Bilenler Bilir - Bölüm 4

Page 1



Bilenler bilir, Hızır hünkârımıza rahmet okumadan çok önce; Zülkarneyn ordusuyla beraber Yecüc Mecüc diyarından ayrılmış, Hızır ise daha sonra onlara yetişmek üzere geride kalmıştı. Bu zavallı insancıklara din iman öğretecekti. Yıllar sonra Şehzade İskender efendimizin istikbali için yardımına koşacağı can ciğer kuzu sarması arkadaşı Burusli ile de işte bu süreçte dostluk kesbetti. Nasıl mı? Efendim, Yecüc-Mecüc'ün önüne sed çekilmiş, ahalinin süregelen azabı hitama ermiş olduğundan mahalli hükümdar kırk günlük bayram ilan etmişti. İnsanlar birbirine sarılıp öpüşüyor, lavta çalıyor, raks ediyor, eğleniyorlardı. Hızır Efendi ise yer bulamadığı için Burusli nam mezkur kişinin yanına oturmuş, içtimai tespitler yapmak amacıyla etrafı tarassut ediyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde Burusli'yle iyice sıkı fıkı oldular. Hızır Efendi ayranını, Burusli pirinç rakısını yudumluyordu. Mevzu Burusli'nin mesleğine gelince eciş bücüş herif ayağa kalkıp kasıldı, karın kaslarını şişirdi. Çok güçlü olduğunu söyleyip Hızır'dan onu imtihan amaçlı baklavalarına bir yumruk atmasını istirham etti. Uzun bir ikna sürecinden sonra Hızır Efendi tüm gücüyle yumruğunu Burusli'nin midesine indirdi. Ya rabbim şimbilli haklıydı! Hızır'ın bileği kırılmıştı! Burusli, kendi elceğziyle Hızır'ın pansumanını yapıp omzunu pışpışladı. Filanca yerde bir dövüş kulübü işlettiğini, başı sıkıştığında ona gelebileceğini, kendisi değilse bile şakirdi Çakı Çen'in muhakkak orada olacağını söyledi. İşte, zülüflü haberci şehzadenin odasına girdiğinde Hızır; bu olayı hatırlayıp tebessüm ediyor, vaktiyle kırılan bileğini okşayıp meshediyor, birazdan uygulamaya başlayacağı plana son sihirli dokunuşlarını yapıyordu. Hızır Efendi, haberciye "Gidelim!" komutunu vurduymazca verdi vermesine ama aslında içi kırkı aşkın yıldır dostu, musahibi, yareni, akıl hocası olduğu hükümdarımızın mortu çekmesinden dolayı cayır cayır yanıyordu. Hani, döşünün kılsız tarafına birkaç parça yağlı kimyonlu kıyma atsalar cızbız pişip Tekirdağ köftesi gibi çatala gelecekti nerdeyse. Ayrıca şehzademizi acı akıbetinden mutlaka kurtarması lazımdı. Yüreciği bu sebeple endişe ve ürküntü doluydu. Yanındaki adama güvenebileceğinden emin değildi. Kendi kabiliyetlerine de itimadı nasuh olmamakla beraber kainatın asıl hükümdarına tevekkülü tamamdı.



Habercinin peşinden dışarı çıktılar. Yarı koşarak Saray'ın Ahırkapısı çıkışına doğru sessiz sedasız süzülüyorlardı. Yolun ortasında bir köşeyi döndüler ki uykusu kaçmış feleksiz bir cariyeyle burun buruna geldiler. Cariye "Hızır Efendi!? Siz ne yapı… Şehzademiz!? Olamaz! Ağalar, kalfa kadın!" misillü âsâb gıdıklayınca haberci iki hamlede kadıncağızın boynunu kırıp cesedini bir köşeye attı. Çok şükür başka bir engel köstek olmadan dışarı çıkacaklardı ki zebellah gibi iki harem ağası enselerine biniverdi! Ağalardan biri haberciyi tam kapının önünde kündelemiş yumrukluyor; diğeri ise Hızır Efendi'nin alnına piştovunu dayamış, şehzade efendimizi kendisine vermesini buyuruyor, üstelik parmağı tetikte,"Üüç, ikii, biir…" deyü gerisayım yapıyordu! Bizimkiler yolun sonuna geldiklerini düşünedursun, Saray'ın koca kapısı büyük bir çatırtıyla menteşeleriyle birlikte yerinden sökülüp habercinin üstündeki zencinin tepesine yıkıldı! Dışarıda hava sisli puslu olduğu için ancak heyula şeklinde görülebilen çam yarması cinsinden iri kıyım bir adam, kapının yeller esen yerinde elleri belinde caka satarcasına dikiliyordu. Demek Tellak Halil yetişmişti! Piştovunu Hızır Efendi'nin alnının çatına dayamış olan siyahi, tabancasını hışımla bu davetsiz misafire çevirmiş ve tetiği çekmişti! Fakat zülüflü haberci çoktan kapının altından sıyrılmıştı. Çifte zülüfleri sallana sallana, zencinin diz kapağına müthiş bir yumruk indirdi! Kurşun böylece hedefini şaşırmış oldu. Tam bu esnada Hızır Efendi, yarım saniye önce kendisine arkasını dönüp çeyrek saniye kadar önce dizinin acısıyla feryadı basarak yere kapaklanan zencinin ensesine tıpkı Burusli'nin vaktiyle öğrettiği gibi bir dirsek çakıp zavallının cenabet canını aldı. Saray'dan çıkıp arka sokaklara saptılar, karanlığa karışarak dolambaçlı yolları arşınlamaya başladılar. Planları şuydu: Hızır Efendi, yanında iki yoldaşı ve İskender hazretleri efendimiz olmak üzere Ahırkapısı'ndan Sirkeci'ye, oradan gene arka sokaklar vasıtasıyla Cağaloğlu'na gideceklerdi. Bir iki gün Cağaloğlu Hamamı'nı mesken tutacak, burada gizleneceklerdi. Saray'ın Ahırkapısı'ndan çıktıktan sonra yakalanmayacağı zehabına kapılan her alık, hiç şüphesiz bir kayığa atlayıp Üsküdar'a geçeceğinden onlar yerinde bir hamle olarak aksi istikamete kaçmış olacaklardı.



Bir, olmadı iki gün içinde Büyük Şehzade efendimiz, kılıç kuşanıp tahta çıktı. Peşinden el altından İskender hazretlerini bulmak için sağlam tahkikat ve tedkikatlar icra ettirdi. Nafile ve beyhude çıkınca güya zatürreeden vefat eden Şehzade İskender için bir türbe yapıldı ve kimsesiz bir çocuk şehzademizdir deyü defnedildi. Böylece hem sırra kadem basan şehzademiz ölmüş addedilerek tahttaki hakkı düşüyor, hem de tarihte ilk kez bir padişah biraderi, abisi tahtta olmasına rağmen eceliyle gittiğinden ahalinin gönlü yeni padişaha ısınıveriyordu. Bu esnada Hızır Efendi, Cağaloğlu Hamamı'nda tellaklık yapıyordu. Allah muhafaza teşhis edilmemek için ağlaya ağlaya mübarek sakallarını ve bıyıklarını tıraş etmişti. İzini iyice kaybettirmek için üç aylık ücretini peşinen ödediği bir Rum karısıyla Çarşıkapı'da bir evde idame-i hayat edip şehzademizin ebeveyni rolünü oynuyordu. Yeni hünkarımızın asesleri İskender'in peşini bırakınca bir sabah Hızır Efendi, hamama beraberinde İskender olduğu halde geldi. Tarihe Patrona lakabıyla geçecek Tellak Halil'e kendinin banyo edeceğini ifade ederek onun da şehzadeyi bir güzel keseleyip yıkamasını sağlık verdi. Kaç aydır kahrımı çektiler deyü fikredip minnet duyduğu personel arkadaşlarına da üleşmeleri için bir kese filorin fırlattı. Akabinde Halil'e gülümseyerek "Tadını çıkar, mirim. Muhtemelen keseleyeceğin en değerli sırt olacak." misillü nükte yaptı. Hamamdan pîrüpak ayrılıp yola düştüler. Ağır ağır, geze geze yürüyerek Balat'a vasıl oldular. Hızır, seneler senesi bir dost sohbetine hasret kalacağından sanki eminmiş gibi yol boyunca İskender'in alt dudağına hafif fiskeler vurup onunla agucuk gugucuk kabilinden hasbıhal etmişti. Şimdi, şehzadeyi Haydar Mahallesi'nde can ciğer kuzu sarması bir arkadaşına emanet edecek; ona şehzademize gözü gibi bakmasını, aksi halde şehzademiz tahta çıktığında fena olacağını söyleyecekti. İskender'i, kendi kafasındaki muayyen vakte kadar yanlarına bırakacağı aile Aşık Paşa Camii'nin bitişiğinde bir evde oturuyordu. Bir acı kahvelerini içti, onlara çeşitli tavsiye ve tembihlerde bulundu. Ayrılırken şehzademizin yeni babasının sırtını sıvazlayıp "Ben, Doğu'ya doğru bedeni ve ruhi bir seyahate çıkıyorum." dedi, "Şehzade tahta çıkacak yaşa erişince yani pırlanta gibi, fişek gibi, çakı gibi, filinta gibi, jilet gibi bir delikanlı olup padişah da hepten kocayınca avdet edip çıkageleceğim."



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.