Autoverwertung Telfs
Her marka araba tamiri yapılır Lastik tamiri ve yenileme yapılır Yedek parça ve 2.el parça bulunur
Kışlık bakım yapılır Araç parçaları bulunur Çekici hizmeti verilir
Adres : Hans-Liebherr-Straße 29, 6410 Telfs
Tel : +43 5262 62122
Geniş ürün yelpazesi ve alışılmış hesaplı fiyatlarıyla Tirol’de alışverişte yeni bir tarz
Wörndlestrasse 7a - 6020 Innsbruck
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
İÇİNDEKİLER Dernekten Haberler
4
Karadeniz Türklüğü ve Lazlık
6
Ahıska Türkleri
8
Orta Asya’daki Ata Yurt Türkmenistan
10
Mohaç Zaferi
12
Antalya Ülkü Ocakları Başkanı Avukat Emrah Taşkın ile Bir Söyleşi
14
Köşe Yazısı - İsa GÜNYELİ
17
Çocuklarda Utangaçlık
18
Leman Yılmaz ÖZTÜRK
Türkçe Dil Bilgisi
19
Dergi Ekibi
Gıybet
20
İsa GÜNYELİ Önder KOCAŞ
Şiirler
23
İletişim
Tarihte Bu Ay
24
(+43) 660 48 28 200 (+43) 512 58 09 43
Karikatür
26
Bulmaca
27
Yayıncı Innsbruck Türk Kültür Derneği
İmtiyaz Sahibi Ahmet YILMAZ
Genel Yayın Yönetmeni Birol ÖZTÜRK
Kapak Tasarımı
Dergimiz ile ilgili istek ve tavsiyelerinizi bize ulaştırabilirsiniz facebook.com/ibkocak 3
DERNEKTEN HABERLER
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
BAYRAMLAŞMA TÖRENİ
5 Ekim Pazar günü Innsbruck Türk Kültür Derneği’nde Kurban Bayramı Bayramlaşma Töreni gerçekleştirilmiştir. Bayramlaşma törenimize katılan herkese kahvaltı ikram edilmiştir. Birlik ve beraberliğimizin pekiştirildiği bu gibi etkinliklere katılan herkese teşekkür ederiz. Allah birliğimizi, beraberliğimizi daim etsin.
4
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
FUTBOL TURNUVASI Innsbruck Türk Kültür Derneği Gençlik Kolları olarak uzun bir aradan sonra Imst Türk Kültür Derneği’nin organize ettiği futbol turnuvasına katıldık. Turnuvaya katılarak derneğimizi temsil eden gençlik kolları üyelerimize teşekkür ederiz.
BAŞ SAĞLIĞI
Üyelerimizden Bayram Sayın ve Kemal Sayın’ın babası ve teşkilatımızın büyüklerinden olan Ramazan Sayın vefat etmiştir. Ailesine ve tüm sevenlerine derneğimiz ve Türk’çe ailesi olarak baş sağlığı dileriz. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.. 5
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
KARADENİZ TÜRKLÜĞÜ VE LAZLIK
Türk milliyetçilerinin gündemini daima meşgul eden “Batı’nın Türkiye’yi bölme çabaları” konusundaki tartışmalar, çoğu zaman Avrupa Birliği ve kürtçülük üzerinde yoğunlaşıyor. Bu tartışmalar ve mücadeleler devam ederken gizlice yürütülen bir başka bölücülük faaliyeti de var ki bu, birçok insanın gözünden kaçan “Pontosçuluk”tur. Kürtçülükten farklı metodlarla yürütülmeye çalışılan Pontosçuluk faaliyetlerinin en önemli ayağını ise misyonerlik ve propaganda uğraşları oluşturmaktadır. Bu propagandaların çoğunda kullanılan bir motif ise “Lazlık”... Psikolojik harbin gereklerini başarıyla yerine getirmeye çalışan bölücü çevreler bütün Karadeniz’i “Laz” olarak göstermeye çalışmaktadır. Gazetelerde, televizyonlarda Karadenizlilerden bahsedilirken hep “Lazlık” ön plana çıkarılıyor. Bu propagandaya inanan bazı Karadenizli Türkler de kendilerini “Laz” olarak adlandırmaya başlıyorlar. Yurdun diğer yörelerinde de etkisini gösteren bu olgu, diğer bölge Türklerinin de Karadenizlileri “Laz” sanmalarına neden oluyor. Bu süreç öyle rahat ve sessizce işliyor ki, ileride karşımıza hiç yoktan bir bölücülük davası daha çıkabilir.
Türk yerleşimlerinden Trabzon, Giresun ve civarına göçler olmuştur. Oğuzların en savaşçı boyu olarak bilinen Çepnilerin ve Bayındırların da bu yöreye yerleştirilmesi ile Türkleştirme faaliyetleri güç kazanmıştır.
Karadeniz bölgesinin yüzyıllar süren Türkleşme süreci bilinirken bütün Karadenizlilerin “Laz”, adıyla anılması elbette gerçeği yansıtmamaktadır. Bu adlandırmanın ardında başka amaçlar vardır. Yunanlıların eskiden beri sahip olduğu Pontos’u diriltme hülyası diğer Batılıların Türkiye’yi saf dışı etme Pontosçuluk ve Lazlık propagandalarını doğ- arzusu ile birleşince Karadeniz üzerinde, özellikle de ru tahlil edebilmek için Karadeniz’in etnik yapısını Doğu Karadeniz üzerine oyunlar oynamak Türk düşbilmek gerekir. “Laz” sözcüğü birçok kişi tarafından manları için vazgeçilmez hale gelmiştir. Karadeniz “Dadaş”, “Gakkoş” gibi yöresel bir unvan olarak kul- halkını devlete karşı kışkırtmak hiç de kolay olmalanılsa da aslında etnik bir topluluğun adıdır. Kara- yacaktı. Çünkü devlet kendi devletleriydi. Şu halde denizlilerin çok küçük bir bölümünü oluşturan Laz- farklı bir yola başvuracaklardı. Bunun çözümünü de lar, Türk olmayıp Gürcü kökenli bir toplulukturlar. psikolojik harp taktikleri içerisinde buldular ve her Kafkasya’dan Doğu Karadeniz’e göç ettikten sonra türlü propaganda aracını kullanarak Karadenizlilerin bölgedeki Rumlarla fazlaca karışmışlar ve Kafkasya- “Laz” olarak adlandırılmasını sağladılar. Halen dahi uğraşları bu adlandırmanın yaygınlaşması üzerinedir. lı-Rum kırması bir etnik grup haline gelmişlerdir. Bu uğraşların sonunda amaçları Karadeniz’i Türki Lazlar günümüzde Rize il sınırı içerisinden ye’den ayırmak, ya da en azından Türkiye’nin başını Gürcistan hududuna kadar uzanan alandaki Pazar, uzun müddet yeni bir dertle ağrıtmaktır. Ardeşen, Fındıklı, Arhavi ve Hopa ilçelerinde yaHiçbir Türk, Karadenizli soydaşlarını “Laz” şarlar. Ancak toplam nüfuslarının azlığı nedeni ile Türkiye’nin hiçbir ilinde hatta ilçesinde çoğunluğu olmakla itham etmemelidir. Espri amaçlı dahi olsa, sağlayamamışlardır. Laz nüfusu kesin olarak tespit gayri ciddi dahi olsa Türklerin “Laz” olarak adlandıedilmemiş olsa da Türkiye’de ortalama elli bin Laz rılmasını engellemek şart olmuştur. Karadenizli soyolduğunu söylemek mümkündür. Milyonlarca kişiyi daşlarımız da kendilerinin Laz değil Türk oğlu Türk barındıran Karadeniz’in tamamının yahut büyük kıs- olduğunu bilmeli ve yöresel bir unvan olarak dahi “Laz” sözcüğünü dillerinden silmelidirler. Çünkü mının Laz olduğunu iddia etmek bir saçmalıktır. Laz, Türk’ten ayrı etnik bir gruptur. Bugün Karadeniz 1461’de Fatih Sultan Mehmet Han tarafından Türklüğü, Türk olduğu gerçeğini bilerek, Laz sözcüğüRum Pontos devletine son verilip Trabzon fethedilin- nü yöresel bir unvan olarak kullansa bile bir kaç nesil ce bu yöreye yoğun Türk göçleri başlamıştır. Amasya, sonra çocuklarımız kendilerini Türk değil Laz sanabiNiksar, Bafra, İskilip, Tokat, Merzifon, Turhal, Zile gibi lir. Bugünden bu tehlikenin önüne geçmeliyiz. 6
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
7
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
Bitmeyen bir sürgün hikayesi
Ahıska Türkleri Ahıskalı Türkler, Türkiye’de yaşayan çoğu insanın bile duyduğunda bir daha sorma ihtiyacı duyduğu bir topluluk. Oysa on farklı ülkede 500 binden fazla Ahıskalı Türk yaşadığı tahmin ediliyor. Ahıska Türkleri, 18 Kasım 1944 yılında Stalin tarafından iki saat içinde tren vagonlarına doldurularak, gidecekleri yere kadar aşağı dahi inemeyerek kapalı tren vagonlarında Orta Asya’ya sürülerek Kazakistan, Kırgızistan ve Özbekistan’a yerleştirildi. Bu sürgünün Stalin’in Karadeniz kıyılarını Türklerden temizleme operasyonunun bir parçası olduğu Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra açıklanan arşivlerde ortaya dır. Bunların sosyal, kültürel ve eğitimle ilgili pek çok çıkmıştır. Ahıska Türklerinin bu hazin sürgününde problemleri mevcuttur. binlerce insan yolda ölmüştür. Bulundukları ülkelerde oluşturdukları kül Osmanlı toprağı olan Ahıska’nın 1829 Edirne tür merkezlerinde Ahıskalılar kimliklerini koruma Antlaşması’yla Rusya’da kalmasıyla Ahıska Türkleri- mücadelesi vermektedirler. Özbekistan, Kazakistan nin bitmeyen çilesi başlamıştır. 1944 yılında sınırda ve Kırgızistan’da Ahıska Türklerinin kurduğu çok satehdit oluşturdukları gerekçesiyle Orta Asya’ya sür- yıda Türk Kültür Merkezinde bu çaba gösterilmekgün edilen Ahıskalılar, 1989 yılına kadar Özbekistan, tedir. Özbekistan’da bulunan Ahıskalılara ait kültür Kazakistan ve Kırgızistan’da yaşamışlardır. Fergana merkezi, Özbekistan Medeniyet Vakfı bünyesinde Vadisi’nde 1989 yılında çıkan olaylar yüzünden ikinci 1992 yılı başında “Türk Medeniyet Merkezi” adı ile defa sürgüne mahkum olan Ahıskalı Türkler yeniden kurulmuştur. Merkezin başında Dr. Ömer Salman Rusya ve Orta Asya’nın farklı ülkelerine dağılmışlar- bulunmaktadır. Kazakistan Ahıska Kültür Merkezi dır. Yaşadıkları ülkelerde, etnik ve dini çatışmaların 1991 yılında Dr. Tevfik Kurdayev Haşimoğlu taraarttığı dönemlerde vatansız insanlar olarak hep ezil- fından Almatı’da kurulmuştur. Merkezde Türkçe, din bilgisi gibi dersler verilmektedir. Ayrıca merkez, mek ve arada kalmak zorunda kalmışlardır. Türkiye’den Kazakistan’a giden Türk vatandaşlarına 1578 yılından 1828 Rus işgaline kadar Ana- da kapılarını açmaktadırlar. Kırgızistan’da bulunan dolu’dan bölgeye yerleştirilen ve Anadolu Türklü- Ahıska Türkleri tarafından 1991 yılında kurulan Türk ğü’nün ayrılmaz bir parçası olan Ahıska Türkleri’nin Medeniyet Merkezi’nin başında eski milletvekili İzzet asıl vatanı bugünkü Gürcistan Cumhuriyeti’nin top- Maksudov bulunmaktadır. Bu üç merkezin stratejik rakları içinde kalan ve Türkiye ile komşu olan Ahıska, açıdan önemleri çok büyüktür. Türk devletlerinin ve Ahılkelek, Aspinza, Adıgen ve Bogdanovka vilayetle- Türk boylarının kardeşlikleri arasında nifak tohumları ridir. Buraya yerleşen Türkler’e Ahıska Türkleri den- ekmek isteyenlere karşı bu merkez mühim görevler mesinin sebebi ise bu vilayetleri içine alan bölgenin üstlenebilecek yapılanmalar haline getirilebilir. coğrafi isminin Ahıska olmasından ileri gelmektedir. Ahıska Türkleri’nin neden sürgüne tabi tutuldukları tam 47 yıl gizli tutuldu. Gerekçe olarak bu 47 Ahıska Türkleri bugün 13 devletin 264 değişik bölgelesinde yaşamaktadırlar. Rusya’da 70 bin, Kaza- yıl boyunca ileri sürülen ise yalnızca tahmin edilen, kistan’da 145 bin, Azerbaycan’da 106 bin, Kırgızis- varsayılan gerekçelerdi. 1991 yılında sürgünle ilgili tan’da 57 bin, Özbekistan’da 30 bin, Ukrayna’da 18 belgelerin önemli ölçüde yayınlanmasıyla konu açıkbin, Türkiye’de 50 bin, çeşitli ülkelerde 3000 olmak lık kazandı. SSCB’nin Halk içişleri Komiseri Gürcü asıllı üzere 500 binin üzerinde Ahıska Türk’ü yaşamakta- Lavrentiy Beriya, savaş sebebiyle bütün yetkileri elin8
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev de toplayan Devlet Savunma Komitesi Başkanı Gürcü i. V. Stalin’e gönderdiği teklif niteliğindeki mektubunda (24 Temmuz 1944) “Gürcistan SSC’nin Türkiye sınırlı bölgelerinde oturan Türk nüfusun önemli bir kısmı yıllardır Türkiye tarafındaki akrabalarıyla temas etmek suretiyle muhaceret eğilimi içerisinde olup, kaçakçılık yapmakta, Türk istihbarat organları için casus angaje etme kaynağı oluşturmakta ve eşkiyaya insan gücü temin etmektedir” diyerek, bu sebeple 16700 hanenin (86 bin kişilik nüfus, bazı kaynaklarda bu rakam 91 bin olarak ifade ediliyor, ayrıca 40 bin kişi de askerde) Ahıska bölgesinde Orta Asya’ya sürülmesini ve bunların yerine de Gürcistan’ın toprak sıkıntısı çekilen kazalarından 7000 Gürcü hanenin iskan edilmesini teklif ediyordu.
tan’ın bu şartının altında ise bölge halkının aslında Türk olmayıp, Meshi denen Gürcüler olduğu, zamanla ve zorla Osmanlılar tarafından Müslüman yapılarak Türkleştirildikleri yalanı yatmaktadır. Gürcistan parlamentosu 2007 yılında Ahıska Türklerinin Gürcistan’a dönmelerini ön gören bir yasayı kabul etti. Ancak çalışmalar yeterli olmamaktadır. Yerlerinden zorla sürülen bu insanların mal ve mülkleri derhal asıl sahiplerine iade edilmesi gerekirken, Gürcistan hükümeti, onların mallarının ve mülklerinin yerel Ermeni ve Gürcü halkın eline geçtiği gibi gerekçeler göstererek engeller çıkarmaktadır. Herhangi bir geri dönüş gerçekleşmediği gibi, malları ve mülkleri elinde bulunduran yerel Gürcü ve Ermeni halkı dönüşe karşı çıkmaktadır.
1829 yılında sınır çizildiğinden beri sınırın öte tarafında kalan Ahıskalı Türklere karşı duyarsız kaldık. Turgut Özal döneminde Ahıska Türklerinin Türkiye’ye yerleştirilmesini öngören kanunla yalnızca 150 Ahıskalı aile Iğdır’a yerleştirildi. Sonrasında Ahıskalı Türkler turist olarak veya kaçak olarak gelip Türkiye’de kaldılar. Kendi imkanlarıyla gelip Türkiye’de yaşamaya başlayanlara devlet kurumları göz yumdular ve sınır dışı etmediler ama legal olarak ikamet etmedikleri için oturma izni, çalışma izni ve sağlık sigortası gibi konularda sıkıntılar yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar. Türkiye’de 50 bin civarında Ahıskalı Türk Bursa, Antalya ve İzmir’de yaşıyor. Çalışma izni olmayanlar düşük maaşlarla ve sigortasız olarak çalıştırılıyor. Yaşlılara emeklilik hakkı verilmediği için sağlık hizmetlerinden yararlanamıyorlar.
Nerdeyse 400 yıl Osmanlı topraklarında olarak yaşayan, sınırın öte tarafında kaldığı için Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sahip olduğu haklardan mahrum kalan Ahıska Türklerine uzun yıllar duyarsız kaldık. Yalnızca Türk oldukları için değil insan oldukları için yardıma muhtaç Ahıska Türklerine Türk hükümetinin en kısa zamanda somut ve kalıcı çözümler üretmesi gerekiyor. Özellikle şu anda Ukrayna’da tehlike altında olan Ahıskalı Türklerin bölgeden tahliye edilerek Türkiye’ye yerleştirilmesi en acil çözülmesi gereken sorunların başında geliyor. Suriye’deki savaştan kaçarak ülkemize sığınan Suriyelilere açtığımız kapılarımızı zor şartlar altında yaşayan Ahıskalı Türklere de açabiliriz. Sınırın diğer tarafında kaldıkları için yıllardır zulümlere maruz kalmış bu insanlara şimdi sınırlarımızı açarsak ne kaybederiz?
Gürcistan Ahıska Türklerinin geri dönüşüne şartlı izin vermiştir. Şartlardan birincisi, geleceklerin sadece Ahıska bölgesine değil tüm Gürcistan topraklarına yerleşmeleridir. Tiflis bu şartı, Ahıskalıların bölgeden 91 bin kişi çıkmasına karşın bugün dönecek olan rakamın çok olması ve bölgenin bunu kaldıramayacağı savına bağlamaktadır. İkinci şart, Türklere verilecek kimliklerde Türk ve Müslüman yazmayıp Gürcü ve Hıristiyan yazacaktır. Gürcis-
Ahıskalı Türkler zulüm görmüş, çile çekmiş, sürgün edilmiş soydaşlarımızın içinde en garipleridir! Ama ne işkence ne baskı ne de sürgün onları Türk kimliğinden vazgeçirememiştir. Onları unutmamak ve davalarının takipçisi olmak her Türk milliyetçisinin boynunun borcudur.... Hazırlayan : Önder KOCAŞ
9
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
Orta Asya’daki Ata Yurt
Türkmenistan
Türk Dünyasının Orta Asya’daki güzide bir parçasıdır Türkmenistan. Kuzeyinde Kazakistan, doğusunda Özbekistan güneyinde İran ve Afganistan batısında Hazar Denizi yer alır. Türkmenistan’ın yüzölçümü 488.100 km² , nüfusu ise 7.000.000’un üzerindedir. Başkenti güneyde yer alan ve en büyük şehri olan Aşkabat, para birimi Türkmen Manatıdır.
kendilerine kötülük yapacağından çekinerek, İslam diyarı olan Horasan’a göç etmişlerdir. Türkmenlerin birçoğu Selçuklular devrinde yerleşik hayata geçmişlerdir. Türkmenlerin bir kısmı 11. yüzyılın ikinci yarısından itibaren akın akın İran, Irak, Anadolu ve Suriye’ye doğru yayılmışlar, Mankışlak ve Sir Derya Nehri kıyılarında kalan Türkmenler ise o havalinin askeri istila yolları üzerinde olmamasından, 17. asrın ortalarına kadar daha rahat ve müstakil bir hayat yaşamışlardır. 18. yüzyılın başlarında İran’da hakimiyeti ele geçiren Afşar Türkmen beylerinden Nadir Şahın Orta Asya hanlıklarını ele geçirdiği devirlerde ise onun hakimiyetini kabul etmişlerdir. Türkmenlerle Ruslar arasındaki ilk münasebet ise 19. yüzyılda başlamıştır. Ruslar 1859’da Hazar’ın doğu sahillerinde bir kale kurduktan sonra, Türkmenlere karşı askeri seferler düzenleyerek, pek çok Türkmen yerleşme merkezini tahrip etmişler, 19. yüzyılın sonlarında ise Türkmenistan topraklarının büyük bir kısmını ele geçirmişlerdir. Türkmenistan’daki Rus idaresi ve sömürüsü işgal ettikleri diğer Türk memleketlerinden farklı olmamıştır. 20. yüzyılın başlarında diğer Türk memleketlerinde olduğu gibi Türkmenistan’da da fikri ve siyasi bir uyanış başlamış, 1916’da Rus yönetimine karşı başlayan ayaklanmaya Türkmenler etkili bir şekilde katılmışlardır.
Türkmenler, Türklerin Oğuz boyundandırlar. Türkmen kelimesinin anlamı hakkında değişik tezler vardır. En yaygın teze göre “Türkmen” kelimesi imanlı Türk anlamına gelmektedir. İranlılar, Müslüman Oğuzları Şamanist olanlardan ayırmak için “Türkîi iman” (inanmış Türk) demekteydi. Bu da süreç içinde Türkman sonra Türkmen’e çevrilmiştir. Fransız Türkolog Jean Deny’nin görüşüne göre ise “men” kuvvet 1917 Rus Devrimini takip eden iç savaş neekidir ve Türkmen “Türklerin de Türk’ü, soyca Türk ya ticesinde, savaşı kazanan Bolşevikler, bütün Türk da soyu Türk ve öz be öz Türk” anlamına gelmektedir. illerindeki kurtuluş hareketlerini önledikten sonra Türkmenlerin tarihe çıktıkları alan, Tanrı Dağ- Türkmenistan’daki milli ayaklanmayı da bastırmış, ları’nın batı ve kuzey yamaçlarından Aral Gölü’ne Aşkabad’ın Temmuz 1919’da, Krosnovodsk’un da ve Altaylara doğru yayılan geniş Türkistan sahası- Şubat 1920’de düşmesinin ardından bölgede Boldır. Türklerin bu alanlardaki kazılara dayanan tarihi, şevikler yönetimi ele geçirmiştir. 1924’e kadar TürkM.Ö. 4 ile 5 bin yıllarına dayanmaktadır. Türkmenler, menistan Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ismiyle altıncı yüzyıldan itibaren kendi aralarında birlik ku- anılan Türkmenistan, 1924’te yapılan idari değişiklikrarak Tula-Selenga ırmakları bölgesinde Dokuz-Oğuz le Sovyetler Birliğini meydana getiren 15 Cumhurikağanlığını meydana getirmiş, savaşta yenilince Gök- yetten biri haline getirilmiştir. türkler’in hakimiyeti altına girmiş, daha sonra Uy1980’li yılların sonlarında Sovyetler Birliğigurlara yardım ederek Göktürklerin yıkılmasını sağ- lamışlardır. Uygurların yıkılmasından sonra ise batıya nin dağılma sürecine girmesi üzerine, Türkmenler göç ederek Sır Derya (Seyhun) kıyılarına ve onun ku- de kendi Cumhuriyetlerini kurmak üzere harekete geçmiş ve Türkmenistan Meclisi 27 Ekim 1991’deki zeyindeki bozkırlara yerleşmişlerdir. olağanüstü toplantısında bağımsız Türkmenistan 10. asrın sonlarında İslam dinini kabul ederek Devleti’nin kurulmasına oybirliği ile karar vermiştir iyice güçlenen Türkmenler, komşuları Peçenekler ve ve 27 Ekim, Türkmenistan’ın bağımsızlık günü olarak Hazarlarla savaşarak onları yenmişlerdir. Türkmen- ilan edilmiştir. Türkmenistan’ın bağımsızlığını ilk taler, İslam dinini kabul ederek Selçuklu hakimiyetine nıyan devlet Türkiye olmuştur. 27 Ekim 1990 günü girdikten sonra, Oğuz Yabgu Devleti hükümdarının yapılan seçimlerde Türkmenistan Cumhuriyeti’nin ilk 10
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev Cumhurbaşkanlığına seçilen Saparmurat Türkmenbaşı, 27 Ekim 1991’da Türkmenistan, Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını ilan ettikten sonra da Cumhurbaşkanlığı görevine devam etmiş ve vefat ettiği tarih olan 21 Aralık 2006 tarihine kadar bu görevi yerine getirmiştir. Türkmenistan, demokratik, laik bir hukuk devletidir. Türkmenistan, hali hazırda BM, İKÖ, BDT, IMF gibi uluslararası kuruluşlara üyedir. Türkmenistan’ın Devlet sembolleri Devlet Arması, Devlet Bayrağı ve Cumhurbaşkanı’nın Bayrağıdır. Türkmenistan bayrağı, 1991 tarihinde “ulusal bayrak” olarak kabul edilmiştir. Bayrağın sol tarafında kalın bir şerit olarak uzanan “Türkmen halısı” motifi yer almaktadır. Türkmen halısı ve yeşil zemin Türkmen tarihini simgelemektedir. Çapraz olarak dizayn edilen yarım hilal İslamiyeti, beş yıldız ise Türkmen vilayetlerini simgelemektedir. Halı motifleri ise Türkmen boylarını simgelemektedir. Türkmenistan’ın günümüzdeki cumhurbaşkanı 11 Şubat 2007’de yapılan seçimlerde oyların % 89.23’ünü alarak seçilen Gurbangulu Berdimuhamedov’dur. Türkmenistan’ın resmi dili Türkmence’dir. Türkmenistan’da doğal gaz, su, elektrik ve sofra tuzu halka ücretsiz olarak sunulmaktadır. Türkmenistan’ın en büyük dış problemi, Rusya’nın üzerindeki baskısının devam etmesidir. Özellikle doğal gaz başta olmak üzere bu ülkenin sahip olduğu yerel zenginlikler Rusya’nın Türkmenistan’ı etki alanı içinde tutmak istemesinde etkili olmaktadır. İç problerine baktığımızda ise, Türkmenistan’da demokratikleşmenin oldukça yavaş yürümesi ve yönetimin muhalif gruplara pek fazla söz hakkı vermek istememesi ülkede siyasi ve sosyal bazı sıkıntılara yol açmaktadır. Yönetimin bu tutumunda Rusya’yla olan ilişkilerinin de etkisi olmaktadır.
Türkiye ile Türkmenistan sıcak ilişkiler içerisindedirler ve bu ilişkiler giderek yoğunlaşmaktadır. 16 Aralık 1991 tarihinde Türkmenistan’ı ilk tanıyan ülke Türkiye olmuştur. 26 Mart 1992 tarihinde ilk büyükelçiliği açan ülke de Türkiye’dir. İki ülke arasındaki ticari ve ekonomik ilişkilerin temeli, Türkmenistan eski Devlet Başkanı Saparmurat Türkmenbaşı’nın Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret sırasında 3 Aralık 1991 tarihinde imzalanan “Türkiye Cumhuriyeti ile Türkmenistan Cumhuriyeti Arasında Ekonomik ve Ticari İşbirliğine Dair Anlaşma”ya dayanmaktadır. Türkmenistan’da 1991 yılından 2010 yılı sonuna kadar 21 milyar dolar değerinde, toplam 600’ün üzerinde proje gerçekleştiren Türk şirketlerinin Orta Asya’da en çok proje üstlendikleri ülke Türkmenistan’dır. Türkiye ayrıca Türkmenistan’a en fazla yatırım yapan ülke konumundadır.
Türkiye ile ilişkileri gün geçtikçe gelişmekte olan Türkmenistan, Türkiye’yi Türk Dünyasının lideri olarak görmektedir. Türkiye’nin Türkmenistan’a karşı dikkatini artırması ve zaten iyi düzeyde olan ilişkilerini daha da geliştirmesi durumunda Türkmenistan Rusya’nın baskı ve etkisinden kurtulabilir. Eğer Türki Türkmenistan ekonomisi birinci derecede ye bunu başarabilirse, Türk Dünyasının vazgeçilmez tarım ve hayvancılığa dayanır. Tarımdan elde edilen bir parçası olan Türkmenistan daha da gelişecek, gelirin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı % 43’tür ve dünya arenasında layıklı yerini alacak, daha fazla söz çalışan nüfusun % 42.5’i bu alanda iş görmektedir. sahibi olacaktır. Başta gelen tarım ürünleri pamuk, kavun, karpuz, üzüm, tahıl, mısır ve tütündür. Hayvancılığın da Türkmenistan ekonomisinde önemli bir yeri vardır, bunun yanı sıra tavukçuluk da yaygındır. Türkmenistan yer altı kaynakları bakımından zengin sayılır. Başta gelen yer altı zenginlikleri petrol, doğal gaz, kükürt, kurşun, kalyum, tuz, iyot ve bromdur. Petrol, doğal gaz ve madenlerden elde edilen gelirlerin gayri safi yurtiçi hasıladaki payı % 20 civarındadır. Gayri safi yurtiçi hasılası 30 milyar ABD dolarının üzerinde, kişi başına düşen milli gelir ise 5500 ABD dolarının üzeTürkmenistan’ın Başkenti Aşkabat rindedir. 11
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
dünyanın en kısa süren savaşı
mohaç zaferi
Mohaç Zaferi veya Mohaç Meydan Muharebesi, 29 Ağustos 1526’da, Osmanlı İmparatorluğu ve Macaristan Krallığı orduları arasında meydana gelen ve Macaristan’ın büyük bölümünün Osmanlı hakimiyetine girmesiyle sonuçlanan savaştır. Savaş, sayıca üstün Osmanlı ordusunun hafif süvarileri, o zamana kadar Avrupalıların karşılaşmadıkları 300 seyyar top ve etkin tüfek kullanımı sayesinde, Macar ordusunun esas gücü olan ağır süvarilerini kısa sürede kaybetmelerini takiben, ağır bir Macar yenilgisi ile sonuçlanmış, Osmanlı Ordusu, Macar Ordusu’nu hezimete uğratmıştır. Savaş iki saat kadar sürmüştür. Dünyada en kısa sürede en ağır yenilgiyle sonuçlanan savaştır.
Savaş Sebebi Savaş, Habsburglar’la yakınlaşan Macaristan’ı, kendisine yönelik tehdit olarak gören Osmanlı Devleti’nin, bu konudaki endişelerini giderecek taleplerini içeren anlaşma girişimlerinin sonuçsuz kalması üzerine, askeri güç kullanma kararı almasının sonucudur. Osmanlı Devleti’nin 1353 yılından itibaren Rumeli’ye geçmesinden sonra Macarlar, Katolik dünyasının öncüsü olarak, Osmanlı Devleti’nin karşısına çıktı; fakat yapılan tüm savaşlar Osmanlı Orduları zaferiyle sonuçlandı. Özellikle, iki defa kuşatıldığı halde (1440 ve 1456) alınamayan Belgrad’ın Osmanlı Devleti tarafından ele geçirilmesi (1521), Macar Krallığı için büyük bir darbe oldu, fakat krallığın gücünü kırmadı. Belgrad’ın alınmasından sonra da Macaristan ve Osmanlı Devleti arasında savaşlar devam etti. Sınır beylerinden Yahyapaşaoğlu Bâli Bey, Kanuni Sultan Süleyman’a Drava ve Sava ırmakları arasında-
Mohaç Muharebesi’nin yapıldığı alanda bulunan savaş anıtı
ki Macar topraklarının alınmasını teklif etti. Kanuni Sultan Süleyman, Osmanlı Devleti’ne karşı Eflak ve Boğdan Voyvodalıklarıyla ile anlaşan Macar Krallığı’na savaş açmaya karar verdi.
Hazırlıkları I. Süleyman, 10 Mart 1526’da Rumeli komutanlarına, Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa’ya, Bosna Beylerbeyi’ne ve Kırım Hanı’na sefere hazırlanmaları için emir verdi. Sefere Kapıkulu Askerleri, Suriye ve Mısır vilayetlerinin askerleri de katıldı. Osmanlı Sultanı I. Süleyman, 23 Nisan 1526’da 60.000 kişilik ordu ve 300 top ile sefere çıktı. Rumeli beylerinin kuvvetleri de bu orduya katıldı. Macar topraklarına giren Osmanlı Ordusu, hiçbir direnişle karşılaşmadan Petervaradin, Ujlak, Eszek kalelerini fethetti. Eszek kalesinde, seferin hedefinin Macar Krallığı’nın başkenti Budin olduğu orduya bildirildi. Drava Nehri aşıldı ve ordu Mohaç Ovası’na yaklaştı.
Savaş Macar ordusu, Osmanlı ordusunu karşılamak üzere, Mohaç ovasına ordugah kurdu. Ordunun başında, Macar kralı II. Lajos ve başkumandan Nodor Bathory vardı. Kanuni Sultan Süleyman, çevreye gönderdiği akıncılarla, Macar ordusunun yardım almasını önledi. Osmanlı ordusu, 28 Ağustos 1526’da Mohaç ovasına geldi. Başta Kanuni, veziriazam İbrahim Paşa olmak üzere ordunun bütün komutanlarıyla, eski ve tecrübeli askerlerinin katıldığı bir savaş meclisi toplandı. Bu mecliste Yahyapaşazade Malkoçoğlu Bali Bey, birbirlerine zincirlerle bağlı zırhlı Macar süvarilerinin çok tehlikeli olduğunu ve kitle halinde saldırının sakıncalı olacağını, düşmanın yan ve gerilerine yapılacak saldırıların daha çok yarar sağlayacağını söyledi; teklifi, padişah ve mecliste hazır bulunanlarca kabul edildi. Macar ordusu, kendi savaş planı gereğince iki safa ayrıldı. İlk saf, merkez, sağ ve sol olmak üzere kuruldu. İkinci saf ise dört koldan meydana geliyordu; II. Lajos da bu safta bulunuyordu. Macar ordusu, 29 Ağustos’ta taarruza başladı. Mohaç ovasının bir yanı bataklık (Karasu bataklığı), öteki yanı tepelikti. Osmanlı ordusu, Bali Bey’in teklifi üzerine, arka arkaya üç saf halinde
12
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev düzene girdi. Ön safta veziriazam İbrahim Paşa komutasında Rumeli Ordusu, ikinci safta Behram Paşa kumandasında Anadolu Ordusu, üçüncü safta ise yeniçerilerin komutanı olarak padişah bulunuyordu. Savaş planı gereğince, Macar saldırısı beklenecek, saldırılar Osmanlı ordusunun merkezine yönelince, Osmanlı kuvvetleri yanlara doğru açılarak, Macar süvarisini topların karşısında bırakacaktı. Savaş, Macarların saldırısıyla başladı. Rumeli Ordusu, plan gereğince, bir süre çarpıştıktan sonra geri çekilerek Macar zırhlı süvarilerini topların karşısına getirdi. Bali Bey kumandasındaki akıncılar da düşmanın çekilme yollarını keserek, onları çember içine aldılar. Anadolu kuvvetleri üzerine saldıran Lajos’un kumandasındaki ikinci saf da aynı tuzağa düşürüldü. Bütün Macar ordusu topların önüne çekildikten sonra, 300 top birden ateşlendi. Macar ordusuna bağlı birlikler çekilmeye imkan verilmeden imha edildi. II. Lajos ve yanındakiler, kaçan askerlerle birlikte Karasu bataklığında boğuldu. Savaş alanında altı gün dinlenen Osmanlı ordusu, daha sonra Macar Krallığı’nın başkenti Budin’e ilerlemeye başladı. Başta kraliçe Maria olmak üzere soylular, devlet adamları ve Macar halk kaçtığı için, şehirde yalnızca Yahudiler kalmıştı. Yahudilerin başkanı Salamon’un başında bulunduğu bir heyet, Foeldward kasabasında, Budin kalesinin anahtarlarını Kanuni Sultan Süleyman’a teslim etti.
Sonuçları Osmanlı Devleti, bu savaşla, Avrupa’da öteden beri Osmanlılara karşı Hristiyanlığın en güçlü müdafaa hattını kırmış oldu. Aynı zamanda, Ma-
car topraklarının parçalanması ve kademe kademe bütün Macaristan’ın ilhakına yol açacak seferler (Osmanlı-Avusturya savaşları) için ilk adımı da attı. Osmanlı kuvvetleri, Budin’e girmiş olmakla birlikte, Belgrad’ın muhafazası için stratejik önemi bulunan Sirem bölgesi hariç, önce Macaristan’ı doğrudan idareleri altına almayarak, Avrupa’yla aralarında, kendilerine bağlı bir tampon devlet haline getirmeyi uygun buldu. Bu, muhtemelen Kanuni’nin Avrupa’da takip etmek istediği denge siyasetinin bir sonucuydu. Aslında tabiiyet altına alma politikası, Osmanlı fetih metotlarından biri olup, ani fethin ortaya koyabileceği tepkilerin dozunu dengelemek amacını taşımakta; ancak yavaş yavaş Osmanlı idaresine ısındırılan bölge, daha sonra tamamıyla ilhak edilmekteydi. Nitekim Macar tahtı, Macar asilzadeleri tarafından kral seçilen Yanoş Zapolya’ya bırakıldı. Kanuni, daha sonra Macaristan’ı doğrudan Osmanlı topraklarına katarak bir beylerbeylik (Budin Beylerbeyliği) haline getirdi. Macaristan’ın fethi Osmanlılarla Avusturyalıları sınır komşusu yapıp karşı karşıya getirdi. Uzun yıllar sürecek Osmanlı-Avusturya savaşlarına neden oldu. İki saat kadar süren Mohaç Muharebesi, Papalık tarafından o günkü Osmanlı akınlarına karşı son kalkan olarak görülen Macaristan’ın büyük bir kesiminin Osmanlı hakimiyeti altına girmesi açısından önemlidir. Bu savaş Osmanlı İmparatorluğu tarihindeki en kısa sürede kazanılan zaferdir. Bu şekilde, II. Viyana Kuşatması’na kadar, Orta Avrupa ve Balkanlar’daki Osmanlı varlığı yerleşiklik kazanmıştır.
Savaşın Başlangıcını Gösteren Harita
Savaşın Son Aşamasını Gösteren Harita
13
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
Antalya Ülkü Ocakları Başkanı Avukat Emrah Taşkın Emrah Taşkın kimdir ? Biraz kendinizi tanıtabilir misiniz ?
geleceği olan gençliğin ahlaklı, eğitimli, kültürlü bir şekilde yetişmesi için imkanlarımız dahilinde çalışıyoruz. Üniversite, lise ve hatta ilköğretim çağındaki 1984 Yılında Bitlis Adilcevaz’da dünyaya gel- gençlerimize, kardeşlerimize ulaşıyor, onlara ülkücüdim. İlkokul ortaokul ve lise eğitimini Van’da tamam- lüğü, vatan, millet, bayrak ve din sevgisini aşılamaya ladıktan sonra 2004 yılında Akdeniz Üniversitesi Hu- çalışıyoruz. Haftalık düzenli eğitim seminerlerimiz, kuk Fakültesini kazandım ve Antalya’ya geldim. 2004 belirli aralıklarla geçekleştirdiğimiz konferanslarımız, yılından bu yana Antalya’da yaşamaktayım. Üniversi- gündeme ilişkin ve toplumsal bilinci arttırmaya yöteyi bitirdikten sonra vatani görevimi yerine getirdim nelik bildiri çalışmalarımız var. ve Antalya Barosu’na kayıtlı olarak avukatlık yapmaya başladım. Halen kendi ofisimde serbest Avukat- Henüz gerçekleştirememiş olmakla beraber lık yapmaktayım. 3 Temmuz 2014’te Ülkü Ocakları spor ve sanat alanında gerçekleştirmeyi düşündüGenel Başkanımızın takdiri ile Antalya Ülkü Ocakları ğümüz bazı proje ve etkinliklerimiz olacak. Günü başkanı olarak atandım. birlik ve devamlı olarak sürdürülebilir faaliyetler gerçekleştiriyoruz. Bunların yanında bir takım sosyal Antalya Ülkü Ocakları olarak ne gibi faaliyetler ger- sorumluluk projelerimiz de var. Örneğin genel merçekleştiriyorsunuz ? Biraz bilgi verebilir misiniz ? kezimizce ortaya konulan ve bizim de Antalya Ülkü Ocakları olarak gerçekleştirmekte olduğumuz, Ülkü Göreve 3 Temmuz tarihinde başladım. Geri- Evleri projemiz var. Üniversite öğrencilerinin konakde kalan 4 aylık süre zarfında öncelikli olarak birlikte lama ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir proje. Yine çalışacağımız arkadaşları belirledik ve görev dağılımı genel merkezimiz öncülüğünde üniversiteli kardeşyaptık. Arkadaşlarımızla beraber Antalya Ülkü Ocak- lerimize maddi katkı sunmak adına burs kardeşliları olarak ne gibi faaliyetler yapabileceğimiz konu- ği projemiz var. Bunun yanında Antalya halkının ve sunda istişarelerde bulunduk. Netice olarak yıllık bir gençlerimizin kitap okuma bilincini arttırmaya yöneprogram hazırladık ve bu doğrultuda faaliyetlerimi- lik ve düzenli olarak halka açık çeşitli alanlarda kitap ze başladık. Burada tek tek neler yaptığımızı ve ya- okuma etkinliği gerçekleştiriyoruz.Bunların yanında pacağımızı anlatmamız açıkçası çok mümkün değil gençliğimizi kıskacına alan ve Antalya yerelinde de ancak genel olarak söyleyeceğimiz Türk Milleti’nin ne yazık ki yaygınlaşan uyuşturucu belasına yönelik hazırlık aşamasında olan bir çalışmamız var. Bunlar gibi gerçekleştirmeyi arzu ettiğimiz ve tasarladığımız günübirlik ve sürdürülebilir bir çok düşüncemiz var. İnşallah görev süremiz içerisinde bu çalışmaları da gerçekleştireceğiz. Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin başlattığı Ülkü Evleri projesi kapsamında Antalya’da Ülkü Evleri açıldı mı ? Açıldı ise Ülkü Evleri’nin durumu hakkında bilgi verebilir misiniz ? 14
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev Az önce de bahsettiğimiz gibi Ülkü Evleri projemiz Antalya yerelinde ocağımız tarafından da uygulanıyor. Bu bağlamda ikisi bayan öğrencilere ait olmak üzere toplamda 7 Ülkü evimiz var. Bu evler tarafımızca dayanıp döşendi ve öğrenci kardeşlerimiz buralara yerleştirildi. Evlerimizde toplamda 29 kişi kalmakta. Bu arkadaşlarımız aylık ev kirası ve elektrik su faturalarını kendileri karşılıyor, bizler de imkanlarımız dahilinde çay, şeker, yağ gibi temel gıda desteği sağlamaya çalışıyoruz. Allah kısmet eder ise önümüzdeki yıl Ülkü Evleri projemizi genişleterek bir yurt haline getirme düşüncemiz var.
edilen ödemeleri tespit edilen tarihlerde yapacaklar. Bu noktada da katkı sunmak isteyen vatandaşlarımız sosyal medya hesaplarımız üzerinden veya ocağımızın irtibat numarasından bize ulaşabilirler.
Ülkü Evleri için gerekli finansmanı nasıl sağlıyorsunuz? Bağış yaparak bu projeye destek olmak isteyenler hangi yollarla bağışta bulunabilir?
Çözüm süreci denilen bir ihanet süreci işliyor. Artık askerlerimiz güpe gündüz sokaklarda şehit ediliyor. Bazı bölgelerde devlet otoritesi malesef azalmış durumda. Bu son dönemde yaşanan olayları nasıl yorumluyorsunuz?
Ülkü evlerimizin finansmanını camiamız mensuplarının gönüllü katkıları ile sağlıyoruz. Ne yazık ki bu konuda yeterli desteğin sağlandığını söyleyemeyeceğim. Biz elimizden geldiğince gerek yerel basın gerekse de sosyal medya aracılığı ile camiamıza bu projemizi duyurduk ve desteklerini talep ettik. Destek olmak isteyenler ocağımızla irtibata geçmeleri durumunda bu konuda görevlendirdiğimiz arkadaşlar aracılığıyla ayni veya nakdi desteklerini sunabilirler. Ülkü Ocakları Genel Merkezi’nin başlattığı Burs Kardeşliği projesi ile ilgili bilgi verebilir misiniz? Bu proje nasıl işleyecek ? Bağışta bulunarak bu projeye destek olmak isteyenler neler yapmalı? Burs kardeşliği projesi yeni bir proje ve henüz hazırlık aşamasındayız. Burada Ülkü Ocakları olarak biz, öğrencilere katkı sunmak isteyen hayırsever vatandaşlarımız ile ihtiyaç sahibi öğrencileri buluşturma vazifesi görüyoruz. Şu anda burs vermek isteyen isimler ve burs miktarları tespit ediliyor, önümüzdeki günlerde burs verilecek gençlerimizin tespitini yapacağız. Sonra burs vermek isteyen kişiler herhangi bir aracı olmaksızın bizzat burs vereceği öğrenciye tespit
Bu proje ile ilgili Antalya’da ne gibi çalışmalar yürütyorsunuz ? Bu proje henüz yeni bir proje ve biz de hazırlık aşamasındayız, şu anda burs vermek isteyen kişileri ve vermek istedikleri burs miktarlarının tespiti noktasında bir çalışma yürütüyoruz.
Öncelikli olarak aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet milletimize sabır ve başsağlığı diliyorum. Yaşananlar vicdanımızı kanatıyor, sabrımızı taşırıyor ne yazık ki. Gerçekten milletimiz ve memleketimiz için çok sıkıntılı günler yaşıyoruz. Mevcut iktidar geride kalan 12 yılda ne yazık ki bitirilen ve yok olmanın eşiğine gelen bir çapulcu sürüsünü şımartarak ve hatta koruyup kollayarak bugün devlete kafa tutar hale getirdi. Devletimize ve milletimize yıllarca hizmet etmiş kimi isimler çeşitli bahanelerle cezaevlerine gönderilirken hainliği ayan beyan ortada olanlar sokakta geziyor. Devlet, bölücü terör örgütü mensupları karşısında eli kolu bağlı bir şekilde bekliyor. Özellikle güneydoğu ve doğu anadolu bölgelerimizde vatandaş PKK’nın insafına terkedilmiş durumda. Ülkemizin bugün için en büyük sorunu mevcut iktidardır ve milletimiz bir an önce bu iktidarı tarihin tozlu raflarına göndermelidir. Vatandaşının hakkını, malını, canını koruyamayan bir devlet görüntüsü var bugün. Başbuğumuz diyor ki; “İnsanlar; yoksulluğa, açlığa, susuzluğa tahammül ederler. Fakat adaletsizliğe, hor görülmeye, aşağılanmaya asla
15
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014 müsaade, müsamaha etmezler.” Bugün Türk milleti adaletsizlikle, hor görülmeyle, aşağılanmayla karşı karşıya ve eminim buna daha fazla müsaade etmeyecektir. Avrupa’da yaşayan genç ülküdaşlarımıza tavsiyeleriniz nelerdir? Öncelikli olarak genç kardeşlerimize sizin aracılığınızla muhabbet ve selamlarımı iletiyorum. Genç Ülküdaşlarımıza tavsiyemiz, onlardan beklentimiz; Özlerinden kopmadan, çağın mücadele araçlarını, silahlarını en iyi şekilde kuşanarak ve kullanarak milletler mücadelesinde Türk Milleti’ni hak ettiği yere yani en tepeye taşıma ve en önemlisi de Yüce Yaradanın rızasına erişme mücadelesini vermeleridir. Son olarak dergimizin okuyucularına bir mesajınız var mı? Saygı ve selamlar sunuyor destek ve dualarını bekliyoruz. Bana bu imkanı sunan ve uzaklardaki soydaşlarımıza, ülküdaşlarımıza sesimizi duyuran Türklüğe ve Türkçemize sahip çıkan Türk’çe dergisine şahsım ve teşkilatım adına sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.
Rahmet ve Minnetle Anıyoruz Ruhun Şad, Mekanın Cennet Olsun Kendiniz için değil, bağlı bulunduğunuz millet için elbirliği ile çalışınız. Çalışmaların en yükseği budur. Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır. Bilelim ki, milli benliğini bilmeyen milletler, başka milletlere yem olurlar. Biz ne bolşeviğiz ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkarız. Milletimiz, din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete sahiptir. Bu faziletleri hiç bir kuvvet milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz. Benim için dünyada en büyük mevki ve mükafat, milletin bir ferdi olarak yaşamaktır. Eğer Cebab-ı Hak beni bunda muvaffak etmiş ise, şükrederim. Bugün olduğu gibi ömrümün sonuna kadar milletin hizmetinde olmakla iftihar edeceğim.
Benim naciz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Mustafa Kemal Atatürk 16
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
KAYBOLAN GENÇLİĞİMİZ İsa GÜNYELİ
hasulku@gmail.com
Değerli gönüldaşlarım, toplum olarak her şeyimizi kaybetmeye başladık kaybolan değerlerden çok bahsettik !
terbiye etmek ve yetiştirmek için ayırdığı zamandan daha kıymetli ibadet yoktur.” buyurarak evlatlarımıza nasıl sahip çıkmamız gerektiğini bize bildirmiştir.
Son elli yıldır yani yarım asırı aşkın zaman diliminde sanki kaybetmedigimiz bir şey kalmadı. Hele son 13 yıldır toplmun değerleri sanki tamamen yok oldu. Eskiden hocalarımız “öyle bir zaman gelecekki camiiler tıklım tıklım dolacak ama içinde bir müslüman bulunmayacak! İşte o zamanda dinini, milletini seven, koruyan ve kollayanlara ne mutlu” derdi. Şu an bakıyorum sanki elli yıl yüz yıl önce bu günleri görmüşler gibi büyüklerimiz.
Nasretin Hoca merhum Akşehir gölünü mayalamıştı! Bu kıssayı hepimiz biliyoruz ama hala Akşehir gölü maya tutmadı yoğurt haline dönmedi. Burada Hoca merhumun nuktesi yanında çok realite ortaya çıkmıştır. Bunlardan biride süt olmayınca atılan yoğurt mayası boşa gider. Bunun içindir ki belli bir yaşa kadar Kur’an öğrenen gençlik veya belli bir yaşa kadar baba ve annenin sözünden çıkmayan gençlik buluğ çağına erince ecdadın ismi olan Mehmet memet, Osmanlı kadını kara Fatma yerini Fatoş alıyor. Müslüman geçinenler ise zamanedir, gençliktir diyerek vurdumduymaz oluyor ve Hacca gidip şeytan taşlayıp eve döndüğünde benliğinden uzak dininden uzak gençliğe bu halleri ile bile methiyeler yağdırınca böyle kayboldu gençliğimiz.
İşin en kötü tarafı ise kaybettiğimiz değerleri anlayamamanın, sezememenin vurdumduymazlığı içersinde hala yaşıyoruz ve eğlenceli bir hayat sürüyoruz. Rabbim dualı ağızları içimizden eksik etmesin. Onların yüzü suyu hürmetine ayakta kaldığımızı her türlü vurdumduymazlığa rağmen şehit ecdadımızın bizleri koruduğunu kim inkar edebilir. Bakıyorum geleceğimizide kaybetmeye başladık. Gelecek nereden çıktı diye hemen kafanız karışmasın! Gençliği olmayanın geleceği olmaz, yani gençliğimiz kayboldukça aslında geleceğimiz kayboluyor. Biz yazarlar ortamlara göre yazdığımız için ben Avusturya ve Avrupa’da yaşayan gençliğin kaybolan halini gördükçe yöneticilik yapmış azda olsa eğitimcilik yapmış birisi olarak vicdanım rahat olmadığı gibi kafamı ellerimin arasına alıp patlatırcasına sıkarak bize ne oluyor gençliğimiz nerede diye inlediğim oluyor. Avrupa’da gençlerimizin sorunları ile çok ilgilenilmediği gibi dernek ve kuruluşlarında öyle bir derdi yok gibi...Bir çok sivil toplum kuruluşu dini bilgiyi vermeye çalışırken sadece Kur’an eğitimini verip dini eğitimi verdiğini zannediyor. Bu yinede en azında manevi bir havayı teneffüs etmesine sebep oluyor. Bir çocuk doğduğunda anne ve baba çalışıp iş hayatında olduğundan daha küçük yaştan çocuk aileden koptuğunu zannediyor, anne ve baba evladın sorunlarından çok parasal konuları gündeme taşıyor, evlatların yanında tartışan kavga eden ailelerin sayısı az denilmeyecek kadar çok, evladımıza yapamayacağımız sözleri vererek şunu yaparsan sana şu hediyeyi alacağım diyerek ilk yalanı aile öğretiyor zaten... Yalan ile başlayan hayatta dürüstlük olmaz! Dürüstlüğün olmadığı yerde sevgi ve saygı olmaz. Hal böyle olunca ailede huzur olmaz. Çünkü sevgi, saygı yoksa huzur da yoktur. Gençliği böyle kaybeder ve öldürürken, ölen her moruk onlardan doğan her bebek bizdendir diyerek yaşlıları ve yaşlılığı yok sayan bir gençlik meydana geldi. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde “bir babanın evladını İslam ölçüsünde
Merhum Hoca Nasrettin’in maya işi gibi bizler İslamiyet ruhumuz, Türklük bedenimiz dedik. Yani Türklüğü inkar ile İslamiyet yaşansada topaldır! İslamiyet olmadan Türklük ise ırkçılıktır. Ruh ve ceset gibi biz ayrılmaz bir parçadır. Onun içindir ki Ülkümüz Türk-İslam Ülküsüdür. Gelelim Milli değerlerimizdeki kaybolma ile benliğini kaybeden gençliğe! Gençlik milliyetçiliği ırkçılık olarak algılarken biz cemiyetlerimizde “Milliyetçilik, bir milletin değerlerine ve varlığına öncelik vermek, onu diğer milletlerden ve toplumlardan görece olarak daha fazla sevmek demek.” olduğunu iyi anlamadık ve anlatamadık. Anlatamayız çünkü cemiyette gençler ile olamadık! Ülkücü Dünya görüşünü cemiyetlerimizde ne anlatabildik nede anlayabildik. Nedir Ülkücü Dünya görüşü? Cemiyet birimleri içinde milleti tercih etmek,sonra o milleti sevmek, korumak, yükseltmek ve yüceltmek ülküsüdür. İnanç doğrultusunda bu gerçegi önce bilmek sonrada gençliğe ve neslimize anlatmak durumundayız. Değerli başkan ve yönetici kardeşlerim gençlik için artık tek çözüm cemiyetlerimize gençliği çekecek unsurları oluşturalım. Önce gençliği bataklığa fuhuş yuvalarına gitmekten alıkoyalım. Sonra onlara kim olduklarını dürüstçe, doğrulukla anlatalım. Yaşadığımız gibi yaşatmaya çalışalım. Saçı ile, küpesi ile, kılık kıyafeti ile hatta yaşam tarzı ile değil kişiliği ve benliğini kazanması ile uğraşalım. Yoksa geleceğimiz yok olmaktadır. Milli ve Manevi değerlere bağlı ve o değerleri yaşayan bir toplum ve nesil dileğimle Allah yar ve yardımcımız olsun.
17
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
Çocuklarda Utangaçlık Utangaçlık, çocukluk çağında en çok görülen duygu durumunun başında gelir. Bu her ne kadar geçici bir süreç olsa da anne babaları kuşkuya düşürür. Peki, bu tarz davranışlar sergileyen çocuklara nasıl davranmalı? Birçok anne babanın sorunudur çocuğunun utangaç olması. Toplum içinde rahat davranabilmesi, çevresindeki insanlara marifetlerini rahatça sergileyebilmesi, konuşkan ve “bilmiş” bir çocuk olması için ellerinden geleni yapar anne babalar.
Hangi tutumlar çocuğunuzu utangaç yapar? Çocuğu yargılamak: “Bir tek sen böylesin, başkasının
çocuğu bak nasıl konuşuyor” gibi yargılayıcı ve olumÇocuğa baskı yapmak: En tipik anne baba davranışı- suz içerikli konuşmalar da çocuktaki bu davranışı kadır. Utanan çocuğu “Niye konuşmuyorsun?”, “Selam lıcı hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır. versene!”, “Cevap versene!” şeklinde zorlamak ve konuşturmaya çalışmak çocuğa bir nevi baskı uyguAnne babalar, çocuklarına nasıl davranmalı? lamaktır. Çocuğa kızmak: Çocuğun utangaç olmasından bazı anne babalar çok rahatsız olurlar ve bu rahatsızlığı da kızıp bağırarak ortaya koyarlar. “Yeter artık, bıktım senin bu durumundan, seninle bir daha bir yere gitmeyeceğim” demek, aslında çocuğun bu davranışından en fazla onların utandığının göstergesidir. Suçlayıcı ebeveyn olmak: Yine en sık rastlanan anne baba davranışıdır. Çocuğu sürekli suçlayarak eleştirmek ve “Her zaman böyle yapıyorsun”, “Sen hiç konuşmuyorsun”, “Bak herkes sana bakıyor”, “Ne kadar ayıp!” şeklinde sözler sarf etmek aslında durumu çözümlemekten son derece uzak, yanlış davranışlardandır. Alaycı davranmak: Çocuğun yaşadığı duygu ve kaygı durumuyla alay etmek ve onu özellikle başkalarının yanında hafife almak, “Benim utangaç kızıma bakın, yine mi utangaçlığın tuttu?” gibi söylemlerde bulunmak çocuğun durumunu daha da zorlaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Çocuğu ayıplamak ve utandırmak: Çocuğun utangaçlığını farklı ortamlarda gündeme getirerek onu utandırmak, başkalarının yanında ayıplamak da bilinen hatalı davranışlardandır. “Bu kadar utangaç bir çocuk gördünüz mü? Bakın ağzını bile açıp konuşamıyor”, “Herhalde konuşmayı bilmiyor, dilini mi yuttun?” gibi konuşmalar hem ciddi kırıcı hem de olumsuz durumu pekiştirici yanlış konuşmalardır.
• Çocuğunuzun yeni ortamlara alışması için ona zaman tanıyın ve zorlayıcı olmayın. Çocuğun girdiği ortamın onun da hoşlanacağı bir ortam olmasına dikkat edin. • Sosyal becerilerini geliştirmesi için ortam hazırlayın. Spor faaliyetlerine, dans ya da müzik kurslarına, tiyatro çalışmalarına yönlendirin. Özellikle ekip olarak yapacağı çalışmalar onun utangaçlığını yenmesi için bulunmaz fırsatlar sunar. • Öz güvenini geliştirmeye yönelik pekiştirici davranışlarınızı öne çıkarın. Utangaç çocuklar kendileriyle ilgili olumsuz yargılara sahiptir. Bunu yenmenin yolu sosyal becerilerini geliştirmesine yardımcı olmak, bu yolla öz güvenini sağlamlaştırmaktır. • Çocuğunuzun özelliklerini dikkate alarak onu bir birey olarak her yönüyle kabul edin. Bir bütün olarak değer verdiğinizi hissettirin. • Çocuğunuzun içine kapandığını, kendisini mutsuz hissettiğini fark ettiğinizde yardım almaktan çekinmeyin. Bazı sıkıntılar çok erken müdahale edildiğinde sorun halini almadan çözümlenebilirler. • Anne baba olarak çok üstüne düşmeyin ve olabildiğince rahat davranmaya çalışın. Durumu çok fazla önemsediğinizde çocuğunuz da kendisinde ciddi bir sorun olduğunu düşünecek ve utangaçlığı daha da pekişecektir.
18
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
TÜRKÇE DİL BİLGİSİ ÜNSÜZ SERTLEŞMESİ VE ÜNSÜZ YUMUŞAMASI Türkçe’de yer alan “ünsüz yumuşaması” ve ünsüz sertleşmesi” kurullarının Avrupa’da yaşayan Türkler tarafından genellikle yanlış ya da eksik bilindiğini ve kullanıldığını farkediyoruz. Yanlış bilgilerin düzeltilmesi ve eksik bilgilerinin tamamlanması için bu konuya değinmeye karar verdik. Türkçe’de ünsüzler (sessiz harfler) sert ve yumuşak olarak iki gruba ayrılır. Sert ünsüzler ç, f, h, k, p, s, ş ve t’dir. Bu harf grubunu insanların ezberlemesini kolaylaştırmak için “f ı s t ı k ç ı ş a h a p” ifadesi üretilmiştir. Bu kelime grubundaki ünsüz harflerin tamamı serttir. Bunun dışında kalanlar ise yumuşak ünsüzlerdir.
Sert ünsüzler
Yumuşak ünsüzler
ç, f, h, k, s, ş, t, p
b, c, d, g, ğ, j, l, m, n, r, v, y, z
Ünsüz Sertleşmesi Sert ünsüzlerle yani f, s, t, k, ç, ş, h, p harfleri ile biten bir kelimeye c, d, g harfleri ile başlayan bir ek gelirse, ekin başındaki yumuşak harfler sertleşir. Buna göre; c-ç, d-t, g-k olur. Bu kurala ünsüz sertleşmesi ya da ünsüz benzeşmesi denir. kebap-cı→kebabçı
yavaş-ca→yavaşça
ayak-da→ayakta
yurt-dan→yurttan
yap-dı→yaptı
aç-dır→açtır
seç-gin→seçkin
çalış-gan→çalışkan
NOT : Bu kural, sayıların rakamla yazılışlarında da geçerlidir. Buna göre rakamlar okunur ve okunuşu p, ç, t, k, f, h, s, ş harflerinden biriyle biterse, ekler de sertleşir. Buna uyulmazsa yazım yanlışı yapılmış olur. Saat 3’de geldim. (Yanlış) Saat 3’te geldim. (Doğru) Özel Durumlar • Bazı birleşik kelimelerin bu kurala uymadığı görülür. Örnek : Dikdörtgen, Akciğer... • Bazı matematik terimlerinin bu kurala uymadığı görülür. Örnek : Üçgen, beşgen.. • Bağlaç olan “de” ve “da” ayrı yazıldığı için yazımda ünsüz sertleşmesi kuralına uymaz. Örnek : Bahçeden sebzenin yanı sıra annem için çiçek de topladım.
Ünsüz Yumuşaması Sert ünsüzlerden ç, k, p, t harfleri ile biten bir kelime, ünlü harfle başlayan bir ek aldığında kelimelerin sonundaki ç, k, p, t harfleri yumuşayarak sırasıyla c, g/ğ, b ve d’ye dönüşür. Bu kurala ünsüz yumuşaması denir. ağaç-a→ağaca
piliç-i→pilici
toprak-ın→toprağın
bacak-ı→bacağı
kitap-ı→kitabı
dolap-a→dolaba
kanat-ı→kanadı
geçit-i→geçidi
Özel Durumlar • Tek heceli kelimelerin çoğunda yumuşama olmaz. Örnek : çit-i→ çiti tek-i→ teki • Özel isimlerde kesinlikle yumuşama olmaz. Örnek : Zeynep-in→ Zeynep’in Yozgat-a→ Yozgat’a • Dilimize Batı ve Doğu dillerinden girmiş birçok kelimede yumuşama olmaz. Örnek : hukuk-un→ hukukun • Fiil kök veya gövdelerine çeşitli yapım ekleri getirilerek türetilen bazı kelimelerde yumuşama olmaz. Örnek : taşı-t →taşıtımız kon-ut →konutun 19
gıybet
TÜRK’ÇE | SAYI 5 | EKİM 2014
Hz.Muhammed (S.A.V) hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor : “Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. “Bunlar kim” dedim. Cebrail aleyhisselam, “Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir” dedi. 1- Gıybetin Önemi ve Büyüklüğü:
3- Gıybetin Çeşitli Türleri:
Yüce Allah, Hucurat suresinin 12. Ayetinde şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler! Zannın bir çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin, gıybet etmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. “
a)- İnsanın bedeni ile ilgili kusurları söylemek: Mesela kör, şaşı, kel, siyah, sarı, kısa, uzun gibi lakaplar ki adam duyduğunda rahatsız olursa söylenmesi gıybet ve haramdır.
Hz.Muhammed (S.A.V) hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor : “Miraca çıkarıldığımda, bakırdan tırnaklarıyla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan kimseler gördüm. “Bunlar kim” dedim. Cebrail aleyhisselam, “Gıybet ederek insanların etini yiyen, şahsiyetlerini zedeleyen kimselerdir” dedi.
c)- Ahlakıyla ilgili kusurları söylemek: Filan adam kötü ahlaklıdır, korkaktır, riyakardır vb. gibi..
Hz.Muhammed (S.A.V) bir başka hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor : “Kıyamette, sevap defteri açılan bir kimse, “Dünyada iken, şu ibadetleri yapmıştım, burada yazılı değil” der. Onlar, silinip gıybet ettiklerinin defterlerine yazıldı denir.”
e)- Dünyası ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam edepsizdir, çok gevezedir, boğazına düşkündür, çok uyuyor, hak bilmez birisidir vb. şeyler gibi..
b)- İnsanın soyu sopuyla ilgili kusurları söylemek: Mesela falan adamın babası kötü bir ailedendir vb. şeyleri söylemek haramdır ve gıybettir.
d)- Dini ile ilgili kusurları söylemek: Filan adam yalancıdır, zekat vermiyor, namaza önem vermiyor vb. şeyleri söylemek.
f)- Veya ona ait olan herhangi bir kusuru söylemek: Elbisesi kirlidir, eskidir, uzundur, kısadır, şöyledir, Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet sade- böyledir. Elbette bunlardan hangisi daha büyük olurce büyüklere ait değildir. İyiyi kötüden ayırt eden ve sa günahı, vebali de daha büyük olur. duyduğunda rahatsız olan çocukların gıybeti de ha Şunu da hatırlatmak gerekir ki gıybet, birisiramdır. nin ayıbını başkasına söylemektir ve bildirmektir. Bu, bazen sözle, fiille, bazen işaretle yada yazıyla gerçek2- Gıybetin Anlamı: leşebilir. Yani önemli olan birisinin kusurunu açıkla Peygamberimiz (S.A.V) ”Gıybet nedir bilir mak, hangi vesileyle olursa olsun haram ve gıybettir. misiniz?” diye sordu. Yanında bulunanlar: “Allah ve onun elçisi daha iyi bilirler” dediler. “Gıybet, kardeşi- Hatırlatılması gereken bir başka husus ise ni onun hoşlanmadığı bir sıfat ile vasıflandırmaktır.” karşı tarafın gıybet edilen kimseyi tanıyacak şekilde buyurdu. “Kardeşimde söylediğim sıfat bulunuyor- ondan bahsetmesi haramdır. Ama tanınmayacak şesa?” diye sorulduğunda: “Söylediğin sıfat eğer kar- kilde bahsetmek sakıncasızdır. Sınırlı şahıslardan da deşinde bulunuyorsa gıybet etmiş olursun, bulun- bahsetmek haramdır. Mesela filan adamın çocuklamuyorsa iftira etmiş olursun.” buyurdu. rından birisi şöyle böyledir; bütün çocuklar zan altında kaldıkları için haramdır. Gıybet; “Bir kimsenin ayıbını arkasında söylemek veya aleyhine konuşma “ demektir. Türkçede bu Eğer sayıları geniş bir kitle arasına katarak kavramın karşılığı olarak “dedikodu” ve “çekiştirme” bahsederse sakıncasızdır. Mesela Kırıkkalelilerden kelimeleri kullanılır. Gıybet haram olduğu gibi bunla- birisi şöyle yapıyordu, bunun sakıncası yoktur. Yine rı dinlemek de haramdır. Bunları dinleyenler de gıy- eğer büyük bir topluluğun hepsini kötüler ve suçlarbet günahına ortak olurlar. sa bu da haramdır. Mesela Ankaralılar şöyledir, Iğdır20
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev lılar böyledir şeklinde söylerse haramdır ve bütün o şehrin gıybetini etmiş olur. Veya filan şehrin çoğu böyledir derse de bu da ihtiyaten haramdır.
mecliste kardeşine duyduğu bir gıybeti reddederek ona iyilikte bulunursa, Allah-u Teala dünya ve ahiret hayatında bin kötülük kapısını ondan uzaklaştırır.”
4- Gıybete yol açan sebepler:
Gıybeti dinleyen olamazsa veya önlenirse gıybet eden de bir daha gıybet etmeye cesaret edemez. Ama gıybeti dinlemek, ona itirazda bulunmamak insanları bu günaha daha fazla cüretkar kılıyor.
1- Gazap ve öfke: Bazen birisine olan gazap ve öfkemiz, bizi onun ayıplarını ortaya çıkarmaya itebilir. 2- Kin beslemek: Bazen önceden olan kinimiz birisinin gıybetini yapmamıza yol açabilir.
Hatırlatılması gereken bir başka husus ise şudur ki, bir başka insan bir başkasının arkasından gıybet edip çekiştirir, ama yüzüne gelip onu methedip 3- Haset ve çekemezlik: Bazen de bu kötü huy insa- yağcılık yaparsa, böyle birisinin günahı başkasınınnın gıybet etmesini ve haset ettiği kimsenin kusurla- kinin iki katıdır. Zira bu bir nifaktır ve hadislerde iki rını açığa çıkarmaya ve böylece hasedini dindirmeye dilli, bizim aramızda ise iki yüzlü olarak tarif edilir. çalışmasına vesile olur. 4- Kibir ve üstünlük taslamak: Çoğu kişiler kendilerini üstün göstermek için başkalarını kötülemeye ve kusurlarını ortaya çıkarmaya çalışır.
Bir hadiste şöyle deniyor: “Kıyamet günü iki dilli insan ateşten iki dile sahip olduğu halde mahşere gelir.”
Görüldüğü gibi gıybetin çeşitli durumları onun vebalinin de artmasına veya azalmasına vesile olur. Zaman ve mekanlar da gıybetin ve günahların vebalini etkiler. Mesela Ramazan ayında yapılan bir gıybet ile başka zamanda yapılan bir gıybet aynı de6- Kendini temize çıkarmak: Bazen kendisini temi- ğildir. Mesela bir camide yapılan gıybet ve günahla ze çıkarmak için kötü ameli başkasına isnat eder ve başka yerde yapılan aynı değildir. böylece kendisini o amelden ve suçtan kurtarmaya çalışır. Bu da günahtır hatta o adam yapmış olsa dahi; 6- Gıybetin Tövbesi ve Keffareti: o sadece kendisinden o kötülüğü nefyetme hakkına Gıybet büyük günahlardan olduğu için, Allah sabittir. Yani ben yapmamışımdır diyebilir, ama başetmesin bu günaha mübtela olursa, hemen pişman kasına isnad edemez. olup tövbe etmesi ve bir daha tekrarlamamaya karar alması, kalbiyle birlikte dille de Allah’tan mağfiret 5- Gıybet Edenler Karşısında Vazifemiz: dilemesi farzdır. Sonra da mümkün mertebe gıybet Gıybet edenler karşısında ilk vazifemiz uygun ettiği kimseden helallik almalı ve onu kendinden razı 5- Acıma duygusu: Bazen de şeytan bu yoldan insanları kandırır ve ona acıdığı için ve yaptığı kötülükten duyduğu üzüntüyü bildirmek için, onun yaptığını başkasına anlatır.
bir dille gıybet edeni o ameli yapmaktan sakındırmaktır. Sonra da gıybeti yapılan kimseyi savunmak ve ona isnad edilen şeyi reddetmek ve onu bu isnattan tenzih etmek ve ona yardımcı olmaktır. Eğer bunu yapamazsa ve gıybet edeni yaptığı işten vazgeçiremezse, o meclisten kalkmalı ve orayı terk etmelidir. Yoksa eğer oturup dinler ve söylenenlerden hoşlanırsa veya en azından itiraz etmezse, o da gıybet günahına ortak olmuş olur. Hz. Ali (a.s): “Gıybeti dinleyen kimse, gıybet eden gibidir.” İmam Zeyn-ül Abidin (a.s) şöyle buyuruyor: “Kulağın senin üzerindeki hakkı, onu gıybet ve helal olmayan şeyleri dinlemekten uzak tutmaktır.” Yine Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: “Kim bir
21
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014 etmelidir. Eğer gıybet ettiği kişi ölmüşse veya ona bir türlü ulaşamıyorsa yahut gıybet konusundan haberdar değildir ve kendisine söylendiği vakit buna daha çok rahatsız olacaksa, helallik almanın yerine onun hakkında dua ve istiğfar etmeli ve onun hakkında iyilikte bulunmalıdır. Gıybeti edilen kişinin helal etmesi iyidir; zira bu vesileyle sevaba ulaşır ve başkalarının da onu bağışlamasına vesile olur. Eğer Allah’ın mağfiretini bekliyorsak bizim de başkalarını affetmemiz gerekir. Şu noktayı da bilmemiz gerekir ki gıybet etmemekle insan, şer’i vazifesini yapıp kendisini büyük bir vebalden kurtardığı gibi Allah katında da büyük sevaplara nail olur. Resul-i Ekrem’den şöyle rivayet edilmiştir: “Gıybet etmeyi terk etmek, Allah (Azze ve Celle) katında on bin rekat sünnet namaz kılmaktan daha sevimlidir.” 7- Gıybetin Caiz Olduğu Yerler: Gıybetin bazı yerlerde caiz olduğuna hükmedilmiştir. 1- Günahı açık bir şekilde insanların gözü önünde yapan kimsenin gıybeti caizdir. Mesela halkın gözü önünde şarap kadehi kaldıran, içen birisi gibi. Burada bazı alimler sadece açıkta yaptığı o günahı söylemek caizdir. Ama gizlide yaptığı günahlar varsa onları açığa çıkarmak caiz değildir, diyorlar. En azından ihtiyat gereği o günahları söylememek iyidir. Bir de günah yapan kimse yaptığı günahın günahlığını kabul ederse, caizdir; ama eğer bazı mazeretler öne sürüyorsa, örneğin Ramazan günü orucunu yiyor, ama hasta olduğunu ve yolcu olduğunu iddia ediyorsa, bu tür durumlarda da ihtiyaten gıybet etmemek gerekir.
zararın meydana geleceğinden korkarsa, o zaman doğruyu söyleyebilir. Elbette eğer kusurunu söylemeden onu bu işten vazgeçirebilirse öyle yapmalıdır; ama eğer başka bir yolla onu bu işten vazgeçiremezse, o zaman doğruyu söyleyebilir. Şunu da dikkate almak lazımdır ki, eğer o müminin haysiyetinin zedelenmesi, o adama değecek zarardan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylememesi gerekir. 4- Allah’ın dininde bid’at koyan ve yanlışlarıyla insanları saptıran kimseye insanlar kanmasın diye onun gıybetinin yapılması caizdir. 5- Yalan bir hadis uydurup Peygamber’e isnad eden kimselerin gıybeti caizdir ki insanlar ona kanmasınlar. Yine yalan yere birisinin aleyhine şahitlik yaparsa, onun yalanını ortaya çıkarmak caizdir. 6- Eğer birisi bir lakapla meşhur olmuş ve onu söylemeden tanımıyorlar veya karıştırıyorlarsa, iki şartla bu lakabı söylemek caizdir: Birincisi onu aşağılamak niyetiyle söylemezse, ikincisi o adam o lakabın söylenmesinden rahatsız olmuyorsa, söylemenin sakıncası yoktur. Ama eğer rahatsız oluyorsa onunla onu tanıtmak caiz değildir. 7- Eğer yalan yere bir soya kendisini isnat ederse, mesela yalan yere seyit olduğunu iddia ederse, yalanını bilen kimse bunu başkalarına söyleyebilir. Zira neseblerin karışmaması önemlidir. Kısacası eğer bir yerde doğruyu söylemek bir müminin haysiyetini korumaktan daha önemli olursa, o zaman doğruyu söylemek caizdir. Mesela bir haksızlığın yapıldığı bir yerde, doğruyu bilen kimsenin şahitlik yapıp hakkı ezilen kimseye yardımcı olması gibi.
Ya Rabbi, bütün günahlardan korunmada eğer sen bize yardımcı olmazsan, biz bundan aciziz. Bütün enbiya ve evliya hürmetine lütuf ve yardımla2- Kendisine haksızlık ve zulüm yapan birisi olur ve rını bizden esirgeme. Amin! kendisi hiçbir yolla onun zulüm ve haksızlığını önleyemiyorsa, eğer bunu önleyebilecek başka birisi varsa, o zaman onun yaptığı zulmü başkasına şikayet edip ondan yardım dileyebilir. Allah-u Teala Nisa suresinin 148. ayetinde şöyle buyuruyor: “Allah kötü sözün açıkça söylenmesini sevmez; zulme uğrayanlar hariç ...” 3- Eğer bir insan ticaret yapacağı veya evlilik bağı kuracağı birisi hakkında insanla istişare ederse, gerçeği söylemediği taktirde önemli fesat ve kötülüğün veya 22
GERİ GELEN MEKTUP Ruhun mu ateş, yoksa o gözler mi alevden? Bilmem bu yanardağ ne biçim korla tutuştu? Pevane olan kendini gizler mi hiç alevden? Sen istedin ondan bu gönül zorla tutuştu. Gün, senden ışık alsa da bir renge bürünse; Ay, secde edip çehrene, yerlerde sürünse; Herşey silinip kayboluyorken nazarımdan, Yalnız o yeşil gözlerinin nuru görünse… Ey sen ki kül ettin beni onmaz yakışınla, Ey sen ki gönüller tutuşur her bakışınla! Hançer gibi keskin ve çiçekler gibi ince Çehren bana uğrunda ölüm hazzı verince Gönlümdeki azgın devi rüzgarlara attım; Gözlerle günah işlemenin zevkini tattım. Gözler ki birer parçasıdır sende İlahın, Gözler ki senin en katı zulmün ve silahın, Vur şanlı silahınla gönül mülkü düzelsin; Sen öldürüyorken de vururken de güzelsin! Bir başka füsun fışkırıyor sanki yüzünden, Bir yüz ki yapılmış dişi kaplanla hüzünden… Hasret sana ey yirmi yılın taze baharı, Vaslınla da dinmez yine bağrıdaki ağrı. Dinmez! Gönülün, tapmanın, aşkın sesidir bu! Dinmez! Ebedi özleyişin bestesidir bu! Hasret çekerek uğruna ölmek de kolaydı, Görmek seni ukbadan eğer mümkün olaydı. Dünyayı boğup mahşere döndürse denizler, Tek bendeki volkanları söndürse denizler! Hala yaşıyor gizlenerek ruhuma ‘Kaabil’ İmkanı bulunsaydı bütün ömre mukabil Sırretmeye elden seni bir perde olurdum. Toprak gibi her çiğnediğin yerde olurdum. Mehtaplı yüzün Tanrı’yı kıskandırıyordur. En hisli şiirden de örülmez bu güzellik. Yaklaşması güç, senden uzaklaşması zordur; Kalbin işidir, gözle görülmez bu güzellik… Hüseyin Nihal ATSIZ
TARİHTE BU AY
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ 15 Mayıs 1917 – 10 Kasım 1983 3 Mayıs 1944 olaylarında adından söz ettiren gazeteci yazar Serdengeçti Akseki’de 1917 yılında doğmuştur. Asıl adı Osman Zeki Yüksel’dir. İlkokulu Akseki’de ortaokulu yatılı öğrenci olarak Antalya’da okudu. Ankara’da Atatürk Lisesini bitirdikten sonra girdiği Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinde 2. Sınıf öğrencisi iken Mayıs 1944’de meydana gelen olaylara karıştığı için öğrenimini yanda bırakmak zorunda kaldı. Nihal Atsız ve Alparslan Türkeş’le birlikte bir süre tutuklu kaldı. Tekrar öğrenimine devam etmek istediyse de kabul edilmedi. Bunun üzerine dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücele hitaben “Yüksek makamın alçak vekiline” sözleriyle başlayan bir dilekçe yazdı. Dilekçeyi verme cesaretini kimse bulamadı, Osman Yüksel yeniden hapishaneye gönderildi. Hapisten çıkınca unvanını aldığı ünlü Serdengeçti Dergisini çıkarmaya başladı. Birçok sayısı toplatılan bu dergide çıkan yazılan nedeniyle hakkında çok sayıda dava açıldı ve sık sık tutuklanıp serbest bırakıldı. “Allah, Vatan, Millet yolunda” cümlesiyle başladığı yazılarında sık kullandığı “Açın kapılan Osman geliyor” sözü tutuklanmalara hazır olduğunun bir kanıtıydı. Serdengeçti dergisi sık kapanması ve çıkan yazılarından dolayı çok sayıda mahkumiyet karan çıkması nedeniyle 33 sayı çıkabilmiştir. 1952 yılında Bağrıyanık adlı mizah gazetesi çıkardı. Başlığı altında “Hak yolunda bağrıyanık yolcular” sözü yer alan bu yayınında da inancının mücadelesini zengin esprilerle dolu yergileriyle sürdürdü. Bir ara politikaya atıldı, Adalet Partisinden Antalya Milletvekili seçilerek, parlamentoda görev yaptı. Partisinin politikası ve parti ileri gidenlerine yönelttiği eleştiriler yüzünden Adalet Partisi’nden ihraç edildi. Milletvekilliği sırasında kravat takmadığı için uyarı almıştır, uyarıları dikkate almayınca genel kurula girişi yasaklanmıştır. Bu kez beline bağladığı kravatla içeri girmiş, yakasına takması gerektiğini söyleyenlere ise, “Kanunda nereye takılacağı belli değil. İstediğim gibi takarım” demiştir. 1968’in Nisan ayında Alparslan Türkeş’in genel başkanlığını yaptığı CKMP’ye katılan Serdengeçti için Türkeş, “Serdengeçti gibi tavizsiz bir Türk milliyetçisi, iman ve gönül adamının CKMP’ye katılması partimize büyük bir güç ve kuvvet vermiştir” ifadelerini kullandı. Artık CKMP’li olan Serdengeçti, Türkeş’le birlikte Anadolu’ya karış karış dolaştı. 2 Haziran 1968 seçimleri öncesinde de partisi adına iki radyo konuşması yaptı. Sonraki yıllarda mücadelesine yine yayınladığı yazı ve kitaplarla devam etti. Son olarak Yeni İstanbul Gazetesinde “Selam” başlığı altında günlük fıkralar yazdı. Türk milliyetçilerine fikirleri, mücadelesi ve şahsiyetiyle bayrak olmuş, öncülerdendir. Ömrünü, Türk-İslam ülküsüne hizmetle geçiren inandığı dava ve ülküsü uğruna hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan büyük bir dava adamı, mümtaz bir insandır. Osman Yüksel Serdengeçti, 10 Kasım 1983’te aramızdan ayrıldı. Cenazesi, Ankara Cebeci Asri Mezarlığı’na defnedildi.
Ruhu şad, mekanı cennet olsun.. 24
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
ÜLKÜCÜ ŞEHİT ERTUĞRUL DURSUN ÖNKUZU
Ertuğrul Dursun Önkuzu Ülkücü Hareketin “ilk” şehitlerindendir…
4 Ocak 1968 tarihinde Ruhi Kılıçkıran ile “ilk şehit”ini veren Ülkücü Hareket, 21 Mart 1970 tarihinde Süleyman Özmen ile ikinci şehidini vermiştir. Aradan bir kaç ay geçmeden 8 Haziran 1970 tarihinde Yusuf İmamoğlu ile üçüncü şehidini veren Ülkücü Hareket, 23 Kasım 1970 tarihinde Ertuğrul Dursun Önkuzu ile dördüncü şehidini vermiştir… Ertuğrul Dursun Önkuzu 1948 yılında Tokat ilinin Zile kazasında doğmuştur. Ailesinin en büyük ve tek erkek evladıdır… İlk öğrenimini Zile’de Sakarya İlkokulu’nda, orta öğrenimini ise Zile Ortaokulu’nda tamamlamıştır. Daha sonra Zile Sanat Enstitüsü Tesviye Bölümü’nü bitirmiş ve aynı zamanda Kuran Kursu’na devam ederek, Zile müftüsü hoca “Arif Efendi”den milli terbiye almıştır. Ertuğrul Dursun Önkuzu, sanat okulunda iken aynı zamanda arkadaşları ile Zile Ülkü Ocağı’nı açmış ve Ocakta seminerler vermiştir. Zile Sanat Enstitüsü Tesviye Bölümü’nü bitirdikten sonra 1967 yılında İstanbul Yıldız Teknik Üniversitesi Makine bölümünü kazanmış ancak kaydını yaptırdıktan sonra komünistlerin tehditleri sonucu ancak bir ay okuluna devam edebilmiştir… Bir süre sonra Ankara Teknik Öğretmen Okulu’na geçen Ertuğrul Önkuzu aynı zamanda bu okulda yatılı olarak kalmıştır.Ertuğrul Dursun Önkuzu, okulun tatil dönemlerinde öğrencilerin derslerine yardımcı olmuş, ücretsiz kurs vermiştir.
Ve sene 1970… Ertuğrul Dursun Önkuzu 3. sınıftadır…
Öğrenci olaylarının iyice çoğaldığı bu yılda, Ertuğrul Dursun Önkuzu işgal altında bulunan okulda komünistler tarafından kaçırılıp üç gün boyunca işkence edilmiş, ciğerlerine bisikle pompasıyla hava basılmış ve okulun üçüncü katından atılarak şehit edilmiştir…
Ruhu şad, mekanı cennet olsun..
03.11.1996 - Abdullah Çatlı geçirdiği trafik kazası sonucu vefat etti. 08.11.1829 - Uzun Mehmet, Zonguldak Ereğlisi Kestaneci Köyü’nde ilk maden kömürünü buldu. 09.11.1993 - Hırvat topçuları Bosna’da ki Mostar Köprüsü’nü yıktı. 13.11.1970 - Saatte 240 km süratle esen Bhola kasırgası doğu Pakistan’ın
Ganj deltasını (şimdiki Bangladeş) vurdu. Bir gece 500 bin kişi öldü. 14.11.1914 - Fuat Uzkınay, ilk Türk filmi sayılan Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’nı çekti. 19.11.1979 - İlhan Egemen Darendelioğlu Toprak Dergisi matbaası çıkışında kurşunlanarak şehit oldu. 19.11.1984 - BM görevlisi Enver Er-
25
gun, Viyana’da Ermeni saldirganlarca öldürüldü. 21.11.1877 - Edison, fonografı (ses kayıt cihazı) icat ettiğini duyurdu. 22.11.1968 - Türkiye’de ilk kalp nakli yapıldı. Hasta 18 saat yaşayabildi. 27.11.1989 - Türkçülük Davası’ndan da yargılanan Fethi Tevetoğlu vefat etti.
KARİKATÜR
TÜRK’ÇE | SAYI 6 | KASIM 2014
? U D
KAÇ YıL OL
Recep Tayyip Erdoğan 15 Kasım 2010 yılında, Malatya’ya yapılacak füze kalkanı projesi ile ilgili “Topraklarımızın genelinde böyle bir şey düşünüyorlarsa bunun komutası kesin bize verilmeli. Aksi takdirde böyle bir şeyin kabulü mümkün değil” diyeli 4 yıl oldu. Recep Tayyip Erdoğan 23 Kasım 2010 yılında, Malatya’ya yapılacak füze kalkanı projesi ile ilgili “Şu anda tabii komuta şu ülkededir diye belirlenmiş bir şey söz konusu değil. Fakat biz tabii buranın komuta sisteminin Nato’da olması gerektiğini söyledik ve bunu savunduk” diyeli de 4 yıl oldu.
Ailenizin size veremediklerinden şikayet etmeyin. Belki de size verdikleri, sahip oldukları herşeydir.
26
BULMACA
Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev
SAYI YERLEŞTİRME
SUDOKU 9 3 4 1
5 8 6
8 3
1
3 4
6
2 7
1
8 2
5 9
9
4
9 5 7
4 8
4
4 6 9
9 7
1 2 8 9
6 5 1
6 5 3 RAKAMLI
4 RAKAMLI
5 RAKAMLI 6 RAKAMLI 7 RAKAMLI
8 RAKAMLI
010 056 287 355 357 459
1171 7210 2061 7628 3527 7706 3866 8378 4874 8432 6749 9281 6959
08121 19655 40699 51110 63098 72035 97265 98472
04638496 05258285 16882477 69022882 78261067 80109133
617 732 802 920 931 964
014681 382329 468776 516212 527956 569103 727689 761146
0143150 1182717 2298601 8787590
3 9
3 9
5 4
6
7 6 5
4 2 4
1
9 4 3
1 8
KELİME AVI U E R I H M B B J R K S I G H
E E Y E Z F A A A T Ğ U Z T O
K T E P G P R A T L S A K S Ü
İ M H A U S İ R M I İ G T E E
G T Z R A D K K E S L N H P Z
M C A R R R A U E B O S A E E
V S R R Ç J T Ş F M A V J T L
Y A Ü N Ç P A S T A A B T T İ
F N A N U I G F K İ F N İ F V
F G V F G K N Ü O O J T F L T
U F T Ş J E I C T K E T U M Z
M İ S K E T R N A N Y H M A Ç
E U M İ S K İ N A U B A D L E
C D N S J N V H İ S K E L E L
M N U D A L T U E U E U N A T
U O S Z O O S R L L G Z N E İ
27
A C İ Ö V F U A S L E D E N K
V F S K Y Z Ç F D D I P O H V
E O V P R P İ E R R T S E S N
B Ğ C O G I N F K J Ö C K K H
A G P Ü M V İ J M A N T A R K
L Y V A Y U N U S J Z I V C P
D E G U B P Z T R K F B Y J M
J E R S F U J V D Ü L N E M B
O M T A O O Ç T Ğ C V T M U Ş
MAKUL - TANDIR VEBAL - MECMUA SÜNGER - NAZİF HURAFE - EBABİL KEMAN - TARÇIN KOTA - PABUÇ PASTA - BARİKAT ÇELTİK - SARRAF BALİNA - İMHA MİSKET - KETUM KINA - EZELİ İSKELE - YUNUS MANTAR - BATIL GÜVE - MİSKİN SEPET - ÇİNİ