ÇABA
Sınırlar ve sınırlamalar için bir panzehir
YENİ PLATONCU SURİYE OKULU ve TEURJİ İNSANIN YEDİ KATLI YAPISI HEYKELTRAŞ Doruk Güneş ve Onur Kocaerİle Birlikte
DOĞUYA MİSTİK BİR GEZİ; İRAN Pİ’NİN YAŞAMI 1
2
EDİTÖR’DEN Çaba ile çaba için yeni sayımızla karşınızdayız. Türk Dil Kurumu sözlüğünde ‘Herhangi bir işi yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalışma, gayret, ceht, efor’ olarak tanımlanan çaba, yaşamın yasasıdır. Mikrokozmostan makrokozmosa tüm varlıklarda doğal olarak işleyen bir süreçtir. Bir filozofun da belirttiği gibi ‘Çaba hayatın yasasıdır, sınırlar ve sınırlamalar için panzehirdir’. Kolaylıkların
moda olduğu zamanlarda, kolaylıkları ararken bile çaba gösteriyor olmak bugünkü toplumsal psikozumuzun göstergesidir. Bu psikozdan çıkmanın yollarından biri de bu kavramların netleştirilmesi olabilir. Kavramları netleştirmede modellerin değeri yadsınamaz. Bu sayımızda bu konuyla ilgili modeller sunduk: unutulmakta olan heykeltıraşlık yolunun iki yolcusu ile tanıştık. Mevlana ve Mesne-
vi’sinden ilham aldık ve sunmak için çabaladık. Yeni Platoncular, insanın yedili evrim yolculuğundan geçtik. Pi’nin Yaşamı filmi ile Cesur animasyonunu bu konuyla doğrudan ilgisi nedeniyle sunduk. Babil Kulemize gidişimiz bir yolculuk. Çaba uzuvlarımız.
İyi okumalar dileriz
3
İÇİNDEKİLER
32
08
HEYKELTRAŞLIĞA Giden Yolda Doruk Güneş ve Onur Kocaer İle Birlikte
ÇABA
YENİ PLATONCU SURİYE OKULU VE TEURJİ
38
10
YENİ PLATONCU SURİYE OKULU ve TEURJİ
MEVLANA CELALEDDİN RUMİ
‘
44
20 kül tigin
HİTİTLER
AMON - ANUBIS THOTH
24 İNSANIN YEDİ KATLI 4 YAPISI
. . . . Doğuya Mistik Bir Gezi:
. Iran
46
DOĞUYA MİSTİK BİR GEZİ; İRAN
İÇİNDEKİLER MÜZİKLE DÜN VE YARIN
54
64
LEYLA THE BAND Üç sezon boyunca TRT ‘de izlediğimiz Leyla ile Mecnun dizisi bu sezon yayından kaldırıldı. Edebiyat, aşk, masumiyet, dostluk ve birlikte yaşamayla ilgili absürt komedi tarzındaki diziyi ilgiyle izledik. Dizi, IMDb (International Movie Database) sinema-TV verilerine göre her sezon ulus-
lararası listelerde, ilk 50’ye girmeyi başardı. Bu listelerde başka bir Türk dizisi mevcut değil. Biten dizi, internetteki videoları ve kurdukları müzik grubuyla adından söz ettirmeye devam ediyor. “Yokluğunda“ ve “Aşk Bitti” gözde klipleri. Grup, 2013 konserleriyle farklı şehirlerde sahne alıyor. Vokalde Ali Atay
(Mecnun), davulda Onur Ünlü (yönetmen) , basgitarda Serkan Keskin (İsmail Abi), klavyede Osman Sonant (Yavuz) , perküsyonda Sarp Aydınoğlu, gitarda Fırat İkisivri ve klarnette Sarper Aksoy yer almakta. Çıkacak albümlerini müzik marketlerde bekliyoruz.
Aslı DEĞİŞİCİ
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
CESUR
66
58 Pİ’NİN YAŞAMI
babil
kulesi ekim-kasım-aralık 2013
İmtiyaz Sahibi
YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
KÜLTÜR-SANAT
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN AĞARTIOĞLU babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
6
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral
Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )
bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.
TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan
sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak
isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır
ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7
ARAŞTIRMA
8
ARAŞTIRMA
Hayatın Yasası, Çaba “Cesaret ve güçlü çaba gösterme ile yaşanan hayatın tek bir günü, durgunluk ve zayıflık içinde yaşanan yüz senelik bir hayattan daha iyidir.”1 Sözlük anlamı “bir işi yaparken harcanan güç , zorlukları aşmak için sürekli çalışma, sürekli irade gereken mücadele” olan çaba hayatın yasasıdır aslında. “Çaba sınırlar ve sınırlamalar için bir panzehirdir.”2 .Sınırlarımızı aşarak neyi başarabileceğimizi ve hangi düzeye ulaşabileceğimizi biliriz. İsteklerimize tembellikle değil çabayla ulaşabiliriz. Hayatta sadece çabalarımızın karşılığını alırız. Denemeden uğraşmadan ne sonuç alacağımızı bilemeyiz. Çaba harcamak deyince, neyin çabaya deyip değmeyeceği gelir aklımıza. Çabaya değer olan şey nedir? Yaşamımızı kendimize ve diğerlerine faydalı bir işe adamak çabaya değer bir şeydir ve varoluşumuza bir anlam kazandırır. “Yüksek düşüncelere sahip olanlar daima çabalarlar; aynı yerde kalmaktan mutlu olmazlar.
Kuğular gibi göllerini terk ederler ve havaya yükselirler, daha yüksek bir ev için evlerini terk ederler.”3 “ Bir kişi bir savaşta binlerce kişiyi yenmek zorundayken, diğer bir kişi kendisini fethetmek zorundaysa en büyük zafer kendisini fethetmek zorunda olan kişinin olacaktır, çünkü zaferlerin en büyüğü kişinin kendi üzerinde olan zaferidir; ne yukarıdaki cennette tanrılar ne de aşağıdaki şeytanlar böyle bir adamın zaferini yenilgiye dönüştüremezler.”4 “Ey korkusuz savaşçı, zamanında uyanık ve hazırlıklı ol. Eğer denemiş ve başaramamışsan, cesaretini kaybetme . Geri dön ve bir kez daha, bir kez daha saldır.”5 KELEBEK Bir gün kozada küçük bir delik belirdi. Bir adam oturup kelebeğin saatlerce bedenini bu küçük delikten çıkarmak için harcadığı çabayı izledi. Ardından sanki kelebek ilerlemek için çaba harcamaktan vazgeçmiş gibi geldi ona. Sanki elinden gelen her şeyi yapmış ve artık yapabileceği bir şey kalmamış gibiydi. Böylece adam, kelebeğe yardım etmeğe ka-
rar verdi. Eline küçük bir makas alıp kozadaki deliği büyütmeye başladı. Bunun üzerine kelebek kolayca dışarı çıkıverdi. Fakat bedeni kuru ve küçücük , kanatları buruş buruştu. Adam izlemeye devam etti; çünkü her an kelebeğin kanatlarının açılıp genişleyeceğini ve bedenini taşıyacak kadar güçleneceğini umuyordu. Ama bunlardan hiçbiri olmadı. Kelebek hayatının geri kalanını kurumuş bir beden ve buruşmuş kanatlarla yerde sürünerek geçirdi. Ne kadar denese de asla uçamadı. Adamın iyi niyeti ve yardım severliği ile anlayamadığı şey, kozanın kısıtlayıcılığının ve buna karşılık kelebeğin daracık bir delikten çıkmak için göstermesi gereken çabanın Tanrının kelebeğin bedenindeki sıvıyı onun kanatlarına göndermek ve bu sayede de kozanın kısıtlayıcılığından kurtulduğu anda uçmasını sağlamak için seçtiği yol olduğuydu. Kaynaklar: 1-3-4 Dhammapada BUDA 2.YYT dergi 47-48 makaleler DSG 5. Sessizliğin sesi HPB
Sermin Eke
9
ARAŞTIRMA
YENİ PLATONCU SURİYE OKULU VE TEURJİ
10
ARAŞTIRMA
Yeni Platonculuk (Neo Platonism ) Kapanışıyla birlikte İlk Çağ Yunan Felsefesi döneminin de devrini tamamladığı düşünülen, Hıristiyanlık’ı besleyen ve İslamiyet’te tasavvufun kaynağını aldığı akımdır. Her ne kadar kurucusu İskenderiye Okulu’nun kurucusu olarak adı geçen Ammonios Sakkas sayılsa da daha çok onun öğrencisi Plotinos’un ana ilkesi türüm olan felsefe öğretisiyle birebir anılmıştır. Platon’un felsefesinin Pythagoras ile Aristoteles felsefeleriyle, Stoacı öğretiler ile ve dönemin dinsel inançlarıyla özellikle doğu dinleri ile Hıristiyanlık’ın da harmanlanmasıyla ortaya
çıkan akımın en önemli temsilcileri Plotinos’tan başka Porphyrios, Iamblikhos ve Proklos’tur. M.S. III. yüzyılda ortaya çıkan düşünce hareketinin etkisi yoğun bir biçimde üç yüzyıl kadar sürmüştür. Yeni Platonculuk terimi diğer bir yanıyla da daha çok çoktanrıcılığın ya da panteizmin¹ ; evrenin engin, mantıksal olarak tutarlı bir imgesini ve insanın ondaki yerinin kurgulanmasıyla insanın birliği ya da hakikati nasıl algılayabileceğinin yöntemlerini iki yönlü olarak ifade eder. 1- Hakikatin aşağıya doğru türüm planı. 2- İnsanın doğru yönelme
yukarı çabası
ve Teurji. Felsefe tarihi açısından yaygın bir biçimde Yeni Platonculuk üç döneme ayrılmaktadır. Birinci dönem Plotinos’un kurduğu ve daha sonra öğrencileri tarafından yaşatılan okuldur. Plotinos, evrenin, Platon’un Parmenides diyaloğundan esinlenerek, tek, her zaman her yerde olan, aşkın bir İyi’nin ışığının yansıması olduğunu düşünmüştür. Bir, yani Tanrı, idealar dünyasını yaratmış, idealar dünyası da kimi bedenli kimi bedensiz ruhların oluşmasına yol açmıştır. Bu yaklaşım üçlü bir gerçeklik tasarımını içermektedir; Bir, Us, Ruh ya da Tin.
¹Panteizm*: Tüm tanrıcılık.Tanrı’nın dolayısıyla Tanrısal özün her şeyde olduğunu kabul eden inanış.
11
ARAŞTIRMA Her biri bir öncekinin yansıması ile oluşmuş bir görünümdür, bu nedenle her şey kendi kendine düşünen ve varolan tek gerçek varlık olan Bir’e benzemekte, ondan gelmekte ve ona dönmektedir. Bu öğretiye göre en üstte her şeyin nedeni ve denetleyicisi Bir bulunmaktadır. Onun altındaki Us kendinde bütün her şeyin ideasını ya da tasarımını taşır ve her şeyi düzenler. Tin ise zamanı oluşturur ve ideaları ussal ilkeler olarak içine alır. Özdek (madde) ise Tin’in kendini olumsuzlayarak dışa vurmasıdır, bu nedenle en aşağı varlık planı özdektir. Yeni Platonculuk’un ikinci dönemi ise harekete Aristotelesçi öğeler katan Porphyrios’un öğrencisi Iamblikhos ile Aidesios’un kurduğu Suriye Okulu dönemidir. Iamblikhos’un öğretisine göre felsefece akıl yürütme ile aydınlanışın en yüksek düzeyine ulaşmak olanaklı değildir ve felsefece bir tür magus (üst bir bilgelik)’un yardımı gerekmektedir. Kurucusu 12
tam
olarak belli olmamakla beraber Iamblikhos’un öğrencileri tarafından kurulmuş olması olası Atina Okulu ise Yeni Platonculuk’un üçüncü dönemini oluşturmaktadır. Okul pek fazla yapıtı günümüze kalmayan Syrianos’a özel bir önem vermiştir. Okulun yapıtlarından günümüze kalanlar arasında en önemli temsilcileri Proklos ile Damaskios’un eserleridir. Proklos Tanrıbilimin Öğeleri ile Platon’un, Tanrı bilimi adlı çalışmalarında kapsamlı ve dizgeli bir Yeni Platonculuk örneği sunar. Yazılarında Yeni Platonculuk’a içsel olan bazı temel kavramları irdeleyip açıklayarak eklemeler yapar. Proklos her şeyi Bir’den türetse de, bütün gerçekliği, aynı zamanda
Apameia Antik Kenti Bir’de bulunan,”sınırlı” ile “sınırsız”dan türetir. Bir’in yanısıra, Bir’i izleyen Bir’lerin var olduğunu varsayar. Kapanana kadar Okul’un yöneticiliğini yapan Damaskios, bütün Yeni Platonculuk’ta varlığını önemli bir biçimde sürdüren “Ussal bilgi yalnızca parabolik olduğundan gerçekliğin hiçbir boyutu ulaşılabilir değildir?” savının en üst noktasını temsil eder. Atina Okulu, Iamblikhos’un dizgesini geliştirmiş, yeni varlık katmanları eklemiş; ne var ki, onun önerdiği iki Bir görüşünü reddetmiştir. Okulun gerçekliği dizgeleştirme, kavramları nesnelleştirme
ARAŞTIRMA
çabaları sonraki düşünürleri, özellikle de Hegel’i etkilemiştir. Suriye Okulu’nun en önemli temsilcisi Iamblikhos’tur. Nüfuzu antik dünyada çok yaygın olan filozofun hayatı ve felsefesi tam olarak bilinmemekle birlikte temel ilkelerini ele aldığı günümüze ulaşan eserlerinden yola çıkılarak bir fikre sahip olmak mümkündür. Onun biyagrofisini yazan Eunapius’a göre Suriye’de Chalcis’te zengin ve nüfuzlu bir ailenin oğlu olarak doğdu. Ailesi Emasa Kraliyet Ailesi’den geliyordu. Başlangıçta Laodicea Anatoloius’tan eğitim aldı. Daha sonra Plotinus’tan eğitim al-
mak için şehirden ayrıldı.
yakınları)’da kendi okulunu kurdu.
Porfirius, Plotinus’un en önemli ilk öğrencisiydi ve eseri Theurgia’da “Büyük Magus”tan bahsediyordu. Bu konuda Mısırlı Magi’den Iamblikhos Mısır Gizemleri eserinde bahsetmiştir.
Platon ve Aristoteles eğitimi için bir müfredat olarak tasarlanmış sadece az bir bölümü günümüze ulaşabilen en önemli eserlerini yazdı. Onun için en yüce otorite Pythagoras’tı. Pythagoras Doktrinleri’nin on kitap halinde yazılmış bir koleksiyondur ancak sadece ilk beş bölümünden dört parçaya ait bazı bölümler günümüze ulaşmıştır. Iamblikhos büyük bir kültür ve eğitim adamıydı. Pek çok öğrencisi vardı. Fabricius’a göre 333’ten önce Konstantin döneminde öldü.
Teurji’nin pratiği üzerine Porfiri ile anlaşmazlık içindeydiler ki Iamblikhos Theurgia’ya da On the Mysteries of Egypt (Mısır’ın Gizemleri) eseriyle düşüncelerini kapsamlı bir biçimde açıklamaktadır. Filozof yaklaşık 304’te Platoncu filozoflar için bir şehir kurmak için Suriye’ye döndü. Apameia (Antakya
Kitaplarından çok az bir kısmının günümüze ulaşmasını Stobaeus ve 13
ARAŞTIRMA dönüm noktasını ifade eder.
Proclus bazı öğrencileri tarafından korunan yazılı parçalara borçluyuz.
14
Özellikle öğrencisi Proclus’un Pythagoras felsefesi üzerine yaptığı büyük çalışmadaki bölümlerinden filozofun felsefesini çıkarmak mümkündür. Ayrıca Proclus’un Theurgia’da yazıları olduğu, Mısır Gizemleri eserinin de kendisine atfedildiği hatta Iamblikhos’un yazılı bir eser bırakıp bırakmadığı konusunda spekülasyonlar olsa da çalışma onun okul kökenli, panteist kültün pratik uygulamalarına bir temel hazırlamak için sistematik bir girişim olarak nitelendirilebilecek eserleri yakın tarih açısından bir
Plotinus’la en yüksek gelişimini oluşturan Neoplatonizm, Iamblikhos ile Pitagorik sayı sembolizminin uygulanması, doğu öğretilerinin harmanlanması bakımından Nominal olarak felsefenin ne olduğu konusunda siste matik,mitsel ve sembolik bir açıklama sunar. Bu görüşe göre madde de kozmosun geri kalanı gibi ilahidir ve ruhun da somut bir yanı vardır. O, Platoncu önceki filozoflardan yola çıkarak ruh konusundaki açıklamaların eksik olduğunu ifade eder ve sistemindeki çıkış noktası bu görüşüdür. Filozof Rönesans filozofları üzerinde çok etkili olmuştur. Özellikle Ficino, Pico della Mirando ve Giordano Bruno bunlardan bazılarıdır. Suriye Okulu’nun öğretisi, Iamblikhos’un Mısır’ın Gizemleri isimli eserinden bir özetle yola çıkılarak sunulmaya çalışılacaktır.
Tanrılar ve Onların Özellikleri Öncelikle Tanrılar’ın var olduğu kabul edilmelidir. O halde üstün varlıkların diğer varlıklardan farkı nedir? Eterik organları (bölümleri) bakımından daimonları ya da tanrıları ayırt eden sınıflandırma enerjileri veya potansiyel aktiviteleri bakımındandır. Tanrılar sadece cennette oturan varlıklar olarak nitelendirilse de nasıl olur da bu sınırsız bölünmemiş yani BASİT güç aslında su, atmosfer gibi belli sınırlamalarla parçalara ayrılmaktadır? Tanrılar kendileri için yapılan kutsal törenler aracılığı ile etkilenebilir ya da aktive edilebilir olanlar mıdır yoksa söz konusu olan Daimonlar mıdır? Iamblikhos tanrısal bilgelik ya da gizemli bilgiyi öğrenmiş biri olarak Teurji’yi yani göksel unsurlarla ilişki kurmayı kabul etmekte ve Mısır ritüellerini ve kullanımlarını benimsemektedir. Resim ve amblemlerle semboller kullanmak aracılığı ile ilahi gücün veya enerjinin aktivasyonu o sembollerin özsel olarak ifade ettikleri şeyler bakımından önemli ve evrenseldir.
ARAŞTIRMA Tanrılar saf zihinsel formlardır. Daimonlar ise Saf Ruh Özlerini Tanrısal olanın bire bir aynısı olmamakla birlikte ondan yabancı olarak psişik ve duyarlı DOĞA olarak taşırlar. Grek³ te zihin veya “rasyonel ruh” anlayışı akli öğretimi aşan özün ilkesidir. Bu anlayışa paralel olarak Buda’nın “öğrenme yol değildir.” ifadesi manidardır. Sezgisel olarak bilme; idrak denilebilecek şekliyle ilahi kökenden gelir ve hakikati kavrayışın yeteneğidir. Tanrılar türüm gereği bedensiz Daimonlara ve bedenli ruhlara ayrılır. O halde bedenli olarak organize olanlar ile gökyüzünde bedensiz olan Tanrı’yı bir
“BİRLİK” olarak birbirine bağlayan bağ nedir? Nasıl bazı ruhlar iyi bazıları ise kötü olabilirler? Porfiri bu konuyla ilgili ruhani varlıkların dört katagoride sınıflandırılmasından bahseder. Tanrılar, Yarı Tanrılar, Kahramanlar ve Ruhlar.
Filozof; Doğu öğretilerinde farklı ayrımlar olduğunu ve bu sınıflandırmaya yaygın olarak Baş melekler, melekler ve yönetici ruhlar kavramlarının eklendiği Gnostik⁴ kategorinin de bulunduğunu ifade eder. Başlangıçta adaylar için bu görüntüleri “görme” konusunda sorgulamayı sadece Proclus⁵ yapar ve adayın tamamlanmasının, ritin en kutsal aşamalarında gerçekleşebileceğinden bahseder. İlk etapta öğrencinin dikkati yer altı” kavramına çekilir.6 Temsili bazı kişileştirmeler örnek alınarak ve bazı rakamsal semboller kullanılarak kişinin kendini bir makine gibi inşa etmesi söz konusudur.
³Grekçe: Günümüz kullanımı açısından”Grek”dendiğinde Antik Yunan anlaşılmaktadır. ⁴ Gnostik: Sezgi veya tefekkür yoluyla hakikatin bilgisine ulaşma düsturunu benimseyen kimse. ⁵Proclus: Atina Okulu’nda yetişen ilk önemli matematikçi Öklid (Euclid) (M.Ö.325-265); son önemli matematikçi Proclus (M.S. 411-485) tur. Bu dönemin matematiği hakkında en önemli kaynak Proclus’un eserleridir. 6Yer altı kavramı pek çok mitosta; örneğin Demeter ve Persephone, Odysseus vs. gibi ister Yunan kaynaklı olsun isterse başka bir coğrafyaya ait olsun insanın kendini tanıması ve bu süreçte kendiyle karşılaşmasını sembolize eden Mağara, Hades gibi ifadelerle yer alır. Bu insanın kusurlu tarafını saflaştırarak gerçek varlığını ortaya koyabilmesi için yapması gereken en önemli karşılaşmanın veya Bhagavad Gita’daki ifadesiyle savaşın temsilidir.
15
ARAŞTIRMA
Ayrıca Kutsal Bilgi yücedir, merhametli ve yardım severdir. Tanrılara ve tanrısal olana saygı önemlidir. İçimizdeki karanlık ya da “yer altı” cehaletten, saf olmamaktan, dikkatsizlik sonucu ortaya çıkan kötülük formlarından ve “güzel” olanı algılayamamaktan kaynaklanır. Bu eski olan Mısırlı ifadeyle “karanlık”tır. Aksi durumu ise “ışık” olacaktır. Işık ya da aydınlık yani Platon’un Mağara Mitosu’nda bahsettiği gibi; mağaradan çıkıldığında görülen Güneş; iyi olan her şeyin “nedeniyle”, iyi ideası ile temas içinde olma durumudur. George Sand⁷
16
de bu
konuyla ilgili şöyle bir ifade kullanmıştır: “Ben dünyada her hangi bir günah görmüyorum, sadece cehalet görüyorum.” Kehanet, Öngörü Kehanet için bazı materyaller kullanımından bahsedilir. Buhar, karanlık bir ortam, ziller, davullar, Apollo rahiplerinin kullandığı su gibi unsurlar ilham için yardımcı olarak kullanılır. Yıldızların araştırılmasıyla geleceği arama tekniğinde bazı hayvan organlarının kullanımı da söz konusudur. Tanrılardan veya doğa ruhlarından geleceğin ön
bilgisine sahip olmanın mümkün olup olmaması ile ilgili anlaşmazlıklar mevcut olsa da, falcılık büyücülük gibi alt planlara indirgense de bahsi geçen vecd durumu, bir melekten veya daimondan haber almak değil, Kutsalın fantezisi değil ancak aktif imgelem yoluyla etkinleştirilmesidir. Bu konuda rüyalar ele alınacak olursa uyku halinde iken bedensel karmaşadan kurtulabilindiği ve algıların açık ve uyanık olduğu durumda, bilinç altı ve bilinç dışı olanı fark etmek mümkün olabilir. Ya da küçük bir oranda da olsa gelecek algısını fark etmekten bahsedilebilir.
⁷George Sand: 1804- 1876 yılları arasında yaşamış gerçek ismi Amandine Aurore Lucile Dupin olan Fransız edebiyatçı.
ARAŞTIRMA Bu yeti için saflık, ya da gençlik ve sanatsallık iki temel kavramdır. Ancak bu konuyla ilgili olarak en önemli nokta erdem noktasıdır. Çünkü bu çalışmalar erdemsiz, kişisel çıkarlar adına değersiz olanın değerli olanla yer değiştirilmesi gibi kötü eğilimler pek çok zihinsel rahatsızlığa yol açmaktadır. Ayrıca hastaların iyileştirilmesi ve buna benzer konular kişinin öncelikle erdemleri ile ilgilidir. Aksi halde ruhun bu yolla yararlı bir şeye katkıda bulunması olanaklı değildir. Bu durumdaki kişiler kibirlerinin kurbanıdırlar. Oysa kutsal olanla birlik içinde bulunmak için kişiliğin sıkı bir gözlemi ve perhizi (kontrolü ) gereklidir. Pürüzsüz bir saflık ve arınma gerektirir. Öyleyse bu şeylerin saçma tehditler gibi kullanımları açısından bahsi geçen şey; bir ölü kişinin ya da daimonun ruhu değil ilahi olan karşısında kendini aşağı planda Ay’a adanarak yani Güneş karşısında dişil, alıcı bir rol üstlenerek, alçakgönüllü ve onurlu bir insan haline getirmektir.
İskenderiye Okulu hocalarından Theon bunu inisiyasyonun üç aşaması olarak açıklar. Saflaşma, erginleşme ve ilahi vizyonun yönetimi yani kişinin bu ilahi vizyonu kendi içinde yönetebilmesi (üst derecede kendini kontrol). Proclus buna tamamlanma mistik yolla inisiyasyon demektedir. Bunun sonucunda kişi vecd edici, contemplator, düşüncelerine de hükmedebilen olur. Bu açıdan “seyreden yönetici”⁸ kavramı merkezi bir noktada durur. (Büyük Diyoniziak Mit,VI,2,3) Mısır’da Tifon’un bakışları derindekini ifade eden tarif edilmez semboldür. İsis gökyüzü arkanasını yani göksel yazgının çevrimini ifade eder. Bu noktada Osiris’in bacaklarındaki gibi benzer karakterde bir şey yapmak gereklidir. Birleştirmek. Bu bakış bir tehdit değildir. Asılsız korku ve dehşete düşürülmüş bir acı ve keder ruhu üretmek değildir. Mısır ve Babil tapınaklarında bilim ve felsefenin tüm bölümleri öğrencilere Kutsal Öğrenme olarak aktarıldı.
Rahiplerin öğrencilerin törenlerini düzenlenmesine ve uygun bir şekilde yapılmasına ayrıca yazıcılığa çok önem verildi. İlk Neden Mısır’lı öğretide de olduğu gibi somutlaşan değil Evren veya yaratıcıyı da (demiurgos) öncülleyen, bilinemez ve söylenemez olan İlksel Olan’dır. Gezegenlerin yöneticisidir. Güneş Tanrı’nın “yani evrenin yaratıcısı olarak; Osiris ve İsis mitosunda bahsi geçen durumu, yıldızları, onların aşamalarını, döngülerini yöneten, geleceği oluşturan, Ay’ın ve Güneş’in döngülerini yönetendir.” Doğa ile madde ve ruh arasındaki bağı kuran özniteliktir Eudomonia (Daimon’unu, içindeki iyi ideasını ortaya çıkaran) / Mutluluk Mutluluk için teurji gibi yollar olmayabilir. Ruh genel kavramların formu olsun. Tüm bunların yanı sıra basireti, bilgeliği elde etmenin pek çok yolları vardır.
⁸ Seyreden Yönetici : Bu durumda kişi ilahi vizyon sahibidir, ilahi olanı görür, seyreder, izler ve vizyonunu kontrol eder. Seyreden kavramından izlenimci olan değil; şeylerin özünü gören ifade edilmektedir. Bu yüzden “seyreden” ve “yönetici” terimi kullanılmıştır.
17
ARAŞTIRMA
Kalbin Yargılanması Sahnesi
Belki de sanat çalışmaları bunlardan biri olabilir. Her ne kadar filozoflar arasında pek çok farklı düşünce olsa da hakikate ulaşma arzusu da mutluluğun özünü oluşturmaz. Hakikati anlama, bilgeliği keşfetme kişisel bir şey edinmenin aracı değildir. Bir şeye sahip olma gibi başarılar bir ticaret meselesidir. Varsayalım ki doğanın güçleri ile iletişim içinde olunsun bu mutluluğun istihdamı için yeterli bir durum değildir.
18
Ancak tüm bunlar olmasa da iyi bir insan olmak, kendilik konusunda dikkatli olmak mutluluk için bir yol olabilir. Bir gezgin için tüm çıplaklığıyla doğa, havadan ve at-
mosferden oluşan kalesi mutluluk olabilir. Tanrı ile Bir Olma “Bilmeden sanrı nifak ve küfür ve delalet vardır.” Tanrılar, teklifler, pazarlıklar, hesaplamalar gibi safsatalarla takip edilmez. Teurji, rahipleri Tanrılar’la birleştiren bir kavram değildir. Tanrılara layık bir şekilde yaşayan, tüm yanılsatıcı anlayışı geride bırakan sadece kutsal olanı her yerde algılayan sessiz sembolleri ve her şeyi BİRLİK içinde algılayan vardır. Ruh ve Ebedi Dünya dönüşten bahsederken Mısır’ın Ölüler Kitabı’nda da konu edilen dünyevi varlığın bulunuş koşullarından ve geçirdiği süreçlerden
bahsedilir. Sonuç Hakikatin doğadaki sanatsallık gibi, Mısır’ın Ölüler Kitabı’ndaki üçüncü aşamada bahsi geçen ve metnin temel eksenini oluşturan, pek çok form altında kendini gösterebilmesi, kişi açısından da aynı doğrultuda “çoğulluğa dönüş” ün ancak Bir’e yönelerek mümkün olabileceğini ifade eden Yeni Platonculuk bölünmüş insanın yürüdüğü yolu ve yolda karşılaşabileceklerini, somut bir biçimde açıklama çabasından oluşur. Mısırın Ölüler Kitabı’nda da bahsi geçen süreç Iamblikhos’un öğretisine benzer olarak dört evrede ifade edilir.
ARAŞTIRMA 1-Kurban /Ölüm Burada da kişi alt dünyalara geldiği zaman pek çok tehlike ile karşılaşmak durumundadır. Burası aynı zamanda Öte Dünya İle karşılaşılan yerdir.
ateş gölünde son bir kez daha saflaşarak zamanı ve mekanı aşar ve Platon’un ifadesi ile Demiurgos olur. Kendini tüm bağlarından arındırır. O artık evrenle BİR olmuştur.
2- Öte Dünyada Yeniden Diriliş Bu evrede kişi bilinci sayesinde kendini tekrar yapılandırır. Kendilik algısı kimlik algısıyla saf bir kişilik olarak tekrardan kurulur.
Ancak bu öğretilere materyalist ya da somutlaştıran bir zihniyetle bakıldığında iki önemli noktaya dikkat çekmek gerekir.
3-Çoğulluğa Dönüşüm Bu evrede zamanı aşmaktan, sınırlamaları aşmaktan ve hakikatinin ışığını görebilmekten bahsedilir ki Ra’nın kayığının 12 saati aşması sembolizmi, zamanı aşmak için Herakles’in 12 denemeyi geçmesi gibi, ruhun görüntülerle kendini özdeşleştirmeden tüm görünenleri hakikatin taşıyıcısı, aracı olarak kullanabilmesi ifade edilir. 4-Yükseliş ve İlahileşme Öte Dünya’nın yargısından (kalbin yargılanmasından) geçen ruh
1- Fantezilerden oluşan karmaşık ve anlaşılamaz bir öğreti gibi değerlendirme sorunu. 2- Maddeyi dışlayan, sadece ruha ve ruhsal vecde bunun sonucunda da bu gün Tibette’ki, Hindistan’daki, Yunan’daki, Mısır’daki, Çin’deki gibi öğretilerin Prof. J.A. Livraga’nın9 ifadesiyle el falcılarına ve büyücülere (dugbatçılara) atfedilen, bilgeliğin insan eliyle kirletilmiş kısmının yarı korku yarı hayranlıkla öne çıkarılması. Oysa Yeni Platonculuk’un aktarımını yapan filozofların hayatlarına da bakılacak olursa en temel dayanak noktalarının
erdemli insan yaşamı olduğunu söylemek yanlış olmasa gerektir. Genel olarak türüm yasası gereği insanın somut aklıyla algılayamayacağı konuları semboller, mitler, İnançlar, bilim, astronomi, astroloji, matematik, fizik gibi pek çok alanı eklektik bir tarzda açıklamaya çalışırlar. Bu noktada öğretilerinin özünü her planda “BİRLİK” olarak ifade etmek mümkündür. “Birlik her yerdedir.” KAYNAKLAR 1. Gökberk, Macit, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, 11.Basım 1999 2. Güçlü, A.Baki; Uzun, Erkan; Uzun, Serkan; Yoksal, Ü.Hüsrev; Felsefe Sözlüğü, Sanat Yayınları 3. Iamblichus, Theurgia or On the Mysteries of Egypt NOTE: for a more recent translation, see Iamblichus: De Mysteriis. Ed. Clarke, Dillon, Hershbell (Atlanta, 2003) 4. Wikipedia 5. YYT Dergi, sayı 53, Mısır’ın Ölüler Kitabı
Meral ŞEN
9Prof. J.A. Livraga(1930-1991): Buenos Aires(Arjantin) Üniversitesi Edebiyat ve Felsefe
Fakültesi, Tarih ve Sanat Tarihi mezunu, Fransız Akademisi tarafından Sanatta Bilimde ve Edebiyatta Paris Nişanı verilen Lotus(şiir), Doğu Bilgeliğine Giriş (felsefe), Simyacı Özgürlüğü Öldüren Engizisyon (Roman), Konferanslar (3 cilt), Düşünceler (Derleme), TEB (Tarihsel eleştiri), Antik Yunanistan’da Gizemler Tiyatrosu; Tragedya (İnceleme) gibi eserleri olan modern filozof.
19
ARAŞTIRMA
20 20
ARAŞTIRMA
RUHANİ IŞIK: AMON Amon (Amen, Amun, Ammon, Amoun): “Amen” “saklı olan” demektir. TEB’in baş tanrısıdır. Kutsal hayvanları kaz ve koçtur. Orta krallık döneminde yerel bir tanrı olan Amon Teblilerin tüm Mısır’a hâkim olmasıyla Tanrıların kralı olmuştur.
Daha sonra Amen’in “görünmeyen yaratıcı güç” olduğunu cennetteki, dünyadaki, engin derinlerde ve yer altı dünyasındaki hayatın temeli olduğuna inanılmıştır. Amon daha sonra Ra ile birleşerek dini törenlerde adı anılan ve kendisine yücelikler atfedilen
Mısırın en güçlü tanrısı olmuştur. Bu ritüel amin (amen) şeklinde dualardan sonra söylenen bir ifade olarak Ortadoğu geleneğinde halen yaygın olarak devam etmekte olan bir uygulamadır.
21 21
ARAŞTIRMA
THOTH Thoth kelime oral anlamı ‘mesajcı’ ve işleviyle çok alakalı olarak ‘seçmek’ anlamına gelmektedir. Thoth bilgeliğin Tanrısıdır. Yazıyı Mısırlılara öğreten Tanrı Thoth’dur. Thoth Latin de Hermes veya Merkür, Yunan’da Hermes Trismegistus, İslam’da da Hz. İdris olarak bilinmektedir. Nil’in kıyısında çamurun içinde timsah yumurtalarını arayan İbisin şekli de aramak, seçmek anlamında kullanılmaktadır. Thoth ibis başlı olarak resmedilmektedir. Thoth’un simgelerinden biri de yazı takımıdır. Ibis kuşu çamurdaki yumurtayı gagası ile (analitik aklın yaptığı gibi) arayıp bulmaz, noktasal bir darbeyle görmemesine rağmen çamurdaki yumurtayı (zekanın yaptığı gibi) gagasının ucuyla tutup çıkatır. İbis’in bilgelik açısından özelliği, İbis (bilgeliğin) ve timsah da (cehaletin ve kötülüğün simgesi olan tanrı Seth’in zoomorfik temsili) arasında bir mücadele vardır. Bu savaş bilgelik ve cehaletin doğadaki bir tezahürüdür. Ibis, yumurtaları gece ay ışığında yer, yani Thoth’un yardımıyla.
22 22
ARAŞTIRMA
ANUBİS
Çakalların mezarlar etrafında dolaşması nedeniyle çakal başlı Anubis ölümle beraber anılır. Ölen Osiris’i mumyaladığı için mumyalama tanrısı olmuştur. Görevi tüm ölüleri korumak ve yüceltmektir. Bu yüzden mumyalamayla görevli kişiler Anubis maskesi takarlar. Anubis diğer dünyada ölülerin koruyucusu ve ölüler kentinin efendisidir. Kutsal mumyalayıcı olarak da
bilinir. Anubis bizde bilinen ismi ile mahşer günü ruhu tartan tanrıdır. Terazisinde ölünün ruhunu temsil eden kalbi ile Adaletin tanrıçası Maat’ın tüyünü tartar. Doğruluk tüyüne karşı ölünün yüreğini tartarken, Anubis ahirete kimin gideceğinin kararını verme konusunda Osiris’e yardım eder.
Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak bilinir. Mumyalanarak bir Mısırlı yargılanır yargılanmaz ruhu daha önceden içinde bulunduğu bedene tekrar girebilir. Anubis eğer orada vücudu korumazsa kurtuluş ve dolayısıyla ahiret olmaz. Anubis, çoğunlukla bir çakalın ya da kurdun siyah başı ile insan formunda tasvir edilir.
23 23
DENEME
24
DENEME
İNSANIN YEDİ KATLI YAPISI Teozolofiye göre insan 7 katlı bir yapıdan oluşuyor. Diğer bir deyişle insan 7 farklı bakış açısıyla analiz edilebilir. Düzlem denilen kişinin doğasının uyduğu durumlar mevcuttur.
kattan oluşur. PRENSİP 1: FİZİK BEDEN • Maddesel moleküllerden oluşan beş duyumuzla algılanan kısmımızdır.
Bilinci fizik düzlemde olan kişi acı, fiziksel darbe, susuzluk, gibi durumlara karşı hassas olurken savaş sırasında tehlike anındaki bir askerin bilinci, hayatta kalma arzusunda olacak bu esnada fiziksel bir yara aldığında bunu daha geç fark edecektir.
• Tüm canlıların atomik yapısı aynıdır. Gizli doktrin dağdan papatyaya, insandan karıncaya, filden ağaca kadar tüm canlıların en küçük birimi olan atom birdir, aynıdır der.
Duygu düzleminde olduğundan bilinç tekrar fiziksel düzleme döndüğünde acıyı o zaman fark edecektir.
• Molekülleri bir arada tutan hayat enerjisi bittiğinde (ölüm), arda kalan beden bakteriler tarafından daha küçük parçalara ayrılarak yok ediliyor, ortadan kaldırılıyor.
Soyut sorunlara kafa patlatan bir filozof ise vücudun ihtiyaçlarını geri plana atacaktır. Yedili yapı üç yüksek prensip (triad) ve 4 alt prensip (quaternary) olmak üzere toplam yedi
• Organik ve inorganik olan tüm partiküller canlıdır.
PRENSİP 2: PRANA / ENERJİ • Tüm evren dünya, insanlar, bitkiler, mineraller, atomlar… hepsi
büyük bir hayat olan okyanustadır. Bu büyük hayat okyanusuna jıva deniyor. Bir süngeri düşünürsek okyanus içinde tüm süngerin içine su girer ve sünger suyla bütünleşir. Suyla sünger bütünleşmiştir artık. Her canlı yaşam okyanusuna batmıştır ve karışmıştır bu okyanusa prana denir. Prana ve 4 prensip birleşir. • Hayvan ve insandaki- tüm canlılardaki canlandırıcı kuvvettir • Bu canlılıkta linga sharira (astral-duygu) prana ile fiziksel bedeni birbirine bağlayan köprü vazifesi görür. • Gizli doktrin bedenin en ufak moleküller biriminden en büyük parçasına kadar prana’nın içindedir der. • Prana bu moleküllerin bir arada olmalarını sağlar. Bu en küçük birimlerin hepsi ayrı ayrı ilahi yaşamın içindedir.
25 25
DENEME PRENSİP 3: ASTRAL(LİNGA SHARİRA = DUYGU ) • Linga sharira bağlı bulunduğu fiziksel bedenin tam tersidir ve ondan ayrılabilir Ona zayıf bir iple (gümüş ip) bağlıdır. Linga sharirada meydana gelen bir hasar fiziksel bedene yansır . Üzüntü-stres bedensel hastalıkların temelidir. Fiziksel bedendeki enerjinin azalmasıyla linga sharira da etkilenir. Sağlam duygu sağlam vücutta bulunur. • Linga sharira hayat enerjisinin aracıdır veya vücuttaki hayattır ve onun kısmi ayrılması –azalması vücuttaki enerjiyi azaltacağından fiziksel moleküldeki enerji azalır ve kişi bitkinleşir. Duygumuzla enerjimiz paket halindedir. • Fantom etkisi: Kişi bir uzvu kesildiği halde hala o uzvun yerinde ağrı hissedebilir ve bazı özel kişiler (kâhin) kesilen uzvun yerindeki enerjiyi görebilirler. İşte bu etki linga sharirayla ilgili. Linga sharira düşünce akışlarına göre çeşitli kalıplara girer ve görene ve beklentiye göre şekilsellik kazanır. Eşyaları uzaktan hareket ettirebilme gücü de linga sharirayla ilgili. • 26
Aynı
zamanda
maddesel merkez de linga sharirada yer alır ve fiziksel organlarla algılama arasında aracı olur. • Fiziksel uyarımlar duyu organlarımızda titreşime neden oluyor. Titreşen en küçük molekül bu uyarıyı linga sharirya aktarır ve buradan “bir şeye” dokundu hissi oluşur bu beyin hücrelerine iletilir buradan da kama manas (4. prensip) bunun bir kalem olduğunu algılayıp beynimize geri bildirir. • Linga sharira aynı zamanda beden dışı yolculuk yapan tarafımız. Uykuda ya da transta beden dışına çıkar ancak geri bedene dönüşte bu bilgileri hatırlayamaz. • Bedensel ölümün aynısı linga sharira için de vardır. Kişi ölürken duygularını da yanında götürmüyor. PRENSİP 4: KAMA (ARZULAR) • Kimi zaman insandaki hayvansal ruh diye tanımlanır. Tüm hayvansal istekler açlık, susuzluk ve cinsellik gibi istekler hep onun altındadır. • Aklın bir alt grubu, hayvansal yönü olarak tanımlanır. Kama tüm duyuları kapsar, arzusal ve duygusal tarafımızdır. • Astralden farkı dü-
şünmesi ve davranışa dönüştürmesidir. Kin bir his-duyguyken bu anda düşünce yoktur ve bunu davranışlara yansıtmak karşısındakine kötü davranıp kararları kindar düşünceyle vermek kama manatik bir özelliktir. • Tüm arzular, haset ve kıskançlık, şehvet var olma ve maddeye aşk onun içindedir. Kama duygusal varoluş için arzudur. Maddesel oyuncaklara duyulan istektir. Bu prensip doğamızdaki maddeci taraf bizi dünyaya bağlayan taraftır. • Hayatımızın sorumsuz tarafıdır. Manasın alt gurubuyla birleşen kama normal insan aklı seviyesine gelir, içimizin vahşi yönüdür ama dünyaya bağlayan yönüdür ve içimizdeki sonsuzluğu duyuların illüzyonuyla boğar. • Kama hayatın nefesi olan tüm moleküllerin içinde olduğu pranaya bağlanır. Duyguların yuvasıdır. Duyguların fonksiyone olabilmesini sağlar. • Fiziksel yaşamla temasta olan vücudun duyu organlarını prana titreştirir ve bu da linga şariradaki maddesel dünyanın duyum merkezi ile bağlantılıdır. • Duyu merkezi kamada vücuttaki
DENEME ve linga şariradaki titreşimi hissetmeye dönüştüremezse sadece titreşim olarak kalır • Bulunduğun durum olduğun düzlemi gösterir. Ne zaman bir insan duygu ve arzuların etkisi altındaysa o kişi karmik plandadır. Peki, öldükten sonra kamamanas ne olur? • Beden öldükten sonra kamamanas kama lokaya (bekleme salonuna) gidiyor ve buradaki haline kama rupa deniyor. Kama rupa da düşük seviyede bir bilince sahiptir. Vicdanı olmayan bir kaba kurnazlık halidirve hayvansal güdülerin çektiği yere başıboş olarak gider. • Kama rupanın uzun- kısa varoluşu ölen kişinin hayvansal-arzusal yönünün gelişmişliğiyle ilgili. Eğer dünya hayatında kişi hayvansal doğasını beslemişse kargaşa içinde yaşayıp ruhsal ve akılsal tarafı ikinci plana atmışsa o zaman kişi öldükten sonra kama rupa uzun zaman kalır. Yine kaza –intihar gibi ani ölümlerde kamayla prana arasındaki bağ hemen kopmaz ve kama rupa yine uzun süre kalır diğer taraftan kama dünya hayatında dizginlenmişse o zaman rupanın az enerjisi vardır ve hızlıca dağılır ve çözünür.
• Alt dörtlü aklın gelip onu adam etmesini bekler. • Teozofi insanın geçmiş zamanlardan günümüze basamak var olduğunu söyler. 4lü halden sonra ruhla temas ve onla bütünleşme safhası olur. Dörtlü yapı insanın kişiliğidir. İnsanın kendisi değil. Düşünce insanı insan yapar kişilik alt dörtlü olup ölümlü kısmımızdır. • Kişiliği insan yapmak için aklın (manasın) ışınları olmalı. Bu ışınlar olmadan vücutla, yaşamıyla ve hayvansal ruhuyla tanımlanır. • Tutkular vardır ancak nedenleri yoktur. Duygular vardır ancak akılla birlikte değildir. Arzular vardır ama akılcı isteklerle değil. • Krallığının gelmesini bekler egosaldır. Akılsal (manatik) dokunuş kişiliği insana çevirir. PRENSİP 5: MANAS (DÜŞÜNÜR) • Üst üçlü manasbudhi ve atmadır. İlki manastır. • Manas sanskritçede “man” (insan) kökeninden gelir. Aynı zamanda düşünme manasında olan manası akıl (mind) dan ziyade
(thinker) düşünür olarak algılamak lazım. Manas tarafımız ölümsüz bireydir. Gerçekten “ben” kendini tekrar tekrar geçici kişiliklerle kaplar ve kendisi sonsuza kadar kalır kişilik ise ölür. • Manas bildikleriyle ve bilgileriyle kısacık dünya hayatından fazlasını yaşar. Geçmişteki, şu andaki ve gelecektekidir. Zamanın eskitemediğidir. Blavatsky’nin dediği gibi göksel ilahsal bir varlık düşünün ve ismine ne dediğinizin önemi yok. Bir ile bütünleşmek için yeterli saflıkta değil ve bu saflığa ulaşabilmek için evrende olan her duyguyu ve deneyimi deneyimleyerek kişilik kişilik geziyor. • Alt grupdaki canlılar da buna benzer deneyimler kazandıktan sonra yaradılışın basamağında deneyimlendikten sonra insan düzlemindeki deneyimleri yaşar. • Manas aslında düşüncedir ve çoğulu manasapulra denir bu kişisel düşünceye teozoflar gerçek insan egosu diyor. • İnsanın kişilik tarafı sahte ego iken birey tarafı gerçek egosudur.
27 27
DENEME
• Manas kemik ve deriye hapsolmuş düşünen varlıktır. Bu ruhsal bir varlık olup maddesel değildir ve reenkarne olan egodur. İnsanın hayvansal tarafını bilgilendirmek-ehlileştirmek için gelmiştir. • 4lü yapı oluşurken içinde kiracı olmayan bir eve benzer ve içine gelecek kiracıyı bekler. Manasapulra, ruhsal varlıklar, yüce zekâ bu noktada dünyaya gelir ve 4lünün içine yerleşir ve dünyada evrimleşir. • Bu gelen egodur içimizdeki manastır. Değişmeyen bireydir insanın 5. prensibidir. Manas içimizdeki bendir egodur. • Şimdi manası tek bir reenkarnasyonla düşünelim. Daha önceki dünyevi nedenlerde ötürü bir ailede doğuyor. Manas dünyevi hayatını geçirecek olduğu evini belirliyor. Ve o ince zarif narin ruhi ailemden dünya âlemine geçiyor.Astral 28 28
maddeyle k a p lanmış o l a n m a nas bir p a r çasını doğmamış çocuğ u n sinir sistemine entegre eder. Ve olgunlaşan sistemin içine yerleşir. Ve yüksek manasın bir parçası ve yansıması olan düşük manas (lower manas) oluşur. Kama manas. Biri cenneti- birliği arzulayan tarafımızdır. İnsani düşünen, hayvansal arzuları olan kamasal tarafımız da düşük manas-kamamanas oluyor. • Şimdi dikkatimizi kama manasa verelim. Alt 4lü yapıyla birleşiktir. Bir eliyle kamaya tutunurken diğeriyle daha yüksek manasa tutunuyor. Kişi ya kama tarafından sürüklenerek üst üçlü yapıdan uzaklaşarak kopar ya da manas tarafından dünyadaki saflaşmaya yönelik deneyimler yaşayarak ve başarılı reenkarnasyonlarla dünyevi görevini tamamlayıp kaynağına döner. Dünya hayatında kama ve manas birleşir. • Lower manas bu arzuları-tutkuları rasyonalize edip arzulara akıl ve nedensellik katar. Ka-
mamanas beyinde nörolojik sistemde fonksiyon gösterir. Ve maddesel plandaki bu organları araç olarak kullanır. • Akıl dediğimiz şey manasın bozulmuş halidir. Saflığından uzaklaştığından kimi zaman doğru kimisinde yanlış karar veriyor. o yüzden kimi zaman kararlarımızı deneyip görüp iyi ya da kötülüğünü fark edeceğiz. • Kamamanas dünyaya maddeyle- arzularla bağlanan kısmımız. Bu dünyada beden ile bağlı ve bütünden ayrılık sapıklığına düşen kısmımız insan kişiliği. Bedensel arzulardan etkilenen kısmımız. Kamamanas kişiliğe ait ve ona beyin vasıtasıyla hükmeder. • Kama: bedensel ihtiyaçlardan kaynaklanan arzular-istekler ve fiziksel uyarılardan etkilenir. Alt manas kendini kamadan kurtardığında yüksek mental aktiviteler (yüce-ilahi ) kılavuzu olur. Ve özgür ifadenin organı olur. Bu özgür ifade kamanın bastırıldığı durumdur. Alt manas kamadan uzaklaşırsa üst manasın kişiliğe etkisini daha kolay iletir. • Alt manas çeşitli başarılı reenkarnasyonlar sonucu evrensel ruhla birleşir. Manatik ışınlar aynı zamanda
DENEME aldatıcı maddenin etkisinden de kurtarabilir. • Tüm hayat alt manatik bölgede geçen bir savaş. Manas kamayla insanın egemenliği için savaşıyor. • Nadir de olsa ruh tamamen kamanın da denetimine girebilir. Alt manas arzuların onu sürekli yıpratmasına maruz kalıyor ve kamayı üst manasa bağlayan gümüş ip kopuyor. • Kişilik bireyden ayrılıyor-kopuyor ve insanın vahşi tarafı dizginsiz hale geliyor. • İnsan görünümlü ve hayvan güdümlü bir varlık haline geliyor, bu varlık yaşarken bile çürüyor. • Bu insanlar diğer insanların doğal düşmanı olurlar. Sadece arzularıyla hareket ederler ve her reenkarnede daha da dibe batarlar. Şeytani güçlerin sürekli yıpratmasıyla yaşam kaynağından koparlar. • Beden öldükten sonra kamamanas astral şekilde serbest kalıyor. Sonra dünyadaki deneyimlerine göre bir süre bekleme salonu olan kamalokada kamarupi olarak bekliyor. Sonra dengelenme ve dinlenme safhası olan dünyadaki deneyimlerin sindirilme-
si amacıyla devekana geliyor. Bu dengelenme safhasından sonra tekrar yeni bir bedene yeni deneyimler kazanarak saflaşma amacıyla reenkarne oluyor. • Dünyadayken kamamanası insanda özgür irade olarak görürüz. Özgür irade evrensel zihnin uzantısı olarak manasın içinde yer alır. Bir kere bilincimiz kendini kama yerine manasla tanımlarsa alt doğamız (kamamız) hâkimiyetimiz altında, hükmettiğimiz hayvan haline gelir ve kama bize hâkim olan ben kimliğinden çıkar. Manasın hâkimiyetindeyken kamanın liderliği ele geçirmek için olan tüm kavgaları, hırsları, karmaşaları bizim dışımızda kalır ve onu özgür irademizle dizginleyip ele geçiririz. • Manastan özgürlük hissini alırız. Kendimizi disipline etme bilgisini ve içimizdeki manasın kamamanasa hükmetme bilgisini. Bu arada kamamanas da tabiî ki isyan edip savaşacaktır. • Manatik özellikler iradenin farklılıklarıdır. Her bir manatik özellik kişinin potansiyeline göre ortaya çıkar. • Fakat ortama göre koşullanmadan önce ta-
mamen serbesttir (kök hücre gibi). Manatik özellikler kendilerini bulundukları platforma göre revize edip (değiştirip) her evrede iç özgürlük bilinci taşınır. İç özgürlük bulunduğu plana (evreye) göre çalışır. • Özgür iradenin bulunduğu üst manasın isteklerine kişiliğin uyuşukluğu ölçüsünde cevap verilir. Bu uyuşuk kişiliğe gömülmüş olan alt manasın iradesi arzularla, iştahla ve tutkularla sarılıdır. • Bu manatik irade kamaya ve fiziksel vücuda etki edebilse de bu etki materyalin hamlığına- kabalığına bağlı olarak bertaraf edilebilir. Manasın etkisini her beden kendi kapasitesine göre yaşar. • Bir adamına ayağının prangalandığını düşünelim. Sistemin gücünün var olmasına rağmen aktiviteleri sınırlanmıştır. Bu güç, kasın gücü demiri kırmaya yeltendiğinde görünür hale gelir. Hareket kısıtlansa da demirde kasın çalışmasını ve gücünü göstermesini engelleyecek güç yoktur. • İnsanın enerjisi altındaki doğası tarafından yöneltilmezse karmik prensiplerin eline düşen arzular ve istekler onu kontrol eder. 29 29
DENEME Kama aslında irade tarafından kontrol edilir. • Kişi kendi sınırlarını ancak zorladığındazorlandığında fark eder ve irade ancak hareket haline geldiğinde prangalarını zorlar. • Bağlı bulunulan manas prensipleri iradenin hangi arzuları doyuracağını etkiler. Manas kamayı yönettiği müddetçe kişilik tarafımız (alt dörtlü) birey kısmımıza (ulu üçlüye) boyun eğer. • Peki, üst manasın üstünde ne vardır ve onu ne yönetir sorusu akıl sınırlarındadır. • Ama şunu diyebiliriz ki: evrende gerçek özgürlük yasayla uyum içinde ve evrensel iradeye gönüllü uyma kişiyi mükemmel özgürlük ve uyumlu bir yapar. • Yüksek ego tartışmak yerine görür, doğru sezgi özelliğidir. Sonuçsallık, gözlemlerle olan gerçekleri tartma-dengeleme, tartışmak ve sonuç çıkarmak beyin aracılığıyla alt manasın işidir. • Genelde bizim hislerimiz kördür arzu ve isteklerden etkilenmiştir. Biz kişilik girdabında bulunduğumuz müddetçe arzu ve istek feryatları manasın sesini baskılar. 30 30
• Üst manasa ne fırtına ne ateş ne kasırga ulaşır ve buradaki hissedilebilir sessizlik haline hava hareketsizken ve derin sessizlikle ulaşılır. Kişi bu sessizlik durumuna –kendini bulmaya gözünü ve kulaklarını kapatarak hatta dünyanın sessizlik haline bile kapalı olacak biçimde olursa ulaşabilir ve kendini bulabilir. • Bu trinity’ nin (birey kısmımız) tekliği tüm mistikliğin mesihidir. İnsan öldükten sonra beden yerde yatarken ruh yükselir ve evrensel ruhla bir olur. Kişi gerçek benliğiyle birleşir. Manas atma ve budhiyle birleşir. Bu durumda çember kırılır ve tanrıyla birleşme tamamlanır. • Tekrar bir olma özlemi insanın içinde olur ve bu özlem kendini tanrıyı arama ve ibadet olarak gösterir. Ruh kendini tanrıya susamış olarak hisseder ve tüm inançlarda hedeflenen onunla bir olmaktır. Prensip 6 & 7: Atma-Budhi ve Ruh (Spirit) • Ruhsal ilahi ego (budhi) manasla sıkı ilişkide. Atma insan doğasının en soyut parçası olup varoluş için bir ruh arayan nefistir. Her yerde ve her şeyde var olandır. Bu ebedi varoluş
hali kendini atma olarak gösterir. • Atma alt planlarda direkt var olamaz. Budhi aracılığıyla bu planda var olur. • Budhi fark etme yeri, ilahi bilginin manasa ulaşma kanalı iyi ve kötünün muhakeme yeri aynı zamanda ilahi vicdan ve manevi ruhtur. Atma budhi aracılığıyla var olur. Ruhsal muhakeme prensibidir. • Atma budhi deneyimlerle bireyselleşir ve bireysel bilinç kazanır. • Beyin içindeki kendinden daha büyük bir varlığı kelimelerle kavrayamaz ancak uzun ve sabırlı bir meditasyonla olabilecek bir durum bu. • Hiçbir fiziksel ve entelektüel olay ruhun varlığın kanıt değildir. Bir hayvana öklitin bir önermesini ispatlayamazsın. Atma-budhiyi kamaya ve kamamanasa anlatamazsın. • Tırmandıkça görüşümüz genişleyecek ve zirveye geldiğimizde tüm ruhlar düzlemini görebilecek durumda olacağız.
DENEME EVRİMDE ATOM (monad) • Yaradılış başladığında monad (atom) evrimi tetiklemek için maddenin içine atıldı. Çalıştığımız tüm prensipler atmanın çeşitli yönleri. • Teozofinin 5 yılı kitabında atma, güçlerin olgunlaşmamış merkezinden mineral formunu alır. Bu mineral safhadan bitki-hayvan ve insana kadar her atoma can katarak geçiyor. • Gizli doktrinde dediği gibi taş bitki haline geliyor bitki hayvan, hayvan insan, insan ruh, ruh da tanrı haline geliyor. Atom her şeyin başı. Atom evrimin kanunu tarafından maddenin en alt birimi olan minerale dönüştürüldü. Taşın içinde 7li dönüşten sonra dışarı sürülüp yosun (bitki) halini alır. Sonra hayvan sonra da insan halini alır. Okültizm kosmozta inorganik- cansız bir şey kabul etmez. Her atom hayattır. • Güneş ışığının kimi zaman ısı-ışık ve elektrik olabildiği gibi atma da değişik platformlarda değişik şekildedir. • Bilinmez bir nedensellikle üst basamaktan başlayıp (ilahi ruhtan) her yerde ve her
zaman olan akıl ve hayat olarak her atomda biter. • Öz en küçük elementten evrene kadar aynı siklustan geçer. • Ruhsal öz yani monad tüm evrende birdir. Kişiden kişiye farklılık göstermeyip ruhsal öz hepsini kapsar. Aynı dünyadaki elektriği herkes ayrı ayrı kullandığı halde aslında kimsenin elektriği değildir. • Nasıl ki güneşe farklı renkte camlarla bakıldığında renkler farklı ama güneş hep aynı güneşse monada farklı canlılarda olsa da hep aynı ve tekdir. • Ortalama bir araştırıcı için 3 yüksek öğeyi anlatan bir kanıt yok.
gözleri açık olanlar görebilir. Fakat alt dörtlü hep kanıta ihtiyaç duyar. • Her aklı olan ve düşünen insanın geçmiş sayfalarda anlatılan bu ilgilerin nasıl kanıtlanacağını düşünmesi doğal. Makul bir insanın bu bilgilerin hepsinin kanıtlanamayacağını bilmesi lazım. • Günümüzde bilimsel teoremlerin bile tam ispatlanamadığı düşünülürse bu teoremleri ancak bu konularda yoğun düşünme ve zaman harcayarak anlaşılacağı anlaşılır.
Mert BUĞDAY
• Ruhlar âleminin bilgisine erişen insanlar için kanıta ihtiyaç yokken diğer taraftan bu bilgi mertebesine erişemeyenler için de bunları ispatlayacak bir kanıt yoktur. • Lakin hala kamamanas üstünde bir şeyler olduğunda deha parlamalarıyla bizim karanlık dünyamızı ara ara aydınlatan tanrısal sezgiler bunlara kanıt olabilir.(yüzyıllar boyunca düşünceleri hala konuşulan kimi insanlar gibi) • Ancak bu durumları sadece içe dönük 31 31
RÖPORTAJ
32
RÖPORTAJ
HEYKELTRAŞLIĞA Giden Yolda Doruk Güneş ve Onur Kocaer İle Birlikte Bu ayki sayımızda iki genç sanatçının, heykeltıraşın atölyesine konuk oluyoruz. Doruk Güneş ve Onur Kocaer’ in Heykel Tasarım Atölyesi’ndeyiz. Heykeltıraşlık ile ilgili merak ettiğimiz sorulara cevap bulmaya çalışacağız. Merhabalar ilk önce sizi biraz tanıyabilir miyiz? Doruk Güneş: 1981 İzmir doğumluyum. 2001 Yılında Manisa Celal Bayar Üniversitesi İşletmecilik bölümünü bitirdim. 2002-2006 Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü’nü bitirdikten sonra profesyonel heykel çalışmalarına başladım.
Heykele olan ilginiz nasıl başladı? Doruk Güneş: Kendimi bildim bileli sanata karşı zaten bir ilgim vardı. Çizimler yapıyordum ve aynı zamanda bir dönem müzikle de uğraştım. Fakat heykelle tanışmam çok yakın bir arkadaşımın üniversitenin heykel bölümünü kazanmasıyla başladı. Yanına gidip geldikçe heykele olan ilgim arttı. İki boyutlu şeylerle uğraşıyordum ama üç boyutlu çalışmalar daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Hem görsel hem dokunsal eserler o r -
taya çıkıyordu. Bunları gördükçe ilgim daha da artmaya başladı. Böylece heykeltıraşlığa adım atmış oldum. Onur Kocaer: Benim ailemden dolayı, hep sanatla iç içe bir hayatım oldu. Sanat kitaplarının ve sanat atölyelerinin içinde büyüdüm. Annemin resim öğretmeni olmasından dolayı, ondan ve sanat öğretmeni arkadaşlarından etkilendim.
33
RÖPORTAJ Kendimi sanattan hiç ayrı görmedim. Büyüyünce ressam olacağım diyordum, sonrasında resim de tatmin etmemeye başladı. Daha hacimsel daha kütlesel şeyler yapmak istedim. O yüzden heykel benim tek tercihim oldu. Doruk Bey sanatın diğer dallarıyla da uğraştığınızı söylediniz, diğerler inde de profesyonel misiniz? Doruk Gü-
neş: Uzun süre gitar çaldım, resimle uğraştım. Sanatın bir dalıyla ilgilenmeye başladığınızda diğerleri biraz geri planda kalıyor. Yoğunluğu bir tanesine vermek zorundasınız. Benim önceliğim heykel oldu. Sizi etkileyen bir sanatçı veya ilham aldığınız bir heykel var mı? Bir 34
dönem ya da akım var mı? Doruk Güneş: Çok var tabi ki. Özellikle Helenistik dönem heykelleri mesela beni çok cezbeder. Ama onun ötesinde tüm heykellere karşı bir ilgim var ve benim için inceleme alanı. Heykellerinizde son derece detaylı çalıştığınızı gözlemliyorum. Bize çalışma sürecini başından sonuna kadar kısaca anlatır mısınız? Doruk Güneş: İlk önce yapacağınız çalışma ile ilgili genel bir araştırma yapıyorsunuz. Kafanızda şeklini tasarladıktan sonra uygulama kısmına geçiyorsunuz. Uygulama iç konstrüksiyon kısmıyla başlıyor. Bunu iskelet dediğimiz, ahşaptan, metalden ve benzeri şeylerden oluşturarak yapıyoruz. Sonrasında daha yumuşak malzemelerden kil veya plastik türevlerinden dış katmanı oluşturuyoruz, şekillendiriyoruz. Tabi mermerde daha farklı işliyor bu süreç. Parça parça kesiliyor, milim milim şekillendiriyoruz. Heykeltıraşlığı sanat mı yoksa meslek olarak mı görüyorsunuz? Doruk Güneş: Heykeltıraşlığı tabi ki her zaman için sanat olarak görüyorum. Ama aynı zamanda ülkemiz şartlarında meslek olarak da görmek durumundayız.Zaten heykele meraklandığım zaman bunu bir iş olarak hiç düşünmemiştim. Okulda bize sürekli ‘buradan sanatçı olarak çıkacaksınız’ diyerek eğitim verdi hocalarımız. Şu anda iş olarak yapmış olsak da sanat kısmını her zaman ön planda tutuyoruz.
RÖPORTAJ Sanatla uğraşmak size ne gibi bir katkı sağladı (maddi-manevi )? Doruk Güneş: Ben bunu herkese söylüyorum, çok farklı bir görgü oluşuyor. Her şeye farklı bakmaya başlıyorsunuz. Nesnelerin nasıl oluştuğunu, nasıl yapılabileceğini, nasıl bir sanat eserine dönüşeceğini düşünüyorsunuz. Her şeye estetik ve sanatsal kaygılarla yaklaşıyorsunuz. Onur Kocaer: Sanattaki düzen ve disiplin bütün hayatınıza yansıyan, güzellikler sunan bir armağan. Değişen döngülerde esneklik kapasitenizi arttıran, kötü şartlarda bile dingin bir sakinlik sağlar sanatla uğraşmak. Bakış açınız değişiyor bir kere. Mesela Bornova’da bir çınar ağacı var. Ailemle her geçişimizde, annem bir ressam gözüyle bakıp yapraklarının renginden ve çeşitliliğinden bahseder. Bense şekline ve kitlesine bakıp uzayda kapladığı alanın hacmini görürüm. Bir başkası da onu yakacak ya da kereste olarak görebilir. Sanat dışarıya bakış açınızı tümden değiştiriyor. O yüzden sanatla uğraşmayan ve sanatı sevmeyen bir kişinin sizin yaptığınız heykelleri anlamasını ve beğenmesini beklemiyorsunuz. İyi ya da kötü heykeli ayırt etmesini, özveriyle ve sanatla yapılan bir yapıta değer vermesini beklemiyorsunuz. Kişi, bu görgüyü ucundan da olsa
yakaladığında bu iyi bir iş veya bu kötü bir iş diye ayırt etmeye başlayacaktır. Ülkemizde heykel sanatı ne durumda? Sizce yeterli ilgi görüyor mu? Doruk Güneş: Çok kötü. Bir kere heykele bizde sanat gözüyle bakılmıyor. Hala tabu olarak görülüyor. Bu tabuyu yıkmak o kadar kolay değil. Bu yüzden de ilgi görmüyor. Bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce yaptığım çıplak bir heykel var. Tabi biz onun çıplaklığından ziyade insanların onun anlatmak istediği şeyle ilgilenmesini isteriz. Bu heykeli Gelecek Nesil anıtı diye adlandırdık. Heykeli ilk kez görenlerin ilk sorusu “buna bir şey gidirecek misiniz” oldu. Kamuya yapılan heykellerde itiraz edip onların istedikleri gibi yapmama hakkımız var ama bu sefer de işi başkasına veriyorlar. Yaptığınız çalışmayı toplumla bağdaştırmaya mecbur kalıyorsunuz. Biz de o heykelin altına bir peştamal sardık. Onur Kocaer: Heykel sanatını şu açıdan ele almakta fayda var, ülkede sanatçı yetişmesi çok zor. Çünkü bir yandan çalışmanız, para kazanmanız lazım. Bir yandan sanat eğitimi almışsınız, ilginiz ve sevginiz var. Heykel yapmak istiyorsunuz. Fakat belli bir birikiminiz yoksa o zaman işiniz çok zor. Bu bir çelişki. Ne kadar iyi bir sanatçı olursanız olun 35 35
RÖPORTAJ isim yapmadan bir şey satamıyorsunuz. Bir sanat çevreniz, piyasanız, bağlı bulunduğunuz bir kurum ya da dernek yoksa yaptığınız eserleri tanıtamıyorsunuz, kimse sizinle ilgilenmiyor. Avrupa’da bu işe direk devlet desteği var. Senden sadece belli aralıklarla yeni eserler yapıp onları sergilemeni istiyorlar. Bizim sanat mezunlarımızın çoğu zorunluluktan başka işlere yöneliyor. Her heykeltıraşın gönlünde, kendi özgün heykellerini yapıp onları sergileme isteği vardır. Ülkemizde maalesef heykel konusunda isim yapmış olan kişilerin çoğu maddi kaygısı olmayan kişiler. Sizin için önemli olan, diğerlerinden farklı bir heykeliniz var mı? Hayalini kurduğunuz özel bir projeniz var mı? Doruk Güneş: Çok hayalimiz var tabi ki. Ama en büyük hayalimiz, çok büyük bir atölye kurup, sanatın her branşından öğrenci yetiştirmek. Maddi kaygılar gütmeden sadece sanata konsantre olabileceğimiz bir yer en büyük dileğimiz. Yaptığım heykellere gelirsek, hepsi özel tabi. Hiç birini içimize sindirmeden 36
bitirmiyoruz. Ama bir sanatçının en iyi ve özel heykeli en son yaptığıdır her zaman bana göre. Çünkü her yaptığınız heykelde yeni bir şeyler öğreniyorsunuz. Kademe kademe yaptıkça gelişen iyiye giden bir sanat dalı bu. Süreklilik ister ve bıraktığınız anda gerileme olur. Antik dönem heykelleriyle günümüz heykelleri arasında sizce ne gibi farklar var? Doruk Güneş: Çok büyük farklar var. O dönemde yapılma nedenleri çok farklı. İnsanlar bir şeyler anlatmaya çalışmışlar heykellerle. Bunun yanında seri üretim, istek üzerine de şeyler yapılmış tabi ki ama onlar çok azınlıkta. Günümüzde ise sanat daha çok piyasa olmuş durumda. Sırf Ahmet, Mehmet yaptığı için bile sanat olabiliyor bir heykel. Antik dönem heykellerini incelediğimizde kimin yaptığı belli olmasa bile aynı inceliği, çabayı ve sanatsal kaygıyı görebilirsiniz. Sanki tek ustanın elinden çıkmışçasına. Heykeltıraşlığı seçmek isteyen kişilere ne gibi önerilerde bulunursunuz? Doruk Güneş: İlk önce gerçekten sevmek gerekiyor. Okuldaki öğrenmeyle, dışarıdaki asıl iş çok farklı. Okuldan iki çeşit öğrenci çıkıyor. Gerçekten bu işe gönül vererek, öğrenmeye çalışarak ve meslek olarak yapmak isteyenler. Bir de kafelerde vakit harcayarak diplomasını eline alıp bu işi sürdürmeyenler .Heykeltıraşlık zevkli mi? Evet. Zor mu? İnanılmaz zor bir iş.
RÖPORTAJ Bunu yapacak olan kişinin şunu bilmesi gerekiyor, hayatı boyunca kafası hiç boş olmayacak. Sürekli yaptığı ve yapacağı çalışmaları düşünerek geçirecek günlerini. Her heykel bir problem ve çözülmesi gereken bir şey. Çözüldükçe yeni problemler çıkacak ve tekrar çözecek ve bu problemler hiçbir zaman bitmeyecek. Bununla baş edebilirsen ancak bir heykeltıraş olabilirsin. Biz halen bir heykeltıraşız diyemiyoruz.
çok rahat dışarıda çalışabilirim. Ama heykel de öyle değil, tamamen pratik yaptıkça öğreniyorsunuz. İşin en zor kısmı o. Gerçekten istemiyorsanız da sırf yapmak için, ben sanatçı olayım, heykeltıraş olayım deyip denenecek ve maceraya atılınacak bir şey değil.
Onur Kocaer: Heykeltıraşlık askerlik gibi teslimiyet ister. Kendinizi yüzde yüz bırakacaksınız, ona teslim edeceksiniz. Eğer üstünüzün kirlenmesinden hoşlanmıyorsanız, ağır kaldırmaktan hoşlanmıyorsanız ve yedi gün yirmi dört saat aynı şeyi düşünmekten hoşlanmıyorsanız yapılacak bir şey değil. Bu bir kendini adama meselesi. Doruk Güneş: Ben işletme de okudum mesela, orada ki kitabi bilgilerle
3737
YAZAR
38
YAZAR
Mevlana, “efendimiz” anlamına gelmektedir. Mevlana’nın asıl adı Celaleddin’dir. Anadolu o dönemde çoğunlukla Rumların yaşadığı bir yer olduğundan daha sonra Rumi lakabını da almıştır. Mevlana bugünkü Afganistan sınırları içinde 1207 yılında Belh şehrinde doğdu. Babası Bahattin Veled sevilen bir bilim adamıydı. Harzemşah’ın baskısı sebebiyle Konya’ya, davet üzerine göç ederler.
Mevlana, Feridun Attar ile göç sırasında karşılaşır. Babası öldükten sonra babasının yerine bir yıl boyunca derslerine devam eder. 7 yıl boyunca Şam ve Halep de eğitim görür. 1244’te Tebrizli Şems ile karşılaşır. Onu daha önce rüyasında görmüştür ve ilk andan itibaren birbirleriyle dost olurlar. Sevenleri tarafından kıskanılır. Şems bir gün baskıdan dolayı gider ve oğlu babasının üzüldüğünü gö-
rünce Şems’i bulup, geri getirir. Şems gideceğini söyler ve gider, bir daha geri dönmez. Selahattin Zerkubi ile dost olur. Onu da çekemezler ardından ölümünden sonra dedesi Ebu’l Vefa Kürdi soyundan Hüsamettin Çelebi babası Konya yöresi ahi reisidir. Mevlana Çelebi ile dost olur ve ona çok güvenir. Dersleri daha sonra medresede Hüsamettin Çelebi anlatır.
Eserleri: Divanı Kebir (Büyük Divan) Mektubat (mektuplar) Fih i mafih (ne varsa içindedir) Mecalis-i Seba (7 vaaz) Mesnevi (İkişer ikişer anlamına gelir. Kafiyeli beyit nazım türüdür) Bildiği Diller: Arapça, Farsça, halk Rumcası, eski Yunanca Bildiği ilimler: Dünya’daki tüm dinlerin yanı sıra biyolojiden-sosyolojiye, tarihten-ekonomiye kadar çağın tüm bilimlerini biliyordu.
39 39
YAZAR
Etkilendiği Kişiler ve Kitaplar: Babası Baheddin Veled Gazneli Şair Hakim Senai Feriddün Attar İmam-i Gazali Kuran-ı Kerim
Etkilediği Kişiler: Nazım Hikmet Goethe Gandhi Gülşehri Aşık Paşa Şeyh Galip Molla Cami Kıyameddin Sencani Nimetullah Kühestani Seyyid Kasım Envar Sultan Veled
MESNEVİ Çelebi, gazellerinin çok tutulduğunu söyler ve öğretilerini yazmasını ister ilk 18 beyitini kendi yazar. Sonra Celebi ile yazarlar. Mesnevi, yaklaşık 25000 beyittir. Geceli gündüzlü yazarak 6 ciltlik bir eseri, 9 yılda tamamlarlar. Orijinali Farsçadır. Tercümesi de oldukça zor olmuştur. Felsefi belgelerin çevirisi zordur. Tercümanın o kültürü, konuyu ve dili iyi tanıması gerekir. Çevirisi yaklaşık 7 - 19 yıl arası sürer. 1945’te İngilizce’ye Nicholson, Arapça’ya Molla Fenari, Fransızca’ya J.D. Wollenbourg, Almanca’ya George Rosen tarafından çevrilmiştir.
40 40
YAZAR
Yaşadığı dönemde Konya’da 1. İzzettin Keykavus bulunmakta idi. Anadolu Selçuklular’da iç problemler vardı. Halk isyanları başlamıştı. Farsça olan resmi dil değiştirildi. Yeni mezhepler gelişti ve çatıştı. Mevlana bir filozoftur. Yeni Eflatun okulundan etkilenmiştir. Verdiği örneklerde astronomi bildiği, tıp gibi birçok bilim dalı ile ilgilendiği anlaşılmaktadır. Mesnevi’de felsefi ve metafizik kavramları hikaye içinde hikayeyle, misaller ve benzetmeler ile anlatmış, öğütleriyle de yol göstermiştir.
feryat ettiğini anlatır.
Mevlana deyince akla, hoşgörü, ney, semazen, aktarım, evrensellik akla gelmektedir.
Başta belirttiğimiz gibi her şey zihinsel olduğu için, yani tüm yaptıklarımız, düşündüklerimiz, söylediklerimizin hepsi zihinseldir ve insanları diğer canlılardan ayıran özellik ise aklı olduğu içindir ki, o yüzden her şeyin idealine ( en iyi ve en doğrusuna) ulaşması için aklını tanıması ve yönetmesi gerekmektedir.
MESNEVİ NİN İÇERİĞİ: “Her yurdun duvar tavan ve sair suretlerini mimarin düşüncesinin gölgesi bil. Düşünce zamanında taş tahta ve kerpiç meydanda değildir.” Cümlesi ile her şey zihinseldir, demek ister. İnsanı neye benzetir ve insanın da gerçeği bilmediği için ney gibi
Aşkın yüceliğini, horluğunu, sebatlığını, üretkenliğini örnekleriyle anlatır. Aradığını akılla bulmazsın ve mantıkla da, ancak aşkla bulabilirsin der. Bununla anlatılan; “Felsefe” yani bilgelik aşkıdır. Boş durma araştır. İşte eylemde ara yeter ki araştır der. Bilgeliği araştıran kişi felaketlerden etkilenmez. Daha da güçlenir ve ona engel olmayacağını iyi bilmektedir. İnsanlar batmış bir güneşe sahiptir ve herkesin içinde uyuyan filozofu uyandırması gerekir.
Bu nasıl olacaktır;
bu düşüncelerden arınmamız gerekir der. -Cesur olmak, araştırmaya devam etmek, korkuların üzerine gitmek. -Aklımız zıtlıklarla anlar. Hasta olmadan sağlıklı olduğumuzu ve dağlığın değerini anlayamayız. İyi ve kötü olanı da böyle anlar ve irademizle seçim yaparız. İrade ve seçim aslında bizim elimizdedir. Biz irademizi ortaya çıkardığımız zaman aslında başarılı olmuş oluruz. “Hürmet eden hürmet görür. Şeker getiren badem şekeri yer. Temiz şeyler temizler içindir. ” cümlesiyle de ne ekersek onu biçeceğimizden, başımıza gelenlerin bizim iradi seçimlerimizden dolayı geldiğini anlatır. Bu etki- tepki yasasını fiziki, psikolojik ve düşünce planlarında da görebiliriz. “Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır.”
-Araştırma eksikliğimiz bulunmaktadır ve gerçeği algılamak için 41 41
YAZAR
42
YAZAR -Cümlesinde anlattığı şehvet gibi kusurlarımızı büyümeden yok etmeliyiz. Çünkü bu da zihinseldir ve aklımızı, irademizi kötü etkiler.
faydasız bir kusur olduğunu anlatır.
-Öncelikle başkasını değiştirmeye çalışırız. Aslında karşımızda gördüğümüz hatalar bizim hatalarımızdır. Çevremizdeki sorunların sebeplerini aslında kendimizde aramalıyız.
- Eğitim sürekli bir durumdur. Sürekliliğini sağlamak için de çaba göstermeli, örnek olmalıyız.
Bu suretle her isteyen isteğine erişir her batan batacağı yere kavuşur.
Bunu ortadan kaldırmak için neler yapma- Hiçbir istek isteyenden lıyız? esirgenmez.
- Mücadeleden vazgeçme. Bilgi sahibi olmanın yolu sözledir. Sanat sahibi olmanın yolu ise işledir. -Fedakarlık; feda etmek, neyi? En değerli olanı feda etmesi zordur. Önce nefsini öldür der. Beklenti içine girmemek. Kendini zorlamak.
- “Unutma da bir bakıma suçtur. Unutan, ona layık olduğu yere göre değer vermemiştir. Yoksa hiç savaşta adamı uyku tutar mı?” sözüyle de iyi ve doğru olanı unutmanın zihinsel olduğunu ve aklımızı yönetmede ku- “Cömertlik gözden sur oluşturduğunu anla- gelir, elden değil. tır. İşe yarayan görüştür, -“Yerde yarım arşın en- gözü açıktan başkası likte bir yol olsa insan, kurtulamaz. hiç vehimlenmeden rahatça yürür. Fakat yük- Cömertlik, sebepsiz sek bir duvarın üstünde olarak vermektir. “ gitsen yolun genişliği iki der ve cömertliğin bizi arşın olsa yine eğri büğrü olgunlaştıracağından ve gidersin.” Örneği ile şüp- görüşümüzü geliştirecehenin düşüncelerimiz ve ğinden bahseder. eylemlerimiz için engel olduğunu anlatır. - Taklit kötüdür. Sorgulamak önemlidir. Ne gör“Bu pişmanlığı terk et dük, ne aldık? de daha iyi bir hal, dost ve bir is ara! Elinde daha “Adalet, her şeyi layık iyi bir is yoksa pişmanlı- olduğu yere koymaktır. ğın neye? Neyi fevt ettin Ayakkabı ayağındır, küde pişman oluyorsun ki?” lah başın. sözüyle pişmanlığın akla
Parlaklığın eşi güneştir, suyun eşi bulut. “sözleriyle adaleti anlatır. Adaletin eşitlik demek olmadığından, herkese göre değiştiğinden bahseder. Cömertlik sadece maddi cömertlik değildir. Araştırma da ulaşmak içindir.
ideale
Gönül birliği dil birliğinden daha iyidir. Bazen iki yabancı aynı dili konuşabilir ve aynı dili konuşan iki kişi farklı dillerde konuşuyor olabilir. Sözüyle dostluğu anlatır. -Gelişim ve geliştirmek önemlidir. Erdemlerimizi geliştirmek önemlidir. “İyilik ettiğin müddetçe görürsün ki iyi yaşamaktasın gönlün rahat. Fakat bir kötülükte bulundun bir fenalık ettin mi o yasayış o zevk gizleniverir.”sözüyle gerçeğe uygun, ahlaki yaşamın mutluluk getireceğinden bahseder.
43 43
KİTAP
44 44
KİTAP
HITITLER Editör İlker Koç ODTÜ Toplum ve Bilim Merkezi 2006, Ankara Dili: Türkçe. İçindekiler: 1. Hititlerde Yazı 2. Ekonomi 3. Ticaret 4. Günlük Yaşam Teknolojileri 5. Ordu ve Savaş 6. Sanat 7. İnanç Sistemi 8. Hukuk Sistemi 9. Sonuç Hitit dilinin Hint-Avrupa dil ailesinin bilinen en eski üyesi olduğunu, 20.yy. tarımında önem kazanan, ürün çeşitliliğine dayalı karma çiftçilik sayesinde daha o zamanlarda riskleri kontrol ettiklerini, Alacahöyük’ün Hititlerin dini merkezi olduğunu,
Fetihçi bir toplum olmalarına karşı, fethettikleri toplulukların halklarına karşı iyi davrandıklarını, Hitit yasalarının insancıl bir yapıya sahip olduğunu, öldürerek veya intikam alarak değil, tazminat ile cezalandırma yapıldığını ve köle-
lerin de yasalar önünde hak arayabildiğini biliyor muydunuz? Anadolu kültürüne en önemli etkiyi yapan Hititleri tanımak isteyenlere çok güzel ve basit bir dille yazılmış bu kitabı okumalarını tavsiye ediyoruz.
45 45
GEZİ
. . . . Doğuya Mistik Bir Gezi:
. Iran
46
GEZİ
Tatilin bol olduğu bir yıl geçirdik. Bu arada bu tatillerin birinin sonunda vizesiz gidilebilecek, çok uzak olmayan ve özgün bir ülke arayışına girdik. İran’a yolculuk etme fikri de buradan geldi. Hep sözü edilen Pers kültürünün topraklarına gidebilmek için de araştırmalara koyulduk. İstanbul’dan daha çok uçuş imkanı var (Iran air, Mahan, THY, Atlas) İzmir ve Ankara’dan
uçuşlar pahalı. İstanbul aktarmalı gece 2 saatlik uçuştan sonra bir buçuk saatlik saat farkı ile sabah Tahran İmam Humeyni Havaalanına ulaştık. Tahran’da dikkatimizi çeken ilk şey parkların ve yolların bol ağaçlı, bakımlı ve temiz olması oldu. Bayanların konuşması çok yumuşak, kıyafetleri de çok estetikti. Kendinizi Sinbad
gibi şark masallarının içinde hissedeceğiniz tarihi cami ve medreselerin bulunduğu bir şehir. Ağaçlar ve şehrin eski dokusu o bölgeye huzurlu ve olgun bir hava vermiş. Havadaki bu enerjiyle kendinizi ister istemez huzurlu ve ağırbaşlı hissediyorsunuz. Çevre temiz ve düzenli, caddeleri ise araba ve insan kalabalığına rağmen kaos içinde bir düzene sahip. 47
GEZİ Havaalanından yarım saatlik taksi yolculuğu için 20tl yani 10 dolar gibi çok uygun fiyata Tahran otogarına geldik. Otobüsle 7 saatlik bir yolculuğun ardından İsfahan’a vardık. İran’da gitmek istediğiniz her yere taksi ile uygun fiyata ulaşabilirsiniz. Resmi dilleri Farsça ama az da olsa İngilizce biliyorlar. Biraz İngilizce, biraz da beden diliyle esnaf ile anlaşabilirsiniz. Şehrin merkezinde ve birbirine yakın olan tarihi
rüsü, Doğa Müzesi 3 ila 15 lira (6-30 dolar ) arası fiyata gezebilirsiniz. İsfahan’da bulunan birçok tarihi eserde kullanılan çinilerdeki mavinin tonu İran’ın kuru, sıcak iklimi ve kirli renkleri ile uyumlu bir kontrast içindedir. Şehrin sadece mimari yapısı değil, sakin, huzurlu atmosferi ve ılımlı iklimi de sizi olumlu etkileyecektir. Bu şehir, tamamıyla bir yürüyüş alanı gibi. Güzel peyzajlı bahçelerde yorgunluğunuzu çay içerek atabilirsiniz.
Şeyh Lütfullah Mescidi
Siosepol Köprüsü Mescid-İ İmam, Kakh-I Ali Gapu, Şeyh Lütfullah Mescidi, Siosepol Köprüsü, Allahverdi Han Köp48
Oteller ucuz, temiz ve konforlu. Ayrıca yerel yemekleri de farklı lez-
Şeyh Lütfullah Mescidi zetleri olan kebap ve pilavını, yanına da naneli ayran veya yoğurdu tatmanızı tavsiye ederiz. İran Doğu kültürünün Floransa’sı olarak tanımlanmaktadır. Bir nevi doğu rönesansı mimarisi, işçiliği ve sanatı bu şehirde hayat bulmuştur. Müslümanlar, Selçuklular, Moğollar, Osmanlılar gibi birçok uygarlığa ev sahipliği yapmıştır. En parlak dönemi 15. Yüzyılda Şah Abbas zamanında olmuştur. Bugüne ulaşan birçok eser bu dönemde yapılmış olup turistlerin ziyaretlerine açıktır. Dünyaca ünlü İmam meydanının güney ucunda bulunan Mescid-i İmam ilk gezdiğimiz yerlerden birisi oldu. Şah Abbas tarafından 17. yy’da 18 yıllık bir çalışmanın ürünüdür.
GEZİ başka güzellik sunar. Mescidin içinde mükemmel bir akustik, 49 çeşit yankının olduğu ve bunlardan 12 tanesinin duyulabildiği bilinmektedir.
İmam Camii
Mescidin içi, dışı her yeri İsfahan’ın sembolü haline gelmiş olan mü-
İmam Camii kemmel mavi çinilerle kaplanmıştır. Geceleri, ışığı yansıtması ile bir
Burada gezilebilecek güzel yerlerden birisi de Şeyh Lütfullah Mescidi’dir. Kakh-ı Ali Gapu da bu meydanda en çok etkilendiğimiz yerlerden biri oldu. 7 katlı bu yapıda her katında ayrı duvar süslemeleri ve resimler görmek mümkün. En etkileyici kısmı ise 6. kat. Burada müzik odası bulunmakta ve tavanları pek çok sayıda müzik aletinin ahşap oymaları ile süslendiğini görmek çok şaşırtıcı ve etkileyici oldu. Ayrıca balkonundan da tüm meydanın manzarasını görmek mümkün. İsfahan oldukça zengin ve güzel bir şehir. Mesafeler de yakın. Taksi ile her yere gitmek mümkün.
Şeyh Lütfullah Mescidi 49
GEZİ
Şeyh Lütfullah Mescidi Müzik Odası Sallanan Minareler (Munar Junban)’e gitmek üzere yola koyulduk. Daha sonrasında da niyetimizde Ateşgah’a gitmek vardı. Burası küçük bir cami ve bir dervişin türbesidir. Biz gittiğimizde restorasyon nedeniyle izleyemedik ancak daha önceleri bu minarelerin sallandığını izlemek mümkünmüş. Buradan ayrılıyoruz ve şoförümüzü Ateşgah’a gitmek için ikna etmeye çalışıyoruz ama ısrarla gitmememizi söylemesi 50
daha da çok ilgimizi çekiyor ve İsfahan’da kalan Zerdüştlerin tarihi tapınağını ziyarete gidiyo-
ruz. Ateşgah İsfahan’ın ayaklar altında olduğu en yüksek tepelerden birinde yer alıyor. İnanılmaz bir manzarası var. Küçük yuvarlak bir yapı ve ek bir iki küçük bina ayakta kalmış sadece. Tırmanarak ulaşmaya çalışıyoruz. Biraz yoruluyoruz ama değdi. Kutsala yakın olmak adına neden insanların yükseklere tapınaklar ve ibadethaneler yaptıklarını anlamak burada pek mümkün. Buradan da otelimize yol alıyoruz. İsfahan’da Zayendeh nehri şehri ikiye bölüyor. Burada 6 tane birbirinden güzel köprü var. Susuz bir zamana denk geldiğimiz için manzaramız biraz kuruydu. En görkemli köprü Si-osepol (Farsçası: 33 sütunlu köprü) 300 metrelik uzunluğuyla şehrin en önemli yapısı. Ayrıca Ermeni Katolik kilisesini, birçok sarayı da gezmek mümkün.
İsfahan-Ateşgah
GEZİ İsfahan’dan otobüs ile ayrılıyoruz ve Şiraz’a varıyoruz. Hafız ve Sa’di şairlerinin yaşadığı şehir gerçekten şimdiki haliyle bile şiirsel bir kent görünümü taşıyor. Bahçeleri, şairleri, filozofları ve müziği ile ünlü bir kent. Üzüm bahçeleri ve şaraplarının ünü de bilinmekte. Burada en merak ettiğimiz yer dillere destan: Persepolis. Araba yolculuğu ile kırkbeş dakika sürüyor. Öncesinde Nakşı- Rüstem’deki 4 krala ait kaya mezarlarını ve kayalara işli figürleri görmeden geçmiyoruz. Burası da çok etkileyici bir yer. Dalaman, Fethiye vb dünyanın birçok yerindeki kaya mezarlıklarının bir benzeri ancak burada Zerdüşt motiflerinin (Ahura Mazda) daha ön planda olduklarını görüyoruz. Evrensel motiflerin farkındalığı noktasında gezmek gerçekten insanda bir sentez oluş-
masını sağlıyor. Xerkses,
bil ve Ekbatan’daki şe-
Persepolis büyük Darius, I. Artaxerkes ve II. Darius’a aittir. Ve nihayet Persepolis’e varıyoruz. Burası Büyük Pers İmparatorluğunun merkez, tören merkezi. Diğer bir adı da Taht-ı Cemşid. I. Darius zamanında M.Ö. 521 yılıda 150 yıllık çalışmanın yarattığı bu dev sarayşehir 1250 m2’dir. Kuh-i Rahmet isimli yamaçta kurulmuştur. Suşa, Ba-
hir devletlerinden gelen resmi ziyaretçilerin çeşitli hediyeler getirdikleri bilinmektedir. M.Ö. 330 yılında Büyük İskender tarafından ele geçirilmiş ve Zerdüştlük etkisi ortadan kalkmıştır. Şehre Tüm Milletler Kapısı’ndan girilmekte. Kapının iki yanında tüm Yunan-Roma tapınakları gibi 2 büyük sfenks bizi karşılıyor. 51
GEZİ
Törene gelenleri muhafızlar koruyor. Apadana Sarayı
Apadana Sarayına çıkan basamaklardaki kabartmalar.
tadır. Tepedeki kayanın oyulması ile yapılmıştır. Buradan ayrılıyoruz ve Şiraz’ın simgelerinden biri olan Hafız’ın türbesine gidiyoruz. Bol yeşilli, güllü, aydınlık bir bahçenin ortasında İran müzikleri eşliğinde Hafız’ı ziyaret ediyoruz. Şehir merkezinde bulunan tuğladan yapılma Kerim han kalesini ziyaret ediyoruz.
Buradan girdiğimizde taş işçiliği ile nakşedilmiş olan bir kent ile karşılaşıyoruz. Yamaçta da uzaktan yine kral mezarlıklarına benzer, yine yüksekte bir yer gözümüze çarpıyor. Apadana sarayı, merdivenleri, tören alanının sütun yerleri , girişler günümüze kadar kalmıştır. Boğa başlıklı sütunlar farklı olarak göze çarpmakta. II. Artaxerxes’in mezarı Persepolis’in arkasındaki tepede bulunmak52
Hafız’ın türbesi
GEZİ
Şah Çerağ Türbesi Büyük bir bahçe, vitraylara ve duvar süslemeleri, hamamını da. Vekil pazarı da ziyaret edilebilecek yerlerden birisi. En son gittiğimiz Şah Çerağ türbesi bu gezinin en ışıltılı noktasıydı. 12 imamdan biri olan İmam Rıza’nın öz kardeşi Seyid Emir Ahmed 835 yılında Şiraz’da düşmanları tarafından öldürülmüş. 14. yüzyılda o’nun anısına yapılmış bu türbenin ismi ‘ışıkların şahı’ anlamına gelmektedir. Türbenin önünde dört tarafı çevrelenmiş büyük bir bahçe bulunmaktadır. Buradan türbenin içine girildiğinde her tarafı aynalar ile bezenmiş büyük, muhteşem bir yapı ile karşılaşıyoruz. Ahşap işçiliğinin ayna hali gibi, duvarlar, kubbelerin her
yeri aynadan oluşmakta. Avizelerden ve farklı insanlardan yansıyan renklerin daha da parıltılı hale geldiği bu türbe eşini belki de bir daha göremeyeceğimiz nitelikte. İşte İran’da 3 gün 4 gece süren bu muhteşem seyahatin özeti. Bilgisayarda 3 boyutlu görmek insanı neyse ki halen bu kadar etkilemiyor…
Semra ŞEN
53
ANİMASYON
54 54
ANİMASYON
Cesur (Brave)
Vizyon Tarihi : 7 Eylül 2012 Süre
: (95 dakika)
Yönetmen
: Mark Andrews, Brenda Chapman
Oyuncular
: Kelly Macdonald, Billy Connolly, Emma Thompson devamı...
Tür
: Animasyon, Macera, Komedi
Ülke
: ABD 55 55
ANİMASYON
56 56
ANİMASYON
Kendi hayat yolunu kendi çizmeye çalışan küçük prenses Merinda’nın serüveni, krallığın geleneğini değiştiren bir serüvenine dönüşür bir anda. Ülkenin kralı Fergus ve kraliçesi Elinor’un kızı olan Merinda; babasının hediyesi olan ok ve yay ile zaman geçirmekten mutludur ve bu konuda kendini geliştirmiştir. Aynı zamanda da annesi kraliçe Elinor Merinda’nın tam bir prenses gibi yetişmesi için hanımefendi, nezaketli, düzenli, görgülü bir birey olması gerekliliği ile üzerinde sürekli baskı kurmaktadır. Asıl çatışma, süregelen gelenekleri olan krallık içinde bir lordun oğlu ile evlenmesi gerektiği konusunda ortaya çıkmıştır. Geleneklerin devamı için
gerçekleşmesi gereken evlilik için yapmış oldukları konuşma sonrasında Merinda çok ama çok üzülmüştür. Annesinin onun hayalleri ve isteklerine karşı duyarsızlığı nedeniyle Merinda gece kaleden kaçar ve gizemli bir yolculuk sonrası bir cadı ile tanışır. Annesinin değişmesi gibi bir dilekte bulunur ve cadının büyüsü ile annesi gerçekten değişir. Cadının büyüsü sonrasında her şey daha içinden çıkılmaz bir hal alır. Ve bu karmaşayı çözecek olan yine Merinda’dır.
yaramaz olan üç kardeşi ve hareketliliği ile hem eğlenip hem öğrenebileceğimiz bir film.
Büyüyü bozmak için zamana karşı yarışırlarken annesi ile hiç olmadıkları kadar yakınlaşırlar. Ve birbirlerini anlamaya başlarlar. Müzikleri, Merinda’nın çok ama çok
Şükran TEZ
Peki, bizler bu filmi niye izlemeliyiz? Kendi yaşamlarımızı şekillendirenin, yine kendimiz olduğunu gösterdiği için. Hanımefendi ve prenses olmanın iç bir durum olduğunu anlattığı için. Olayların kör düğüm olduğunu düşündüğümüz anlarda bile zekâmız ve doğallığımız ile her şeyi yoluna koyabileceğimizi gösterdiği için. İyi seyirler...
57 57
SİNEMA
58
SİNEMA
Pİ’nin Yaşamı Yönetmen: Ang Lee Film müziği: Pi’s Lullaby Öykü: Yann Martel Ödüller: En İyi Yönetmen Akademi Ödülü, Oyuncular: Suraj Sharma, Irrfan Khan, Tabu, Adil Hussain, Süre: 127 Dk. Hindistanda hayvanat bahçesi işleten ailesi ile yaşayan Pi’ nin karşılaştığı ilk zorluk okulda kendisi ile dalga geçilmesine alay edilmesine neden olan adı için verdiği mücadelesi oluyor. Farklı bakış açıları ve zekâsı ile tüm bunların önüne geçmeyi başarıyor. Aynı dönemde farklı dinleri ve kültürleri araştıran Pi hepsi ile ilgili ritüelleri yine aynı anda yerine getirmeye çalışıyor. Dinleri
sürekli araştırıyor ve sorguluyor. Okul sonralarında da hayvanat bahçesindeki hayvanları izleyip onlarla ilgilenen Pi bir gün tüm yasaklara rağmen adı Richard Parker olan 300 kiloluk Bengal kaplanını beslemeye gidiyor. Son anda babası yetişerek onu kafesin önünden alıyor ve kaplanın gerçekten vahşi olduğunu anlaması için ona bir ders veriyor.
Pi 16 yaşına geldiğinde babası Kanada’ya göç etme kararı alıyor. Pi bu fikirden hiç hoşlanmasa da ailesi ile birlikte hareket ediyor. Hayvanat bahçesindeki tüm hayvanlar kafesleri ile gemiye alınıyor. Kanada’ya ulaştıklarında hayvanları satacak kendilerine farkı bir hayat kuracaklardır.
59 59
SİNEMA
anne b a b a sının gemi ile okyanusun derinliklerine doğru batmalarını yalnızca izleyebilen Pi sürekli neden bunları yaşadığını sorguluyor.
HHikâyemizde bu yolculuk için bindikleri geminin çok şiddetli bir fırtına nedeniyle batması sonrasında başlıyor. Pi son anda gemi mürettebatı tarafından bir filikaya bindiriliyor. Portakal adını verdikleri orangutan, kırık bacaklı zebra ve kaplan Richard Parker da aynı filikada. Kardeşi ve
60 60
H ay va n l a r ı n dalgalar nedeniyle midelerinin bulanması ve kusmaları onları yavaşlatsa da filikayı paylaştığı sırtlan önce bacağı yaralı zebrayı, sonra orangutan portakalı yerken, kaplan Richard Parker da sırtlanı yiyiyor. Pi portakalı kaybettiği için ayrıca üzülüyor. Kaplan bulduğu her fırsatta yemek için Pi ye de saldırıyor. Pi aç, susuz ve üzgün bir şekilde okyanusta bilmeyenlere doğru sürükleniyor. Güçsüz düştüğü anda kaplanın onu yiyeceğini bildiği için o ana kadar öğrendikleri, babasının ona aktardığı bilgiler ve zekâsıyla
farklı deneme ve icadlar yapıyor. Tesadüfen filikada saklı yiyecek ve içme sularına ulaşıyor. Kaplanın karnını doyurmak için balık yakalamaya karar veriyor fakat yakaladığı balığı öldürmek zorunda kalıyor. İlk defa bir hayvanı öldürüyor olmakta onu çok sarsar bunu için tanrıdan özür diler. Vejetaryen olmasına rağmen bir fırtına sonrasında tüm bisküvi ve içme suyunu kaybettiğinden çiğ balık yer. Richard Parkerden kurtulmak için onu okyanusa atmaya karar verir, sonra aslında onun varlığı sayesinde hayatta kalmak için mücadele ettiğini Richard Parkerin onu güçlendirdiğini fark etmesiyle, onu eğitir. Filikada yerlerini belirlerler ve birbirlerinin bölgelerine saygılı davranırlar. Bir sabah bir adanın kıyısında uyanırlar, karınlarını güzelce doyururlar. Zorlu günlerin ardından bu adada verilen mola onlara çok iyi gelir. Fakat gece uyumak üzereyken Pi adanın büyülü olduğunu fark eder ve Richard Parkerıda alarak adadan ayrılır.
SİNEMA
Ve nihayet 227 gün sonra karaya vurduklarında her ikisi de hayattadır. Richard Parker ormana ve özgürlüğüne doğru ilerlerken, Pi çevredekiler tarafından hastaneye kaldırılır.
gusal d ü -
Artık yollarına ayrı ayrı devam edecek fakat birbirlerini hiç unutmayacaklardır. Peki bizler bu filmi niye izlemeliyiz? Okyanusun, gökyüzünün, güzelliği ve öfkesi, dinginliğiyle görsel anlamda çok başarılı olduğu için. İnançlarımız, bakış açımız, bilipte hayatımıza uygulayıp, uygulamadıklarımız ile ilgili farkındalık yarattı için. Özellikle kötü şeyler yaşamamızın ardından sormakta olduğumuz neden? sorusuna yaşamımızın her anında canlı tutmak için. Yaşadığımız her şeyin bir nedeni olduğunu ve tecrübelerimizin kriz anlarımızda bizler için fırsat yaratabileceğini anlattığı için. Fiziksel koşullar ve duy-
şüş anlar ı m ı zd a bile bilincimizi kaybetmememiz gerektiğini öykü ile bize aktardığı için. Hayatlarımızda olmasından rahatsız olduğumuz, beklide kurtulmak istediğimiz şeylerin beklide bizi güçlendirdiğini hayatta tuttuğunu, mücadele gücünü verdiğini anlamamız için bakış açımızı değiştirmemiz gerekliliği vurguladığı için.
İyi seyirler.
Şükran TEZ
Tanımı ne olursa, adına ne demek isterseniz, nasıl tanımlarsanız tanrı, yasa, karma vb. yaşamımız da sahipsiz olmadığımızı gösterdiği için…
61 61
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
LEYLA THE BAND Üç sezon boyunca TRT ‘de izlediğimiz Leyla ile Mecnun dizisi bu sezon yayından kaldırıldı. Edebiyat, aşk, masumiyet, dostluk ve birlikte yaşamayla ilgili absürt komedi tarzındaki diziyi ilgiyle izledik. Dizi, IMDb (International Movie Database) sinema-TV verilerine göre her sezon uluslara-
62 62
rası listelerde, ilk 50’ye girmeyi başardı. Bu listelerde başka bir Türk dizisi mevcut değil. Biten dizi, internetteki videoları ve kurdukları müzik grubuyla adından söz ettirmeye devam ediyor. “Yokluğunda“ ve “Aşk Bitti” gözde klipleri. Grup, 2013 konserleriyle farklı şehirlerde sahne alıyor. Vokalde Ali Atay
(Mecnun), davulda Onur Ünlü (yönetmen) , basgitarda Serkan Keskin (İsmail Abi), klavyede Osman Sonant (Yavuz) , perküsyonda Sarp Aydınoğlu, gitarda Fırat İkisivri ve klarnette Sarper Aksoy yer almakta. Çıkacak albümlerini müzik marketlerde bekliyoruz.
Aslı DEĞİŞİCİ
İNTERNET
www.bigmyth.com Bu sayımızda sizlere anlatacağımız internet sitesi “www.bigmyth. com”. İngilizce, Flemenkçe ve Almanca erişime açık olan sitenin maalesef Türkce arayüzü yoktur. Sitenin sponsorları arasında Avrupa birliği, Hollanda Eğitim bakanlığı gibi kurumlar bulunmaktadır. Bir çok eğitim kurumu tarafından yılın eğitim dalında en iyi internet
sitesi ödüllerini alan site orta okul öğrencilerine sıkmadan mitosları öğretmeyi hedeflemektedir. Sitenin sorduğu şu soru üzerinde düşünülmeye değerdir; Farklı kültürler diğer kültürlerin köklerini nasıl görür? Bu soruyla yola çıkan site avrupa birliğinde ortaokul seviyesindeki öğrencilere yaklaşık 25 kültürün yaratım mitoslarını Flash
programıyla hazırlanmış animasyonlar yardımıyla anlatmaktadır. Bunu yaparken animasyonları çeşitli bölümlere bölmüşlerdir Bunlar; Panteonun tanrıları, kültürle ilgili alıştırmalar ve kültürün genel özetidir.
Erkan SİHİR
63
KÜLTÜR-SANAT
ocak-şubat-mart
şehir kültür rehberi
KONSERLER
13 Aralık 2013 20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi S. PROKOFİEV Keman Konçertosu No.1 Op.19
İZMİR DEVLET TİYATROSU
20 Aralık 2013 20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi - “İsmet İnönü’yü Anma Haftası” 27 Aralık 2013 20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi - “Yılbaşı Konseri Müzikallerle 2013’e Veda”
ÜÇ DESTAN KONAK SAHNESİ 26-29 KASIM JOSEF VE MARIA GAZİEMİR BELEDİYESİ 29 KASIM KAHVEDE ŞENLİK VAR KONAK SAHNESİ 15-24 KASIM
64
KÜLTÜR-SANAT
SİNEMA 28 Kasım 2013 YEDİNCİ MÜHÜR (Det Sjunde Inseglet) DESEM SİNEMATİK ÜCRETSİZ. 05 Aralık 2013 PERSONA ( Persona ) DESEM SİNEMATİK ÜCRETSİZ 19 Aralık 2013 SONSUZ SOKAKLAR ( La Strada ) DESEM SİNEMATİK ÜCRETSİZ
15 Kasım 2013 Yüksek Sadakat OOZE VENUE - BİLET 20TL 22 Kasım 2013 Pentagram OOZE VENUE - BİLET 30TL 29 Kasım 2013 Yeni Türkü OOZE VENUE - BİLET 25TL 13 Aralık 2013 Duman OOZE VENUE - BİLET 50TL 29 Kasım 2013 20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi - “Polonya-Türkiye Dostluk Haftası Mehmet AKTUĞ Anısına” Viyola
15-21 KASIM AKLIMI OYNATACAĞIM TAM 6TL - ÖĞRENCİ 4TL 22-28 Kasım 2013 SAKSI OLMANIN FAYDALARI (The Perks Of Being A Wall) 29 Kasım - 05 Aralık 2013 SEN GİTMEDEN ÖNCE ( Not Fade Away ) 06-12 Aralık 2013 BİR KADININ GÖZYAŞI (Therese desqueyroux) 13-19 Aralık 2013 HAYALLERİN ÖTESİNDE (Imagine) 20-26 Aralık 2013 CAMILLE CLAUDEL, 1915
6 Aralık 2013 20:30 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi A. DVORAK Viyolonsel Konçertosu Op.104 R. STRAUSS Güllü Şövalye Süiti R. STRAUSS Salome Operası’ndan Yedi Tül Dansı
65