar. Hastalık durumuna ilişkin bazı saptamalar özellikle vurgulanmaktadır:

*Uyum, önce bilinç düzeyinde sonra bedende bozulur. Yani hasta olan insandır, beden değildir. *Hastalık belirtisi, dikkati, ilgiyi ve enerjiyi kendine çeken bir sinyaldir. Sinyali anlamalıyız? *Hastalık belirtileri bir bilgi taşıyıcısıdır. Belirtilerin dilinden anlamalı. Hastalık insanın eksiklerinin ifadesidir. Başka bir deyişle insan kendini hastalık belirtilerinde dışa vurur. Belirtiler bilincimizin maddesel boyuta giren gölgeleridir. Bilinçte yaşanmayan bir prensip, bedensel hastalık belirtileriyle kendi varoluş ve yaşama hakkını zorla elde eder. 13


ARAŞTIRMA *Hastalık, kişinin bilincinde bir şeyin yolunda gitmediğini ve uyumun kaybolduğunu işaret eden bir durumdur. Belirtilerde insan yaşamak istemediğini yaşar. Hastalığın tüm formları, yaşamın getirdiği kaçınılmaz evreler ve ifadelerdir. Sağlık ve hastalık arasında temel kutupsal çatışma vardır. Hastalık, insanın yaşamındaki anlamlı dramatik krizdir. İyileştirme, krizin niyetini anlamaya yarar. Beden, ruhun aynasıdır, aynadaki görüntünün bize ait olduğunu fark etmezsek ne işe yarar. Hastalık ve belirtileri, evrimimize, bilinçlenmemize ilgi duymamızı sağlayan ve evren yasalarına uymadığımızda son derece katı olabilen bir öğretmendir. Algıladığı ve yaşadığı her şeyin aslında kendisi olduğunu fark etmeyen insan, aldanma ve hayaller içinde kaybolur. Farkındalık, zıt kutupları görmeyi gerektirir. İnsanın anlama yeteneğini körelten korkularıdır. Karanlık ışığa hizmet eder, onun taşıyıcısıdır. Yani hastalık da sağlığa hizmet eder. Gölgelerin bizi hasta etme nedeni, iyileşmek için onlara gereksinim duyduğumuz halde onları dışlamaktır. Hastalıkların Temel Nedenleri Dr. Edward Bach’a göre 14

hastalıkların temel nedenleri şunlardır: *Kibir-Gurur: Kişiliğin yetersiz olduğunu fark etmemizi engeller, bütün başardıklarını kendisinin yaptığını düşünür. Kendini beğenmişlik, yeni giysilerini hayaliyle dokuyan kral kadar kör ve zayıf hale getirir. *Zalimlik: Birliği inkâr eder, bütünün karşısındadır ve BİR’e karşı hareket eder. *Nefret: Sevginin zıttı, yasanın karşıtıdır. *Bencillik: Birliği inkârdır ve insanlığın iyiliğinden çok kendi kendimizi sevmek, bakmak ve korumaktır. Kendini düşünme, kendi için istemek. *Cehalet: Öğrenme yetersizliği, görmeyi reddetme, doğrunun ışığında ve bilginin çevresinde bulunması olası değil ve sadece karanlıkta olmadır. *Kararsızlık-atalet: Sonucun amaçsızlığı, kararsızlığı ile ihanet eder. *Açgözlülük: Güç isteğine neden olur. O her bir insanın bireyselliğini ve özgürlüğünü inkâr eder. Bunların her biri BİR’liğe karşıdır. Böyle bozukluklar hastalıkların gerçeğidir ve gelişen safhaya vardıktan sonra sürekli ve dirençlidirler. Hastalıklar neden var? *Hastalık, insanı dürüstleştirir, bilincinde eksik olan şeyler hastalık belirtisi olarak gelir. *İyileşme gölgeyi bilince

yükseltip, bütünleşmekle mümkün. İnsan eksik olanı bulduğunda hastalık belirtisi gereksiz hale gelir. İyileşmenin hedefi “Bir” olmaktır. Hastalık, bütünlüğe giden yoldur. Hastalıklar kendimizi iyileştirmek için vardır ve dürüst davranır ya da dürüst davranmamızı sağlar. Bir canlının bedeninde gerçekleşen olaylar, bu olayın kaynağını oluşturan bir bilginin bedende ifade bulmasıdır. İyileşme *İyileşme kutuplaşmayı aşmaktır. İyileşme, dönüştürdüğümüz bir hastalıktan doğar. Tam ve bütünleşmiş olma halidir. *İnsanın yolu, mutsuzluktan refaha, hastalıktan iyileşmeye, mükemmelliğe doğrudur. Yu k a r ı d a bahsed i l e n hastalık nedenlerini ortadan kaldırmak gereklidir ve bunu doğru eylemle gerçekleştirebiliriz; Karşılıksız, bilinçli ve süreklilikle.Kendine ve evrensel yasalara adil olmak iyileşmenin temelidir. Bunun için gölgeye sor, NE İSTİYORSUN? Bu kendini tanımanın ilk aşamasıdır. Sonra yüzleşmek, çünkü yüzleşmek iyileştirir. Bunun yanı sıra karanlığa inen yoldan korkmamak


ARAŞTIRMA

dır. Çö-

ve belirtileri ortadan kaldır-

mak. İnsanın hastalığa karşı yürüttüğü savaşta ateşkes yapması, hastalığın ona söyleyeceklerini dinlemeyi ve görmeyi öğrenmesi gerekir. Hastalıkla iletişime girmelidir. Hasta kendisi hakkında görüş ve düşüncelerini kaçınmadan sorgulamalıdır. Kendinde eksik olanı bilincinden içeri alarak hastalığı gereksiz hale getirmelidir. Gerçeği görmek için uyanmalı ve bakış açısını değiştirmeli, ben tarafından sınırlanmadan bütünlüğe ulaşmak için. İyileşme, daima birliğe yakınlaşma anlamına gelmektedir. İki beynin birlikte çalışması da aydınlanmanın bedensel karşılığı-

züm Nedir? *Kend i ni Tanıma; farkındalık, birliğin bütününe hizmet eder. Korkularla baş etmemizi sağlar. *Çevreni değil kendini değiştir. *Birlik için SEVGİ > kötüyü sevelim ki kurtulsun *DENGE’yi koru Louise Hay hastalıklara bakış açımızı değiştirmemiz gerektiğini ve hastalıkların bize anlatmak istediğini anlayarak iyileşmenin mümkün olduğunu vurgular. Hay’den birkaç öneri; Ağrılar varsa; Olası Neden---> Sevgi ve destek bulma özlemi. *Yeni Düşünce Modeli ---> Kendimi seviyor, beğeniyor ve onaylıyorum. Sevecenim ve sevilebilecek bir insanım.

*Akciğer Rahatsızlıkları: Hayatı içine alma kapasitesini temsil eder. Olası Neden ---> Depresyon, keder. Kendinde hayatı dolu dolu yaşama hakkını görmeme. *Yeni Düşünce Modeli ---> Hayatın bütünlüğünü içime alma kapasitesine sahibim. Hayatı sevgiyle ve dopdolu yaşıyorum. Sonuç olarak “Hastalık iyileşmeye giden yoldur” diyerek, Lao Tse’yi dinleyelim. *Kim güzel derse, onunla birlikte güzel olmayanı da yaratır *Kim iyi derse, onunla birlikte iyi olmayanı da yaratır *Var olmak var olmamayı gerektirir *Karmaşa basitliği gerektirir *Yüksek alçağı gerektirir *Gürültü sessizliği gerektirir *Gereklilik, gereksizliği gerektirir *Şimdi eski zamanı gerektirir *O halde, uyanan insan, *Çalışmadan başarır. *Konuşmadan söyler. *Her şeyi kendi içinde taşır. *Bir’likte kararlıdır. *Üretir, sahip olmaz. *Yaşamını tamamlar, Başarı istemez. *İstemediği için de kaybı olmaz.

Adalet KOCA KUTLU

15


ARAŞTIRMA

16


ARAŞTIRMA

Zeus kelimesi gün ışığı anlamına gelen Hint-Avrupalı bir kökene bağlanır. Zeus hava olaylarını yönetir. Zeus, koloniler döneminde Mısır tanrısı Amon-Ra ile bir tutulmuştur. Tüm tanrıların üstü kabul edilir. Felsefi açıdan bakar isek, dünya düzenini yönlendiren düşünceyi temsil eder. Çoğu zaman elinde bir şimşek ile resmedilmiştir. Latince adı Jüpiter’dir. Bereket ile özdeşleşmiştir. Simgeleri şimşek, kartal, boğa ve meşe ağacıdır. Taht ve asa ile de sık sık betimlenir. İlk olimpiyatlar Zeus adına Olimpos’ta düzenlenmiştir. Yunan mitlerinde yalnız bir din, bir inanç yoktur. Onlar da tabiat fenomenlerinin açıklanması, hayatın ve felsefenin ifadesi vardır. Zeus’u anlamaya onun

var o l duğu e v r e ni anlamaya başlayarak başlayabiliriz. Başlangıçta kaos vardı. Ondan Gaia ve Eros meydana geldi. Gaia yıldızlı gökyüzü Uranus’u kendisine eşit ve denk biçimde, kendisini kaplayacak biçimde doğurdu. Gaia’nın Uranus ile birlikteliğinden 6 erkek titanlar, 6 kız titanidler, tek gözlü kekloplar, yüz kollu hekatonkheirler doğdu. Uranus çocuklarını sevmiyor ve doğar doğmaz onları Gaia’nın derinliklerine gömüyor ve böylece Gaia inildiyordu. Gaia çocuklarını ba-

balarına karşı kışkırtır, hepsi korkar sadece Kronos annesiyle işbirliği yapar. Kronos babasının cinsel organını keser ve denize atar. Bu ölümsüz tohumdan Afrodit doğar. Kronos kardeşlerini Gaia’nın derinliklerinden kurtarır. Kronos daha sonra Rhea ile evlenir. Bu evlenme neticesinde Hestia, Demeter, Hera adlarında üç kız ve Hades, Poseidon ve Zeus isimli üç erkek çocuk doğar. 17


ARAŞTIRMA

18


ARAŞTIRMA

Kronos oğullarının kendini yenmesinden korktuğu (kendisinin babasına yaptığı gibi) için karısının doğurduğu tüm çocukları yutar, karnında saklardı. Kronos Zaman ile ilintili Tanrıdır. Yani demek oluyor ki zaman kendi çocuklarını yutuyor. Bu durumdam rahatsız olan Rhea, Zeus’u doğurduktan sonra gecenin karanlığında bir kundak bezine sardığı taşı Kronos’a verir. Kronos da Zeus sandığı taşı yutar!. Zaman kendi evlatlarını yutuyor ama biraz çaba ile bundan kurtulmanın da mümkün olduğunu bu örnekte olduğu gibi görebiliyoruz. Zeus İda dağındaki Gaia’a emanet edilir ve yenilmez bir savaşcı olur. Ve bir gün gelir Kronos’un yuttugu kardeşlerini kurtarır. Sonra Kronos’u gökten kovup dünyanın dibine alt tabakanın daha altına atar. Zeus karısı Hera, cocukları, kardeşleri ve diğer tanrılarla Olympos dağına yerleşip saltanat sürmeye başlar. Zeus mutlak güçtür, bir

şimşek çaksa her şeyi yapar. Her şeye muktedirdir. Dilemesi, istemesi yeterlidir. Ama o bu gücünü birşey istediği zaman onun olması için değil, istediğini elde edebilmek için kendini değiştirmeye kullanır. Yani Zeus sonsuz gücünü uyum sağlamak için kullanır. Engele göre şekillenen akledilmiş bir irade diyebiliriz. Zeus’u incelerken akıldan çıkarılmaması gereken Zeus’un Zaman olan Kronos’un oğlu olmasıdır. KronosZaman tüm çocuklarını yutmuş ama bir tanesini yutamamıştır. O da Zeus-İradedir. Mutlak irade Gaia’nın derinliklerinde güçlendikten sonra yenilmez Kronos’u yenmiştir. Bu satırların yazarı buradan şunu çıkartıyor; İrademizi kuvvetlendirmez isek zaman bizi yutar ve yok oluruz. Onu yenmenin tek yolu irademizi beslemektir. Zeus denince hep akıla çapkınlık meseleleri gelir. Bu meseleler aslında şartlara uyum sağlayan yenilmez bir iradeyi an-

latan söylencelerden fazlası değildir. O hikayelere detaylıca girmeye yerim yok ama o hikayeler incelenir ise Zeus’un, boğa, su damlası, kuş vs... kılığına girişleri okunabilir. Zeus tüm doğa olaylarından da sorumludur. Göklerde görülen mavilikten, yağan yağmura kadar hepsinin sorumlusu Zeustur. Zeus bu güçlerin hepsini kullanırken faydalandığı tek ölçü adaletti. Zeus’u bir yazıyla anlatmak-anlamak çok zor. Zaten bu yazının çıkış kaynağı kısa bir Zeus araştırmasından sonra bu satırların sahibinin anladıklarıdır. Herkes istediği kadarını Zeus’tan anlayacaktır. Bunun için yapılması gereken Zeus’u araştırmaktır. Herkese iyi araştırmalar dilerim. Kaynaklar Yunan ve Roma Mitolojisi - Collette Estin Klasik Yunan Mitolojisi Şefik Can

Erkan SİHİR

19


RÖPORTAJ

MESUT TOKER ile Z kuşağı

20


RÖPORTAJ Z kuşağı ilginç bir konu. Değişik kaynaklardan okuduğuma göre Y, X, Z kuşağı diye bahsediliyor. Bugün özellikle Z kuşağından bahsedelim istedik. Z kuşağı nedir? Bize biraz anlatabilir misiniz? Uzmanlar, 1945-1964 yılları arasına bebek patlaması kuşağı, bir sonraki, kuşağa 1965-1979 arası X, 1980-1999 arası Y, 2000 yılından 2021’e kadar olacak olan çocukları Z kuşağı şeklinde isimlendirmiştir. Z kuşağı denmesinin sebebi bir yerde son kuşak olmasıdır. Kendi kuşağımızla ilgili çevresel faktörleri düşündüğümüzde, ekonomik, sosyal kalkınmışlık ve kültürel düzey gibi kriterleri dikkate aldığımızda, diğer kuşaklarla farkımızı hemen görebiliriz. En büyüğü 13 yaşında olan Z kuşağına baktığımızda; teknoloji bu kuşakğın ayrılmaz bir parçası, teknoloji neredeyse yaşam biçimleri olduğunu görüyoruz. Profesör Hocamız bir seminerde kendi ailesinden örnek verdi. Otomobilleriyle kendilerinin işe, çocuklarının ise okula nasıl gittiğini anlattı. Eşi arabayı kullanıyor, yanında kendisi var. Arkada çocuklar ayrı pencereden dışarı bakıyorlar. Evde olduğu gibi arabada da iletişimsizlik mevcut. Çocukların her birinin cebinde ayrı bir teknolojik donanımı bulunuyor. Savaşa giden askerler gibi kuşanmışlar teknolojik aletlerini çocuklarımız. Oralarından buralarından kablolar fışkırıyor adeta. Bizimle iletişimleri yok. Sorduğunuz soruya yanıt alamıyorsunuz. Takılı kulaklıktan sizi duymuyorlar. Kendi dünyalarında teknolojik donanımla dolaşıyorlar diye espri yapmıştı. Bu çocuklar o kadar çok teknolojiyle iç içe yaşıyorlar ki aile içerisindeki ya da arkadaş ortamındaki ilişkilerde sıkıntı yaşıyorlar. Bir bakıma içe dönük yaşıyorlar. Bu içe dönük yaşam onlarda bazı sıkıntılara sebep oluyor. Özellikle ruhsal ve psikolojik anlamda. Bunları giderebilmek adına üretilmiş Z kuşak eğitim programı var. Programın içini doldurmada önemli katkılarımın ve emeğimin olduğunu söyleyebilirim. Mademki bu çocuklar teknolojiyle iç içeler, öyleyse bunlarla birlikte yaşarken, bunlardan zarar görmeden yaşantısını nasıl düzenleyebiliriz? Aile içinde ve dışında kontrollü bir kullanım nasıl olur? Eskiden öğretmenlerimiz “Bir şeye odaklandığınız zaman sadece o işe konsantre olacaksınız.” derlerdi. 21


RÖPORTAJ Mesela müzik dinlerken ders çalışamazsın derlerdi. Günümüzde bilim adamları bu fikre karşı çıkıyorlar. Z kuşağındaki bir çocuk, birkaç işi aynı anda yapabiliyor. Yeter ki siz ona tekniğini verin. Olumlu yönde kanalize edin. Amacımız, teknolojiyle iç içe olmalarına belli ölçüde izin vermek ama teknolojiyi kendi yararına kullandırmak olmalı. Eğitim programlarının yeniden buna göre düzenlemesinde önemli yararların olduğuna inanmaktayım. Danışmanlığını yaptığım eğitim kurumunda Z Kuşak Etüd Eğitim Merkezini bu amaçla yaşama geçirdik. Z kuşağı için sessiz kuşak deniyor. Neden? X ve Y’nin baskın özellikleri neler? Bunlar Türkiye’de ve dünyada aynı mı? Tüm dünyada aynı şekilde mi ilerliyor? Z kuşağına, şunun için sessiz kuşak denilmiş olabilir. Teknoloji ile (bilgisayar, internet, telefon, MP3 çalar, i-pood, DVD vb.) ayrılmaz parçaları demiştik. Bunlarla meşgul olmaktan yaşamla bağlarını koparırlar. İletişimleri sanaldır. Gerçek ortamda iletişim kurmayı yeterince bilmediklerinden kırılgan olurlar, içine kapanık yaşarlar. Bu kuşağın özelliklerini sıralayacak olursak; uzakta olsalar bile teknolojik olanaklardan her an sözel ve görsel iletişim kurarak birbirlerine bağlanabiliyor. Çeşitli ağların üyeleri olabiliyorlar. Bu nedenle fiziksel olarak yalnızlaşıyorlar ve diğer bireylerden soyutlaşıyorlar. Fakat aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilme becerileri gelişiyor. İnsanlık tarihinin el, göz, kulak ve burun gibi motor beceri senkronizasyonu en yüksek nesli oluyorlar. Ancak, bu avantajlar, dikkat ve konsantrasyon zorluklarıyla dezavantaja dönüşebiliyor. Sahip oldukları olanakların fazlalığı, eğlenceyi erteleme güçlüğü yaşamalarına neden oluyor. Sonuç odaklı oluyorlar. Çok diplomalı, uzman ve buluşçu olmayı hedefliyorlar. Otorite kavramının, yaşamlarında pek önemi yok. Tatminsiz, kararsız ve doğuştan tüketiciler. Bu durum başarılarına engel olabiliyor. Geleneksel eğitim yöntem ve teknikleri, bu yeni kuşağa uygun görünmüyor. Zira bu kuşak yaratıcılığa izin veren aktivitelerden hoşlanıyorlar. Edilgenliği kabul etmiyorlar. Uzun dönemli hafızaları ezberden çok oyun, hikâyeleştirme ve hayallerle etkin hale gelebiliyor.

22


RÖPORTAJ Genelde ülkelerin eğitim sistemleri birbirinden etkilendiği için kuşakların ortak yanları olabiliyor. Türkiye’deki Y kuşağıyla Amerika’daki Y kuşağı % 100 aynıdır diyemeyiz. Benzerlikleri vardır. Fakat ülkenin kalkınmışlık düzeyi, eğitim farkı, ülkenin sosyokültürel düzeyi, yaşantı biçimi vb. gibi nedenlerle farklılıkların olması doğaldır. “X Kuşağının” en küçüğü 33, en büyüğü 47 yaşındadır. İcatlara ve buluşlara şahitlik etmiş, teknolojiye uyum sağlamak zorunda kalmış bir kuşaktır. Marka sadakati yüksek, güvenilir, şüpheci, teknolojiye meraklı ve mücadelecidirler. Sabırsız ve iş odaklıdırlar. Tutarlı yönetim politikaları izlemeye çalışırlar. Bireyselleştirilip yalnızlaşan bir kuşaktır. Faydacı, ağabeylere, ablalara göre apolitik, bireysel özellikler taşırlar. Amaçlarını gerçekleştirmek için ofis politikasını ve iş koşullarını değiştirebilirler. İş ve özel yaşam dengesine saygı gösterirler. Dışarıdan hizmet almayı tercih ederler, teknik uzmanlığa da yatkındırlar. İşe bakışları, “yaşamak için çalışmaktır.” “Y Kuşağının” en küçüğü 13, en büyüğü 32 yaşındadır. Ülkemiz nüfusunun %36,5’ini oluşturmaktadırlar. Kuruma ve markaya sadakat duyguları azdır. Kariyer yaşamları boyunca 10-14 iş değiştirecekleri öngörülmektedir. Narsist, apolitik, bireyci ve girişimcilerdir. Otorite ile araları iyi değildir. Tatminsiz ve yüksek beklentilere sahiplerdir. Hızlı uyum sağlamaya, değişime, kendilerini gösterme fırsatlarına, yaratıcılığa heveslidirler. İnsan kaynakları yönetiminde sahiciliğe önem veren bir kuşaktır. Aynı anda birden fazla işi yapabilir. İşleri ve kariyerleri ile kendilerini ifade etmek isterler. Beklentilerini hemen şimdi gerçekleştirme eğilimleri vardır. Her şeyi geçici görürler; çünkü onlar için değişim normal bir devinimdir. Hızlı tüketirler. Kitlesel olanı değil, kişiye özel olanı severler. Bu kuşaklar dizisi sirkülasyon halinde mi? Bundan 100 yıl önce de böyle miydi? X, Y, Z birbirini takip mi ediyor? Biz yaşayan kuşak olan Baby Boomers (bebek patlaması) kuşağından günümüze 23


RÖPORTAJ Elbette ki öncesindede kuşaklar ve kuşaklar arası farklılıklar söz konusudur. Bir kuşaktan diğerine geçişler keskin bir çizgiyle olmamakta. Mutlaka aralarda geçiş süreleri yaşanır. İncelenmesi, anlaşılması kolaylaşsın diye böyle bir bölünme, sınıflandırma yapılmıştır. Her kuşağın yaşayış şekli, çevresel koşullardan etkileniş şekli çok farklıdır. Eğitimin sundukları da farklıdır. Geçmişe baktığımızda, o kuşaklara sunulan hizmetlerle şimdiki çok farklı. Kendiliğinden kuşaklar arası farklılıklar meydana geliyor. Kuşaklar arası çatışmalar biraz da bundan kaynaklanmaktadır. Özellikle ilköğretim 6. 7. 8. öğrencilerinin idolleri vardır. Onların kendilerince şaşmaz fikirleri söz konusudur. İdolleri, bir film artisti olabileceği gibi, bir yazar, senarist olabilir. Ya da daha farklı alanlarda idolleri olabilir. Anne baba onlara benzemiyorsa sorundur. Anne baba onların gözünde küçüktür. Yıllar ilerlediğinde annenin babanın değerini anlamaya başlarlar ve kuşak çatışması azalır. •Allahtan zamanı gelince yine kıymetlerini biliyorsunuz da, ellerini öpmek için bir fırsatımız oluyor. Annenin babanın okur yazarlığı yoksa, kültür düzeyi düşükse bazı çocuklar strese girer. Kendisi avukat- mühendis vb meslek sahibi olmuştur. Anne-babayla gezerken, bir yere giderken sıkıntı yaşarlar. Anneleri-babaları pot kıracaklar, bir olumsuzluk olacak diye korkarlar. Zamanla olgunlaşırlar. Anne ve babaları hakkındaki düşünceleri olumlu yönde değişir. Onların kendileri için ne denli değerli olduklarının farkına varırlar. Aynı şekilde, bir insan okur yazar değilse o zaman ondan hiçbir şey öğrenilmeyeceği söylenibilir mi? Her zaman, büyük-küçük, okumuş veya okuyamamış kişilerden hiç bilmediğimiz çok şey öğrenebiliriz. Meslek hayatımda bunu kendime düstur edinmişimdir. Yöneticiliğimde, yeni bir şeyi gerçekleştirirken öğretmenlerin, alt yöneticilerin fikrini sorarım. Yeri geldiğinde, hizmetlinin de fikrini alırım. Hiç ummadığınız bir zamanda, o kişiden hiç ummadığınız bir fikir çıkabilir. Sorun hakkında şikayet etmek yerine, çözümün bir parçası olmak her zaman iyidir. Hele çözüme kişileri ortak ediyorsanız iyi bir yönetici olma yolunda önemli mesafe kat ediyorsunuzdur. Örneğin Japonlar fabrikada bir sorunla ilgili toplandıklarında mühendis, yönetici, usta başı, 24


RÖPORTAJ işçi hepsi beraber oturup çözüm ararlar. Uygulayıcı olarak bazen işçi de pratik bir çözüm üretebilir. Eğitim düzeyine bakılarak küçük insan büyük insan diye ayırım yapmak son derece yanlıştır. Z kuşağına, neden kristal kuşak deniyor? Sebebi nedir? Bu kuşağa, kristal kuşak denmesinin nedeni aşırı derecede alıngan ve kırılgan olmalarından kaynaklanmaktadır. İçe dönük yaşıyorlar. Teknolojik aletlere o kadar dalıyorlar ki hatta bazen yemek yemeyi, su içmeyi bile unutabiliyorlar. Gerçek hayattan kopuk yaşıyorlar. Gerçek iletişim becerileri geliştiremediklerinden kırılgan ve alıngan oluyorlar. Sorunlarla baş etmede güçlükler yaşıyorlar. Burada aileye, eğitimcilere ve okula çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Onların yalnızlaşıp bireyselleşmelerinin önüne geçecek, sosyal becerilerini geliştirecek ortamların yaratılmasına özen göstermek gerekir. Hiç olmazsa akşam yemekleri sohbet ortamında birlikte yenilmeli, birlikte kitap okunmalı, fikir alışverişinde bulunulmalı, aktivitelere birlikte katılınmalıdır. Çocuklarımızla teknolojiden uzak paylaşımlarımız önemsenmelidir. Onların arkadaşlarıyla, akranlarıyla birlikte olmalarına zemin hazırlanmalı, fırsatlar yaratılmalıdır. Böylelikle sorunlarla baş edebilme yollarını öğrenmelerine, gerçek yaşamın bir parçası olduklarının farkına varmalarına yardımcı olunmalıdır. Tüm kuşakların ortak bir dili var mı, varsa nedir? Çok ilginç ve güzel bir soru. Bunun cevabı: sevgi ve saygı olmalıdır diye düşünüyorum. Eğer kuşaklar arası çatışmadan kurtulmak istiyorsak bu iki kelime anahtardır. Ben kendimi seviyor muyum? Annemi babamı ailemi seviyor muyum? Ben çocuğumu seviyor muyum? Sevgimi nasıl ifade ediyorum? Davranışlarım nasıl? Onlara, düşüncelerine yeterince saygı gösteriyor muyum? Sorularının yanıtlarını aramak işimizi kolaylaştırcaktır. Ortak paydamız sevgi ve saygı olmalı. Bunu toplum içinde, arkadaşlarımız arasında, ailemizle gerçekleştirebiliyorsak; o zaman ortak dili kullanır hale geliriz. Bazen, bazı insanları sevmeyebiliriz. Hatta onlardan nefret de edebiliriz. Ama onlara insan olarak saygı göstermeliyiz. Zordur ama kabullenmeli ve başarmalıyız. RÖPORTAJ: Aslı DEĞİŞİCİ 25


YAZAR

26


YAZAR

“Yeterince sabır ve kararlılık gösterilirse görünüşte imkânsız olanı başarabiliriz, kişilerle değil , şeylerle ilgilenmeliyiz.” Madame Curie, dünya bilim tarihinin kilometre taşlarından biridir. Bununla beraber döneminin siyasi mücadelelerinde de net tavır almayı bilen, dik bir duruşa sahip, dünyada yaşanan ve insan vicdanını yaralayan her eyleme, her karara ve her uygulamaya duyarlı olup bu konuda mücadelesini veren vicdan sahibi bir aydındır. Yeteneklerin, entelektüel ve bilimsel araştırmaların, kamusal sorumluluğun erkeklere saklanmış olduğu bir toplumda yeteneklerini kabul ettirmeye kararlı bir kadının örnek mücadelesini billurlaştıran bir

simgedir. Hayata dair; “Hayatın korkulacak bir yanı yoktur. Onu yalnızca anlamak gerekir.” derdi ve bir yaşam düşü oluşturmak ve o düşü gerçekleştirmenin çok önemli olduğunu vurgulardı. Yoksul bir Polonyalı aileden geliyordu ve inanılmayacak zorlukların üstesinden gelerek Sorbonne’dan fizik diploması alan ilk kadın olmuştur. Heyecan verici kariyerinin yanı sıra, iki kız annesi olmuş ve onların iyi eğitimli, fiziksel bakımdan güçlü ve bağımsız kişilikler olarak yetiştirmelerini sağla-

mıştır. Madame (Marie) Curie, Rus işgali olduğu baskıcı ve ayrımcılığın çok yüksek olduğu dönemde çocukluk yıllarını geçirmiş. Annesinin verem hastası olması yüzünden anne şefkatinden yoksun, birçok bilimsel çalışmalarını parasızlık ve politik sebeplerle yerine getiremeyen ve içinde ukde kalan bir babanın fanatik duygularıyla ve baskısıyla büyümüş, babasının yarım kalmış düşlerini gerçekleştirmeyi amaçlayan, yükselme hırsı, vatanseverlik ve gizlilikle biçimlenmiş karakteri olan bir birey olmuştur.

27


YAZAR

Yaşamı boyunca derin depresyonlar geçirmiştir. İlk yaşadığı depresyon sebebi, kardeşini ve annesini arka arkaya kaybetmesiydi. Ancak duygularını gizlemeyi çok iyi bildiği için üzüntüsünü içinde yaşadı ve sınıfını birinci olarak bitirdi. İçindeki keder duygusu bastırabilmek ve bu sıkıntısıyla baş edebilmek için dünyayı dışarıda bırakıp saplantılı bir şekilde kendini bilimsel araştırmalara adadı. Duygusal sıkıntıyla nasıl baş ettiğini şöyle söylüyordu: 28

“Yeterince sabır ve kararlılık gösterilirse görünüşte imkânsız olanı başarabiliriz, kişilerle değil, şeylerle ilgilenmeliyiz.” Yaşadığı keder onu hassas ve zihinsel olarak kırılgan biri yapmıştı. Hep mükemmeli gerçekleştirme arzusu içinde oldu. Tam bir idealist, yaratıcı, cömert ve kararlı bir insandı. Önemsiz konuşmalardan zevk almazdı. Hep başkalarına hizmet etme arzusu içindeydi. İçindeki tutkulu duygularını bastırmış, bu duy-

guların, ideallerine engel olmasına müsaade etmemiştir. Ne olursa olsun insanın hedefinden sapmaması gerektiğini söylerdi. Zenginliğe ve gösterişe önem vermez, en tutumlu yaşamın bile bir çaba gerektirdiğini bilirdi. Bu adanmışlığı ve disiplini evleneceği eşini çok etkilemişti. Evlilikleri boyunca insanlardan uzak kalmanın düşüyle gönüllü yalıtılmışlıklarına devam edip hizmetlerini sürdürdüler.


YAZAR Marie evliliğine, bilim için gösterdiği heyecanı getirdi. Ev işlerini sanki bunlar bilimsel projeymiş gibi inceliyordu. İlk çocuğunu doğurduktan sonra, hem iş yoğunluğu hem de çocuk bakımı ağır bir yük haline gelmiş ve panik ataklar, tükenmişlik ve depresif halleri tekrar açığa çıkmıştır. Neyse ki çocuğunun bakımını dedesi üstlenince bu süreçten çabucak çıkıp doktorasına başladı. Yaşamları boyunca hayatlarını tehlikeye sokacağını bile bile radyoaktif maddelerin buluşlarına kahramanca kendilerini adamışlar, rahatsızlıkları artık başlamasına rağmen kesinlikle buluşlarındaki çalışmaların bedenlerine zarar verdiğini kabullenmemişler bilakis onlara çocukları olarak bakmışlardı. İkisi de hayalperestti.

dir, yeter ki insan ondan para kazanmak zorunda olmasın” derdi Einstein. Para ya da parasızlık, Marie’ye yaşamı boyunca en önemli çalışmaları getirdi. İkinci bebeği olduktan sonra Marie, ilk bebeğine gösteremediği ilgiyi göstermek isteyip bir süre kendini evine adadı. Ailesiyle zaman geçirmeye başladı ve bu duygu onun çok hoşuna gitti çünkü annesine hasret büyümüştü. Bu kez eşinden tepki almaya başladı, kendisini laboratuar çalışmalarında yalnız bırakıyor diye. Tabi pek de umursamıyordu Marie bunu. Anc a k

eşinin aniden kaza geçirip ölmesiyle her şey değişti. Tekrar yoğun bir depresyona girdi. Yaşamının her yönünde mükemmellik arayan Marie, kocasının ölümüne kendisini cezalandırarak ve suçlayarak tepki verdi. Ve eşinin yarım kalan çalışmalarına devam etmek için laboratuara geri döndü. Bir yandan içindeki çöküntü ama bir yandan bu yönünü maskeleyip çalışmalarına devam etmesi ne kadar kararlı ve hırslı olduğunu kanıtlıyordu. “Çocuklarımı iyi yetiştirmek istiyorum ama onlar bile içimdeki hayatı uyandıramıyor” derdi.

Yaptıkları buluşlar onlara şan, şöhret ve ün getirmesine rağmen ilkelerini ve disiplinlerini sürdürmüşlerdir. Ancak buluşları birçok sektörde rant sağlamış, toplum bunlardan elde edilen ürünleri bilinçsiz olarak tüketmeye başlayınca, çalışmalarının getirisinin kötü ellere geçmesinden ve ölümlere yol açabileceğinden tedirgin olup uyarılar yapmışlardır. “Bilim harika bir şey-

29


YAZAR

Buna rağmen savaşına devam etti, buluşlarına yenilerini ekledi. Bu dönemde adı büyük bir skandala karıştı. Zekâsına hayran olduğu aile dostu Paul Langevin ile duygusal bir ilişki yaşadı. Paul evliydi ve eşinin bu yakınlığı hissetmesiyle kara günler geçirdi. Eşi, Marie’yi ölümle tehdit etti, birbirlerine yazdıkları aşk mektuplarını basına verdi. Böylelikle yine çok yıprandı ve yoruldu. Paul’un eşi savaşı kazanmış oldu ve Marie ile eşinin yollarını ayırdı. Bu fırtınayı Paul atlattı ama Marie atlatamadı ve bu olayın hemen arkasından Nobel komitesinden bir üyenin, ödülünü alması için Marie’ye yazdığı kinayeli mektuptan çok incinip mektuba cevabında başarıla30

rıyla özel h a ya t ı n ı n karıştırılmaması gerektiğini vurgulamış ve Nobel tör e n i n e görünüşte sert, gururlu, daha çok da saldırgan bir Madame Curie olarak gitmiştir. Törenden kısa bir süre sonra tüberküloz tanısıyla hastanelik olmuştur. En son yaşanan skandalla tam bir sinirsel çöküntü yaşamış ve hayatının en derin, en karanlık, öncekilerin hepsinden de daha uzun süreli depresyonuna girmiş hatta kendini öldürmek bile istemiştir.

Yaklaşık bir yıl aradan sonra, yapılan tedavilerle Marie tekrar kendini toparladı ancak bu kez I. Dünya Savaşı çıktı. Savaşta büyük kızını da yanına çağırarak birçok askeri, X-ray ışınlarından geçirerek tedavilerinin yapılmasına hizmet ettiler. Marie savaştan nefret ederdi ve ideal bir topluma ancak barışçıl araçlarla ulaşılabileceğini söylerdi. Marie, kızı ve daha birçok kadın savaş yıllarında hastanelerde,


YAZAR fabrikalarda, taşımacılıkta hizmet vererek geleneksel rollerini kırmışlar ve kadın hakları hareketine ivme kazand ı r m ı ş l a r d ı r. Savaşa katılan ülkelerin bilimcileri insanları kör eden, sakat bırakan, öldüren silahlar üstünde çalışırken Madame Curie, barışa ve insanlığa hizmet amacına sadık kalarak bir milyonun üzerinde X-ışını işlemi gerçekleştirdi. İnsanlığın, genel çıkarı asla unutmadan, kendi çıkarları için işlerini en iyi şekilde yapan pratik, düş kuran, aynı zamanda kendi çıkarını düşünmeksizin bir amacın peşinde koşan idealist insanlara ihtiyacı olduğunu söylerdi. Yıllar artık Madame Curie’yi yormuş ve meşaleyi kızı İrene’ye devretme zamanı gelmiştir. Kızı da aynı annesi gibi hep mükemmellik yolunda ilerledi. Rahatsızlıkları artmıştı ve 67 yaşına geldiğinde hayata gözlerini yumdu. Mirası, vatanseverlik, özveri, barış arayışı, kadınların eşitli-

ği ve mükemmellikti. Marie Curie, kuralları erkeklerin koyduğu bir dünyada yaşadığı gerçeğinin getirdiği kısıtlamalardan kurtulmuştu, trajik ve görkemli bir yaşamı oldu. Bunu kendi sözleriyle şöyle ifade etmiştir: “Ben bilimin muhteşem bir güzellik olduğunu düşünenlerdenim. Bir bilimci laboratuarındayken yalnızca bir teknisyen değildir, aynı zamanda onu bir peri masalı gibi etkileyen doğal fenomenlerin önünde duran bir çocuktur. Tüm bilimsel süreçlerin makinelere indirgenebileceğine inanılmasına izin vermemeliyiz… Macera ruhunun dünyamızda yok olma tehlikesi

taşıdığına da inanmıyorum. Etrafımda canlı bir şey görüyorsam, bu tam da macera ruhudur, öyle görünüyor ki o yok edilemez….”

Kaynaklar: 1- Barbara Goldsmith, ’Madam Curie Saplantılı Deha’,Remzi Kitabevi,2007. 2http://www.baktabul.net/sorun-cevaplayalim/262087-dalton-madam-curie-ve-becquer elin-yasam-oykuleri-ato mla-ilgili-calismalari-nel erdir.html 3- Atomla ilgili çalışma yapan bilim adamlarının hayatları | İsimsizSevda.Net

Sezen AKTUNA 31


KİTAP

32


KİTAP

BEŞ ÇEMBER KİTABI (Miyamatho Masashi)

Kitabın yazarı ünlü Japon savaşçı Miyamatho Masashi’dir. 1584-1650 yılları arasında yaşamıştır. Japonlar, Masashi’ye, kılıcın piri derlerdi. Zen, Shinto dini ve Konfuçyüs’ten etkilenmiştir. Etiğin yanında pratiğin daha öğretici olduğunu söyler. Böyle ilke ve sistemlere sahip olmak için çok Temrin yapmanın gerekliliğinden bahsederdi. Bir savaşçının, insan olarak evrim yolunda sahip olduğu ilkelerin neler olduğunu anlatan kitabında, önce insanı tanımakla başlamıştır. Bu tanımlamayı, beş çember kitabı adı altında ele almıştır. Kişilik unsurlarından ölümsüz olan Birey kısmına kadar tanımlamaktadır. Savaş sanatı olan Ken-do (kılıç yolu) ile fiziksel unsurdan, pranik, astral, zihin ve doğru eyleme götüren saf zihnin aktivite-

sine nasıl vakıf olunabileceğini anlatmaktadır. Ken-do’yu iyice egzersiz etmekle sadece fiziğin refleksleri değil, aynı zamanda iradenin gelişimini de sağladığını söylemektedir. Dolayısıyla iradeli bir kişilikle uyum ve dengenin sağlanabileceğini kitabında yansıtmaktadır. Bir savaşçı için, enerjinin doğru yerlere kanalize edilmesi, yerinde kullanılması önemli olduğunu söylemektedir. Duygulara tam hâkimiyetin gerekliliğinden bahseder. Böylece, zihnin arzulardan arınıp, ideal olan forma kavuşabilmesinden bahsetmektedir. Masashi; tüm bunların nasıl yapılabileceğini bir savaşçı olarak anlatırken, insanı beş boyutta ele alıyor. Boşluk kitabını, kişiliğin beslendiği saf zihin. Ateş kitabını, birliği göremeyen ayrıntıların kaotik yapısı ile

mücadele eden unsur olarak ima etmektedir. Rüzgâr kitabında, duyguları atmosferik ortama benzetmektedir ve burayı kontrol etmenin, buna hâkim olmanın öneminden bahseder. Su kitabı bölümündeyse enerjinin doğru kullanılıp yönlendirilmesinin, savaşçının önemli sermayesi olduğunu söylemektedir. Toprak kitabı ise fiziğin daha üst olan unsurlardan beslenerek gerçek dengeye, yani evrensel ritmin ahengine uygun olabileceğinden bahsetmektedir. Böylece, bir savaşçının tutunduğu değerlerin ya da erdemlerin, onu ideal olana götüreceğini anlatmaktadır. Gerçek bir savaşçının; iyi’yi ararken etik’e, doğruyu ararken mantık’a güzeli ararken de estetiğe önem vermesi gerektiğini söylemektedir. 33


GEZİ

34


GEZİ

İZMİR AGORA ile TARİH VE SANAT MÜZESİ İzmir Agora İle Tarih Ve Sanat Müzesi’ni gezerken o incecik aletlerle binbir zahmetle nasıl çıkarıldıklarını bilmeden heykellere, sütunlara ve kemerlere çaktırmadan hafifçe dokunmadan edemedim. Bu yazıda zaten tarihi ve arkeolojik bilgiler yerine böyle bir yeri gezerken oraya farklı bir açıdan bakabileceğimizi ve bunu başarırsak çıkarabileceğimiz dersleri ifade etmeye çalıştım. Hem güldüren hem de düşündüren keyifli bir sohbet ve atışmalar eşliğinde gezimizin ilk durağı olan Agora’ya vardık. Önce Yunanlıların şehirlerini nasıl kurduklarını öğrendik. Şehrin beyni yani yönetim ve iradenin gerçekleştiği kısım yukarıda Kadifekale’deymiş.

Agora’nın aşağısında ise tarım yapılan yerler ve mezarlar varmış. Agora’nın mimari yapısı, yapıların ebatları ve tarihi bilgiler çok kısa sürede unutulabilir ancak. Burada mühim olan tarihteki uygarlıkların şehirlerini bile gelişigüzel inşa etmemiş olmaları ve yaptıkları her işin daha derin bir anlamı olması. İlkokul öğretmenim bize bir köyde içme suyunun çok yağlı olduğunu anlatmıştı. Araştırmalar bu yağın köyün yukarısındaki mezarlıktan geldiğini göstermiş. Yani bizim günümüzde düşünemediğimiz, gelişigüzel yaptığımız birçok şeyi M.Ö. 3.500 yıl hatta daha önceleri insanların düşünebiliyor olması zaman ilerledikçe tarih ileri gitmez tezini kanıtlıyor. 35


GEZİ

36


GEZİ

Agora’daki mermer yapılar ile sonradan bizim restorasyon çalışmalarıyla orijinaline benzetmeye çalıştıklarımız arasındaki fark o kadar barizdi ki birkaç dakika içinde neyin Roma’lılardan kaldığı neyin sonradan eklendiğini çok rahat anlayabiliyorduk. Kanal sistemleri, simetrik ve ince bir estetikle yaptıkları kemerler, mermerlere hassas bir yöntemle yapıştırılan devasa sütunlar, hanımlara hediye olarak yaptırılan çok hoş kemerleri olan kapılar, depreme dayanıklı inşa edilmiş beşli kirişler ve dahası bize burada yaşamış insanlar hakkında çok şey anlatıyordu. Bu insanların bizden daha idealist ve daha eğitimli olduklarını düşünüyorum. Üşengeç insan yokmuş Romalılarda. Zoru başarma tutkuları olduğu çok açık. Yani hangimiz en zor taş o diye mermeri seçerdik? Romalılar biraz daha yoranını istemişler hep, tam stoacı bir tarzla felaket olsun biz yaparız diyorlar. Peki biz ne yapıyoruz? Vibrasyonlu body shaperlar ile görünüşümüzü oturduğumuz yerden idealleştirmeye çalışıyoruz. En kolayı neyse onu seçiyoruz.

İkinci durağımız İzmir Tarih ve Sanat müzesiydi. Burada ilk önce Arkaik, Helenistik, Roma ve Bizans döneminden kalan heykellerin sergilendiği taş eserler bölümünü gezdik. Mermerden yapılan bu heykeller küçücük bir hatada dahi atılıp baştan tekrar yapılıyormuş. Heykellerdeki estetiğinin Bizans dönemine gittikçe keskin çizgilerle kaybolması çok ilginçti. Bizans döneminden kalan yapılar ince bir işçilik isteyip, canlıymış gibi duran heykellerin yanında sönük ve estetikten uzak kalıyordu. Bir kopyası da İtalya’da olan ve büyük ilgi gören Hermes heykelinin dikdörtgen şeklindeki gövdesi ilksel maddeyi ve kişinin kendisine istediği biçimi verebilmesini, hatta içteki cevherin açığa çıkması için kişinin biraz yontulması gerektiğini anlatıyormuş.

ğını, küçük düşeceğini bilsen de eyleme geçmekti zafer.” Son olarak seramik ve kıymetli eserler bölümünü gezdik. Seramik bölümündeki amforaların şekline göre nereden geldikleri, nerede yapıldıkları anlaşılabiliyordu. Kıymetli eşyalar bölümünde kadınların sadece törenlerde taktıkları takılar sade ve zarifti. Yüzüklere konulan küçücük taşlara bile anlamlarına göre semboller kazımışlardı. Sonuç olarak, bize sunulan kaba değil içindekine odaklandığımızda tarihten öğreneceğimiz çok hem de çok şey var. Sadece biraz emeğe ve bilgileri felsefe süzgecinden geçirmeye ihtiyacımız var.

Hande BALKAN

Üst katta birçok heykel gibi Kibele bolluk / bereket tanrıçası da vardı. Ben de yine çaktırmadan iki elimi de sürdüm omuzlarına. Efes’te gördüğüm Nike zafer tanrıçası heykeli burada da karşıladı beni. Rehberimizin burada yaptığı zafer tanımına bayıldım. “Zafer sadece kazanmak değildi. Kazanamayaca-

37


SİNEMA

38


SİNEMA

hER ÇOcUK

R İ d l E z Ö

Yapımı:2007 - Hindistan Tür:Dram Süre: 165 Dak. Yönetmen:Aamir Khan, Amole Gupte Oyuncular: Aamir Khan, DarsheelSafary, AbhishekBachchan, TanayChheda, Tisca Chopra Senaryo:Amole Gupte Yapımcı:Aamir Khan, Ajay Bijli

Aslında filmin ismi kendini özetliyor. Kahramanımız 8 yaşında keşfetmeyi seven, doğayı gözlemleyen, kocaman dişleri olan sevimli mi sevimli Ishaan. Disleksi (Çoğumuzun bilmediği bir hastalık olan disleksi en sık rastlanan öğrenme bozukluklarından birisi. Bu hastalıkta hafıza, dil, harfleri ve rakamları algılamada sıkıntı, çoklu yönergeleri anlama sorunu, unutkanlık gibi belirtiler olmasına karşın zeka geriliği yoktur) olan Ishaan hem okulda hem de evde başarısız, yaramaz ve tembel olduğu düşünülen, herkesten azar işiten, herkes tarafından hor görülen bir çocuktur.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi abisinin okulun en çalışkan öğrencilerinden biri olması ve herkesin onu övmesi Ishaan için; abisini kıskandığı için değil ama ailesinin onu sürekli bu başarı ile karşılaştırması yüzünden kendisini oldukça kıran bir durum haline gelmiştir. Derslerinin zayıf olması, öğretmeninin verdiği kağıtları anne / babasına imzalatmaması ve okuldan kaçıp sahte izin kağıdı düzenlemesi Ishaan’ın yatılı okula gönderilmesi sürecini başlatır. Ailesinin onu cezalandırmak için buraya gönderdiğini düşünen Ishaan’ın durumu yatılı okulda giderek ağırlaşır. Çocuk dünyaya küser, kimsey-

le konuşmaz, hatta çok severek yaptığı resmi bile bırakmıştır. Filmin bu kısmında boğazınızda bir düğüm hissedebilirsiniz. Resim öğretmeni Nikumbh (aynı zamanda filmin yönetmeni Aamir Khan) Ishaan’ın hayatını değiştereceği içsel kahramanlıklarını başlatır.

39


SİNEMA

40


SİNEMA

Nasıl mı? Öncelikle Ishaan’ın bir sıkıntısı olduğunu farkeder. Sonra bunun ne olduğunu anlamaya çalışır. Arkadaşlarıyla, diğer öğretmenlerle ve ailesiyle konuşur. Ishaan’a ulaşabilmek için seçtiği yöntem derslerinden birinde Disleksi olan ama dünyaca ünlü dahilerden örnekler vermek olur. Albert Einstein, Walt Disney, Leonardo Da Vinci, Bill Gates hatta kendisinin de bu sorunu yaşadığını, böyle insanların dünyaya farklı bir gözle baktıklarını anlatır. Onun için önemli olan hayal gücünü kullanmaktır. Çünkü hayal gücü serbest bırakılırsa içimizdeki ve etrafımızdaki dahileri keşfedebiliriz. Nikumbh ezbere dayalı sıkıcı ve otomatik öğrenme yerine öğrencilerine değer katan aynı zamanda pratik ve onların da değer katabileceği bir eğitim & öğretim sistemini benimseyen yaratıcı ve örnek bir öğretmendir. Okul yönetiminden Ishaan için özel izin alır. Disleksi nedeniyle diğer öğretmenlerin onu yazılı yerine sadece sözlü

sınava almalarını rica eder. Kendisi de resim, oyun hamuru, toprak vb değişik yöntemlerle Ishaan’a rakamları ve sayıları öğretir. Ishaan kısa zamanda hızla yol alır. Hem öğretmeninin ona sevgiyle yaklaşması hem de öğretme yöntemleri Ishaan’ın içindeki cevherin açığa çıkmasını sağlamıştır. Ishaan her geçen gün iyileşmektedir. Yıl sonunda okuldaki tüm öğretmen ve öğrencilerin katıldığı bir resim yarışması düzenlenir. Bu yarışmada dereceye giren resim okul yıllığının kapak resmi olacaktır. Espri ve kahkalarla dolu bu bölümün sonunda kahramanımız Ishaan bir manzara resmi yapar. Öğretmeni Nikumbh ise onun resmini… Ve jüri öğrenciyi öğretmene tercih eder. Ishaan’ın resmi birinci olur. Burada aslolan bu birincilikten çok bir hayatın kazanılmasıdır. Peki bizler bu filmi neden izlemeliyiz? • Önyargılarımızın ve kolayca yapıştırdığımız etiketlerimizin bizleri gözü kapalı bireyler haline dönüştürdüğünü bizzat izleyerek göre-

bildiğimiz için. • Herhangi sağlık sorunu olsun olmasın bizim isteklerimiz doğrultusunda ilerlemeyen olayları, duygusal durumları hep karşımızdakilere mal etme alışkanlığımızın yersizliğini anlattığı için. • Gözlem yeteneğimizin bizim ve etrafımızdakilere farkettirebileceği dönüm noktaları ile ilgili ilham verdiği için. • Çocuklarımız, ailemiz ve kendimize ait sorumluluklarımızı hatırlattığı için. • Kendi hayatlarımızın mimarı olurken çevremizdekilerin hayatlarına sihirli dokunuşlar yapabilmemiz için özverili olmanın gerekliliğini vurguladığı için. • Müziğin, resmin, sanatların iyileştiriciliği ve birleştirme gücüne örnek teşkil ettiği için… İyi seyirler.

Şükran TEZ

41


ANİMASYON

42


ANİMASYON

BAYKUŞ KRALLIĞI EFSANESİ Tür : Fantastik / Macera / Animasyon Gösterim Tarihi : 1 Ekim 2010 Yönetmen : Zack Snyder Senaryo : John Orloff , John Collee Yapım : 2010, ABD / Avustralya , 90 dk. Seslendirenler : Emilie de Ravin (Eglantine), Helen Mirren Hugo Weaving (Grimble), Jim Sturgess (Soren)

43


ANİMASYON

44


ANİMASYON

“Rüyaların yapıldığı maddeden yapılmayız biz ve uykuyla çevrilidir küçücük hayatımız...” William Shakespeare Soren isimli kahramanımız, William Shaekspeare’in özetlediği bu cümleyi muhteşem bir 3 boyut animasyonu olan bu yapımda canlandırıyor. Soren, bir baykuştur ve babasının kendisine anlattığı Ga’hoole Muhafızlarının destansı hikayeleriyle büyümüştür. Ga’hoole Muhafızları, baykuşları koruyan mitsel bir kahraman ordusudur. Bu ordu Büyük Ağaç denen, sadece yürekli olanların görebildiği, yürekli olmayan ve hak etmeyenlerin görmediği bir ağaçta yaşamaktadır. Soren ise bu

Büyük Ağaç’ı bir gün görme ve kahraman olma hayallerini kuran genç, uçamayan bir baykuştur. Soren’in babası endişelidir. Çünkü bir oğlu rüyalarla yaşarken, diğer oğlu ise amaçsızdır. Ve Abba bu endişesinde haklıdır, çünkü bir gün, kendisi ile kahraman olma hayalleri nedeniyle sürekli dalga geçen ve inandığı her şeyin aslında bir rüya olduğunu söyleyen erkek kardeşi Kudd ile birlikte uçma egzersizi yaparken, Ari ırkın yönetici olması için çalışan Ari ırk kampının ortasına kaçırılırlar... Ve

macera bundan sonra başlar... Kampta, derin bir uykuya mı dalacaklar yoksa kurtuluş mücadelesine mi girecekler? Hayat, rüyadan mı gerçekten mi yapılma? Uyku nedir? Kahraman olmak mümkün mü? Büyücülerin (karizmatik bir karıncayiyen) hayattaki rolü nedir? Warner Bros. Pictures ve Village Roadshow Pictures işbirliği ile 3D olarak gösterime girdi. Kaçırmayın...

Semra ŞEN

45


İNTERNET

http://www.slideteam.net Günümüzde tanıtımlar, toplantılar vb. için sunumlar hazırlamak yoğun bir çaba gerektirmektedir. Her sunumun kendine göre farklı materyalleri vardır. Bir konu hakkında sunum hazırlamak için, konuyu bilmek çoğumuza yeterli gelmemektedir. Çünkü sunumda anlatılacak konu için çeşitli resimler, müzikler, tablolar, grafikler gerekmektedir. Ayrıca anlaşılmasını kolaylaştırmak için estetik çalışmak gerekmektedir. İşte ben işi bilmiyorum, acemiyim,

46

materyal bulmakta zorlanıyorum diyenler için slideteam.net sitesini öneririm. Slideteam web sitesinin avantajı yapılabilecek sunumlar için hazır tema sunmasıdır. Site Diagrams, Templates, Maps, Icons, 3d Man olmak üzere 5 ana kategoriye ayrılmıştır. Her bir kategori kendi altında birçok farklı kategoriye ayrılmıştır. Bu şekilde doğru kategoriyi seçtiğinizde daha az inceleme yaparak; işinize yarayacak

olan temayı bulabilirsiniz. Örneğin bir etkinlik programınız var ve bunu bir topluluğa görsel olarak sunmak istiyorsunuz. Aşağıdaki resimlerde görüldüğü üzere, siteden temayı indirerek sadece yazmanız gereken yerlere çift tıklayarak metinleri girebilirsiniz. Tarihleri metinleri değiştirebilirsiniz. Powerpoint’i biraz bilen biri için oldukça basit bir çözüm.


İNTERNET Bir başka örnek verecek olursak: Bir ürünün üretim süreçlerini,

bir seminer programının aşamalarını, yapılacak bir etkinliğin akış diyag-

Yukarıdaki şekillerde, öncelikle aşamaların/işlemlerin tümü kısa başlıklar ile gösterilebilir. Ardından bu aşamalar adım adım farklı renkler ile açıklamaları yazılabilir. Sunum hem estetik olacak hem akılda kalıcı olacaktır.

sunuma göre kategorinizi bulup onun altında yapacağınız araştırma ile istediğiniz gibi bir tema bulabilirsiniz.

Site üzerinde, İletişim, Haberleşme, Sağlık, Çocuklar, Takvimler, Firma, Bilgisayar, Eğitim, Tatil, İnternet, Yönetim, Haberler, Müzik, Trafik, Festival vs.. bir çok alt kategori var. Yapacağınız

150 binden fazla tema bulunmakla beraber site ücretli bir sitedir. Aylık 19$ gibi bir ücreti vardır. Gerçi site aylık abonelikte 20 tema indirme limiti koymuş. 49$ lık 6 aylık abonelikte ise herhangi bir indirme sınırı yoktur. 6 ay süre ile istediğiniz temayı indirebilirsiniz. Eğer sürekli kullanım düşünüyorsanız. Aylık

ramını yapmak istersek;

abonelik avantajlı değil. Çünkü indirip te beğenmediğiniz temaları da sayacaktır. Siteye illaki üye olmanız şart değil. Site 300’e yakın temayı ücretsiz olarak sunmaktadır. Bunların arasından da seçim yapılabilir. Site içinde solda bulunan “Free samples” tıklanarak ücretsiz olarak indirilebilen temaları görebilirsiniz.

Şafak TURĞUL

47


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

JULİDE ÖZDEÇELİK 2008 Ocak ayında Jazz İstanbul Volume 1 albümünü çıkaran Jülide Özçelik Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde hafif batı müziği eğitimi aldı. Daha sonra Bilgi Üniversitesi’nde tam burslu olarak müzik bölümünü kazandı ve buradan mezun oldu. Türkçe caz yapma fikriyle birçok projede yer aldı. Pırıl pırıl sesiyle söylediği şarkılarla sizi bir

48

anda bambaşka dünyalara sürükler. En sevilen şarkıları arasında Neşet Ertaş’tan Gönül Dağı ve Yalan Dünya’yı çok güzel caz yorumlamıştır. Genel olarak türkülerin cazlaştırılmasına karşı olabilirsiniz. Ancak o kadar yumuşak bir sesle söylemiş ki, dinlemek çok güzel. Akıcı ve duru bir sesi olan sanatçı, 2011 yılında Jazz İstanbul Volume

2 albümünü çıkardı. Bu albümünde yer alan on şarkının beş tanesi söz ve müzik Jülide Özçelik’e aittir. Özdemir Erdoğan’a ait Vitrin, Aşık Veysel’in Uzun İnce bir Yoldayım’ını, Neşet Ertaş’ın Gönül Dağı’nı, sözleri Ömer Hayyam’a ait, müziği Mehmet Güreli’ye ait Kimse Bilmezi ve anonim olan Su Yalta’dan Tas Yükledim’i içerir.


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

KORNEANIN SESİ MÜZİK GRUBU Önce “Kornea İkilisi” diye başlayıp şu anda Korneanın Sesi Müzik Grubu” olan ve pek çok aklı uyandıran, yüreklere umut serpen, bu dünyada hala iyilik için karşılıksız çalışan grubun hikayesi Sivas’ın Divriği ilçesinin Çamşıhı köyünde Prof. Dr. Sait Eğrilmez Hocamızın doğuşuyla başlar. 3-4 yaşlarındayken gördüğü Aşık Veysel’den etkilenen ve onun türküleriyle büyüyen Sait Bey çocukluk hayali olan saz çalan bir göz hekimi olduktan sonra grubun diğer üye-

si olan Cem Cansız ile yolları kesişir. Doğuştan görme engelli Cem Cansız, İzmir’de konservatuara “kör” olduğu gerekçesiyle alınmayınca, TRT Türk Halk Müziği Ses Yarışması’nda birinciliği kazandı. İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı’na kabul edildi ve İzmir’e dönüp kendi müzik stüdyosunu kurdu. 2008 yılında Sait Hoca’nın kornea nakli yaptığı Cem Cansız ile Sait Hoca “Kornea İkilisi” adında bir grup kurup çeşitli platformlarda hem Aşık Veysel türkü-

leriyle ünlü halk ozanımızı hatırlatırken diğer taraftan kornea bağışı kampanyası ile bu konuya dikkat çektiler. Şu anda bağlamada Ege Üniversitesi’nden Prof. Sait Eğrilmez, kornea nakli olan hastası Cem Cansız ile birlikte ekibe katılan kavalda görme engelli sanatçı Eyüp Sultan Aylar, Çimen Yalçın, klasik gitarda Özgün Düzgün’ün katılımıyla grup 5 kişi olmuştur. Aslı DEĞİŞİCİ

49


KÜLTÜR-SANAT

ocak-şubat-mart

şehir kültür rehberi

KONSERLER

TİYATRO 1881 Müjdat Gezen Tiyatrosu 15 Haziran 2013 21:00 İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu Alevli Günler Tiyatro Oyunu 17-18 Haziran 2013 21:00 Bornova Açıkhava Tiyatrosu Çimde Doğaçlama Tiyatro 10 Ve 17 Haziran 2013 Saat 20.30 Havagazı Fabrikası. Ferhangi Şeyler Ferhan Şensoy Tiyatro Oyunu 25 Haziran 2013 21:00 Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu, İzmir Carmina Burana 20.06.2013 Perşembe 21:30 Bornova Aşık Veysel Açıkhava Tiyatrosu 50

VOLKAN KONAK İZMİR AÇIK HAVA SAHNESİ İZMİR Tarih : 14 Haz 2013 - 21:00 BORUSAN İSTANBUL FİLARMONİ ORKESTRASI Mekan : BOSTANLI SUAT TAŞER AÇIKHAVA TİYATROSU İZMİR Tarih : 1 Tem 2013 - 21:00 Mekan : BOSTANLI SUAT TAŞER AÇIKHAVA TİYATROSU İZMİR Sanatçı : EROL EVGİN Tarih : 3 Tem 2013 - 21:00 Cem Adrian Mekan: Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu Sanatçı: Cem Adrian Tarih: 18 Temmuz 2013 21:00 Yüksek Sadakat, 12 Haziran’da İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosunda Kerem Görsev Trio – Ayhan Sicimoğlu Konseri 18 Haziran 2013 21:00 Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu, İzmir


KÜLTÜR-SANAT

SİNEMALAR Dünya: Yeni Bir Başlangıç 28 Haziran 2013 Dünya içerisinde yaşayanlar tarafından terk edilmiş, insanlar artık yaşamlarını başka gezegenlerde sürdürmeye başlamıştır. Dünyaya yaptıkları bir yolculuk sırasında uzay gemileri arızalanan küçük Kitai ve babası Jack burada tuhaf yaratıklar ve korku dolu tehlikeli olaylarla mücadele etmek zorunda kalıR Trans 14 Haziran 2013 Trance Sanat eserleri konusunda uzman komiser Simon, Franck adındaki bir gangster ile birlikte milyon dolarlar değerindeki bir tablonun çalınma eylemine katılır. Olay esnasında o kargaşa da başına korkunç bir darbe alır, ve uyandığında tabloyu nereye sakladığı konusunda hiçbir şey hatırlamamaktadır. Sevimli Canavarlar Üniversitesi 21 Haziran 2013 Monsters University Sevimli Canavarlar Üniversitesi” (Monsters University), Mike ve Sulley’nin farklılıkları aşarak nasıl en yakın dostlar olduklarına dair kapıları açıyor.... Rüzgarlar 21 Haziran 2013 Filmler için ses kayıtları yapan Murat, Gökçeada’da (Imroz) duyduğu çeşitli sesleri kaydeder ve fotoğraflar çeker. Ada ile ilgili bir fotoğraf sergisi açmak istemektedir. Bu çalışmaları sırasında adada tek başına yaşayan 80 yaşlarındaki Madam Styliani ile tanışır. Aralarında bir dostluk oluşur.

İnşallah 05 Temmuz 2013 Doktor olan Chloe, yaşamını Ramallah’taki Türk doktorlara yardım etmekle ve Kudüs’te yaşayan İsrailli bir asker olan kapı komşusu Ava ile geçirmektedir. Her gün uçurumun iki farklı yanını gören Chloe, birbirlerine düşman arkadaşları arasında köprü kurmaya çalışsa da her iki tarafa da aslında yabancı olduğunu fark edecektir. Maniac 12 Temmuz 2013 Film, bir cansız manken dükkanı sahibinin genç bir oyuncuyla ilgili tehlikeli takıntısını anlatıyor.... Pasifik Savaşı 19 Temmuz 2013 Denizden Kaiju adı verilen yaratıklar yükselmeye başlayınca, milyonlarca insanın canına mal olacak ve insan kaynaklarını tüketen bir savaş başlar

51


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.