Babil 23

Page 1

HAREKETE GEÇMEK Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. AHİLİKTEN BİLGELİĞE RETORİK DOĞU AFRİKA MASAİLER EMRE ŞEN Piyanoya ruh ve hayat veren...

1


7 AĞUSTOS PERŞEMBE 19:00 2


EDİTÖR’DEN Sevgili Okurlarımız, Babil Kulesi’nin yeni sayısında da birbirinden güzel yazı ve görselleri beğeninize sunuyoruz. Deneme türünde konumuz “harekete geçmek”. “Hayat hareket, hareketsizlik ölümdür.” (Lewis Morris). İstediğimiz şeyi yapmak için harekete geçmenin kaçınılmaz olması, mutluluk, başarı, kazanmak ve kaybetmek ne demektir konularına değinen kısa ve öz bu yazı şurup niyetine okunabilecek kıvamda. Tarihimizde harekete geçen insanların en değerli örneklerinden olan ahilere bakıp Ahilikten Bilgeliğe giden yolu inceledik. Geçmiş sayılarımızda bilgeliğe duyulan aşk yani felse-

fe yolunda tüm dünyaya ilham veren filozof Mevlana felsefe ve filozofları nasıl ele almış ona bir bakmıştık. Bu sefer Mevlana’da aşkı ele aldık. Her şeyi söylemenin, ifade etmenin bir yolu vardır. Kimi söyleyerek, kimi yazarak, kimi resimle, kimi müzikle… Hangisi olduğu farketmez ancak hangisi olursa olsun kendimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi sanatsal bir şekilde ifade edebilmek için bazı teorik ve pratik yöntemler var. Konuşma sanatı Retorik nedir merak edenler için retoriğe felsefi bir bakış sunuyoruz. Bu sayıda kitabımız “Üzüntüden Kurtulmanın Yolları”. Röportajımız Piyanist Emre Şen ile… Ve bu röportajın ar-

dından ailece izlenebilecek küçük dev piyanistin hikayesini anlatan sinema filmi “August Rush” özetledik. Beğenerek okumanız ve paylaşmanız dileğiyle…

Sevgi TEZ

3


İÇİNDEKİLER

HAREKETE GEÇMEK Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir

26

08

HAREKETE GEÇMEK

12 AHİLİKTEN BİLGELİĞE

ANA TANRIÇA

KYBELE

16

RETORİK

38 DOĞU AFRİKA MASAİLER

44

kül tigin

ANA TANRIÇA KYBELE

22 MEVLANA’DA ASK ,

MEVLANA’DA AŞK 4

EMRE ŞEN Piyanoya ruh ve hayat veren...

52 İBADETHANELERDE TARİHİ BİR GÜN


İÇİNDEKİLER

59

54 indila

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

AUGUST RUSH

60

56 FRANKENWEENIE

babil

kulesi Nisan-Mayıs-Haziran 2014

İmtiyaz Sahibi

YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen

KÜLTÜR-SANAT

Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Sevgi TEZ Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir

5


TARİH

BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6

Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )

bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.


TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan

sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını

söyler. 9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak

isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır

ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7


ARAŞTIRMA

HAREKETE GEÇMEK Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir

88


ARAŞTIRMA

“İst e mek” nedir diye sözlüğe baktığımızda istek duymak ,arzulamak karşılığını buluruz. Peki bir hedefe ulaşmak için onu “istemek” veya “arzulamak” acaba ne kadar yeterlidir ? Çevremize baktığımızda, insanların kimisinin istediği işi bulamadığından, bir işe sahip olanların ise hak ettiğini elde edememekten ve bunun gibi çevremizdekilerin hep bir şeyleri istediğini, ama bunların gerçekleşmediğinden yakındığını duyarız. Ne yazık ki arzulanan şeylerin gerçekleşmesi için yakınmak bir çözüm olmuyor. Yapılması gereken, hedefe ulaşmada eksik olanın ne olduğunu tespit edip onu kapatmaya çalışmak olmalıdır. Örneğin işimizde daha üst seviyeye çıkabilmek için belki ekstra yabancı dile, bilgisayar bilgisine veya daha fazla özveri göstermeye gerek olduğunu bilir ve görürüz, ama o açığı kapatmak için gerekli enerjiyi toplayıp bir türlü harekete geçemeyiz.

Tanrı rüzgarı verir, ama yol almak isteyen yelkenlerini kendisi çekmelidir. Saint Augustine Bir şeyi gerçekten istemek için onu kelimelerle ifade etmekten fazlası gerekir. Arzuladıklarımızı benliğimizin içine kadar hissetmeli ve en kısa sürede bunu eyleme geçirmeliyiz. Başarıyı getiren en önemli etken eylemdir. İstediklerini elde edebilen insanlar ile sürekli durumundan yakınanlar arasındaki en önemli fark eylem noktasındadır. Başarılı kişiler yapmak istediklerini arzular ve ardından plan yaparlar , fazla zaman kaybetmeden de harekete geçip hedeflerine ulaşmaya çalışırlar. Her zaman savaşlarınızı kazanamazsınız, ama savaştığınızı bilmek yine de iyidir. (M. Holmes) Başarının sırrı, tırnaklarınızla kazımaya başlayıp kazımaya devam etmektir. ( Dennis Gren)

terebilen bir kişi için, bu tür yanlışlar sadece doğruyu bulmada birer yol haritası gibidir. Onlar bu haritadan faydalanarak sonuca muhakkak ulaşırlar. İyi bir şey yapmak için sıra dışı şartların oluşmasını beklemeyin; sıradan durumları kullanmaya çalışın. (Paul Mehter) Önümüze çıkan engelleri aşma ve çözüm oluşturma yolunda en tehlikeli yaklaşım mükemmeliyetçi davranışlardır. Çevremizde harekete geçmeyi başaramayan insanların büyük çoğunluğunun ana problemi, hep “en mükemmeli olsun” diye düşünmeleri ve bunun da onların ilerlemesini durdurmasıdır.

Tabii hedefe ulaşma yolunda atılan adımlar her zaman doğru olmayabilir. Yanlış algılama veya yapılan yanlış bir plan olumsuz sonuçlar doğurabilir. Buna rağmen harekete geçme becerisini g ö s 9


ARAŞTIRMA

10 10


ARAŞTIRMA bulunduğumuz yolda ilerletecek olan hep bu küçük adımlardır. Ya p ı l m ı s k ü çük işler, planlanmıs büyük işlerden çok daha iyidir.( Peter Marshall) Bir adamı kurtaran bir adım atmaktır. Sonra bir adım daha. (Antoine Exupery) Hedefe ulaşmak için hem kısa vadeli hem de uzun vadeli amaçlar olmalıdır. Küçük olanlar ana hedefe ulaşma yolunda bize birer merdiven basamağı oluşturur. Nasıl ki bir merdivenin en üst noktasına çıkmak için, birer birer, her bir basamağından geçmemiz gerekiyorsa, ana hedeflerimize giden yolda da bu adımları atmalı , arada takılsak bile tırmanmayı bırakmamalıyız. Çıkan zorluklar karşısında merdivenin çok yüksek , en üst noktaya çıkmanın ise çok zor olduğunu zaman zaman düşünmek ve umutsuzluğa kapılmak da mümkündür. Böyle bir durumda , merdivenin en tepesine bakmak yerine şu anda atmamız gereken adımlara yoğunlaşmalıyız. Bizi içinde

Mutluluk sorunsuz bir yaşam değil, onlarla başa çıkabilme yeteneği demektir. (Brown) İnsanı yaşama bağlayan en önemli arzulardan birisi mutlu olma isteğidir. Hemen her insanda bu istek bulunmaktadır. Ama tarihin bütün dönemlerinde onu elde etmenin nasıl ve ne şekilde olması gerektiği bir tartışma konusu olmuştur.

muhakkak olumlu sonuçlar elde edilecektir. Mutluluk da zaten ilerlediğimiz yolda gösterdiğimiz çabanın ödülüdür. Hayat hareket, hareketsizlik ölümdür.( Lewis Morris) Kaynaklar: Başarmak için 3 Adım – Ahmet Kırtok İstemek ve Harekete Geçmek ,( http://blog.milliyet.com.tr ), - S. Alkan Atila Özyeğen

Eski düşünürler mutluluğu erdemin bir ödülü olarak değerlendirmişlerdir. Gerçekten de kısa ve uzun vadeli hedeflerini belirleyen ve ona ulaşmak için doğru eylemleri gerçekleştirerek çaba gösteren , yani harekete geçmiş bir insan için mutluluğu başka bir yerde aramaya gerek olmayacaktır. Sonuca giden yolda engeller olsa da, akıl ve erdemli davranışların birlikteliğinden

11 11


ARAŞTIRMA

12 12


ARAŞTIRMA

AHİLİKTEN BİLGELİĞE Meslekten bilgeliğe ahilik; sanatta mükemmellik, yaşayışta dürüstlük, insanlara hizmette olgunluk olarak nitelendirilebilir. En popüler kısmı ise usta çırak ilişkisidir. Günümüz ekonomik sistemi ile ahilik arasında temel bir fark vardır. Anahtar kelime ‘meslek’tir. Meslek, hayatı idame ettirmek için gerekli olan ve uzun bir sürece ihtiyaç duyan bir sistemdir. Bugünkü kültürde rekabet, zorunluluklar ve çalışmak fikriyle de birliktedir. Bazen sevmediğimiz isleri de yapmak zorunda kalabiliyoruz. Bu noktada ahilik, mesleğin ve çalışmanın çok özel bir tanımını taşır. Çalışmak; ahlak geliştirmek, diğerlerine hizmet etme fikrini ve evrimleşme ile kendi içindeki gizli potansiyelleri ortaya çıkarabilmesi içindi. Bize iyi gelmeyen işler kaçma ve dinlenme miktarını arttırır. Mesleğini seven üreten kişinin yorulması mümkün mü? Eğer çalışma konusunda yoruluyorsak teknik yanlıştır. Üretmek yerine tüketmek ön plandadır. Üretmek bizim doğal ihtiyacımız olarak görül-

müyor fakat varolmak için üretmek gereklidir. Emekli olunca çökme konusu belki bu nedenledir. Ahi Evran Bektaşilikten çok beslenen bu teşkilatın başıdır. Efsanevi bir karakterdir, onunla ilgili tarihi bilgiler azdır. Ahi A in uoy kentinde doğup 1172 yılları arasında yaşamış, yani Yunus Emre’den 3 yıl önce yaşadığı bilinmektedir. Anadolu’ya göçmüş olan 2. dalga Türklerin toplum hayatı içinde büyük bir değer ortaya koymuştur. 32 mesleğin piridir. Kendi hayatını vakfettiği en zor ve en pis iş olması nedeniyle seçtiği dericiliktir. Bu mesleği seçerek kendini terbiye etmeyi amaçlamıştır. Horasan’a geçip, Bağdat’a sonra da Mekke’ye gelmiştir. Daha sonra da görevlendirilmiş gibi Anadolu’ya geçip Konya ve Tebriz’e gitmiştir. Devletin desteğini alıp dericilik çarşısını açmıştır. ‘Hak ile sabır dileyip bize gelen bizdendir adil ahlak yolunda ilim ile çalışıp bizi geçen bizdendir’ diyen ahilikte, meslekte daha fazla ilerlenmesi esastır.

Bu anne ve babalık dürtüsüne benzer doğal bir dürtüdür. Arapçada ahi kelimesi arkadaş, Türkçede ise akı kelimesinden gelmiş olduğu bilinir. Cömert anlamına gelmektedir. Cömertlik olmadığı zaman da verebilmek anlamına gelmektedir. İnsan olmaktan kaynaklanan bir değer vardır. Fütüvvet kuralları ahilik konusunda etkili olmuş, Melamilik ile de birleşerek ahilik ortaya çıkmıştır. Bunların özünde özdenetim vardır, insan kendini kandıramaz. Bektaşilikten alınan 3 açık ve 3 kapalı kural vardır: 1) Alnı açık tutmak her anlamda açık olmaktır. 2) Kalbini açık tutmak sevgi, bağışlama, hoşgörü ve insanları içine alabilecek bir kalbe sahip olmaktır. 3) Kapını açık tutmak herkese açık olmaktır. 4) Elini kapalı tut bize ait olmayan şeyler için. 5) Dilini kapalı tut dedikodu yapma. 6) Belini kapalı tut nefsine hakim olmak için.

13 13


ARAŞTIRMA Osmanlı Devleti’nin ilk padişahlarının hocalarının da ahi olduğu biliniyordu. Seyh Edebali Orhan Gazi’nin hocasıdır. Platon’da da ahilikteki kurallara benzer kurallar vardır, herkesin tek bir iş ile uğraşması esastır. Buraya kadar hep kurallardan bahsedildi. Kuralların olmadığı bir dünyada kaos ortaya çıkar. Şu an içinse kurallar gereksiz gibi görülüyor. Kurallara neden ihtiyaç olduğu aktarılmadığı için şekilsel olarak kalıyorlar. Kuralların nedenlerinin aktarılması için bol bol sorgulanması gerekir. Nedenler olmadığında kurallardan nefret edilir. Ahilikte her işte özgün iş üretilmek durumundaydı, şimdi ise taklit meşrudur. Taklit yapanlara yaptırımlar ve cezalar uygulanırdı. Vücut batan dikeni atar. Doğaldır aynı şekilde ahilikte de bu geçerlidir, daha sağlıklı kalmak için şarttır. Bugün bilgi paylaşılmıyor,

14 14

samimiyetin olmadığı böyle bir ortamda paylaşılması mümkün mü? Bugüne kadar rekabet iyi dedik gerçekten iyi mi bir sorgulamak lazım. Ahilik eğitiminde 2 yön vardır: Teorik ve pratik. Yaren akşamları sohbet akşamlarıdır. Zanaatler ve ilkeleri anlatılmıyordu. Ahiler askerlik anlamında da devleti desteklemişlerdir. Günümüz eğitim sistemi en kısa zamanda problem çözmeyi destekler. En hayati mesleklerde uygun olup olmadığımıza bakılmıyor. Öğretmen olmak için sabıra bakılıyor mu? Bir müzisyen, birinin müzik özelliği var mı anlayabilir. Ahilikte ise böyle bir durum söz konusu değil. Eğitim çekip çıkarmak anlamına gelir. Herkeste bir potansiyel vardır ve onun çekilip çıkarılmasına ihtiyaç var. İnsanın hem kendini eğitmesi hem de eğitim alması gerek.

Teşkilat bir kişi tarafından kurulmuştur. İşbirliği yapabilecek kişileri tanıyan ve yetkilendirebilen birisidir. Köylünün huzurunda çırak kabul edilir. Layık olmaya çalışır ve zaman içinde 124 kurala uyması beklenir. Kalfa ustasının tavsiyesi ile usta olur ve kuşanma töreni yapılır. Ustada 740 kural vardır. En son seyhul mesayih ahi babalık aşamasını da görmemizi sağlar. Mevlana mesnevisinde 4 aşamadan daha bahseder. Kemale gitme yolunda şeriat, tarikat, marifet ve hakikat aşamaları vardır. Ahilikte bir yerde eğer dükkan yeterliyse usta mutlaka dükkan açacak diye bir şey yok. Eğer böyle olursa rekabet ortaya çıkar bu da üretimin kalitesini düşürür. Ahilikte de çarşılar ve bedestenler vardı. Kemeraltı’ndaki bedesten de ahilik kültürünün sonucudur.


ARAŞTIRMA Biz bilincinin kurallarda hem ticari hem de ahlaki olarak daha ön planda olduğunu görürüz. Bugün en çok konsantrasyon eksikliği var. Ama bu konuda hatırlamak için çaba göstermiyorsak konsantrasyon nasıl artacak? Her şey kolayca olsun istiyoruz. İnsanın kendini tanıması kolay bir mesele değildir. İnsan kendini zorlarsa tanıyabilir. Ne olduğumuzu ancak eylem ve zorlanma halinde görebiliriz. Sanayi devrimi bizi mutlu etti. Bilim ve teknoloji karıştırılıyor. Bilim ilerlemiyor teknoloji ilerliyor. Amaç ve araçlar karıştı. Teknoloji amaç mı araç mı? Araç. O arada araç iken amaca dönüştü. Fikirsel konformizm bugün her şeye sahip olmak gibi algılanıyor. Küçük ve orta ölçekli iş yerleri tehdit altında. Bu noktaya nasıl geldik? İnsanın değeri yok. Ahilikte insana değer var. Sistemlerin çok iyi olmasına gerek yok insana değer vermesi yeterli. Dünyadaki sistemlerin içinde bulunuyoruz ama tamamen içinde bulunmak durumunda değiliz. Konfüçyüs der ki ‘Karanlığa küfredeceğine bir mum yak’. Ahilikte amaç insanın kamil olması olgunlaşmasıdır. Tüm geleneksel

kültürlerdeki gibi ideal bir insandır. Mükemmel demek değildir ancak insan için prototip ve ö r n e k t i r. Mükemmel kelimesi de kemal yani kamil kelimesinden gelmektedir. Büyük filozofların hayatları bu kamil hayata örnektir. Bugün materyalizm kesindir. Bencillik kesindir. Politika da b e n c i l d i r. Ahilik sisteminin kurulamayacağı nettir ancak dersler çıkarabiliriz. Sistemlerin değişebilmesi için insanların değişmesi gerekir. Felsefenin insana en büyük kazancı kendimizi değiştirmektir. Örnek verecek olursak, bilinen ilk kadın derneği ahi evranın eşi Fatma’nın kurduğudur.

hayatı idame ettirmekten öte bir potansiyel ortaya çıkartma yaşam ve ibadet şekli olmalıdır. Dinlenmeye engel değildir. Biriktirmek ve kendi refahını temel alan bir çalışma ve varoluş şekli bireyi mutlu etmeye yetse bile mutsuz toplumlar yaratmaktadır. İnsan kardeşi mutsuz iken nasıl mutlu olur?

Ahilikten çıkarabileceğimiz sonuçlar şunlardır: Her şeyin başı iyi bir eğitimdir. En büyük yatırım sevgi ve eğitimdir. Herkesin kendisini keşfedeceği ve gerçekleştireceği bir işi olmalıdır. İnsan çalışırken mutludur. Çalışmak para kazanmak ve 15 15


ARAŞTIRMA

ANA TANRIÇA

KYBELE

16


ARAŞTIRMA

Kybele ve Mitoslar

Benzer

-Attis ve Kibele Frigya’da, Pessinius Kentinin, Kybele’nin arkaik formu olan Agdistis’e tapınmak için yapıldığını söylemiştik. Agdistis’in sevgilisi Tanrıça Nana’nın oğlu Attis’tir. Bu arada Attis’i Pessinius’un kızı ile evlendirmek için bir düğün töreni hazırlanmaktadır ve tam o sırada sevgilisini başkasına ait olacağını gören Agdistis birden ortaya çıkar ve türlü oyunlarla Attis’i baştan çıkarır. Attis de kendini hadım eder oracıkta ve kasıklarından dökülen kanlarla toprak sulanır.

Kendisi de bir çam ağacına döner. Böylelikle toprak ana olan Agdistis / Kybele, Attis’ten gebe kalır ve ilkbaharda her yerin yeşerdiği, canlandığı, bolluk ve berekete kavuştuğu dönemlere gelinir. Hatta bu canlanmaya ithafen artık 22 Mart’larda anatanrıça onuruna şenlikler düzenlenirmiş. Çam ağaçlarının hep yeşil ve canlı kalmasını da, Agdistis’in sevgilisi Attis için özellikle sağladığı bir ayrıcalık olduğu söyleniyor. (5) Her bahar Attis ile Kybele’nin buluştuğu, doğa ananın tekrar döl-

lendiğine inanılıyor. Kybele’ye bağlı Kurbanteler ya da Korybanteler varmış ve davullu, şarkılı, danslı törenler yaparlarmış. Hatta bunlardan bir kısmı Med savaşları nedeniyle Yunanistan’a geçmişler, ordan İtalya’ya ve diğer Avrupa ülkelerine yayılmışlar. Aynı şekilde Kybele sembolleriyle, şarkılı danslı dolaşmışlar. Annenin göçmenleriyken, bir süre sonra ciddiye alınmayacak kadar dilenci, evsizler gibi kötü kılıklara girip gözden düşmüşler.

Magna Mater, aslan ve Attis’i tapınak hizmetkârları ile birlikte gösteren kabartma, M.Ö. 2. yüzyıl (Vermaseren, 1966: Plate XII– 1)

Yine Kybele ve Attis’in mezarı olan çam ağacı

17


ARAŞTIRMA -Demether (Kybele) ve Persophone Kybele ve Attis’teki dönemsel bir ayrılığı, Antik Yunan mitoslarından Demether ve kızı Persophone mitosunu da görüyoruz. Persophone, arkadaşlarıyla kırlardadır ve gördüğü güzel bir çiçeğin peşindeyken birden yer yarılır ve yeraltından tanrı Hades çıkarak kızı kaçırır, kendine eş yapar. Demether, tüm doğayı dolaşıp bolluk bereket dağıtmakla meşguldür. Kızının yok olduğunu görünce çok kızar ve uzun süreler kızını arar. Bulamayınca, bereket dağıtmak için dolaşmaktan da vazgeçip o da yeraltına sızar . Uzun zamandan sonra, kuraklıklar da başlayınca, baba tanrı Zeus, Hermes’ten kızı getirip annesine ulaştırmasını ve de Demether’in de vazifelerine dönmesini ister. Anne kız kavuşur, ancak Hades kıza çıkmadan sevgi ile yeraltına bağlamak için nar yedirmiştir ve yılın belli bir mevsiminde yeraltına gelmesi için şartlamıştır. Demether de bunu kabul etmek durumunda kalır. Böylece ana kızın buluştuğu zamanlar bolluk-bereket yani bahar ve yaz ayları olur. 18

-Hititlerde Telepinu Mitosu Bolluk bereketin sembolü Telepinu, kızgın olduğu bir gün şehrini terk eder. Diyar diyar gezer ve sonunda yorgunluktan bitap düşer ve kaybolur. Uyuyup kalan Telepinu’nun yokluğunda, kuraklık başlar, ekinler söner, hayvanlar telef olmaya başlar. Diğer tanrıların yardımıyla Telepinu bulunup şehrine getirilir ve iyileştirilir. Böylelikle bozulan doğa, tekrar dengeye gelir. (6) Kybele ve Sembolleri Farklı kültürlerde aynı anatanrıça için hazırlanan eserlerde minik sembolik farklar olsa da, toprak analığın sınırsız vericiliğini temsil etmekte hepsinin bir ışığı olmuş. Kubaba heykelciklerinde; oturan, çıplak, şişman, geniş kalçalı, iri göğüslü, bacaklarının arasında yeni doğmuş bir bebek, ellerinin altında vahşi hayvan ve başında da yuvarlak bir taç. Oturur, sabittir, çünkü topraktır. Doğurgandır, boldur, bereketlidir ve vahşi tabiatın hakimidir. Başındaki yuvarlak “ay”ı , yani dişil unsurları temsil eder.


ARAŞTIRMA Demether ve Gea’dan farklı olarak, vahşi tabiata hakim olması, koruduğu halkların göçleri sırasında ve değişen çağlar içinde doğa koşullarına uyum sağlayabilmeleri ve telef olmamaları için tabiata hükmetme yetisindedir. Ayaktaki Kybele; bazılarında yanında yine aslanları vardır bazılarında da çocuklar. Yine vahşi tabiata hakimiyeti ve doğanları büyütmeyi temsil eder. Bir elinde bir disk tutar. Bunu bazen bir tefe bazen de birlik işaretine bazen de aya benzetebiliriz. Tef için, Kybele’nin yaratılışı sırasında da bir melodi olduğunu ve törenlerinde de bol şarkı ve dans olduğunu hatırlayalım. (Şaman Kadınlarda da hep benzer tefler kullanılıyor)(7) Araba Süren Kybele; burada da arabayı aslanlar çeker, diski, asası ve başlığı vardır. Bu başlık, daha önce Rhea’da da bahsettiğimiz, kentlerin kurulması ve yaşatılması ile ilgili olan başlıktır. Yine bazı Kybelelerin ellerinde tas ya da kap, buğday/başak, ekin, ot, nar, yün eğirmede kullanılan aletin olduğu görülüyor. Yanısıra çift taraflı balta, mızrak ve kalkan da yer alıyor. Bunlar da

yine tarımın, bolluğun, bereketin, korumacılığın, savaşçılığın işaretleridir bunlar. Tırpan; toprak ve tırpan ilişkisi, toprağın işlenmesi ve tarımla da ilgilidir ve mesela Gaia’nın karnındaki çocuklarını turpanla çıkartması ve buradan çıkan çocukların da doğa güçlerinin yöneticileri olması. Benzer şekilde, Luvi dilinde Artemis, Arta (ırmak, nehir) ve Mis (tanrıça) demek olup, boluk berekettir. Artemis heykelinin yanlarındaki aslanlar, başındaki başlık diğerleriyle benzer anlamdadır. Bol göğüslerin olması ise, aslında sonsuz besleyiciliği ile göğüsleri ve kozmik yumurtalar olarak da doğurganlığı simgeler. Yine, Kybelenin farklı hallerinin olması, aynı “ay”ın evreleri gibi 3 dönüme işaret eder, bazıları dolunay, bazıları hilal, bazıları da ayın karanlık hali gibidir; bakirelik, analık, yaşlılık. Yine mevsimlere ilişkin de, dişiliğin 3 geçişi aktarılır; genç kızlık, bakirelik dönemleri ilkbahardır ve neşelidir, orta yaş, yazdır, doğurgandır, annedir, olgun ve vericidir, yaşlılık ise sonbahar kıştır, toprak kurur ve

dinlenmeye çekilir. Böylelikle doğumdan ölüme tüm evreleriyle, toprak ananın kurduğu ve sunduğu yaşamdır. Tekrar canlanana kadar. Yine Mircea Eliade’nin toparladığı tespitlerle; Toprağın bereketi kadın doğurganlığıyla uyumludur; dolayısıyla mahsulün bolluğundan kadınlar sorumlu olur; çünkü yaratımın “sırrını” onlar bilmektedir. ... Toprak kadınla özdeşleştirilir. Daha ileri tarihlerde, saban keşfedildikten sonra, tarım çalışması cinsel birleşmeyle özdeşleşecektir. Ama binlerce yıl boyunca Yeryüzü Ana partenogenez (döllenmeden üreme) yoluyla tek başına doğuruyordu. Bu “sırrın” anısı Olympos mitolojisinde hala yaşıyordu (Hera tek başına hamile kalır ve Hephaistos’la Ares’i doğurur) ve yeryüzü insanlarının Topraktan doğuşu, toprak üzerinde doğurma, yeni doğmuş bebeğin toprak üzerine bırakılması vb çok sayıda halk inancı ve mitte bu izler ayırt edilebilmektedir. Topraktan doğan insan öldüğünde annesine geri döner. Veda ozanı “toprağa, annene doğru sürün” diye haykırır. (8)

19


ARAŞTIRMA Kybele için yapılan şehir Pessinus’ta siyah bir meteor taşı bulunduğundan bahsedilir. Bu karataşa, çocuklarını yutan Kronos’a, Rhea’nın çocuğuymuş gibi yutturduğu karataş hikayesi de benzer. Bu karataş, Kubaba, Kübel, Kibel, Kıble, Kabe ses değişimleri ile Mekke’deki Kabe’yi de anıştırır ve Kabe’nin de meteor taşı olması dikkat çekicidir. Yine kubbe isminin ve kubbesel yapılan bir çok yapının da Kybele ile ilgili olduğu düşünülüyor. Çünkü Kybele aynı zamanda Dağların Tanrıçası diye de anılıyordu. Benzer şekilde, topraktan geldik toprağa gideceğiz sözü eski adetlere kadar uygulanırmış. Eskiler ölülerini iri toprak küplere koyarlarmış. Hem “küp” kelimesinin Kubaba’dan geldiği, hem de bu kübün şeklinin ana rahmine benzediği söylenir. Yani başlangıca dönüş. Sonra yeniden doğuş. Yine mezarlarda buğday serpilmesi ya da ölü toprağının sulanması hep bu yeniden dirilişi tasvirlemek ve 20

Kybele’ye sunuda bulunmak için imiş. Kybele rahiplerinin Avrupa’ya yayıldığını söylemiştik. Kybele ile birlikte Attis ile de ilgili çok sembolü taşımışlar.. Başkent müzesinde; başında, biri İdalı Jüpiter, diğer ikisi Attis olan üç madalyon ile donatılmış defne bir taç bulunan bir Arşi-Galoyu temsil eden küçük bir rölyef korunmaktadır. Göğsünde bir Frigya delikanlısı görülmekte ve kulaklarından inciler sarkmaktadır. İki başlı, başlarından her birinde değerli bir taş bulunan bir yılan boğazını oluşturmaktadır. Attis’in kanından filizlendiği inancıyla sağ elinde üç dal zeytin, sol elinde meyve dolu bir kap, bir çam kozalağı ve bademler taşımaktadır. Onunla beraber simbal, flüt ve trampet gibi çeşitli müzik aletleri de görülüyor (9) Yine bitkilerden incir ağacının yaprağından çıkan süt ve bununla teleme peyniri yapılışı ve meşe ağacının palamudunun ucundan çıkan süt ile de yoğurt mayalanması ile besleyici ve şifalı oluşları nedeniyle, bu bitkiler de Kybele’nin sembolleri arasında geçer.


ARAŞTIRMA Ankara, Gordion, bu uygarlıklara beşiklik etmiş yerlerden demiştik. Bir çok mitosta geçen Anka Kuşu, aynı zamanda Hera’nın kutsal hayvanı olarak da geçer. Hera da Zeus’un eşi ve evlilik, aile tanrıçalarındandır. Anka, ana tanrıça da demektir. Luvi dilinde Ura; yüce ve Ankuva yüce tanrıça evi anlamına gelir ve de Ankara’nın da adını buradan aldığı düşünülür. Sonsöz Toprak bizim anamız, gök babamızdır. Gök toprağı döller. Yer, tahıl ve bitki verir. Güney Afrika İlahisi Biz Tanrısallığı içinde yaşatan insanlar günümüz kadınsallığının varlığı-yokluğu için ne düşünüyoruz ki acep? KADINLAR gittiklerinde Arkalarında daha büyük boşluklar bırakırlar. Onlar bir gün çekip gittiklerinde, peşlerinde “yetim-öksüz” kalan çok olur: Mutfaktaki dolap, perdeler, kavanozun içindeki eski düğmeler, özenle saklanmış küçülmüş giysiler, dolap diplerindeki kurdeleler... Sabah karanlığında mutfaktan gelen tıkırtılar susar, yetim kalmıştır tabaklar. Bir kadın gittiğinde hep suyu unutulur saksıların. Sık sık boynunu büker

“sarıkız”. O teki kalmış eski bardağın anlamını bilen olmaz, değerini kimse anlayamaz krom hac tasının. Balkon artık sessizdir, koridor kimsesiz. Bir kadın gittiğinde... Bir kadın gittiğinde ne çok kişi gider aslında; bir ağır işçi, bir temizlikçi, bir bakıcı, bir bahçıvan, bir muhasebeci... Bir anne gider... Bir dost... Bir arkadaş... Bir sevgili... Ne çok kişi yok olur bir kadın gittiğinde. Hep böyle olur; bir kadın gittiğinde; övgüler, uyarılar, yakınmalar, dualar yetim kalır. Kapı eşiğindeki “Dikkat et...” duyulmaz, annesi gitmiştir “geç kalma”nın. Kadınlar, arkalarında büyük boşluklar bırakarak giderler. Bir kadın gittiğinde pek çok kişi gitmiştir aslında. Ve bir kadın gittiğinde pek çok “yetim” bırakmıştır arkasında. (10) Gökte ne varsa, yerde de o var diyor öğretiler. Ve Yer, görüyoruz ki; göktekini tüm cömertliğiyle, tüm cesareti ve sevgisiyle ve sürekli olarak sunuyor. Biz de minik analıkları deniyor ve ne çok şey olduğumuzu zannediyoruz. Bizler büyük ananın kucağında, henüz filizlenmeye çalışıyoruz.

İlhamın için sonsuz teşekkürler… Kaynaklar 1-http://www.mitolojiler.com/etiket/galyalilar-kimdir 2-http://tr.wikipedia. org/wiki/Willendorf_ Ven%C3%BCs%C3%BC 3-http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi. gov.tr/belge/1-55020/ frig-kralligi.html 4-http://www.anadolumedeniyetlerimuzesi. gov.tr/belge/1-55025/ neolitik-yeni--cilali-tascag.html 5-Ana Tanrıça Kültü-Elif Ersoy, Anadolu Aydınlama Vakfı 6- YYT Dergileri-58. sayı, Anadolu’da Ana Tanrıça, Zeynep Elkırmış 7-Türk Kültüründe Kadın Şaman, Prof. Dr. Fuzuli Bayat 8-Dinsel İnançlar ve Düşünceler Tarihi I, Mircea Eliade 9- YYT Dergileri-6.sayı, Kibele, Lili Romero 1 0 - h t t p : / / w w w. h u r riyet.com.tr/yazarlar/4782789.asp?m=1 / Bekir Coşkun 20 Temmuz 2006

Neslihan USUĞLU

21


DENEME

MEVLANA’DA ASK , 22 22


DENEME AŞK kelimesi birleşme anlamına gelir. Peki Mesnevi’ye göre AŞK (birleşme) nedir ve ne iledir? “Aşkın şerhinde akıl, çamura saplanmış eşek gibi yattı kaldı. Aşkı, aşıklığı yine aşk şerh etti.” Beyitinde Aşkı akıl ile anlayamayacağımızı ve açıklayamayacağımızı, ancak AŞKI yine kendisiyle yani AŞKI yaşayarak anlayabileceğimizi söyler. Aşka sahip olabilmek için öncelikle aşkı ve özelliklerini tanıyalım. Aşk, her türlü sanatın, faaliyetin temelidir, kaybedilmiş bir nimettir, canların gıdasıdır, çaresizliktir,varlıktan geçmektir. Mevlana, herkese göre başka anlam taşıyan aşkı aşağıdaki beyitlerinde, farklı anlatım yolları ile anlatmıştır. DÜNYA’NIN YARATILIŞ NEDENİDİR “Hareketimiz de, varlığımız da senin vergindir. Varlığımız umumiyetle senin icadındır. Yoka, varlık lezzetini gösterdin. Yok olanı kendine âşık eylemiştin!” “O temiz Allah, yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur, işler çıkarır.” Aşk olmasaydı, varlık nereden olurdu? Ekmek

nasıl olur da gelir senin vücuduna katılırdı?” AŞK’IN ÖZELLİKLERİ GAREZSİZDİR Âşıkların cisimlerinin, âşıkların canlarının dönmesinden başka dünyada garezsiz bir dönüş yoktur. Her şey bir maksatla hareket eder, her şey bir maksatla dönüp dolaşır.” ACIYI SİLENDİR Bir kendine bak, yok olmaktan nasıl titreyip durmaktasın? Yokluğu da aynen böyle tir tir titrer bil! BİRLEŞTİRİCİDİR Hepsi de üzüm olup derileriniyırtarlar da birleşirler, vasıfları da birlik olur. Dost, düşman ikiliktedir. Fakat hiç, bir olan, kendisiyle savaşır mı? Aferin, üstat Aklı Küll’e, yüz binlerce zerreye birlik bahsetti. Yerde topak topak dağınık topraklara benzerlerken testici, hepsini de birleştirdi FEDAKARLIKTIR Sevgilinin hayali, gönüllerimizde oldukça; işimiz, kulluk ve can vermedir, demediniz mi? Nerede bir belâ çırağı uyandırdılarsa orada yüz binlerce âşığın canını

yaktılar. VEFAKARLIK Sen bir horluk görür görmez aşktan kaçmadasın. Bir addan başka aşktan ne biliyorsun ki? Aşkın yüzlerce nazı, edası, ululuğu var. Aşk, yüzlerce nazla elde edilebilir. Aşk vefakar olduğu için vefakar olanı satın alır. Vefasız adama bakmaz bile. İnsan bir ağaca benzer, ahdi de ağacın köküne. Kökün iyilesmesine, sağlamlaşmasına çalışmak gerek. AŞK YÜCEDİR Ben aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. Aşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamı ile hor ettim, ayaklar altına serdim. Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim. Şu yerinden kımıldamayan dağlar da sana aşıkların sebatını söyler. ÜMİT EDER Akıl, ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lazım ki o tarafa koşsun. Hiç bir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar. Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. BİLGİNİN ÜRÜNÜDÜR Sevgiden acılıklar tatlılasır, sevgiden bakırlar altın kesilir. Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, 23 23


DENEME

24 24


sevgiden dertler şifa bulur. Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kisi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki? Noksan bilgi nereden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir. Noksan bilgi sahibi, cansız birşeyde dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur. Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet simşeği güneş sanır. KAHREDİCİDİR Aşk, kahredicidir, ben de onun eline düşmüş, kahrolmuş birisiyim. Aşkın coşup köpürmesiyle, aşkın acılığıyla şeker gibi tatlılaştım. Âşıklar kuvvetli bir selin önüne düşmüşlerdir. Onlar, aşkın takdirine razı olmuşlardır. Değirmen taşı gibi durup dinlenmeden gece gündüz inleyip sızlanarak döner dururlar. Değirmen taşının dönüp durması, kimse bu ırmak duruyor demesin diye ırmak arayanlara bir şahit olmuştur. Arktaki suyu görmüyorsan

gel de değirmen taşının dönüşünü gör der. Feleğin, o dönüp durmadan usandığı, bir karara bağlandığı yok. Sen de ey gönül, yıldız gibi ol, durup dinlenmeyi dileme. DÜNYANIN TEKAMÜL HAREKETİDİR Aşk bir denizdir, gökyüzü, bu denizde bir köpük. Aşk, Yusuf’un havasına kapılan Zeliha gibi insanı hayran eder. Gönüllerin dönüşünü aşktan bil. Aşk olmasaydı dünya, donar kalırdı. Aşk olmasaydı nerden cansız bir şey, nebata girer, onda mahvolurdu; büyüyüp yetişen nebatlar, nerden kendilerini canlılara feda ederlerdi? HASTALIKTIR Âşıklık gönül iniltisinden belli olur, hiçbir hastalık gönül hastalığı gibi değildir. HER TÜRLÜ AŞK İLAHİ AŞKA DÖNER Aşkı meydandadır da maşuku gizli. Zahiri sevgili de, cihanda o gizli maşukun bir imtihanından ibaret. Sureti yine yerinde, bu terk ediş neden? Aşık iyice ara, maşukun kim? Sevgili hisle idrak edilşeydi her hisle idrak edilene aşık olurdum. Bunu bırak, surette olan aşklar mutlaka surete ve güzel kadına değildir.

DENEME İster bu cihanın aşkı olsun ister o cihanın aşkı . Hakikî maşukta suret yoktur. Hakikaten surete âşıksan sevgili ölünce onu niye terk ediyorsun? Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı. Mektepten nefret ederdin, o nefret de geldi geçti. O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyâsından ibarettir. O akis güneşe gitti. Yiğidim, o ışık nereye düşerse sen ona âşık oluyorsun. Bütün akılların hekimliği, aşka göre çizilmiş suretlerden başka bir şey değildir. Bütün güzellerin yüzleri, onun yüzünün perdesidir. Ey aşk mezhebine giren, yüzünü kendine çevir. Sana meftun olan, senden başkası değildir. Ölülerin aşkı ebedî değildir, çünkü ölü, tekrar bize gelmez. Diri aşk, ruhta ve gözdedir. Her anda goncadan daha taze olur durur. O dirinin aşkını seç ki bakidir ve canına can katan şaraptan sana sakilik eder. HER AŞK BAŞKA AŞKLA MAHVOLUR (ERDEMLERİN ARZULARI YENMESİ) “Şeytan dünyaya aşıktır, kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşık giderebilir.” 25 25


ARAŞTIRMA

26 26


ARAŞTIRMA

RETORİK Retorik Tanımları Antik Yunan’daki tanımlar: Sofist Isokrates, “İnsanın bir yetisidir. Konuşmacı da ikna etme işini gören işçidir. “ Gorgias, “Konuşarak ikna etme yetisi.” Teodektes, “Konuşmacının konuşma yetisi ile insanları istediği sonuca götürmesi.” Aristotales, “Sistematik bir sanattır. Öğrenilebilir. Konuşmak suretiyle bütün ikna etme yöntemlerini keşfetme yetisidir.” Ariston, “Demokratik biçimde ikna edici konuşmayla siyasal soruları anlama ve dile getirme bilgisidir.” Khrysippos, “Doğru konuşma bilgisi.” Cicero, “Politikanın bir bölümüdür. Konuşmacının görevi ise ikna etmeye yönelik bir biçimde konuşmaktır.” Quintilianus, “İyi konuşmak.” Areus, “Söz sanatın mükemmelliğine uygun olarak konuşmak.” TDK, “1. Güzel söz söy-

leme, hitabet sanatı. 2. Söz sanatlarını inceleyen bilim dalı.” Retorik kelimesinin kökeni Eski Yunanca rhetorikos (konuşmacıya ilişkin olan, yetenekli bir konuşmacıya uygun olan) sıfatından türeyen rhetorike tekhne (konuşmacının sanatı, konuşma sanatı) terimine karşılık gelir. Roma’da ise rhetorike tekhne sözcüğü rhetorike ya da daha Latinleşmiş biçimi olan rhetorica olarak kullanmışlar. Rhetorica, konuşma sanatının teknik bilgisi olarak da kullanılmış. Roma’da oratio sözcüğü var. Bu bir topluluk önünde etkileyici biçimde konuşma yapma demektir. Bu sanatı uygulayan kişiye Eski Yunanca rheo (söylüyorum, konuşuyorum) fiilinden türemiş bir isim olan rheter (konuşmacı) ya da rhetor (toplum önünde konu-

şan kişi) denir. Roma’da da rhetor terimi kullanılıyor; konuşma sanatı teknik bilgisinde uzman kişi anlamında. Orator da topluluk önünde etkileyici konuşma yapan kişi anlamında. Retorik’in Ortaya Çıkışı Retorik ilk olarak MÖ. 5 yüzyılda Sicilya’da yöneticiler ile halk arasındaki arazi kavgalarının neden olduğu bir çatışma ortamında doğuyor. O dönemde Sicilya’nın başındaki diktatör yöneticiler askerlere dağıtmak amacıyla halkın topraklarına el koyuyorlar ve toprak sahiplerinin bir kısmını da sürgüne yolluyorlar. Bunun üzerine ayaklanmalar, karışıklıklar çıkıyor ve 2 diktatör devriliyor. Bir süre sonra halkın eski topraklarına kavuşabilmesi için halk mahkemeleri kuruluyor. Bu mahkemelerin başında hukuk bilgisi olmayan ama bu eski olayları 27 27


ARAŞTIRMA anımsayanlar ya da anımsadıklarını düşünenler yer alıyor. Bu mahkemelerde halk konuşma yetisini öyle bir kullanıyor ki jüri üyelerini etkiliyorlar. Buradan güzel konuşmanın çeşitli alıştırmalarla öğretilebilirliği ortaya çıkmıştır. Bu eğitimi de ilk veren doğa düşünürü Empedokles’tir. O bir öğrencisine o da kendi öğrencisine aktarmıştır. Bu iki öğretici retorik ile ilgili el kitapları yazmışlardır. Burada retoriğin ilk kurallarını belirlemişlerdir. Ayrıca bir retorik okulu kurmuşlardır. Retoriği icra edebilmek için başka insanlara ihtiyaç var. İnsanın kendini ifade edebilmesine ihtiyaç var. İnsanın kendini ifade edebilmesi için ona uygun bir siyasi rejim gerekli. Buradan yola çıkarak retorik, Antik Yunan’ın demokratik bir rejime geçmesiyle orta-

28

ya çıkmıştır. MÖ. 5.yy’da Atina’da sofistler tarafından kullanılmıştır. Sofistlere göre doğruluk ve gerçek gelip geçici bir şeydir. Bu yüzden insan için “doğru” ikna olabileceği bir şeydir. Aristo, sofistlerin retorik eğitimini “Sofistlerin Yanlış Çıkarımları Üzerine” adlı eserinde sistemsiz buluyor. Sadece anlık ortaya çıkan sorunu çözmeye yönelik olduğunu söylüyor. MÖ. 4. yy’da Antik Yunan’da demokrasi yavaş yavaş etkisini yitiriyor. Bununla birlikte retorik de siyasal alanda etkisini yitirmeye başlıyor. Retorik daha çok okullarda kullanılıyor. Antik Yunan tamamen Roma’nın egemenliğine girince retorik Roma’da yükselişe geçiyor. Bu yükseliş daha çok siyasal alanda oluyor. Çünkü Roma İmparatorluğu sınırlarını gittikçe genişletiyor ve devlet adamlarının herkese hitap edebilmesi, kendini ifade edebilmesi ihtiyacı ortaya çıkıyor. İlerleyen dönemlerde Roma İmparatorlu ğu’nda retorik daha geniş bir kullanım alanına sahip oluyor. Bunda öncü olan 2 önemli kişi

var. Biri bizim tarih felsefesi derslerinden hatırlayacağımız, tarihi “hayatın hocası” olarak tanımlayan Çiçero, diğer ise Quintilianus’tur. Çiçero’nun “Orator Üzerine” (De Oratore)* isimli bir kitabı vardır. Çiçero bir oratoru aynı zamanda hem bir filozof hem de devlet adamı olarak görür. O yüzden bir oratorun eğitiminde edebiyat, tarih, hukuk, siyasal bilimler, felsefe, retorik bilimlerinin hepsinin olması gerektiğini savunur. Çünkü retoriği devletin iyiliği için kullanması gereken kişinin aynı zamanda bilge bir kişi de olması gerekir. Bu yüzden ahlak felsefesine özellikle önem verir. Bilgeliği, konuşma yeteneği ile birleştirir. Sadece felsefeyle ilgilenmek ya da sadece konuşma yeteneğine sahip olmak yeterli değildir. Bir kişi felsefe bilebilir fakat düşüncelerini açık, anlaşılır bir şekilde karşısındakine aktaramayabilir. Ya da kişinin konuşma yeteneği çok iyidir ama bilgelik yönü zayıf olduğu için retoriği insanlığın zararına kullanabilir. Bir bıçak gibi düşünülebilir; bir meyveyi kesmek için kullanılabilir, birini yaralamak için de kullanılabilir. Çiçero’nun bu görüşünün temeli Platon’un Akademia’sından gelir. Çiçero, o zamanlar Akademia’nın başında bulunan Philo’dan


ARAŞTIRMA

Roma’ya geldiğinde ders almıştır. Philo hem retorik hem de felsefe dersleri veriyordu. Çiçero’ya göre bir orator iyi bir tarih bilgisine de sahip olmalıdır. Çünkü tarih bilgisinin iyi olması konuşma sanatını besler. Konuşmanın inanılırlığını artırır. Çiçero’ya göre bir orator, konunun daha net, açık olabilmesi için tanımlama yapabilmelidir. Tanımlama yapamayan birinin doğru konuşması beklenemez diyor. Quintilianus’a gelirsek; onun da “Konuşma Sanatının Eğitim-Öğretimi” (Institutio Oratoria) adlı bir eseri vardır. Burada ideal bir oratorun bebekliğinden yaşamının sonuna kadar alması gereken eğitimin ayrın-

tılı bir tanımını yapmıştır. Quintitianus, retoriğin erdemsiz bir insanın elinde inanılmaz yıkıcı olacağına inanır. Özünde iyi ve dürüst bir insan bunu kullanırsa o zaman yerini bulur der. Bu noktada Çiçero ile ortak düşünceye sahiptirler. Bir süre sonra Roma’da retorik gerilemeye başlar. Gerileme sebebi yine Antik Yunan’daki gibi siyasal nedenlere dayanıyor. Demokratik ortamın zayıflayıp imparatorluk düzeninin yerleşmeye başlaması ile birlikte retorik de zayıflıyor. Orada da retorik daha çok okullarda kalıyor. Roma’da oratorların ancak sağlam bir teknik öğrenim aracılığı ile pratik söylevlerde başarılı

olabileceğine inanılıyordu. Çünkü yeterli teknik bilgisi olan bir orator, hangi konular üzerine konuşacağını, nasıl bir konuşma biçemi kullanacağını, dinleyicilerin duygularına nasıl seslenebileceğini bilebilir. Bir oratorun kendine özgün bir tarzı ortaya çıkarabilmesi için bu teknik bilgileri aşama aşama alması gerekir. Bundan dolayı Roma’da retorik eğitimi aşamasından önce 12 yaşındaki öğrencilere dilbilgisi ve edebiyat dersleri verilirdi. Böylece ilerideki retorik bilgilerini kavrayacak duruma gelirlerdi. RETORİK (ARİSTOTALES) Aristo bilimleri 3’e ayırıyordu: 29


ARAŞTIRMA Poetik - Teorik - Pratik Poetik bilimler kendisi dışında bir şeyi amaç edinen bilimlerdi. Kendisinden başka bir şeyi var eden bir bilim. Retorik de bunların arasındadır. Güzel konuşma sanatını ortaya çıkarabilmek için diğer birçok şeyden faydalanır. Aristotales, retorik için sistematik bir sanattır. Öğrenilebilir. Konuşmak suretiyle bütün ikna etme yöntemlerini keşfetme yetisidir.” 3 tür retorik vardır: 1. Politik (gelecek zamanla ilgilidir) 2. Adli (geçmiş zamanla ilgidir) 3. Törensel konuşma (şimdiki zamanla ilgilidir) 1. Politikacı bir hatip, kendisini dinleyenleri bir eyleme sokmaya çalışır ya da ondan kaçındırmaya çalışır ya da belli bir

görüşü kabul ettirmeye çalışır. Bunu yaparken insanların mutluluğu gözettiği göstermelidir. 2. Adli konuşmacı ya bir savunma konuşması yapar ya da bir saldırı konuşması yapar. Kötü davranışı incelemiş olmalıdır. 3. Törensel konuşma yapanlar erdemler ve kusurlarla ilgilenir. Birini över, ötekini eleştirir. Törensel konuşma yapan bir kişi olayları olduğundan daha büyük gösterir. Konuşmada uygun bir üslup nasıldır? -Dinleyicilerin coşkuları ortaya çıkarır. -Konuşmacının karakterine uygundur yani doğal olandır. -Konunun doğasına da uygun bir üslup belirlenmesi gerekir. Örneğin bir fıkra anlatıyoruz, çok ciddi bir üslupla anlatmak çok garip olur. Ya da örneğin mutluluğu anlatıyoruz. Aristo’ya göre mutluluk doğru usla hareket eden ruhun işidir. Erdemli davranarak mutluluk ortaya çıkarılır. Retorikte her türün kendine özgü bir üslubu

30

vardır. Yazılı metnin üslubu ile sözlü metnin üslubu aynı değildir. Yazılı bir anlatım sözlüye göre daha olgunlaşmış, daha mükemmeldir. Sözlü bir anlatımda teatral bir üslup daha uygun olur. Eskiden TRT4 te açık öğretim dersi anlatan öğretmenler vardı. Öyle tekdüze bir anlatımla anlatılıyordu ki sanki kitapta okuyor. Adli konuşmalar daha çok ayrıntıya önem veren, daha işlemiş daha özenli konuşmalardır. Törensel konuşmalar da en edebi olanlardır. Söylenen sözün inanılır olması nelere bağlıdır? 3 şeye bağlıdır: 1. Konuşmacının kişisel karakterine bağlıdır. Retorikte konuşmacı karşısındaki kişilere kendi karakteri ile de güven sağlar. Eğer ki dinleyiciler, konuşmacının iyi niyetli, iyi bir ahlaki karaktere sahip, sağduyulu, aklıselim bir kişi olduğuna inanıyorlarsa ona güvenirler. Bu yüzden anlatılanlar da dinleyici için ikna edici olur. Aynı zamanda insanlar dostça ve hoşgörülü duygular taşıdıklarında farklı düşünürler; öfke ve düşmanlık duyguları taşıdıklarında daha farklı düşünürler. Eğer konuşmacıya dinleyiciler sempatik duygular besliyorsa konuşma daha


ARAŞTIRMA inandırıcı olur. Bunu günümüzde politik söylevlerde çok fazla görüyoruz. Politikacılar kendilerine karşı sempati oluşturarak insanları etkileri altına almaya çalışıyorlar. 2. K o n u ş m a c ı n ı n ortaya koyduğu kanıtlara 3. K o n u ş m a c ı n ı n dinleyicilerin duygularına seslemesine, onları ortaya çıkarabilmesine: Konuşma coşkuları ortaya çıkarıyorsa inanılırlık da kendiliğinden gelir. Bunun için bir konuşmacının insan psikolojisini bilmesi gerekir. Aristo, insan tiplerini yaş gruplarına göre karakterize ediyor: gençler, olgunluk çağındakiler ve yaşlılar. Her yaş grubunun kendine has ortak özellikleri vardır ve bir konuşmacı bunlar biliyorsa yaş gruplarına göre nasıl bir konuşma yapacağını da tasarlayabilir. Gençlerle başlayalım: Gençler daha çok tutkularının ve arzularının peşinden koşar. Ama arzuları da değişkendir. Ama bu arzuları bir genç çok şiddetli olarak hisseder. Ama kolayca geçer. Bir genç çoğu kez öfkesine yenik düşer. Gençler onurlarına çok düşkündür. Bu yüzden küçümsenmeye dayanamaz. Bir genç haksızlık duru-

munda sinirlenir. Başarılı olmak bir genç için çok önemlidir. Bir genç parayı da sever ama onur ve başarı, paradan daha önce gelir. Bir genç parasızlığın ne olduğunu da daha tam olarak öğrenmemiştir. Gençler çok fazla kötü deneyim yaşamadığı için genellikle her şeye iyi tarafından bakar, iyimserdir. Bu yüzden gençler daha cesurdur. Çok fazla aldatılmadıkları için kolayca güvenirler. Çok büyük hayalleri vardır. Gençlerin yaşamı anılarla değil, beklentilerle geçer. Çünkü gençlerin önünde uzun bir gelecek, arkasında kısa bir geçmiş vardır. Arkadaşlarına yaşlılardan daha düşkündürler. Gençliğin kusuru, her şeyi fevri bir şekilde yapmak istemesindendir. Aşırı severler, aşırı nefret ederler, her şeyi bildiklerini sanırlar. Yaşlılara gelince kısaca gençliğin tersi şeklinde düşünülebilir. Çok aldatılmışlardır, çok hata yapmışlardır. Yaşanmış-

lıklardan dolayı başkalarına karşı güvensizdirler. Genelde cimridirler. Çünkü yaşam onlara para kazanmanın çok zor, kaybetmenin de çok kolay olduğu öğretmiştir. Korkaktırlar. Hep bir tehlike beklentisi vardır. Gençler sıcakkanlıdır ama yaşlılar soğuk bir yapıdadır. Bencildirler. Geleceğe güven duymazlar. Umuttan daha çok anılarla yaşarlar. Tutkularını çok fazla hissetmezler. Gençlikte hislerle hareket edilirken yaşlılıkta daha çok çıkarına uygun olan neyse ona göre hareket edilir. Olgunluk çağındakilere gelince; gençlik ve yaşlılığın aşırı uçlarının orta noktasındadırlar. Ne aşırı korkaktır ne de cahil cesareti vardır. Ne herkese güvenirler ne de herkesten kuşkulanırlar. Ne onur için ne de çıkar için yaşarlar; ikisi birden. Ne cimri ne cömerttirler. Vücut 30-35 arasında en olgun dönemindedir. Aklın en olgun olduğu dönem ise 31


ARAŞTIRMA yaklaşık 49 yaştır. Bir konuşma yapılırken 5 önemli unsur vardır: 1. Buluş (giriş+ifade+kanıtlar) 2. Biçem 3. Düzenleme 4. Bellek 5. Telaffuz 1. Buluş: İlk önce giriş bölümü ile başlanır. Giriş bölümünde dileyicilerin konudan haberdar olması için tadımlık bir şeyler sunulur. Kapı aralanır ama tamamen açılmaz. Dinleyiciler kapının arkasındakini merak eder. Konu uzun veya karmaşık değilse giriş bölümüne gerek yoktur. İfade ve kanıt. İfade bölümünde adından da anlaşılabileceği gibi neyi anlatmak istediğimizi ifade ederiz. Sonraki bölümde de bunu kanıtlarız. Direk olarak kanıtlarla başlanamaz; öncelikle konuyu ifade etmek gerekir. Bir konuyu ifade ettiğimizde de bunu kanıtlamamız gerekir. Konuşmalarda kanıtlama unsuru olarak örnekler kullanılabilir. Örneklerle tümevarım sağlanır. Örnekler de 2 çeşittir. Geçmiş olaylardan, tarihten, tarihi kişilerden örnekler ya da konuşmacının icat ettiği örnekler. Konuşmacının icat ettiği örnekler de 2’ye ayrılır: betimleyi32

ci koşutluk (tasvir edici paralel olaylar) ve hayvan masalları. Betimleyici koşutluk kavramına Sokrates’ten bir örnek veriyor: “kamu görevlileri kura ile seçilmemelidir. Bu, atletlerden yarışmaya uygun olanının seçilmesi yerine kura ile atlet seçilmesine benzer diyor. Hayvan hikâyesi örneği: Himera halkı Phalaris’i askeri diktatör yapıp ona bir de muhafız vermeye kalkar. Bunun üzerine bir kişi sırf kendine ait otlağı olan bir atın masalını anlatır. Bu otlağa bir erkek domuz gelir ve yayılmaya başlar. Domuzdan hıncını almak isteyen at oradan geçen bir adamdan yardım ister. Adam da der ki sana gem vurmama ve sırtına binmeme izin verirsen yardım ederim. At kabul eder. Adam sırtına biner. Ama at o an anlar ki adamın kölesi olmuş. Anlatıcı der ki siz de düşmanlarınızdan öcünüzü almak isterken atın yazgısına düşmemeye dikkat edin. Phalaris’i askeri diktatör yapmakla daha şimdiden gemi ağzınıza taktırdınız. Ona bir de muhafız vererek sırtınıza binmesine izin verirseniz o an onun kölesi olursunuz. Havyan masalları ile anlatmak istediklerimizi kolay bir şekilde anlatabiliriz. Fakat politik

bir konuşmacının gerçek olaylardan örnekler vermesi daha yerinde olur. Çünkü tarih tekerrürden ibarettir. Geleceği geçmiş şekillendirir. Örneklerin konunun açıklandıktan sonra verilmesi daha uygun olur. Çünkü kanıt unsuru olurlar ve konuyu tamamlamış olurlar. Yani tümevarım tamamlanmış olur. Eğer ki örnekleri başta vermek istiyorsanız çok sayıda örnek verin. Sonda verecekseniz tek bir örnek yeterlidir. 2. Biçem (Üslup): Ne söyleyeceğimizi bilmek yetmez, onu doğru bir şekilde söylemeliyiz. Doğru bir şekilde ifade edebilmek için de dili doğru bir şekilde kullanabilmek gerekir. Açık olmak gereklidir. Bir konunun açık olarak anlatılabilmesi için bilinen kelimelerin kullanılması gerekir. Özellikle yeni, farklı bir konu ise bilinen sözcükleri kullanmak daha iyidir. Yeni kavramları aynı zamanda benzetmeler yoluyla anlatmak da konunun anlaşılmasını kolaylaştırır. Benzetmeler kullanmak da konuya açıklık getirir, daha çekici kılar. Benzetme kullanımı başka bir insana öğretilebilecek bir şey değildir. Kullanılan benzetmelerin yerli yerinde olması gerekir. Aksi halde rahatsız


ARAŞTIRMA edici olur. Aristo bunu şöyle bir benzetme ile anlatıyor: yaşlı bir insana hangi giysiler uyar diyor? Genç bir insana yakışacak koyu kırmızı giysiler değil elbette. Benzetme de aynı şekilde yerli yerinde olması gerekir. Benzetmeler kulağa hoş gelmelidir: örneğin gül rengi parmaklı sabah mı hoş geliyor yoksa kırmızı parmaklı sabah demek mi? Sezen Cumhur Önal’ın “Çikolata renkli sanatçı” demesi gibi. Retorikte genel olarak 3 tür biçemden söz edilir: 1. Yalın ve süssüz biçem: Öğretmek ve bilgi vermek amaçlı kullanılır. 2. Ara ya da orta biçem: İnsanları harekete geçirmek için kullanılır. 3. Aşırı süslü biçem: İnsanları cezbetmek ve büyülemek için kullanılır. 3. Düzenleme: Alfabeyi nasıl sayıyoruz? A, T, H, Y, P,… diye mi? Bir konuyu da böyle anlatırsak hiçbir şey anlaşılmaz. 4.Bellek: Bir konuşmacının iyi bir belleğe sahip olması gerekir. Roma’da oratorlar sürekli alıştırmalar ve uygulamalarla belleklerini eğitmeye çalışıyorlardı. 5.Telaffuz (söyleyiş): Telaffuz 2’ye ayrılarak incelenir: Ses ve jestler Sesin uygun tarzda alçaltılıp yükseltilebilmesi,

vurgulamalar, duraklamalar, el hareketleri, bedenin konuşmaya uygun olarak hareketi, mimikler, bakış,… bütün hepsi konuşmayı etkileyen unsurlardır. Bütün bu unsurlar için teknik olarak bilgi edinmekten daha çok başka konuşmacıları gözlemlemek daha işe yarar. Bunların da ötesinde her insanın kendine has bir tarzı vardır. En etkileyici, dinleyicilere en çok ulaşan söyleyiş tarzı da doğal olandır, yani kişinin karakterine en uygun olandır. Gerektiğinde dinleyicinin dikkat etmesi gereken noktalar konusunda konuşmacı uyarır. Bu nokta önemli ya da bu noktaya dikkat etmenizi rica ediyorum tarzında… DOĞADA RETORİK VAR MI?

Doğru, adil, erdemli olanı aktarabilmek için, insanları yukarıya çekebilmek için

Özlem KÜÇÜK

Doğada yasanın işleyebilmesi için bitkiler de retoriği kullanır. Böcekleri kendilerine çekebilmek, böylelikle tozlaşmayı sağlamak ve düzenin işleyişini sağlanmak için kendilerini en güzel şekilde sunarlar. En güzel renkleriyle, en güzel kokuları ile retorik yaparlar. Retorik, insanları kandırıp yanlış şeylere inandırmak değil, üstüne basıp çıkmak için değil!

33


SANAT

.

RESIMDE. ORYANTALIZM

34


SANAT

Batı resim sanatında ortaya çıkan akımlar arasında en çok Türk resmini ilgilendireni şüphesiz Oryantalizm akımıdır. Kelimenin Latince tabanlı diğer dillerde karşılığı “orientalism”dir. Kökeni ise güneşin doğuşunu ifade eden Latince oriens sözcüğüne dayanmaktadır ve coğrafi manada doğuyu göstermekte kullanılmıştır. Batının Doğu’ya merakı anlamına gelen Oryantalizm, geçmişten süre gelen Doğu-Batı kültür ayrılıklarından yola çıkarak özellikle Batılı sanatçıların Doğu insanı ve yaşam tarzına eğilimleri sonucu ortaya çıkmıştır. Doğu’nun gizemine kapılan sanatçılar bu yaşantıyı yakından ve uzaktan tuvallerine aktarmış, kimi zamansa gerçeklerden uzaklaşmışlardır. Resimde Oryantalizm ne bir akım, ne bir tarz ne de bir üslup olarak tanımlanabilir. Oryantalist resimlerin konu yönünden yakınlık gös-

Henri G. Schiesinger, Çubuk İçen Türk Kadını terdikleri, değişik üsluplarda çalışmış birçok Batılı sanatçının benzer konulara eğilerek harem, hamam, gündelik yaşam ve mimarlık ağırlıklı kent görünümleri üzerinde odaklandıkları görülür. Batı dünyasının Mısır ve İran medeniyetleri ekseninde, Roma İmparatorluğu ile başlayan Doğu kültürüne duyduğu ilgi, özellikle İstanbul’un fethi sonrasında Rönesans hareketini de etkilemiş, Osmanlı toprakları bir cazibe merkezine dönüşmüştür. Nitekim bu süreçte, Bellini, Carpaccio, Crivelli, Tiziano, Tintoretto ve Angelico

gibi önemli sanatçılar, Doğu tip ve motiflerini boyadıkları yüzeye taşımışlardır. Ardından Rembrandt, Van Dyck ve Rubens’in tablolarında Doğulu giysilerle bezeli portre ve figür çalışmaları kayda değer gelişmelerdir. Napolyon’un 1798 tarihli Mısır Seferi, ‘Oryantalizm’in miladı olarak kabul görmektedir. Oryantalizm’e zemin oluşturan gerekçeler yanı sıra özellikle Fransa ve İngiltere’nin kolonileşme politikaları, Doğu topraklarına olan ilginin ve yakınlaşmanın ivme kazanmasına neden olmuştur 35


SANAT

Rudollf Ernst ‘Haremde Cariye’ 72.3x92.4 cm Osmanlı padişahlarının yakın çevrelerinde her zaman birçok sanat dalından sanatçılar olmuştur. Bu sanatçılar arasında özellikle ressamlar belki de sultanların suretlerini ölümsüzleştirdikleri için ilgi odağıdır. Avrupalı sanatçılara portreli madalyonlar sipariş ettiren ve böylelikle tarihteki diğer hükümdarlar gibi kendini ölümsüzleştirmek isteyen Fatih Sultan Mehmet ile başlayan ‘saray portreciliği’ Osmanlı sarayında dört yüz yıllık bir gelenektir. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’a davet ettiği İtalyan ressam Gentile Bellini’den başlayıp, Sultan Abdüllaziz’in gözde ressamı Guillement ve Abdülhamid’in saray ressamı Fausto Zonaro’ya kadar Osman36

göstermişlerdir. Bu yabancı ressamların Türk resminin gelişimine sağladıkları katkı üslup olarak değilse bile resme olan ilginin gelişimi kapsamında dikkate değerdir. III. Selim döneminde gelen Melling, Hilair, Allom, Bartlett, Antoine de Favray, van Mour gibi ressamlar, İstanbul manzaraları resmetmişler ve Boğaziçi Ressamları olarak anılmışlardır. Bu ressamlar, coğrafyanın fiziki özellikleri, kentin pitoresk yapısı ve halkın gündelik yaşamını sıkça resmetmişlerdir.

Amadeo Presiozi lı hükümdarlarının konuğu olan Batı’lı sanatçılar, İstanbul’da iyi bir resim koleksiyonu oluşturmuşlardır. Abdülmecid ve Abdülaziz, gelecek vadeden Türk ressamları kuşağına verdikleri desteğin yanı sıra, yabancı ressamlara da büyük ilgi

Gelen ressamlar arasında bazıları İstanbul’a olan tutkuları veya Türk resmine sağladıkları katkılarla diğerlerinden ayrılırlar. Amedeo Preziosi (1816- 1882) ve Leonardo de Mango (1843- 1930) İstanbul’a yerleşip hayatlarının sonuna kadar bu kentte


SANAT

Fausto Zonaro. Bayram 1900 yaşamışlardır. Aivazovsky (1817- 1900), resimlerinde büyük bir tutkuyla sevdiği İstanbul’u defalarca kez ele almış, şehre birçok kez gelmiştir. Guillemet (1827- 1878), 1874 yılında İstanbul’da bir özel desen ve resim akademisi kurması ile önem kazanır. İtalyan ressam Zonaro (18541929), İstanbul’da çok sayıda resim üretmiştir. Ege bölgesi İstanbul’dan sonra oryantalist sanatçıların en fazla ilgi gösterdiği yerlerdendir. İzmir’in liman olarak Ege denizindeki konumu, bölgenin zengin tarihi dokusu, yumuşak iklim ve Avrupa ülkelerine olan yakınlığı sanatçıları buraya çeken başlıca sebeplerdir. Ege bölgesinin güzelliklerini tablolarına aktaran sa-

natçılar arsında Ovide Curtovich (1855-1930), Alexadre Gabriel Decamps (1803-1860). Carl Haag’ı (1820-1915) sıralayabiliriz. Oryantalizm akımının Türk resmine üslup anlamında kattığı çok fazla değer olmadığı kanaati yaygındır. Ancak, Osmanlı topraklarında eser veren bu büyük ustaların teknikleri ve oluşturdukları sanat talebi, çağdaş Türk resminin ilk kuşağının da yolunu açmakta etkili olmuştur. Osman Hamdi Bey, Şeker Ahmet Paşa, Süleyman Seyyid, Halil Paşa ve Hoca Ali Rıza; ortaya koydukları büyük performansa fırsat tanıyan saray desteğini, kısmen de olsa bu sanatçıların çalışmalarına borçludurlar. Özellikle

Osman Hamdi Bey, büyük bir oryantalist ressam olarak sayılabilir. Oryantal resim akımı, empresyonizm, kübizm gibi akımların ezici gücü ile Avrupa’da sönmüş, soyut resmin dünyadaki büyük patlamasıyla ise neredeyse unutulmuştur. Ancak bir dönemin tarihine ışık tutması bakımından belge niteliğindedir ve her zaman önemini koruyacaktır. Kaynaklar: ‘Batının Fırçasından Ege’nin Bu Yakası’ Arkas Sanat Galerisi Yayınları http://www.birinciblog. com/oryantalist-resim-uzerine-notlar/ http://tr.wikipedia.org/ wiki/Oryantalizm

Gülsev PINAR 37


ARAŞTIRMA

38


ARAŞTIRMA

AFRİKA DOĞU AFRİKA MASAİLER AFRİKA HAKKINDA Afrika denince aklınıza neler geliyor? Güney. Büyük. Sıcak. Siyah ama aynı zamanda çok renkli. Vahşi. Hatta ilkel mi ?... Koca siyah-beyaz kaçak gözleri, o iri dudaklarından çok daha konuşkan, yabani sessizlikleriyle vakur meydan okuyucular. Afrika adeta dünyada başka bir yer gibi. Ama evrensel kardeşliğe göre ortaklıklar nelerdir acaba? İşte kaşifleri saran merak ateşi... Kaynaklar insanlığın Afrika’daki tarihinin 1 milyon yıldan fazla olduğu söylüyor. Tabii ama okur-yazar olan bir uygarlığın MÖ 3 binlerde yaşadığı, bazı eserler bıraktığı, 3 bin yıl yaşadıktan sonra söndüğü, yine mitolojilerin ağızdan ağıza aktarımlarının sürdüğü de belirtiliyor; bu nedenle de

hikayecilik Afrika kültüründe de çokça var. Yani yazı uçmuş-söz kalmış. Oldukça geniş olan Afrika kıtasında birbirinden uzak yerleşimler ve dolayısıyla farklı gelenek ve inançlarda bir çok halklar da yaşamış, en büyükleri de Mısır ve Benin ülkesi olarak söyleniyor. Evet, ilginçtir ki Mısır Medeniyetini ne kadar çok tanıyoruz ve buna rağmen diğer Afrika o kadar dilsiz! Ya da biz sağır! Afrika’daki tüm halkların farklı bir çok tanrıları ve cinleri olmasına rağmen yine

de hepsi, tanrıların üstünde tek bir ulu tanrı olduğunda mutabıklar.. Kabilelerin ortak inanışı olan Ulu Tanrı; bazen ana-baba gibi geçen atalarda bazen kabile büyüklerinde bazen bir dostta.. Her yerde.. Gök gürültüsünden ölüme kadar her şeyi açıklayabilir, herkesi görür ve düşünceleri okur.. Afrika inançlarında Ulu Tanrı ve diğer tanrılar insanlarla törenler yoluyla iletişim kurar. Bu nedenle törenlerin kaçınılmaz motifleri, doğa üstü iletişim becerisine sahip kimseler olurlar. Tabii artık bir çok kültür gibi Afrika halkları da değişmiş olsa da bazı hikayelerin sözel aktarımlarının devam ettiği söyleniyor. 39


ARAŞTIRMA AFRİKA’NIN KÖKENLERİ Afrika halklarının birbirinden farklı bir çok yaratılış hikayesi varmış; -kiminde insan yerdeki bir delikten çıkarmış , -kimi zaman yaratıcı bir tanrı tarafından yoğrularak olurmuş, ama illaki bir ilk ulu varlığın planıyla.. -ilkten 2 varlık var; biri ebedi erkek yılan Aido-Hwedo ve yaratıcı dişi tanrı Mawu. Mawu bir sürü tanrı ve tanrıça doğurur, bunların bir kısmı yeryüzünden, bir kısmı gök gürültüsünden kısmı da denizlerden sorumlu olur. Yine insanı da Mawu kilden yapar.

40

-insanların yaşaması için Mawu, AidoHwedo ile yeryüzünü dolaşıp kavisler tümsekleri yapar, su yolları-dağlar oluşur, dolanan yılan yeryüzüne değerli metaller de atar, kayalıklar ve madenler oluşur, bu bir su kabağını şekillendirmek gibidir. -Daha sonra insanlar yaşarken batmasınlar diye, yılan yeryüzünü sarar, hatta depremlerin olmasının da bu yılanın arada kıpırdamasından kaynaklandığına inanılır. -Kozmik yılan yeri ve göğü taşır, gökkuşağı gibi de görünür, -Mawu da gökte yaşar ve gözleri soluk ışıkla parlar, ay ışığı gibi…


ARAŞTIRMA MASAİLER Merceği biraz daha yakınlaştırıp bir örneği daha yakından inceleyelim; mesela Masailer ! *Afrika’nın doğu kısmı halklarından olup Kenya ve Tanzanya bölgelerinde yaşamışlar.

sırtlan gibi. Bir çok efsaneleri ve ahlaki hikayeleri bu hayvan benzetmeleri İle de aktarmışlar

*Masailerde, geçiş törenleri, erginlemeler vb için ritüeller, danslar, müzik de çok önemli olurmuş.

*Masailer geleneksel olarak sığır çobanlığı yaparlarmış.. *Avcılık, toplayıcılık ve tarımla uğraşan diğer halkların yanı sıra kendilerinin çobanlık yapması gerektiğini de yine yaratıcı tanrı dedikleri Enkai’nin belirlediğine inanırlarmış. *Hem güneşi hem yağmurları temsil eden yaratıcı gökyüzü tanrısı Enkai ve ay ile gökyüzünde yaşayan eşi Olapa hayatın devamlılığı için kendilerine sığır vermiş. Bu sığırlar hem yaşarken hem ölümden sonra kendilerine başka rollerde de eşlik ederlermiş. *Ayrıca her kişiye doğduğundan itibaren ve ölüm eşliğinde de bulunan cinleri olurmuş, iyi ruhlar bol sığırlı yerlere yerleştirilirlermiş, *Bazen bu cinler bazı hayvan şekillerine de girermiş; Akıllı kaplumbağa, entrikacı tavşan ve alçak 41


ARAŞTIRMA

İLK SIĞIR MİTİ Dorobo adındaki toplayıcı-avcı, bir fil ve bir yılanla yaşarmış. Fil bir gün doğurmuş ve avcı gelirken yavrusuna zarar gelmesin diye ona saldırmış, avcı da hem anne fili hem yılanı öldürmüş. *Yavru fil kaçmış ve Masaili Le-eyo’ya sığınıp başından geçenleri anlatmış. Le-eyo da gizlenip Dorobo avcısını izlemiş. Tam da o sırada 42

Tanrıların elçisi NaiteruKop ile konuşmalarını duymuş; tanrılar ertesi sabah ormanda ona hediye getireceklermiş. -Le-eyo, Dorobodan tez davranıp randevuya gitmiş, elçi de Dorobo sanarak süprizi açıklamış; kulübene git, çevresine çit yap, vahşi bir hayvanı öldür, derisini yüz, etini yine içine koy, eve gir, evden ne gürültü olursa olsun çıkmadan bekle, diye tembihlemiş

-Le-eyo, denileni yapmış, ancak gürültüden korkup dışarı çıkmış ve gökyüzü tanrısı Enkai’nin deri bir şeritle ya da bir ateş değneği ile bir sığır sürüsünü çitlere indirdiğini görmüş. -Evden çıkmasaymış, çok daha fazlası gelecekmiş aslında -Böylece Dorobolar avcı, Masailer tüm sığırların koruyucusu olmuşlar.


ARAŞTIRMA

MASAİLERDE YAŞAM Evlerini sığır dışkısıyla bayanlar yapar, güneş desertleştirirmiş *Erkekler çoban, bayanlar süt sağan peynir yapanmış *Sığır sahibi olmak, statü sahibi olmakmış, *Yandaki Masai gelinine başlık parası da sığır mübadelesi ile olurmuş, *Enkai’nin ilk sığırı gökten ateş değneğiyle indirdiğine inanıldığından ateş Masailerde önemli imiş.. Hemen ateş yakmayı bilirler-

miş.. *Minik kemiklere şans tılsımları yapar, boyunda, bilekte kullanırlarmış. *Ahlaki hikayeler ve yaşlı heyete danışmak da Masai gelenekleri içinde varmış. İşte... Kısa bir mercekle bizdeki Afrika’nın sessizliğini biraz bozduk. Hiç de yabani bir durum yokmuş. Anadolu, Yunan, Roma, Hint, Tibet, Çin, Aztek, Maya, Asya, Avrupa ... Ve daha birçoklarımızla ne kadar aynı yaratılmış-

lık hikayeleri var. Aynı şeylerden korkmuş aynı şeylere sarılmışız.. Ha.. Yoğurdu her yiğit ayrı yer... Ama yiğit aynı yiğit, yoğurt aynı yoğurttur aynı kubbe altında ve ayrı düşmüş aynılarız alt tarafta. Ne mutlu! Ve o kara gözlerden mavi kalbi okumak ancak meraklı ve cesur zihinlere nasip olur. Ve sevgiyle elbette. Kaynak; Kökenleri ve Anlamlarıyla, Efsane ve Mitler , Philip WILKINSON

Neslihan USUĞLU 43


RÖPORTAJ

44


RÖPORTAJ

Piyanoya ruh ve hayat veren

Emre Şen ile röportaj

Piyanist Emre Şen ile müzik üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Müziğin hayatımızdaki rolünden ve etkilerinden bahsettik. PİYANİST EMRE ŞEN “MÜZİK BİZE DOĞALLIĞI VE İÇTENLİĞİ HATIRLATIYOR” Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz? İlk müzik eğitimimi TED Ankara Koleji’nde okurken aldım. Profesyonel müzik hayatım ise Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı’na geçmemle başladı. 1987 yılından itibaren, Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi Piyano Bölümü’nde çalışmalarıma devam ettim. Halen Bilkent Üniver-

sitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde Piyano Bölümü Koordinatörü ve öğretim üyesiyim. Müzikle ilk ne zaman tanıştınız ve müziğe piyanoyla mı başladınız? Piyanoyla 13 yaşında tanıştım, aslında müzikle tanışmam oldukça geç oldu. Gittiğim bir konserde adeta büyülendim. Sonrasında özel ders almaya başladım. Ama öncesinde de çok severdim müziği. Müziğe yönelmenizde ailenizin teşviği oldu mu? Aslında olmadı. Ailem daha çok korktu. Piyano dersleri almaya başladığımda TED Ankara Koleji’nde okuyordum.

13 yaşında bir hevesle okulu bırakıp sonra da sıkılırım diye korktular. Bu durum eğitim sisteminin bir açığı aslında. Okulu bırakıp, konservatuvara girip, derslerden geri kalıp üniversite düzeyine gelince üniversiteyi de kazanamayan birçok kayıp müzisyen var. Babam benim de bu duruma geleceğimden korktu. Haklı bir korkuydu. Fakat piyanonun o kadar bağımlısı olmuştum ki, notlarım da düşmüştü, sınıf birincisiyken bir anda sınıf sonuncusu olmuştum. Babam mecburen ikna oldu ama geç başladığım için yaşım tutmadı ve altı aylık bir farkla konservatuvara giremedim. Daha sonra Bilkent Üniversitesi açıldı ve orada konservatuvara başladım.

45


RÖPORTAJ Eskişehir’e sıkça geliyorsunuz. Eskişehir’i ve buradaki sanatseverleri nasıl buluyorsunuz? Eskişehir’i gerçekten çok seviyorum ve Eskişehirli sanatseverlere minnettarım. İki, üç ay kadar önce burada bir resital yapmıştım. Biz resitallerde büyük salonlarda çalmaya korkarız; çünkü duyan duyar duymayan duymaz, duyan gelmek istemeyebilir. Biz alışkınızdır, çıkarız, piyanonun olduğu kısım biraz doludur, herkes elleri görmek ister, altı yüz kişilik salon boştur. Ben de öyle bir resitale çıkacağımı düşünerek geldim. Tam çıkmadan önce salon dolu dediler. İnanamadım. Hatta dolmuş, hala girmek iste-

yenler olmuş. Sahneye sadece ben çıkıyorum, benim için geliyorlar, o kadar duygulandırdı ki beni... Bu yüzden benim Eskişehir’e borcum var. Karşınızdaki kitleye hitap ettiğinizi anladığınız zaman müthiş bir iştah oluyor. Eskişehir’in böyle şaşırtıcı bir özelliği var, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar zevke yönelik konsere gelen bir kesim görmedim. Siz devamlı çalışmalarınızı ve değerli bilgilerinizi paylaşıyorsunuz. Müzikteki paylaşımdan ve sizin için paylaşımın öneminden bahsedebilir misiniz? İnsan doğasının çok mucizevi olduğuna ina-

nıyorum. Ben Gestalt Piskoterapisti olarak da eğitim alıyorum. Temel eğitimim bitiyor, son beş ayım kaldı. Bu durum Gestalt yaklaşımında da var; insan doğasını kabul ettiğinde, yaşadığı her duyguyu olduğu gibi kabul ettiğinde büyüme ve değişme zaten kendiliğinden oluyor. Biz ileridekini görüyoruz; diyelim ki Chopin (Şopen) çok güzel bir beste yapmış. O dönemin birçok armoni kuralı var, Chopin bunları hiç önemsememiş. İçinden ne geliyorsa onu yapmış. Bir gün yağmurun altında sevgilisini bekliyor, sevgilisi gelemiyor, titreyerek piyanonun başına oturuyor. O anda kural düşünmüyor tabii. Ben bunun bütün insanlıkta sekteye uğradığını görüyorum. Malesef günümüzde çok korkunç bir yapaylaşma var. Ama müzik bize o doğallığı, içtenliği hatırlatıyor. Sahnede çalarken de düşünüyorum, o an hepimizin yaşadığı şey hayatın kendisiyle ne kadar aynı. Sahnede kaza olabilir, mucizeler olabilir, hiç çalmadığınız gibi çalabilirsiniz, sevinçten gözünüzden yaş gelebilir, hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz, aniden unutabilirsiniz ve bitebilir. Her şey çok doğal ve mucizevi yani her şey olduğu gibi.

46


RÖPORTAJ Bu yüzden elimizden geleni yapmak gerekiyor tabii ki ama öncelikle organizmaya güvenmek gerekiyor. Sonuç olarak müzik hayatın ta kendisi aslında. Ama onu da olduğu gibi kabul etmeyi seçerseniz. Başkası gibi değil kendin gibi çalabilmekten bahsediyorum. Size müzik desem okuyucularımıza ilk olarak neler söylersiniz? Müzik deyince aklıma ilk olarak ‘çok etraflı ifade’ geliyor. Bence insan anlatmaya aç, çünkü biz bilinçli hayvanlarız, hayvanlarda içgüdüsellik söz konusu, onlar da duygularını yaşıyorlar ama biz biraz daha geniş bir alanda yaşıyoruz. İfade etmek, temas etmek insanda daha kapsamlı. İlk insan önce birtakım sesler çıkarmaya başladı, zamanla keşfetti ve konuşmaya başladı. Konuşurken duygularını aktardı ama duygularını anlatmak için konuşmak yetmedi, böylece şiirler yazmaya başladı. Müzik yapmaya başladı. Kelimelerin ötesinde ne varsa müzik onu anlatıyor aslında. İyi çalmak, başarılı olmak, meşhur olmaktan daha öte bir şey var müzikte. İnsanı coşturan, çıldırtan bir şey var. Çalarken de hissediyorum aslında, iki yüz yıl önce yaşamış olan bir insanın duygularını yan-

sıtıyorsunuz. Zamanda yolculuk yapmak gibi. Sizin besteleriniz var mı? Bir dönem beste yaptım. Bir CD kaydı da yapmıştım. İçimden çok gelmişti. Sonra da içimden gelmedi. Hep sorarlar neden devam etmiyorsun diye. Yapamıyorum, ancak bir gün yine içimden gelirse o zaman yaparım. Bir müzisyen ve bir eğitimci olarak müzik ile ilgilenmek isteyen ya da müziğe yani başlayan kişilere neler tavsiye edersiniz? Müziğe yeni başlayanlar genelde çok küçük oluyor. Bu yüzden ailelere bir tavsiyem olacak. Anne babada genellikle çok masum bir istek oluyor: ‘Ben yapamadım o yapsın, ben yaşadım o yaşamasın.’ gibi. Bu durumdan uzak dursunlar. Kendilerine yakın gelen şeyleri çocuklarının da yapmasını istemesinler, beklemesinler. Çocuk ne istiyor, neyi seviyor ve neye yeteneği var? Önemli olan bu ki genelde bir şeyi çok seviyorsa yeteneği de oluyor. Olmuyorsa da dinleyici oluyor. Ama bu konuda çok duyarlı olmak lazım. Gençlere de tavsiyem, ne yaparsam tuttururum diye yaklaşmasınlar. Hesap yaparak düşünme-

sinler. Bu tuzak gibi bir şey ve insanı ele geçiriyor. O daha iyisini yapıyor ben de onun gibi olmalıyım diye düşünmesinler. Müzik sadece bundan ibaret olduğunda bir zaman sonra sıkıcı olmaya başlar. Yapaylık olur. Çok mucizevi bir şeyin içindeyiz ve biz de çok mucizeviyiz. Hepimiz çok özeliz. Gençlere de tavsiyem, mutlu olmaya çalışsınlar, bir şey yapıp da ondan kurtulmaya değil, içlerinde bulundukları durumu anlamaya çalışsınlar. Asıl ihtiyaçları o zaman ortaya çıkacak. Ben bu şekilde harcanan çok fazla yetenek biliyorum. Benim piyano bölümünde birçok arkadaşımın ders dışında hobi olarak yaptıkları şeyler vardı, olağanüstü yetenekli oldukları konular vardı. Mesela benim bir arkadaşım afişlerimi tasarlardı. Ama onun eğitimini almadı çünkü o artık piyano bölümüne girmişti. Aslında çok daha yetenekli olduğu konular vardı. Bundan uzak durmalarını öneririm. Herkes kendi doğasını bulmalı ve onu gerçekleştirmeli. Röpoartaj

Özlem ARICA

47


KİTAP

ÜZÜNTÜDEN KURTULMA YOLLARI DEF’U’L-AHZAN Yazarı ilk İslam filozofu olarak bilinen, YA’KUB b.İSHAK el-KİNDİ’dir. 800’lü yıllar da Küfe’de doğduğu, 873 yıllarında Bağdat’ta öldüğü bilinmektedir. Bağdat’ta fizik, matematik, felsefe, kimya, tıp ve astronomi eğitimi gören El-kindi psikofizyolojinin kurucusudur. Ayrıca müzikteki

notalardan bahseden ilk kişi olarak El-kindi İzafiyet teorisini Einstein’dan çok önce açıklamıştır. Fizikte çekim ve düşme kanunlarıyla ilgili deney yapan El-kindi optik biliminde de önemli çalışmalar yapmış, kendinden uzun yıllar sonra gelen batılı bilim adamlarına etkisi olmuştur.

Astronomi 16, Aritmetik 11, Geometri 32, Tıp 22, Fizik 12, Felsefe 22, Mantık 9, Psikoloji 5, Müzik 7 olmak üzere toplamda 270 kadar eseri olduğu tespit edilmiş ama bunların bir kısmı günümüze kadar gelememiştir. Günümüze kadar ulaşan eserlerden en önemlileri şunlardır:

Risale fil Akl Manaslk Risale fi Mahiyyetin Nevmi ver hayali beser. Risale fil Cevahiril Hamse. Risale fil illetis Selci vel Berdi vel Berki ves Savaiki ver Radi vez Zemherir. Risale fiş Şubat. Risale fi Vel Elel Hesana İhtiyaratil Eyyam. De İntellecto Secondum Aristoteles et Platonem. Risale fi İhtilafil Manazır. 48


KİTAP Fi Marifeti Kuval Edviyetil Murekkebe. Risale fi’l-İlleti’i-Levni’l-Lazeverdi Risale fi´l-hile li-def´i´l-ahzan. Risaletü Eflatun ila Furfuriyus fi hakikati nefyi´l-hem YA’KUB b.İSHAK elKİNDİ’nin, kesin kaynaklar olmamakla birlikte bıraktığı eserlerden, Stoacı Filozoflar, Yeni Eflatuncular, Sokrat, Platon, Aristoteles eserlerini okuduğu ve etkilendiği söylenmektedir. Ayrıca kendinden sonra gelen Razi, Belhi, İbn Sina, İbn Miskeveyh, İbn Hazm, Ragıb el-isfahani, Gazali, Tusi, Kınalızade, Muhyı-i Gülşeni’ye etkisi olmuştur. Def’u’l-Ahzan kitabının içeriği aşağıdaki bölümlerden oluşmaktadır. Ahlak İlminin Gayesi Kalıcı Mutluluk Ruhani Tıp Üzüntü, Kaygı ve Korkunun Sebepleri Alışkanlıkların Telakkiye Etkisi Üzüntüyü Azaltmanın Yolları Kindi, bu eserinde üzüntünün psikolojik bir acı olduğunu ve sebeplerini; sevdiklerimizin ve istediklerimizin oluş ve bozuluş âleminden seçmemiz, hissi hazlardan yararlanıp bunlarla seviniriz, bunlara aykırı olan durumları anlamsızlık saymamızdan doğan alışkanlıklarımız, geçici şeylerin yakınlığına alış-

tıktan sonra yabancılaşmamız, tabiatta mevcut olmayanı istememiz olarak açıklamaktadır. Üzüntü yalnızca nefsin acılarının bir çeşididir ve ıslah edilmelidir. Ruh yöneten, beden yönetilen olduğundan ruhun menfaati ve kurtarılması daha önemlidir, ruh, önce yapılması kolay olan bir işte iyi bir alışkanlık kazanmalıdır. Yazar bu nedenle üzüntüden kurtulmanın yollarını madde madde şöyle vermiştir; Bize üzüntü getiren bir işi yapmamalıyız. Başkasının bize üzüntü veren fiilinin etkisini önlemek elimizdedir. Üzüntü sebebini ortadan kaldırmak elimizde değilse, vuku bulmadan önce üzüntüye kapılmamalıyız. Üzüntünün süresini kısaltmanın yolunu bulmalıyız. Daha önce kurtulduğumuz üzüntülerimizi hatırlamalıyız. Başkalarının uğradığı ve teselli buldukları üzüntüleri hatırlamalıyız. Birçok insanın kayıpları vardır ve bazı şeylerden mahrumdur. Üzüntü değersiz bir

duygu olduğundan üzüntü üretmemeliyiz. Haset etmemeliyiz. Elimizde bulunan her şeyin emanet olduğunu hatırlamalıyız. Maddi ihtiyaçlarımızı azaltmaya çalışmalıyız. Kendi varlığımıza ait olmayan şeylerle kendimizi meşgul etmemeliyiz. Ölüm kötü değildir, kötü olan ölüm korkusudur. Kayıplara uğradığımızda, elimizde kalan akli ve hissi nimetlerle teselli bulmalıyız. Maddi kazançlardan sonra birtakım musibetler beklentisi içinde oluruz. Kindi’ ye göre ahlakın amacı verimli, huzurlu ve mutlu bir hayat sürmek olduğu dikkate alındığında, buna engel olacak her şeyden sakınmak ve o tür şeylerle mücadele etmek, kendine ve hayata saygısı olan herkesin görevidir. KAYNAKLAR Bilim teknik; Çağını aşanlar, Abdulhakim Koçin Üzüntüden Kurtulmanın Yolları, bilimsel inceleme ve çeviri; Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Türkiye Diyanet Yayınları

49


YAZAR

PL

50 50

N O AT


YAZAR İnsanlık tarihine baktığımızda, zamanın etkilerinden sıyrılıp kalıcı olmanın örneklerinin parmakla sayılacak kadar az olduğunu görmek mümkün. ‘Zaman geçtikçe bilgelik artar’ düşüncesine kanıt olabilecek değerli yazarlar, zamanın yaşlandırıcı ve öldürücü etkisinden kurtulamamakta. Kurtulanlardan biriyse: Platon. Nasıl sıyrıldı zamanın bu yok edici etkisinden? Biraz tanıyalım kendisini, fikirlerini ve eserlerini. Öncelikle Platon’u tanıtmanın bana düşmediği çok ortada. Ancak etkisini, ilham vericiliği ve fikirlerini kendimce hatırlamak ve hatırlatmak istiyorum. Best seller eserlerin aylar içindeki ömürlerinin yanında, Platon’un 2400 yıldır dimdik duruşunun etkisinden çıkamayışın sarhoşluğunun naralarıdır bu yazı. Platon ve hocalarından bu nedenle bir özür ve aynı zamanda da bir teşekkür yazısıdır. HAYATI Hayatı ile ilgili eserleri kadar net değiliz. M.Ö. 428-427’de doğduğu bildirilmektedir. Diogenes Laertius’un kitabında da belirtildiği gibi Filozoflar Zinciri’nin sağlam bir halkasıdır. Geçmişindeki filozof hocalarının fikirlerini derleyip bugünkü halkalara bağlayan güçlü bir halka. Platon felse-

fe tarihindeki milattır ve Ortaçağ’da bile kendisine yapılan atıflar çoktur. Hristiyanlıktan sonra da Yeni Eflatunculuk akımı ile tekrar dirilmiştir. Platon’un asıl adı Aristokles’tir. Geniş omuzları nedeniyle aynı anlama gelen ‘Plato’ lakabını alır. Dünyanın ilk üniversitesi olan Akademia’yı kurmuştur ve geçtiğimiz yıl 2400. yılı kutlanmıştır. M.Ö. 347’de ölmüştür. FİKİRLERİ Batılı bir filozof olduğu söylenir ancak en büyük eserlerinin doğuda yıllar süren uzun serüveninden sonra ortaya çıkması da manidardır. Sokrates hocası, Aristotales öğrencisidir. Yazığı metinlerin babasının hocası, doğuranın ise kendisi olduğundan bahsedilmektedir. Metinlerinde hocasını ‘diyaloglar’ tarzında konuşturur, dogmatik olmayan diyalektik olarak aktarım yolunu seçer. Çünkü bu yol hocasının da kendisine aktardığı üzere ‘doğurtma’ya yol açar. Bu da gerçek farkındalık ve eğitimdir. Metinlerinde duyular dünyası olarak adlandırılan yanılsamalar ile dolu madde dünyası ile madde veya maddesel olmayan her kavramın en ideal formlarının olduğu akıl yoluyla ulaşılabilen idealar dünyasından bahseder. Mantıktan

metafiziğe, matematikten sanata, ideal toplumdan günlük hayata kadar birçok konuyu ele almaktadır. Platon’un aktarımında akılcılık ve spiritüalizm birleşir. ESERLERİ Savunma Krito Euthiafron Lakes İon Protagoras Lisis Gorgias Meno Euthidemus Hippias 1-2 Kratylus Menexenus Sempozyum Phaidon Devlet Fedrus Theaetetus Parmenides Sofist Politikus Filebus Timaeus Kritias Yasalar ve Epinomis 7. ve 8. mektuplar SONUÇ ‘Kendini yenmek, zaferlerin en büyüğüdür.’ der Platon. Hocası Sokrates’in rüyasında kendisine bir kuğu gibi yaklaştığını gördükten sonraki gün tanıştıkları rivayet edilir. Bugün uykuya yatmanızı, rüyanızda bir kuğu görmenizi ve kitaplarını okuyarak zafer yoluna girmenizi dilerim. 51 51


GEZİ

52 52


GEZİ

İBADETHANELERDE TARİHİ BİR GÜN Aktiffelsefe Bornova Şubesi gönüllüleri olarak 22.06.2014 günü saat 11:30’da Bornova Şubesi önünde buluşarak ibadethaneler gezimiz için yola çıktık. İlk durağımız Narlıdere’deki tarihi Cemevi oldu. Cemevi, Narlıdere’de yer alan en eski tarihi binalardan biri. Tahtalı alevilerinin gelenek ve kültürlerinin yaşatıldığı bu kültür müzesinde bizi karşılayanCemevi sorumlusu Merih Hanım oldu. Merih Hanım bize Tahtacı Alevilerinden bize miras kalan müzeyi gezdirdi. Tahtacı Alevilerinin ormanlık yörelerde yaşadığını, ağaç işçiliğiyle uğraştığından bahsetti. Ayrıca Cemevi’ndeki odalar yani Semah, Cem odası, Kütüphane, Mutfak Odası, Çeyiz odası, tarım kesim aletleri, Mezar odası, Çilehane anlatılarak Alevilik kültürü hakkında bilgiler verildi. İkinci durağımız Havralar Sokağı oldu. İzmir’in Kemeraltı semtinde olan Havralar Sokağı’nda dokuz sinagog ve bir cemaat evi bulunmakta-

dır.15. yüzyıldan beri yahudilerin ilk yerleşim alanı olan bu mahallede dolaşılıp, havra mimarisi ve yahudilik kültürü konusunda bilgiler aktarıldı. 17. yüzyılda İspanya ve Portekiz’den göç eden yahudilerin yerleştiği İzmir’de 19. yüzyılda toplam 50.000 kadar yahudi yaşamaktaydı. Havralar, genelde iki katlı bir yapıdan oluşmaktadır. Kare ve dikdörtgen şeklinde inşa edilmiştir. Üst katları kadınlara ayrılmış olan havralarda, bu yere ‘’Mehizah’’ adı verilir. Üçündü durağımız ise İzmir’deki camilerin en eskisi ve en büyüğü olarak atfedilen Hisar Camisi oldu. Burada cami mimarisi ve islam kültürü hakkında misafirlerimize bilgiler aktarıldı .Camide Avrupa’nın sanatsal etkileri görüldüğünden ve kütüphanesi olan nadir camilerden biri olduğundan bahsedildi. Cami ismini eskiden iç limanın ağzında bulunan, fakat günümüze ulaşmayan hisar (liman) kalesinden almıştır.

Dom Kilisesi’ydi. Dom Kilisesi’nde bizi karşılayan Kilisenin rehberi Avram Bey idi. Avram Bey bizi senede bir kez düzenlenen Efkarastiya Bayramı’na davet etti. Saat 18:00’da başlayan törene kadar kilise gezilerek, Hristiyanlık hakkında bilgiler edinildi. Törende İtalyanca, İngilizce ve Türkçe yapılan dualar izlendi ve bayrama eşlik edildi. Saat 19:00’da gün değerlendirmesi için tüm misafirlerimizden geri bildirim alındı. Ortak payda daha çok paylaşmak ve daha çok birleşmek için karşılaştırmalı incelemenin faydası ve önemi oldu. Mevlana’nın bir deyişiyle sözlerimize son veriyoruz. ‘’Bir mum,diğer mumu tutuşturmakla ışığından bir şey kaybetmez.’’

Necati ERSAY

Saatlerimiz 17:00 gösterdiğinde son durağımız 53 53


SİNEMA

54 54


SİNEMA

Vizyon Tarihi: 29 Şubat 2008 Yapımı : 2007 - ABD Tür : Dram , Müzikal Süre : 114 Dak. Yönetmen : Kirsten Sheridan Oyuncular : Robin Williams , Freddie Highmore , Jonathan Rhys Meyers Alex O’Loughlin , Keri Russell Senaryo : Nick Castle , James V. Hart Yapımcı : Lionel Wigram , Richard B. Lewis Bu filmi dinleyin… Yüreği müzikle dolu kahramanımız Evan Taylor New York Erkek Çocuk Yetimhanesi’nde büyür. Her şeyi dinlemeye, duymaya çalışan Evan müzik sayesinde anne ve babasını bulacağını düşünmektedir. Hatta bundan emindir. Evan’ın annesi Lyla Novachek müzik okulu Julliard mezunu bir çellist, babası ise bir rock yıldızıdır. Kariyeri için Lyla’nın babası bu çocuğu istemez ve onu hastaneden kaçırıp bir yetimhaneye verir. Kızına da öldüğünü söyler ancak Lyla da oğlunun yaşadığını hissetmektedir. Evan bir gün müziğin peşine düşüp yetimhaneden kaçar. Sokakta gitar çalan kendisi gibi yetim bir çocukla tanışır. Kaldıkları harabede Wizard ile karşılaşır. Wizard çocukları çalıştırıp onla-

rın parasını alan, müzikten anlayan bir adamdır. Evan ilk kez gitar çalar ama duyduğunu çaldığı için muhteşem melodiler çıkar ortaya. O harabede kalan tüm çocukların ve tabiki Wizard’ın dikkatini çeker. Wizard yetimhanedekiler onu bulamasın diye Evan’a “August Rush” der ve onu çalıştırmaya başlar. Bir gün Evan polislerden kaçarken bir kiliseye saklanır. Orada küçük bir kız ona notaları gösterir. Süresinden bağımsız bir şekilde üstün ve doğal bir yeteneği olan Evan artık beste yapmaya başlar. Bunu gören rahip Evan’ı annesinin okulu Julliard’a götürür. Okulun en küçük öğrencisi olduğu halde oradaki hocaların da gözdesi olur. Artık senfonisini yazar. Prova sırasında Wizard çıkagelir onu yetimhaneye vermekle tehdit edince Evan mecburen onunla okuldan ayrılır. Yine

sokaklara döner. Tesadüfen karşılaştığı babası Louis onu konsere gitmesi için yüreklendirir. Evan Wizard’dan kaçıp konsere gider. Bestesini çalar. Müzik bittiğinde annesi ve babası arkasında durmaktadır. Bir insanın bir şeye tutkuyla bağlanırsa ve onun peşinden koşarsa ulaşılmaz olanların ulaşılabilir hale geldiğini gösteren bir film August Rush. Şikayet etmek yerine mevcut şartlarda elinden gelenin en iyisini yapan küçük bir çocuğun güçlü iradesini gösterirken aynı zamanda kulaklarımızın ve kalbimizin pasını silecek bir film. Ailece izlenebilecek güzel bir film. Çocuklarımızı yetenekli oldukları alanlara yönlendirmenin önemini anlamamız açısından da önemli. Keyifli seyirler dileriz.

55 55


ANİMASYON

56 56


ANİMASYON

Vizyon Tarihi Yönetmen Oyuncular Tür Ülke

:9 Kasım 2012 (1s 27dk) :Tim Burton :Charlie Tahan, Winona Ryder, Martin Landau devamı... :Animasyon , Komedi , Korku , Bilimkurgu :ABD

Popüler kültürün yeşerdiği ortamda yaratıcı ve farklı bir animasyon filmini bu sayımızda paylaşmak istedik. Tim Burton'un yönetmeni olduğu bu animasyonun konusu, işlenişi, grafikleri de oldukça özgün. cesur bir yapım. gerek siyah beyaz olması ve stop motion kullanılmasından dolayı. Animasyon filmlerinin sevimliliği yerini canavarlara bırakmış durumda. Gerilim ve korku severler için başarılı bir yapım. Fikir babası yönetmeni ve yapımcısı Tim Burton olan projenin senaryosu ise John August'a ait. Tim

Burton'ın 1984'te çektiği 29 dakikalık kendi kısa filmi Frankenweenie'nin 2011 teknolojisi ile yeniden uyarlamasıdır. James Whale'in 1931 yapımı filminin daha çocuksu ve yumuşak şekli olduğu da yorumlar arasında. Siyah-beyaz ve 3 boyutlu olarak çekilen filmin orijinal seslendirme kadrosunda Winona Ryder, Martin Short, Catherine O’Hara, Martin Landau, Charlie Tahan gibi isimler yer alıyor. Her korku filminde olduğu gibi burada da toplumla bağları güçlü olmayan bir erkek çocuğu olan Victor karşımıza çıkmakta. Victor'un hayat

enerjisi köpeği Sparky ile olan güçlü bir sevgi bağına dönüşmüştür. Ta ki bu bağ Sparky'nin ölümü ile yara alana kadar... Umutsuz olan Victor, köpeğini diriltmenin doğal bir formülü olabileceği ihtimali üzerine çalışmaya başlar. (Bu formülü açıklamayacağız, filmi izleyenlere sürpriz olsun:) Çalışmaları sonuç verir ve Sparky dirilir. Ancak dirilen arkadaşı, eskisinden biraz farklıdır. Bu durumu fark eden arkadaşları da bu sırrın peşine düşer ve gerilim, korku, karmaşa ortaya çıkar. Nasıl mı?....

Semra ŞEN 57 57


İNTERNET

www.prezi.com Prezi, sunum hazırlamaya geleneksel slide (slayt) bakış açısından farklı bir yöntem getiriyor. 2008 yılında Macar Kitchen Budapest firmasının desteğiyle, Péter Árvai, Szabolcs Somlai-Fischer and Péter Halácsy tarafından geliştirildi. Sanal tual üzerinde farklı bölgelere yaklaşıp uzaklaşarak sunumlarınıza farklı bir hava katı58

yor. Uygulama, sunduğu bulut depolama alanıyla sunumlara internet bağlantısı olan her yerden erişim ve başka bir uygulama gerektirmeden sadece tarayıcı ile gösterim imkanı veriyor. Basit arayüzü sayesinde kolay ve eğlenceli bir şekilde sunum hazırlanabiliyor. Youtube üzerindeki videolar, Powerpoint ve pdf dosyaları, resimler ve videolar prezi sunularına eklenebiliyor. Ayrıca hazırlanan sunular prezi

dosyası ve pdf dosyası olarak bilgisayarınıza indirilip bellekler ile taşınabiliyor. Ancak Prezi, dönüş etkisinin dikkat dağıtması ve metin seslendirme uygulamalarının üzerinde çalışamaması sebebiyle eleştiriliyor.

Umut ÇAKIR


MÜZİK

MÜZİKLE DÜN VE YARIN

İNDİLA “Mini World” albümü ile bizi küçük dünyasına davet eden İndila, gerçek adıyla Adila Sedraïa, 1984’te Paris’te doğmuş olsa da müziğinde Cezayirli babanın ve Hintdistan, Kamboçya ve Mısır kökenli annenin etkisiyle doğunun izlerini oldukça güçlü olarak hissettirir. Albümün çıkış şarkısı “Dernière Danse” (Son Dans) içeriğinde biraz isyan barındırsa da İndila Hintlere özgü ses

rengiyle, oldukça sakinleştirici bir etki yaratmaktadır. İlk klipte evden kovulan ve kalıpları kırmaya çalışan bir kızı canlandıran İndila, klipte kullanılan sembolik anlatımlarla dikkat çekmektedir. İkinci şarksı “Tourner Dans La Vide” başları döndürmeye devam etmekle beraber ilk klipteki semboller bir dereceye kadar tekrarlanarak anlatım güçlendirilmiştir. Paraya ve

dış görünüşe değil insan ruhuna değer veren Son Dans’taki genç kız artık evlenme çağına gelmiş, aşk için savaşmayı ve ölmeyi yeniden hatırlatıyor. Şubat 2013’de çıkan Mini World’ün diğer bütün şarkıları da çok güzel ve bütünlük içinde. Şiddetle tavsiye edilir

Eda GÜZEL

59


KÜLTÜR-SANAT

ocak-şubat-mart

şehir kültür rehberi Adolf 18 Haziran 2014 21:00 Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosuİzmir 1. Kategori - 45.50 TL 2. Kategori - 34.50 TL

İZMİR DEVLET TİYATROSU

Kaç Baba Kaç 06 Haziran 2014 20:00 Sahne Tozu Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesiİzmir 1. Kategori - 18.50 TL 2. Kategori - 13.00 TL

Tolga Çevik Arkadaşım Hoşgeldin 21 Haziran 2014 21:00 İzmir Kültürpark Açıkhava Tiyatrosu İzmir 1. Kategori - 98.00 TL 2. Kategori - 87.50 TL 3. Kategori - 77.00 TL 4. Kategori - 66.00 TL

DEVLET OPERA VE BALESİ

Yedi Kocalı Hürmüz 21 Haziran 2014 20:00 Sahne Tozu Tiyatrosu Haldun Dormen Sahnesi, İzmir Tulumbacılar Haz 14-20-25-27 Tiyatro Viya FİYAT 23TL Kız Yemek Yapmadık Yine Dayak Yiyeceğiz 07 Haziran 2014 20:30 Han Tiyatrosu, İzmir FİYAT 23TL Babam 9 Doğurdu 10 Haziran 2014 21:00 Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu, İzmir 1. Kategori - 56.00 TL 2. Kategori - 45.00 TL

60

ÇOCUK BALESİ GÖSTERİSİ BALE 14.06.2014 Cumartesi 19:00 MUHTEŞEM SÜLEYMAN OPERA 17.06.2014 Salı 20:00


KÜLTÜR-SANAT

KONSERLER Dora Schwarzberg Tuncay Yılmaz İKSEV Yıldızları İzmir Ekonomi Üniversitesi 1. Kategori - 60.00 TL 2. Kategori - 40.00 TL İndirimli - 20.00 TL

ZAKKUM Mekan : BOSTANLI SUAT TAŞER AÇIKHAVA TİYATROSU İZMİR Tarih : 26 Haz 2014 - 21:00 Can Yapıcıoğlu Jazz Project 10 Haziran 2014 TARİH: 10 Haziran 2014 / 20:30 MEKAN: İzmir Sanat ÜCRETSİZDİR Camerata İzmir-Nazım Şarkıları 12 Haziran 2014 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi BİLET FİYATLARI: Tam: 10.00 TL Öğrenci 5.00TL Siyah - Beyaz Tuşlar Eşliğinde Türküler ve Şarkılar 16 Haziran 2014 Ayhan Sicimoğlu - Latin All Stars 19 Haziran 2014 TARİH: 19 Haziran 2014 / 21:00 MEKAN: Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu 1. Kategori - 78.50 TL 2. Kategori - 67.50 TL 3. Kategori - 56.50 TL

Lilianna Zalesinska - Szczepan Konczal TARİH: 9 Temmuz 2014 / 21:30 MEKAN: St. John Baptist Kilisesi 1. Kategori - 100.00 TL 2. Kategori - 50.00 T L İndirimli - 25.00 TL Cem Adrian 17 Temmuz 2014 Bostanlı Suat Taşer Açıkhava Tiyatrosu 1.Kategori - 50.00 TL 2. Kategori - 40.00 TL 3. Kategori - 34.00 TL Silk Road Ensemble With Yo-Yo Ma 3 Eylül 2014 MEKAN: Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi 1. Kategori - 250.00 TL 2. Kategori - 100.00 TL 3. Kategori - 60.00 TL İndirimli - 30.00 TL

61


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.