HİZMET
İnsanlığa veya evrene hizmet...
HACI BEKTAŞİ VELİ HATOR TAPINAĞI TURABİ DEĞERLİ DUBLİN
4 Mevsim Yağmur Her Daim Edebiyat 1
2
EDİTÖR’DEN Yaşam içinde neyi neden yaptığımızı araştırırken, “hizmet”in anlamına takıldık. Her kavramın yaşam biçimimizin bir sonucu olarak kendiliğinden yozlaştığı ya da anlamadığımız nedenlerle birileri tarafından özellikle yozlaştırılıp anlamının tüketildiği bir dönemde meselenin özüne inebilir miydik? Felsefi anlamda hizmetin anlamını hatırlayarak başladık bu sayımıza. Olması gerekenin yani evrensel ve zamansız değerlerin ne kadar uygulandığını anlamak için geçmişten “Hator Tapınağı”nın yapısı ile başladık, Avrupa şehirlerinden biri olan “Dublin” ile günümüze uzandık. Samimi bir hizmet anlayışının kişinin savaşçı kişiliğini nasıl ortaya çıkardığını, kendinden emin bir şekilde mücadele edebilmenin neye hizmet ettiğini bilmeye bağlı olduğunu “Işığın Savaşçısı” ile yeniden kavradık ve ardından Tolstoy’un ünlü
“Savaş ve Barış” kitabının analizi ile pekiştirdik. Evrensel olanı bilmeden israfın varlığından haberdar olunamayacağını hissederek “İsrafı” ve dolayısıyla tasarrufu anlamanın doğru hizmeti anlamak için iyi bir referans olduğunu gördük. Sanatı bir yaşama biçimi olarak değerlendiren ünlü saz ustası “Turabi Değerli”nin mini konserini dinledikten sonra yaptığımız röportaj ile sanatın birleştirici yanının aslında yine evrensele hizmetle köklenip büyüdüğünü dinledik. Dünya çapında en çok başarı gösteren ve en çok okunan yazar “Sheakespeare” ile bilgeliğin yolunun eylemden geçtiğini ve insanın eylemle kendi hikayesini nasıl biçimlendirdiğini bir kere daha izledik. İzledik demişken eğlenceli bir animasyon olan “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin”i ve Hint sinemasından bir seri filmi de “Bollywood’un Yükselen Işığı” başlığı altında, sizi bugün ne
izlesem derdinden ve yanlış film seçimleriyle vakit kaybından kurtarmak adına yüzlerce film arasından seçtik ve paylaştık. 2014 içinde severek dinlediğimiz “Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yerden Yazıyorum” albümüyle Cem Adrian ve “Dünya” albümüyle Mercan Dede müzik zevkinize ne kadar hitap edecek diye merakla ilginize sunuyoruz. Hizmet konulu bu sayımızın eşliğinde yaşamımızdaki her varlığın, her etkinliğin, her tür fikir ve eylemin hangi amaçla ve hangi bilinçle yapıldığının yeniden sorgulanmasını alışkanlık haline getirmesini diliyoruz. Eda GÜZEL
3
İÇİNDEKİLER
08 HİZMET İnsanlığa veya evrene hizmet...
IŞIĞIN SAVA ÇISI
Ş
24
IŞIĞIN SAVAŞÇISI
30
10 MEDİCİ AİLESİ
HACI BEKTAŞİ VELİ
MEDİCİ AİLESİ
‘
36
16 kül tigin
TURABİ DEĞERLİ
İSRAF
HATOR TAPINAGI
20
48 DUBLIN
4 Mevsim Yağmur Her Daim Edebiyat
HATOR TAPINAĞI 4
DUBLİN 4 Mevsim Yağmur Her Daim Edebiyat
İÇİNDEKİLER
54
CEM ADRİAN
62
MERCAN DEDE
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
DRAGON
64
56 BOLLYWOOD
babil
kulesi temmuz-ağustos-eylül 2014
İmtiyaz Sahibi
YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
KÜLTÜR-SANAT
Yayın Koordinatörü Semra ŞEN Editör Eda GÜZEL Semra ŞEN Grafik Tasarım Eylem ÖZKAN babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittir Kaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6
Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )
bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.
TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan
sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak
isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır
ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7
DENEME
. HıZMET İnsanlığa veya evrene hizmet... 88
DENEME Hizmet, hareket ve eylem bu üç terim birbiriyle ilişkilidir. Hizmet hareket ve eylemin ürünüdür. Hareket ve eylemin gittiği yön ile alakalı olarak farklı ürünler ortaya çıkar. Hareket ve eylem hedefsiz olduğunda, ürün belirsizdir; menfi hedefler güttüğünde çıkan ürün “şahsa yönelik hizmet” olur; ancak evrensel niyetlerle eylem yapıldığı takdirde çıkan ürüne “insanlığa veya evrene hizmet” diyebiliriz. Felsefi bağlamda hizmetten bahsederken bu şekil bir hizmeti düşünmekteyiz. Doğa kendini bütünsel olarak planlamıştır. Doğadaki her bir unsur kendi görevini yaptığı takdirde diğerine de yaşam şansı vermektedir. Güneşin dünyayı aydınlatması, rüzgârın bulutları toplaması, bulutların yağmuru yağdırması, toprağın sulanması, bitkilerin büyümesi, kurtçukların bitkileri yemesi, bir kuşun bir kurtçuğu yemesi ve kuşun tarlaya gübre bırakması v.s... bunların her biri kendi görevlerini yaparken esasen evrenin düzenine da hizmet etmiş olmaktalar. Bu manada değerlendirirsek insanın kendisine düşen görevi icra etmesi en büyük hizmettir. İn-
sanın yaşam döngüsünün içinde, diğer unsurlardan farklı olarak zihin gücünü kullanarak hizmetini bütünü korumak için kullanabildiği gibi, kişisel çıkarlarını ön plana koyup bütüne zarar verecek şekilde de hareket edebilmektedir. Bu durum insan eylem ve hareketlerinin, doğanın düzenine zarar verebilme kudreti sağlamaktadır. Bu nedenden dolayı insanın evrensel hizmeti gerçekleştirmesi için zeka kullanması ve çaba göstermesi gerekmektedir çünkü zeka olmadan seçmesini bilemez ve çaba olmadan harekete geçemez. Toplum içinde her bir mesleğin görünen bir hizmeti, bir de görülmeyen ulvi bir hizmeti vardır. Kişi ulvi olanı fark etmez ise hizmeti hedefsiz veya şahsa yönelik olur. Bir öğretmenin hizmeti yalnızca ders vermek değildir. Onun ulvi görevi öğrencilerinin toplum içinde kendi görevlerini keşfetmelerini sağlamasıdır. Öğretmenin bu işi göz ardı etmesi, gelecekte toplumda mutsuz insanlar olmasına ve karışıklığa neden olur. Bir doktorun görevi yalnızca muayene etmek değildir, ulvi görevi sağlıklı yaşamın bilgisini sunmaktır. Aksi takdirde toplumdaki hastaların sayısı azal-
mayarak artacaktır. Bir tüccarın görevi al-sat yapıp kar etmek değildir. Ulvi görevi ölçülü davranma sorumluluğunu almasıdır ki, diğer insanların özgür yaşamalarına engel olmasın. Bir tüccar ki yaşadığımız dünyada devletler dahil herkes tüccarlığa soyunmuşturreklam sektörünü arkasına alıp, tekelleşmeye, haksız rekabete, aşırı kar etmeye yeltenirse, doğal olarak insanların cebinden hak ettiğinden fazlasını alacak ve hayatın ihtiyaçlarını sağlamak durumunda olan diğer mağdur insanlar da, aynı eylemi başkalarının üzerinde deneyecektir. Bu şekilde oluşacak kısır döngüde, mağdur durumundaki tüm insanların tek düşüncesi hayatta kalmak için kötü manada tüccarlık yapmak olacaktır. Kısır döngü içindeki dünyada bu kısır döngüden kurtulmanın yolu zekamızı kullanarak doğru ve yanlışı fark etmek, çaba koyarak değişmeyi ve değiştirmeyi istemektir. Unutulmaması gerekir ki biz değiştiğimiz ölçüde diğerleri de değişecektir ve biz evrensel hizmet ettiğimiz ölçüde diğerleri de hizmet edecektir. David İSRAEL 9 9
ARAŞTIRMA
10
ARAŞTIRMA
HACI BEKTAŞİ VELİ HACI BEKTAŞ VELİ’NİN HİZMETLERİ ‘’HALKA HİZMET; ALLAH’A HİZMETTİR’’ Hz. Muhammed ‘’İNSANA HİZMET ALLAH’A HİZMETTİR. Hacı Bektaş Veli AHİLİK TEŞKİLATI: Ahilik teşkilatı Hacı Bektaş Veli tavsiyesi ile AHİ EVRAN tarafından kuruldu. Ahi Evran müritlerinden biridir. Anadolu’da yaşayan Müslüman Türkmen halkı; sanat, zanaat, ticari çeşitli meslek alanlarında yetişmesini sağlayan hem mesleki hem de ahlaki açıdan hizmet veren kurumdur. Kendi kurulları vasıtasıyla kurallar koyan ve uygulanmasını takip eden sistemi vardır. Günümüz esnaf odalarına benzeyen bu teşkilat ‘’İyi ahlakın’’, ’’Yardımseverliğin’’, ’’Doğruluğun’’ meslekteki bireylerde geliştiril-
mesini esas alan sosyo-ekonomik bir teşkilattır. Ahilik teşkilatında, üç kademeli eğitim sistemi vardır. Bu eğitimlerden geçmeyen sanat, ticaret, zanaatkârlık yapamaz. Çünkü Ahilik kurumunda erdem ticaret için olmazsa olmaz yaşam biçimidir. Kurallara uymayan teşkilattan da meslekten de atılır. YENİÇERİ OCAĞI Her ne kadar Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasının Hacı Bektaş Veli eliyle olduğu iddia edilse de bu tartışmalıdır. Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı’nın kuruluşunda büyük emeği geçtiği kesindir. Yeniçeri Ocağının kuruluş yıllarında, kisve olarak Yeniçerilere onun(Hacı Bektaş Veli’nin) elbisesinin giydirildiği ve Hacı Bektaş Veli evlatlarından birisinin duasıyla, kişiler Yeniçeriliğe kabul edilirdi. Onun ma-
nevi eğitiminin dergâh tarafından sürdürüldüğü ve manevi olarak desteklendiği bilinmektedir. Yeniçeri Ocağı’nın büyük bölüğünün farklı dinlerdeki devşirmeler ve Anadolu Türkmenlerinden oluştuğunu düşünürsek Osmanlı’nın bu kurumu Hacı Bektaş Veli ahlakı, sevgi ve kardeşlik, hizmet felsefesiyle eğitmesi ve birleştirmesi ve bütünleştirmesi oldukça akıllıcadır. Ve bu felsefenin hizmeti büyüktür. TÜRKLÜK VE MÜSLÜMANLIĞA HİZMETLERİ Hacı Bektaş Veli tüm öğretisinde, deyişlerinde, şiirlerinde ve ibadetlerinde Türkçeyi kullanmış ve Türkçe’nin günümüze kadar gelmesinde Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre’nin payı büyük olmuştur. 11 11
ARAŞTIRMA H a c ı Bektaş Veli müritlerinin eğitimleri sona erdiğinde onları Rumeli ve Balkanlara İrşat(aydınlatma ve bilgilendirme) amaçlı göndererek, Osmanlı’ya katılan bu halkların Türkleşmesinde ve Müslümanlığı kabulünde önemli hizmetlere neden olmuştur. Sağlığında Sarı Saltuk Rumeli’ye gönderilmiş ve bu geleneğin devamını şart koşmuştur. Bu kavimlerin en önemlisi A r n a -
12
vut’lardır. Hacı Bektaş Veli erenleri sayesinde niceleri aynı değişimi göstermiştir. Rumeli ve Balkanlar’da aslı Türk olmayıp, Türkleşmiş birçok halk vardır ve 1800’lere kadar Osmanlı hâkimiyetinde olan bölgede Hacı Bektaş Veli felsefesi sayesinde sevgi ahlak ve kardeşlik birliği içinde Türklerle birlikte yaşamışlardır. HAYATI Hacı Bektaşi Veli 1209 yılında Nişabur’da doğdu. 1271 yılında Sulucakarahöyük’ te öldü. Babası Nişabur emiri İbrahim Annesi ise Hatem Hatun’du. Bektaşi Velayetnamesinde Ahmet Yesevi tarafından yetiştirildiği söylense de bu doğru değildir. Ahmet Yesevi Hacı Bektaş Veli doğmadan 43 yıl öncesinde vefat etmiştir. Ahmet Yesevi’nin altıncı postnişini Lokman Parende’nin müridi olduğuna d a i r bel-
geler vardır. Lokman Parende’nin görevlendirmesi ile 1250 yılında Sulucakarahöyük’e gelmiştir. Buraya gelmeden Selçuklu’nun Şii’lere yaptığı baskılara başkaldıran Baba İlyas İsyan’ına katılmış, ancak öğretisine girmemiştir. Haksızlığa başkaldırıdır onunkisi. Gıyasettin Keyhüsrev 14 yaşında Selçuklu’nun başına geçince (1237-1246) çok zalim uygulamalara başvurmuş ve buna isyan eden Baba İshak Sivas, Tokat, Amasya bölgesini yönetimine almıştır ve üç yıl yönetmiştir. Hacı Bektaş Veli onun yanında kalmamış ve yoluna devam etmiştir. Hacı Bektaş Veli ile ilgili Sulucakarahöyük’e geldikten sonrası için yaşamı hakkında belgelere dayalı günümüze kalan bilgi yoktur. Bu dönemde zayıflayan Selçuklu yönetimi, Harzemşah Kuvvetleri ile çarpışmakta, öte yandan Anadolu’ya adım adım yaklaşmakta olan Moğol istilasının yarattığı karışıklık ortamı ile mücadele etmektedir. 1243 yılında Selçuklu Ordusu Kösedağ’da Moğollar’a yenilmiştir. Anadolu’da umutsuzluk, karmaşa herkesin birbirine düşman olduğu bir ortam vardır.
ARAŞTIRMA 1250 yılında Sulucakarahöyüke gelen Hacı Bektaş Veli çobanlık yapmıştır. Bunu arkadaşlık yaptığı Hıristiyan çobanlardan öğreniyoruz. Ve onlara içki içenlerin de, namaz kılmayanların da, oruç tutmayanların da Müslüman olduklarını, Müslümanlığın özellikle ahlak ve sevgi dini olduğunu anlatmış Sulucakarahöyük Kilisesi ’’Aziz Charalambus’’ olarak Hacı Bektaş Veli’yi takdis etmiştir. Müslüman olanlara da olmayanlara da kendi gelenek ve kültürlerin den ayrılmadan Müslümanlıkça kabul edilebildiklerini anlatmış, geniş Hıristiyan kitlelerinin Müslüman olmasını sağlamıştır. Bir müddet sonra Hacı Bektaş Veli, Balım Sultan’ın evinde konuk olmuştur. Balım Sultan ve eşi onun Anadolu’daki ilk müritleridir. Ve dergahını kurmada yanında yer almışlardır. Hacı Bektaş Veli dergahını kurduktan sonra yetiştirdiği halifelerini muhtelif yerlere göndererek İrşat ile görevlendirmiştir. O dergâhta oturmaktan ziyade, il il köy köy dolaşarak Anadolu’da Türk ve İslam birliğinin oluşmasına hizmet etmştir. Bektaşi Tarikatı ölümünden sonra Hacı Bektaşi Veli
Pir olarak kabul edilerek Balım Sultan’ın çocukları tarafından kurulmuştur. FELSEFESİ Hacı Bektaş Veli’nin dikkatimizi çeken yanı, bir Ahlak felsefecisi olmasıdır. Uzlaşmacıdır: ’’Birbirinizin gönlünü kırmayın, çünkü insanların gönlü Kâbe’ye benzer. ’’Çünkü gönül Tanrı’nın evidir. Tanrı ile gönül arasında perde yoktur. Kâbe nasıl dokunulmaz ve Mübarek ise Gönül de Tanrının tecelli ettiği yer olduğu için mübarektir.’’ diyecek kadar ulular insanı. Felsefesi; eşitlik, Allah sevgisi, insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve toplumsal barıştır. O’nu sözlerinden daha iyi anlıyoruz. Ve ilime verdiği değer: ”Faziletli bir insan olmanın tek yolu ilimdir.İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.’’ Hacı Bektaşi Veli eğitiminde dört devre bulunmaktadır. 1-Allah Aşkı ’’Gerçek olgunluğa, huzura Allah aşkı ile ulaşılır.’’
ulaştırma eğitimi. 3-İnsanlar arası sevgi ve birlik: İnsanın yolunu’’ Allah aşkı ve insan sevgisi aydınlatır. ’’En yüce mertebe seven gönlün ulaştığı mertebedir. 4 - İ n s a n d a ki enerjinin ortaya çıkması(Keramet): ‘’Aranılan dışarılarda veya yukarılarda değil kişinin içindedir.’’ Ve insanı kadın, erkek Müslüman veya değil, ırk millet ayırmaz, onun için tüm insanlar kutsaldır. Hacı Bektaşi Veli 13. Yüzyılda temelini attığı düşüncelerinin ışığını bugün de çok iyi anlamaya ihtiyacımız var. Sevgi, ışık Tanrı, Din, Hoşgörü, bilim ve Eğitim kavramlarını şiirlerinden ve sözlerinden anlıyoruz. Savaş yerine barışı, düşmanlık yerine dostluğu, kin yerine sevgi ve hoşgörüyü benimseyen Hümanist bir felsefedir onunkisi.
2- Maddeden Manaya Geçme Gizli ilimler eğitimi; Allah ile ilgili şeylerin ilmine 13
ARAŞTIRMA
Hatta soyut ilahilik yerine insana sevgiyi ve saygıyı
öğütlemiştir. Kendini bilmek ve ilahiliği kendinde bulmak temelidir öğretisinin. Adeta ritüel ibadetlerinin yerine tek adres insanın kendini göstermiştir. Hararet nardadır saçda değildir Keramet baştadır, taçta değildir. Her ne arasan kendinde ara, Kudüs ’te, Mekke’de, Hac’ da değildir. Ne güzel anlatır akılcılığı ve insanın uluhiyetini. Hakkı kendi özünde bulmayı. ‘’Okunacak en büyük kitap İnsandır” der. ‘’İnsanın alnı açık ve cesur dolaşması için adaletli olması gerekir. ’’ der. ‘’Hiçbir milleti ve insanı ayıplamayınız’’ diyen hacı Bektaşi Veli Anadolu’nun karmaşa ve düşmanlık içerisindeki sosyal, siyasal, ekonomik, dinsel yapısını adeta şifalandırır gibi birliğin, sevgi ve hoşgörü kültürünün temeli atmıştır. Bu düşünceler günümüzde evrensel insan
14
hakları beyannamesinin temelini oluşturur. HACI BEKTAŞ VELİ FELSEFESİNİN KAYNAKLARI 1-Öncelikle Kuran’ı Kerim vardır. ‘Makalat’ adlı eserinde, dört kapı kırk makamı açıklarken, her makamda bir ayete yer vermesi bunun göstergesidir. Ali İmran Suresi’nin 3/103 ayetinin ‘’Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, parçalanıp bölünmeyin ’’. ’’Bir olalım, iri olalım, Diri olalım ‘’ifadesi ile özetler. 2 - H a z r e t i Muhammed’in Hadisleri ’’Mümin’in kalbi Allah’ın evidir.’’ ‘’Bir saatlik tefekkür yetmiş senelik ibadetten hayırlıdır’’ ‘’Akıl yeryüzünde Tanrı Teâlâ’nın terazisidir.’’ 3-Türk töresi: Türk töresi ile Kuran mesajını telif etmede başarılı olmuştur. 4-Melamilik: Horasan sufilerinin hayat tarzını ifade eden Melamilik; Sufiliği güzel haller yaşamak olarak kabul eden, halleri doğru, muameleleri edepli, dervişlerin hayat tarzıdır. Amellerde gizlilik ilkesine bağlılık çok önemlidir.
ARAŞTIRMA
Dışarıdan görünen ibadetleri şirk, batıni halleri söylemeyi ise dinden çıkmak sayar. İlim hakkında konuşmayı, hallerin ortaya çıkmasını keramet gösterilmesini tasvip etmemişlerdir. Dil, kalp, sır, ruhun zikrine devam ederler ancak gizlilikle. Nefislerini kusurlu görürken kendilerinden başka kimseyi yargılamazlar. 5-Fütuvvet: Hazreti Ali’yi örnek alırlar. Allah’ın emirlerine uyup ibadet etmek, her türlü kötülüğü bırakıp iyiliğe koşmak, gizli ve açık güzel ahlaka sarılmaktır. Doğruluk, vefa, cömertlik, alimlere saygıda bulunmak, insana şefkatli olmak, dünyanın geçici nimetlerini kullanmak ama kölesi olmamak, böbürlenmemek, kimseden çekinmeden doğruda olmak. Haksızlıklara karşı eylemde olmaktır. 6-Bir de karşımıza Vahdet-i Vücut anlayışı çıkar: Allah’tan başka hiçbir hakiki vücut kabul etmeyen, bütün varlıkları Mutlak-ı Vücud’ un isim ve sıfatlarının tezahürü ve tecellisi sayarak Hakiki Varlık ’a nazaran, yokluk düşüncesidir. 7-Nur’u Muhammedi ve Sırr- ı Ali:
Adem’den itibaren tecelli eden, Hazreti Muhammed ile tamamlanan nur. Sırrı Ali: Hazreti Muhammed’in ‘’Ali’den başka Fet’a, Zülfikar’dan başka kılıç yoktur.” hadisinden yola çıkar bu inanış. ’’ Vahyedici benim, ancak İslam’ın kapısı Ali’dir.’’ hadisleri ışık tutar. Kamil insan makamına ulaşmış ilk kişidir Ali. Ve ulaştırma velayeti hazreti Ali’ye verilmiştir. Velayet makamı Ali’nin sırrıdır. 8-Hurufilik: Harflerin ve sayıların kutsal ve gizli anlamlar taşıdığına inanarak, tabiata ve insanlara tesir etme gücünün olduğunu kabul etmek. Hacı Bektaş Veli’de de Muhammed adında kurduğu bağlantı, edep sözcüğündeki açıklama ve gücü görmekteyiz. ŞİİR VE DEYİŞLERDE HACI BEKTAŞ FELSEFESİNİN ÖRNEKLERİ: Hararet nârda’dır, sac’da değildir, Kerâmet sendedir, tâc’da değildir. Her ne arar isen, kendinde ara, Kudüs’te, Mekke’de, Hâc’da değildir. Sakın,
bir
gönlünü yıkma, Gerçek erenlerin sözünden çıkma. Eğer insan isen ölmezsin, korkma, Âşığı kurt yemez, uc’da değildir. Gönül kâbesine girmesin hülya, Nefsine hakim ol düşme bed hûya. Kirleri arıtan baksana suya, Hep yüzü yerlerde, buc’da değildir. ******* Dostumuzla beraber, yaralanır kanarız, Her nefeste aşk ile yaratanı anarız. Erenler meydanına, vahdet ile gir de gör, Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız. Edeb, erkâna bağlıdır, ayağımız başımız, Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız. Soframızda bulunan, lokmalar hep helâldir, Yiyenlere nûr olur, ekmeğimiz aşımız. Bu yazımızın devamı diğer sayımızda yer alacak.
Nermin GÖKSU
kimsenin 15
DENEME
İ S R A F
16
DENEME İsrafın Türk Dil Kurumundaki tanımı: Gereksiz yere para, emek, zaman harcama ve savurganlık. Kanımca israfı bir de maddi ve manevi israf diye ayırmak gerekir. Atılan yiyecek ve içeceklerden, giysi ve kırtasiye giderlerinden, oyuncaklardan tutun da arabalara kadar bir israf tufanı varken diğer taraftan göze çok batmayan zaman ve bedenimizin israfı da var. Sürekli vakitsizlikten yakınırken ya da sağlık problemlerinden işin israf bölümünü hiç düşünmeyiz. Maddi israfları ele alırsak hayatımızı ve bizi nasıl çepeçevre sardığını fark ederiz. Hepimiz önce dünyayı kurtarmak gibi büyük işler yapma heveslisiyizdir ya da insanları değiştirmek. Bir parça ekmek ve bir kıyafet parçasını çok da umursamayız öte taraftan bunlar birikerek göl olduğunda israfın kötü yüzüyle karşılaşırız. Biraz farkındalık ve araştırma israfı önlemek için iyi bir başlangıç aslında. Kutsal bildiğimiz, yerde bulduğumuzda öpüp ayakaltından aldığımız, emeğin simgesi ekmeğimizin 625 tonu her gün çöpe gidiyor. Çöpe giden ekmeğimizin maliyeti 8,2 milyon lirayı buluyor. Her duruma olduğu gibi bu duruma da sadece
biraz farkındalık göstermek ve kendini tanımak sorunun bir ucundan tutmaya yetiyor. Ekmeğin olması için yetişmesi gereken buğdayı ve 1kg buğdayın ancak 1000lt suyla yetiştiğini getirebilsek aklımıza, çiftçinin-fırıncının alın terinden kullanılan enerjiye kadar kısa bir düşünce yolculuğu yapsak o bir parça ekmeğin ardındaki büyük emeği görebilsek belki bu kadar fütursuzca israf etmeyiz. Sadece ne kadarla yetinmemiz gerektiğini bilsek ve arda kalan ekmekleri atmak yerine bayat ekmeklerle yapılabilen yemeklere yönelsek hem israftan kaçınırız daha da önemlisi örnek oluruz. Alışverişe çıkmadan önce yapılan küçük bir liste gereksiz ve düşüncesiz harcamalardan kurtarır bizi. Tüketim çılgınlığı içindeyiz reklamlar içimizde uyuyan egomuzun alarmı oluyor belki de. Arabaların mutluluk, jeanlerin özgürlük, kullanılan cep telefonlarının ise karakteri yansıttığı bir çağda yaşıyoruz. Filmin devamını beklerken araya sıkışan yüksek sesli kareler (reklamlar) beyin kıvrımcıklarımıza mağazaların önünde ortaya çıkmak üzere yerleşiyor. Ceplerimizin boşalmasının verdiği rahatlamayla bilmem kaçıncı kıyafetimizi alıp bir
öncekini gardırobun bulunmaz yerlerine gönderiyoruz. Bozuluncaya kadar hiç kullanmadığımız özellikte cep telefonları alıp sadece arama tuşunu eskitiyoruz. Tüm günümüzü ve enerjimizi ay sonundaki maaşımız için harcayıp sonunda çılgın tüketenlerin arasına biz de katılıyoruz. Kaybediyorsak şayet mağazaların önünde kendimizi o zaman başlangıçta evde toparlamalıyız kendimizi. Daha dışarıya çıkmadan evde düşünmeliyiz alacaklarımızı ihtiyaçlarımızı ve gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını. Şimdiye kadarki israflar önlenebilir giden paralar telafi edilebilir idi. Yerde bir sihirli lamba bulsak muhtemelen üç dileğimizden biri uzun ömürlü yaşamak olurdu. . Acaba elimizde mi ömrü uzatmak! Acaba hiç düşündük mü olan ömrümüzü ve zamanımızı nasıl kullandığımızı. Gereğinden fazla uyuyup uyumadığımızı, telefonda dakikalarca konuştuğumuzu, televizyonun karşısında uyukladığımızı. Acaba alt alta yazsak bunları, diğer tarafa da ömrümüzde yapmak istediğimizi hobilerimizi, vakit bulamadıklarımızı görsek vaktimizi nasıl israf ettiğimizi. Daha kötüsü giden vakit geri gelmiyor cebimizdeki para
17
DENEME
gibi de olmadığından zaman anlayamıyoruz boşa gittiğini. Almak lazım zamanı karşına döküp onu kâğıda bakmak lazım nasıl israf ettiğimize. İşlere öncelikli sıralaması yapıp arda kalan vakitleri programlamalıyız. 18
Normalleşmeye başlayan israfa karşı önce farkında olmak gerekir. Bunun için de yaptıklarımızın farkına varıp kendimizi tanımak lazım. Sürekli tüketen, tükettikçe mutlu olan ve mutlu oldukça hırslanan insanlardan mıyız? Ek-
meğimizden, kıyafetimize, cep telefonumuzdan arabamıza kadar irdeliyor muyuz sahip olduklarımızı. Fark ediyor muyuz aslında sahip olduklarımızın bizden çaldıklarını ve esas mutluluğun aza kanaat etmek olduğunu.
DENEME
Aslında öğreticimiz-örnek almamız gereken yanı başımızda. Doğa ana. Sadece ihtiyacı kadar alıyor ve kullanıyor. Geri dönüştürüyor hiç israf etmiyor. Bitkiler doğadan sadece ihtiyacı kadar besin alıyor, hayvanlar doymak için
avlanıyor artanlar daha küçük canlıların yiyeceği oluyor. Sadece bize sunuyor yapabildiğinin en iyisini, hiç düşünmeden karşılık beklemeden sürekli olarak yorulmadan. Hırsa, kibre, tutkularına kapılmadan. Kanaatkâr biçimde sadece veriyor
ve büyük bir döngüsellik içinde hiçbir şeyi israf etmiyor. Bize hiç kızmadan gücenmeden bıkmadan öğreten öğretmenimizin biraz farkına varalım ve sevgiyle kalalım. Ercüment ÇAVDAR 19
ARAŞTIRMA
HATOR TAPINAGI 20
ARAŞTIRMA
Horus’un karısı aşk, ışık ve güzellik tanrıçası Hator adına Ptolemaios döneminde eski bir tapınak üzerinde inşa edilmiştir. Burası Hator’un Horus’tan olan oğlu Ihy’nin doğduğu yer olarak bilinir, çok iyi korunmuş olan tapınak geleneksel plan üzerinde inşa edilmiş olmakla
beraber; dekorasyonu, tasvirleri ve süslemelerinin güzellikleri yanında, arşiv özelliği ile eski Mısır’ın en dikkate değer eseridir. Tapınak girişindeki geniş avlunun sağ yanında “Mammisi” denilen ve Hator’un oğlu Ihy adına yaptırılan doğumevi ve koptik (kıpti) yer alır. Bu
küçük tapınak bir sıra sütunla çevrilmiş, çocukluk tanrısı olan Tanrı Bes’in kabartma resimleri ile farklı sütun başları kullanılarak süslenmiştir.Bes korkunç bir cücedir, büyük bir midesi ve uzun bir sakalı bulunmakta. Doğum anında kötü ruhları yok etmek içindir. 21
ARAŞTIRMA
22
ARAŞTIRMA Ayrıca burada kilise kalıntıları da bulunmakta. Bu bölümü geçtikten sonra tapınak ana mekânına gelinir. Tapınağın ana girişinde Hathorik sütunlar yer alır. Bu büyük sütunların başlıklarında Hathor’un yüzü vardır. Hator başında “afnet” denilen örtüsü ve inek kulaklarıyla tasvir edilir (Hator’un simgesi, arasında güneş diski bulunan inek boynuzlarıdır.) Sütunların üst bölümleri güneş diskinin kanatlarıyla dekore edilmiştir. Taş sütunlara çeşitli sahneler çizilmiştir bu sahnelerden bazıları da Hathor’a sunulan adakların resmidir. Büyük salonun iç duvarlarında dikkate değer şahane sahneler vardır. Tapınağın tanrıçasına yapılan kurbanlar bu duvarlara çizilmiştir. Orijinal renklerini koruyan tavanın astronomik sunumlar dikkate değerdir. Tavan 7’ye bölünmüş şu an 3 tanesi iyi durumdadır. Birincisi, doğu tarafındaki ilk parçasında, Gökyüzü tanrıçası Nut çizilmiştir. İkincisi, Yıldız Tanrıçanın ve güneş kayığının bir sunumu vardır. Üçüncüsü, batı tavanıdır. Zodyak işaretlerinin mükemmel sunumu yapılmıştır. (bu zodyak kabartmalarının orjinali Paris Louvre Müzesi’ndedir. Koç, boğa, cennetlik ikizler, yengeç, aslan, başak, terazi, akrep, yay, oğlak, kova ve parlak kuyruklarıyla balık figürleri aynen durmaktadır.)
Kutsal odada ise dinsel amaçlı resimler ve kabartmalar duvarlara işlenmiş. Tapınağın İkincisi, Küçük Hipostil Salonun holünde 6 sütun yer almakta. Bu sütunlarda granit kaidelerden ve zengin sütun başlıklarından yapılmıştır. Duvarlarında ve sütunlarda tapınağın kuruluşuna ait hiyeroglif yazıtlar ve tasvirler bulunmaktadır. Buradan sonra, birisi şapel olmak üzere 11 oda ile çevrelenen dar ve karanlık kutsal mekânlara geçilir. Adak odası duvarında, yeni yıl festivalin de firavunların Hator’a sundukları adaklarla ilgili tasvirler, kutsal odada ise firavunun özel bir dini törenine ait kabartmaları bulunur. Tapınağın çatısına giden merdivenler, yılın 12 ayını gösteren güzel sembollerle dekore edilmiştir. Çatının doğu köşesinde, Tanrı Osiris’in şapeli vardır. Duvarlarında, yeraltının tanrısına yakışır, ölümden doğan Osiris’i temsil eden sahneler bulunmaktadır. Tapınağın güney duvarında boynuzlu Hator başlığı ile Kleopatra ve önünde oğlu Caeserian’a ait kabartma vardır. Hathor tapınağının diğer bütün tanrıları Hathor’a sunum yaparken gösterilir. Aynı duvarda bazı taştan aslan başları, su fışkırtır gibi yapılmıştır (çatı yağmur sularını drene eder). Tapınağın bitişiğinde batı tarafında kutsal göl vardır. Eylem Özkan Ağartıoğlu 23 23
ARAŞTIRMA
IŞIĞIN SAVA ÇISI
Ş
24
ARAŞTIRMA
İki sütun: Korku ve arzu. Korku: Bugüne kadar öğrendiğin her şeyin yararsız olacağı tehlikeli ve yabancı bir dünyaya adım atıyorsun, ARZU bugüne kadar arzulamış olduğun her şeyin içinde bulunduğu bu bildik dünyayı terk etmek üzeresin, SAVAŞÇI GÜLÜMSER. Ne istediğini bilir ve kapıyı açar. Bazen kendini iki hayat yaşar gibi hisseder, birinde yapmak istemediği işleri yapmak, inanmadığı
fikirler için savaşmak zorundadır. Ama başka bir hayat daha vardır. Bunu düşlerinde ve okuduklarında bulur. Bir de aynı düşünceleri paylaşan insanlarla karşılaştığında. Günler geçtikçe yavaş yavaş düşleri günlük hayatını da ele geçirir. Ve bir gün gelir isteyip durduğu şeyi yapmak için hazır olduğunu farkına varır. Bütün gereken bir parça cesarettir. Sonra iki hayatı tek hayat haline gelir. Kendini eğitmek için her fırsattan yararlanır.
Ne tuhaf diye düşünür. İlk fırsatta en kötü niteliklerini göstermeye çalışan pek çok insanla karşılaştım. İçsel kuvvetlerini saldırganlığın arkasına, yanlızlıklarını bağımsızlık havasının arkasına gizler. Kendileri bile inanmadıkları halde sürekli erdemleriyle böbürlenirler. Bu mesajları pek çok insanın yüzünde okur. Ve kendi kusurlarını onun yüzünde görür çünkü başkaları onun için mükemmel birer aynadır. Böylece kendi kusurlarını düzeltmeye koyulur. 25
ARAŞTIRMA Öğrenmek istemediği şeyleri kendisine öğretmek. Bazı anların yinelendiğini görür. Aynı sorunların, aynı durumların karşısına çıktığını, yinelendiğini görünce karamsarlığa kapılır. Başarılı olamadığını düşünür. Bütün bunları daha önce yaşadım der yüreğine. Evet sen bunları daha önce yaşadın ama daha öteye geçmedin. O zaman yinelenen deneyimlerin bir tek amacı olduğunu anlar. Öğrenmek istemediği şeyleri kendisine öğretmek. Savaşçılar, bir anlam aradığı ve onu kesinlikle bulacağı için gözlerinde hep bir ışıltı bulunur. Bu dünyaya aittir, başkalarının hayatının bir parçasıdır. Sırtlarında heybeleri, sandaletleri yoktur, cesaretsizliğe düşerler, hep doğru kararı alamazlar, ne yaptıklarına hep emin olmazlar, hayatlarını anlamsız gördükleri olur. Uykusuz geceler geçirirler. İşte bu yüzden ışığın savaşçısıdırlar. Kendilerine soru sordukları, bir anlam aradıkları ve onu kesinlikle bulacakları için. Özgürlük. Karar vermeden önce her şeyi anlamam gerek, düşüncelerimi değiştirme özgürlüğü istiyorum. Bu sözleri kuşkuyla karşılar. O kararlar alır, ruhu göklerdeki bulutlar kadar özgürdür. Ama o düşüne 26
bağlıdır. Yolda yürürken erken kalkması, kendine bir şey öğretmeyecek insanlara katlanması, bazı özverilerde bulunması gerekir. Arkadaşları ona sen özgür değilsin kendini bağlıyorsun der. Açık duran fırında ekmek pişmez. Şövalyenin dua kitabında şöyle yazar: Yoldaki ruhani enerji adil ve sabırla davranarak senin ruhunu hazırlar. Bu yol şövalyenin yoludur. Hem kolay hem zordur. Önemsiz şeyleri bir kenara itip dostluklar kurmaya zorlar insanı. Bir çok kişi yolu izlemeye çekinir. Hayat kitabına şimdiye kadar yazdığın her şeyi sileceksin. Huzursuzluk belirsizlik samimiyetsizlik ikiyüzlülük yalanlar. Onun yerine cesaret koyacaksın. Yolculuğa böyle başlarsan tanrıya inanarak devam edersen varman gereken yere varacaksın. Düşünden uyanmaktadır. Benim büyümemi sağlayan ışıkla nasıl baş edeceğim. Ancak ışık yok olmaz. İçimden gelmese de bazı değişiklikler yapmam gerek. Ama içinden gelmemek tuzaklarla doludur. Sonra yavaş yavaş savaşçının yüreği ışığa alışır. Onu korkutmaz olur. Sonunda kendi menkıbesini kabullenir. Yaptığı riske girmek anlamına gelsede. Savaşçı uzun zamandır uykuda-
dır, yavaş yavaş uyanması çok doğaldır. Ele geçirmeyi kafasına koyduğu yeri dikkatle inceler, ne kadar zorlu olursa olsun engelleri aşmanın bir yolu bulunur. Alternatif yollar arar, kılıcını biler, yüreğini gerekli azimle doldurmaya çalışır. Savaşçı gözünü karartır. Savaşçı en uygun anı beklerse yola çıkamayacağını bilir. Çünkü her şeyi önceden görebilmesi imkansızdır. O yüzden en uygun anı beklemez. Harekete geçer. Bazıları başkalarının eline geçen daha çok fırsat olduğundan yakınırlar ama o öyle düşünmez. Bazıları başarılı oluyorsa erdemlerinden dolayıdır. Ceylan sağlam bacaklarından, martı balığı sektirmez, kaplan sırtlandan korkmaz çünkü gücünü bilir. Savaşçı kusurlarını da erdemlerini de bilir. Ama şu üç şeyin her zaman kendisi ile birlikte olmasına dikkat eder. İnanç, umut, sevgi. Bunlara sahipse ilerlemekten korkmaz. Kaslarının gerildiğini görür. Ama o asla gerginlikle huzursuzluğu birbirine karıştırmaz. Bazen karşı koymanın sonucu mahvedilme olabilir. Engellerin çevresinden akan su gibi
ARAŞTIRMA davranır. Koşullara uyum sağlar, yolu üzerindeki taşların dağlardan geçişini engellemesini yakınmadan kabullenir. Suyun gücü burada yatar onu hiç bir şey bereleyemez, nehrin suları hangi yol uygunsa oraya uyum sağlayabilir. Ama hedefinin deniz olduğunu asla unutmazlar. Kaynaktan fışkırırken zayıf olan sular daha sonra öteki ırmaklarla birleşerek güçlenir, bir noktadan sonra mutlak bir güce sahip olur. Bir kaya gibidir. Düz arazideyken her şey dengelidir kendisi de sabit durabilir. İnsanlar evlerini o kayanın üzerine inşa ederler. Ancak kaya bir yamaca yerleşirse, çevresindekiler ne dengeli ne de saygılı iseler, o zaman gücünü gösterir ve huzurunu tehdit eden şeylere karşı hızla yuvarlanır. Hem savaşı hem barışı düşünür. KİMİ YOLDAŞLAR, BAZI İNSANLAR NE KADAR NANKÖR OLUYOR DERLER. Elinden geleni yapar, başkalarından da bunu bekler. Gönlü boldur. Herkese ne kadar çok şey başarabileceğini gösterir. Savaşçı kimsenin aptal olmadığını ve hayatın ne kadar uzun sürerse sürsün herkesi eğittiğini bilir. Kimseye nankör demez, hatalarını yüzüne vurmaz. Konuşmaz.
Savaşçı, doğa yasalarının hep işlediğini bilir. Dünya bir satranç tahtasıdır. Taşlar gündelik hareketlerimiz, oyunun kuralları da doğa yasalarıdır. Karşıdaki oyuncuyu göremeyiz ama oyun dürüst, adil ve sabırlıdır. Tanrı kimsenin tek yanlışını gözden kaçırmaz, oyunun kurallarını bilmiyormuş gibi davranmalarına göz yummaz. Çadırında sakin bir köşeye otururur. Yüreğinin sessizliğinde ona yol gösterecek bir ses duyacağını bilir. Kendini kutsal ışığa teslim eder, hiçbir şey düşünmemeye çalışır. Zevk peşinde koşmaz, meydan okumalardan ve uzun açıklamalardan uzak durur. Düşünceye dalmışken kendisi değildir artık, dünyanın ruhunun bir kıvılcımıdır. Böyle anlarda sorumluluklarının bilincine varır, nasıl davranması gerektiğini anlar. Savaşçı gergindir. Okçudan okunu uzaklara fırlatabilmesi için yayı gergin tutması gerektiğini, yıldızlardan yalnızca içlerindeki patlamalalar sayesinde parıldadıklarını öğrenmiştir. Çitin üzerinden atlamaya hazırlanan bir atın bütün kaslarının gerildiğini görür. Ama o asla gerginlikle huzursuzluğu birbirine karıştırmaz.
2727
ARAŞTIRMA
Bazen karşı koymanın sonucu mahvedilme olabilir. Engellerin çevresinden akan su gibi davranır. Koşullara uyum sağlar, yolu üzerindeki taşların dağlardan geçişini engellemesini yakınmadan kabullenir. Suyun gücü burada yatar onu hiç bir şey bereleyemez, nehrin suları hangi yol uygunsa oraya uyum sağlayabilir. Ama hedefinin deniz olduğunu asla unutmazlar. Kaynaktan fışkırırken zayıf olan sular daha sonra öteki ırmaklarla birleşerek güçlenir, bir noktadan sonra mutlak bir güce sahip olur. Bir kaya gibidir. Düz arazideyken her şey 28
dengelidir kendisi de sabit durabilir. İnsanlar evlerini o kayanın üzerine inşa ederler. Ancak kaya bir yamaca yerleşirse, çevresindekiler ne dengeli ne de saygılı iseler, o zaman gücünü gösterir ve huzurunu tehdit eden şeylere karşı hızla yuvarlanır. Hem savaşı hem barışı düşünür. Düşmanın gücü üstünse bunu anlar. Onun kışkırtmalarına karşılık verirse tuzağa düşer, bu yüzden diplomasiye başvurur. Düşmanı onu kavgaya davet ediyorsa anlamamazlıktan gelir. Bazıları ona korkak derler. O bunları umursamaz, küçük bir kuş ne kadar öfkeli ne kadar yürek-
li olursa olsun kedinin karşısında hiçtir. Savaşçı böyle durumlarda sabreder. Çok geçmeden düşmanı kışkırtabileceği başka insanlar bulmak için çekip gidecektir. Varlığının nedeni insanlara yardım etmektir, onları yargılamak değil. Adaletsizliğe duyarsız kalmaz. Başkalarının acı çektiğini görürse düzeni sağlamak için kılıcını kullanır. Zulme karşı savaşsa da zulmedenleri yargılamaz. Herkes tanrının önünde hesabını vercektir. Görevini yerine getiri ama yorum yapmaz. Asla acele etmez. Düşünmeden hareket et-
ARAŞTIRMA
mekten kaçınır. Sabırsızlığını yenmeyi bilir. Ağır yürüyerek adımlarının ne kadar sağlam olduklarını görür. Tarihin bir dönüm noktasında rol aldığını, dünyayı değiştirmeden önce kendisini değiştirmesi gerektiğini bilir. Birçok devrimcinin sözlerini hatırlar: devrim yavaş yavaş yerleşir. Savaşçı gerektiği kadar hızlı davranır ama asla acele etmez. Meyveyi asla hamken koparmaz. Her şeyin bir zamanı vardır. Yüreğinde nefret duyguları barındırmaz. İsa‘nın şu sözlerini iyi bilir: Düşmanını sev. Savaşçı bağışlar ama başını eğmez. Eğer başı-
nı eğerse hayallarinin ufkunu göremez olur. Hasımlarının onun karşısına erdemlerini sınamak için çıktıklarını bilir. Hayalleri uğruna savaşmaya zorlar. O düşmanlarını böyle görür. Onlarla aslında pek işi yoktur. Sezginin önemini bilir. Savaşın içindeyken düşmanın darbeleri üzerine düşünecek zamanı yoktur. Sezgilerini kullanır ve meleğini dinler. Barış günlerinde tanrının işaretlerini çözümlemeye çalışır. İnsanlar ona deli derler, hayal dünyasında yaşıyor. Böyle mantıksız şeylere nasıl inanabiliyor. Ama savaşçı sezginin tanrının alfabesi olduğunu bilir. Rüzgarın sesini dinlemeyi yıldızlarla konuşmayı sürdürür. Onlar meyvelerinden tanıyacaksınız. İnsanın maneviyat için çıktığı seferi bilir. Bazı insanların şöyle sorduğunu duyar. Yürüdüğüm yolun doğru yol olduğunu nasıl bilebilirim. Ve pek çok insanın bu soruya yanıt bulamadığı için arayışından vazgeçtiğine tanık olmuştur. Ama savaşçı tereddüt etmez, şu sözün peşinden gider. Onları meyvelerinden tanıyacaksınız. İsa demiştir. İzlediği kural budur ve asla yanılmaz. Ama gururu kibirle ka-
rıştırmaz. Ateşin çevresinde arkadaşlarıyla oturur. Başkaları onun zaferlerinden söz ederler. Hayırlı savaşıyla hepsi gurur duymaktadır. Savaşçı kendisi de tuttuğu yoldan coşkuyla sözeder, bir güçlüğe nasıl göğüs gerdiğini, çetrefilli bir soruna nasıl çözüm bulduğunu anlatırken, tutku ve romantizmle dolar. Fakat asla başkalarının abartmalarına kendisi inanmaz. Gurur duyar ama gururu kibirle karıştırmaz. Şeytan ayrıntıda gizlidir. Küçük şeylere önem verir. Çünkü başına ciddi dertler açabilir. Bir diken yolculuğu durdurabilir, bir hücre bir organizmayı yıkabilir, geçmişte duyulan bir korkunun küçük bir anısı tekrar canlanabilir. Saniyenin onda birinde düşman öldürücü darbeyi indirebilir. Savaşçı her zaman inançlı değildir. Öyle anlar gelirki hiçbir şeye inanmaz. Ve yüreğine sorar: bütün bu çabalara gerçekten değer mi. Ancak yüreği suskun kalır. Sonra başını kaldırır ve daha büyük savaşçılara bakar. İsa bile metanetini yitirmiş ama vazgeçmemişti. Sonra, innacını yitirse de yürümeye devam eder, ilerler ve sonunda inancı tekrar geri gelir. 29
ARAŞTIRMA
MEDİCİ AİLESİ 30
ARAŞTIRMA
yeni bir dünya yaratmak için insanın özgür ve yaratıcı hale gelmesi, gerekli çaba koyması, süreklilik arz etmesi ve potansiyeline olan inancının kesinliği OLMALIDIR.
İ
talya 14.ve 15.asırlarda R ö n e s a n s ’ ı n doğduğu Avrupa’nın en zengin ve entellektüel ülkesidir. Floransa da, ülkede en önemli sanayi ve bankacılık merkezi konumundadır. Medici ailesi Toscana bölgesinde yaşarken, 12.yy da ticaret için bu konumda ilerlemiş olan Floransa’ya göç eden köylü bir ailedir. İtalya, tarihin bu döneminde köklü ailelerce yönetilen şehir devletlerine bölünmüş ve aristokratların yerini burjuvazi almıştır. Bu şehirlerarası rekabet ve çekişmeler kuzey İtalya’da ekonomik, kültürel ve sanatsal bir canlılığa yol açarken, özellikle Floransa’da hüküm süren Medici ailesi, farklı anlayışları ile şehirlerini dönemin bilim, sanat, kültür merkezi haline getirmişlerdir. Ekonomiyi ticaretle, yönetim sözünü siyasete katılarak elde ederken, kültürel ve sosyal sorumluluk temelinde gü-
zel sanatlarla ilgilenmiş özel koleksiyonlara sahip olmuşlardır.
Clement, Papa IV. Pius ve Papa XI. Leo, Medici Ailesi’nin üyesiydiler.
Ailenin soyu II.Chiarissimo ve yaşlı Cosimo olarak iki koldan gelmektedir. En ünlü Mediciler Yaşlı Cosima soyundan gelen Averardo de Medici koludur. İlk büyük Medici sayılan oğlu Giovanni di Bicci de’Medici zengin bir aileden gelmez ancak kendi para biriktirme ve işletme yöntemlerini geliştirerek İtalya‘nın ilk ünlü bankeri olmuştur. Ayrıca ipek ve kumaş üretimi de yapmışlardır. Akılcı yaklaşımlarla o devrin en zengini olan Bicci, Papa John XXIII ‘un yakın dostluğu ile de güçlenmişlerdir. Oğulları Cosimo ve Lorenzo Medici, ailenin ününü ve gücünü sürdüren kolları kurmuşlardır. Aile uzun yıllar bu bölgede hüküm sürmüş ve birçok üyesi Avrupa’nın çeşitli kraliyet ailelerine girmiştir. Fransa kraliçeleri Catherine de Medici ve Marie De Medici en ünlüleridir. Papa X. Leo, Papa VII.
Cosimo de Medici Floransa’yı yöneten kolun kurucusudur. Bankerlik, Papalığın mali işleri ve maden işletmelerinin tekelini almalarıyla kısa zamanda büyük bir kazanç ve güç elde etmişlerdir. Cosimo ‘ nun bu konumu, halkçı politikaları ve İtalyan hümanistler ile Aristotalesçi skolastik felsefeye tepkileri dikkat çekmiştir. Diğer önde gelen bir aile Albizzi Ailesi tarafından darbe girişimi ile ölüm cezasına çarptırılmış ardından sürgüne çevrilen ceza ile Venedik‘e gitmiştir. Ertesi yıl Medici ailesi seçimlerle Yürütme konseyini ele geçirince Cosimo Floransa‘ya geri dönmüştür.Cosimo bu dönemde devam eden mimari yapıları ilgi ile izlemektedir. Mimar Michelozzo‘nun kendi sarayı için çizdiği planı çok beğenerek onu himayesine almıştır.
31
ARAŞTIRMA Ünlü heykeltraşlar Lorenzo Ghiberti ve Donatello ile ressamlardan Andrea de Castagno, Fra Angelico ve Benozzo Gozzoli Cosimo’nun himayesinde sanatlarını sergilemişlerdir. Klasik Yunan anlayışla yapılmış Donatello’nun kusursuz, duygu yüklü, realist Davud heykeli, muhafazakarların çok tepkisini çekmiştir. Ancak Cosimo de Medici bunlardan etkilenmeyip heykelin sergilenmesine destek vermiştir. İtalyanca’yı kullandığı için soylular ve aydınlar tarafından aşağılanan Dante’nin eserlerine gerektiği önem ve değeri göstermekten geri kalmamıştır. Cosimo ve Niccolo Niccoli‘nin teşvikleri ile Traversari, yine bu dönemde önemli çeviriler yapmıştır. Bunların arasında geniş çaplı pagan çalışmaları, Dionysius The Areopagite Operası ve Theophrastus’un insan ruhunun ölümsüzlüğü ile ilgili felsefi diyalog yer almıştır. 1433 yılında Cosimo de Medici, Diogenes Laertius‘un Vitae philosophomm‘un ilk latin çevirisine ulaşmıştır. İtalyan hümanistler ile birlikte skolastik felsefeye tepki göstermişler ve Platon felsefesini öne çıkarmak istemiştir. 1439 yılında Floransa’da Ortodoks ve Katolik kilisele32 32
rinin önde gelen isimleri bir toplantı ile Roma’dan Bizans‘a destek istemiştir. Ancak bu toplantı ile İstanbul’ un fethi önlenmesi bir tarafa, Floransa devletinin başında bulunan Medici Ailesi büyük ticari, siyasi ve kültürel kazanç sağlamıştır. Platon‘un doğuda Eflatun adıyla büyük bir yer aldığı dikkatini çekmiş, Antik çağ eserlerinin ortaya çıkarılmasında ve tercümelerine büyük katkıları olmuştur. Bu eserlerin anlaşılması, özümsenmesi, yeniden canlandırılması ile özgün yorumlar yapılmıştır. Cosimo Fatih Sultan Mehmet ve Hıristiyan Devletlerden izin alarak doğudan çok sayıda el yazmaları toplamış ve Platon hayranlığı artmıştır. Osmanlı İmparatorluğu‘nun ilerlemesi döneminde Bizans’tan ayrılmak zorunda kalan bilginler Floransa’ya davet edilmişlerdir. 1438 yılında ellerinde bulunan Yunan Helenistik kültüre ait kaynaklar ile birlikte İtalya ‘ya gelmişlerdir. Avrupa, Yakın Doğu ve Alman manastırlarından nadir bulunan kitapları ve elyazmaları tek tek toplanmış, böylece Medici Ailesi’nin büyük ilgi duydukları bu Antik metinlerin yeniden düzenlenip yorumlanması sağlanmıştır. Bizanslı bilgin
ARAŞTIRMA Georgios Gemitos Plethon aracığıyla Platon’un çalışmalarını içeren el yazmalarına ulaşılmıştır. 1456 yılında Cosimo de Medici Marsilio Ficino‘yu keşfetmiştir. Ficino, Cosimo ‘nun yapıtları kendi dilinde okumasını önermesi üzerine yunanca öğrenip, çalışmalarına Hermes Trismegistus’a atfedilen eserleri Latinceye çevirerek başlamıştır. Daha sonra Platon’un tüm eserlerini, Plotinus’un Ennead’larını, Porphyry, Iamblichuc ve Prochlus’un eserlerini Latinceye çevirip yorumlamıştır. 11.yy’ın Camaldolose kardeşliği spiritüalizmi ve pratikleri, mistik teoloji ve platonik felsefe birleştirilmiştir. Platon akademisi bu gelişmeler ışığında (529 ‘de İmparator Justinien tarafından kapatılmasından 9 asır sonra) 1462 yılında Floransa‘da Careggi‘de tekrar kurulmuştur. Floransa Akademisi aynı zamanda Careggi ve Platon isimleri ile de anılmaktadır.1522 yılında Giulio de Medici’ye düzenlenen entrika ile son bulan akademi Poliziano, Bicchi, Landino ve Ficino gibi Rönesansın ilham kaynaklarını kazandırmıştır. Giderlerini ailenin karşıladığı ilk halka açık kütüphane kurulmuştur. Poliziano yine dönemin büyük bilgin-
şairlerinden biri olup Homeros’un İlyada eserini çevirmiş ve ailenin çocuklarına öğretmenlik yapmıştır. Ficino, Platon ile Aristo arasında oluşturulan karşıtlığı uyuma dönüştürmüş, her iki felsefenin bir ve aynı aklın ortaya koyduğu doğrunun iki ayrı ifadesi olarak adlandırmıştır. Akademinin içinde üyeler ve öğrencilerin yanında Medici Ailesi özel bir yer almaktadır. Bu Platonik kardeşlik sevgi bağı ile bir aile olarak Rönesans için bilim, sanat,siyaset ve edebiyatta en büyük itici güç olmuştur. Victor Hugo Akademinin kuruluşunu ve Rönesans için gerekli bilinci “ Zamanı gelen düşüncenin gücüne hiçbir ordu karşı koyamaz “ sözü ile tanımlamıştır. Cosimo’nun oğullarından Piero’nun oğlu Lorenzo, ikinci önemli Medici olarak Muhteşem Lorenzo adıyla tarihte yerini almıştır. Lorenzo de Medici, Alberti, Poliziano, Landino, Pico della Mirandola ile dönemin kilit grubunu oluştur muş ve Rönesans’ın var olmasını sağlamışlardır. Alberti izdüşümsel perspektif ilkesini geliştirmiş, komediler, diyaloglar ve Aile Üzerine adlı bir inceleme kitabı yazmıştır. Bu kitap Rönesansın ahlâk ve siyaset anlayışı
FUCİNO
PLATON
üzerine yazılmış önemli eserler arasında yer almaktadır. Disputationes Camaldulenses eseri 1460 yılı sonlarında Rönesans’ ta yayınlanan ilk Platonik diyalog olmuştur. 1478 yılında yine aileye karşı düzenlenen bir komplo Medici’lerin daha güçlenerek yollarına devam etmesine aracı olmuştur. 33
ARAŞTIRMA Cosimo San Maria ‘daki Mirandola’nın Kabala üzerine yaptığı çalışmalar sürerken Landino’nun Disputationes Camaldulenses eseri 1460 yılı sonlarında Rönesans’ ta yayınlanan ilk Platonik diyalog olmuştur. 1478 yılında yine aileye karşı düzenlenen bir komplo Medici’lerin daha güçlenerek yollarına devam etmesine aracı olmuş-
tur. Cosimo San Maria ‘daki sarayında bir heykelcilik okulu açmıştır. Michelangela, on beş yaşında okula kaydolduğunda zekası ile hocasının dikkatini çekip Lorenzo’nun himayesine girmiştir. Lorenzo onu kendi oğlu gibi yetiştirir. Michelangelo Medici kitaplığı, Medici Şapeli ve Mezarlığının da yaratıcısıdır.Kitaplık Cosimo ve Lorenzo’ nun topladığı el yazmalarını içerir. Kitaplık halka açık olmakla birlikte 1494 yılında Medici yönetiminin geçici olarak devrilmesiyle kısmen yağmalanmıştır. Bu dönemde Lorenzo’nun oğlu Giovanni (Papa X.Leo) kitaplığı Roma’ya taşımış, yeğeni Giulio papa seçilince tekrar Floransa’ya geri göndermiştir. 1571 de yapımını Michelangelo’nun başlattığı kitaplık en önemli koleksiyon olan 10500 adet ilk çağlara ait el yazması ile açılır. Adlarına yapılan heykeller ile “düşünen” ve “eylemci” insan, gece ve gündüz, uyku ve uyanıklık tasvir edilmektedir. Nicollo Machiavelli, Medici ailesinin özel isteği üzerine “Istorie fiorentine” kitabını yazmış, VII. Clemens olarak bilinen Papa Guilio de Medici’ye sunmuştur. N. Machiavelli Tarih Felsefesi biliminin kurucusu olmuş, ‘İnsan nedir?’ sorusunu
34 34
tekrar sormuş, o zamana kadar skolastik düşüncenin insanın günahkar doğuşu görüşüne karşılık farklı yaklaşımlar sunmuştur Bilim, Rönesans sanatçılarının kaynağı olmuştur. Böylece soru sormuşlar, bağnazlığı yıkmışlardır. Galileo Galile, dünyanın yuvarlık olduğu ile ilgili söylemleri sonucu aforoz edildiğinde Medici’ ler tarafından Floransa ‘ya davet edilmiştir. Bir kıtaya adını veren Amerigo Vespucci Mediciler’in himayesinde bir kaşif olarak yola çıkmıştır. Fransa kralı ile evlenen Catherina, Kardinalliğe getirilen X.Leo , Machiavelli‘nin “Hükümdar” adlı eserinde seslendiği Torun Lorenzo de Piero de Medici, yazar Lorenzino de Medici ailenin yetiştirdiği önemli kişilerdir. 16.yy başlarında aile daha da güçlenerek genç Cosimo ile önce Floransa Dükü ardından Toskana Grandükü olmuşlardır. Bilime ve sanata duyulan ilgi ve saygı sürmeyedevam ederken bu dönemde avrupada ilk porseleni üretmişlerdir. Boticelli, Raphael ve Leonarda da Vinci eserlerini Medicilerin koruması altında gerçekleş
ARAŞTIRMA tirmişlerdir. Leonarda da Vinci aileyi “beni var eden ve yok eden Mediciler” diye tanımlamış, dönemin düşünürü, mimarı, mühendisi, mucidi, matematikçisi, anatomisti, müzisyeni, heykeltıraşı, botanisti, jeoloğu, kartografı, yazarı ve ressamı olarak yaşamıştır. Ayrıca Mediciler, Avrupa’da Türklerle ilgili eserleri toplayan ilk aile olmuştur. Bu eserlerin en görkemlisi, Medici ailesinden Floransa Grandükü II. Ferdinand’ın başında sarıkla Türk giysileriyle poz vermiş tablosudur. Medici ailesinin sonuncu üyesi olan Gian Gastone’nin çocuğu olmamış, bu nedenle 1737′de ölünce yaklaşık 400 yıllık Medici ailesinin yönetimi sona ermiştir. Geriye kalan eşi Anna Maria Luisa De Medici’dir ve son olarak koleksiyonu Floransa dışına çıkarılmaması şartı ile bir sonraki Düke bağışlamıştır. Ortaçağ kendi içine kapanmış ve dayatılan düzene boyun eğen bir bilinç ile tarihte yerini almıştır. Bu dönemde sanat, bilim ve edebiyat dini temalar üzerinde ve refahtan uzak politik ve siyasi kaygı ile sergilenirken Mediciler bir çığır açmışlardır.
Marcillio Finico
Yaşanan bu tarih gösteriyor ki Mediciler Platon öğretisini benimsemiş hümanist bir ailedirler. Yetenekli sanatçıları keşfederek ve yıllar süren koruyuculuklarını üstlenerek, ruhunda dünyayı ve kendini değiştirmek olan İtalyan Rönesans’ının destekleyicisi olmuşlardır. Kişisel çıkarlar peşinde koşmaksızın ekonomi, politika ve sanatta akılcı yaklaşımlar ile büyük bir güç sergilemişlerdir. Medici döneminde Hümanistlerin eylemde özgürlük ve insanın taklit eden değil kendisinin yaratıcısı olduğu fikri destek bulmuştur. Böylece yeni bir dünya yaratmak için insanın özgür ve yaratıcı hale gelmesi, gerekli çaba koyması, süreklilik arz etmesi ve potansiyeline olan inan cının kesinliği vurgulanmıştır. Her madde bir yerden başka bir yere taşınması için koruyucu bir kaba ihtiyaç duyar. Antik çağ felsefesinin fikirlerinin ortaçağ karanlığından günümüze taşınmasında Medici ailesi koruyucu bir kap olarak tarih içinde görevlerini yapmışlardır. KAYNAK: Feniks dergisi 71.sayı, Rönesans’ta Doğan Güneş
Raffaello Sanzio
Sandro Botticelli
Feniks dergisi 72.sayı, Finico Akademi Rönesans’ın Ruhu, Fernand Schwars, Isabella Ohman Rönesans İnsanı , Lucien Febvre Lebriz Sanat Dergisi, Rönesans’ın Patronları :Medici Ailesi Floransalı Medici Hanedanı ve Rönesans Sanatı, Ahmet Metan
Meltem YAVUZYILMAZ 35
RÖPORTAJ
36
RÖPORTAJ
TURABİ DEĞERLİ ile sanat
Saz ç a l maya ne zaman başladınız? Neden bu enstrümanı seçtiniz? Babam saz çalardı. Ben 7 yaşımdayken eve babam saz getirmişti. Sanat da öykünmeyle başlar. Ama benim hocam bir boyacıydı. 42 yıl önce Savaştepe’de İsmail isimli bir boyacıdan ders almıştım. Keman dersi de aldım sonradan ama nedense sazı seçtim. Anadolu kültürünü en iyi yansıtan ve insan sesine en iyi giden enstrüman sazdır. İyi ki de sazı seçmişim diyorum.
Sanata dair felsefeniz nedir? Sanat bir yaşam biçimidir. İnsanın düşüncesiyle fikirleriyle beraber duygu dünyasının harmanlandığı, mayalandığı bir alandır. Sonrasında da ortaya koyduğunuz bu ürünün kabul görmesi sizi daha da çok keyiflendiriyor. Ama bunların üstünde aslında sanat insanın kendisi için ördüğü bir kozadır, en kutsal mabedidir. İnsan kendisi için örer bu kozayı. Mutlu olduğunuzda da üzüldüğünüzde de oradan beslenip birçok insana oradan sunar. Gergin olduğum zamanlarda müzik yapmak beni sakinleştirir. Ayrıca ulusal program olarak müziğin birleştiriciliğinden faydalanması gerekir. Milletlerin kültürel değerlerini yükselten bir şeydir. İnternette birçok sitede dijital olarak
şarkıları bulabiliyoruz. Bunlar albüm satışlarını etkiliyor mu? Türkiye’de evet. Yurt dışında durum böyle değil. Kişiler sanatçıya ve albümüne saygı gösterip orjinaline yöneliyorlar. Sanat aslında kişinin aynasıdır. Kişi ailesinden, okulundan ve çevresinden edindiği bilgi ve kültür birikimi seviyesinde sanattan anlıyor. Kişi yaşadığı kültür kadar sanatı tüketme ihtiyacı duyuyor. Kişinin kültürel yapısıyla ekonomik yapısı ters orantılıdır. Ekonomik yapı bir anda gelişip kişi zengin olabilirken kültürel yapı tam tersi yavaş yavaş iğneyle kuyu kazar gibi gelişir. Bu iş de daha kişiler çocukken okula yeni başladığında bu eğitimler verilmeli ki büyüyünce değiştirmesi zor oluyor. Aslında Anadolu’da çok zengin bir kültür yapısına sahipken bunun kıymetini bilmiyoruz. Bunda biraz da hükümetlerin bir kültür ve sanat politikası olmamasının payı yatıyor. 37 37
RÖPORTAJ
38 38
RÖPORTAJ Ekonomik yapı bir anda gelişip kişi zengin olabilirken kültürel yapı tam tersi yavaş yavaş iğneyle kuyu kazar gibi gelişir. Bu iş de daha kişiler çocukken okula yeni başladığında bu eğitimler verilmeli ki büyüyünce değiştirmesi zor oluyor. Aslında Anadolu’da çok zengin bir kültür yapısına sahipken bunun kıymetini bilmiyoruz. Bunda biraz da hükümetlerin bir kültür ve sanat politikası olmamasının payı yatıyor. Modifiye parçaları beğeniyor musunuz? Tabii zaman ilerledikçe ve nesil değiştikçe yorumlama ve beğeni farklılıkları olacaktır ve bu da doğaldır ve de yeni şeylere alışmak ve onları benimsemek zaman alır. Peki Türk Halk Müziği’nin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence geçmişte neyse gelecekte de o olacak. Bilimsel olarak Türk toplumunun %95’i halk müziği dinliyor, dinlemeyen %5 de batı kültürüyle büyüyüp kültürümüze yabancılaşıyor. Marlis Krauseyle nasıl tanıştınız ve yollarınız nasıl kesişti? Hem tiyatro hem de filmlere müzik yapmaya yönelik bir takım çalışmalarım vardı. “Bir Masal Dürbünü” adlı oyun
için bir müzikal yapmamı istediler. Oyunun müziğini sahnede canlı olarak yaptım. O dönemde tanıştık. D o r t m u n d Üniversitesi’nde ve Almanya’da birçok konserler verdiniz. Oradaki insanların Türk Halk Müziğine yaklaşımları nasıl? 92 yılında Almanya’da olan bir etkinliğe her ülkeden bir sanatçı davet etmişlerdi o zaman beni çağırdıklarında gittim. Her enstrümanın duayeni ordaydı ve çok iyi çalıyorlardı. Köln’e ikinci gittiğimde 1 Mayıs etkinliği için davet edilmiştim. Yunus Emre’den iki eser seslendirdim, sonra bir görevli yanıma geldi bir kilise rahibiymiş “Müziğiniz çok hoşuma gitti, Yunus Emre kokusu var.” dedi. Yunus Emre’yi bizden daha iyi biliyordu. Beni kiliseye davet etti ve çok iyi ağırladı. Sanatın bu açıdan çok büyük bir birleştiriciliği var. Kaç kere gittiniz Almanya’ya ve kalmayı hiç düşündünüz mü? İlk davet edildiğimde 5 ay kadar kaldım ama sürekli hava kötü ve yağmurlu idi. Ruhsal durumum çöküntü içinde ( burda gülüyor) insanlar fiziksel olarak çok iyi ama ruhsuzlar. Yurtdışında
daha fazla mı önem veriliyor? Çok daha fazla önem veriliyor, insanlar ilgili. Sanatçılar ekonomik anlamda daha rahatlar. Hatta en büyük projelerimizi orda gerçekleştirecektik. Bana bağlama metodu hazırlayın basalım diye ısrar ettiler ancak ben istemedim, döneceğimi söyledim. İnsanın kendi ülkesi çok daha önemli oradaki gençlik kuşak kuşak çok farklı ve hiç bir yere dahil değil gibiler. Siz de nereye giderseniz gidin kendinizi yabancı hissediyorsunuz. Sizde anısı olan çok sevdiğiniz bir türkü var mı? Yani tüm türküleri çok severim ama “Evlerinin Önü Mersin” türküsü beni çok etkiler. Bir de “Söğüdün Erenleri” türküsü. Sizin birçok kitabınız var ama hangisi ön planda? Öyle bir öncelik sıralaması yapmaya gerek yok çünkü gereklilik üzerine yazıldı onlar. Sesleniş isimli kitabımı beğenirim. Sizinle sohbet çok güzeldi, çok teşekkür ederiz. Ercüment ÇAVDAR
sanata 3939
YAZAR
SHAKESPEARE
‘’BÜTÜN DÜNYA BİR SAHNEDİR. BÜTÜN ERKEKLER VE KADINLAR SADECE BİRER OYUNCUDUR.’’ 40 40
YAZAR Eserleri yüzyıllardır okunan ve birçok dile çevrilen, oyunları dünyanın farklı coğrafyalarında oynanan Shakepeare’in başarısının sırrını sorarak yazımıza başlarsak cevabı çok net olacaktır: “Bizi bize anlatır.” Evrensel konuları, güçlü bir mizah anlayışıyla ve üstün gözlem yeteneğiyle birleştiren Shakepeare, aşkı, ölümü, suçu, ihaneti, sadakati ve bunun gibi birçok konuyu trajediyle komediyi harmanlayarak sunar. Bu duyguları ele alırken insani zaaflardan bahseder. İnsanın rengi, ırkı, dili değişse de insanın yapı taşı aynıdır. Bu yapı taşını şiirsel bir dille sunan Shakespeare doğal diliyle bizi farklı dünyalara götürür. OYUNLARI Yönetmenlerin esin kaynağı olmuştur. Çünkü tutku ve mantık arasındaki git gelleri ve insanın seçimlerini onu nereye götüreceği konusunu ustaca işlemiştir. 2. Richard oyununda tarih oyunları konusunda ustalığını gösterdi. Yanlışlıklar komedyasında çok yönlü bir yazar olduğunu ispatladı. Romeo ve Juliet oyunuyla dünya edebiyat tarihinin en unutulmaz aşkını dile getirdi. “Hamlet” ile genç bir prensin trajik öyküsünü anlattı. “Bir Yaz Gecesi Rüyası” oyunuyla izleyenleri hayal dünyasına götürüp güldürdü. “Macbeht”
ile kötülüğün insan iradesiyle gerçekleşeceğini seyirciye anlattı. “Othello” ile insanların akıldan ziyade hayal gücüyle hareket ettiğinden bahsetti VE DAHA NİCELERİ... Oyunlarında insanı bir ‘’çiy tanesine”, dünyayı ‘’tohumu kaçmış bir bahçeye’’ ,sevgiyi de ‘’ömrü kısa olan bir menekşeye’’ benzetmiştir. Bütün dünya bir sahnedir diyen yazar, insanoğlunun ruh halini oyunlarına yansıtarak kıvrak zekasını ispatlamıştır. SONELERİ Shakespeare sadece tiyatro metinleriyle bize ilham veren bir yazar olmamıştır. Soneleri de bize hayatın tılsımını anlatmak için anahtar olmuştur. Sone, iki dörtlük ve iki üçlükten oluşan 14 dizelik bir nazım şeklidir. Batı edebiyatında kullanılan bu tür, Servet- i Fünuncular tarafından Türk edebiyatına geçirilmiştir. İngiliz sonesi ise üç dörtlük ve iki beyitten oluşur. Sanatçının 154 sonesi 1609 yılında basılmıştır. Sonelerinde yalın bir dil kullanarak, söz oyunlarına başvurmuştur. Bu söz oyunlarından 66. soneyi sizinle paylaşmak istiyorum. 66. Sone Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni, Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez. Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini, Değil mi ki yoksullar mut-
luluktan habersiz, Değil mi ki ayaklar altında insan onuru, O kız oğlan kız erdem dağlara kaldırılmış, Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru, Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş, Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın, Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene, Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın, Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen’ e Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama, Seni yalnız komak var, o koyuyor adama. Çeviren: Can Yücel Hiçbir şey için geç olmadığını anlatmak için yazar bizim için iyi bir rol modeldir. Tiyatro yaşantısına tam kırk yaşında başlamıştır. Tiyatroyu o yıllarda tanımış ve azmiyle o inanılmaz oyunları yazmıştır. Meslek hayatı boyunca sadece günde üç saat uyuyarak yaşamını idame ettirmiştir. Sabah erken kalkıp oyun provasını yapar, akşam oyununu oynar, gece de yeni oyun yazmaya başlarmış. Ömrünü yazamaya adamış, bilge bir adamdan bahsediyoruz. Bilgeliğin yolunun eylemden geçtiğini, hayaller ölmedikçe insanın da aslında ölmediğinden bahseden gerçek bir azim hikayesine sahip yazarın bize ilham de ilham vermesini diliyorum.
Necati ERSAY
41
YAZAR
SAVAŞ VE BARIŞ
Rusça ilk baskısının kapağı.
42
YAZAR
1990 yılların başlarıydı. Kendimce, hayatımda önemli gördüğüm bir eşiği atlamanın, yani ortaokulu bitirip de liseli olmanın heyecanı dışında, yaşadığım küçük şehrin tek düze –kimilerine dingin– yaşamında önemli sayılabilecek hiçbir hareketlilik yoktu. Gerçi iki yıl sonra büyük sarsıntılarla, hayatımın aktığı yatağın yönü değişecekti. Bin yıl geçse de sürecekmiş gibi gözüken, tek bir yaprağın bile kımıldamadığı, hiçbir esintinin olmadığı günlere benzeyen yaşamın akışı içinde hemen göze çarpan bir hareketlilik başlamıştı. Yaşadığım şehrin işlek caddelerinin köşe başlarında kurulan işporta tezgahları, ucuz ama özellikleriyle bizlere değişik, alışılmadık gelen el aletleri, oyuncaklar, aksesuarlar satılıyor, ilgi çekiyor, kalabalıkları tezgah başına toplamayı başarıyordu. Öğrenecektik ki bunlar Rus mallarıydı. Daha sonraları bu işporta tezgahları değişip büyüyecek, kimi şehirlerde Rus pazarlarına dönüşecekti. O zamanki iki kutuplu dünyanın bir kutbu olan Komünist rejim çökmüş, Sovyetler Birliği dağılmıştı. Bir anda değişen toplumsal düzenle yoksullaşan Rus halk kitleleri bavul ticaretiyle biraz olsun nefes almaya çalışıyordu. İşte bu ticaret yoluyla gelen Rus malları ile birlikte yaşamımıza ve kelime dağar-
cığımıza yeni bir kavram girmeye başlamıştı. “Nataşa”!!!. İçlerinde eski rejimin yetiştirdiği doktor, öğretmen, mimarlarında bulunduğu birçok Rus kadını Türkiye’ye akmaya başlamış, kıllı erkek bedenlerle tanışmışlardı. Maalesef ki para karşılığı ilişki “Nataşa” ismi ile özdeşleşmiş, yapılan bu iş bir halkın adıyla anılır olmuştu. Ne yazık ki benimki de dahil bir çok beyin bu kirlilikten etkilenmişti. “Ensesinde darmadağın olmuş siyah bukleleri, iri ağzı, etek altına giyilen dizden büzmeli dantel külotlu ufacık bacaklarıyla, ayaklarında topuksuz ayakkabılarıyla, çırpı gibi kollarıyla ve koşmaktan soluk soluğa kaldığı için korsasının altından çıkarak inip inip kalkan çocuksu omuzlarıyla hiçbir güzelliği olmasa da, her yanından canlılık taşan bu kara gözlü küçük kız, çocukluktan genç kızlığa geçiş çağının çekiciliğini taşıyordu. Kıvrılıp babasının kollarından kendini kurtararak, sert sözlerini hiç umursamadığı annesine koştu ve al al olmuş yüzünü annesinin dantelli şalına saklayarak, kıkır kıkır gülmeye başladı. Bir yandan gülerken, bir yandan da eteğinin kıvrımları arasından ucunu çıkardığı taşbebeğiyle ilgili bir şeyler söylüyor, ama güldüğü için, kesik konuşmasından ne dediği anlaşılmıyordu.”
43 43
YAZAR
bulunan kısaca insana dair tüm duyguları içinde barından bir genç kızdı. Nataşa saflığıyla, güzelliğiyle, neşesi ve coşkusuyla etrafındakileri büyüleyen, mutluluk kaynağı olan aynı zamanda ona aşık olan erkeklere de acı veren biriydi. Bir halk kütüphanesinden aldığım kitabın başlarında, okuduğum bu satırlar zihnimde tam bir deprem etkisi yapmış, karnıma güçlü bir işçinin yumruğunu yemiş gibi olmuştum. Yukarıdaki satırlarda anlatılan kişi, kitabın en önemli kahramanlarından, Nataşa‘ydı. Hatırlıyorum da, bu satırları okuduktan sonra, uzandığım yerde kitabı göğsüme koyup düşünmeye başladım. Ne büyük bir yanılgıydı Nataşa kelimesinin bende çağrıştırdıkları. Aslında Nataşa da bir zamanlar bir anne babanın küçük kızı, kitabın ileriki sayfalarında okudukça görecektim ki genç kızlık hayalleri kuran, aşık olan, korkuları
İşte bu duygularla tanıştım Lev Tolstoy’un destansı kitabı “Savaş ve Barış”la. Şimdiler de ikinci kez okuduğum bu kitapla üzülerek söylüyorum ki biraz geç tanışmıştım. Bu yazıyı hazırlamam istendiği sıralarda, Atlas Tarih dergisi elimdeydi – Temmuz 2014–. Derginin o sayısında tarihçi İlber Ortaylı’nın Napolyon’u anlatan bir yazısı vardı. Bu yazısında bir tarih profesörünün Napolyon’un sonunu hazırlayan RusFransız savaşına en iyi kaynak olarak bir romanı göstermesi beni şaşırtmadı. (İ. Ortaylı bu kitabın adını Harp ve Sulh
* Tolstoy – Savaş ve Barış Cilt1 syf 80 Engin Yayıncılık
44 44
olarak veriyor). Şaşırtmadı çünkü Tolstoy bu kitabın omurgası olan Borodino Savaşı’nı ve bu savaşa gelinceye kadarki olayları ve gelişmeleri çok titiz bir çalışmayla incelemişti. Kendisinin söylediğine göre beş yıllık geceli gündüzlü bir emek gerektirmişti. Binlerce arşiv belgelerini taramış, savaşa katılmış kişilerin anılarını okumuş, savaşların yapıldığı yerlere gitmiş, buraların coğrafyasını iklimini dahi incelemişti. Savaşa katılanlarla birebir görüşmeler de yapmıştır. O döneme ait mektupları, günceleri ve söylenceleri araştırarak önemli izlenimler elde etmişti. Neden bu kadar çalışmayı yaptığını peş peşe sıralama gereği duydum? Çünkü bu kitabı önemli kılan, bu kitabın hazırlanmasındaki yaklaşımdır. Tolstoy’un tarihsel olaylar ve kişilerle ilgili izlenimleri, halkın kafasında oluşan veya kendi temelsiz hayal
YAZAR
ürünlerine değil, Fransız ya da Rus tarihçilerin bir araya getirebildikleri tarihsel belgelere dayanır. Ancak Tolstoy’un yukarıda belirttiğim çalışmaları yaptıktan sonra ortaya çıkan bu kitabın bir Vakay-ı Name olabileceği hatasına düşülmemelidir. Kesinlikle değil! Bir sanatçının, insanoğlunu yaşamın bütün cepheleriyle olan ilişkileri içinde ele alması gerekir. Aslında edebiyatın ve sanatçının önemi de buradan gelmektedir. Edebiyat sayesinde bir yazar tanıklık ettiği döneme ait toplumsal olayların, ani değişen doğa ya da çevresel koşulların, dönemin hakim olan dünya görüşlerinin, yönetim ya da ekonomik sistemlerin, anlamaya çalıştığımız insanı yani kendimizi nasıl şekillendirdiğini görmemizi sağlar. Bilginin üretilmesi önemlidir ancak üretilen bilginin pratik yaşamdaki yansımalarının ve etkilerinin bir bütünlük içinde görülmesini
sağlayan araçlardan biri de edebiyattır. Tolstoy, kitabın omurgasını bu şekilde titiz bir çabayla oluşturduktan sonra, kahramanlarını seçmiş onları kafasında kurgulamış ve bu kişilerle omurgayı ete deriye büründürmüştür. Yazar bir dergide yayımlanan yazısında romandaki kişilerin neredeyse tümünün kendi imgelerinin ürünü olduğunu söylemektedir. Ancak bana göre bu kişilere ait imgelerin, kendisinin yaşamında ki gerçek kişilere ait olduğudur. Zaten kitapta birçok dipnotta bu ayrıntılar verilmekte. Ancak ister kitaptaki kişiler tamamen hayal ürünü olsun isterse de yaşamında ki gerçek kişilere benzerlik göstersin, Tolstoy’un kişilere karakter yaratmadaki başarısı yadsınamaz. Tolstoy insan psikolojisinin ve düşüncesinin inceliklerine o kadar hakim ki, zihnin en kuytu yerlerine girebiliyor. Yaşlı-genç,
kadın-
erkek, soylu–köle demeden kişilerinin düşüncelerini, hal ve hareketlerini, duygu yoğunluklarını o kadar mükemmel şekilde aktarıyor ki, gerçek hayatta böyle bir kişilik olamaz diyemiyoruz. Kişilerin içsel hesaplaşmalarını, saptırmadan, azaltıp çoğaltmadan kısacası tam olarak yapıyor. Bunların insana dair şeyler olduğunu bizlere hissettirdiğinde, her karakterde biraz olsun kendimizi görebiliyoruz. Kahramanların fiziksel ya da ruhsal özelliklerini tanımlarken, zihnimizde o kişinin eksiksiz resmi çiziliyor, biz de fark etmeden o resme bakarak kendi hırslarımızı, öfke ve korkularımızı fark edebiliyoruz.
45 45
YAZAR
Kitapta hayat verilmiş yüzlerce kişi bulunuyor. Kanımca bütün bu kişilerin ortak bir noktası var: İster kutsal amaçlara hizmet ettiğini düşünsün, ister günlük basit ihtiyaçların karşılanmasına yönelik safça ya da kurnazca istekler olsun bizler gibi hepsinin beklenti içinde olması... İş, rütbe, aşk, para, kahraman olma ya da tapınma istekleri, yaşamı anlamlandırabilme beklentisi... Aslında insanlık tarihinin yönünü belirleyen milyonlarca sıradan insanın bu istek ve dürtüleridir. “… savaşın çıkıp çıkmayacağı sorusu Napolyon’un ya da Aleksandr’ın iradesine bağlı gibi görünü-
yor idiyse de, aslında bu iki hükümdar da en az kura neferleri kadar yada seferberlik yüzünden silah altına alınanlar kadar davranış özgürlüğünden, davranış bağımsızlığından yoksundular. Başka türlüsü de düşünülemez zaten; zira Napolyon’la Aleksandr’ın (savaşma ya da savaşmama kararını verebilecek biricik kişiler oldukları varsayılan bu iki insanın) iradelerinin eyleme dönüşebilmesi için sayılamayacak kadar çok ve birbirini tamamlayan koşulun bir araya gelmesi gerekiyordu. Bu koşullardan biri bile eksik kalsa o olay olmazdı. O olayın olabilmesi, sayılamayacak kadar çok, çeşitli, karmaşık nedenlerin etkisi altında kalan ve gerçek gücü ellerinde bulunduran milyonlarca insanın –silahlarını ateşleyen, erzakı taşıyan, topları ulaştıran insanların- bu iki zayıf bireyin iradelerini yerine getirmeyi isteyip istememesine bağlıydı” *
* Tolstoy – Savaş ve Barış Cilt3 syf 8 Engin Yayıncılık
46
Bu destansı başyapıtın asıl başarısı bence, hakim tarih anlayışını kökünden sarsmasıdır. Hakim anlayış içinde, tarih, kimine göre, doğrusal ve yükselen bir doğru iken, kimine göre ise kralların, imparatorların, ya da filozof, bilim adamı gibi tek tek önemli şahsiyetlerin şekillendirdiği olaylar silsilesidir. Ancak Tolstoy bunun böyle olmadığını bize göstermiştir. Tolstoy insanlık tarihinden küçük bir kesit olarak -aynen insan vücudundan doku örneği alınması gibibir savaşı ele almış bu savaşın meydana gelmesini etkileyen faktörleri gözler önüne sermiştir. Bu faktörler bizim hiç de yabancısı olduğumuz şeyler değildir. Küçük küçük, sıradan insanların sahip olduğu aşk, hırs, öfke, utanç, ya da yaşamı anlamını çözme gibi duyguları ile insanın yaşadığı doğadaki çevresel milyonlarca etkidir.
YAZAR
“Her insan yaşamının iki yüzü vardır: Bunlardan biri, insanın çıkarlarının soyutluğu oranında davranışlarında özgür kaldığı bireysel yaşamıdır. Öbürü de maddi çıkarların söz konusu olduğu sürü yaşamıdır ki, burada insanoğlu ona dayatılan yasalara ister istemez boyun eğmek zorundadır. İnsanoğlu kendisi için yaşarken bilinçlidir ama tarihsel ya da toplumsal amaçların gerçekleştirilmesinde bir alet olarak hizmet ederken bilinçsizdir. İnsanoğlunun bu alanda attığı adımı geri döndürme özgürlüğü yoktur ve onun eylemi kendi dışındaki milyonlarca insanın eylemiyle aynı ana rastladığı için tarihsel bir anlam kazanır.”* Bir düşünür olarak Tolstoy varoluşu anlamlı kılacak “yaşamın anlamı” ile yaşamın antitezi olan ölümün “anlamsızlığındaki anlamı” yakalamadıkça yaşam
koca bir “HİÇ” tir demiştir. Ancak yaşamın ve ölümün anlamını ömür boyu aramaktan vazgeçmemiştir. Bu kitabı okuduğum sıralarda bir Mordoğan gezisi yapmıştım. Bir ara Mordoğan’a varmadan önceki tepelerden muhteşem deniz manzarasını seyre koyulmuştum. Güneş yavaş yavaş batıyor, karanlık tepeleri ve denizi örtmeye başlıyordu. Gök de birer ikişer beliren yıldızları seyrederken, yerde otların içinde ki ateşböceklerinin ışıklarını fark ettim. Gök deki milyonlarca yıllık yıldızların ışığıyla yerde ki dakikalar ifade edilebilecek ateşböceklerinin ışığı. Bir anda tezatlık oluştu zihnimde ve yıldızlarla kıyaslandığında bir ateşböceğinin ışığı kadar kısa insan ömrü. Ben bunları düşünürken kitabın k a h ra m a n l a r ı n d a n Piyer’in düşünceleri aklıma geldi:
luluk adını verdiği her şeyin (rahat bir yaşantının, servetin hatta insan canının bile) “belli bir şey” uğruna seve seve feda edilebilecek süprüntüden başka bir şey olmadığını açık bir bilinçle algılıyor bunu algılamak içini ferahlatıyordu. Peki ama o “belli bir şey” ne idi?“* Belki de bütün mesele buydu: O “belli bir şey”i bulmak…
Yılmaz İNANÇ
“İnsanoğlunun mut-
* Tolstoy – Savaş ve Barış Cilt3 syf 270Engin Yayıncılık
47 47
GEZİ
DUBLIN 48
4 Mevsim Yağmur Her Daim Edebiyat
GEZİ
Bu sayımızda sizlere yeşil ülke İrlanda’nın başkenti Dublin’i tanıtmaya çalışacağız. Öncelikle bilinmesi gereken İrlanda’nın birleşik krallığa bağlı olmadığıdır. Dili İngilizce ve Keltçe’dir. Avrupa birliğine üye olan İrlanda’ya Shengen vizesi ile giriş yapılamıyor; müstakil İrlanda vizesi gerekmektedir. Para birimi Euro’dur. Trafik birçok ülkedekinin tersine soldan akmaktadır. Dolayısıyla turistler için yollarda bunun böyle olduğunu yazan uyarı yazıları bulunmaktadır. Genel olarak pahalı bir şehir dersek yalan olmaz. Ayrıca en neşeli ve mutlu Avrupa şehri de diyebiliriz Dublin için. Dublin şehir merkezinde turistler için birçok rota bulunmaktadır. Şehirde turistler için birçok tur vardır. Ben “Free Walking Dublin Tour”a katıldım. Bu turun iddiası Dublin’in ruhunu yürü-
yerek yaşamaktır. Tur için her hangi bir ücret almıyorlar, tur sonunda gönlünüzden kopan bahşişlerle çalışıyorlar. Turun başlangıç noktası Spire ya da Milenyum Spire olarak bilinen uzun ince yapının önünde başlıyor. 2000 yılı için çok paralar harcanarak yapılan bu uzun ince yapı muhtemeldir ki Avrupa’nın en uzun insan yapısıdır. Dublinlilerin pek sevmediği ve neden yapıldığına anlam veremediği yapıyı ben çok sevdim. Otobüsümle onun arasındaki yolu ezberledikten sonra kaybolma ihtimalimi sıfırladımJ
çok rekorlar kitabıyla bilsek de Guinness aslında bir bira markasıdır. Guinness’in koyu siyah birası nasıl yapılıyor merak edenler Guinness Storehouse’u gezme imkanını düzenlenen turlarla elde edebiliyorlar.
Dublin’in dünyaya armağan ettiği en büyük marka Guinness’tir. Daha 49
GEZİ Guinness şehre birçok şey katmış. Şehirde göreceğiniz küçük kırmızı tuğlalı evlerin çoğu Guinness tarafından işçileri için yaptırılmıştır. Dublin’de eski evlerin kendine has yapısı hemen dikkat çekiyor. Georgian tarzı denen bu kemerli renkli kapılarında eğlenceli bir hikayesi var. İrlanda’nın İngiltere boyunduruğunda yaşadığı dönemlerin birinde kraliçe ölünce İrlanda’ya İngiltere’den haber gelir. Kraliçe öldüğünden dolayı yas ilan edilmiştir ve herkes evlerinin kapılarını yas dolayısıyla siyaha boyamak zorundadır. Haberin geldiği ertesi gün tüm kapılar rengarenktir!!! Dublin denince akla ilk gelenlerden birisi de Trinity College’dir. 1591 yılında 1. Elizabeth tarafından kurulmuştur. Genelde Oxford’la bir tutulan bu eğitim yuvası görülmeye değerdir. Bu üniversiteden birçok ünlü mezun olmuştur. Mezun olan ünlüler arasında Oscar Wilde, Samuel Beckett, Thomas Moore gibi edebiyatçılar vardır. Üniversitenin eğitim öğretim yaptığı binaların birçoğu en az üç yüz yıllıktır. Mezunlarına bu eşsiz tadı tattıran okul, mezun olan her 50
öğrencisine de isterlerse düğün törenlerini kampusun içindeki kilisede yapma imkanını da sunmaktadır. Üniversitede öğrenciler gelen turistlere rehberlik yaparak para kazanabiliyorlar. Ama her büyük eğitim kurumu gibi geleneklerine bağlı olan üniversitede öğrenciler aşağıdaki cübbeyi her zaman giymek zorundalar! Son 500 yılda olduğu gibi.
GEZİ Trinity College’in kalbinde “Old Library” bulunmaktadır. Old Library sinema severlerin beyaz perdede birçok kez gördüğü bir mekandır. Yıldız savaşlarında Master Yoda’nın kütüphanesi olarak ya da Harry Potter serisindeki kütüphane olarak karşımıza çıkar. Trinity College’den mezun olan herkes ölene kadar Old Library’den ücretsiz olarak yararlanma hakkına sahiptir. Kütüphanenin girişinde “Kells’in Kitabı” denilen renkli ve resimli 1400 yıllık bir koleksiyon görülmeye değerdir. Ama ikinci kattaki o kitap kokusu yanında o bile sönük kalmaktadır. Old Library iki katlı 64 metre uzunluğunda ve eşsiz nadir bir koleksiyona sahip bir kütüphanedir. Bu eşsiz koleksiyon büyük düşünürlerin büstlerinin bulunduğu bir salonda sergilenmektedir. Bu ünlü düşünürlerden bazıları şunlardır; Platon, Cicero, Newton, Sokrates, Homeros. Paha biçilemeyen el yazmaları arasında Yunanca ve Latince risaleler, Mısır papirüsleri üzerine yapılan çalışmalar, 16. ve 17. yüzyıllardan kalma İrlanda dilindeki yazılar ve William Shakespeare’in çok eski bir yazısı bulunmaktadır. 51
GEZİ
Dublin’deki bir diğer kütüphane’de “Chester Beatty Library”dir. Özel bir koleksiyonerin yıllar içinde biriktirdiği kitaplar ve el yazmaları için oluşturduğu müze 2000’li yılların ortasında yılın müzesi seçilmiştir. Kitapların yanı sıra dünya üzerindeki her türlü inanışla ilgili kitaplar ve materyaller de bu müzede yer almaktadır. İslam ile ilgili Mevlana, sufilik ve Konya ile ilgili çeşitli videolar ekranlarda oynamaktadır. Üç semavi dinin yanı sıra, hinduizm, taoizm, budizm gibi öğretilerle ilgili birçok materyal burada bulunmaktadır. Burada “Mahabarata”nın çok eski bir el yazmasını da görmek mümkündür. İrlanda 52
denince
akla
gelenlerden biri de barlarıdır. Evet çok bar var ama bar kültürleri çok daha farklı. Soft İrlanda canlı müziğinin yapıldığı ve insanların mutlu mutlu içeceklerini içtikleri mekanlar buraları. Bunların da en ünlüsü Temple Bar’dır. Hatta şu anda bu barın bulundu-
ğu semtin adı da Temple Bar olmuştur. Bu semtte bir çok bar vardır ve turistler buraya uğramadan şehri terk etmiyorlar. Sanılanın aksine Temple (tapınak) isminin dua etmekle bir alakası yok. Barın ilk sahibinin soy ismidir.
GEZİ
İrlanda 365 gün yağmur yağma potansiyeline sahip bir yer. Bunun dezavantajlarının yanı sıra avantajları da var. Genel olarak şehir ve ülke çok yeşil. Dublin merkezindeki parklar insanları bir anda büyük
şehirde yaşadıkları duygusundan uzaklaştırma potansiyeline sahip. Bu yazıda Dublin’i kabaca tanıtmaya çalıştım. Anlatamadığım birçok yer var ama yerim dar diyebilirim ki tarih, edebiyat, alkol, bira, kitap, bar,
kütüphane meraklılarının en az bir kere ziyaret etmesi gereken yağmurlu bir şehirdir Dublin
Erkan SİHİR
53
ANİMASYON
54 54
ANİMASYON Vizyon Tarihi: 23 Nisan 2010 (1s 33dk) Yönetmen:
Chris Sanders, Dean DeBlois
Oyuncular:
Jay Baruchel, Gerard Butler, America Ferrera...
Tür :
Animasyon
Ülke:
ABD
Vikingler, ejderhalarla başı dertte olan, savaşçılığı ve gücüyle övünen bir halktır. Viking kralının küçük oğlu Hıçkırık ise güçsüzlüğü, zayıflığı ve farklılığıyla sürekli azarlanıp dışlanır. En büyük ejderhayı öldürerek yaşadığı hayattan ve aşağılanmalardan kurtulma hayalleri kuran bu küçük Viking’in maceralarının anlatıldığı oldukça renkli ve eğlenceli bir animasyon olan “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?”, toplumda yer etmiş genel yargıların her zaman o kadar da doğru olmadığını vurguluyor. En basit kurallara bile uyamadığı, sürekli sorun yarattığı için isteklerine kulak verilmeyen, odasına kapatılan çelimsiz kahramanımızın içi içine sığmaz ve geleneksel yollardan farklı bir yöntem geliştirerek bir ejderha yakalar fakat bunu kanıtlayamadığı için cezalandırılır. Meraklı kahramanımız yine de yakaladığı ejderhayı
gizlice aramaya koyulur. Bulduğunda kendini ispatlamak için ejderhayı öldürmek ister ama vicdanı buna izin vermez. Yakaladığı ejderhayı öldürmek yerine serbest bırakır. Ejderha, Hıçkırığı biraz korkutup oradan uzaklaşır. Toplumda yaygın olan “Ejderhaların tek amacı öldürmektir!” inancına ters düşen ejderhanın bu davranışı küçük kahramanımızın kafasını karıştırır ve “Neden?” diye sormaya başlar. Serbest bıraktığı gururlu ejderhayı tekrar bulur ve önce uzaktan izler, resmini çizer. Ejderhanın uçma denemelerinde bir türlü başarılı olamadığını fark eder. Bir yandan da ejderha öldürme eğitimi alan Hıçkırık ejderhalarla ilgili her şeyi araştırır. Ejderhayı tanımaya ve ona nasıl yaklaşacağını öğrenmeye çalışır. Hem fiziksel olarak hem de manevi olarak yavaş yavaş, aynı zamanda ejderha-
nın da hassasiyetlerine dikkat ederek ejderhaya yaklaşmayı başarır. Öyle ki bu uğurda kelimenin gerçek anlamıyla çiğ balık bile yer. Sonunda ejderhanın güvenini kazanır ve arkadaş olur. Yaralarını da sarmaya çalışırken ejderhaları kontrol etmenin tüm püf noktalarını keşfeder. Bir yandan kendi ejderhasını kontrol ederken diğer yandan da sürekli zayıflığı ve güçsüzlüğüyle alay konusu olduğu toplumun saygısını kazanır. O, artık hayranlık duyulan biridir. Yine de, hedefleri çok daha yüksek olan erdemli kahramanımız araştırmalarına devam eder. Ejderhalarla ilgili önyargıları çok güçlü olan halkın düşündüklerinin ve yaptıklarının yanlış olduğunu anlatmak o kadar da kolay olmayacaktır. Bakalım beden gücünün tersine
Eda GÜZEL
55 55
SİNEMA
56 56
SİNEMA
Bollywood’un Yükselen Işığı Film sektörüne özel bir ilginiz varsa bir müddet sonra Hollywood yapımlarından sıkılabiliyor insan. Çok özenli ve güzel filmlerin olmasının yanı sıra son yıllarda birbirini tekrarlayan Hollywood filmleri, sinemaseverleri başka arayışlara götürebiliyor. Fransız filmleri, Güney Kore ve Hint filmleri bu arayış içerisindeki sinemaseverlerin yöneldiği ilk yapımlar arasında. Özellikle Hint sineması diğer tabirle Bollywood filmleri gün geçtikçe artan bir ilgi görüyor. Öyle ki Türkçe altyazılı olarak Hint filmi izleyebileceğimiz birçok site mevcut. Küçük yaşlardan beri
sinemaya ilgi duyan ben de izlenen çok sayıda Hollywood filminden sonra sinemada farklı tatlar aramaya başladım ve Bollywood filmleri tam anlamıyla gönlümde taht kurdu. Hele de Hint müzikleri ve dansları gibi tadından yenmez bonuslar olunca benim için vazgeçilmez olmayı başardı Bollywood filmleri. Çoğu kişinin Hint filmlerine bir ön yargısı olduğunu görebilirsiniz. Eski filmlerdeki oldukça abartılı aksiyon sahnelerini düşününce bu önyargıya hak vermek de oldukça mümkün. Esasen Hint filmlerine başlamak iste-
yen bir kişi için en önemli etken doğru film seçimidir. Öyle ki Hollywood’da olduğu gibi Bollywood’da da muhteşem filmler olduğu gibi tamamen zaman kaybı olan filmler de mevcut. Hele de çoğu Hint filminin üç saat olduğu düşünülünce insan böyle bir filme denk geldiyse daha fazla zaman kaybına tahammül edemeyip Hint filmlerine başlama serüvenini hızla sonlandırabilir. Bu yazıda Bollywood filmlerine başlamak isteyenler için Hint sinemasının belli başlı birkaç filmine örnek vereceğiz.
57 57
SİNEMA
My Name is Khan
11 Eylül terör saldırılarından sonra bütün Müslümanların bu terörden sorumluymuş gibi önyargı ile karşılaşmalarını ve yaşadıklarını konu alan filmde Hindistan’ın en sevilen aktörü Shahrukh Khan asperger sendromlu birini canlandırıyor ve ona birçok sevilen filmde partneri olan Kajol eşlik ediyor. Bir Shahrukh Khan hayranı olarak benim de en sevdiğim Hint filmlerinden biri olan “My name is Khan” kalbinize dokunmayı çok iyi başarıyor.
Slumdog Millionaire
Filmi izlemeden önce muhteşem müziklerini dinlediğim ve ben bu filmi izlemeliyim dediğim çok sayıda ödülün sahibi harika bir eser. Bir gencin kim milyoner ister tarzındaki bir yarışmaya katılması ve çıkan soruların gencin hayat hikayesinde karşılaştığı olaylarla ilişkili olması sonucu soruları cevaplandırmasını anlatan film adından epey söz ettirmişti. Hint sinemasına başlamak için iyi seçimlerden bir tanesi Slumdog Millionaire.
Black
Eğer ağlama modunda değilseniz kesinlikle izlememeniz gereken bir film. Türk sinemasının da bir uyarlamasını yaptığı Black oldukça duygusal sahneler barındırıyor. Düşünün ki doğuştan hem kör hem sağırsınız. Bunu idrak etmek öyle kolay bir mesele değil. Böyle bir çocuk dünyaya nasıl adapte olur? Karanlığa ve sessizliğe mahkum olan bu çocuğun en büyük yardımcısı olan öğretmenini Bollywood’un önemli aktörlerinden Amitabh Bachchan oynuyor. Başroldeki esas kızımızı ise en sevilen Hint aktrislerden Rani Mukerji canlandırıyor. Filmimizin imdb puanı 8.1 diyerek noktayı koyalım. 58 58
SİNEMA
3 Idiots
Bollywood film sektörüyle hiç alakanız yoksa bile bu filmi duymuş ve çoktan izlemiş olmanız oldukça muhtemel. Imdb puanı 8.5 olan film bu puanı fazlasıyla hak ediyor. Başrolde Türkiye’nin en sevdiği benimse en sevdiğim ikinci Hint aktör olan Aamir Khan yer almakta. İzleyip de beğenmeyeni henüz görmedim göreceğimi de pek zannetmiyorum. Eğitim sistemine getirdiği espritüel eleştiri ile epey keyifli vakit geçireceğiniz filmi izlemediyseniz Hint sinemasına başlamak için harika bir seçim.
Taare Zameen Par
Aamir Khan demişken Taare Zameen Par dememek olmaz. Her eğitimci her ailenin izlemesi gereken filmlerden biri olan “Taare Zameen Par” disleksi rahatsızlığı olan bir çocuğun, öğretmeni (Aamir Khan) sayesinde nasıl bir değişim gösterip sosyal yaşama adapte olduğunu anlatıyor. Sıcacık, yüreklere dokunan bir film “Her Çocuk Özeldir”. Bir filmin yapımcılığını ve yönetmenliğini de Aamir Khan üstleniyorsa o filmi izlemek gerek kanısındayım.
Rab Ne Bana Di Jodi
Rab Ne Bana Di Jodi denildiğinde dahi yüzümde bir gülümseme oluşturan bendeki yeri çok ayrı olan bir film. Benim en sevdiğim Hint aktör olan Shahrukh Khan ve son yıllarda oldukça ilgi gören şirin kızımız Anushka Sharma paylaşıyor başrolleri. Müzikler, konu ve danslar bir enfes. Sevdiğini kaybeden bir genç kız ve babasının isteği üzerine istemediği biriyle evlenmesi ile başlayan film romantik film severler için harika bir fırsat.
Bollywood’da o kadar çok izlenilmesi gereken film var ki bazılarını yazmadım diye o filmlere ihanet etmişim gibi kendime kızıyorum.
Fakat hepsinden bir yazıda bahsetmek pek de mümkün değil. Umuyorum ki Hint sinemasına başlamak isteyenler için bu öneriler bir ışık
tutacaktır. Bu dünyaya girdikten sonra çıkışın zor olduğunu da belirtmek lazım.
Çağla AKSOY
59 59
İNTERNET
BRITISH PATHE
http://www.youtube.com/user/britishpathe
60
İNTERNET British Pathe 1900’lü yılların başından itibaren kayıt alan dünyanın en ünlü haber ajanslarından birisidir. Kurucusu Charles Pathe olan haber ajansının 80000’in üzerindeki kaydı dijital formda internet ortamında mevcuttur. Bu kayıtların ticari kullanımı ücrete tabidir.
Bu muazzam arşive artık her internet kullanıcısı ulaşabilmektedir. Tarih meraklıları için inanılmaz bir arşiv şu an internettedir. Bir video izlemeye başlayınca daha önce görmediğiniz binlerce videoyu bir anda izlemek isteyeceğiniz bu arşiv hem insanlık tarihi hem de aşağıda bazı örnekleBu yıl, yani 2014 yılında rini koyduğum Türk tarihi British Pathe tüm arşivini ile ilgili önemli videolara youtube.com’a taşımıştır. sahiptir. Arşivin linki şöyledir; h t t p : / / w w w . y o u t u b e . Bunlar arasında insancom/user/britishpathe lık hafızasının önemli mihenk taşları mevcuttur.
Mesela Berlin Duvarı’nın inşası, yıkılışı, Kraliçe Elizabet’in taç giyme töreni, Sarıkamış’ta hazin sonla karşılaşmış Osmanlı askerleri, 1912 yılında batmazdan hemen önce Titanik gemisinin görüntüleri vs. bunlar arasında sayılabilir. Kraliçe Elizebet’in on altılı yaşlarında denizcilerle elim sende oynaması gibi eğlenceli videolarda yok değil. Türk tarihi ile ilgili bazı görüntüler aşağıdaki gibidir.
1912 yılında Balkan Savaşı sırasında cepheye sevk edilen Osmanlı askerleri için; http://www.youtube.com/watch?v=dzz-1nhqq7w#t=109 1914 yılında gerçekte Sarıkamış yolunda neler olduğunu görmek her bünyede derin yaralar açacaktır. https://www.youtube.com/watch?v=PxAEl8Jk6Ek Birinci dünya savaşının gölgesinde İstanbul’da boğaz turu yapmak isteyenler için; http://www.youtube.com/watch?v=DEYoTIvro8k 1910 ile 1930 yılları arası Anadolu toprakları için; http://www.youtube.com/watch?v=mNZXM51qQUI 1922 yılında İzmir’de olan yangının görüntüleri için; http://www.youtube.com/watch?v=-6YYy9PAee8 Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün dikilen ilk heykelinin 1926 yılına ait açılış töreni görüntülerini izlemek isteyenler için; http://www.youtube.com/watch?v=PXCyWddi2AI Türkiye Mustafa Kemal’e ağlıyor isimli videoda bir ülkenin yıkımdan tekrar nasıl ayağa kalktığını anlatan güzel bir çalışma için; http://www.youtube.com/watch?v=oZxD3pYh77I Yukarıdakiler sadece bazı örneklerdir. Hem yerel hem de evrensel anlamda binlerce tarihi ve önemli görüntü British Pathe’nin Youtube kanalında sizleri bekliyor. Erkan SİHİR 61
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN
CEM ADRİAN
Çok uzun süre çok paylaşıldığı için dinlemeye çalıştığım ama daha şarkısının başında dayanamayıp kapattığım şarkıcılardan biriydi Cem Adriyan. Konserinde canlı dinleme fırsatı bulana kadar benim için sıkıcı biriydi yalnızca. Ses sisteminin mucizesi miydi yoksa benim ruh halimin hazır olmasıyla ilgisi var mıydı bilmiyorum ama konserde çok farklı boyutlara, farklı duygulara kapılıp, farklı dünyalara gittim. O konserdeki tadı tabi ki de bulamadım bir daha sanal müzik aleminde. Yine de, o konser Cem Adriyan’ı vazgeçilmezlerim arasına koymaya yetti. 2014 Ekim’de çıkardığı yeni albümü “Sana Bunları Hiç Bilmediğin Bir Yer-
62
den Yazıyorum” yine beni benden alan, adından da anlaşılacağı gibi damardan denilen türde çok derinden etkileyen bir içeriğe sahip. Sözler sadece öylesine kelimelerden oluşmamış, duygulara şekil veriyor ve resimler yaratıyor. Her albümünde farklı misafir konuklarla yaptığı düetler de farklı renkler, farklı tatlar katıyor albümlerine. Bu albümde de “İnce Buz Üstünde Yürüyorum” parçasıyla Şebnem Ferah güçlü sesi ve yorumuyla destek veriyor. “Artık Bitti” parçası ritmik ve albümün diğer bir konuğu olan Sagopa Kajmer’in etkisiyle rap türünden izler taşıyor. Yine de albümün geneline hakim olan keskin ve güçlü tarzı korumuş.
Cem Adriyan bizim hiç bilmediğimiz bir yerde durup bizim hiç bilmediğimiz bir dünyadan yazdığı şarkı sözleriyle merak ettirmeyi başarıyor: İnsanın canını acıtırken aynı zamanda güçlü olmayı motive etmeyi nasıl başarıyor acaba? 1- Sana bunları hiç bilmediğin bir yerden yazıyorum 2- İnce buz üstünde yürüyorum (feat. şebnem ferah) 3- Sana sarılınca 4- Düşüyorum hayatın ellerinden 5- Beni böyle bırakma 6- Kanarım 7- Seni kaybettim 8- Aşk bitti (feat. sagopa kajmer) 9- Bir sebep göster dayanmaya 10- Aşk hiç bitmez 11- Her şey çok sevmekten 12- Beni hala öldürüyorsun
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN MERCAN DEDE
Mercan Dede’den yine ilginç ses ve enstrümanların kullanıldığı, sihirli notalarla insanı hem iç yolculuğuna hem de kültürlerin farklı melodileriyle dünya turuna çıkardığı bir albüm olmuş Dünya. Eminim dinleyenler bu parçada hangi enstrümanlar kullanılmış diye tahminlerde bulunsalar tahminleri yetersiz kalır, çünkü asansörden çıkan sesi bile müziğe dönüştürme yaratıcılığına sahip bir müzisyendir Mercan Dede. Bu albümünde de Dünya’nın farklı yerlerinden kaydedilen sokak seslerini kullanır. Yani Dünya’yı gezmenin ve müzikte birleştirmenin çok daha etkileyici bir yolunu bulur. Yapılan bir röportajda Dünya Albümü’nü, İstanbul, Lübnan, Ür-
dün, New York, Montreal ve Delhi’de gerçek bir seyyah gibi gezerek topladığı sesleri bir araya getiren, farklı ruh halleriyle farklı coğrafyalarda farklı kalemlerle yazılmış bir günlüğüne benzetmektedir. Tasavvuftan gelen birleştirici özelliği sadece enstrümanlara ve her türlü sesi kullanıp müziğe dönüştürme yeteneğiyle sınırlı kalmıyor elbette. Doğu batı müziğinin de çok iyi bir sentezini yaparak hem de ney çatısı altında kültürler arası köprüler kurmayı da çok iyi biliyor. Birleştiricilik söz konusuysa “Dünya” albümü hem şekilsel olarak, hem içerik olarak sınırları hayli zorluyor. İlk olarak albüm iki CD’den oluşuyor ve ikisinin de adı farklı. Birinci CD “Gün Doğumu; Sunrise”, ikincisi ise “Gün Batımı; Sunset”. Gün Doğumu CD’sindeki parçaların isimleri Türkçe iken, Gün Batımı CD’si İngilizce isimli parçalardan oluşmuş. 1. CD kırmızı renkliyken, 2. CD’nin mavi renkli olması, birinin üzerin-
de güneş, diğerinde ay olması gibi bazı simetik işaretlerin bulunması da ayrı bir dikkat konusu. Resim sergileri de bulunan Mercan Dede’nin bu renkleri ve sembolleri rastgele seçmediğini düşündürüyor. Burada “bir şeyler saklı” mesajını veren ipuçları, tasavvuf müziğinin doğası gereği de biraz dinleyiciyi bir arayışa sürüklüyor. Sadece müzik parçalarının isimlerine bakarak bile Mercan Dede’nin yaşadığı ya da hayal ettiği sihirli dünyaya ilişkin bir fikir edinmek de mümkün. Albüm hakkında çok kritik yaparak hayal gücünüzü sınırlamak istemem zira albümü yüzlerce kere hiç sıkılmadan dinledim ve her seferinde yeni bir şeyler keşfedip ayrı bir keyif aldım diyebilirim. Mercan Dede’yi biraz daha anlayıp yeni bakış açılarıyla müziğini dinlemek isteyenler de röportajın yayınladığı sitenin adresini ziyaret edebilirler: http://www.mercandede.com/TR/Muzik/Roportajlar-Elestiriler/55
Eda GÜZEL
63
KÜLTÜR-SANAT
ocak-şubat-mart
İZMİR DEVLET TİYATROSU
Konak Sahnesi: KİBARLIK BUDALASI 11-15 kasım CANLANAN MASALLAR (çocuk oyunu) 9 ve 16 kasım Sözcükler Can Yücel’i Özler 14kasım Cumartesi Yer:Akm Nazım Hikmet Sahnesi(Ücretsiz)
64
şehir kültür rehberi
KONSERLER
Jehan Barbur 5 Kasım Hayal Kahvesi Alsancak - İzmir Hermes Trio 07 Kasım Cuma 20:00 Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi Efkarname Konseri 17 Kasım Pazartesi 20:00 İzmir Sanat Manga İzmir Konseri Ooze Venue - Tarih: 21 Kasım
KÜLTÜR-SANAT
SİNEMA Ölü Ozanlar Derneği (Dead Poets Society) 6 Kasım, Dokuz Eylül, Sinematik(Ücretsiz) Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörlüğü, Desem Binası (Salonları), Uyanışlar (Awakenings ) 20 Kasım, Dokuz Eylül, Sinematik(Ücretsiz) Daha İyi Bir Dünyada / In A Better World 18-24 Kasım Kent Orkestrası Kasım ... 26 Kasım Çarşamba 20:00 İsmet İnönü Sanat Merkezi Cem Adrian İzmir Konseri Ooze Venue Tarih: 5 Aralık Duman İzmir Konseri Ooze Venue 13aralık Mehmet Erdem İzmir Konseri Ooze Venue 27 Aralık
Aşkın Hâlleri Le Nom Des Gens 25 Kasım-1 Aralık Bir Zamanlar Anadolu’da 2-8 Aralık Alsancakbilet Fiyatları: Tam 4,5 Tl, Öğrenci - 3,5 Tl, Deü Personeli - 3,5 Tl -
65