2 minute read
Bir Oyundan Çok Daha Fazlası
from Balta Dergi 11. Sayı
by baltadergi
Yeryüzünde ayak basmadık ada parçası ve sömürülmeyen toprak bırakmayan gözü aç İngiliz milletinin icat ettiği, on birer kişilik iki takımın birbirleriyle kıyasıya mücadeleye girdiği ve yalnızca ülkemizde güzel olmayan bir oyun: futbol. Oynandığı ilk günden bugüne kadar herkes ona farklı anlamlar yükledi. Uğruna şarkılar yazılıp söylendi, dünyanın dört bir yanındaki yoksul çocukların umudu oldu ve bazen bir şehri, bazen de koca bir ülkeyi ikiye böldü- İskoçya’da Katolikler ve Protestanlar, Romanya’da polis ve askerler, İspanya’da kralcılar ve cumhuriyetçiler, işçiler ve zenginler. Kuralları basitti. Meşinden yuvarlağı yalnızca ayak ve kafa vuruşlarıyla karşı kale çizgisinden rakibinden daha fazla sayıda içeri sokan takım müsabakayı kazanıyordu. Hayatları boyunca sürekli baskı altında yaşam sürmüş olan topluluklara kendini ifade etme fırsatını tanımıştı bu yeni oyun. Böylelikle her mahalle, her şehir sesini duyurabilmek adına kendi takımını kuruyordu. İngiltere’nin önemli liman kentlerinden olan Liverpool kenti de 1878 yılında önce St. Domingo Football Club adında bir takım kurdu. Bir yıl sonra kulübün adı Everton Football Club adını aldı. Şehrin diğer futbol takımı olan Liverpool’un ilginç bir kurulma hikâyesi vardı. 1892 yılında, stadın sahibi John Houlding ve Everton arasında yaşanan ihtilaftan dolayı kurulan kulüp önceleri rakibinin renklerini kullansa da 1894 yılında beyaz şortun üzerine kırmızı forma giymiş ve ismini “Kırmızılar” olarak telaffuz ettirmeye başlamıştı. Aynı şehirde kurulan iki farklı kulüp, kenti tıpkı Mersey nehri gibi ikiye bölmüştü. Kraliyet destekçileri Everton’ı, liman işçileriyse Liverpool takımını desteklemeye başlamıştı. … Tarihler 9 Nisan 1975’i gösterdiğinde, Ian Rush ve Kenny Dalglish gibi takımının efsanelerinden olacağından habersiz bir bebek dünyaya gözlerini açmıştı. İsmi Robert Bernard Fowler olan bu genç, altyapısında yetiştiği kulüple ilk sözleşmesini 1993 yılında imzalamıştı. Gol yollarındaki ustalığı sebebiyle kendisine “golü koklayan adam” denilmişti. Robbie de attığı usta işi gollerle takımını sırtlamaya devam ediyor ve kendisine takılan lakabın ne kadar da doğru olduğunu herkese gösteriyordu. … 1995 yılına gelindiğinde işverenler, 80 tane genç liman işçisinin işine son vermeyi düşünmüş, sendika yetkilileriyle yapılan görüşmeden de bir sonuç alınamamıştı. Çalışanların işten çıkarılmasına tepki olarak yaklaşık 500 işçi tepki göstermiş ve liman
Denizhan Gültekin
Advertisement
girişini kapatmıştı. Direniş çağrısına diğer işçiler de sessiz kalmamış destek vermişlerdi. Çalışanların kısa sürede kenetlenmesi işverenleri tedirgin etmiş, şehir dış dünyadan izole edilmeye çalışılmıştı. Yirmi sekiz ay sürecek ve Avrupa’daki en uzun işçi ayaklanması olarak tarihe geçecek bu olayda yine en fazla zararı işçiler görecekti. Yalnızca insani şartlarda çalışmak isteyen liman emekçileri, çareyi tuttukları takımın oyuncularında, o şehrin çocuklarında bulmuştu. Fowler’ın takım arkadaşı, aynı zamanda kendisi de işçi bir ailenin evladı olan Steve McManaman’a tişört getirip gol attıktan sonra kameralara o tişörtü göstermelerini rica etmişlerdi. Steve, konuyu Fowler’a açmış, takım arkadaşı da seve seve kabul etmişti. … 6 Mart 1997 tarihinde Kupa Galipleri Kupası Çeyrek Final müsabakasının ilk karşılaşmasında iki takım da birer gol bulmuş, maç berabere bitmişti. Eşitlikle sonuçlanan ilk maçın ardından Liverpool, evinde Norveç temsilcisi Brann Bergen takımını başlangıçtan bitiş düdüğüne kadar iyi bir oyunla 3-0 mağlup etmiş ve yarı finale yükselmişti. Biri penaltı olmak üzere maçta iki gol atan Robbie Fowler, çoğunluğunu liman işçilerinin oluşturduğu KOP tribünün önündeki kameralara formasının altındaki “500 Liverpool liman işçisi Eylül 1995’ten beri işsiz” yazılı tişörtü göstermiş ve yirmi iki yaşındaki bu bıçkın delikanlı liman işçilerinin sesini tüm dünyaya duyurmuştu. Usta golcü, maçtan sonra verdiği “siyasi” mesaj sebebiyle UEFA tarafından para cezasına çarptırılmıştı. Ancak Robbie için bu tişört hâlâ gurur sebebiydi. Kırmızıların efsanesi, kramponlarını astıktan sonra kaleme aldığı otobiyografisinde McManaman’ı ve bu olayı hatırlatarak “Şehrimize olan borcumuzu ödedik,” demişti.