4 minute read
Koridor Boyunca
from Balta Dergi 11. Sayı
by baltadergi
Emel Karayol
Müdür kapıyı bir hışımla açıp içeri daldığında ben, ancak kendime ulaşan bir sesle vatan haini bir şairden bahsediyordum. Suçüstü! Bir süre kapının önünde du rup kısık gözlerle sınıfı süzdü. Kolları iki yana sarkık, topukları üstünde birkaç kez yaylanarak avurtlarını şişirdi. Öğretmen masasına doğru yürüdü, sınıf defte rini inceledi, memnuniyetsizlikle kapattı. Konu hanesi neden boştu? Sıra aralarında dolaşıp öğrencileri tek tek inceledi. Saç, sakal ve üniforma; bu dersin bir defteri, kitabı yok muydu, konunuz neydi? Konumuzu bilen yoktu. Konumuz, ağız kenarında alaycı bir dudak kıv rımıydı. Arka sıralarda uyuyan birkaç öğrenciyi ense köklerine indirdiği tokatlarla uyandırdı. Her sabah merdiven başında yapılan sunturlu konuşmalardan bi rini öfkeyle tekrar etti. Kapıyı kapatmadan çıkıp gitti. Tahtanın önünde odağı kaybedilmiş bir nesne gibiy dim. Nerede kalmıştık’ığımın hiç umursanmayan bir yerinden devam ettim: At başlık ŞAİRİN ŞİİRLERİN DE BİÇEM.
Advertisement
Bir şairi daha öldürerek çıkıyorum sınıftan. On dört yüzyılı aşan edebiyat tarihi çantamda, gövdem ağırlığıyla sola doğru eğik.
Müdürün odası sağ tarafta. Kapı kapalı. Yelteniyo rum. Odasında değil, diyor memur. Öğrenciler merdivenlerden üçer beşer atlayarak iniyor. Tuvaletlerden sigara kokuları şimdiden yükselmeye başlamış. Birazdan makine atölyelerindeki öğrenciler de tuvalete teneffüse gelecekler. Müdürün, öğretmenlerin odasına kadar si necek sigara kokusu. Yürürken yirmi beş yıldan beri omurgamda taşıdığım acıyı daha fazla hissediyor, gü nün akşama erip ermeyeceğini düşünüyorum: At başlık TECAHÜL-İ ARİF! B u gece ay gökte açık kalan bir pencere gibi. Metal sınıfı öğrencilerinden birkaçı öğ retmenler odasının kapısını zapt etmiş. İçeri girmem için çekilmeleri lazım. Müsaade istemeye takatim yok.
Yılışık, çekiliyorlar beni görünce. İçlerinden en baskı nı, kavlak dudaklarını yalayarak sırıtışını kulaklarına doğru sündürüyor. Uzun boylu, bön: Bizim okulun fotosel lambaları kesin bu karıyı görünce yanıyor. Bir birlerine abanarak kahkahalara boğuluyorlar. Kapıyı kapatıyorum.
Oda homurtularla çalkalanıyor. Televizyonda kriminal bir programın asabi sunucusu ahlak düzgüle rimize en uygun konuşmalarından birinin doruğunda. Son sözleri alkış tufanının kurbanı. Olurlar, olmazlar, sallandırmalar, kesmeler, cık cıklar, tüh tühler… Foto kopi makinesi ağır kapağının altında fosfor yeşili ışığını saçarak vınlıyor. Zevzek sohbetler ağızları yararcasına açıyor, kahkahalar kapalı pencerelerden sızamadıkları için örs, üzengi ve çekiç sarsılıyor. Demir, ahşap masa, gırtlakları sıkan kravatlar, topuklu ayakkabılar: Tak tak tak! Masanın üstüne bir el kırılasıya iniyor: Güm! Kâğıtlar zımbalandı. Şimdi elime bir çekiç alıp bütün kâğıtları, kitapları, ağızları, elleri, gömlekleri, etekleri duvara çivilemek istiyorum. Beton ve kulaklarıma ya pışıp kalan son kahkaha artığı, sürüklüyor midemin içinde ne varsa yukarı doğru. Buğulanmış camlardan bir parça mavi gökyüzü, bir dal yeşil, bir duru su gör mem imkânsız. Daralıyorum: Ruhum körlüğe fırlıyor. Bu karanlıkta ruhumun üzerine kar yağdığını düşlüyo rum bir an. İlahi anlatıcı, bunların tebeşir tozu olduğunu fısıldıyor kulağıma. Her şey değişip akmada, bu hâl beni hayran bırakmada. Çayımı doldururken istemsiz bir ‘’Of Heraklit!’’ fırlıyor ağzımdan. Kimse duymuyor. Verilen son yemek tarifini duymamak için büyük bir direniş gösteriyorum. Örs, üzengi ve çekici unutmalı. Artık sağırım: Tebeşirli ellerimi beyaz önlüğüme silip ruhumu fırladığı karanlıktan yakasına yapışarak çeki yorum, koridor boyunca sürükleyip okul kapısından dışarıya fırlatıyorum.
Son aldığım tütün fazla keskin, boğazımı yakıyor. Duman, okulun önündeki göle doğru savruluyor, kı yıdaki salkım söğüdün dallarının arasından geçerek bir martının kanadının altına siniyor. Heraklit, alnını yeşil gözlü zeytinliklerde akan suya eğdi. Keçeleşmiş gırtlağımdan ciğerlerime acı bir nefes daha gönderi yorum. Sait Ağabey’in Panco’su; Oğuz Ağabey’in Turgut’u, Selim’i anlatılabilecek şeyler mi? Yaslandığım duvarda kıpkırmızı bir gül açılıyor, aniden. Bu kan kırmızı, Selim’in bir tabancayla dağıttığı beyninden yadigâr duvara, biliyorum. Delikanlım! Senin kafanın içi yıldızlı karanlıklar kadar güzel, korkunç, kudretli ve iyidir. Duvarı, gülü, kırmızıyı, Selim’in kafasının içini nasıl anlatmalı? Kocaman çıplak bir alından bakan iki göz. Her gün bir şairi öldürdüğümü bir beden ağrısı yaşar gibi hissediyorum. Patiska bir gömlek gibi yırta rak etimizi. Bu yıkıntı onarılabilir, farkındayım. Ve ben tenezzül edip başımı ışıklı boşluklara kaldırmıyorum. Nâzım’ın mesela, biraz önce onu anlatırken, dizelerin arasına gizlenmiş ruhunu bularak onu diriltmeliydim. Ama nasıl yapmalı? Yanıtsız sorular, rüzgârda uçuşan bir örümcek ağı gibi yapışıyor yüzüme. Bir karga sürü sü ortalığı velveleye vererek tam tepemden uçuyor. Kalabalık… ka-la-ba-lık itiyor iki yana apar-tıman-ları! Ders zili. Sigaramdan son bir nefes. Çayı içmeyi unuttum yine. Okul binasının yüzü soğuk. Bu kofluk,
estetikten yoksun beton yığını ve otoritesini suratsız lığıyla besleyen okul müdürü: Eziyorlar tüm dizeleri. Her şeyin tehdit olduğu bu yerde gün geceye nasıl ev rilir: At başlık İSTİFHAM! Derin bir nefes alarak giriyorum binadan içeri. Koridor boyunca açılmış kan kırmızı gülleri izleyerek öğretmenler odasına varıyorum. On iki numaralı dolaba doğru yürüyorum. Ehramda bir kapı açar gibi açtım dolabı. Şairin kitabını yanıma alıyorum: BENERCİ KENDİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ? Dargın bir kaş gibi kımıldandı tokmağın sapı. Kapı açıldı.
Müdür şimdi odasında, misafiriyle kahve içiyor. Hiç görmediğim kadar güleç. Beni görünce şu anda uygun olmadığını sezdiren bir hareketle deviniyor kol tuğunda. Topuklarımı parke zemine daha sert vurarak ilerliyorum masasına doğru. Kitabı önüne bırakıyo rum. Konumuz, diyorum, konumuz buydu. Burnu kocaman bir soru işaretine dönüşerek büyüyor sura tında, bir yanıt arayarak allak bullak ediyor ifadesini. Kulakları bastırılmış bir sinirle belli belirsiz seğirirken kaş altından misafirine bakıyor. Kitabı eline alıyor. Ötesini görmeye de konuşmaya da niyetim yok. Kime, neyi anlatacağım ki? Kapıyı açık bırakarak çıkıyorum odadan. Ben, kan kırmızıya kesmiş koridora çıktığım da okul kapısının dışında kalan ruhum yakasını düzeltiyor.