Türk'çe Dergisi Aralık 2014 Sayısı

Page 1



Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

öNSÖZ Saygıdeğer “Türk’çe” okuyucuları Doğruluğuna inandığınız fikirlerin ezilmesine üzülüyorsunuz. Fazilet temeli kurulacak mutlu ve müreffeh bir Türkiye’yi özlüyorsunuz. Davanızın başarıya ulaşması için sık sık dua ettiğinize hatta zafer rüyaları bile gördüğünüze eminim. Ama ne yazık ki bundan başka hiç bir şey yapamıyorsunuz. Allah verse de bizimkiler kazansa diyerek seyirci kalmaktan ileri gedimiyorsunuz. Şartları güçlendirmek, bu davaya hizmet etmekten korkuyorsunuz ve bir avuç adamın omuzlarına bütün yükü Dernekten Haberler yüklüyorsunuz. İslam’da Kadın Hakları Tabi mücadele, hizmet güzel giderse ne ala, o zaman bir sorun yok ama düzgün gitmezse vay haline Tunceli’ye Gidilir Mi ? o üç beş kişinin. Evet, o bir avuç insan elbette ki sizin hesabınıza değil gönül verdikleri ülkünün hizmetinde ça- Köşe Yazısı - Birol Öztürk lışıyorlar. Hak yolunun yolcuları siz olsanız da olmasanız Bulgaristan Türkleri da yollarından dönmeyeceklerdir. Ama unutmayalım, bu oyun hep böyle oynanmaz. İmkanla iman birleşmedikçe 40 Kişiyle Çin Sarayını Basan Türk KÜRŞAD dava kazanılmaz. Kazanılsa bile bu zaferde sizin ufak bir Hüseyin Nihal ATSIZ’ın Hayatı payınız olmaz.

İÇİNDEKİLER

4 7 8 9 10 13 14

İkinci Bağdat Fethi

16

Çocuk Odasına Televizyon Koymayın

18

Köşe Yazısı - İsa GÜNYELİ

19

Gayr-ı Müslimlere Benzemek

20

Ülkücü Olmak

22

Şiirler Yeni yılınızı Türk’çe ailesi olarak en içten dileklerimizle kutlarız. Bir dahaki sayımızda görüşmek üzere, Tarihte Bu Ay Allah’a emanet olun. Karikatür Ahmet YILMAZ Bulmaca

23

Kazanılacak zaferlerde sizin de payınız olsun. Gelin hep beraber mücadele edelim. El ele vererek gönül birliği oluşturalım. Bizden sonraki nesiller için daha güzel şartlar oluşturalım. Zorlukları birlikte aşarak güzel günler görelim. Çocuklarımıza, gençlerimize hep birlikte sahip çıkarak Türk-İslam kültürüyle yetişmeleri için gerekenleri yapalım. Bunları başkalarının yapmasını beklemeyelim, hep beraber yapalım.

Yayıncı

Dergi Ekibi

İletişim

Innsbruck Türk Kültür Derneği

İsa GÜNYELİ Önder KOCAŞ Bilal ÇETİN

(+43) 660 48 28 200 (+43) 512 58 09 43

İmtiyaz Sahibi Ahmet YILMAZ

Genel Yayın Yönetmeni Birol ÖZTÜRK

24 26 27

Dergimiz ile ilgili istek ve tavsiyelerinizi bize ulaştırabilirsiniz

Kapak Tasarımı Leman Yılmaz ÖZTÜRK

facebook.com/ibkocak 3


DERNEKTEN HABERLER

TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Dini Sohbetler

Derneğimizde, her pazar, öğle namazından sonra üyelerimiz ve tüm cemaatimiz için dini sohbet yapılmaktadır. Ayrıca yine her pazar öğle namazından sonra bayanlara özel dini sohbet yapılmaktadır. Gençlerimiz için de pazar günleri yatsı namazından sonra dini sohbet yapılmaktadır. Katılmak isteyen herkesi sohbetlerimize bekleriz.

Mevlüt

Üyelerimizden Bayram Sayın ve Kemal Sayın’ın babası ve teşkilatımızın büyüklerinden olan Ramazan Sayın’ın vefatından sonra, 14 Aralık’ta çocukları tarafından meftanın ruhu için mevlüt okutuldu. Ardından misafirlere yemek ikramı yapıldı.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

4


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

FUTBOL TURNUVASI Innsbruck Türk Kültür Derneği Gençlik Kolları olarak 7 Aralık pazar günü katıldığımız futbol turnuvasında 3. olduk. Turnuvaya katılarak derneğimizi başarıyla temsil eden gençlik kolları üyelerimize teşekkür ederiz. Başarılarından dolayı da tebrik ederiz.

5


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

6


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

İslam’da Kadın Hakları İslam Dini, kadın hakları üzerinde titizlikle durmuş ve kadını, hiçbir nizam ve sistemin veremediği müstesna bir makama sahip kılmıştır. Nitekim Cenab-ı Hakk, Kur’an-ı Kerim’inde: ”Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi, kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır.” buyurmuştur.

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bazı hadislerinde şöyle buyurmuştur; “Hanımlarınızı üzmeyin. Onlar, Allah’ın size emanetidir. Onlara yumuşak olun, iyilik edin!” “Hanımının kötü huylarına katlanan erkek, belalara sabreden Hz. Eyyüb gibi mükafatlara kavuşur.”

Rasulullah (s.a.v.) Efendimiz de erkekleri, kadınların hak ve hukukunu gözetmeye davet etmekte ve bu konuda: “Kadınların haklarını yerine getirme hususunda Allah’tan korkunuz! Zira siz onları Allah’ın bir emaneti olarak aldınız.” buyurmaktadır. Başka bir hadis-i şeriflerinde de: “Sizin en hayırlınız, ehline (eşine ve çocuklarına) en hayırlı olanınızdır. Ve ben de ehline karşı en hayırlı olanınızım.” buyurur.

“Hanımı ile iyi geçinip şakalaşanı Allah sever, rızklarını artırır.” “En üstün mümin, hanımına, en iyi, en lütufkar davranan güzel ahlaklı kimsedir.” “Hanımına güler yüzle bakan erkeğin defterine, bir köle azat etmiş sevabı yazılır.”

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz, erkeklere, kadınlara daima iyi davranmalarını tavsiye ederek: ”Müminlerin iman bakımından en olgunu ve en hayırlısı, hanımına karşı en hayırlı olanıdır.” buyurmaktadır. Veda Haccı’ndaki meşhur hutbesinde Peygamber (s.a.v.) Efendimiz: “Ey insanlar! Kadınlar hakkında Allah’dan korkunuz! Sizin kadınlarınız üzerinde hakkınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.” buyurarak daha yedinci yüzyılda yüzyirmi dört bin müslüman hacı namzedine karşı, kadınların haklarını ilk olarak açıklamışlardır.Başka bir hadis-i şeriflerinde: “Onlara yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin, onları dövmeyin, onlara çirkin demeyin, fena söz söylemeyin!” buyurmuşlardır. Kadınlarla iyi geçinmek Kur’an-ı Kerim’in emridir: “Kadınlarınızla iyi geçinin; eğer onlardan hoşlanmadı iseniz bile!. Olabilir ki bir şey, sizin hoşunuza gitmez de, Allah onda bir çok hayır takdir etmiş bulunur.”

“Hanımını döven, Allah’a ve Resulüne asi olur. Kıyamette onun hasmı ben olurum.” “Kadınlara ancak asalet ve şeref sahibi kimse değer verir. Onları ancak kötü ve aşağılık kimseler hor görür.” “Kız çocuğunu güzelce terbiye edip, Allah’ın verdiği nimetlerle bolluk içinde yedirir giydirirse, o kız çocuğu onun için bir bereket olur, Cehennemden kurtulup kolayca Cennete girmesine vesile olur.” “Üç kız veya kız kardeşinin geçim veya başka sıkıntılarına katlananı, Allah cennete koyar.” Eshab-ı kiramdan biri; İki tane olursa da aynı mıdır? diye sorunca, Peygamber efendimiz; “Evet, iki tane olursa da aynıdır” buyurdu. Başka birisi; Ya bir tane olursa? diye sorunca cevabında buyurdu ki: “Bir tane de olsa gene aynıdır.”

Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz bu konuda: “Kadınlar hakkında birbirinize hayır tavsiye ediniz!” buyurmaktadır. Kadınlara karşı daima hoşgörülü olmalıdır. Nitekim bir hadis-i şerifte: “Mümin bir erkek, mümin bir kadına kızıp darılmasın! Eğer onun bir huyundan hoşlanmazsa, öbüründen memnun olabilir.” buyurulur. Bir insanın her işi ve her huyu hoşumuza gitmeyebilir. Fakat iyi niyetli insan, kendi hanımında hoşuna gidecek nice meziyetler bulabilir. Onlarla kendisini memnun ve mutlu edebilir. Bunun için ayıp aramaya değil, meziyet aramaya bakmalıdır. Zira marifet iltifata tabidir. İltifatsız marifet zayidir. “Cennet annelerin ayağı altındadır.“ diyen dinimiz kadına hak etmiş olduğu değeri vermiştir. 7


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Tunceli’ye Gidilir mi?

AKP, yıllardır iktidarda olup da kendisini hala muhalefet sanan bir iktidardır. Davutoğlu da hem milleti hem devleti temsil makamında olup da milleti devlete karşı konumlandıran, kışkırtan tek Başbakan’dır. Davutoğlu kutsalları ve acıları bölücülüğün aracı olarak kullanıyor. Nitekim bu bağlamda Dersim olaylarına “Modern Kerbelâ” diyerek büyük bir skandalın altına da imzasını atıyor. Kerbela vakasının günümüzdeki Şii-Sünni ayrışmasının miladı olduğunu bilerek Davutoğlu “modern kerbala” kavramını kullanmıştır.

Belki de kendisine “niçin olmasın?” resti çekilecektir. Onu zaman gösterecek. Ancak bundan önce Başbakan sıfatını taşıyan Davutoğlu’nun şu sorulara cevap vermesi gerekecektir: Muhalefet liderini davet ettiğin bu yörelerde “kamu güvenliği” ya da “kamu düzeni” var mıdır? Varsa kimdedir? Devlet bu yörelerde vatandaşlarının güvenliğini ve kamu düzenini sağlayabiliyor mu? Bu soruların cevabını Davutoğlu, kendisinin ve ekibinin yaptığı şu açıklamaları dikkate alarak cevap vermesi gerekir.

MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin bu konuda kendisini eleştirmesi üzerine de suçüstü yakalanmanın telaşı içinde şunları söylüyor: “Tek parti dönemine sahip çıkmak size mi kaldı? Sayın Bahçeli’ye meydan okuyorum. Tunceli bu ülkenin bir parçası ve cesaretin varsa git bu hain, terörist sözlerini Tunceli’de söyle. Haydi git aynılarını söyle”.

Ahmet Davutoğlu, PKK’nın söz vermesine rağmen sınır dışına çıkmadığını, bunu bildiklerini ama Çözüm Süreci bozulmasın diye göz yumduklarını söylemiştir. Başdanışmanı Etyen Mahçupyan, ‘Güneydoğu’da kamu düzenin devlette değil PKK’da’ olduğunu itiraf etmiştir. İçişleri Bakanı Efkan Ala, PKK’nın kırsal terör baskısını artırdığını ve şehirlere inmeye ve hâkim olmaya başladığını açıklamıştır.

Davutoğlu, Dersim’in isyancı elebaşlarından olan Seyit Rıza, Alişan, Alişer, (Baytar Nuri) Nuri Dersimi gibi kimselere sahip çıkıyor ve onları masum ve mazlum ilan ediyor. Davutoğlu’nun yardımcısı Arınç da onun yolundan giderek günümüzdeki millet ve devlet düşmanı terörist başının itibarının zedelenmemesi için azami itinayı gösteriyor. Bu amaçla HDP’ye “Öcalan’ı itibarsız hale getirmek istiyorsunuz” diyerek öfkeleniyor.

Davutoğlu, başbakan olduğun ülkenin ve yönetiminizin manzarası budur. Bu durumda size bir davet de biz yapalım: Siz öncelikle Cizre’nin Nur ve Sur, Midyat’ın, Nusaybin’in, Hakkari’nin ve Diyarbakır’ın bazı mahallelerinde YDG-H tarafından özerklik olan edilen yerlere bir gidiniz. İki kent arasında yirmi altı gün bir devlet kara yolunun nasıl kesilebildiğini kamuoyuna bir açıklayınız. MHP liderini davet ettiğiniz yörelerde ikili bir kamu düzenini olup olmadığını bütün kanıtlarıyla ortaya koyunuz ondan sonra teklifiniz bir biçimde değerlendirilir.

Buna karşın Bahçeli’nin Atatürk’e ve Cumhuriyete sahip çıkmasını “tek parti” dönemine sahip çıkıyorsun suçlaması yaparak cevap veriyor ve meydan okuyor: “Git bu hain terörist sözlerini Tunceli’de söyle” diyor. Bahçeli de gidiyor ve Tunceli’de ‘bölücüye bölücü, isyancıya isyancı, teröriste terörist’ diyor. Davutoğlu hala anlayamamış ama Fransızlar bile “kediye kedi” diyor.

Prof. Dr. ÖZCAN YENİÇERİ

MHP liderinin Tunceli’ye gideceğini açıklaması üzerine AKP ve HDP provokatif açıklamalar ve ajitatif faaliyetlerle bunu engellemeye çalışmışlardır. Davutoğlu’nun onca provokasyonuna, tahrikine ve kışkırtmasına karşın MHP liderinin Tunceli’ye gitmesi AKP cenahında şok etkisi yapmıştır. Davutoğlu yediği şamarı ve aldığı hasarı zafere çevirmek için bu kez de kalkıyor: “Hakkari’de de, Van’da da, Bitlis’te de, Bingöl’de de bekliyoruz sizi” diyor. 8


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

Dersim İsyanı

Birol ÖZTÜRK birolozturk@hotmail.com.tr Tunceli ilimizin önceki adı Dersim’dir. 25 Ara- asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarlık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin ma Taburu’na da baskın düzenlenir. Kendi vatandaşİdaresi Hakkında Kanun çıkarılmıştır ve 4 Ocak 1936 larından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı tarihinde Dersim Vilayeti’nin adı Tunceli Vilayeti ol- savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırmuştur. Fakat 1937 yılında başlayan isyan da tarihe lığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta Dersim İsyanı adıyla geçmiştir. zaafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Dersim bölgesinde isyanların tarihi 1500’lü yıllara kadar uzanır. Özellikle Osmanlı’nın dağılma Bu olaylardan sonra bölgedeki devlet otorisürecine girdiği 1800’lü yıllarda isyanlar ve isyan- tesi kaybolur. Büyük bir askeri harekat düzenlenerek ların şiddeti artmıştır. Bu dönemde bazı aşiretlerce isyancı aşiretlere karşı kesin sonuç alınması zorungerçekleştirilen isyanların ortak özelliği de, isyancı luluk haline gelir. Bunun üzerine bölgeye askeri bir aşiretlerin hem devlet otoritesine karşı olmaları hem harekat düzenlenerek isyan bastırılır. Aralarında, bude bölgede yaşayan masum vatandaşların malına, gün mazlum gösterilen Seyit Rıza’nında olduğu isyan canına ve namusuna saldırmalarıdır. liderlerinden 6 kişi idam edilir, çok sayıda isyancı da değişik hapis cezalarına çarptırılır. Cumhuriyet döneminde bölgeye, isyanların sona erdirilmesi ve devlet otoritesinin sağlanma- Malesef günümüzde, birilerini kötü göstersı için yapılması gerekenleri tespit edecek heyetler mek adına, insanlara, Tunceli’de katliam yapıldığı angönderilmiştir. Bu heyetlerin aşiretlerle yaptıkları gö- latılmaktadır. Dersim İsyanı’nın bastırıldığı harekatta rüşmelerde bazı aşiretler ikna edilerek devlet otori- öldüğü iddia edilen insan sayısı, 40-50 binden baştesini kabul etmeleri sağlanmıştır. layarak 100 bine kadar çıkmaktadır. İleri sürülen rakamların birbirinden çok farklı olması, bu tezin hiçbir Ancak bunlar da isyanlara ve bozgunculuğa bilimsel temeli olmadığının en açık kanıtıdır. Dersim engel olamamıştır. Bazı aşiretler masum insanların harekatına bir katliam görünümü verebilmek için malına, canına ve namusuna saldırmaya devam et- açık arttırma misali ölü sayılarını olabildiğince arttırmiştir. Bu dönemlerde isyancı aşiretlere karşı askeri mışlardır. Herkes aklından geçeni salladığı için de orharekat düzenlenmiş ancak bölgenin coğrafi şartla- taya birbirini tutmayan çok farklı rakamlar çıkmıştır. rının zorluğu sebebiyle kesin sonuç alınamamıştır. Askeri operasyonların kesin başarıyla sonuçlanama- Peki gerçek nedir ? 3. Ordu Müfettişliği’nin ması da isyancı aşiretlere daha da cesaret vermiştir. yaptığı açıklamada Dersim harekatı sonrasında tarama bölgesinden ölü ve diri olarak 7.954 kişi çıka 1937 yılında yeni bir isyan başlamıştır. Bu is- rılmıştır. Bu 7.954 kişinin 5 bin ile 7 bin kadarı batı yanında öncekiler gibi Alevilik ile bir alakası yoktur. bölgelerine sürülmüştür. Bu rakamlara göre Dersim Bu isyan Kürtçü bir isyandır. 1937 yılında Atatürk Sin- operasyonları sırasında ölenlerin sayısı en fazla 2500 geç Köprüsü’nün açılışını yapmak üzere Dersim’e gi- kadardır. Ayrıca bu rakama, bölgeyi terk ederek Erdecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak zincan, Elazığ ve Sivas taraflarına kaçanlar da dahilamacıyla bir askeri karakol yapılmıştı. İsmail Hakkı dir. 1935 genel nüfus sayımına göre Tunceli (Dersim) adlı bir teğmen’in komutasındaki karakola isyancılar nüfusu 101.099 kişidir. 1940 genel nüfus sayımına tarafından saldırı düzenlenmiştir. Karakol yakılmış ve göre Tunceli (Dersim) nüfusu 94.636 kişidir. 33 askerin tümü şehit edilmiştir. Bu harekat sırasında muhtemelen ve malesef 27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yo- masum insanlar da ölmüştür. Fakat bunun sorumlulundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri luğu devletin değil isyancı aşiretlerindir. Devlet, devtarafından yakılır. Diğer Türk Birlikleri ile bağlantı let olmanın gereğini yaparak isyanı bastırmış, masum kurulmasın diye isyancılar tarafından bölgenin tele- insanların malına,canına ve namusuna saldırılmasını fon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. engellemiştir. Bundan daha doğal ne olabilir ? Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu’nun da basılması için 9


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Bulgaristan Türkleri

Türkler, 1353 yılında Osmanlıların Gelibolu’ya geçmesiyle beraber Balkanlara yerleşmeye başlamışlardır. Türklerin burada yerleştikleri bölgeler arasında Bulgaristan en yoğun Türk yerleşmesinin olduğu bölgedir. Osmanlı İmparatorluğunun bölgede süren beş yüz yıllık hakimiyeti sayesinde Türk kültürü de sağlam temellere oturarak Bulgaristan’da kalıcı bir hale gelmiştir. Bulgaristan Türkleri, Tuna nehri ile Balkan sıra dağları arasında kalan topraklarda yaşayan Türklere denir. 877–1878 Osmanlı Rus Harbi sonucu imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Tuna Vilayeti’nin Sofya, Vidin, Rusçuk, Tırnova ve Varna Sancakları üzerinde küçük bir Bulgar Prensliği kurulmuş ve bu bölgede yaşayan Türkler bu Bulgar Prensliği sınırları içinde kalarak “Bulgaristan Türkleri” ismini almışlardır.

Bulgaristan 1912-1913 Balkan savaşları sonunda Türk nüfusunun %90’lara varan Batı Trakya ve Rodop bölgesinde Kırcaali, Eğridere, Koşukavak, Darıdere, Mestanlı, Ortaköy, Dövlen, Paşmaklı ve Nevrokop şehirlerini de topraklarına katmıştır. Bulgaristan son olarak 1940 yılında Güney Dobruca topraklarını da Romanya’dan almış ve böylece bu bölgede yaşayan Türkler de Bulgar idaresine girmişlerdir. Bulgaristan’da Türklerin yaşadıkları yerlere genel olarak baktığımızda Deliorman Bölgesi, Dobruca Bölgesi, Kırcaali-Rodop Bölgesi karşımıza çıkmaktadır.

tan’dan yapılan bu göçler Bulgaristan Türklerinin nüfusunu olumsuz yönde azaltmış olsa da Bulgaristan Türkleri nüfuslarını korumayı başarmışlardır. Günümüzde Bulgaristan’da 2 milyon civarında Türk yaşamaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, diğer ifadeyle Soğuk Savaş döneminde Bulgaristan’ın sosyalist rejime geçmesiyle birlikte, komünizmin egemen ideoloji olduğu tüm coğrafyalarda olduğu gibi ilk hedef olarak Türkler seçilmiş, Türklere karşı baskı, şiddet, asimilasyon politikaları izlenmeye başlanmıştır. Bulgaristan Komünist Partisi (BKP) Merkez komitesi “Büyük Bulgaristan” hayallerini gerçekleştirmek amacıyla öncelikli olarak “Suni bir komünist Bulgar-Slav toplumu” yaratmayı hedeflemişler ve “Edina Natsiya” (Tek millet) teorisini ortaya atmışlardır. Bu teori doğrultusunda Türkler başta olmakla diğer azınlıklara karşı “Priobştavane” (Kaynaştırma, birleştirme) tezi adı altında isim, din ve dillerini zorla değiştirme politikasını uygulamışlardır.

Bu dönemde Türklere ait topraklar ellerinden alınmaya, Türk okulları devletleştirilmeye ve Bulgarlaştırılmaya başlanmıştır. Komünist Bulgar yönetimi kendileri için bir tehlike olarak gördükleri Türkleri, Bulgar toplumu içinde eritebilmek amacıyla soydaşlarımıza “Türkiye’nin propagandasının etkisi altında kalmamaları, cehaletten biran önce kurtulmaları ve medeni bir vatandaş olmaları için; Bulgarca konuş Bulgaristan’dan Türk göçlerinin uzun bir ta- maları, Bulgar adlarını kabul etmeleri ve Bulgar gerihi vardır. Çağlara ve dönemlere göre bunların bazı leneklerine göre yaşamaları gerektiği tarzında yoğun benzerlikleri ve ayrılıkları vardır. Bunu totaliter reji- propaganda kampanyaları yürütmüşlerdir. Bulgarlar min zamanında bile açık olarak görmekteyiz. 1877– bu yoğun ve baskıcı propagandalarına rağmen başa1878 Osmanlı-Rus Harbi ile başlayan dönemden iti- rılı olamamışlar ve Türkleri gelenek ve göreneklerinbaren 100 yıl boyunca Bulgaristan Türkleri Türkiye’ye den koparamamışlardır. göç etmişlerdir. Bu göçler neticesinde Türkiye’de hiç azımsanmayacak bir nüfus oluşmuştur. Bulgaris- Bulgar hükümetinin aldığı kararların en vahşi

10


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev ve insanlık dışı uygulamalarından biri 2-3 Aralık 1975 tarihlerinde gerçekleşmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Süleyman Demirel’in Sofya’da ziyaretlerde bulunduğu sırada, Pirin Makedonyası ile Rodop Bölgelerindeki köyler, Bulgar askeri birlikleri tarafından kuşatılmış ve 2 Aralık gününün akşam saatlerinden başlayarak sabaha kadar bu bölgede yaşayan soydaşlarımıza toplu işkenceler, baskılar yapmak, Blatska, Karabulak ile Groodno’da olduğu gibi yüzlerce Türk kadın ve kızlarını kurt köpeklerine parçalatmak suretiyle, isimlerini değiştirmeye zorlamışlardır.

girerek zorla isim değiştirmeye başlamışlardır. Bulgar ismini kabul etmeyenler veya karşı gelenler dayak ve işkencelere maruz kalmıştır. 1985 Mart ayına kadar öldürülen Türklerin sayısı 2500 civarında olduğu tahmin edilmektedir.

1984 Şubat ayında BKP Merkez Komitesi toplantısında, bütün ülke çapında Türklere karşı yürütülen Bulgarlaştırma kampanyasının hızlandırılmasına ve sonuçlandırılmasına karar verilmiştir. 1984 Kasım ayından itibaren bu kararlarını hızlı bir şekilde, şiddete başvurarak uygulamaya koymuşlar ve Güney 1970’li yıllarda baskının boyutu iyice büyü- Bulgaristan’daki Türklerin tamamını Bulgarlaştırmamüş, birçok köyde isim değiştirmeyi kabul etmeyen ya başlamışlardır. Ordu ve polis birlikleri Rodoplar’la Türkler işkencelere maruz kalmış, hatta yakılarak öl- Kuzey Trakya’da Hasköy, Kırcaali, Mestanlı, Eğridedürülmüştür. Bu dönemde Türklere karşı girişilen bu re, Koşukavak, Ortaköy, Darıdere, Paşmaklı, Filibe, asimilasyon hareketine karşı Türk diplomasisinin ve Eskizağra, Yanbolu ve İslimiye gibi şehirlere ve bu kamuoyunun sessiz kalması, olayların dünya kamu- şehirlere bağlı köylere geceleri silahlı baskınlarda oyuna gerektiği gibi duyurulamamasına ve daha kö- bulunarak, zorla isim değiştirme yoluna gitmişlerdir. tüsü 1984-1985 yılları arasında girişilecek yeni soy- 9-10 Kasım günlerinde Koşukavak’a, 11-12 Kasım’da kırım hareketine zemin hazırlamıştır. Bulgarların bu Kırcaali ve çevresine, 26-28 Aralık 1984 tarihlerinde dönemde yürüttükleri Bulgarlaştırma kampanyaları Hasköy’e düzenlenen baskınlarda Türkler, kurt kösonucu 8 ile 10 bin Türk katledilmiş, 558.325 Müslü- peklerine parçalatılarak, makineli tüfeklerle taranaman Türk’ün ismi değiştirilmiş, isimlerini değiştirmek rak, tanklarla ezilerek öldürülmüştür. istemeyen ve direnen 48.073 Türk işten atılmış, çok sayıda Türk öğrenci Bulgar adını almadığı için okul- Bu dönemde yüzlerce Türk öldürülmüş, yalardaki kaydı silinmiş ve isimlerini değiştirmemekte ralanmış ve işkenceye maruz kalmıştır. Bu dönemde direndikleri için birçoğunun nüfus cüzdanı, diploma- Bulgarlara karşı koyan soydaşlarımız Belene, Lofça, sı, ehliyeti vb. belgeleri iptal edilmiştir. Sofya ve Pernik gibi toplama kamplarına ve hapishanelere gönderilmişlerdir. 1980’li yıllara gelindiğinde ise baskı ve şiddetin ikinci ve daha sert dalgası başlamıştır. Bulgar- Komünist yönetimin çöküşüne kadar yani lar, 1984 sonbaharında Türklerin üzerine yürüyerek 1989 yılına kadar Bulgaristan’da yaşayan Türk azınzorla ve kanlı bir şekilde adlarını değiştirmeye başla- lığa karşı soykırıma varan uygulamalar gün geçtikmışlardır. 1985 yılı başlarında Bulgaristan’da yaşayan çe arttı. II.Dünya savaşı sonrası rejim muhaliflerinin Türklere karşı, isim değiştirme, baskı, zulüm ve katli- toplatıldığı Belene Kampı, Bulgarların asimilasyon amlar doruk noktasına çıkmıştır. 1984–1985 kışının politikasına karşı çıkan Türklerin kampı haline gelçok sert geçmesi tüm şehirlerin dış dünya ile bağ- meye başladı. Binlerce Türk, çocuklarını sünnet ettirlantılarının kesilmesini sağlamıştır. Bunu fırsat bilen diği için, Türkçe konuştuğu için,Bulgar ismi almadığı Bulgarlar Türk bölgelerini yabancılara kapatılmıştır. için Belene kampına gönderildi. Bu kampta yıllarca Daha sonra Bulgar asker ve milisler, Türk bölgelerine işkenceye maruz kaldı.

11


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014 1989’a gelindiğinde komünist Bulgar rejiminin baskılarından usanmış Bulgaristan Türkleri için yeni bir süreç başladı. 1989’da Türkiye’nin duruma daha fazla göz yummaması ve kapılarını Bulgaristan Türklerine açmasıyla birlikte Bulgaristan’dan Türkiye’ye büyük bir göç başladı. Bu göç aslında ne başlangıçtı ne de son. Bundan sonra da Bulgaristan’dan Türkiye’ye göçler gerçekleşecekti Fakat 1989 göçü siyasal baskı ve uluslaşma politikalarının tetiklediği son büyük kapsamlı göçtü. Türkiye’nin kapılarını açacağını bildirmesiyle harekete geçen Bulgaristan Devleti Türklerin pasaportlarını hemen dağıtmaya başladı. Yalnız bunu yaparken adi politikalarına devam ederek aynı aile içerisindeki kişilerin pasaportlarını ayrı-ayrı tarihlerde veriyor, onları böyle önemli bir olayda ayrı düşürmeye çalışıyordu. Ayrıca pasaportunu alan kişiyi göçe zorluyordu. İnsanlar eşyaları toplanarak sokaklara fırlatılıyor, onlara trenlere nasıl gidecekleri bile anlatılmıyordu. Alay edilircesine belirli arazilerde toplatılan Bulgaristan Türkleri bir müddet burada bekletiliyor, daha sonra gruplar halinde trenlere bindiriliyor, Türkiye sınırına kadar hiçbir ihtiyaçları karşılanmıyor, hatta trenlerde bile işkenceye maruz kalıyorlardı.

ristan Türkü sevgiliye kavuştu, Türkiye’ye giriş yaptı. Bu göçe en çok sevinen taraf doğal olarak Bulgaristan tarafıydı. Çünkü bu göç ile birlikte Türklerden büyük ölçüde kurtulmuş olacaklardı. Onların bundan sonraki hedefi ise bu coğrafyada Türklerin varlıklarını hiç olmamış gibi göstermek, Türk izlerini silmek olacaktı. Bulgaristan’da sosyalist rejim 1991’de yıkıldı. Yerine gelen demokratik rejim ise sosyalist rejimin bıraktığı ağır faturayı halen ödemeye devam ediyor…

Ama onlar inadına gülüyor, inadına seviniyorlardı. Nerdeyse hepsi tüm varlığını Bulgaristan’da bırakarak geliyordu ama buna bile üzülmüyorlardı. Çünkü biliyorlardı, Türkiye’ye, ana vatana varınca kendi isimlerini, Türkçe isimlerini geri kazanacaklardı. Özgürce ana dillerinde konuşabilecek, özgürce ibadet edebileceklerdi. Baskı, şiddet, işkence, asimilasyon bitiyordu artık onlar için. İşte bunun için seviniyorlardı. Duygular kalplere sığmıyor, zincirlerini koparmışçasına, isyan edercesine damlalar halinde gözlerden dışarı fışkırıyordu.

ÜÇÜNCÜ MEZAR DESTANI Türkçe söylemek yasak, Türkçe yürümek yaya, Türkçe işitmek yasak, Türkçe bakmak dünyaya, Türkçe sevinmeyecek, Türkçe gülmeyeceksin, Alnından akan teri Türkçe silmiyeceksin. Türkçe bağlamak yasak ayakkabı bağını, Türkçe ayırmak yasak solunu ve sağını, Sofrada ekmeğini Türkçe dilimlemeyeceksin, Türkçe yaşamayacak, Türkçe ölmeyeceksin. Ömer Osman Erendoruk (Belene’de kalmış şair, yazar)

Kapıkule sınır kapısında muazzam bir kalabalık toplanmış, akrabalarına, soydaşlarına kavuşacağı anı bekliyordu. Ve o günlerde 350 bine yakın Bulga-

Trenle Kapıkule’yi geçerek Türk topraklarına basan Bulgaristan Türkleri 12


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

40 Kişiyle Çin Sarayını Basan Türk

KÜRŞAD

Teoman Yabgu’nun Kuzey Asya’da Büyük Türk Hakanlığı’nı kurduğu milattan önce 220 yılından, 854 yıl geçmişti. Milad’ın 634. yılında Büyük Türk Hakanlığı, mühim bir kriz devresine girmişti. Bu çağda, Büyük Türk Hakanlığı’nın başında Göktürk hanedanı bulunuyordu. Türklerin en büyük ve geleneksel düşmanı, Çin İmparatorluğu idi. Göktürk hanedanından gelen 10. Büyük Türk Hakanı Çuluk Kağan’ı Çinliler, bir Çin prensesi olan eşi İçing Hatun eliyle zehirletmişlerdi. 621 de zehirlenerek ölen Çuluk Kağan’ın yerine kardeşi Kara Kağan geçti. Kara Kağan, zayıf bir şahsiyetti. Çinli eşinin entrikalarıyla büsbütün yanlış hareketler yapmaya başladı. Üst üste gelen soğuklar ve kıtlık yılları da Türk illerinde büyük zararlar meydana getirdi. Bu durumdan faydalanan Çinliler, kuzeye, Türk ülkelerine büyük bir ordu gönderdiler .Kara Kağan yenildi. 100.000 Türkle beraber Çinlilere esir oldu. 4 yıl Çin’de yaşadı ve kederinden öldü.

Gerçekten o gece 40 Türk, Çin sarayını bastı. Pek kanlı bir vuruşma oldu. Yüzlerce Çinli muhafız, 40 Türk’ün keskin nişancılığı ve vuruş mahareti karşısında can verdi. Türk okları ve kılıçları, yıldırımlar gibi yağıyor ve değdiği yerden sütunlar halinde kan boşanıyordu. Ancak Çin İmparatoru’nun hassa kuvvetleri, yerden mantar bitercesine çoğalıyor, bir ölü muhafızın yerini on kişi alıyordu. Öyle bir an geldi ki, Kürşad, İmparator’un ele geçirilmesine imkan olmadığını anladı. Sarayı terk etme emrini verdi. Ancak yaya olarak yapılamazdı. Mutlaka binecek at bulmak icap ediyordu. Sarayı basan Türkler, sokaklarda göze çarpmamak için atsız gelmişlerdi. Sarayın has ahırını basan Kürşad ve arkadaşları buldukları atlara atladılar. Bütün muhafız duvarlarını parçalayarak saraydan çıkıp gittiler. Şehir surlarının bir kapısını zorlayıp Çin başkentinden de çıktılar. Ancak arkalarından bütün bir Çin ordusu geliyordu. Vey ırmağı kıyısına gelince korkunç bir vuruşma başladı. Irmağa varan Kürşad ve Çinliler, Kara Kağan’ın yerine Doğu Göktürk 39 yoldaşı, suyu geçemeden Çinliler tarafından durprenslerinden Sirba Kağan’ı Türk imparatoru ilan duruldular. Birkaç yüz Çin askeri, Türk oklarıyla vuruettiler. Sirba Kağan, bir kukladan ibaretti. Hayatı 9 lup düştü. Fakat 40 Türk’te artık değil dövüşecek, yay yüzyıla yaklaşan Türk devletinin, Çin’e tabi olduğunu çekip kılıç savuracak takat kalmamıştı. Her dakika bir kabul etmek mecburiyetinde kaldı. Yüzyıllarca Çin’in Türk, Vey ırmağının sarı toprakları üzerine seriliyorve bütün Asya’nın efendisi olan Türkler, bu utandırıcı du. Kanının son damlasına dek savaşan Kürşad da en boyunduruktan silkinmek için fırsat gözlüyor, kendi- sonunda ölmüştü, fakat yenilmemişti. lerine bir lider arıyorlardı. Bu lider, ortaya çıkmakta gecikmedi. Bu kahraman, Çuluk Kağan’ın oğlu Kür- İhtilal başarılamadı diye Çin boyunduruğunşad’dı. 40 kişilik bir ihtilal komitesi kuruldu. Kürşad, daki Türkler sinmediler. Bütün Türk illerinde, hiç bir meziyetlerinden ötürü komitenin başkanı seçildi. kuvvet tarafından karşı konulmasına imkan olmayan bir istiklal rüzgarı esti. 639 yılının karanlık ve fırtınalı Türk ihtilal komitesinin planı şöyleydi : Çin bir gecesinde 40 Türk’ün hayalden dahi geçirilemeİmparator Li Şih-min esir edilecek, Türk illerine ka- yen baskını, Çinlileri kalplerinin derinliklerine kadar çırılacak, sonra Çin sarayında esir bulunan Türk ileri titretti. Kürşad ve kırk çerisinin yaptıkları ihtilalden gelenleri ve Çin boyunduruğundaki Türk topraklan ile sonra korkuya kapılan Çinliler, Siganfu’daki bütün değiştirilecekti. İhtilal başarıya ulaşır ulaşmaz, yani esir Göktürkleri mecburen serbest bıraktılar. GökÇin İmparatoru ele geçirilir geçirilmez, bütün Türkler türkler kırküç yıl boyunca dağınık bir şekilde yaşadıayaklanacaklar, savaşarak ihtilale destek olacaklardı. lar. Kürşad’ın başlattığı bu hareketle 682 senesinde Çin İmparatoru’nun her gece kılık değiştire- Bozkurt başlı sancak tekrar kaldırıldı ve Kutluk Şad rek başkenti Çangan’da dolaştığı Türkler tarafından (İlteriş Kağan) ile Bilge Tonyukuk İkinci Göktürk Devhaber alınmıştı. Bir sokak baskınıyla İmparator’un leti’ni kurdular. esir edilmesi kolaydı. Ancak bu işin yapılması kararlaştırılan gece, aksi bir şekilde, büyük bir fırtına patlak verdi. İmparator sarayından çıkmadı. Kürşad, gecikilirse ihtilalin duyulmasından ve Türklerin kılıçtan geçirilmesinden korktu. Büyük bir cesaretle, imparatorluk sarayını basıp İmparator’u silah kuvvetiyle ele geçirme kararını verdi. Arkadaşlarının, Çinliler’e göre çok iyi derecede silah kullanmalarına güveniyordu.

13


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Hüseyin Nihal Atsız

Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür. Hüseyin Nihal ATSIZ

Hüseyin Nihâl Atsız, 12 Ocak 1905’te İstanbul Kadıköy’de doğdu.Atsız’ın babası Gümüşhane’nin Torul kazasının Midi köyünün Çiftçioğulları ailesinden Deniz Güverte Binbaşısı Mehmet Nail Bey, annesi Trabzon’un Kadıoğulları ailesinden Deniz Yarbayı Osman Fevzi Bey’in kızı Fatma Zehra Hanım’dır. İlköğrenimini Kadıköy’deki çeşitli okullarda, orta öğrenimini Kadıköy ve İstanbul Sultanilerinde yaptı. Buradan mezun olunca Askerî Tıbbiye’ye yazıldı. Atsız, yükseköğrenim çağına gelip Askerî Tıbbiye’ye kaydolduğu çağlarda Türkçülük fikrinin etkisi altına girmeye başladı. Ziya Gökalp’in cenaze töreninin yapıldığı günün gecesi Türkçülük fikrine karşı öğrencilerle kavga ettiği ve daha sonrasında ise aralarında bir takım problemler geçen Arap asıllı Bağdatlı Mesut Süreyya Efendi adlı bir teğmene selam vermediği gerekçesi ile 4 Mart 1925 tarihinde 3. sınıf talebesiyken Askeri Tıbbiye’den çıkarılmıştır.Bu olaydan sonra bir süre yardımcı öğretmenlik, gemi kâtip muavinliği gibi geçici işlerde çalışır.

Üniversite Yılları 1926 yılında İstanbul Dârülfünûnu’nun Edebiyat Fakültesinin “Edebiyat Bölümü”ne ve İstanbul Dârülfünûnu’nun yatılı kısmı olan Yüksek Muallim Mektebi’ne kaydolan Atsız, bir hafta sonra askere çağırılmış, askerliğini 9 ay olarak 28 Ekim 1926-28 Temmuz 1927 tarihleri arasında İstanbul’da Taşkışla’da 5. piyade alayında er olarak yapmıştır. Ahmet Naci adlı arkadaşı ile birlikte hazırladığı ‘Anadolu’da Türklere Ait Yer İsimleri’ adlı makalenin Türkiyat Mecmuası nın ikinci cildinde yayınlanması ile hocası olan Mehmet Fuad Köprülü’ nün dikkatini çeken Atsız, 1930 yılında Edebiyat Fakültesi’nden mezun olmuştur. Mezuniyetinden sonra Edebiyat Fakültesi Dekanı olan hocası Prof. Dr. Mehmet Fuad Köprülü, Maarif Vekâleti’nde Atsız için girişimde bulunarak, Yüksek Muallim Mektebi’ni öğrenci olarak bitirdiği için, liselerde yapması gereken 8 yıllık mecburi hizmetini affettirmiş ve 25 Ocak 1931’de Atsız’ı kendisine asistan olarak almıştır.

(H. Nihâl) imzası ile, hikâyelerini de (Y.D.) imzasıyla, bu dergide yayınlamaya başlamıştır. 1932 Temmuzunda Ankara’da toplanan Birinci Türk Tarih Kongresi esnasında, Prof. Dr. Zeki Velidi Togan’a Dr. Reşid Galib’in yaptığı eleştiriler üzerine Atsız, Dr. Reşid Galib’e “Zeki Velîdî’nin talebesi olmakla iftihar ederiz” diyen bir protesto telgrafı çekmiş ve bu telgraf üzerine de Reşid Galib’in tepkisini üzerine çekmiştir. 19 Eylül 1932’de Reşid Galib, Maarif Vekili olmuştu. Kısa bir süre sonra da Mehmet Fuad Köprülü’nün dekanlıktan ayrılması üzerine Edebiyat Fakültesi Dekanlığı’na vekâleten bakan Ali Muzaffer Bey asâleten tâyin edilmiştir.Reşid Galib, Atsız Mecmuanın 17. sayısındaki ‘Dârülfünûn’un kara, daha doğru bir tabirle, yüz kızartacak listesi’ adlı makalesi nedeniyle Edebiyat Fakültesi Dekanı’na baskı yaparak, 13 Mart 1933 tarihinde Atsız’ın üniversite asistanlığına son vermiştir.

Memuriyet Zamanları Üniversite asistanlığından çıkarılan Atsız, Malatya Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin edilmiştir, Malatya’da kısa bir müddet (8 Nisan 1933-31 Temmuz 1933) Türkçe öğretmenliği yapan Atsız, Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayin edilmiştir. Atsız’ın Edirne’deki edebiyat öğretmenliği de 3-4 ay kadar kısa bir müddet devam etmiştir. (11 Eylül 1933-28 Aralık 1933). Atsız, Edirne’de iken Atsız Mecmua’nın devamı mahiyetindeki aylık Türkçü dergi olan Orhun (5 Kasım 1933-16 Temmuz 1934, sayı 1-9)’u yayımlamıştır. Orhun dergisinde, Türk Tarih Kurumu tarafından çıkarılan ve liselerde ders kitabı olarak okutulan tarih kitaplarında bulunduğunu iddia ettiği yanlışları ağır bir şekilde eleştirdiği için 28 Aralık 1933’te bakanlık emrine alınmıştır ve Orhun Dergisi de 9. sayısında Bakanlar Kurulu kararı ile kapatılmıştır. Dokuz ay bakanlık emrinde kalan Atsız, 9 Eylül 1934 tarihinde Kasımpaşa’daki Deniz Gedikli Hazırlama Okulu’na Türkçe öğretmeni olarak tayin olunmuştur. 7 Ni-

Atsız, 15 Mayıs 1931’den 25 Eylül 1932 tarihine kadar Atsız Mecmua (17 sayı)’yı çıkarmaya başladı. Mehmet Fuad Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan gibi edebiyat ve tarih bilginlerinin de içinde bulunduğu bir kadro ile yayın hayatına atılan bu Türkçü dergi, devrinde ilim, fikir ve sanat alanında çok tesir yaratan Türkçü bir çığır açmış, âdetâ Cumhuriyet devri Türkçülüğünün öncüsü olmuştur. Atsız, kendini tanıtmaya başlayan ilk yazılarını

14


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev san 1944 tarihine kadar da çeşitli okullarda Türkçe öğretmenliği yapmıştır. Atsız, Boğaziçi Lisesi’nin Türkçe öğretmeniyken Basın ve Yayın Genel Müdürü Selim Sarper’in de teşvikiyle Orhun dergisini (1 Ekim 1943-1 Nisan 1944, sayı:10 ile 16 arası) yeniden yayınlamaya başlamıştır.

1944 Irkçılık-Turancılık Davası II. Dünya Savaşı sürerken Türkiye’de komünist faaliyetlerin arttığını düşünen Atsız, Orhunun Mart 1944’te yayınlanan 15. sayısında, daha önce 5 Ağustos 1942 tarihli meclis konuşmasında “Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir” diyen devrin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitaben bir açık mektup yayınlamıştır. Atsız, Nisan 1944’te yayımlanan 16. sayıda, Şükrü Saraçoğlu’na hitaben ikinci açık mektubunu yayınlayarak Pertev Nâilî Boratav, Sabahattin Ali ve Sadrettin Celâl Antel’in Marksist faaliyetlerde bulunduklarını ve Milli Eğitim Bakanı’nın “komünistleri kolladığını” ileri sürerek devrin Millî Eğitim Bakanı olan Hasan Âli Yücel’i istifaya çağırmıştır. Bu ikinci açık mektup, Türkçü çevreler içinde büyük bir galeyana sebep olmuş, başta İstanbul ve Ankara olmak üzere birçok şehirde, komünizm aleyhinde gösteriler yapılmaya başlanmıştır. Bunun üzerine Hasan Âli Yücel, 7 Nisan 1944 tarihinde Atsız’ın Boğaziçi Lisesi’ndeki edebiyat öğretmenliğine son vermiştir. Orhun dergisi de Bakanlar Kurulu kararı ile yeniden kapatılmıştır. Bu arada Sabahattin Ali, kendisine vatan haini diyen Atsız aleyhine hakaret davası açmıştır. Aleyhine dava açılan Atsız, trenle Ankara’ya gitmiş ve Türkçü gençler tarafından istasyonda karşılanarak bir otelde misafir edilmiştir. Hakaret davasının 26 Nisan 1944 günü yapılan ilk oturumu olaylı geçmiştir. Bunun üzerine 3 Mayıs 1944 tarihinde yapılan ikinci oturuma üniversite öğrencileri alınmamış, bu yüzden de öğrenci gösterileri olmuş ve yüzlerce kişi tutuklanmıştır. Davanın 9 Mayıs 1944 günü yapılan karar oturumunda, Sabahattin Ali’ye “vatan haini” dediği için 6 aya mahkûm edilen Atsız’ın cezası hâkim tarafından “milli tahrik” gerekçesi ile 4 aya indirilmiş ve 4 aylık bu ceza da ertelenmiştir. Atsız, cezasının ertelenmesine rağmen 9 Mayıs 1944 tarihinde mahkemenin kapısından çıkarken tutuklanmıştır. 19 Mayıs 1944 törenlerinde Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Atsız ve arkadaşlarını ağır şekilde eleştiren nutkunu söylemiş ve bu nutuk üzerine de Atsız ve 34 arkadaşı İstanbul 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmışlardır. Aralarında Alparslan Türkeş gibi subay, üniversite profesörü, öğretmen, doktor ve üniversite öğrencilerinin de bulunduğu sanıklar, sorguya çekilmişler; Atsız dahil sanıklar, daha sonra tabutluk diye adlandırılan hücrelerde işkence gördüklerini belirtmişlerdir. 7 Eylül 1944 günü yargılama başlamış, ‘Irkçılık-Turancılık davası’ adı verilen ve haftada 3 gün olmak üzere 65 oturum devam eden mahkeme, 29 Mart 1945 tarihinde sonuçlanmış ve Atsız 6,5 yıl hapse mahkûm olmuştur. At-

sız, bu kararı temyiz etmiş ve Askeri Yargıtay, 1 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nin kararı esastan bozmuştur. Böylece Atsız, bir buçuk yıl kadar tutuklu kaldıktan sonra, 23 Ekim 1945 tarihinde tahliye edilmiştir. 5 Ağustos 1946 tarihinde 2 Numaralı Sıkıyönetim Mahkemesi’nde tutuksuz olarak başlayan Atsız ve arkadaşlarının davası 31 Mart 1947 tarihinde sonuçlanmış ve 29 oturum devam eden mahkemede bütün sanıkların beraatına karar verilmiştir.

Mahkeme Sonrası Fikirlerini Yayması Atsız, 1950-1952 yıllarında yayımlanan haftalık Orkun dergisinin başyazarlığını yaptı. 1962’de kurulan Türkçüler Derneği’ nin genel başkanlığını üstlendi. 1964’ten vefatına kadar Ötüken dergisini yayımladı. İnandığı dava yolundaki mücadeleleri, bu gaye peşinde kırk sekiz yıl boyunca çalışan yorulmaz kalemi, Atsız’ı Türkçü düşünüşün Cumhuriyet yıllarında en kuvvetli temsilcisi ve önderi yapmıştır. Yazdıkları ile Türkçü düşünceye açıklık getiren, belirli prensipler ve hedefler çizen Atsız, millî şuura gizliden veya açıktan cephe alan Türklük aleyhtarı düşünce ve tertiplere karşı aralıksız mücadele etmiş, Türklüğü kendisini bekleyen tehlikeler önünde daima uyanık tutmaya çalışmıştır.

Ölümü Atsız, 1975 yılının kasım ayının ortalarında hasta olduğundan şüphelenmiş, ancak yapılan muayene ve testler sonucunda bir hastalık bulunamamıştır. 10 Aralık 1975 Çarşamba gününün akşamı kalp krizi geçirmiş, gelen doktor enfarktüs olduğunu anlayamamıştır. Ertesi akşam Atsız yeni bir kriz geçirmiş, 11 Aralık 1975 Perşembe günü vefat etmiştir. 13 Aralık 1975 tarihinde Kurban Bayramı’nın ilk günü Kadıköy Osmanağa Câmii’nde Kılınan ikindi namazını müteakip Karacaahmet Mezarlığı’na defnedilmiştir. Hayatı boyunca çok sayıda roman, öykü, şiir ve makale yazan Hüseyin Nihal Atsız cumhuriyet döneminde Türkçülüğün öncülerindendir. Yazdığı eserlerle uzun yıllardır gençlerin milliyetçi yetişmesinde önemli roller oynamaya devam etmektedir. Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

15


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

İkinci Bağdat Fethi Osmanlı Devleti tarihide, Bağdat iki defa fethedilmiştir. Kanuni Sultan Süleyman Han’ın, 6. seferi 1533’de İran üzerine olmuştu. Bu seferde İran’ın birçok eyaletleri Osmanlıların eline geçti. 13 Temmuz 1534’de Tebriz ve 28 Kasım 1534’de de Bağdat fethedildi. Abbasilerin 500 yıllık taht şehri olan ve İmam-ı a’zam Ebu Hanife hazretlerinin kabrinin bulunduğu şehir Osmanlıların eline geçti. Sultan IV. Murad Han zamanında Safevi Devleti’nin elinde bulunan Bağdat şehri, bizzat padişahın katıldığı Bağdat seferi sonunda, 40 günlük kuşatmadan sonra teslim olmuştur. (24 Aralık 1638) Sultan IV. Murad Han, fetihten sonra, Safevilerin yıktığı İmam-ı a’zam türbesini ziyaret etmiş, tamir ettirmiştir. Bağdat, öteden beri Osmanlı Devleti ve Safevi Devleti arasında çekişme konusu olan bir şehirdi. Öyle ki şehir, 1508’de Şah İsmail’in eline geçmesinden 1534’te I. Süleyman’ın fethine kadar iki devlet arasında çetin mücadelelere ev sahipliği yapmıştır. Bağdat, her iki devlet için stratejik bir öneme sahip olmakla birlikte aynı zamanda ekonomik, dini ve siyasi bir öneme de sahipti. Öncelikle Bağdat, Hint Okyanusu’na açılan bir kapı olarak her iki devlet için de çok önemliydi. Ayrıca ticaret, seyahat ve hac yoluydu. Bu nedenle burayı elinde bulunduran devletin ekonomik kazanımları yüksekti. Ancak Osmanlı Devleti 1624’te Bağdat’ı kaybettiğinden beri bu kazanımlardan mahrum kalmıştı. Bu yüzden Bağdat’ı geri almak devlete gelir sağlamak açısından önemliydi. Diğer bir yandan sünniliğin kurucusu olan İmam-ı Azam’ın türbesi de Bağdat’ta idi. Bu nedenle bu şehir sünnilerin lideri olan Osmanlı padişahları için son derece önemliydi. Ayrıca hac yolunun güvenliği için Bağdat’ın Osmanlı Devleti’nde olması gerekiyordu. Bağdat hali hazırda Safeviler’in elindeydi. Revan’ın da ellerine geçmesiyle Osmanlı Devleti’ne karşı elini güçlendiren Safeviler, Revan’ı, Bağdat’ı ve Tebriz’i üs olarak kullanıp Osmanlı Devleti’nin doğusuna saldırmak suretiyle tahrip ediyorlardı. Büyük bir kararlılık sayesinde alınan Revan’ın Safevilerce yeniden ele geçirilmesi Sultan Murad için bardağı taşıran son damla olmuştu. Artık İran sorununa kesin bir çözüm getirmek istiyordu. Osmanlı ordusunun geri dönmesinden sonra Safeviler’in Revan’ı geri alması, Sultan Murad’ın en büyük hayali olan Bağdat’ın fethi için çok geçerli bir sebep olmuştu.

İdareyi ele alabilecek güce ve kabiliyete eriştiğini hisseden Sultan Dördüncü Murad, yeniçerileri bir tören için Sultanahmet Meydanı’nda topladı. Beklemekten sıkılan bir yeniçeri ağasının padişahın yaşıyla ilgili alaycı sözleri genç Padişah’ın aradığı fırsat gibiydi. Tek bir kılıç darbesiyle oracıkta can veren yeniçeri, padişahın asker arasındaki itibarını artırmıştı. Bu olayı fırsat bilen Sultan Dördüncü Murad, yeniçeri ocağında büyük bir yenileşme hareketi başlatarak, bir kısmını ocaktan uzaklaştırırken, bir kısmını da boyun eğmeye mecbur bıraktı. Asker arasındaki düzeni sağlayan Sultan Dördüncü Murad, Bağdat seferi için hazırlıklara başlanması emrini de verdi Sultan Murad Osmanlı ordusuyla 22 Temmuz’da Halep’e ulaşmıştır. 26 Ağustos’ta Cülab mevkiine gelindiğinde zaten hasta olan veziriazam Bayram Paşa vefat etmiştir. Onun yerine Musul valisi Tayyar Mehmed Paşa getirilmiştir. Haberi alan yeni veziriazam Tayyar Mehmed Paşa Musul’dan Diyarbakır’a gelerek orduya dahil olmuştur. Ordu hareketine devam ederek 7 Ekim’de Musul’a, ardından 14 Kasım’da Bağdat yakınlarındaki Kazımiye’ye, ertesi gün de Azamiye’ye geldi. Yüz doksan yedi günlük uzun bir yolculuktan sonra Bağdat’a varıldığında padişah otağını İmam-ı Azam’ın türbesi önüne kurdurdu fakat Bağdat hala Safevilerin elindeyken orayı ziyaret etmeyi reddetti. Hiç zaman kaybetmeyerek 15 Kasım’da Bağdat’ın kuşatılmasına başlandı

16


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev O yıllarda Bağdat 211 kuleye sahipti. Şehrin önemli kapılarına ise Azamiye, Karanlık Kapı, Ak Kapı, Köprü Kapısı gibi isimler verilmişti. Hafız Paşa şehri Karanlık Kapı’dan, Hüsrev Paşa ise Azamiye’den kuşatmıştı. Bu yüzden Safeviler daha çok buraları güçlendirmişlerdi. Hal böyle olunca diğer kapılara göre ihmal edilmiş olan Ak Kapı saldırı için en uygun kapıydı. Bu sırada Bağdat’ı Safevi kumandanı Bektaş Han 30-40 binlik askeriyle savunuyordu. Şah Safi ise kuvvetleriyle birlikte Kasr-ı Şirin’de kuşatmayı gün gün takip etmesine rağmen muazzam Osmanlı kuvvetleri karşısında Bağdat’a yaklaşmaya cesaret edemiyordu. Şah, Bağdat’taki kuvvetlerine, kulelerine, toplarına güveniyor, şehrin düşeceğine ihtimal vermiyordu. Fakat kuvvetli Osmanlı ordusu canla başla çalışıyor, metrisler hendek kenarına kadar ilerliyordu. Osmanlı toplarının dövdüğü kulelerde büyük gedikler açılıyor, saldırı hız kesmiyordu. Bu esnada Sultan Murad, yaralıların çadırlarını kendi otağının yakınına kurdurarak her gün yaralıları ziyaret edip, hal hatır sorup, kontrol ediyordu. Sultan IV. Murad’ın bu davranışı sert, kararlı mizacının yanında hak edenden adaletini ve merhametini esirgemeyeceğinin bir kanıtıdır.

şehri 15 yıl Safevi yönetiminde kaldıktan sonra yeniden Osmanlı topraklarına katmış, Türk’ün azmini ve muzafferliğini bir kez daha kanıtlamıştı. Artık hicap duymadan İmam-ı Azam’ın huzuruna çıkabilir, onu ziyaret edebilirdi. Öyle de yaptı. İlk işi İmam-ı Azam’ın ve Abdülkadir-i Geylani’nin kabirlerini ziyaret etmek oldu. Bu mühim zatların kabirleri Safeviler tarafından tahrip edilmişti. Kuşatma esnasında büyük ölçüde zarar gören şehrin ve binaların tamirini emreden IV. Murad, bunların yanı sıra Safeviler tarafından tahrip edilmiş olan İmam-ı Azam’ın ve Abdülkadir-i Geylani’nin türbelerini de onartmış, Dicle’ye set inşa ettirmiş ve çeşitli bölgelere su getirilmesini sağlamıştır.

Öte yandan Bağdat’ın fetih haberi 18 Ocak 1639’da İstanbul’a ulaşmıştı. Hatta o günler ramazana rastladığından halkın sevinci ikiye katlanmış ve bu büyük zafer bayrama kadar şenliklerle kutlanmıştı. Padişah 8 Haziran’da İzmit’e ulaştığında burada onu karşılayanlar arasında ulema, İstanbul’un ileri gelenleri ve padişahın annesi Valide Sultan da vardı. 12 Haziran’da çok büyük bir törenle İstanbul’a girdi. Yıllardır zafere hasret olan halk, büyük sevinç yaşı Kuşatmanın yirminci günü Dicle üzerinden yordu. Bu vesileyle IV. Murad’ın bu başarısı bir hafta gelen büyük toplar Osmanlı ordusuna ulaşmış, met- boyunca şenliklerle kutlandı. Daha önce Revan seris kazma işi hızlandırılıp, bazı hendeklerin doldurul- ferinin anısını yaşatmak adına saray içerisine Revan ması sağlanmıştı. Bu sırada Safeviler’e takviye kuv- Köşkü’nü yaptıran Sultan Murad, bu defa da Bağdat vet geldiği haberinin alınması üzerine Sultan Murad, seferinin hatırasının yaşaması ve bu zaferin unutulerzak yüklü 10 bin deve ve esirlerle birlikte Osmanlı maması için Bağdat Köşkü’nün yapılmasını emretti ordusuna dönen Çöl Emiri Ebu Riş’i, Halep ve Trablus valileriyle birlikte Safevi yardım kuvveti üzerine Bağdat’in ikinci kez fethedilmesi Osmanlıya göndermişti. Bunu haber alan Safevi kuvvetleri geri yeni bir özgüven ve ruh aşılamıştır. Kudretini ve güçekilmişti. 23 Aralık’a gelindiğinde genel bir hücum cünü birkez daha tesçilleyen Osmanlı ortadoğunun başladı. Veziriazam Tayyar Mehmed Paşa ordunun hakimi ve koruyucusu olduğunu kanıtlamıştır. başında bizzat hücumu başlattı. Tayyar Mehmed Paşa, ön saflarda elinde kılıç kahramanca çarpışırken Ne acıdır ki atalarımızın Irak ellerinden çekilve hatta birkaç kuleyi de ele geçirdiği sırada başın- diği günden beri, bu topraklarda kan akmış ve durdan vurularak şehit olmuştur. IV. Murad bu elim ha- mak bilmemiştir. Ortadoğuya ve tüm dünyaya adaberi duyunca “Ah Tayyar, Bağdat kalesi gibi yüz kale letin, barışın ve hoşgörünün hakim olmasi dileğiyle değerdin.” sözleriyle üzüntüsünü belirtmiştir. Bunun yeni yılınız şimdiden hayırlı uğurlu olsun. üzerine yeni veziriazam Kemankeş Kara Mustafa Paşa Hazırlayan : Önder KOCAŞ olmuştur. Aynı gün ve gece süren şiddetli çatışmalarla birçok kulenin daha Osmanlı kumandanlarınca ele geçilmesi üzerine savunmadan ümit kesen Safevi kumandanı Bektaş Han daha fazla dayanamayacağını anlayarak canlarının bağışlanması şartıyla teslim olmaya karar vermişti. IV. Murad bu teklifi kabul etti. Bektaş Han, Şah’ın kendisini sağ bırakmayacağını bildiğinden Osmanlı hizmetine gitmeyi tercih etti. 14 yıl 11 ay önce bir ihanet sonucu Safeviler’in eline geçen Bağdat artık Osmanlı Devleti’nindi (24 Aralık 1638).

IV. Murad artık “Bağdat Fatihi” idi. Bu önemli 17


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Çocuk Odasına Televizyon Koymayın !

Teknolojik bir çağda olmanın artıları kadar eksilerini de yaşıyoruz. Teknoloji geliştikçe vücudumuz daha az çalışıyor, giderek tembelleşiyor ve daha sanal yaşıyoruz. Teknoloji bağımlılığı da giderek artıyor ve teknoloji bağımlılarının tedavi edildiği klinikler açılıyor. Teknoloji bağımlılığı başında internet, bilgisayar, telefon ve televizyon gibi cihazlar geliyor. Hayatımızı artık telefonsuz, bilgisayarsız, televizyonsuz hayal edemiyoruz. Artık her evde bir televizyon, bilgisayar ve akıllı telefon var. Bazı evlerde bu sayı ikiye, hatta üçe bile çıkabiliyor. Durum böyle olunca çocuklar dışarda zaman geçirmek yerine bu teknolojik ürünlerle tek başına zaman geçirmeyi tercih ediyor. •Beslenme problemleri ortaya çıkıyor: Çocuğun odasında televizyon olması televizyon karşısında ye Bu konuda anne babalar bilinçsiz davranabili- mek yemesi ve abur cubur tüketmesine teşvik ediyor. Özellikle daha küçük yaştan çocuklarına telefon, yor. Bu durumda aşırı kilo alımı ve düzensiz beslentablet, bilgisayar veriyor ve çocukların uzun saatler me problemleri ortaya çıkıyor. televizyon izlemesine izin veriyor ve hatta odasına televizyon koyabiliyor. •Sağlık problemlerini artırıyor: Yapılan araştırmalar yatak odasında televizyon olan çocukların, odasında Çocuklara sınırsız özgürlük vermek sağlıklı televizyon olmayan çocuklara göre daha fazla sağlık değildir. Teknolojik bir çağın eksilerinden biri ço- problemleri yaşama riskinin olduğunu göstermiştir. cukların artık kendi odalarına çekilmeleri ve tek başına teknolojik cihazlarla zaman geçirmeleridir. •Arkadaş ilişkileri gelişmiyor: Çocuk odasında teleTelevizyon izlemek bunların başında geliyor. Anne vizyonu sınırsız izlediği için dışarı çıkıp arkadaşlarıybabasının izlediği programı beğenmeyen çocuklar la oyun oynamayı tercih etmiyor. Bu nedenle sosyal televizyonu odasında izlemek istiyor. Anne babada becerileri zayıf ve içine kapanık bir çocuk olabiliyor. çocuğun odasına televizyon koymayı çözüm olarak görüyor. Bu durum çocuğun evin içinde ayrı bir evi •Çocukların benmerkezci davranmalarına neden varmış gibi hissetmesine neden oluyor. Çocuk ken- oluyor: Çocuğun hayatı daha rahat algılamasına ve di odasında zaman geçiriyor, anne baba salonda. Bu daha benmerkezci davranmasına neden oluyor. Kendurum birçok problemlere neden oluyor. dine ait bir odada ayrı bir evi varmış gibi rahat ediyor. Diğer taraftan evin giderleri ve düzeni konusunda bir sorumluluk almak istemiyor. Kimse odama girmesin Çocuğun odasında televizyon olmasının ve rahatımı bozmasın istiyor. Çocuk daha benmersakıncaları nelerdir? kezci davranışlar sergiliyor. Anne babaya karşı saygı •Anne baba ile çocuk arasındaki iletişim zarar görü- giderek azalıyor, onları anne baba değil, ev arkadayor: Anne baba ve çocuklar arasındaki iletişim kopu- şı gibi görmesine neden oluyor. Bunun gibi birçok yor. Anne baba, işten eve geldiğinde birlikte zaman olumsuzluğa neden olabiliyor. geçirecekleri saatleri ayrı geçirmiş oluyor. Hafta sonu Kısacası çocuğun odasına televizyon konmada bir programları varsa artık anne baba ve çocuk giderek birbirine yabancılaşıyor, aralarındaki iletişim sı, odanın çocuğa ücretsiz kiraya verilmesi gibi bir durum yaratıyor. Bu durum anne baba ile çocuk arabozuluyor. Birlikte sohbet edemez hale geliyorlar. sındaki iletişime zarar verdiği gibi çocuğunda hem fi•Yaşına uygun olmayan programları izleyebiliyor: ziksel hem de psikolojik gelişimini olumsuz etkiliyor. Çocuk odasında yaşına uygun olmayan programları, Bu nedenle çocuğunuzun odasına televizyon koymaşiddet içerikli filmleri ve haberleri izleyebiliyor. Bu yın ve çocuğunuzla iletişiminizi bozmayın. durumda çocuğun psikoloji olumsuz etkileniyor. 18


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

Gençlik ve Eğitim

İsa GÜNYELİ hasulku@gmail.com Değerli Gönüldaşlarım, aile içinde gençliğin hini iyi öğretmeliyiz. Gençliğimizin, milletin en dinaeğitimi ve ailelerin sorumluluğu konusunu ele ala- mik gücü olduğunu bilmeli ,her zaman ve her yerde lım. milletin ümidi ve geleceğinin teminatı olması gerektiğini bilmeli ve ona göre eğitmeliyiz. Bu önemli so Bütün ebeveynler evlatlarının okulda olsun rumluluğu yerine getirebilmesi için kendini devamlı hayatta olsun başarılı olmasını arzu eder. Anne ve yenilemesi ve Türk hoşgörüsü tavrı içinde kalması babaların ekserisi çocuğunun istikbali ve geleceği için çaba harcamalıyız. için çalışır. Bazı veliler ise, Avrupada yaşayanlar için söylüyorum, okuyup da ne olacak, bir meslek içine Arkadaş çevresi bozuksa, bozuk arkadaş kimgirsin para kazansın, hayatını idare etsin derler. Ço- dir ve zararları nelerdir onlara bunu iyi anlatmalı cuklarının yüksek okullar okumasını masraf sayarlar. ve örneklerle göstermeliyiz! Asla uzaklaştırmak için sertliğe başvurmamalıyız. Değerli Ülküdaşlarım, Gençlik yıllarında sevgi konuları olunca za Eğitime ve sorumluluğa en çok önem veren manında güzel diyaloglarla olayları çözmeli ve doğbizler; çocuklarımızın eğitiminde ve her türlü ihtiyaç- ruyu gösterme yoluna gitmeli ama hayat çizgilerinin larında tasarrufa kaçmadan, çocukların yeri geldiğin- kendilerinin çizmesine izin verilmeliyiz. de arkadaş gibi sorunları ile ilgilenmeliyiz. Değerli Gönüldaşlarım, Her insanın zeka seviyesi farklı olduğundan evlatlarımızı hiç bir zaman başkasının evlatları ile kı- Bütün bunlardan sonra gençlik yıllarında topyaslamamalıyız. Kimi evlatlar başarı için çok çalışma- lumsal sorumlulukları olmasına yardımcı olmalıyız. lıdır ki bu ayıp değildir. Biz bunlara dikkat ettiğimizde göreceğiz ki mutlu bir aile ilişkisi ve bilinçli ve sorumlu bir evlat yetişecektir. Çocuklarımızın hangi konularda başarılı olduğunu tespit edip, nelerde eksikleri olduğunu bilmeli- Elbette her şey tam istediğimiz gibi olamaz. yiz. Onlara her gün en az bir saat zaman ayırmalıyız. Kaba kuvvet çocuklarımızın kişiliğini ve karekterini öldürür. Biz kişiliklerini kazandırmak durumundayız. Okulda neler öğrendiğini, ne gibi sorunları olduğunu araştırmalıyız .Okul aile toplantılarına mutla- Yeni ve güzel ufuklara doğru milli ve manevi ka katılmalı ve öğretmenleri ile gerek eğitimi gerekse bir ruhla mutlu geleceklere... kişiliği konusunda fikir alışverişinde bulunmalıyız. Allah yar ve yardımcımız olsun ! Unutmayalım ki çocuklarımız bizim geleceğimiz ve gururumuzdur. Okul ve iş hayatı dışında milli ve manevi konularda o ruhu vermek için çaba harcamalıyız. Önce ev ödevlerini yapma sorumluluğunu öğretmeli, sonra hayattaki sorumluluğunu bilmesi için yardımcı olunmalı ve bunu yaparken mutlaka kendi fikri ile yapmasını sağlamalıyız. Çocuklarımızın Türkçemizi güzel kullanmasına özen göstermeliyiz.Kendi ana dilini bilmeyen çocuk yabancı dilde de başarılı olamaz!

Gençliği Türk genci gibi yetiştirmeli ve tari19


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Gayr-ı Müslimlere Benzemek

Gayr-ı müslimlere benzemek ve onlarca kutsal sayılan gün ve vakitlerde onlar gibi hareket etmek dinimizce bid’at kabul edilir. Nitekim cahil müslümanlardan bir çoğu hristiyanların en büyük bayramı olan Paskalya’da ve Noel’de ateş yakmak, kadayıf ve mum gibi şeyler hazırlamak suretiyle hristiyanlara katılır, yaptıklarını yapmaya özenirler. Paskalya töreninde yumurta boyamak, çörek yapmak, tütsü satın almak, yeni giysiler satın alınması ve buna benzer hristiyanların kendilerince kutsal addedilen günlerde yapılan diğer şeyler...

çocuğa faydalı olacağını sanırlar. Halbuki bu tür davranışlar haram kılınmış, en çirkin münkerattan olup, hristiyanlara has adetlerdir.

Allah teala mevzu ile ilgili olarak Rasulüne şöyle hitap buyurur: “Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy; bilmeyenlerin isteklerine uyma. Çünkü onlar Allah’a karşı sana hiç bir fayda veremezler. Doğrusu zalimler birbirlerinin dostlarıdır. Allah da takva sahiplerinin dostudur.” (1) Bilmeyenlerin, hakiki ilimden yoksun kalmış olanların arzu ve istekleri boş şeylerden ibarettir. Nefsinin Gayr-ı Müslimlerin kutsal addettiği gün ve heva ve heveslerine uyduğu yerde alimin cahile tabi bayramların adedi pek çoktur. Bunları araştırmak ve olması, onun yaptığını yapması doğru olmaz. tanımaya çalışmak müslümana vazife değildir. Çünkü bunların İslam dininde yeri yoktur. Böyle günlerde Allah c.c. yine Peygamberine hitaben şunlaAllah’a ve Rasulüne inanan kimsenin almaşı gereken rı buyurur: “Sana gelen ilimden sonra bilfarz onlatavır, İslamın tasvip etmediği herhangi bir davranışta rın arzulama uyacak olursan, an dolsun ki, Allah’dan bulunmaması, aksine normal günlerden biriymiş gibi sana ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.” (2) Bu değerlendirmesidir. ayetle Peygambere bu şekilde hitap edilirse, ya peki cahillerin peşinden yürüyenlerin, kafirlerin izinden Çoğu insanlar tarafından Hz. İsa’(a.s.)ın do- gidenlerin, Allah ve Resulünün müsaade buyurmadığum günü zannıyla yılbaşına yakın günlerde yapılan ğı konularda küffarın yaptığını yapanların, kendileriateş yakmak, özel yemekler hazırlamak, mum satın nin bile üzerinde çekişme içerisinde oldukları dinleri almak v.b. şeyler... İşte böyle günlerde, bu günler için ve dindaşlarıyla ilgili hususlarda onlara tabi olanların özel olarak yapılanların tamamı dinen nahoş kabul halleri nice olur. edilmiş adetlerdendir. Zira bu nevi doğum zamanlarının bir eğlence vakti olarak tayin edilmesi hris- Manevi ilimlerden nasipsiz kalmış bir çok tiyanların geleneği, onların ibadetidir. Böylesi hare- müslümanın kafirlere ait gün ve bayramlardaki onketlerin İslam dininde bir yeri yoktur. Bunun kaynağı lara benzeme gayretlerine günümüzde -üzülerek- şahristiyanlara dayanır. hit olmaktayız. Oysa Nebi (s.a.) efendimizin mevzu ile ilgili bir çok açıklama ve tavsiyeleri mevcuttur. İsa’(a.s.)nın doğumunu (noel) kutlamak maksadıyla ortaya konan, söz konusu bu hareketlerin O (s.a.) hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: adet haline gelmesindeki tabii sebepler de dikkate alınması gereken bir husustur. Mesela milad’ın te- “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, sadüf ettiği kış mevsiminin, esasen ateş yakmaya onlardandır.” (4) uygun bir zaman olduğu düşünülürse, ateş yakma “Yahudi ve Hristiyanlara benzemeye özenmeyiniz.”(6) işleminin gelenek haline gelmesindeki tabii sebep ortaya çıkmış olur. Ömer b. el-Hattab bu meydanda müminlere şöyle tavsiyede bulunur: “Müşriklerle sıkı ilişkiler Diğer yandan hristiyanlar inanırlar ki; Yahya içersine girmekten ve kiliselerindeyken yanlarına git(a.s.), İsa’(a.s.)yı doğumundan bir müddet sonra vaf- mekten sakının.” tiz suyunda vaftiz etmiştir. Bundan dolayı onlar, yani hristiyanlar bu vakitte vaftiz olurlar ve bunu vaftiz Ömer b. el-Hattab şunları söyler: “Dinleriyle töreni diye isimlendirirler. Müslüman cahillerden bir ilgili konularda Allah düşmanlarından uzak dürün. çoğu bu vakitte çocuklarını hamama sokarak bunun Zira Allah’ın gazabı onların üzerine iner.” 20


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev Kutsal günlerinde, onların yaptıklarını yaparak, onlara refakat etmek gazabullaha sebep olur. Çünkü böylesi adet ve hareketler ya onlarca sonradan icad edilmiş (uydurulmuş) ya da işlerliği kaldırılmış (mensuh) hükümlerden ibarettir. Hakiki ilimse bunların hiç birini benimsemez. Nitekim onlarca kutsal gün ve zamanlarındaki yaptıklarını yaparak onlara benzemek helal değildir. Diğer yandan böyle konularda onlara benzeyen müslüman yardım ve tasvip görmez, bilakis ondan nehyedilir. Nitekim suyunu sıkarak şarap yapan kimseye üzüm satmak helal olmaz. Törenler için davet alan kimse davete icabet etmez. Adet olmadığı halde böyle günlerde hediye veren müslümanın, bu çeşit davranışında kafirlere benzeme söz konusu olduğu için hediyesi kabul edilmez.

Konuyla ilgili olarak Rasulullah (s.a.)ın daha önce geçen şu iki hadisini tekrar edelim; “Müşriklere muhalefet ediniz.” “Kim bir kavme benzerse, onlardan olur.”

Bilinmelidir ki küffara benzememe konusunda hassasiyet göstermek Allah’ın bir emridir. Zira küfür demek kalbin hasta düşmesi demektir. Belki daha da kötüdür. Kalp sıhhatini yitirdiği zaman, hiç bir organ huzur bulmaz. Her şeyin sıhhat ve dirliği ancak o şey için kalp vazifesi gören unsurun sıhhat ve salahıyla mümkün olur.

Kişi, kafirlere benzeme konusunda hataya düşen cahillerin çokluğuna, gafil alimlere bakıp aldanmasın. Büyük alim el-Fudayl b. lyaz (r.a.) şunları söylemiş: “Yolcuları az da olsa sen hak yoldan ayrılma. Rağbet edeni çok da olsa kötü yola sapma.”

Bilinmelidir ki selef-i salihin devrinde Müslümanlardan bu tür rezaletlerden herhangi birini yapan veya bunlar gibi hareket eden kimse olmamıştır. Zaten hakiki mümin selef-i salihinin yolunda giden, Peygamberlerin efendisi Hz. Muhammed’(s.a.)in izinden yürüyen, nebilerden, sıddıklardan şehidlerden, salihlerden Allah’ın kendilerine in’amda bulunduğu kimselere uyan kişidir. İhsan ve keremiyle Allah bizi o müminlerden kılsın. Zira O, cömerttir, kerem sahibidir.

Ya Rab sen cömertsin ve kerem sahibisin. İhsanın ve kereminle bizleri hidayete ermiş ve salih Kafirin bütün işleri ya bozuktur (hakikatten kullarının yoluna girmiş kimselerden kıl. Bizleri helak uzak) ya da noksandır. Rabbimizin hoşnut ve razı ol- olmuş, küffarın yoluna dalmış kullarından eyleme. duğu nimetlerin en yücesi, her hayrın esası, özü olan İslam nimetine karşı Allah’a hamdü senalar olsun. Dipnotlar: (1) el-Casiye (45), 18-19 (2) el-Bakara (2), Durum böyle iken, dinimize göre hükmü yürürlükten 120 (3) Taberani, el-Mucemu’s-Sağîr, c.l, babu’t-ta, kaldırılmış (mensuh) olan hususlarda onlarla bera- Medine 1388/1968 (4) Ebu Davud, libas 4 (5) Tirmiber olmak (ayrı düşünüp aynı hareket etmek) çok çir- zi, istizan 7 (6) Tirmizi, istizan 7, edep 41 (7) Tirmizi, kin bir şeydir. Bundan da çirkin olanı ibadet ve adet libas 20; Nesaî, zine 14 (8) Buhari, libas 64; Müslim, nevinden uydurdukları asılsız şeylerdir. lahare 54 (9) el-Furkan (25), 72 Bilal ÇETİN Müslümanların dinde olmayan bir şeyi ortaInnsbruck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi ya çıkarmaları mutlak bir çirkinlik olarak değerlendirilirken, Allah ve Rasulünün emretmediği, bilakis küffarın kafalarından uydurduğu konularda onlarla beraber olmak, onlara muvafakat etmek... Bu akılların almayacağı, zihinlerin kabullenemeyeceği en büyük çirkinlik ve kötülüklerdendir. Müslümanın ibadet ve adet adına onlara benzeterek yaptığı her şey bidattir ve münkerattandır. Allah Teala hazretleri onların bayram ve törenlerine iştirak etmeyen ve bu günlerde yaptıklarını yapmayanları şu kelamıyla methetmiş ve övmüştür. “Onlar ki, yalana şahitlik etmezler...” (9) İslam alimlerinden Mücahid, ed-Dahhak ve er-Rebi b. Enes ayette geçen “ezzür yalan” kelimesinden murad, müşriklerin kendilerince kutsal addettikleri gün ve bayramlar törenlerdir, derler. Ibn Şirin de “zür” den kastedilen şeyin Paskalya’dan önceki pazar günü (hristiyan bayramı) olduğunu söyler. 21


TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Ülkücü Olmak Biliyorum, genç yaşlarında sana hiçbir maddi getirisi olmayan bir yolu seçtin Genç Arkadaş! Hiçbir şey beklemeden “Ülkücü” oldun tabiri yerindeyse “Ocaklı” oldun. Mete Han’ın izinden gidiyorsun Genç Arkadaş, Türkleri bir ve huzurlu yaşatan Bilge Kağan’ın, değerlerini korumak uğruna ömür adayan Tonyukuk’un , bağımsızlığı uğruna can veren Kürşad’ın, Ertuğrul Gazi’nin, Çağrı Bey’in, dünyaya Türkçe haykıran Karamanoğlu Mehmet Bey’in, Osman Gazi’nin, peygamberin hadisiyle şereflendirdiği Fatih’in, Ulubatlı’nın, cihan imparatoru Kanuni Sultan Süleyman’ın, Turan şehidi Enver Paşa’nın, Türk Cumhuriyetinin kurucusu Atatürk’ün, sen benliğinle yaşa diye ölen ağabeylerinin, Türk gençliğinin üzerine evlat diye titreyen Türkeş beyin izinde gidiyorsun. Gittiğin yol kutludur, amma zordur Genç Arkadaş! Devrin şartlarında zor iştir “Ülkücü” olmak. Sadece “Ülkücü” gibi konuşmak değil “Ülkücü” gibi yaşamak zor iştir. Ülkücülük, okuldaysan belki yere elindeki çöpü atmamak veyahut yerdeki çöpü alıp yerine atmaktır. Otobüs ile okula giderken ne kadar uykusuz olsan da yada dönerken ne kadar yorgun olsan da muhtaç olana yer vermektir. Elini uzatanın elini tutmaktır “Ülkücü” olmak. Kibirden, riyadan aymazlıktan uzak durmaktır, dert yananı dinlemektir ve yüzüne bakanın yüzüne gülmektir “Ülkücü” olmak.

“Ülkücü” olmak yetimin, öksüzün hatta tüyü bitmemiş yetimin hakkını korumaktır. Kurumak üzere olan bir ağaca su dökmek, ölmek üzere olan bir kuşa yem atmaktır “Ülkücü” olmak.

Genç Arkadaş! Görüyorsun değil mi? Ne çok şeymiş “Ülkücü” olmak. Yanlış anlama sana sadece zor ve çetrefilli bir yolu vaat etmiyorum. Sana “artık bitti, buraya kadarmış.” dediğin anda elini uzatacak bir arkadaşı vaat ediyorum. Uzun bir yolda başını “Ülkücü” olmak hangi yaftayı yerse yesin bir- omzuna koyabileceğin bir arkadaşı vaat ediyorum. leştirici ve bütünleştirici olmaktır. Milli değerlerine Düştüğünde elinden tutacak, ağladığında üzülecek, sahip çıkmaktır. Yemeğini aç olanla paylaşmaktır “Ül- seninle gülecek, seninle celallenecek bir dava arkakücü” olmak. İnsanları sevindirmektir, ilk görevi olan daşını vaat ediyorum! eğitim hayatında başarılı olmaktır. Ailesine, sevdikleYorulma Genç Arkadaş bu dava mukaddestir, rine ve her şeyden önce milletine, devletine, davası- na boynu bükük olmamaktır. Boynu dik yürümektir elbet mutlu bir sonu var. Başın sıkıştığında yardımına “Ülkücü” olmak. Bir ekmeği beş dilime bölüp yerken koşacak “Ülküdaşın” var. Ver elini elime seninle iyi de, bir delik paltoyu sırayla giyerken de, idam sehpa- gününde kötü gününde birlikte olacak evelallah ülkücüler var! sına yürürken de dimdik durmaktır. “Ülkücü” olmak pes etmemektir. Yol ne kadar uzun ve çetrefilli olsa da yapacağım demektir. “Ülkücü” olmak pisliğe bulaşmamaktır, Ocağına gittiğinde ayağında götürmemek için. Kimi zaman Gök kimi zaman Al bayrak olmaktır, ne şartta olursa olsun dalgalanmak. Zulme boyun eğmemektir “Ülkücü” olmak. Her ne şartta olursa olsun doğru ve dürüst olmaktır. Çağın şartlarına göre fırıldak olmamaktır “Ülkücü” olmak. Doğru bildiğini, davasını geçici dünya nimetleri uğruna satmamaktır. 22


Atsız Tanrı Dağı’nda Burada baş sağlığı, orada gözler aydın; İki ayrı dünyada iki ayrı tören var.

Tanrı katından gelen bir yüce buyruk üzre, Aramızdan ansızın çadırını deren var. Orada ecdat ruha şadümanlık içinde Burada tamu içre gönüllerde boran var. Eksilmiş bir yanımız; çarpılmış gibiyiz hep TANRI korusun, sanki Bozkurtluğa kıran var. Yukardan gök mü bastı; altta yer mi çöktü ne? Kimsede ağız, dil yok; gözleriyle soran var. Buradan uğurlarken onu binlerce Bozkurt Orada karşılayan binlerce Alp-Eren var. O gün Tanrıdağı’nda tan ağardığı çağda, Dediler Oğuz Han’ın otağına giren var. Ve Tanrı-Kut Mete’nin huzurunda Atsız’ı Kür Şad’la Kül Tigin’le diz vururken gören var. Töredir; konan göçer, doğan gün batar elbet Tanrı zeval vermesin devlet, din ve KUR’AN var. Dayanılmaz olsa da Atsız’lığın acısı Ulu Tanrı’ya şükür yine toy var, Turan var. Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU


TARİHTE BU AY

TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

MEHMET AKİF ERSOY Mehmet Akif Ersoy 20 Aralık 1873 tarihinde İstanbul’da doğmuştur. İstiklal Marşı’nın yazarıdır. “Vatan Şairi” ve “Milli Şair” ünvanları ile anılır. Kurtuluş Savaşı sırasında milletvekili olarak 1. TBMM’de yer almıştır. İlköğrenimine Fatih’te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. 2 yıl sonra ilkokul bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrenmeye başladı. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Bir yandan da Fatih Camii’nde Farsça derslerini takip etti. Dil derslerine büyük ilgi duyan Mehmet Akif, rüştiyedeki eğitimi boyunca Türkçe, Arapça, Farsça ve Fransızcada hep birinci oldu. Bu okulda onu en çok etkileyen kişi, dönemin “hürriyetperver” aydınlarından birisi olan Türkçe öğretmeni Hersekli Hoca Kadri Efendi idi. Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885’te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi’ne kaydoldu. 1888’de okulun yüksek kısmına devam etmekte iken babasını kaybetmesi ve ertesi yıl büyük Fatih yangınında evlerinin yanması aileyi yoksulluğa düşürdü. Artık bir an önce meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak isteyen Mehmet Akif, Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Tarım ve Veterinerlik Okulu’na kaydoldu. Bu okulu 1893 yılında birincilikle bitirdi. Mezuniyetinden sonra Mehmet Akif, Fransızcasını geliştirdi. 6 ay içinde Kur’an’ı ezberleyerek hafız oldu. Hazine-i Fünun Dergisinde 1893 ve 1894’te birer gazeli, 1895’te ise Mektep Mecmuası’nda “Kur’an’a Hitab”, adlı şiiri yayınlandı, memuriyet hayatına başladı.

maya uzun süredir ara vermişti. Meşrutiyetin ilanından sonra, ilk sayısı 27 Ağustos 1908’de yayımlanan Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Dergi, 8 Mart 1912’den itibaren Sebil’ür-Reşad adıyla çıkmaya devam etti. Akif’in hemen hemen bütün şiir ve yazıları bu iki dergide yayımlandı. 1913’te kurulan Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin halkı edebiyat yoluyla aydınlatma amacı güden neşriyat şubesinde çalıştı. 2 Şubat 1913 günü Bayezid Camisi kürsüsünde, 7 Şubat 1913 günü Fatih Camisi kürsüsünde konuşarak halkı vatanı savunmaya çağırdı. Anadolu toprakları işgale uğrayınca, Türk milleti Kurtuluş Savaşı‘nı başlatarak direnişe geçmişti. Bu harekete katılmak isteyen Akif, Balıkesir’e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii’nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde hutbe verdi, konuşmalar yaptı ve İstanbul’a döndü. Akif, Kurtuluş Savaşı’nı desteklemesi nedeniyle 1920’de Dârül-Hikmetil-İslâmiye Cemiyeti’ndeki görevlerinden azledildi. İstanbul’da rahat hareket etme olanağı kalmayan Mehmet Akif, görevinden azledilmeden az önce oğlu Emin’i yanına alarak Anadolu’ya geçti. Sebil’ür-Reşad’ı Ankara’da çıkarması için Mustafa Kemal Paşa’dan davet gelmişti. TBMM’nin açılışının ertesi günü olan 24 Nisan 1920 günü Ankara’ya vardı. Milli mücadeleye şair, hatip, seyyah, gazeteci, siyasetçi olarak katıldı.

Kurtuluş Savaşı döneminde Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey’in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Bey, kendisini milli marş yarışmasına katılmaya ikna etti. Konulan 500 liralık ödül nedeniyle başlangıçta katılmayı reddettiği bu yarışmaya, o güne kadar gönderilen şiirlerin hiçbiri yeterli bulunmamıştı ve en güzel şiiri Mehmet Akif’in yazacağı ka Mehmet Akif, edebiyata olan ilgisini şiir ya- nısı mecliste hakimdi. Şairin orduya ithaf ettiği İstikzarak yaparak sürdürdü. Servet-i Fünun Dergisi’nde lal Marşı, Sırat-ı Müstakim ve Hakimiyet-i Milliye’de şiirleri ve yazıları yayımlandı. İstanbul’da bulunduğu yayımlandı. Hamdullah Suphi Bey tarafından meclissırada bakanlıktaki görevinin yanı sıra Türkçe dersleri te okunup ayakta dinlendikten sonra 12 Mart 1921 vermek üzere öğretmen olarak atandı. Cumartesi günü saat 17.45’te ulusal marş olarak kabul edildi. Akif, ödül olarak verilen 500 lirayı Hilal-i II. Meşrutiyet ilan edildiğinde Mehmet Akif, Ahmer bünyesinde, kadın ve çocuklara iş öğreten ve Umur-ı Baytariye Dairesi Müdür Yardımcısı idi. Meş- cepheye elbise diken Dar’ül Mesai vakfına bağışladı. rutiyet’in ilanından 10 gün sonra arkadaşı rasathane müdürü Fatin Hoca onu, İttihat ve Terakki Cemiye- Mehmet Akif Ersoy, 27 Aralık 1936 tarihinde ti’ne üye yaptı. II. Meşrutiyet’in Akif’in hayatında en İstanbul’da, Beyoğlu’nda ki Mısır Apartmanında habüyük etkisi, meşrutiyetle birlikte yayın dünyasına yatını kaybetti. Edirnekapı Mezarlığı’na defnedildi. adım atması olmuştu. Daha önce bazı şiirleri ve yazıları birkaç gazetede yayımladıysa da eser yayımla- Ruhu şad, mekanı cennet olsun.. 24


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

NECATİ UYGUR

Türk işçilerinin sivil toplum örgütlenmesi konusunda Avrupa’da ilk bayrağı açan vatansever milliyetçi Türklere önderlik yapan ender şahsiyetlerinden biri olan merhum Necati Uygur 1960’lı yılların başından itibaren, ev ev, kahve kahve dolaşarak Türk işçilerinin kendilerini kamuoyunda temsil edebilmeleri veya hükümetlerle doğrudan temas kurabilmeleri için Sivil Toplum Kuruluşları (STK) oluşturmaları yönünde öncülük ve teşvik etmiştir. Bu insanları ortak hedef ve çıkarlar doğrultusunda bir araya getirerek Almanya’da Ülkü Ocakları’nın temellerini atmışlardır. Almanya Türk Federasyonumuzu oluşturan derneklerimizin temelini atan ender insanlardan olan merhum Necati Uygur abimiz, aynı zamanda Türk işçilerinin taleplerini daha etkin bir biçimde dile getirmelerinde gönüllü hizmetçisi olmuştur. Hiçbir karşılık beklemeden vatandaşlarımıza yardımcı olmuştur. Tarih 26 kasım 1980 gününü gösterirken akşam saatlerinde Necati Uygur’un Kempten’de işletmekte olduğu hediyelik eşya dükkanından iki el silah sesi duyulur. Silah sesi üzerine eşi Hilmiye hanım dükkana koşar, kanlar içinde yerde yatan Necati Uygur henüz kendindedir ve hanımını sakinleştirip ambulans çağırmasını ister. Hastaneye kaldırılan ülkü devi şehadet şerbetini içen binlerce ülkü devi ile aynı kervana katılarak 4 Aralık 1980 günü hakkın rahmetine kavuşur. Şehidimizin cenazesi memleketine ulaştırılarak Artvin Bakırköy’de ki aile kabristanına defnedilir.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

ALİ METİN TOKDEMİR 1959 Gümüşhane Kelkit doğumlu olan Ali Metin Tokdemir, ilk ve orta öğrenimini vatan toprağının muhtelif bölgelerinde tamamlamıştır. Yüksek öğrenimini Eskişehir İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde tamamlayan Tokdemir, yüksek tahsilini sürdürdüğü yıllar boyunca Ülkücü hareketin pek çok kademesinde yaptığı görevlerle Türk milliyetçiliğine büyük hizmetlerde bulunmuştur. Eskişehir Ülkü Ocakları Başkanlığı, Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı daha sonra Ülkü Ocakları Genel Başkanlığı görevlerinde bulunan Ali Metin Tokdemir, aynı zamanda çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı, yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmenliği yaparak ülkücü harekete emek vermiş, taze bir fidan gibi üzerine titrediği Türk gençliğinin milli ve manevi değerler etrafında yetişmesi için canını dişine takarak mücadele etmiştir. Ömrünün baharında gençliğin eğitimi için büyük bir seferberlik başlatan Metin Tokdemir, haftanın yarısını şehir dışında konferanslarda, seminerlerde ve eğitimlerde geçiriyordu. Türk milletini müreffeh yarınlara taşımak uğrunda Türk-İslam ülküsünü bayrak edinen Metin Tokdemir, yüksek Türk ahlakını bünyesinde barındıran taraflı tarafsız herkesin imrenerek baktığı, örnek ve mümtaz şahsiyettir. Ali Metin Tokdemir, milletvekili olarak aziz Türk milletine hizmet etmeye karar verdikten kısa süre sonra Karadeniz’in vatansever insanlarıyla kucaklaşmak için çıktığı geziden dönerken geçirdiği elim bir trafik kazası sonrası kaldırıldığı hastanede 8 Aralık 1995 tarihinde, 36 yaşında Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun.. 05.12.1791 - Avusturyalı besteci Mozart vefat etti. 09.12.1893 - İstanbul’da günlerce süren soğuk havadan Haliç dondu. 17.12.1903 - Wright Kardesler benzin motorlu uçakları ile ilk uçusu geçeklestirdi. Uçus mesafesi 37 m, uçus

süresi 12 saniye. 18.12.1975 - İlk Türk denizaltısının yapımına Gölcük Tersanesi’nde başlandı. 23.12.1930 - Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapıldı. 27.12.1939 - Türkiye’nin Erzincan

25

ilinde 8 şiddetinde bir deprem oldu. 32.962 kişi hayatını kaybetti, yaklaşık 100 bin kişi yaralandı. 31.12.1609 - İstanbul’da, Sultanahmet Camii’nin temeli atıldı. Mimarı Sedefkar Mehmet Ağa olan cami 8 yılda tamamlandı.


KARİKATÜR

TÜRK’ÇE | SAYI 7 | ARALIK 2014

Ermenek’te maden kazasında evladı vefat eden baba, cenaze törenine yırtık lastik ayakkabılarla katılınca, kaymakamlıktan kendisine yeni bir lastik ayakkabı verilerek yardım edildi.

? U D

KAÇ YıL OL

Recep Tayyip Erdoğan Ağustos 2010’da bir mitingte “Ak Parti hükümeti hiçbir terör örgütü ile masaya oturmaz, müzakere yapmaz. Terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık hiçbir zaman da oturmayacağız” diye konuştuktan sonra Aralık 2012’de katıldığı bir televizyon programında “Adayla (İmralı adası yani Abdullah Öcalan) görüşme yaptırırız. Kimlerle ? İşte bu işlerle görevli olan elemanlarımız vasıtasıyla. Halen bu görüşmeler var” diyeli 2 yıl oldu. Recep Tayyip Erdoğan Mayıs 2011’de bir mitingte “Ben ne tek dil dedim ne tek din dedim. Hiç bir yerde benim böyle bir ifadem yok” diye konuşmasından önce Aralık 2010’da TBMM kürsüsünden “Değerli arkadaşlarım, benim milletimin dili tektir. Bu Türk milletidir” diyeli 4 yıl oldu.

26


BULMACA

Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

SAYI YERLEŞTİRME

SUDOKU 1

7 5 2 5 9 8 4

9

6 5 8 6 2 7 1 9 4

1 2 4 7 8 9 4 7 8 2 1 5 8

2

3 7

8 3 RAKAMLI

4 RAKAMLI 5 RAKAMLI 6 RAKAMLI 7 RAKAMLI

8 RAKAMLI

071 167 176 312 593 603

0523 3053 0664 3975 1442 5794 2059 8432 2082

15527982 21921833 49661835 53361387 97373741

Ş Ğ K M U N U S Ü P Y G R A M

635 723 754 792 968

F J R O İ Ç E L İ Ş K İ D Z T

K H T R R Y S S F F T Y I F İ

A B H E Y U D D İ R Y D İ E I

Ğ D E A R Y M F G L L R T S Ğ

I F H T T A R A Y I C I Ü L E

11158 19345 19960 27292 28541 29676 32733 35307 44811 54026 60513 98589

T T S Y T İ R C Y E R R A E R

V A C U R R P S J Y Ü T D Ğ H

025610 165477 183155 269242 292304 505027 678856 745265 758773 913588 995677

2174165 2777919 5463290 8028906

9 7

4

7

9 1 5 2 8 9 1 4 5

2 3

KELİME AVI B K Ü R E S E L K C Z F V E B

S L V B U C T Z Ü R T N A N E

T İ B C P V I A T T E Ğ L G A

I T H K O F A R R Y D E T B G

P R J E A D U Ü T E N V G D C

L E K H J Ğ H Ğ Ğ S Z A Ö P R

Ş T Y Ü O E A T E U Z Z S Ş Ö

Ö K A Y D R T N H E Ç C T İ L 27

G İ L M V Ş V U T E S T E Ç Ç

A N P T B Ç Ş E K K A R R N Ü

I A Z A M Ö A İ J Ü K U İ B T

T G V S K Ü M Y V J R İ B Y L

Y J B A Y R A N L B Ğ Ş F I H

D B N R Ü C R M K E V L A T K

Y A Z I C I R N M C P L D D O

Ü C D M İ V O Ö Z G Ü N S B Z

J D E T F P O Ğ Y B F D H G S

HATİP - SEYYAH HAFIZ - KAĞAN ÖZÇEKİM - ŞAMAR KÜRŞAD - EVLAT YOĞURT - AYRAN FESLEĞEN - NANE NESİL - TASARIM GÖSTERİ - KÜRESEL YAZICI - TARAYICI ETKİN - NESNEL ÖZGÜN - ÇELİŞKİ ÖLÇÜT - SUNUM TAKLİT - KORUMA SÜRÜCÜ - KAĞIT GAZETE - YILDIZ


Yeni yılınızı en içten dileklerimizle kutlar, hayırlara vesile olmasını temenni ederiz

Merkez Tel Mobil Mail

: Georg Pirmoser Str. 5, 6330 Kufstein : 05372 / 62353 : 0676 / 575 36 73 : juwelier.guley@gmail.com

Şube Tel Mobil Mail

: Museumstraße 22, 6020 Innsbruck : 0512 / 580 365 : 0676 / 575 36 74 : juwelier.guley@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.