1
14 TEMMUZ SALI 27 AĞUSTOS PERŞEMBE 30 EYLÜL ÇARŞAMBA 7 EKİM ÇARŞAMBA
22
EDİTÖR’DEN Yaz mevsiminin gelişiyle birlikte, kışın karamsar havasını geride bıraktık ve güneşin ışıltısı içimizi ısıtmaya başladı bir süreden beri.Elbetteki bu herkese göre değişen bir yorum ama yazın ve güneşin insana pozitif bir enerji verdiği de bir gerçek. Bu pozitif enerjiden hareketle, bu sayıda ana konu olarak neşeli olmaya değinelim dedik. Neşeli olmak ya da olmamak bir seçimdir ve her zaman elimizde olan bir şey de değildir bunu başarmak. Ama en azından işleri kendimiz için biraz olsun kolaylaştırabiliriz diye düşünüyorum. E konu neşe olunca haliyle neşeli şeyler seçtik sizin için.Yüzyıllardır Anadolu insanını güldürmeyi başarmış bir çift gölge kahraman mesela:Karagöz ile Hacivat, doğanın uyanışının kutlandığı ve hemen hemen tüm kültürlerde yer alan Hıdırellez,neşeli ve renkli bir geometri :Fraktaller. Bu sayıdaki filmlerimiz de hayli
eğlenceli, sinema tarihinde neşeli film deyince, izleyene hep pozitif bir enerji ve yaşama sevinci veren Frank Capra filmlerini anmadan edemezdik. ‘’It’s a wonderful life’’(Şahane Hayat) filmini ele alalım dedik bizde. Animasyon bölümünde ise sevimli fare Despero konuğumuz oldu bu sayıda…Cıvıl cıvıl eğlenceli filmleriyle Hindistan film endüstrisi yani ‘’Bollywood’’ filmlerine kadar uzandık. Mevzu neşe ve haliyle de yaz olunca, gezi yazımız bir tatil cenneti olan, tarih, doğa ve kültürün iç içe geçtiği Ayvalk’tan geldi.Ayvalık’ın eski, taş döşeli daracık sokaklarında sizin için dolaştık. Geçen sayımızda g e l e n e k s e l sanatlarımızdan Ebru’ya değinmiş, bir Ebru ustası ile röportaj yapmıştık. Bu sayıda konuya devam edip yine bir geleneksel sanat dalı olan Katı’ya göz atıp bir Katı sanatçısı olan
Haluk Kürkçüoğlu ile bir röportaj yaptık. Edebiyat bölümünde ise fantastik edebiyatın kuşkusuz en önemli temsilcilerinden olan Ursula Le Guin hakkında güzel bir araştırma yazısı b u l a c a k s ı n ı z . Fantezinin ve hayalin sınırlarını zorlayan, her kitabında insanı bambaşka dünyalara götürüp hayal gücünü geliştiren Le Guin ‘’Düşlemekten vazgeçemediğiniz düşler’’ yaratır k i t a p l a r ı n d a . Yazın tadını çıkarmanızı ve neşeyle uyandığınız güzel günler geçirmenizi diliyorum. S o n b a h a r ’ d a görüşmek üzere… Özgür BENLİ
3
İÇİNDEKİLER
25
08 FRAKTALLER Doğanın Gizemi
Neşeli Olmak MÜMKÜN MÜ?
URSULA LE GUIN
12
30
URSULA LE GUİN
KARAGÖZ Hayal Sahnesi
18
Tübitak, Haziran 2003 Jared Diamond Yazar Jared Diamond’ın ilk bölümde ortaya koyduğu üzere kitabın amacı, insanlık tarihini başlangıcından itibaren ele alarak farklı kıtalardaki gelişme hızlarını etkileyen dışsal faktörleri objektif bir şekilde ortaya koymak.
34
Bu amaçla kitap çok basit gibi görünen bir soruyla başlıyor: Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa’yı keşfetmedi? Fakat cevap o kadar da basit değil. Gerçek nedenleri anlamak için insanlık tarihinin başlangıcına kadar inmek gerekiyor. Bunun için yazar, 7 milyon yıl öncesi ile M.Ö.11000 yılları arasında farklı kıtalardaki insanın gelişimine kısaca göz gezdirip başlangıç noktası olarak M.Ö. 11000 yılını alıyor. Buna sebep olarak da bu tarihte dünyada birkaç bölgede köy hayatının başlamış olması, insanların en son yerleşildiği düşünülen Amerika kıtalarına kadar yayılmış olması, Pleyistosen bölüm ve son Buzul Çağı’nın sona ermesi ve jeologların Dördüncü Dönem dediği dönemin başlamış olması olarak gösteriliyor.
KATI Kağıt, Bıçak ve A şk
TÜFEK, MİKROP,ÇELİK İnsan Topluluklarının Yazgıları
41
22 HIDIRELLEZ Baharın Neşesi 4
TİPİ TİP
İÇİNDEKİLER
58
44
BOLLYWOOD Mutlu Son Sineması
AYVALIK Adalar Diyarı
51 İZMİR Saat - Kulesi
62 IT’S A WONDERFUL LİFE Sinema
55 DESPERO Küçük Farenin Büyük Hayalleri
66 MÜZİKLE DÜN VE YARIN Yayın Koordinatörü Semra Şen
babil kulesi temmuz-ağustos-eylül 2009 İmtiyaz Sahibi YeniYüksektepe Kültür Derneği Bornova Şubesi Adına: Semra Şen Genel Yayın Yönetmeni Semra Şen
Editörler Özgür Benli Seda Öztürk Grafik Tasarım Eylem Özkan Gizem Rüzgar Fotograf Eylem Özkan babilkulesi@ymail.com Yayınlanan yazıların sorumluluğu yazarlarına aittirKaynak gösterilerek alıntı yapılabilir
5
TARİH
BABİL KULESİ DİLLERİN KÖKENİNE AİT ESKİ BİR İNANIŞ ‘‘Babil yeryüzündeki tüm şehirlerin ihtişamını aşar.’’ Heredot
Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Eski Ahit’te Babil sözcüğü Babel şeklindedir; bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve karmaşa, karışıklık anlamındadır. Kuran’da şehrin adı Babil olarak geçer, Türkçe’ye de Arapça’dan geçmiştir Babil, M.Ö. 23. yüzyıl civarında Aşağı Mezopotamya'da (şu anki Güney Irak civarında) Sümer ve Akad toprakları üzerine kurulmuş olan Babil (Babylon) ülkesinin antik başkentidir. Babil, en parlak dönemini Kral Hammurabi zamanında yaşamıştır. Babil, dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve M.Ö. 7. yüzyılda Kral 6
Nebukadnezar tarafından karısı için yaptırıldığına inanılan asma bahçelerine sahiptir. Babil döneminde sanat, mimarî, astronomi, matematik, tıp ve felsefe gibi alanlarda büyük bir gelişme gözlemlenir: Babilliler, günümüzde zaman (60 saniye '1 dakika', 60 dakika '1 saat') ve derece hesaplamaları (360 derece daire) için kullanılan 60'lık sistemi geliştirmişler, tapınaklar üzerine dikilen ve günümüzdeki modern gözetleme kulelerine ilham kaynağı olan gözetleme kulelerini inşa etmişlerdir. Babil Kulesinin ortaya çıkışıyla ilgili çeşitli efsaneler vardır. Tevrat’ın Ya ra t ı l ı ş ( G e n e s i s )
bölümünde de kuleden şöyle bahsedilir: “Ve bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. Birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim’ dediler. Onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. ‘ Y e r y ü z ü n d e dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. Ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var. ‘Gelin inelim, birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım’.
TARİH Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil dendi." Tevrat (tekvin 11:1-9) Efsaneye göre Tanrı; bir kule yaparak kendisine ulaşmak isteyen insanların kendini beğenmişliğine ve küstahlığına kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Bir doğal felaket yollayarak kuleyi yıkar. Bundan
sonra insanlar dünyanın farklı köşelerine dağılırlar ve farklı diller böyle ortaya çıkar. İsmi verilmemekle beraber Kuran’da Babil Kulesi'ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikâye Tevrat'taki ile benzer olmasına rağmen Babil'de değil, Musa'nın yaşadığı dönemde Mısır'da geçer. Firavun Haman'a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa'nın tanrısına bakacağını söyler.
9. yy İslam tarihçilerinden elTabari'nin "Peygamberler ve Krallar Tarihi" adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod, Babil'de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72'ye ayırır. Aslında yedi katlı bir ziggurat olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:
1. katı taşı, 2. katı ateşi, 3. katı bitkiyi, 4. katı hayvanı, 5. katı insanoğlunu, 6. katı güneşi ve gökyüzünü, 7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Kulenin yüksekliğiyle ilgili bilgilere ise sıkça rastlanılmaz ve Yaratılış Kitabı da bu konuyla ilgili olarak herhangi bir şey aktarmaz. Efsaneye göre kule, teraslı bir piramidi andırıyordu. En üstte, Babil kentinin tanrısı olan Marduk’un tapınağı vardı. Buraya halk giremezdi. Eski Yunan tarihçisi Herodot da, her biri ötekinden küçük olarak üst üste yapılmış yedi kuleden bahseder. Asurlular ve Perslerce yıktırılan yapı, İskender Babil’i aldığında yıkıntı hâlindedir. İskender kuleyi yeniden yaptırmak
isterse de erken ölümü bunu engeller. Babiller bu kulede yaptıkları araştırmalar sonucunda burçları bulmuşlardır. Ayrıca yine Babiller bu kule sayesinde tarihte ilk kez ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplamışlardır; bundandır ki ay takviminin mucitleri Babiller’dir. Ancak şunu belirtmede fayda vardır. Birçok kişi tarafından ay takviminin mucitleri Sümerler olarak bilinir, bu aslında yanlış değildir ama çok doğru bir bilgi de değildir. Sümerler ayın dünya etrafındaki dönüşünü hesaplayan ilk uygarlıktır
ancak bir ay yılını 360 gün olarak hesaplamışlardır. Normalde bir ay yılı 354 gündür bunu tarihte ilk doğru hesaplayanlar Babiller olmuştur. Kısacası Babil Kulesi, insanların tarihî dönemlerde dil olgusunun kökenine ve ulusların çeşitliliğine yönelik sorularına cevap veren bir inanıştır. Farazî temellere dayanan bu inanış, ulusların ve onların dillerinin çeşitliliğini izah etmeye çalışır. İnanış, kutsal kitaplara da yansımış ve çeşitli efsane, destan gibi anlatılarda yerini almıştır. 7
DENEME
88
DENEME
Şayet sağlam bir istekle aynayı biraz daha kaldırırsak dünyadaki ters şeylerin bulanıklaştığını göreceğiz ve ışık göğü kalbimize güzellik ve neşe getirecektir. Jorge Angel Livraga Kederliliğin ve neşenin şeylerin içinde olmadığı
aşikârdır. Bizim içimizdedir. Delia Steinberg Guzman Akılsızlar, hırsızların en zararlılarıdır. Zamanınızı ve neşenizi çalarlar. Goethe İnsan, gülmediği günü, yaşadım diye hayat defterine kaydetmemelidir. Sokrates Zekanın en çok görülen işaret ve belirtisi neşedir. Montaigne
99
DENEME
Neşeli olmak ne demektir anlatacak değilim burada, herkesin malumu olduğu bir konu… Burada önemli olan neşeli olmayı istemek ve istememek, neşeli olmak yada olmamak…Bu bir seçim sorunu gibi geliyor bana.Sonuçta elbette herkes için işlerin ters gittiği, tüm aksiliklerin yolunuza testi gibi dizildiği dönemler vardır. Bundan doğal bir şey de olamaz. Çünkü hayatın yasasına aykırıdır her şeyin
10 10
dört dörtlük olması. İş yaşantınız iyi giderken özel yaşantınız darmaduman oluverir, o düzelir maddi sorunlar başlar, onu halledince en yakın dostunuzla aranız bozulur… E şimdi her bir problem için somurtup surat asıp etrafa negatif elektrik yayacaksak toplam hayatımızda gülümsediğimiz ve etrafa neşe saçtığımız zaman yok denecek kadar az olur,değil mi? Ne yapacağız peki? İçimiz kan ağlarken
ortalıkta sahte gülücükler saçarak mı dolaşacağız? Tabii ki böylesine samimiyetsiz bir çözüm önermiyorum. Ama ‘’iyi yanından bakmak’’ denilen bir şey var değil mi? Hani Polyanna gibi biraz. Elbette sorunları görmezden gelmek değil bahsettiğim. Ama canım olaylara her zaman da kötü yönünden bakmaktan usanmadınız mı artık! Bardağın daha ne kadar boş yanını göreceksiniz ki!
DENEME
Önemli olan şunu fark etmek: Çözümü olmayan problem yoktur. Belki çözüm daha uzun vadeli bir çözümdür ama eninde sonunda her şey yoluna girer. Çünkü hayatta döngüsellik esastır. Her şey geçer… Mutlu günler de geçip gider mutsuz günler de.Zaferler de etkisini kaybeder zamanla felaketler de… Önemli olan her ikisini de aynı kefeye koyabilmek ve bunların arasından geçeceklerinin farkında olarak, bir tebessümle yürüyüp ilerlemektir. Sonuçta neşe bulaşıcı
bir şey… Siz ne kadar neşeli olursanız etrafınız da o kadar etkilenir bundan. Ayrıca zihni boşaltmanın, gündelik olaylardan kafanızı arındırmanın binbir yolu var. Herkese göre değişir bu yollar… Kiminin sıra dışı hobileri vardır, kimi çareyi spor yapmakta bulur(spor yaparken vücut mutluluk hormonu salgılıyormuş, bir taşla iki kuş!), kimi filmlere kimi kitaplara verir kendini…Ne olduğu önemli değil, önemli olan hayatın
can sıkıcı yönlerinden bir süre de olsa uzaklaşmayı bilmek. Bunu yapabilen biri, yüreğini karartıp mutsuzluğuna g ö m ü l m e z . Yani kısacası sabah uyandığımızda insanların bizden k o r k m a s ı n a sebep olan bir somurtkanlıkla mı karşılıyoruz yeni günü yoksa etrafımıza sıcak gülücüklerle neşe mi saçıyoruz?Buna karar vermek bizim elimizde…
Özgür BENLİ
11 11
EDEBİYAT
HAYALİN HAKİKATLE BULUŞMASI:
KARA G ÖZ HA YAL SA HN ESİ
12 12
EDEBİYAT
Bir kurulmuş perde âlem, hâdisat, zıll u hayal Her hayâli, bir hakikat seyreder erbab-ı hall. (Dünya kurulmuş bir perde, olaylar ve hayaller Bunu anlayan kişiler her hayali gerçek olarak seyreder)
Ayn-ı gör ey nur çeşm-i âşıkân Hayme-i zıll-i hayale benzemez mi âsuman (ey aşıkların nurlu gözleri, ibret ile bakıp kavrayın, Gökyüzü, hayal gölgelerinin oynatıldığı çadıra benzemiyor mu?)
Dünya bir perdedir dedi ; Bursa’ da Karagöz evindeki adam. Dünya bir perde. Garipsedim onu. Dünyayı nasıl olurda bir perdeyle kıyaslayabildiğini anlayamadım. Yaptığı işe saygısındandır diye düşündüm. Şimdi anlıyorum dünya bir perde, biz tasvirleriz ve ışığımız söndüğünde perde bizim için kararacak. Alkışlayan olacağını sanmıyorum ama ağlayanlar olur diye düşünüyorum; nede olsa hakikatle yüzleşmek insana acı veriyor. Hakikat acı ama var; görmek isteyene her yerde gözü kapanana bir eğlence. Buyrun hayal perdesine: ‘Komik : içtimai toprağın çakıllı kısımları üzerinde
kuvvetle püskürmüş garip bir sebattır.’ Diyor Bergson Gülme adlı eserinde. Çakıllı taşların üzerindedir çünkü çoğu zaman birlerinin pek hoşuna gitmez, ya da herkesi rahatsız eder, güleriz ama çakıl taşları gibi gıdıklayarak acıtır canımızı. Sosyal, toplumsal, siyasi, politik vs. birçok şey aksaklıklarla doludur ve birilerinin bize bunu hatırlatması gerekir. Kimi zaman ironik, kimi zaman nükteli kimi zaman açıkça. İşte Karagöz ve Hacivat’ ta bunların her birine dil uzatan ama en önemlisi insanın aksaklıklarına dikkat çeken toplumsal bir öğreticidir ve ‘komik’ en iyi öğretmendir. Karagöz ve Hacivat oyunu açık bir biçimdir.
Her olaya, her amaca, her konuya kendini uyduran bir yöntemdir. Biçimsel esnekliği gereği her amaca, her konuya yatkın ve açıktır. Üstelik Karagöz ve Hacivat’ ın kendine göre bir dokunulmazlığı vardır. Din adamları bile fetvalarında Karagöz ve Hacivat oyununun İslam ilkelerine değilse bile, uygulamalarına aykırı düştüğünü bile bile, onu hoş görecek gerekçeler bulmuşlar, ona açıktan açığa bir dokunulmazlık alanı tanımışlardır. Bu dokunulmazlık içinde, hele onun havasını, mizacını tanıyanlar için devlet ileri gelenlerini, siyasal konuları diline dolamamış olması pek düşünülemezdi. (AND.1969)
13 13
EDEBİYAT
14 14
Karagöz ve Hacivat’ ın kökenleri MÖ 7.000’ e kadar götürülebilen gölge oyunlarına dayanıyor. Gölge oyunu bir aydınlatma kaynağı ile yarı saydam bir perdeden yararlanılarak, bu perdenin önünde yada gerisinde, iki boyutlu kuklaların oynatılması anlamına gelmektedir. (AND.1977:13) Bugünkü yapısına 17.yy’ da kavuşmuş olan gölge
(Mehmet AÇA – Türk Halk Edebiyatı El kitabı). Sözlü gelenek bizzat Evliya Çelebi’ nin de söylediği Karagöz ve Hacivat ile ilgili rivayetlere dayanarak Karagöz’ ü Sultan Orhan ( 14.yy) dönemine kadar götürür. Rivayetlere göre Karagöz ile Hacivat Sultan Orhan döneminde yaşamış hoş sohbet iki duvarcı ustasıdır. Burada da çeşitli rivayetler ve
için onların etrafında toplanırlar. Bu nedenle de caminin yapımı duraklar ve cami inşaatı ilerlemezmiş. Siyaset – Şeriat – Tarikat – Ticaret – Bürokrat vs. tüm sınıflar bu konuşmalardan nasiplerini alırlar ve bu duruma çok bozulurlarmış. Kışkırtmalardan olsa gerek Sultan Orhan bu iki ustanın kellesini vurdurtmuş. Sözde ikisi cami
oyunu, Türkçe’ de Karagöz olarak adlandırıla gelmiştir. Baş kahramanlıklarını Karagöz ve Hacivat’ın üstlendiği gölge oyununun kökeni ve eskiliği konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Bu görüşlerin bir kısmı Türk gölge oyunu yada Karagöz’ ün köklerini Orta Asya olarak görürken, bu görüşe karşı olanlar Karagöz’ ün kökenini Türkler ve Moğollar vasıtasıyla Çin’ e dayandırmışlardır.
söylentilerle bu iki ustanın yaşamı ve ölümü üzerine varsayımlar vardır. En çok anlatılanı ise Orhan Bey dönemimde ( 1324- 1362) Bursa’da Orhan Bey camiisinin yapımında Karagöz demirci ustası, Hacivat duvarcı ustası olarak çalışmaktadır. Bu iki usta gün içinde çeşitli konular üzerinde konuşurlar. Bu konuşmalar mizahi eleştiri niteliğindedir. Diğer işçiler çoğu zaman bu konuşmaları dinlemek
yapımının durmasından öldürülmüşler de bunu duyan bilen pek inanmamış. Arı kovanına ellerini sokan Karagöz ve Hacivat kellelerinden olmuşlar. Adları şanları çok duyulmaya başlayınca Sultan Orhan bu idam kararından pişman olmuş, olmuş ama iş işten geçmiş. Hikaye de aslında burada başlamış. İnsan oğlunun binlerce yıldır sürüp giden hikayesi,
EDEBİYAT bu seferde perde üzerinde anlatılmaya başlanmış. Osmanlı’ da her sanat bir pîre dayandırılırdı. Gölge oyununun pîri de Şeyh Küşterî’ dir. Rivayete göre Küşterî Sultan Orhan’ nın üzülmemesi için Karagöz ve Hacivat’ ı yaşatmak adına deve derisinden yaptığı Karagöz ve Hacivat tasvirlerini gerisinde mum olan beyaz bir perde arkasında oynatmaya ve onları yakından tanıdığı şekilde konuşturmaya başlar. Hatta başka bir rivayette ilk ortaya çıkışta Şeyh Küşterî sarığını perde yapar ve çarıklarını eline takarak ışığın önünde onları Karagöz ve Hacivat gibi konuşturur; denir. Bu ve bunun gibi birçok rivayet vardır Karagöz ve Hacivat hakkında. Ama amaç bir ise amaca giden yolların farklılığı çokta önemli değildir nede olsa. Türklerin İslamiyeti kabulünden bu
yana halka kendi dilinde olmayan bu din bir çok şekilde a n l a t ı l m aya çalışılmıştır. 12. yy da Ahmet Yesevî ile ‘halk dilinde yazma’ gibi bir kavram girmiştir edebiyat dünyasına. Amaç halka islamı daha doğrusu İslam Felsefesi olan tasavvufu anlatmaktır. Yani hoş görüyü, iyiyi, doğruyu , Bir olanı vs.
Karagöz ve Hacivat’ ta bu yolda bir araçtır aslında. Karagöz ve Hacivat’ ın tasavvufla olan yakınlığı ilk Şeyh Küşterî’ ye dayandırılmasıyla başlar. Ama bu sadece görmeyen gözler, duymayan kulaklar için bir belgedir. Yoksa olan açıkça ortadadır. K ü ş t e r î b i l g i l i , mutasavvıf bir Türk b i l g i n i
idi. Bu Türk Şeyhi öğrencilerine dünyevî alemi anlatırken şöyle dermiş: Bir perdeyi göstererek; Bu perdenin dört köşesi vardır.Esasen dünyamızda dört köşeye dayanır.(…) Bu dört köşe dört kapıyı t e m sil eder: Marifet, hakikat, şeriat, tarikat kapısı… Bunlardan birincisi ilmi, ikincisi fazileti, üçüncüsü kanunları, dördüncüsü mürşidi ifade eder. Der. Daha sonra perdenin arkasından bir meşale yakar. Sağ elini perde ile meşale arasına koyar ve meşaleyi söndürür: Şu yanan meşale üfleyince görüyorsunuz ki sönüyor. İşte bu insanda ölüm neticesi kaybolan ruhtur. Meşale söner sönmez o cisim kaybolur. İşte insanoğlu bu perdedeki hayallerdir. Dünya kurulalı, ezelden ebele kadar bu hayaller o perdeden gelip geçeceklerdir. İşte hayat dediğimiz budur. Yalnız şunu bilin ki baki kalan perdedir. Demiştir.
15 15
EDEBİYAT İşte böyledir Küşterî ve Karagöz’ ün rivayet edilen hikayeleri. Bilge kişiler gerçekleri anlatmak için bir çok imge, iz bırakmışlardır. Unutulmak üzere olan Karagöz ve Hacivat sahnesi de bu izlerdendir. Hayal oyunu sanatının doğuşu, perdeye aksediş rivayetleri her ne kadar değişik olursa olsun gerçek olan Karagöz ve Hacı İvaz isminde iki insanın yaşamış olduğu ve onların sanat hayatından alınan ilhamla nesilden nesile halk arasında, halkın kendi içinden ve her devrin karakteristik olaylarından bir akışla zamanımıza kadar gelmiş
olan bir kültür ifadesidir. (Necla ÇARPAN- Karagöz ve Şeyh Küşterî) Gölge oyununda perdeye Hayal Perdesi denir ve dünyayı temsil eder. Işık
ruhtur. Kukla tasvirdir ve insanoğlunu temsil eder. Gölge oyununu oynatan kişiye ise Hayalî denir. Adı Hayalî'dir ama asıl gerçek O’ dur. Hakikat ondadır. Gerisi ise onun
bize kendini anlatma çabası… Tabi anlayana; anlamak isteyene. Karagöz oyunu çocukları eğlendirmek üzere sahnelenen basit bir oyun değildir kısacası. Bizlerin sadece Ramazan ayına hapsettiği `Karagöz`ün Osmanlı`nın son günlerine kadar her yaş grubuna hitap eder tarzda oynatıldığını söylemek gerekir. Oyun baştan sona felsefi bir mana taşımaktadır. Bunu perde gazellerinde açıkça dile getirir zaten Hayalî:
Evvela resmeylemiş resmeyleyen resmi zilal, Perde kurdum, şem’ a yaktım gösterem zıll ü hayâl. Fani dünya kesretine aldanıp etme cidal, Kainatın sırrını bilsin deyu ebvabı hal. Pirimiz Şeyh Küşteri talim etmiş perdede Ehli hal olanlar anlar, gayrıya bilmek muhal Bu ve bunun gibi birçok gazel tasavvuf ile ilişkilidir. Günümüzde baktığımızda ise ilk olarak bu sanatın komedi özelliği akla gelmektedir. Bu sanatı daha yakından tanıyanlar için var olan
ve hayal perdesine mal edilmiş tasavvufi özellikleri maalesef önemini yitirmiştir. Bizzat tasavvufun işlendiği perde gazalleri ise bunun en vurucu kanıtıdır. Perde gazalleri
ilahi aşkı terennüm eden, dünyanın geçici olduğunu söyleyen, yol gösteren, nasihat veren kısımlardır. Hayalî oyun başlamadan önce Hacivat’ı şöyle konuşturur:
Perde kurdum bezm-i irfana safa göstermeye Şem-a yaktım suret-i ibretnüma göstermeye Her dakika calib-i hayret menazır arzeder Bir temaşa hane-i ibretnümadır perdemiz Bu dört dizenin günümüz Türkçesine aktarımı şöyledir Perde kurdum bilmek isteyenlere bilgelik göstermeye Işık yaktım öğreten görüntüler göstermeye Her dakika şaşırtıcı görüntüler gösterir Öğreten bir seyirlik konutdur perdemiz 16 16
EDEBİYAT Yani Karagöz ve Hacivat oyunu seyredin, bilin, öğrenin diye başlar. Aslında dedim ya bu kanıtlar görmeyene, duymayana diye. Hayattır bu sahne, güler, bağırır, susar, sever, nefret ederler. Sırf bu nedenle komiktir aslında , kanıta gerek yok , gülüyorsa kendine gülüyordur seyirci. Neşeli olmak bir erdemdir, farkında
olmak ise en önemli bilinç halimizdir. Karagöz ve Hacivat bize ikisini bir arada yaşatarak hem gerçekçi hem sanatsal bir oluşum sunuyor. Asıl amaç halka ulaşmak olunca bize başka bir yoldan söyler perde, Mevlana’ nın söylediklerini. Eflatun’ da mağarada gölgeleri oynatmamış mıdır yüzlerce yıl önce. O’ da
Karagöz’ de bu dünyanın bir gölgeler alemi olduğunu işaret ederler. Başta dedik ya amaç aynı yollar değişse ne olur? Hayalî bir sahne kurar; biz ister oturur güleriz, ister ağlarız. Seçim hep bizim elimizde değil mi zaten? Görmezden gelebiliriz, ya da bu sese kulak veririz:
Sîreti sûrette mümkündür temaşa eylemek, Hâil olmaz ayn –i irfâna basîret perdesi. Kıssadan ârif olanlar hisse almaktır garaz, Karagözdür oynayan ammâ bu ibret perdesi Nazar kıl perde- i zıll- i hayale, ehl-ibret ol, Ne suret gösterir bu âlemi ayn-i basîret ol! GİZEM RÜZGAR KAYNAKLAR Türk Halk Edebiyatı El Kitabı- Anonim Halk Edebiyatı maddesi: Mehmet Aça – A. Müge Ecan Dünyada ve Bizde Gölge oyunu: Metin And 1977 Geleneksel Türk Tiyatrosu. Metin And 1969 Perde Gazelleri: Ünver Oral www. Karagozmuzesi.com
17 17
HALUK
,
SANAT
KÜRKÇÜOGLU
1818
SANAT
Kâtı:
Kagıt ,Bıçak ve Ask
Bu sayıda geleneksel sanatlarımızdan Kât’ı sanatçısı Haluk Kürkçüoğluyla röportaj yaptık.Kât’ı, kağıt ve deri üzerinde ince oyma sanatıdır. Güzel yazı ve motifleri oyarak başka bir kağıt veya madde üzerine yapıştırma diyede tanımlanabilir. Özellikle XIV. Yüzyıldan beri uygulanan deri oymacılığının etkisiyle ortaya çıktığı ileri sürülür. Kât’ı ayrı bir sanat kolu durumuna gelişi, XV. Yüzyıl ortalarına rastlar.
Kât’ı sanatı Herat’tan Tebriz’e geçmiş, Akkoyunlu Türkmenlerin eliyle Osmanlılar tarafından da benimsenmiştir. Topkapı Sarayı Kütüphanesi’ndeki Fatih Albümü’nde, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi’ndeki müzebbih ve hattat Gazneli Mahmud’un hazırladığı (1685) Tuhfe-i Gaznevi’de birçok örneklerine rastlanır. Kağıt ince oyma sanatına Kanuni Sultan Süleyman
Han döneminde büyük değer verilmiş, kât’ı kitaplar hazırlanmıştır. XVII. yüzyıllarda yetişen Bursalı Mevlevi Fahrettin Dede ve XVIII. Yüzyıldaki diğer sanatçıların ç a l ı ş m a l a r ı y l a geliştirilerek, yazı ç e k m e c e l e r i n i süsleyen manzaralar da yapılmıştır. Böyle tarihi bir geçmişi olan Kât’ı sanatıyla uğraşan Haluk Kürkçüoğluyla yaptığımız keyifli sohbete geçelim.
19 19
SANAT g e l i y o r . Kâtı ile tanışmanızın hikayesini a n l a t ı r m ı s ı n ı z ? Nuri Pınar Hoca ile Ebrû çalışıyorduk. Ege Üniversitesi’nde bir gün çalışma a t ö l y e s i düzenlendi; ona katıldık. Muhittin Tamay orda kâtı yapıyordu. Bana da sen de bir dene dediler. Böyle başladık. Kât’ı kelimesi nereden geliyor? Kat etmekten. Özellikle Osmanlı’ da kolaj denilen teknikle farklı kağıtlar kat kata yapıştırılırmış. Kelimenin özü buradan
20 20
Kimlerden ders aldınız? Ders almadım. Kâtı’ da belli başlı teknikler var. Yaptıkça eliniz meleke kesiliyor.
Kendinize özgü teknikler geliştiriyorsunuz. Türkiye’ de kâtı yapan kaç kişi var? Gerçek anlamda kâtı çalışanların sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Bir kâtı çalışması ortalama ne kadar zamanda bitiyor? Bir gün ile on bir ay arasında değişiyor. Günde iki saatten fazla kesince gözünüz ağrıyor. Uğraştığınız başka sanat dalı var mı? Bu sanat dallarının size bir katkısı var mı? Tabi ki. Tezhib , minyatür, resim, perspektif, teknik bilgiler, kağıt yapımı vs. geleneksel sanatlar içerisinde hepsi bulunur.
SANAT Kâtı Türk sanatı mıdır, başka yerlerde de yapılmış mıdır? Dünyanın her tarafında on yedinci yüz yılda yapılmıştır. Japonya’ da, Almanya’ da, İspanya’da yapılmış kâtı örnekleri vardır. Kâtının popüler o l m a m a s ı n ı n sebebi nedir? Günümüz insanının sabırsız olmasından kaynaklanıyor. Onlar zorluklar karşısında hemen pes ediyor. Kâtı çalışması yapabilme için gerekli malzemeler nelerdir? Nevreğen bıçağı denilen
bir bıçağımız vardır. Bıçaklarımızı kendimiz yaparız. Bunun dışında eğe, cımbız, kesim plastiği gerekir. Kâtı için kullanacağınız çizimleri nerden buluyorsunuz? Kâtı için özel tasarımlar hazırlatıyoruz. İyi kâtı kağıdı nasıl olmalıdır? Kaliteli olmalı, asit içermemelidir. 90 ile 120 gram arasında olmalıdır. Kâtı insana hangi erdemleri öğretir? Sabrı geliştirir, dünyaya bakış açınızı
genişletir ama önce bu işi sevmek lazım . Kâtı sabrı mı öğretiyor yoksa kâtı yapabilmek için sabır mı lazım? İkisi de! Kâtı yapmak isteyenlere ne ö n e r i r s i n i z ? Bir kere aşk yoksa yapmaları bir işe yaramaz. Çok çalışacaklar, bu işe zaman ayıracaklar. Sabır ve aşk varsa olur; Sabır ve aşk yoksa olmaz. Bu ikisi geleneksel sanatlarda olmazsa olmaz iki erdemdir. Teşekkür ederiz
Erkan Sihir
2121
ARAŞTIRMA
22 22
ARAŞTIRMA Hıdırellez; halk arasında yaygın inançlara göre, Hızır ve İlyas’ın bir araya geldiği günün hatırasına kutlanıp dileklerin dilendiği, ateşlerin yakıldığı ve bir çok geleneksel eğlencelerin düzenlendiği gündür. Hıdırellez sembol olarak doğanın uyandığı gün; yani yaz mevsiminin başladığı g ü n d ö n ü m ü d ü r. Hıdırellez kelime olarak ise Hızır ve İlyas kelimelerinin halk tarafından birleştirildiği söyleniş biçimidir. Hıdır yani ‘’El-hadır’’ Arapça yeşil dal yeşilliği çok olan yer anlamına gelir. Yani Hıdır ismi bir lakabdır. Hıdır’ın namaz kıldığı yerde yeşillikler bittiği söylenir. İlyas ise Kuran’da da adı geçen peygamber yani bir Nebi’dir. Sonsuzluğa ulaşan bu bereket sahibi
insanların birleştiği güne de onların adı verilmiştir. Hıdrellez günü, bugün kullanmakta olduğumuz Gregoryen takvimine göre 6 Mayıs, bizde eski olan ve Rumi tabir edilen Jülyen takviminde ise 23 Nisan gününe rastlamaktadır. 5-6 Mayıs; yaz dönümü yani doğanın uyandığı yeni bir dönemin başladağı gündür. Bu günde güneş Ülker Burcu’a girer ve yıldızlar için de yeni bir dönem başlamıştır. 7-8 Kasım ise kuzey yarım küre için yeni bir dönem yani kış dönümüdür. İlk çağlara bakıldığında, Mezopotamya, Anadolu, İran, Yunanistan ve hatta bütün Doğu Akdeniz çevresindeki ülkelerde bazı Tanrılar adına, bahar veya yazın gelişiyle ilgili bir takım törenlerin yapıldığı g ö z l e n m e k t e d i r. Hıdırellez de sadece bir kültüre göre verilen adlardan biridir. İslam Mitolojisi’ndeki inanışa göre Hızır’ın al yemenisiyle cüppesi vardır. Bastığı yerde çiçekler açar, doğa yeşillenir.
İslamileştirilmiş Eski İlkçağ Bitki Tanrısı olarak gösterilmiş, belli inanış ve uygulamalar geliştirmişlerdir. Hızır bitki tanrısı olarak adlandırılan bir semboldür. İhtiyacı olanlara yardım eder. Bereket sahibi ve mucizelerle doludur. İlyas ise bir peygamber (Nebi)’dir. İlyas Baal putuna ibadet edilen memlekete gönderilmiştir. Fakat kabul görmemiş bir peygamberdir. Tanrının buyruğunu anlatmakta başarılı olamamış, halk da tanrı tarafından 3 yıl kuraklığa mahkum edilmiştir. Daha sonra pişman olup İlyas peygambere inanmışlar ve ondan dua etmesini istemişlerdir. Fakat bu bereket ve bolluk dönemi uzun sürmemiş, eskisinden daha kötü hale gelmişlerdir. Bu kez ilyas yerine bir vekil bırakıp Allah’ın gönderdiği ateşten ata binerek, dönmemek üzere gökyüzüne yükselir ve sonsuzluğa ulaşır. İslami Mitolojiye göre Hızır ile İlyas aynı kişidir. Bunun sebebi Hızır bir lakab, İlyas ise bir isimdir. Hızır kelime olarak anlam içeriği olan bir isimdir. Çünkü İlyas peygamber bolluğun ve bereketin bir 2323
ARAŞTIRMA simgesi haline gelmiştir. Açıklamasını ise yılın belli dönemlerinde bir araya geldiklerini anlatarak yapmışlardır. Bu dönemlerin en önemlisi de hayatın yeniden canlandığı 6 Mayıs günü olmuştur. Hızır adındaki insan üstü varlık etrafında meydana gelen bu kült temel olarak Türkler dahil İslam toplumlarının yayıldığı coğrafyada ve tarihsel süreçte çok çeşitli kültür ve inanç sistemlerinin katkılarıyla müslüman toplum içindeki b a ğ d a ş l a ş t ı r ı c ı l ı k t ı r. Orta Asya’dan gelen Türkler kendi inanış ve gelenekleriyle gelmişler ve Anadolu’da da benzer kutlamalarla karşılaşmışlardır. Çünkü bu sembol doğanın yani Yasa’nın s e m b o l ü d ü r.
Bu duruma verilebilecek en iyi örnek Aziz Aya Yorgi (Saint Georges)’dur. Yeşil Yorgi diye de adlandırılan, Aya Yorgi hristiyan aleminin en saygın azizlerinden biridir. Kendisi ile ilgili hikayelerde tıpkı Hızır gibi uğradığı eve bereket ve bolluk getirdiği, kuru tahtaları, ağaçları yeşertip ulu ağaç haline getirdiği, hastaları iyileştirdiği hikaye edilir. Bu sembolleştirilmiş karakter adına yüzlerce kilise ve din okulu yaptırılmıştır. Tüm hıristiyan mezheplere seslenebilen bu güçlü şahıs Hıdır’la taban tabana aynıdır. Aya Yorgi; Hıristiyanlık öncesi (Hitit) Anadolu’sunun efsanevi tanrısının hıristiyanlaştırılmış şeklidir. Pur’illi tabletleri’nde de bu dönemde yapiılan
bahar törenlerinden bahsedilmiş ve bu kutlamaları Aya Yorgi için yapmaya başlamışlardır. Aya Yorgi Günü bugün Yunanistan’da kutlanılan günlerden biridir. Tarih yine 6 Mayıs’tır. Doğanın uyanışı bütün toplumlarda kutsaldır. Bir Kızılderili atasözü der ki; ''BAHARDA USUL YÜRÜ, ÇÜNKÜ DOĞA ANA HAMİLEDİR…'' Sonuç olarak; hıdırellez, yayıldığı coğrafyalarda insanların doğaya olan özlemlerini simgeler. Bu yüzden kültürlere çok çabuk uyum sağlayıp değişik geleneklerini içine almıştır. Hıdırellez doğanın döngüsünün, neşesinin, uyanışının, yani Doğanın, Yasa’nın bir sembolüdür. SEDA ÖZTÜRK
.
24 24
BİLİM
25 25
BİLİM
T
am küre şeklinde bir elma hiçbir zaman o l m ad ı . Yada tam koni şeklinde bir dağ,gövdesi tam silindir olan bir ağaç, dümdüz bir çizgide ilerleyen yıldırım yada tepsi gibi düz bir ova… Teknoloji geliştikçe doğayı anlayabilmek için yeni bir geometriye ihtiyaç duyulmaya başlandı. Çünkü Euclid geometrisi doğayı dümdüz çizgilerden, m ü k e m m e l dairelerden, düzgün konilerden yada silindirlerden meydana gelmiş gibi algılar. Bu durum tabii ki bazı durumlarda işleri kolaylaştırsa da bazı durumlarda doğru bilgi elde etmemize engeldir. Doğada var olan nesneleri bu soyut şekillerle idealleştirmek doğayı sınıflandırıp daha kolay anlaşılır hale getirmiştir belki, ama bu kolay anlaşılırlık, doğadaki karmaşıklığı, çeşitliliği, iç içeliği gözden kaçırmamıza ve de doğayı kolay anlaşılır kılmaya çalışırken onu
26 26
anlayamamamıza yol açmıştır. İşte bu yüzden yeni bir geometriye ihtiyaç duyuldu, bu yeni geometrinin adı “Fraktal Geometri”dir. Bu isim Fransız bilim adamı Benoit Mandelbrot t a r a f ı n d a n verilmiştir. “Fraktal” kelimesi Latince “fraktus (kırık taş)” kelimesinden gelir. Fraktal geometrinin yarattığı evren, dümdüz hatlara sahip olmayan; girintili çıkıntılı, kırık, bükük, birbirine girmiş, düğümlenmiş şekillerden oluşan bir evrendir. M a n d e l b r o t 2000 yıllık Euclid g e o m e t r i s i n i tahtından ettiğinde tabii ki ne matematikçilere ne de fizikçilere yaranabilmişti. Yeni bulduğu bu şekillere ‘’Fraktal’’ adını verdiğinde takvimler 1975’i gösteriyordu. Yani aslında hayli yeni sayılabilecek bir keşif. Mandelbrot, fraktal geometriye dair yayımladığı “İngiltere sahillerinin uzunluğu nedir?” başlıklı ünlü makalesinde, daha sonra fraktal
BİLİM geometrinin doğadaki diğer örneklerine yoğunlaşacak başka matematikçiler için yeni bir yol açıyordu. Özetle, Mandelbrot; ‘ B u l a c a ğ ı n ı z uzunluk pergelinizin uzunluğuna göre değişir. Eğer bir metre açıklığında bir pergelle ölçüyorsanız bir metrenin altındaki kıvrımlar ölçülmemiş olacaktır, eğer bir karışlık bir pergelle ölçüyorsanız bir karışın altındaki kıvrımlar yuvarlanmış o l a c a k t ı r . Ölçümünüzü ne kadar hassaslaştırırsanız bulduğunuz sonuç o kadar büyük olacaktır ve bunun sonu her bir kum tanesini ardı ardına ölçmeye kadar gidecektir.’ diyordu.
İşin ilginci, fraktal geometriyi bir kıyı şeridinin uzunluğunu ölçmek gibi makro bir düzeyde kullanabileceğimiz gibi, ince barsaklarımızın uzunluğunu ölçmek gibi çok daha mikro bir düzeyde de kullanabiliyor o l m a m ı z . F r a k t a l geometri, Euklid geometrisinden oldukça farklıdır. Euklid geometrisi,
sıfır, bir iki ve üç boyutlu geometrik şekillerle ilgilenir. Fraktaller ise, kesirli boyutlara sahip olmaları açısından, geleneksel g e o m e t r i d e n tamamen farklı bir yapıdadırlar. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Elimizde bir sayfa kağıt olduğunu ve bunun iki boyutlu olduğunu düşünelim. (Aslında kağıt, kalınlığı da olan üç boyutlu bir nesnedir ama, şimdilik kalınlıksız iki boyutlu bir yüzey düşünüyoruz). Kağıdı buruşturup sıkıştırdığımızı ve bir top haline getirdiğimizi varsayalım. Öyle ki bu iki boyutlu yüzeyi artık iki boyutlu olarak nitelemek gittikçe imkansızlaşıyor. Üç boyutlu olduğunu da iddia edemiyorsunuz, zira elinizdeki ne kadar buruşmuş olursa olsun, iki boyutlu bir yüzeydir aslında. Dolayısıyla, buruşma miktarı arttıkça, 2.05, 2.28, 2.4 gibi kesirli boyutlara sahip bir yüzey şekli elde etmeye başlarsınız. İşte fraktallerdeki kesirli boyut kavramı da buna benzer bir karmaşıklığın n e t i c e s i n d e ortaya çıkar. 27 27
BİLİM Aslında doğada hakim olan geometri de işte bu ‘fraktal g e o m e t r i ’ d i r. . . Fraktaller, kaosun resmi olarak da adlandırılan, k a r m a ş ı k matematiksel formüllere dayanan o l a ğ a n ü s t ü g e o m e t r i k b i ç i m l e r d i r. Fraktaller, kaotik f o r m ü l l e r i n bilgisayarlar marifetiyle defalarca (binlerce, bazen milyonlarca kez) tekrarlanması sonucu oluşturulan karmaşık biçimlerdir. Doğal biçim ve olaylarla da yadsınamaz bir takım bağlantılar içerirler. Kaotiktirler, çünkü biçimleri, kendilerini oluşturan formüllerin veya parametrelerin başlangıç şartlarına hassas olarak bağlıdır. Formüllerde çok küçük farka sahip iki başlangıç noktası, birbirinden çok farklı biçimleri üretebilir. Fraktallerin önemli bir başka özelliği ‘kendine benzerlik’ dediğimiz durumdur. Bunu aslında günlük hayatımızda da gözlemleyebiliyoruz. Bir ağacın köklerinin ve dallarının dallanma sistemi ile, dallardan çıkan küçük dalların, 28 28
bu dallardan çıkan yaprakların ve yapraklar üzerindeki damarlanmaların dallanma biçimleri benzerdir. Yani, dallanma örüntüsü, kendini değişik ölçeklerde, aynen olmasa da, tekrar eder.Daha çarpıcı bir örnek olarak, atom-altı düzeyi de düşünebiliriz. Bu düzeyde ulaştığımız mikro sistem, aynen uzay boşluğu gibi karanlık, ve çekirdek düzeyine oranlarsak çok büyük mesafelerle birbirlerinden a y r ı l m ı ş bileşenlerden (elektronlar protonlar vb.) oluşur. Bu da fraktallerin mikrokozmosmakrokozmos benzerliğini gösterir. Bilindiği gibi ince barsaklar 7 küsur metre uzunluğundadır ve Euclid geometrisine göre açıklayacak olursak daire kesitli bir şekli vardır. Ancak iç yüzeyi küçük küçük sivri üçgenimsi ovalli şekillerle doludur. O ince üçgenimsi ovalli şekillerinde üzeri aynı şekilde daha küçük üçgenimsilerle ve onların üzerleri de aynı şekilde daha küçüklerle…
BİLİM Ve bu 7 küsür metrelik barsağın alanı 500m2 yi geçer. Şimdi Euklid geometrisiyle hesap etmeye kalksakderdik ki, dairenin çevresini bulalım sonra onu barsak uzunluğu ile çarpalım.İyi ama içerideki o küçük minik üçgenler ne olacak? Sonuçta o üçgenlerde barsağın yüzey alanını o l u ş t u r u y o r l a r, yok sayamayız. İşte burada fraktal geometri devreye girer. Bu hesapta da üzerine ne kadar üçgenimsi ovalli şekil sığar ve onların da üzerlerine ne kadar daha küçükleri sığar sorusunun cevabını iki-üç aşamalı olarak cevaplar. Yani eğer bu soruyu klasik geometri ile cevaplayacak olsaydık gerçek değerin çok daha altında bir değer bulurduk… Aynı ölçümü a k c i ğ e r l e r i m i zd e k i bronşlar içinde kullanabiliriz… Kar tanelerinin kristal şekilleri kendi başlarına birer fraktaldır. Bir ağaç, bir gövdeye, onun üzerinde birkaç ana dala, her bir ana dalın üzerindeki daha ince
dallara ve onların da üzerinde bu şekilde çoğalan nice dallara sahiptir. Baktığınızda bu ağacın geometrisi bir kaos ve düzensizlik içindedir. Akarsular da yatakları boyunca kollara derelere çaylara ve daha küçük kanallara bölünür. Bir dere yada nehir tek başına incelendiğinde o da nice kollara ayrılır. Benzer durum vücudumuzdaki damar sisteminde de mevcuttur. Çöllerdeki kumların rüzgar nedeni ile aldığı şekiller ve sakin bir havada denizdeki dalgaların şekilleri de fraktal yapıya birer örnek olarak verilebilir. Sonuç olarak fraktal geometri doğaya dümdüz bakmamızı, farklılık ve detayları gözden kaçırmamızı engelliyor. Sırf bunun için bile saygıyı hak eden bir konu… KAYNAK Kaos, Yeni Bir Bilim Teorisi, James Gleick, Tübitak Yayınları, 1995 Raslantı ve Kaos, David Ruelle, Tübitak Yayınları, 1994 www.wikipedia.com
ÖZGÜR BENLİ 29 29
EDEBİYAT
URSULA LE GUIN
30 30
U
rsula Le Guin 1929 Kaliforniya’da antropolog bir baba ve yazar bir anneden dünyaya gelir. Radcliff ve Columbia Üniversiteleri’nde edebiyat eğitimi alır. 1950’lerde fantastik öyküleri yazmaya başlar fakat 1962’ye kadar yayınlanmaz. 1969’da yayınlanan “Karanlığın Sol Eli” isimli romanıyla Bilimkurgu’nun önemli ödülleri olarak bilinen Hugo ve Nebula ödüllerini aldıktan sonra ün kazanır. 1974’te yazdığı “Mülksüzler” en önemli bilimkurgu romanlarından sayılabilir. Fantastik romanları içinde en ses getireni ise “Yerdeniz”dir. Bir üçleme olarak başlamış, fakat son kitabın üzerinden geçen 18 yıl sonra yazar “Düşlemekten vazgeçemediği bir düş olduğu” için seriye dördüncüyü ve 11 yıl sonra da bir beşinci kitabı eklemiştir. Burada yazara hak vermemek mümkün değil çünkü Yerdeniz gerçekten düşlemekten vazgeçmek istemeyeceğiniz bir yer… Batı’da Ejderhalar Diyarı’ndan Doğu’da Kargad Diyarı’na uzanan büyücüler, ejderhalar ve insanların yaşadığı uçsuz bucaksız bir dünya. Bu dünyada yaşananlar bir masalmış gibi de okunabilir, gerçek hayatın
EDEBİYAT bir izdüşümü gibi de… Yerdeniz’in yaratıcısı Ursula Le Guin bu mekânı, bu mekândaki kuralları, bu mekânda yaşayan varlıkları imgeleminde yaratırken her ne kadar fantastik unsurlardan faydalanmış olsa da kitaplarını okurken bu unsurların birer masal kahramanı değil ama tek bir kişinin kendi kişiliğindeki farklı katmanlar olarak okunabileceğini fark ediyorsunuz. Ursula’yı okumanın en heyecan verici yanı, yaşattığı sanki şu an yaşadığımızdan çok farklı yaşamlar varmış hissi. Bu his bir yandan da Ursula’yı okumanın en huzur verici yanı; yani yarattığı dünyanın bir düş olduğunu bilmek… Bu düşsel dünyada yaşanan maceralar ve girişilen savaşlar, bizim dünyamızda kendi benliğimizde yaşadığımız macera ve savaşlara denk düşüyor. Yazarın ilk kitabı Yerdeniz Büyücüsü’nde anlattığı da zaten en büyük maceramız; “Büyümek”. Büyümek, insanın kendi içinde çıkması gereken, uzun ve çaba gerektiren bir yolculuk. Kitabın kahramanı Çevik Atmaca da büyümek için bu zorlu yola çıkıyor, Yerdeniz evrenindeki kuralları öğrenip kendini bulmak için. 31 31
EDEBİYAT Yerdeniz serisinin en belirleyici özelliği de her kitabın bir değişimi, bir süreci anlatıyor olması. İlk kitap olan “Yerdeniz Büyücüsü” insan yaşamının ilk ve en önemli sürecini, büyümeyi anlatıyor. İkinci kitap “Atuan Mezarları” nın teması cinsellik, “En Uzak Sahil” isimli üçüncü ve son olarak tasarlanmış kitabın teması ise ölüm. Üçüncü kitabını yorumlarken yazar, ilk iki kitaba göre daha dağınık ve eksik bulduğunu çünkü ilk iki kitapta bildiği ve yaşadığı şeyleri anlatırken bu kitapta bilmediği bir şeyi anlatmaya çalıştığını yazmış. Belki de bu yüzden dördüncü kitabı “Tehanu”, ölüm temasını devam ettiriyor ve beşinci kitap “Yerdeniz Öyküleri” ile Yerdeniz’in çeşitli coğrafyalarında geçen benzer olaylarla yazar hem Yerdeniz’le hem de belki kendisiyle olan hesaplaşmasını bitiriyor. Türkçe’de
LeGuin
•ÖtekiRüzgâr (The Other Wind), 2004 •Yerdeniz Öyküleri (Tales from Earthsea), 2001 •Tehanu (Tehanu), Ocak 1996 •En Uzak Sahil (The Farthest Shore), Temmuz 1995 32 32
•Atuan Mezarları (The Tombs of Atuan), Nisan 1995 •Yerdeniz Büyücüsü (Wizard of Earthsea), Eylül 1994 Metis, Çeviri: Çiğdem Erkal İpek •Uçuştan Uçuşa (Changing Planes) Metis, 2004 Çeviri: Çiğdem Erkal İpek •Başka Bir Yer, K Kitaplığı, 2002, Çeviri: Cem Akaş •Hep Yuvaya Dönmek (Always Coming Home), Ayrıntı, 2002, Çeviri: Cemal Yardımcı •Bağışlanmanın Dört Yolu (Four Ways to F o r g i v e n e s s ) , Metis, 2001, Çeviri: Çiğdem Erkal İpek •Kadınlar Rüyalar E j d e r h a l a r (Makaleler), Metis, 1999, Çeviri: Deniz Erksan •Dünyaya Orman Denir (The Word for World Is Forest), Metis, Eylül 1996, Çeviri: Özlem Dinçkal •Rocannon’un Dünyası ( R o c a n n o n ’ s World), Metis, 1995, Çeviri: Tuba Çele
EDEBİYAT •Her Yerden Çok Uzakta (Very Far Away from Anywhere Else), İmge Kitabevi, 1995, Çeviri: Semih Aközlü •Başlama Yeri (The Beginning Place), İletişim Yayınları, Haziran 1995, Çeviri: Can Eryümlü •Balıkçıl Gözü (The Eye of the Heron), Metis, Haziran 1995, Çeviri: Tuba Çele •Hayaller Şehri (City of Illusions), (Yeni baskısı Yanılsamalar Kenti adıyla yapılmıştır), İmge Kitabevi, 1994, Çeviri: Meltem Tayga •Karanlığın Sol Eli (The Left Hand of Darkness), Ayrıntı Yayınları, Ekim 1993, Çeviri: Ümit Altuğ
The Tombs of Atuan bir kitapta toplanmış), Ne Yayınları, Ekim 1992, Çeviri: Barış Karaoğlu, Gülsüm Ramazanoğlu •Gülün Günlüğü (The Wind’s Twelve Quarters ve The Compass Rose’dan alınan öyküler), Ayrıntı Yayınları, Mart 1992, Çeviri: Ümit Altuğ •Mülksüzler (The Dispossessed: An Ambiguous Utopia), Metis, Ocak 1990, Çeviri: Levent Mollamustafaoğlu •Sürgün Gezegeni (*), İthaki, Ağustos 1999, Çeviri: Ayşe Gorbon Kaynakça: http://tr.wikipedia.org/ wiki/Ursula_K._Le_Guin http://en.wikipedia.org/ wiki/Ursula_K._Le_Guin GÜNEŞ
TEPECİK
•Atmacanın Türküsü (Wizard of Earthsea ve
33 33
KİTAP
Tübitak, Haziran 2003 Jared Diamond Yazar Jared Diamond’ın ilk bölümde ortaya koyduğu üzere kitabın amacı, insanlık tarihini başlangıcından itibaren ele alarak farklı kıtalardaki gelişme hızlarını etkileyen dışsal faktörleri objektif bir şekilde ortaya koymak. Bu amaçla kitap çok basit gibi görünen bir soruyla başlıyor: Neden Avrupalılar Amerika’yı keşfetti de Amerikalılar Avrupa’yı keşfetmedi? Fakat cevap o kadar da basit değil. Gerçek nedenleri anlamak için insanlık tarihinin başlangıcına kadar inmek gerekiyor. Bunun için yazar, 7 milyon yıl öncesi ile M.Ö.11000 yılları arasında farklı kıtalardaki insanın gelişimine kısaca göz gezdirip başlangıç noktası olarak M.Ö. 11000 yılını alıyor. Buna sebep olarak da bu tarihte dünyada birkaç bölgede köy hayatının başlamış olması, insanların en son yerleşildiği düşünülen Amerika kıtalarına kadar yayılmış olması, Pleyistosen bölüm ve son Buzul Çağı’nın sona ermesi ve jeologların Dördüncü Dönem dediği dönemin başlamış olması olarak gösteriliyor.
34 34
KİTAP
F
osil örnekleri, insanlığın ilk ortaya çıkışından ya k l a ş ı k 7 milyon yıl sonra, M.Ö. 50000 yıllarında gelişiminde büyük bir ivme gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu gelişimi gösteren en önemli kanıtlar ise M.Ö. 50000 ve sonrasına ait birörnek taş aletler, süs eşyaları, bugünkü insanların iskeletlerine benzer iskelet yapısı, olta, dikiş iğnesi, çuvaldız vs. olarak kullanılan kemik aletler, ok ve yaylar, evler, giyecekler ve sanat ürünleri. Bu olguya “Büyük Sıçrama” adı veriliyor. Kitapta Büyük Sıçrama’nın nedenleri de tartışılıyor ve her ikisi de insanlığın gelişmesinde dilin gelişiminin önemine vurgu yapan aşağıdaki olası nedenler öngörülüyor: •Gırtlağın gelişmesi sonucu insan y a r a t ı c ı l ı ğ ı n ı n etkinleşmesinde büyük rol oynayan dilin anatomik temelinin atılması •Beynin büyüklüğü d e ğ i ş m e d e n örgütlenişinde meydana gelen bir değişikliğin çağdaş dillere temel oluşturması Y i y e c e k Üretimi ve Evcil Hayvanların Önemi
Yiyecek üretiminin ilk başladığı yerler: İran, Irak, Meksika, Andlar, Çin’in bir kısmı ve Afrika Sahel kuşağı Büyük sıçramanın ardından avcı / toplayıcı olarak yaşayan insan topluluklarından bazıları farklı zamanlarda yiyecek üretimine geçmiştir. Bunların bazıları, örneğin Avustralya yerlileri yiyecek üretimine hiç geçmedi, bazıları bağımsız olarak geçti, bazılarıysa komşularından öğrendi. Yiyecek üretiminin önemi tüfek, mikrop ve çeliğin gelişmesinin dolaylı ön koşulu olmasından gelir. Çünkü eşit şartlar altında tüketilecek kalorinin miktarı bakımından yiyecek üretimi avcı / toplayıcılığa göre çok daha yukarıdadır ve tüketilecek kalori ne kadar fazlaysa nüfus da o kadar fazladır. Nüfusun fazlalaşmasının ne gibi etkileri olabileceğini ileriki
sayfalarda göreceğiz. Yiyecek üretimi kadar önemli bir diğer etken ise evcil hayvanlardır. Evcil hayvanlar, et, süt olarak doğrudan, gübre ve enerji kaynağı olarak yiyecek üretimine katkı sağlayarak ve taşıt aracı ya da askeri bir araç olarak kullanılmıştır.
Y i y e Üretimine
c
e k Geçiş
Yiyecek üretiminin ilk olarak İran, Irak, Meksika, Andlar, Çin’in bir kısmı ve Afrika Sahel kuşağında başlamıştır. Yiyecek üretimini iki şekilde başka bölgelere de yayılmıştır. Bunlar: •O yöre insanlarının çiftçiliğe başlaması ile Örn: Mısır, Atlas Okyanusu kıyıları
35 35
KİTAP •Başka bir yöreden gelen çiftçilerin o yöredeki yerlilerin yerini alması ile (daha hızlı üreyerek, öldürerek, yerinden kovarak vs.) Örn: Kaliforniya, Avustralya, Sibirya Yiyecek Üretimine Geçişin Olası S e b e p l e r i : •Yaban yiyecek bulmanın güçleşmesi •Evcilleştirilebilir yaban bitkilerin daha çok bulunur hale gelmesi •Teknolojinin gelişmesi •Nüfus yoğunluğunun artması (Kendi kendini hızlandıran süreç) •Sayısal üstünlükle avcı / toplayıcıların yerine geçilmesi Yiyecek Geçişin
Üretimine Sonuçları:
•Zaten sayıca fazla olan topluluklar kendileri yiyecek üretimine geçti. •Sayıca fazla olmayan topluluklar yiyecek üreticileri tarafından yok edildi. •Güçlü coğrafi ve ekolojik engeller göç ya da yiyecek üretimini engelleyince avcı / toplayıcılar yakın zamana kadar varlıklarını sürdürebildi. Bazı bölge halkları neden bitkileri evcilleştirmeyi b a ş a r a m a d ı ? •İklim uygun 36 36
ve iklime bitki örtüsü:
Akdeniz iklimi uzun ve kurak bir mevsime dayanabilen, yağmurlar başlayınca hemen büyüyen tek yıllık bitkilere olanak verir. Kuraklığa dayanıklı bitkiler oldukları için uzun süre depolanabilirler. Ayrıca fazla büyüyemediği için tüm enerjilerini büyük tohumlar vermeye harcarlar. Bu tohumlar dünyadaki 12 temel tarım ürününün 6’sı oluşturur. Buna karşılık yağışlı bir iklimde daha çok odunsu bitkiler yetişir, bunların çoğunun gövdesi yenmez ve tohumları da depolamaya uygun değildir. •Yaban ataların zaten bol ve verimli olması, çok genetik değişiklik gerektirmemesi: Yaban buğdaydan tarım bitkisi olarak yetiştirdiğimiz buğdaya geçişte genlerde tohumların saçılmasını engelleyen bir mutasyonun oluşması yeterliydi. Fakat Amerika kıtalarının en önemli bitkisi olan mısırın sadece birkaç santimetre uzunluğunda olan yaban halinden şimdiki haline gelmesi için pek çok genetik değişiklik yaşaması gerekiyordu. •Erdişi ç o k
l
bitkilerin u ğ u :
İyi mutasyonun nesiller boyunca devam
etmesine olanak sağlar. Yiyecek üretiminin ilk ve en verimli şekilde ortaya çıktığı Batı Avrasya Akdeniz iklim kuşağının diğer Akdeniz iklim kuşaklarına göre üstünlükleri bulunur. Bunlar: •En geniş Akdeniz iklim kuşağı olması: Yüksek bitki ve hayvan çeşitliliğine sahip olmasını sağlamıştır.
• M e v s i m d e n mevsime ve yıldan yıla en değişken Akdeniz iklimi olması: Bütün değişikliklere uyum gösterme yeteneği geliştirmek zorunda olan tek yıllık bitkilerin gelişmesine olanak sağlamıştır. Bu iki sebebin doğrudan bir sonucu; en büyük tohumlu 56 bitkinin 32 tanesinin yaban atasının Batı Avrasya Akdeniz iklim
kuşağında
gelişmesidir.
Canlı çeşitliliği yükseltiye bağlı olarak da artmıştır. Farklı yükseltilerde yetişen bitkilerin hasat zamanlarının da farklı olması çiftçiliği k o l a y l a ş t ı r m ı ş t ı r.
büyük memelilerin diğer kıtalara göre daha fazla çeşitliliğe sahip olmasıydı. En önemli 5 evcil memelinin 4’ü (koyun, keçi, domuz ve inek), 8 temel bitkiden 6’sı (çift sıralı buğday, teksıralı buğday, arpa, mercimek, bezelye, nohut, acı burçak ve keten) Batı Avrasya’da evcilleştirildi.
Tüm bu sebeplerin ortak bir sonucu da evcilleştirmeye aday
Bütün bu etkiler sayesinde Batı Avrasya iklim kuşağı,
•Çok çeşitli yükseltiler ve yüzey şekillerine sahip olması:
37 37
KİTAP (ya da Bereketli Hilal’de) güçlü ve dengeli bir biyolojik paket sunuyordu. Bu paket Bereketli Hilal’in ilk çiftçilerinin karbonhidrat, protein, yağ, giyecek, yük taşıma ve ulaşım gibi ihtiyaçlarını gideriyordu. Mezoamerika’da ise bunun tam tersi bir durum söz konusuydu. Bu bölgede evcilleştirilebilecek sadece iki hayvan bulunuyordu. Bunlar da inek, koyun, keçi ve domuzlar ile yarışamayacak olan köpek ve hindiydi. Başlıca besin kaynağı olan mısır ise evcilleştirmesi çok zor bir bitkiydi. Bu nedenle Bereketli Hilal’de tarım ve hayvancılık M.Ö. 6000 yılında başlarken Mezoamerika’da M.Ö. yaklaşık 1500 yılına kadar başlayamadı.
Hayvanların Evcilleştirilmesi Kitapta, hayvanların evcilleştirilmesi ise Tolstoy’un ünlü romanının ilk cümlesi ile anlatılabilecek bir ilkeyle açıklanmaya başlamış. Anna Karenina ilkesi: “Mutlu ailelerin hepsi birbirine benzer; mutsuz ailelerin mutsuzluğuysa kendine özgüdür.” Bunu evcil hayvanlara uyarlarsak, şöyle söylememiz gerekir. 3838
“Evcilleştirilebilen hayvanların hepsi birbirine benzer; her evcilleştirilemeyen h a y v a n ı n evcilleştirilememe nedeni farklıdır.” Evcilleştirilebilen hayvanların ortak özellikleri:
mahremiyet duygusu ya da kendi bölgelerine yabancıları almama güdüsü nedeniyle evcilleştirilememiştir. (Örneğin, Andlar’da yaşayan bir çeşit yaban devesi olan vikunya)
• B e s l e n m e v e r i m i : Yenilen şeyin biyokütlesinin bunu yiyen canlının biyokütlesine dönüşmesinde verim %10’dur. Örneğin, 500 kg’luk bir inek yetiştirmek için 5000 kg mısır gerekir. Fakat 500 kg’luk bir etobur yetiştirmek için 50000 kg mısırla beslenmiş 5000 kg otobur gerekir. Bu yüzden evcilleştirilmiş hayvanların hepsi de otoburdur. ( Bir istisna olan köpek hem etobur hem otoburdur.) •Büyüme
hızı:
Çok et verebilecek olmasına rağmen büyüme hızları çok yavaş olan goril ve fil gibi hayvanlar e v c i l l e ş t i r i l m e m i ş t i r.
KITALARIN A •Kötü huyluluk Örnekler: Afrika mandası, Afrika’da her yıl aslanlardan daha fazla insan öldüren gergedanlar, zebralar •Korku ve telaş eğilimi
•Bir yere kapatarak y e t i ş t i r m e n i n z o r l u k l a r ı : Bazı hayvanlar
Tehlike karşısında bazı hayvanlar diğerlerine göre daha çok korku ve
KİTAP telaşa kapılarak kaçma eğilimi gösterirler. Bu hayvanlar kapalı bir yere konduğunda teleşa kapılarak oradan çıkmaya çalışırken kendilerine zarar verirler. Buna örnek ceylanlardır.
• A v r a s y a ’ n ı n sahip olduğu geniş topraklarda iklim ve bitki örtüsü çeşitliliğinin de fazla olması •Pleyistosen Bölüm’ün sonunda (yani buzların eriyip insanların ortaya çıktığı zaman) büyük bir dalga halinde soylar tükenirken evcilleştirme adaylarının çoğunu kaybeden kıtaların Avrasya değil, Avustralya ve Amerika olması •Avrasya’da hayatta kalmış türlerin daha büyük bir yüzdesinin evcilleştirmeye uygun çıkması
Kıtaların Ana Eksenlerinin E t k i s i
ANA EKSENLERİ •Toplumsal yapı Toplumsal hayvanlar güdülenmeye yatkındır. İçgüdüsel olarak bir önderin peşinden giderler. Buna örnek at, koyun, keçi gösterilebilir. Evcilleştirebilir hayvanların sayısının Avrasya’da daha çok olmasının nedenleri:
Yiyecek üretimi, hayvanların evcilleştirilmesi kadar bunların yayılma hızları da farklı kıtalardaki tarihsel gelişimi etkilemiştir. Yayılma hızını belirleyen en önemli etken ise kıtaların ana eksenlerinin durumudur. Aynı enlem üzerindeki bölgeler iklim, bitki örtüsü, canlı varlığı, hasatlıklara gösterilen direnç açısından benzerlik gösterir. Amerika kıtaları ve Afrika sahip olduğu Kuzey -
Güney ekseni nedeniyle Doğu - Batı eksenine sahip Avrasya’ya göre şanssızdır. Afrika’da orta tropikal iklim kuşağı kuzeyde evcilleştirilmiş olan bitkilerin güneye yayılmasına olanak vermemiştir. Bu nedenle şimdinin en verimli tarım bölgelerinden olan Güney Afrika’nın Cape Town bölgesine tarım ancak sömürgecilerin gemileriyle taşınan tohumlarıyla gelmiştir.
M i k r o p l a r ı n Ortaya Çıkışı Bütün bu gelişmeler bazı ölümcül yan ürünlerin ortaya çıkmasına da neden olmuştur. Bu yan ürün yakın tarihimizde savaşlardan daha çok can almış olan mikroplardır. Mikropların gelişmesinin nedenleri ise: •Nüfus artışı •Yerleşik hayat •Tarım (Gübrekullanımı, depolara dadanan k e m i r g e n l e r ) •Evcil hayvanlar Şu an çok aşina olduğumuz bulaşıcı hastalıklara neden olan mikropların kökenleri bizim gibi toplumsal yaşam süren diğer hayvanlardır. Kızamık, tüberküloz, çiçek, mikrobunun kökeni sığır, boğmacanın kökeni domuz ve köpek, gribin kökeni ise domuz ve ördektir. 39 39
KİTAP
Teknoloji ve T o p l u m s a l Sistemlerin Evrimi
toplumların bir toplum mucitlerin
fazlalığı, içindeki fazlalığı)
bilgiler ışığında her kıtanın tarihsel gelişimi kısaca ele alınmış.
İcatların yayılma şekli:
Karmaşık toplumsal sistemlerin oluşması:
Sonsöz kısmında ise yazar, her ne kadar oldukça ayrıntılı ve ikna edici bir şekilde görüşlerini aktarsa da kendisi de halen cevap bekleyen kimi sorularının bulunduğunu ve bunların belki de başka bir (ya da birkaç) kitabın konusu olduğunu belirtmeyi de ihmal etmemiş.
•İcadı gören ya da duyan toplumların alması •İcadı yapan toplumun diğeri karşısında güçlü duruma geçerek onun yerini alması T e k n o l o j i n i n gelişmesindeki e t k e n l e r : •Yerleşik hayat sayesinde edinilebilen taşınamaz mülkler •Yiyecek üretmeyen u z m a n l a r ı n ortaya çıkması •Coğrafi ve çevresel engeller bulunmaması ( teknoloji değiş- tokuşu) •Nüfus (birbiriyle rekabet eden
Nüfus
artışıyla
gelen;
•Çatışmaların artışı •Hep birlikte karar vermenin olanaksızlığı •Ekonomik kaygılar •Nüfus yoğunluğu
Neden-Sonuç Zinciri Şeması Kitabın 96. sayfasında yer alan Şekil 4.1’te yukarıda anlatılan neden- sonuç ilişkisi kısaca aşağıdaki gibi özetlenmiş. Kitapta tüm bu neden - sonuç zinciri ilişkileri ayrıntılı olarak incelendikten sonra son kısımda bu
Sonuç olarak kitap, dünya tarihi ya da insanlık tarihine merak duyanlar için belki de bildiğimiz ama harmanlamadığımız bazı bilgileri sentezlemek ve yeniden yorumlamak için önümüze bir kapı açıyor.
GÜNEŞ TEPECİK Doğu-B atı eks eni
T E ME L NE DE NLE R
Ç ok s ayıda uygun yaban tür
T ürlerin kolayca yayılmas ı
E vcilleş tirilen pek çok bitki ve hayvan türü
Y iyecek fazlas ı, yiyecek depolama
B üyük, kalabalık, yerleş ik, katmanlı toplumlar
T eknoloji
DO Ğ R UDAN NE DE NLE R
40 40
atlar
T üfekler Ç elik kılıçlar
O kyanus aş an gemiler
S iyas al örgütlenme yazı
S algın has talık
NOSTALJİ
41 41
EDEBİYAT
''Gel vatandaş gel,canlı canlı,taptaze balığa gel,derya kuzusu bunlar'' diye çığırır,balıkçılığa soyunmuş Tipitip. Bir müşteri yaklaşır,şöyle bir bakar balıklara ve der ki:''Ne canlısı yahu,balıklar su üstünde sırtüstü duruyor!'' Tipitip cevabı yapıştırır:''Ben balıkçıyım abicim,yüzme stillerinden anlamam:) '' Tipitip nedir? veya kimdir? 1974 yılında karikatürist Bülent Arabacıoğlu’nun ellerinden hayat bulan Tipitip,hayatın her alanında,her şart ve koşulda,durumda;durumdan espri çıkarmayı kendine görev edinmiş bir süper kahramandır bir bakıma... Daha sonra gördüğü olağanüstü ilgi üzerine çizgi filmi çekilen Tipitip,bu kez büyük usta Şener Şen’in sesiyle sürdürdü,gönüllerde ki tahtlarda oturma eylemini. Uzun burunlu,büyük gözlüklü,yuvarlak şapkalı ve papyonlu kahramanımızın görünümüde zamanla değişmiş ve papyonun yerini kravat almıştır. Yerde görsek eğilip almaya üşenip yerde kaderine terk edeceğimiz bir paraya,bize birbirinden güzel maceralarını okutup,yetmezmiş gibi birde ciklet hediye edecek kadar da cömert ve bonkör bir kahramandır:)
42 42
EDEBİYAT
Pek çok kahramanın aksine evli ve çocukludur Tipitip. Eşi Tipitoş ve kızı Tipicikle beraber geçinip gitmektedir. Birde köpekleri Tipitop’u unutmamalı tabi:) Bu sevimliler sevimlisi kahramanımızın kusurları da vardır tabi. Sakar ve beceriksizdir. Evin duvarının sıvası dökülmüş,gayrı tuğlası görünen bölümünü onarması konusunda yine eşi Tipitoş’un dırdırına maruz kaldığı bir gün Duvarın o bölümüne çerçeveyi kondurup; ''Hanım bak ne güzel,resim gibi durdu,böyle daha güzel,kalsın.'' Diyecek kadar da tembel ve üçkağıtçıdır:) Yada kaleciliğe soyunduğu bir macerasında,aldığı transfer ücretinin yarısıyla başka bir kaleci tutup,kendisi kalenin yanında gazozunu yudumlayıp maçı izliycek kadar tembel ve üçkağıtçı:) İşimizi yapmaktan çok baştan savma,savsaklama,yarına bırakma vb yöndeki gayretkeşliğimiz ve yine bu yönde ki şeytanın aklına gelmiycek buluşlarımızı göz önüne alıcak olursak; Hepimiz Tipitip’iz:) Bir yönü hariç yine tüm yönleriyle içimizden biri Tipitip... Özellikle 80’ler çocukluğuna denk gelmiş kuşağın belleğinde,güzel kokulu ve tatlımı tatlı bir cikletten çok,şirin mi şirin,komik bir “karakter” olarak yaşamasında başlıca etken bu olsa gerek:) Ama ne demiştik? bir yön hariç. Yani onunla bizim aramızda bir fark var:) Ne ölçüde tebessüm yaratabiliyoruz eylemlerimizle yüzlerde? söylemlerimizle gözlerde? üzmenin ve kırmanın baskın çıkma,somurtmanın ağırlık ve ciddiyet,ağlatmanın güç ve kudret ifadesi sayıldığı bir yerde... Suya yazılır günlerimiz,Tipitip bugün bu yere. Ve yaşamaya devam edecek Tipitip,hiç olmadı içimizde:) Neşeyle ve sevgiyle... ULAŞ CAN
43 43
GEZİ
AYVALIK
ADALAR DİYARI
44 44
GEZİ
Süregelen ilginç tarihi, asırlar boyunca coğrafyasına sİnmİş... Oya oya İşlenmİş yapılarına... Her evİnde ayrı bİr hİkaye... Her hİkaye de hüzün de var sevİnçte, çoşku da... Başlagıçta ve o başlangıçların sonlarında... 4545
GEZİ kiye arasında nüfus değişiminin başlangıcı olmuştur. Dünya tarihinde başka bir benzeri bulunmayan Mübadele uygulaması için Türk ve Yunan hükümetleri arasında 30 Ocak 1923 tarihinde protokol imzalanmıştır. Mübadele sonucunda Ayvalık bölgesine Girit, Rumeli ve Midilli Adası’ndan Türkler gelmiştir. Cunda Adasına ise Midilli ve Girit’ten gelen Türkler yerleştirilmiştir. Ayvalık’a bu dönemde Midilli, Girit ve Rumeli şehirlerinden toplam 14.971 kişi getirilmiştir.
Eğer gözleriniz yeni güzelliklere özlem duyuyorsa, ruhunuzun dinginleşmeye ihtiyacı varsa, doğayla bütünleşmek istiyorsanız mutlaka Ayvalık’ı gezmeli ve yaşamalısınız. Zeytinin, imbatla gelen denizin ve yosunun kokusunu içinde barındıran Ayvalık’ı size tanıtmak istiyorum. Balıkesir ilinin ilçesi olan Ayvalık, ilin Ege Denizi sahil kısmında yer almaktadır. Ayvalık ilçesi Ege denizinin kuzey kesiminde yer alan 285 46
km² lik bir alan üzerine kurulmuştur. E–24 Karayoluna 3 km mesafede bulunan Ayvalık Balıkesir’e 127 km İzmir’e ise 156 km uzaklıkta yer alır. 13 Ekim 1922 tarihinde imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması Yunanistan ile Tür-
GEZİ
Değişik dönemlerde farklı kültürlerin yaşadığı ilçede bu kültürlerin de etkisi ile karma bir kültür oluşmuştur. Tarihte eşi ve benzeri olmayan mübadelenin de etkisiyle kültürel olarak Midilli, Girit ve Batı Trakya kültüründen e t k i l e n m i ş t i r.
Yunanlı yazar Yorgi Sakkari’nin “Ayvalık Tarihi” isimli kitabında, buraya gelenlerin Midilli Adasının Türkçe “Balçık” Rumca “Kidonie”
olan “Ayfada” (Ayvada) g ö s t e r i l m e k t e d i r.
Adının nereden geldiğine ilişkin kesin bir kayıt yok. Fakat bu konuda farklı görüşler vardır. Ayvalık tarihi üzerine araştırmalarıyla bilinen
isimli kasabasından geldikleri ve buranın isminin buradan esinlenerek “Kidonie” konulduğunu yazar. Mübadele döneminde Ayvalık’tan ayrılan Kukunara’nın Eolya’nın Başkenti Ayvalık isimli kitabında ismin kaynağı olarak bir midye türü
Fransız tarihçi Raffanel’in “Ayvalık” adlı kitabında ise ismin, zamanında bölgede bol olan Ayva ağaçlarından geldiği yazmaktadır. Bu iddia bir türlü doğrulanamamış ve hep bir zamanlar var olan Ayva ağaçları olarak kalmıştır. Ayvalık, deniz ve doğa harikası olmasının yanı sıra aynı zamanda; dar sokakları, 3 katlı taş ve ahşap işçiliği ile her ayrıntısında bir başka nostalji kokan evleri, ibadethaneleri, tarih ve arkeolojik değerleri b a r ı n d ı r m a k t a d ı r. 47
GEZİ
ŞEYTAN SOFRASI
A y v a l ı k ’ a gittiğinizde mutlaka Şeytan Sofrası’na gitmenizi öneririm. Demir bir kafes içerisinde Şeytana ait olduğu söylenen bir ayak izinden dolayı “Şeytan Sofrası” adını almıştır. Deniz, koylar ve çamlıklar ayaklarınızın altında kalır. Özellikle gün batımını izlemek için 48
yerli ve yabancı turist akımına uğramaktadır. Gün batımının yanı sıra doğanın saklı güzelliklerini yaşarken her anı güzelleştirmeye yönelik bir adım atarak doğayla içiçe olabilir, Ayvalık’ın güzelliklerini kuşbakışı izleme imkanına sahip olabilirsiniz.
esen rüzgarla akılları başlarına gelenler tekrar halkın arasına karışırlar, akılları başlarına gelmeyenler ise biraz daha manzara seyredip rüzgar sesi dinlerlermiş.
Güzelliklerden birisi de Taşlı Manastır’dır.
Çam ve zeytin ağaçlarının doğa ve denizle buluşmasını görmek istiyorsanız, mutlaka Alibey (Cunda) Adası’nı gezmeli ve yaşamalısınız.
Çamlık koyunun hemen karşısında yer alan ada eski dönemlerde psikoterapi merkezi olarak kullanılırmış. İçkiyi fazla kaçıranları yada ruhsal bozuklukları olanları getirip adaya bırakırlarmış, doğal güzellikler ve kayalıklardan sert
Cunda Adası, Tavuk Adası ve Çamlık koyunun panoramik görüntüsüne hakim olan adada küçük bir manastır bulunmaktadır.
Ada küçük tepeciklerle b e z e n m i ş t i r. . . Her tepecikte ayrı bir panorama... İçiçe kucak kucağa koylar, boğazlar, yeşilin
GEZİ ve mavinin her tonu ayrı bir sarhoş eder insanı...
kokusunu alacakınız. Bugünkü dünyanızda geçmişe dokunacaksınız adeta... Neo klasik mimarisinin en güzel örneklerini görebilirsiniz. Görsel bir cümbüştür ADA... Gün batımını izlerken günü uğurlayan güneş ışınlarının denize düşerken adanın sahilinde bulunan lokantalarda yöreye özgü Papalina balığı ve harika mezeleriyle damak zevkinizi doruklara ulaştırabilirsniz. Alibey (Cunda) Adası, 1964 yılında Dolap Boğaz Mevkii’nde inşaa edilmiş olan Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü ile Alibey (Cunda) Adası ve Lale Adasını birleştirmektedir. Lale Adası ise; anakaraya denizin doldurulmasıyla
CUNDA ADASI
Sahilleri ayrı bir dünyadır, tepecikleri ayrı, eski yerleşim merkezi ayrı... Dar sokaklarını gezerken geçmişin
yapılan hemzemin bir köprü yolu ile bağlanmaktadır. Eski adıyla Agios Yannis Kilisesi yeni adıyla Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı da görülmeye değer yerlerden bir tanesidir. Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı çatısı altında kurulan Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı,. Önemli diplomatlardan Sn. Necdet Kent ve eşi Sn. Sevim Kent adına yapılan kitaplık binası tarihsel bir geçmişe sahip. Ayvalık-Cunda Adası’nda yer alan Ortaçağ Hisarı görünümündeki tarihi yapı, yüzyıllar boyunca manastır ve kilise olarak kullanılmış. Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı tarafından restore edilen değirmen ve kilise, 7 Ağustos 2007 tarihinden bu yana Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı adıyla hizmet vermektedir. Kitaplıkta, ilerleyen yaşı nedeni ile göz sağlığı bozulan, “Göremediğime
değil, okuyamadığıma üzülüyorum.” diyen Emekli Büyükelçi Sn. Necdet Kent’in oğlu Muhtar Kent tarafından bağışlanan merhum babasından kalma bin üç yüzü aşkın kitabı bulunuyor. Doğanın, tarihin ve kültürün bir araya geldiği Cunda Adası’nda yer alan Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı, 01 Haziran ve 31 Ekim tarihleri arasında 09:30’dan 17:30’a kadar açık bulunuyor. Pazartesi günleri kapalı olan kitaplık, kış sezonunda ise Cuma ve Cumartesi günleri hizmet veriyor. Cunda adasında bulunan kiliseler; Taksiyarhis, Aya Triyada, Ayos Dimitrios, Panaya, Ayos pandel Eymonas, Ayos Nikoloas ve Ayos Yannis kiliseleridir. Sonuç olarak şunu söyleyebilirim: Ayvalık’a iki kez gittim. Ada etrafında yaptığım yat turu ve şeytan 49
GEZİ sofrasından seyrettiğim o müthiş manzarada denizin üzerimde yarattığı psikolojik rahatlama her şeye değer. Bunun yanı sıra Ayvalık’ın o dar sokaklarında dolaşırken Rumlar zamanında yapılan taş evlerin
SEVİM-NECDET KENT KİTAPLIĞI
kapılarında inşa edildikleri tarihlerin yazması (18001900’lü yıllar) beni ayrıca çok etkiledi. Sanki o yaşanmışlıkları hissettim, o devirlere gittim, o insanların enerjilerinin hala oralarda varlığını hissettim. Kilise duvarlarında Kuş evlerine rastlamam da beni ayrıca duygulandırdı. Son olarak yolculuk yapmayı pek sevmeyen biri olarak Yeni Yüksektepeli arkadaşlarla yolculuk yapmak bana çok keyif verdi. Herkese derneğimizle gezilere katılmasını öneriyorum. Sevgiyle Kalın... Sezen Aktuna Fotograf: Eylem Özkan 50
Yararlanılan kaynaklar: http://www.ayvalikda.com/tarihce1.html http://www.ayvalikda.com/sosyal.html http://www.ayvaliktayasam.net/?islem1=sayfa_ detay.php&sayfa_id=129 http://www.ayvaliktayasam.net/?islem1=sayfa_ detay.php&sayfa_id=3 http://www.ayvaliktayasam.net/?islem1=sayfa_ detay.php&sayfa_id=127 http://arsiv.kultur.sabah.com.tr/2008/08/08/kit9940110-20080804-401.html Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı broşürü
TARİH
İZMİR
Katipoğlu Türküsü
Ben Katipoğlu’yum, yoktur menendim, Taktılar boynuma yağlı kemendim Yazık değil mi Paşa efendim? Yanar bir ateşim, derya söndürem Ben bir İzmir için kendim öldürem. Bineldim kır atımın üstüne Alaidim Osmanımı destine Çıka idim Nif dağının üstüne Yanar bir ateşim, derya söndürem Ben bir İzmir için kendim öldürem. Hani benim has ekmeğim yiyenler, El bağlayım divanıma duranlar “Canımız yoluna kurban” diyenler? Yanar bir ateşim, derya söndürem Ben bir İzmir için kendim öldürem. Varın, bakın benim bacam tüter mi? Has bahçemin bülbülleri öter mi? Osmanım küçüktür, yerim tutar mı? Yanar bir ateşim, derya söndürem Ben bir İzmir için derya söndürem.
51 51
TARİH
KATİPOĞLU KONAĞI Günümüzde İzmir’in merkezi olarak bahsettiğimiz Konak Meydanı ve İzmir Hükümet Konağı 18. yüzyıl civarında kime ait olduğu ile ilgili olarak 2 tane rivayet vardır. Bunlardan birincisi; Konak ve civarındaki arsalar dönemin sadrazamlarından Şehit Ali Paşa ve Damat Ferit Paşa vakıflarının mülkiyetindeyken sonradan devlet arazisine dönüştürülmüştür. Bu arazinin günümüzde hükümet konağı olarak kullanılan yerine de dönemin yöneticileri için bir konak yaptırılır. O dönemde konak askeri ve idari yönetici sıfatındaki Voyvodanın konağıydı. İzmir’i uzun bir dönem Vo y v o d a sıfatı ile dönemin ayan ailelerinden Katipoğlu a i l e s i y ö n e t m i ş t i r. Bu yüzden bu konağa aynı zamanda Katipoğlu Konağı da denmekteydi. Katipoğlu ailesi de diğer ayan aileleri gibi 1810-1820 yılları arasında devlet tarafından tasfiye edilir. II Mahmut taşra yönetimini fiilen ve meşru olarak ellerinde bulunduran ayanların devlet aralarındaki sürtüşmelerden ve merkezi yönetimi hiçe saymalarından rahatsız olmuş ve bu kararı almıştır. Karar neticesinde yönetimde bulunan dönemin ayan ailelerinden Katipoğlu ailesine mensup Katipoğlu Mehmet Ağa da Midilli adasına kaçar. Fakat bu kaçışı uzun sürmez ve 1816 yılında bu işi “Halletmekle” görevlendirilen 52
Kaptan-ı Derya Hüsref Paşa tarafından yakalanarak boğulur. Bunun neticesinde de Katipoğlu ailesinin mallarına devlet tarafından el konur. Makalenin başında yazılmış olan türkü ise Katipoğlu Mehmet Ağanın öldürülmesinden sonra dilden dile söylenmeye başlanmıştır. İkinci rivayete göre ise 19. yüzyıl da İzmir ayan aileler tarafından yönetilmektedir. Bu ayan ailelerin başında ise Katipoğlu ailesi yer almaktadır. Katipoğlu Hacı Mehmet bey, babası Osman Bey ve dedesi Ahmet Reşit Bey gibi merkez yönetimi hiçe sayan ve İzmir ve çevresini dilediği gibi y ö n e t e n dik başlı bir yönetici ya da o dönemlerdeki söylenişi ile mütesellimdir. Adeta bir derebeyi gibi davranarak başına buyruk idamlarla halkın gözünü yıldırmaktadır. Katipoğlarının şehir içinde birçok konağı ve çiftliği bulunmasına rağmen şimdiki Hükümet konağının bununduğu yerdeki ahşap konağı kışlık konut olarak, Mithatpaşa caddesinde bulunan Askeri Hastanenin eski binasının da yazlık konut olarak kullanırlar. Sözü edilen kışlık konak o kadar ihtişamlıydı ki İzmirdeki çoğu han ile boy ölçüşebiliyordu. Öyle ki dış avlusunu çevreleyen duvarların daha doğrusu cümle kapısının önündeki küçük boş alan, İzmir’in ilk Konak meydanıdır. 1808 yılında Sultan İkinci Mahmut’un
TARİH
tahta geçmişti. Sürekli sorun yaratan yerel yönetimi tasfiye edip yönetimi merkeze almak istemekteydi. Bundan dolayı da ayan ailelerin yerel yönetimdeki etkinliğini bitirme kararı almıştı. Bu karar neticesindeKatipoğularının da mallarına el konuldu. Midilli adasına kaçan Katipoğlu Mehmet Ağa yakalanıp idam edildi. El konulan Katipoğlu konağı da İzmir’in yönetim kademesi tarafından kullanılmaya başlanır. 1850 yılında Damat Halil Rıfat Paşa tarafından Aydın vilayeti merkezi İzmir’e taşındığında konak Vali Konağı olarak kullanılmaya başlanır. Geçen zaman içerisinde yaşanan depremler ve değişimler neticesinde konak birçok kez yenilenir.
İZMİR SAAT KULESİ Günümüzde sayısız kez önünden geçtiğimiz, âşıkların buluştukları, turistlerin fotoğraflar çekti İzmir’in simgesi haline gelen saat kulesi bundan 108 yıl önce dönemin padişahı II. Abdülhamit in tahta çıkışının 25. yılı vesilesi ile sadrazam Mehmet Sait Paşa tarafından Alman konsolosluğu binasını da yapan mimara yaptırtmıştır. Bazı kaynaklara göre saat kulesinin f i n a n s m a n ı n ı dönemin Valisi Kamil Paşanın önderliğinde başlatılan bir kampanya ile İzmir halkı sağlamıştır. Kule İzmir halkının padişaha bir hediyesidir.
Son olarak yönetim açısından yetersiz kaldığı gerekçesi ile 1868-1869 yılında yıktırılarak yerine şimdiki Hükümet Konağı’nın aslı olan bina yaptırılır. İnşaat 1872 yılında biter. 1970 yılında yaşanan yangına kadar kullanılan bina ortaya çıkmıştır. 1970 ağustosunda yanındaki İdadi/Adliye binasıyla birlikte yanan hükümet konağı aslına uygun şekilde onarılmış fakat etrafında yer alan binalar daha modern bir mimariye uygun olarak tekrar inşa edilmiştir. İşte günümüzde İzmir’in Konak ilçesine ve merkezine adını veren konağın hikayesi. Şunu da söylemeden geçmeyelim şu anda konak meydanı olarak bahsettiğimiz meydanın da asıl ismi Atatürk Meydanıdır. Kule 25 metre boyundaydı ve yaptırıldığı tarihte deniz kenarında kalıyordu. Mimari açıdan dairesel esas etrafında dört çeşmesi vardır. Kolonları Güney Afrika temasını i ç e r m e k t e d i r. Kulenin saati ise dönemin alman imparatoru II. Wilhelm’in h e d i y e s i d i r. O dönemde II. Abdülhamit’in modernleşme çalışmaları s o n u c u tüm vilayet merkezlerinde saat kuleleri y a p t ı r ı l m ı ş t ı r. Birçok şehirde hala ayakta kalan saat kulelerinden en bilineni İzmir Saat kulesidir. 53
TARİH
SARI KIŞLA 16 Haziran 1826 da vaka-i Hayriye olarak adlandırılan olay neticesinde II. Mahmut Yeniçeri Ocağı tamamen kaldırılmıştır. Bunun neticesinde yeni ve modern bir ordu kurulması gerekiyordu. Padişahın emri ile belli vilayetlerde yeni ordunun yetiştirilmesi için kışlalar oluşturulmasına karar verildi. Ticari ve stratejik önemi açısından İzmir’de de bir kışla kurulması kararlaştırılmıştı. 1826 yılında İzmir muhafızı Hasan Paşa ve İzmir kadısına yazılan emirde, kışlanın yapılması için gerekli hazırlıkların tamamlanması, özellikle deniz kenarında bir yer seçilmesi isteniyordu. Fakat o dönemde İzmir’de kışlanın kurulacağı bir alan bulunmamasından Vali Konağı dolayında bulunan 10 sabun atölyesi, büyük bir tuz hane, 4 kahvehane, 3 manav dükkanı, 3 meyhane, çeşitli vakıf dükkanları, 44 odalı bir Yahudi hane ve bazı evlerden oluşan yapıların satın alınıp yıkılmasına, denizin doldurulmasına 54
karar verilmişti. Ve sarı kışla 1829 yılında tamamlanıp faaliyete girmiştir. Uzun süre İzmir’in sembolü olarak kalan bu yapı sarımtrak taş renklerinden dolayı sarı kışla adını almıştır. Bir diğer ismi de Kışla-i Humayun dur. Kışla varlığını 1950 kadar sürdürmüştür. Bu dönemde Milli Savunma Bakanlığı ile alınana bir karar neticesinde; şehrin merkezinde kalan askeri garnizonların şehrin dışına nakledilmesi istenmekteydi. Bu karar neticesinde Sarı Kışla belediye ye devredilmiştir. Ve belediye yer açabilmek ve daha modern bir şehir meydanının yapılabilmesi için 1953 yılında kışla tamamen yıkılmıştır. KAYNAKLAR http://www.milliyet.com.tr http://www.izmir.bel.tr http://www.ithakiajans.com/ http://tr.wikipedia.org http://yeniasir.com.tr http://www.delinetciler.net ADİL YILMAZ
ANİMASYON
5555
ANİMASYON Film Adı : Despero Yönetmen : Sam Fell, Robert Stevenhagen Senaryo : Will McRobb, Gary Ross, Chris Viscardi, Kate Di Camillo Seslendirenler:Matthew Broderick, Dustin Hoffman, Emma Watson, Tracey Ullman,Kevin Kline, William H. Macy, Stanley Tucci Tür : Macera, Komedi, Animasyon Süre : 100 dakika Küçük bir kafanın yanında iki kocaman kulak, minik bir beden ama büyük bir yürek. İşte Despero. Despero bir kitap uyarlaması Kate DiCamillo’nun 2004 senesinde çıkan kitabındaki masal dünyası filme aktarılmış.Muhteşem bir animasyon. Despero birlikte yaşadığı diğer farelere göre fiziksel ve zihinsel olarak çok farklı. Cesur ve beyefendi. Küçük dünyasında farklı şeyleri keşfetme isteğiyle dolu, ailesinin karşı çıkmasına rağmen bu isteğinde kararlı davranıyor. Engellenmeye çalışılsa da asla vazgeçmiyor. Filmdeki bir diğer kahraman denizlerde yaşamayı, insanlarla dost olmayı seven Roskuro adında bir sıçan. Karanlıkta yaşamak yerine güneşte olmayı seçen türünden bağımsız bir sıçan. Çorba şenlikleriyle ünlü bir ülkede kahramanlarımızın yolları kesişiyor. Yine bir çorba şenliğinde Roskuro istemeyerek bir kaza sonucu kraliçenin ölmesine sebep oluyor. Kral çok üzülüp derin bir yasa boğuluyor. Ölümünden bir
56 56
sıçanı sorumlu tuttuğu için kral tüm fare ve sıçanların öldürülmesini istiyor. Roskuro’nun yolu istemeyerekte olsa karanlıktaki sıçanlar ülkesine düşüyor. Roskuro sebep olduğu durumun üzüntüsüyle buradaki sıçanlara uyum sağlamaya çalışıyor. Despero ve diğer fareler de insanlardan uzak yine sarayın altındaki fareler ülkesinde yaşamaya başlıyorlar. Despero okulda evde her yerde farklı ve onun farklı olmasından herkes rahatsız. Alışılagelmiş bir düzenleri, yaşam tarzları var. Belli korkuları belli amaçları belli alışkanlıklarının dışına çıkmayı dile getiren ve öyle yaşayan Despero’nun aksine onlar bunları akıllarına bile getirmiyorlar. Bu alışkanlıkları Despero’ya da öğretmeye çalışıyorlar. Kardeşi kitapların nasıl yeneceğini anlatırken Despero kitapları okumayı tercih ediyor. Masallardan aldığı ilhamla Cesur ve beyefendi olma yolunda emin adımlarla ilerlerken prensesle tanışıyor. İnsanlarla konuşmanın da yasak olduğu bu ülkede Despero p r e n s e s l e dost oluyor.
ANİMASYON Akıllıca yapılan bir plan, işbirliği ve bir dizi maceranın ardından Roskuro ve Despero prensesi içine düştüğü karamsar dünyadan kurtarmakla kalmayıp aynı zamanda ve sıçanların yaşadığı karanlık ülkeden çıkarak çorba şenliklerinin yeniden başlamasını sağlıyorlar. Ülkenin üzerindeki kara bulurlar kalkarken hem fareler hem kral hem de prenses eski mutlu günlerine geri dönüyorlar. Kalplerinde kraliçenin yokluğunun acısı olsa da hem kendilerini hem de ülke halkı yas havasından çıkıyor.
bizi değil arkadaşlarımızı, ailemizi, tüm yakınlarımızı hatta ülkemizi de değiştirebileceğini görmek için. • En önemlisi bir animasyon filmi olduğundan çocuklarımızla ve/ veya küçük kardeşlerimizle birlikte izleyerek bu konuda yeni ufuklar açmak hatta kahramanlık k o n u s u n d a yeni tohumlar yeşermek için.
ŞÜKRAN TEZ
Kahraman Despero gerçek bir şövalyelik örneği sergileyerek kendini gerçekleştiriyor. Roskuro ise dostuna kavuşarak denizlere geri dönüyor. Peki
bu
filmi
neden
izlemeliyiz!..
• Çocuklarımız bizden farklı olabilir ama önemli olan farklılıklarından dolayı onları dışlayıp soyutlamak değil bilakis farklılıklarıyla kendilerini gerçekleştirmelerini nasıl sağlayabiliriz bunu görmek için. • Diğerlerinden farklı olabiliriz. Ancak içimizdeki kahramanı şahlandırmak için uygun ortam bize sunulmuyorsa bunu kendimizin yapabileceğini görmek için. • Sadece kahramanlığın değil aynı zamanda araştırma ve azim gerektiğini de görmek için. • Kahramanca bir davranışın sadece
5757
ARAŞTIRMA
5858
ARAŞTIRMA
Hollywood herkes tarafından bilinen ve izlenen bir endüstri. Peki Hollywood’a göre yaklaşık iki katı film çıkaran Bollywood filmlerini hiç duydunuz mu? Bollywood Hindistan’da bulunan eski adı Bombay yeni adı Mumbai’deki Hollywood emsali yerdir.Hollywood’un H’ si ile Bombay’ ın B’ si yer değiştirince ortaya Bollywood adında bir lakap ortaya çıkıvermiş. Dünyada en çok film çekilen ülke olarak bilinen Hindistan, dünya film üretiminin dörtte biri gibi büyük bir payı elinde bulunduruyor.Ülke olarak her yıl binin üzerinde uzun metrajlı filmin yanında dokuz yüz civarında uzun film çekilmektedir. Bütün filmlerin Hintçe çevrilmediğinin belirtilmesinde yarar var. Hintçe’nin ülke genelinde yaygın bir dil olmaması ve okumayazma oranının düşük olması nedeniyle ‘Bölgesel sinema endüstrisi” de gelişmiştir.Büyük kentler dışında yaşayan insanlar için Bengali, Malalayam, Tamıl ve Telugu dillerinde filmlerin sayısı küçümsenyececek kadar çoktur. Bollywood filmleri konuyu işleyiş tarzları Hollywood’da alıştığımızın çok ötesindedir.Müzik ve dans ön
plandadır.Bu şekildeki eklentilerle film süreleri 3-4 saati buluyor. Klasik Bollywood filmlerinde zengin kıza aşık, fakir ama gururlu erkek, kötü kalpli kaynana ya da akraba gibi tiplemeler pek bol kullanılan temalar.Filmlerin sonunda da hep kötü karakterin ölmesi ve mutlu sonla bitirilmesi kaçınılmaz bir gerçektir. Bölgesel sinema endüstrisiyle birlikte ortaya çıkan “yeni Hint sineması” da ise klasik Bollywood filmlerinin aksine ‘sokaktaki adam’ı konu alır. Belli estetik ve politik kaygıları barındıran bu filmlerde kahramanlar, gündelik hayatın baskısı altında yaşayan sıradan insanlardır. Genel içeriğe baktığımızda ise 70’li yıllarda çoğunlukla hareketli ve dövüş sahnesi bol olan filmler, 90’lı yıllarda aşk filmleri ön plana çıkmaktadır. Batı tarafında uzun yıllar kaideye alınmamış,görmezden gelinmiş Bollywood filmleri 90’lı yıllarla birlikte hem popülarite hem de akademik anlamda ciddiye alınmaya başlanmıştır.Bollywood ile Türk sinema severler 21. İstanbul Film Festivaliyle tanışmıştır.Geçmişten güzümüze önemli filmleri ve önemli oyuncuları vikipedi den bakabilirsiniz.
59
59
ARAŞTIRMA
KARA Kara, (çocukluğunu Ayesha Kapoor yetişkinliğini ise Rani Mukerji’nin canlandırdığı) Michelle McNally adlı doğuştan sağır ve kör olan bir kadının yaklaşık elli yıllık hayat öyküsünü dile getirmektedir. Çocukluğunda o da diğerleri gibi oyun oynamak ve yaramazlıklar yapmak
60 60
istemekte ama kendisini ifade edememekte ve hayal kırıklığı karşısında şiddetli öfke nöbetleri geçirmektedir. Bir gün yaşamına, kör ve sağırlara eğitim veren öğretmen Debraj Sahai (Amitabh Bachchan) girer. Alkolik olduğu için bu eğitim konusunda şimdiye kadar istediği başarıyı elde edememiş biridir.
ARAŞTIRMA
A
W
A
R
A
Film, fakir Raj (Raj Kapoor) ile zengin Rita’nın (Nargis) karmaşık hikâyelerine odaklanıyor. Kapoor’un fakir, masum “küçük avare”si Charlie Chaolin’den hareketle oluşturulmuş ve Kapoor’un Jagte Raho ve Shri 420 gibi filmlerinde geliştirerek sürdürdüğü bir karakterdir. Film, yönetmen ve yapımcı Kapoor ile yazar Khwaja
Ahmad Abbas’ın ünlü ekibinin ortak yapımı olup, müzikleri de Shankar Jaikishan’ın ekibi tarafından gerçekleştirilmiştir. Sözlerini Shailendra’nın yazdığı ve Mukesh tarafından seslendirilen “Awara Hoon” şarkısı Hindistan dışında Rusya, Romanya, Türkiye ve Çin gibi ülkelerde de son derece popüler bir şarkı haline gelmiştir.
61
61
SİNEMA
6262
SİNEMA Yönetmen: Frank Capra Oyuncular: James Stewart, Dona Reed, Lionel Barrymore Yapım Yılı: 1946 (ABD) “Seyret, kendini iyi hisset” 1930’lu ve 1940’lı Stewart ile Donna yıllarda, sonradan Reed’in oyunculuklarının romantik komedi yanı sıra Capra’nın ele olarak anılacak türde aldığı ‘Yaşama Bağlılık’ ölümsüz yapıtlar üreten temasını en içten şekilde yönetmen Frank Capra yansıtmadaki ustalığı filmlerinde sevgi, ümit, aslan payını almaktadır. dayanışma temalarını Sinema tarihinin en olanca samimiyetiyle sevilen birkaç filminden işlemiştir. ‘Kendini iyi birisi olan ‘It’s a hisset’ film modeliyle Wonderful Life’ her bir döneme damgasını noelde ABD televizyonları vuran yönetmenin tarafından tekrar tekrar bu en bilinen filmi 2. y a y ı n l a n m a k t a d ı r. Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde çekilmiş olup, Hikayemiz Bedford unutulmaz aktör James Falls isimli küçük bir Stewart ile üçüncü ortak kasabada geçmektedir. çalışmasıdır. Filmin Esas adamımız George başarısında James Bailey, hayatla bağlarını
koparmış, ümidini yitirmiş birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Sevenlerinin sayısız duası sonucu kanatlarını henüz kazanmamış bir melek, George’u hayata döndürmek için dünyaya gönderilir. Ardından Clarence isimli bu meleğe verilen bilgilerle George’un geçmişine yolculuk yaparız. George Bailey henüz çocukluğunda kaşif ruhlu yönünü göstermiş ve küçük şehir tozundan kurtulacağını iddia edip durmuştur. Dünyayı gezecek, devasa inşaatlar
6363
SİNEMA yapacaktır; bu da onun devasa hayallerini yansıtmaktadır. Fakat yıllar yılları kovaladıkça her seferinde önüne çıkan engeller sonucunda George kendi ideallerini bir kenara atıp fedakarlıkta bulunmak durumunda kalmış ve kasabasından kurtulamamıştır. En sonunda da kendisini aile şirketinin başında bulmuştur. George Bailey’nin karşıtı pozisyonundaki Mr Potter karakteri saf kötülüğü temsil ederken, tüm bir kasabayı ele geçirmek isteyen vahşi kapitalizmin t e m s i l c i l i ğ i n e soyunmaktadır. Elde ettikçe her seferinde daha fazlasını isteyen Mr Potter’a direnen son kale olan George Bailey’nin firması anaç rolü üstlenen eşi Mary’nin ve hatta bir kriz esnasında kasaba halkının katkılarıyla ayakta kalabilmişken, bir kaza sonucu kaybedilen 8000 dolar yüzünden Mr
64 64
Potter’a teslim olmak üzeredir. Üstelik George da hapse girecektir. ‘It’s a wonderful life’, kelebek etkisi teorisinin en güzel örneklerinden birisini oluşturarak ‘Bir kişinin hayatı, bir çok kişinin hayatını etkiler ve o olmazsa arkasında korkunç bir boşluk bırakır’ sözünü doğrular bir hikayeyi bize sunuyor. Artık yaşamak istemeyen kahramanımıza büyük bir şans tanıyarak varlığı yeryüzünden silindiği taktirde hem yakınındaki insanlar ile kasaba toplumunun hem de bir şehrin çehresinin ne kadar değişebildiğini göstererek kast sistemindeki mütevazi bir Kşatriya’ya işaret ediyor. Aynı zamanda da bireyin toplumdaki öneminin altını çizerek her bir insanın önemli olduğuna vurgu yapıyor. Biz de bu alternatif yaşamda olacaklara tanıklık ederken bir silkinme yaşıyor; acı
ve sorunların hayatın bir parçası olduğunu hatırlayarak yaşama bağlanma ihtiyacı duyuyoruz. Bu arada var olmadığı hayatta gördükleri üzerine yaşama sımsıkı sarılan ve hayatını geri kazanmanın sevinciyle tüm sıkıntıları neşe içinde göğüslemeye hazır olan George’un bilinçli ve beklentisiz eylemleri finalde karşılığını buluyor ve bir şehir ona sahip çıkıyor. İnsana yaşama sevinci aşılayan Capra’nın bu başyapıtının özellikle finale doğru tavan yapan optimist tavrı kimi çevrelerce abartılı karşılansa da, filmin bitimiyle gözü yaşlı seyircinin yüzüne yayılan tebessüm kaçınılmaz oluyor ki bu belki de sisteme karşı kazanılan zaferin sonucu bir tepki olarak ortaya çıkıyor
ALPER EROL
İNTERNET
www.zihnisinir.com Doğum tarihi:1977 Baba adı: İrfan Sayar Doğum yeri: Gırgır dergisi İş tecrübesi: 24 yıldır bilimin ve insanlığın yaratıcı hizmetinde (Gırgır, Fırt, Mikrop, Hıbır, HBR Maymun ve Bilim Teknik dergilerinde yayınlandı.Şimdi İletişim yayınları için Proceler Külliyatı adı ile 8 ana başlıkta 8 ayrı kitap olarak tasarlan İkametgah: www.zihnisinir.com
Yıllardır tanıdığımız ve sevdiğimiz Zihni Sinir 32 yaşında… Neşe konulu Babil Kulesi sayımıza yakışabilecek en iyi site bu diye düşündük, hep birlikte hatırlamak ve hatırlatmak istedik. O, bir… pratik dünya ile teorik dünya arasındaki ince çizgide yürüyen bir kahraman. Proceleri, hayatımızda karşılaştığımız ufak talihsiz olayları önlemeye yönelik yaratıcılığı doğuran çabanın sabırla birleşen eseridir. (özellikle yaz günlerini yaşadığımız şu günlerde en beğendiğim procesi: ayklarımızı deliklerinden denize sarkıtabileceğimiz vapur )
Dünyanın en gerçek sanal üniwwwersitesi sloganıyla karşımıza çıkan bu sitede Prototip atölyesi, Seri üretim atölyesi, Robotik shop ve Mini-robotik workshop çalışmaları ile ilgili ayrıntılı bilgi alabilirsiniz. Bu atölyeler sayesinde Zihni Sinir’in zihnindeki procelerin hayatla buluşmasını ve bu ruhun başkalarıyla nasıl bulaştığını görebilirsiniz. İrfan Sayar’ın eskiz çalışmalarını, birçok proceyi görebilir ve gülümseyerek mutlaka şaşıracaksınız.
com ile ilgili de bilgi alabilirsiniz. Ki bu yarışma cin fikirlere sahip, fakir ama gururlu ve zeki öğrencilerin hayat karşısında ağlamak değil de çözüm adına ürettikleri projeleri yarışmaya davet ediyor. Görmeye değer… Bir Kızılderili sözü: Zeka sudur. Tohumları yeşertir. Bilgiyi de yeşertir yalanı da. Biz de diyoruz ki: Herkeste Zihni Sinir mevcuttur. Hayatı yeşertir. Bahaneleri de proceleri de… Mutlaka
Ayrıca öğrencilere yönelik olarak yapılmış bir Zihni Sinir Procesi Yarışması olan http://www. ogrencineyapsayeridir.
ziyaret
edin…
SEMRA ŞEN
6565
MÜZİK
MÜZİKLE DÜN VE YARIN GÖKSEL
1971 yılında İstanbul'da doğan Gökseli ilk kez Sabır adlı şarkısıyla tanıdık.Esas ses getiren çıkışı “Depresyondayım, unutuldum, aldatıldım...” şarkısıyla 2001 yıllarında yakaladı.O kadar yıl oldu mu diyenleri duyar gibiyim.Evet bu şarkı sanki dün duymuşuz gibi hala hafızalarımızda.Yollar albümünden sonra Körebe albümüyle bize merhaba dedi. İlk dönemler popa yakın duran şarkıcı rock,arabesk,pop gibi birçok rengi içinde barındırdığından sanatçının sabit bir tarzı olduğunu söylemek biraz güç.Bu konu hakkında geçmiş dönemdeki bir röportajında “Ben de bir yere koymak için çok zorladım; ama olmadı.” diyen Göksel’e sorarsanız ‘illa bir kategoriye koymak da gerekmiyor’muş. Şarkıcıyı, “Pop’a yakın, diyen de var; ‘rock’a yakın, diyen de. Hatta ‘arabesk’ diyenler bile mevcut. Ben bunların hiçbirinden rahatsız olmuyorum. Neticede hepsi bu ülkenin gerçekleri.” diyor. Takvimimiz 2009'un 2. çeyreğinin gösterirken 2 yıllık bir aradan sonra Göksel, 70’lerden 12 klasik pop şarkıyı yeniden yorumladığı ‘Mektubumu
66
Buldun mu?’ isimli albümüyle geri döndü. Gökselin bu konu hakkındaki düşünceleri şöyle: ‘Eski şarkılarınızdan oluşan bir albüm yapmayı düşünüyor musunuz?’ sorusuyla çok fazla muhattap olduğunu ve hep ‘Uygun bir vakitte!’ cevabını verdiğini anlatan sanatçı, şimdi bunun tam vakti olduğunu düşünüyor. Eski yıllarda ün yapmış şarkıları kendine özgü yorumlayan Göksel bu albümü oluşturmak için 5000 şarkı dinlemiş.Ve sonunda bu 5000 şarkıdan kendi kimliğinle örtüşen,piyasada çok sakız olmayan ve sevdiği şarkıların yer aldığı albüm ortaya çıkmış.Bu albümün diğer 4 albümden farklı bir özelliği de tek başına yola çıkması yani prodüktörsüz oluşu.Göksel bu konuda “bundan sonra müzikal anlamda yalnızım. İşime tek başına sahip çıkmanın rahatlığı var.” diyor. Albüm deki şarkıları dinlediğimizde alışılagelmiş 70'ler örtüsünün müzikal ve söyleniş tarzı hiç bozulmadığını görüyoruz.Kendisi bu konuda “Her şey o kadar mekanikleşti ki, duygu az ve kusursuzluk var. İnsan kusursuz değil ki? İnsanın duygusunu kaybettik şarkılarda, onu hissedemediğimiz için sevmiyoruz. Popüler müzik dünyası beni yoruyor, onun içinde fazla bulunmamaya çalışıyorum, beni kirlettiğini düşünüyorum.” Diyor. Ve imkani olsan böyle şarkılar üretmek isteğini de sözlerine ekliyor.
MÜZİK
SERTAB ERENER 2003 yılında Eurovision'da birincilik kazanan, MTV tarafından en iyi Türk sanatçı seçilen Sertab Erener geçtiğimiz günlerde ''Painter on Water'' isimli grup çerçevesinde ABD’de bir albüm çıkardı. Türkçe olarak da ‘Bu böyle’ şarkısı ile sessizliğini bozdu. Söz ve müziği bir yaz rüzgarı gibi… Olgun, tecrübeli ve dingin… Sertab Erener’in yorumu her zamanki gibi çok etkileyici. Albümde 5 ayrı aranjörün 5 ayrı çalışması bulunuyor. Söz ve müziği Soner Karakabadayı imzalı. Kesinlikle dinlemelisiniz…
MICHAEL JOSEPH JACKSON Şarkılarıyla büyüdüğümüz, yetenekleri ve yaratıcılığı ile bütün dünyayı birleştiren müzik kralı… Şarkılarıyla, ölümüyle ve yaşantısıyla da, müziğin; ırkları, dinleri, cinsiyetleri vs gibi ayrılıkları arka plana atarak insanları birleştirebilecek büyük bir güç olduğunu gösterdi. Dokuz çocuktan yedincisi olarak dünyaya gelen afro-amerikan asıllı sanatçı, babasının kurmuş olduğu ve 5 kardeş birlikte şarkı söyledikleri Jackson 5 grubunda, daha 11 yaşındayken müzik hayatına başladı. Off the Wall (1979), Thriller (1982), Bad (1987), Dangerous (1991), History (1995) gibi albümlerin müthiş başarısıyla da pop müziğin kralı oldu. Yaptığı satışların 100 milyonu geçmesi ile de Guiness rekorlar kitabına girdi. Kısa süren hayatında şarkılarının önüne geçmeyecek şekilde skandalları ve sağlık sorunları ile de gündeme geldi. İnsanlar gelir gider, ancak geriye yapılanların yankısı kalır. Thriller’ın 25. yıl kutlamasına itafen çıkartılan ‘Thriller 25’ ve en güzel şarkılarının toplandığı ‘Number Ones’ albümlerinin müziğinin yankısı gibi…
67
KÜLTÜR SANAT
KÜLTÜR SANAT Konser Volkan Konak
Konseri - İzmir 16.07.2009 - 21:00 Yer: Bostanlı Karşıyaka Açıkhava Tiyatrosu
23. Uluslararası İzmir Festivali
16.07.2009 - 21:30 Yer: Akslepion Tiyatrosu, Bergama Festival Programı (13 Haziran –18 Ekim 2009) FESTİVAL AÇILIŞI13 Haziran 2009, Cumartesi
Madco 17.07.2
n - İzm ir
009 - 2 2:00 Ye r: Çeşm e Shay Beach na
Sezen Aksu
Konseri - Çeşme / İzmir 17.07.2009 - 23:00 Yer: Babylon Alaçatı
Ajda Pekkan
Konseri - Çeşme / İzmir 24.07.2009 - 23:00 Yer: Babylon Alaçatı 68
KÜLTÜR SANAT
23. Uluslararası İzmirFestivali
20.07.2009 - 21:30 Yer: Çeşme Kalesi Festival Programı (13 Haziran –18 Ekim 2009) FESTİVAL AÇILIŞI13 Haziran 2009, Cumar...
ir n İzm to Alaçatı o i t c A Faze :00 Yer: Ot
23 009 -
.2 18.07
Jonny Rock
İzmir 28.08.2009 - 23:00 Yer: Otto Alaçatı
Rock Tatili - İzmir
Foça
13-14-15-16.08.2009 - 17:00 Yer: İzmir Foça İngiliz Burnu
Kenan D
oğulu Konseri Ç eşme / İz 07.08.200 mir 9 - 23:00 Yer: Baby lon
Alaçatı
69
KÜLTÜR SANAT
SİNEMA
MMO TEPEKULE AÇIK HAVA SİNEMA ŞENLİĞİ İŞTE ÖZGÜR DÜNYA
GİTMEK
07.07.2009 - 09.07.2009
MAMMA MIA
28.07.2009 - 30.07.2009
CENGİZ HAN
30.06.2009 - 02.07.2009
14.07.2009 - 16.07.2009
BEŞİR’LE VALS
18.08.2009 - 20.08.2009
GÖLGESİZLER
25.08.2009 - 27.08.2009
ULAK
11.08.2009 - 13.08.2009
SONBAHAR
08.09.2009 - 10.09.2009
KORO
21.07.2009 - 23.07.2009
LİMON AĞACI
01.09.2009 - 03.09.2009
70
KALKÜTA’NIN ÇOCUKLARI
04.08.2009 - 06.08.2009
KÜLTÜR SANAT
TÜBİTAK 5. Astronomi Yaz Kampı
(Çanakkale) 10.08.09 to 29.08.09
13. AMATÖR ASTRONOMLAR YAZ OKULU
EGE ÜNİVERSİTESİ GÖZLEMEVİ’nde http://astronomy.ege.edu.tr/yazokulu/
(2. HAFTA)
06-11 Temmuz 2009
(3. HAFTA)
(13 - 18 Temmuz 2009)
(4. HAFTA)
(20 - 25 Temmuz 2009)
(5. HAFTA) (27 Temmuz - 01 Ağustos 2009)
TÜBİTAK 12. Ulusal Gökyüzü Gözlem Şenliği
24-27 ve 28-29 Temmuz 2009 Antalya
71
72