Türk'çe Dergisi Mayis 2014 Sayısı

Page 1


Pizzeria Napoli - Veli YILDIRIM 0512 27 82 43 - 0699 11 200 375 Innstraße 49, 6020 Innsbruck Hem Lezzetli, Hem Hesaplı


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

öNSÖZ Saygıdeğer “Türk’çe” okuyucuları Allah’a çok şükür dergimizin yeni sayısını çıkarttık. Siz değerli dostlarla buluşturduk ve beğeninize sunduk. Allah’ın izniyle dergimiz her ay düzenli olarak çıkacak. Dergimizle ilgili istek, öneri ve eleştirilerinizi bizlere ulaştırarak dergimizi daha iyi duruma getirmemize yardımcı olabilirsiniz. Bu konuda desteklerinizi bekliyoruz. Daha güzel şeyler yapabilmemiz için siz değerli dostlarımıza ihtiyacımız var. Hacı Bektaşi Veli’nin dediği gibi : Dostumuzla beraber yaralanır, kanarız Her nefeste aşk ile yaratanı anarız Erenler meydanına vahdet ile gir de gör Kırk budaklı şamdanda kırkımız bir yanarız Edep, erkana bağlıdır ayağımız, başımız Güllerden koku almıştır, toprağımız taşımız Soframızda bulunan lokmalar hep helaldir Yiyenlere nur olur ekmeğimiz aşımız

Değerli arkadaşlar, çalışkan insana kimse tembel diyemez, namuslu insana kimse namussuz diyemez, mert insana kimse namert diyemez. Bizler bu ülkü yolunda çalışmaya talibiz. Elimizden gelen her şeyi sizlerle paylaşmak istiyoruz. Gelin bir olalım, iri olalım, diri olalım. Dergimize gösterdiğiniz ilgiden dolayı hepinize sonsuz sevgi ve saygılarımı iletiyorum. Dergimize sponsor olan bütün esnaflarımıza teşekkür ediyorum. Allah onlardan razı ve memnun olsun. Biz onlardan memnunuz. Bir dahaki sayımızda görüşmek üzere, Allah’a emanet olun. Ahmet YILMAZ

İÇİNDEKİLER Dernekten Haberler 4 İstanbul’un Fethi

6

Bir Soru - Bir Cevap

9

Bir Mukaddes Ülkü : TURAN

10

Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı

12

3 Mayıs Türkçülük Günü

13

Hareketin Ozanı Ali Kınık ile Söyleşi

14

Esir Vatan Güney Azerbaycan

16

Dini Bilgiler 18 Köşe Yazıları

20

Şiirler

23

Tarihte Bu Ay

24

Eğlence

26

Bulmaca 27

Yayıncı

Dergi Ekibi

İletişim

Innsbruck Türk Kültür Derneği

Celalettin YETİŞTİRİCİ İsa GÜNYELİ Hasan KESKİN Önder KOCAŞ Selim UYSAL Dilber YILMAZ

(+43) 512 58 09 43 (+43) 660 48 28 200

İmtiyaz Sahibi Ahmet YILMAZ

Genel Yayın Yönetmeni Birol ÖZTÜRK

Dergimiz ile ilgili istek ve tavsiyelerinizi bize ulaştırabilirsiniz

Kapak Tasarımı Leman Yılmaz ÖZTÜRK

facebook.com/ibkocak 3


DERNEKTEN HABERLER

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

Alparslan Türkeş’i Anma Etkinliği

Kutlu Doğum Haftası Etkinliği

Innsbruck Türk Kültür Derneği olarak, 6 Nisan pazar günü, Başbuğ Alparslan Türkeş’i anma etkinliği gerçekleştirdik. Cemal Beyaz’ın sunumuyla başlayan programımızda tüm şehitlerimiz için saygı duruşunda bulunuldu ve hemen ardından İstiklal Marşı okundu. Ardından teşkilat başkanımız Ahmet Yılmaz açılış konuşması yaptı. Tirol eski Bölge Başkanı İsa Günyeli, günün anlam ve önemini belirten bir konuşma yaptı. Landeck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Süleyman Özcan ve Innsbruck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Celalettin Yetiştirici hocalarımız Kuran tilaveti ve Mevlid-i Şerif okudular. Ardından programa katılan misafirlere bir sinevizyon gösterimi izletildi. Teşkilat başkanımız Ahmet Yılmaz’ın teşekkür konuşmasıyla son bulan programımızın ardından, misafirlerimize yemek ikramında bulunuldu. Derneğimizin üyelerinden Melek Bucak’ın, evinde yapıp getirdiği baklavalar da misafirlerimize ikram edildi.

Innsbruck Türk Kültür Derneği olarak, 13 Nisan pazar günü, Kutlu Doğum Haftası programını yoğun bir katılımla gerçekleştirdik. Cemal Beyaz’ın sunumuyla başlayan programımızda Innsbruck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Celalettin Yetiştirici, Kufstein Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Fahrettin Gülen ve Landeck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Süleyman Özcan hocalarımız Kuran tilaveti, Mevlid-i Şerif ve ilahiler okudular. Ardından Yasin Cevcek, Merve Kesci ve Alperen Beyaz şiirler okudular. Süleyman Özcan hocamız günün anlam ve önemini anlatan bir konuşma yaptı. Innsbruck Türk Kültür Derneği Kadın Kolları, etkinliğe katılan misafirlere gül takdim ettiler. Son olarak teşkilat başkanımız Ahmet Yılmaz’ın yaptığı teşekkür konuşmasının ardından misafirlerimize yemek ikramı yapılarak programımız sonlandırıldı.

4


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

Innsbruck Türk Kültür Derneği üyesi Erdal Coşkun’un oğlu Ömer Coşkun ve Aylin Baumgartner 5 Nisan Pazar günü evlendiler. Derneğimiz adına Selçuk Avcı, yeni evli çiftimize kutsal kitabımız Kuran-ı Kerim ve Türk bayrağımızı hediye etti. Innsbruck Türk Kültür Derneği olarak yeni evli çiftimize bir ömür boyu mutluluklar dileriz.

Innsbruck Türk Kültür Derneği’nde Mangal Keyfi Innsbruck Türk Kültür Derneği olarak, dernek binamızda cumartesi günleri mangal yapıyoruz. Zahmetsiz mangal keyfi yaşamak isteyen herkesi cumartesi günleri derneğimize bekleriz.

Innsbruck Türk Kültür Derneği’ne Ödüller Avusturya Türk Federasyon’un gerçekleştirdiği 40.Yıl Şenliği kapsamında derneğimizin kuruluşunda ve sonrasında emeği geçen bazı üyelerimize “Onur Ödülü” verildi. Tabii ki bütün hak edenlere ödül verilememiş olabilir. Ancak ödül alanlar bu ödülleri tüm derneğimiz adına almışlardır. Teşkilat başkanımız Ahmet YILMAZ kendi ödülünü ve ödül verilen ancak çeşitli sebeplerle ödül almaya gidemeyen Orhan GÖKDAŞ, Burhan YÖNDEM, Kurtul YÖSAVEL, Ali DEMİRBAŞ, Selahattin ARIK, Seyfi KELEŞ ve Mehmet GÜLCE’nin ödüllerini, onların adına Avusturya Türk Federasyon Genel Başkanı Sayın Ali CAN’ın elinden almıştır. 5


KAPAK KONUSU

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

İSTA N B U L’ U N FETHİ’N İN Ö N EM İ VE B İ Z E A N L AT TIK L ARI

İstanbul’un fethi şüphesiz ki hem Türk milleti, hem İslam alemi, hem de Hristiyan Batı dünyası açısından oldukça önem arzetmektedir. Bu sene yani 2014 yılında fethin 561.yılını kutlayacağız. İstanbul’un fetih yıldönümlerinde, konuyla ilgili yazılar, sosyal medya paylaşımları veya televizyon programları artmaktadır. Yazılı veya görsel bu paylaşımların geneli ise fetihle ilgili teknik bilgi vermekten öteye geçememektedir. İşte bu yüzden yazımızda tarih ve sayılardan oluşan teknik bilgilerin özetini verecek ancak daha ziyade fethin felsefesini, ruhunu, özünü anlatmaya çalışacağız.

dişaha kalması Bizans’ı, Avrupalılar’ı ve Anadolu’daki bazı beylikleri heveslendirmiş ve Osmanlı üzerinde baskı kurmaya başlamışlardır. Bu dönemde, Macaristan ve Eflak ordusundan oluşan bir Haçlı ordusu Osmanlı başkenti Edirne’ye yürümeye başlayınca 2. Murad çağırılmış ve ordunun başına geçerek Varna zaferini elde etmiştir. Ardından tekrar Manisa’ya çekilmesine rağmen 1446’da tekrar geri gelmek zorunda kalarak 1451’e kadar 5 sene daha devleti yönetmiştir. 2. Mehmed’in tahta ikinci çıkışı 19 yaşında olmuştur. O dönemde Osmanlı Devleti yükselmekte olan ancak çok kudretli olmayan bir devletti. Hem Anadolu Beylikleri, hem Haçlılar hem de Bizans sürekli sorun çıkarmaktaydı. Üstelik, Çelebi Mehmet’in ağabeyi Sülemyan’ın torunu Orhan da Bizans’a sığınmış ve Osmanlı tahtında hak iddia ediyordu.

İstanbul’un Fethi’ni anlayabilmek için öncelikle Türkler’deki ve İslam’daki fetih anlayışını, Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’ni, Nizam-ı Alem’i ve Kızıl Elma’yı bilmek ve anlamak gerekir. Türk milleti İslam’dan önceki tarihlerde bile, kendisine Tanrı tarafından bir kut verildiğine ve dünyayı düzene koymak için görevlendirildiğine inanmaktaydı. Bu yüzden Bilge Kağan, Orhun yazıtlarında “açları doyurup, çıplakları giydirdiğini, milletine huzur ve refah getirdiğini” söylemekteydi.

İşte böyle bir ortamda İstanbul’un fethedilmesi genç padişahın tek düşüncesi, tek amacı olmuştu. Şüphesiz ki Sultan Mehmet, çocukluğundan beri aldığı eğitim sonucunda, Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’ni, Nizam-ı Alem’i gerçekleştirmenin hayalini kuruyordu. Bu yolda ilk Kızıl Elma da İstanbul’un fet Türkler’in İslam ile tanışmasından önce de, hedilmesiydi. Bu yüzden Sultan 2. Mehmed’in geceMüslüman olduktan sonra da bir Cihan Hakimiye- leri bile uyuyamayarak fethi düşündüğü tarihçilerin ti Mefkuresi vardı. Bu mefkure yani ülkü, dünya- belirttiği bir gerçektir. yı toprak ve zenginlik için değil, aksine hizmet için Sultan ilk olarak daha önce babasının Anadoyönetme isteğiydi. Türkler gittikleri her coğrafyada, hakimiyetleri altına aldıkları her topluma huzur, ba- lu yakasına yaptırdığı hisarın karşısına bir hisar (Rurış, refah, mutluluk götürmeyi hedeflemişler, bunu melihisarı) yaptırarak boğazın kontrolünü tamamıyla da her zaman gerçekleştirmişlerdir. O yüzden Cihan eline almıştır. Daha sonra kuşatma hazırlıklarına başHakimiyeti Mefkuresi’nin amacını Nizam-ı Alem yani lanmıştır. Şehrin daha önce de kuşatılan ancak aşılaaleme nizam vermek, dünyayı düzenlemek olarak mayan surları için çözümü yine Fatih’in kendisi bulmuştur. “Şahi” adı verilen o güne kadar görülmemiş adlandırabiliriz. devasa topların planını kendisi çizmiş ve bu topları Kızıl Elma ise, Türk milleti’nin hem İslam ön- Macar usta Urban’a hazırlatmıştır. cesi, hem İslam sonrası döneminde, Cihan Hakimiyeti yolundaki mesafe taşlarının her biridir. Bu bazen dağılmış milletin yeniden toparlanması, bazen bir kalenin ya da şehrin fethi, bazen de büyük bir devlet kurmaktır. Kızıl Elma, belirli bir kişi tarafından belirlenmez, şartlar dahilinde kendiliğinden ortaya çıkar. İşte İstanbul ya da o zamanki adıyla Konstantinopolis de Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi yolunda bir Kızıl Elma idi. Babası 2. Murad’ın kendi isteğiyle tahtı bırakması sonucu 1444 yılında 12 yaşındayken tahta geçen 2.Mehmed iki senelik ilk padişahlık döneminde oldukça zorluk çekmişti. Tahtın bu kadar genç bir pa6


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev Kuşatma yapıldıktan sonra şehrin teslimi için 3 kez çağrıda bulunulmuş ancak bu çağrılara olumsuz cevap alınınca, şehrin savaşarak alınma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. 6 Nisan 1453’te başlayan kuşatmada en önemli aşamalardan biri 21 Nisan gecesi, Osmanlı donanmasının yağlı kızaklar yardımıyla Haliç’e indirilmesidir. Bu olay hem Bizans’ın moralini bozmuş, hem de Osmanlı ordusunun saldırı için kullanabileceği bir cephe daha açılmasını sağlamıştır. Yaklaşık 2 ay süren kuşatma ve sürekli top atışları sonucunda 29 Mayıs’ta şehre girilmiş ve Fetih gerçekleşmiştir.

İstanbul, o gün için Kızıl Elma idi ve mutlaka fethedilmeliydi. Böylece Peygamberin övgüsüne mazhar olunmuş olacak, bir fitne yuvası ortadan kalkacak ve Nizam-ı Alem yolunda bir engel daha aşılmış olacaktı. Pek bahsedilmeyen bir husus daha var ki, o fethin 12-14 yaşları arasında sıkıntılı bir padişahlık dönemi yaşadığı için pek güvenilmeyen 2.Mehmed’in Fatih Sultan Mehmet olarak tahttaki yerini sağlamlaştırması ve hem kendisinin hem de devletin geleceğe daha güvenli bakmasını sağlamış olmasıdır.

Peki bugün İstanbul’un Fethi bizim için ne Bu fetih ile, sıradan bir kale fethi gerçek- ifade ediyor ya da ne ifade etmeli? Bu fetih, sıradan leşmemiş, Doğu Roma’nın son kalıntısı olmanın da bir kalenin ele geçirilmesi miydi? Yoksa sadece iyi bir etkisiyle küçük bir alana hükmetmesine rağmen, stratejinin yürütüldüğü zor kazanılmış bir savaş başaHaçlıları, Osmanlı tahtında hak iddia edenleri ve rısı mıydı? Elbette hayır! Anadolu’daki Türk beyliklerini sürekli tahrik eden bir İstanbul’un Fethi bize, ecdadımızın ülkülerifitne ve fesat yuvası yok edilmiş olmuştur. Bizans’ın o dönemdeki durumunu bir haşerata benzetebiliriz. nin ne kadar büyük olduğunu, o ülkülere ulaşma yoZira nasıl ki haşere size doğrudan zarar veremez, siz lunda önlerine çıkan engelleri aşma azim ve kararlıde korunaklı yuvası sebebiyle ona ulaşamazsınız an- lıklarının ne kadar güçlü olduğunu gösteriyor. cak haşere yine de mide bulandırırsa, Bizans da bu İstanbul’un Fethi bize, 561 yıl önce yıkılmaz şekilde Osmanlı’nın toprakları arasında kalmış mide denilen surları yıkabilecek toplar üretebilen ve imbulandırıcı bir şehir devletiydi. kansız denilecek şekilde gemileri karadan yürüten İstanbul’un güçlü surlarının aşılabileceğinin bir milletin, bugünün bilim ve teknolojisiyle çok bügörülmesi, 15. Yüzyıl Avrupası’ndaki feodal şehir yük işler yapabileceğini öğretiyor. İstanbul’un Fethi devletlerinin de otoritesini sarsmıştır. Her ne kadar gençlere, yaşın değil imanın, çalışmanın, aklın ve bir Avrupalılar İstanbul’un Fethi’ni psikolojik sebeplerle hedef sahibi olmanın önemli olduğunu anlatıyor. olsa gerek çağ kapatıp çağ açan bir olay olarak kabul İstanbul’un Fethi bizlere, Peygamber övgüsüetmeselerde, fethin sonuçlarının hem Osmanlı hem ne nail olabilme isteğinin ne kadar kuvvetli olduğude Avrupa için yeni bir çağın başlangıcı olduğu bir nu, Türk milletinin bu hususta ne kadar samimi bir gerçektir. İslam inancına sahip olduğunu gösteriyor. Herhangi bir tarih kitabında veya internette İstanbul’un Fethi, bugünün insanlarına, Türk bulunabilecek bilgilerin ayrıntılarına çok fazla girCihan Hakimiyeti Mefkure’sinin asla sönmeyecek bir meden fethi gerçekleştiren anlayışın üzerinde biraz meşale olduğunu, hiçbir zaman akıldan çıkarılmamadaha durmak istiyorum. İstanbul’un Fatih’in uykusı gerektiğini ve her zaman bir Kızıl Elmamızın olması larını kaçırmasının bir çok sebebi vardı. Öncelikle lazım geldiğini hatırlatıyor. İstanbul’un Fethi, geçmidaha önce bahsettiğimiz gibi Bizans bir fitne yuvası şimiz ile gurur duyarken, gelecekte yapabileceklerigibi işliyor, Osmanlı’nın bütün düşmanlarını himaye mizin büyüklüğü hakkında inançlarımızı kuvvetlendiediyor veya kışkırtıyordu. Bu fethi gerektiren siyasi riyor. ve görünen sebepti. Ancak Mehmed’i fethe yönelten ve fetih düşüncesinin alt yapısını oluşturan sebepler İster genç olalım ister yaşlı, ister bayan ister başkaydı. erkek, Türklük gurur ve şuuru ile İslam ahlak ve faziletinden ayrılmadan, Türk milletinin binlerce yıl ön Bu sebeplerden biri daha önce de bahsettiğiceden gelen Cihan Hakimiyeti Mefkuresi’nin bugünniz Cihan Hakimiyeti Mefkuresi, diğeri de Peygamber kü temsilcileri olduğumuzu unutmadan, günümüzün Efendimiz Hz. Muhammed’(s.a.v.)in “Konstantinopoşartlarındaki Kızıl Elmamızı belirleyerek gece gündüz lis bir gün mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden çalışmamız gerekiyor. kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.” hadisidir. Fatih, o hadisin işaret et- İstanbul’un Fethi’nin 561. Yılı Müslüman Türk tiği kumandan olmayı istiyor, aynı zamanda ordunun Milleti’ne Kutlu Olsun. da moralini bu hadis ile yüksek tutmaya çalışıyordu. Selim UYSAL 7


TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

“İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur.” Hz.Muhammed (S.A.V.)

ÜLKÜ OCAKLARI SANATÇISI ALİ KINIK İLE SÖYLEŞİ Kısaca Ali Kınık kimdir ? Biraz kendinizden bahseder misiniz ? 1974 yılında,Malatya’nın Akçadağ ilçesinde doğdum. Elazığ Fırat Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Şuana kadar 6 albüm çıkardım.

Avrupa’da yaşayan ülkücü hareket mensuplarına ve yöneticilerine tavsiyeleriniz nelerdir ? Estağfurullah, bizim onlara tavsiyelerimiz olmaz. Onlar zaten gereğini yapıyorlar. Biraz önce söylediğimiz gibi Türk milletinin kültürüne, töresine ve diline sahip çıkması konusunda gereklı çalışmaları zaten yapıyorlar.

Müziğe başlamanız nasıl oldu ? Müziğe 5 yaşındayken bağlama çalarak baş- Yeni albüm çalışmanız var mı ? ladım. İlk başlangıç böyle oldu. Ama profesyonelliğe Yeni albüm çalışmamız uzun zamandır var. adımım 1996 yılında oldu. İlk albüm o zaman çıktı. Şarkılarımız hazır. Ama biraz zaman lazım. Eylül, Ülkücü Hareket ile tanışmanız nasıl oldu ? Ekim ayından beridir konserlerimiz yoğun bir şekilde Ülkü Ocakları ile tanışmam 1988 yılında oldu. sürüyor. Bundan dolayı zaman bulup yapamadık. Allah’a şükür hala Ülkü Ocakları’ndayım ve Ülkü Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olaOcakları bünyesinde görev yapmaya çalışıyorum. rak dergimizin okuyucularına bir mesajınız var mı ? Müzik ve siyaset dışında başka ilgi alanlarınız var mı ? Dergimizin ismi zaten çok güzel. Hem Türk Sanat ve müzik ile ilgili ama şiir özel ilgi ala- dilini hem de Türk’e yakışır şekilde yaşamayı, konımdır. Edebiyat bölümü mezunuyum. Zaten uzun nuşmayı ifade ediyor. Bu dergiye sahip çıkmaları zamandır da yazıp, çizmek, okumak ve müzik çalış- gerekiyor. Bu dergiyi çıkaranlara, sizlere teşekkür mak dışında çok fazla zamanımız olmuyor. Konserle- ediyorum, böyle bir hassasiyetiniz var. Okuyanlar da rimiz yoğun bir şekilde sürüyor. Onun dışında başka elbette böyle hassasiyetlere sahiptirler. Değillerse bir şeye çok zamanımız olmuyor. bile oradaki yazılardan, fikirlerden dolayı böyle bir Avrupa’da yaşayan Türk gençlerine tavsiyeleriniz hassasiyet oluşacaktır. Allah hayırlı etsin, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. nelerdir ? Elbette Avrupa’nın özel durumları vardır ama bizim bütün Türk gençliğine tavsiyelerimiz doğal olarak aynıdır. Hepimiz aynı milletin evlatlarıyız. Yaşadığımız çoğrafya farklı olabilir, şartlar farklı olabilir ama Türk milletinin evlatlarıyız, müslümanız, Türk’üz. Onun için Türkiye’de de aynı şeyi söylüyorum burada da aynı şeyi söyleyeceğim. Türk kültürünü, milli ve manevi değerlerini, inançlarını muhafaza etmelerini, dilini muhafaza etmelerini dolayısıyla Türklüklerini muhafaza etmelerini önemle söylüyorum. Türkiye’de de söylüyoruz bunları ama burada yabancı bir ülkede yaşadığınız için biraz daha önemli. Çünkü sonraki nesilleri düşünmek zorundayız. Onun için de kültürümüzü, töremizi ve özellikle dilimizi korumak zorundayız. 8


BİR SORU - BİR CEVAP

Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev Soru : Türk çocuklarının genel durumunu nasıl görüyorsunuz ? Ailelere tavsiyeleriniz nelerdir ? Cevap : Aileler çocuklarını takip etmelidir. Arkadaş olarak yaklaşmalı, sorunlarıyla ilgilenmelidir. Ana-babalar, çocuklarına ilk önce İslam inancını, Allah korkusunu öğretmelidir. İslam kültürü ile yetişen çocuklarımız, kötü yollara yönelmezler. İsmail KESCİ

Soru : Alparslan Türkeş deyince aklınıza ne geliyor ? Cevap : Alparslan Türkeş deyince ilk olarak aklıma, Türk - İslam aleminin temel taşlarından olan ülkücü camianın başbuğu, Allah’ın adını Nizam-ı Alem’e yayma gayretiyle ömrünü vakvetmiş Türk dünyasının lideri geliyor. Allah rahmet eylesin. Tanrı Türk’ü korusun ve yüceltsin. Erol MERCAN

Soru : Kutlu Doğum sizin için ne anlama geliyor ? Cevap : Kutlu Doğum dendiği zaman genellikle akla ilk olarak Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (S.A.V) doğum günü geliyor. Aslında Kutlu Doğum dendiği zaman, aklımıza Peygamberimiz Hz. Muhammed’i anlamak, yaptıklarıyla O’nu kendimize örnek almak gelmelidir. Murat KAMİLOĞLU Soru : Türk çocuklarının genel durumunu nasıl görüyorsunuz ? Ailelere tavsiyeleriniz nelerdir ? Cevap : İslamiyeti ve Türk neslini, kültürünü korumak için en önemlisi, yeni yetişen çocuklara ve gençlere yönelik faaliyetler düzenlenmesi lazım. Kötü alışkanlıklardan uzak durabilmeleri için, helal dairesinde alternatif etkinlikler tertiplenmesi lazım. Küçük yaşta camiye gelip Kuran okumayı ve ilmihal derslerini öğrenen çocuklar, büyüyüp ergenlik çağına geldiklerinde, ne yazık ki cami ortamında elinden tutan olmadığı için uzaklaşıp yanlış yollara sapıyorlar. Önemli olan, herkesin elini taşın altına koyması ve genç kardeşlerimize sahip çıkmasıdır. Şahin ÖZCAN - Halil ÇALIM 9


FİKİR YAZILARI

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

bİ r mu k a d des ülk ü : turan

Kişioğlu bir amaç üzere yaratıldığı gibi, her millet ve fikrin de bir amacı, varmak istediği bir hedefi, yani bir ülküsü vardır. Türk milliyetçiliğinin ve ülkücülüğün temel ülküsü de Türk Birliği, bir başka deyişle Turan’ı kurmaktır. Ülkücünün siyasi fikri Türkçülük, ülkülerini tanımlayan fikri ise Turancılıktır.

Hayat tarzını İslamiyet’in değerler sistemi ve Türklük şuuru üzerinde inşa edip ilk olarak kendine “nizam” vermeye çalışan ülkücü, “mutlak aşk ve hakikatin” tezahürleri olarak önce ailesine, sonra millet ve devletine, sonra tüm Türk dünyasına, daha sonra İslam dünyasına ve nihayetinde de insanlık alemine “nizam” verme ideallerini yüreğinde yaşatır. İşte Türk-İslam ülküsünün üç aşamasını ifade eden bu ülküler silsilesinin ilk ve belki de en önemli basamağı türkler zamanında gerçekleştiğini gördüğümüz Türk Birliği’ne varmak için, Cengiz Han ve Emir Timur da Turan’dır. Peki, nedir bu Turan? emek harcamış; Osmanlı sultanları da her zaman ilk Turan, hem Türk Milletinin ata yurdunun eski iş olarak Anadolu’da Türk Birliğini sağlamaya çalışismi hem de ileride kurulması düşlenen Türk Birli- mışlardır. ği’nin uzanacağı toprakların yeni ismidir. Turancılık 19. yüzyılın sonları ve 20. yüzyılın başlarınise, Atsız Ata’nın tabir ettiği en sade şekliyle, “bütün da, bir fikri ve siyasi akım olarak Türkçülük geliştikTürklerin birleşmesi ülküsüdür”. Peki, Türkçülük neten sonra da Turancılık sistemli bir fikir olarak savuden tüm Türklerin birleşmesini ister? nulmaya başlamıştır. Türk topluluklarının Rus, Çin, Bu sorunun cevabını evvela Türk Milletinin İngiliz ve Fars egemenliği altına girmeleri Türklük tanımında aramak gerekir. Türk, sadece Türkiye sı- şuurunu ve birlikte hareket etme isteğini ortaya çınırları içinde yaşayan insanların adı değildir. Türk, karmıştır. Türklerin yöneten değil, yönetilen millet Adalar Denizi’nden Altayların ötesi kadar olan geniş olma vasfına geçmesi ile “problemlerden kurtulma topraklarda, ortak bir soy ve tarihi paylaşan, dil ve ve eski günlere dönme, eskiden ders çıkarma fikri”, inanç birliği olan, aynı kültür ve değerlere sahip kos- Türk toplulukları arasında “birlikte hareket ve mücadele etme, beraber olma fikrine” zemin hazırlamıştır. koca bir insan topluluğuna işaret eder. Bu büyük millet, geçmişte birçok kez bir arada yaşamış, ancak göçler, fetihler ve boylardan müteşekkil yapısı nedeniyle farklı coğrafyalara dağılmış ve birbirinden ayrı düşmüştür. Oğuz Türkleri Batı’ya doğru göç edip Selçuklu ve Osmanlı Hanedanları liderliğinde Anadolu ve Rumeli’de hakimiyet kurarken; Çağatay / Kıpçak Türkleri Doğu’da, Türkistan’da yaşamlarını idame ettirmeye devam etmişlerdir.

İlk olarak Rusya’da 1905 Devrimi’nden önceki günlerde, Azerbaycanlı ve Tatar aydınlar tarafından benimsenmeye başlamış, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanından sonra Türkiye’de de geniş yankı bulmuştur. Sonrasında “Üç Tarz-ı Siyaset” eseriyle Yusuf Akçura ve “Dilde, işte, fikirde birlik” ilkesiyle çıkardığı “Tercüman” gazetesiyle İsmail Gaspıralı gibi Türkçüler, Turancılık fikrini yaymak için çalışmalar yapmışlardır. Osmanlı’nın son ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında çok büyük etkiye sahip olan Türk Ocakları ise, Turancı hareketin merkezi haline gelmiştir.

Bugün nüfusu yaklaşık 300 milyonu bulan bir Türk Dünyası mevcuttur. Ancak Türkiye dışındaki Türkler, ya başka devletlerin sınırları içinde yaşamakİttihat-Terakki’nin Türkçü ve Turancı kadrolata ya da bağımsız devletlere sahip olsalar da Azeri, Özbek, Kırgız, Kazak gibi isimlerle anılarak Türk kimli- rının Milli Mücadele’de öncü rol oynamaları ve Ziya Gökalp’in Turan’ı “uzak mefkure” ilan ettiği “Türkçüğinden uzaklaştırılmaya uğraşılmaktadırlar. lüğün Esasları” kitabının Cumhuriyetin temel felse İşte bu dağınık ve parçalanmış haldeki Türk fesi olarak kabul edilmesi, Cumhuriyetimizin ilk yıllaillerini birleştirmek ve güçlü bir Türk devleti teşkil et- rında Turancılık hareketinin büyümesini sağlamıştır. mek, tarihimiz boyunca pek çok Türk hükümdarının Gazi Mustafa Kemal’in bu husustaki görüşleri de hada en büyük arzusu olmuştur. Nitekim Mete ve Gök- rekete büyük destek sağlamıştır; 10


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev “Bugün Sovyetler Birliği dostumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya - Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim dostumuzun idaresinde dili bir,inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür... Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların (soydaş Türk kardeşlerimizin) bize yaklaşmasını beklememeliyiz. ekonomik ve kültürel ilişkilerinin geliştirilmesi için, Bizim onlara yaklaşmamız gereklidir.” ortak çalışmalar yapılmaya başlanmıştır. Atatürk’ün bu sözleri ise Ulu Önder’in de bir Turancı olduğunu kanıtlar niteliktedir;

Ancak bu çalışmalar, yeterli seviyede değildir. Tüm Türk toplulukları ile ilişkileri en üst seviyeye çıkarmak ve Türk dış politikasında Türk cumhuriyetleri“Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım ne ve topluluklarına öncelik vermek gerekmektedir. vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun Bunun için ise, en başta AB örneğinde olduğu gibi, rüyaları içinde kapayacağım. Türk Birliği’ne inanıyobelli yasalar yoluyla işleyen ekonomik ve sosyal bir rum. Onu görüyorum. Yarının tarihi yeni fasıllarını birlik kurulabilir. Sonra kültürel ilişkiler geliştirilmeTürk Birliği ile açacak. Dünya sükununu bu fasıllar li, ortak Türk lehçesi ve alfabesinde karar kılınıp tüm içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne aleme Türk dünyasında milli bilinç ve kardeşlik duygusunun yeni ufuklar açacak. Güneş ne demek, ufuk ne deyerleşmesi sağlanmalıdır. Türk Dünyası’nın her köşemek o zaman görülecek. Hayatta yegane varlığım ve sindeki Türkçü-Turancıları ortak bir platformda buservetim Türk olarak doğmamdır.” luşturarak bir gönül seferberliği başlatılmalıdır. Ancak Atatürk’ün ölümünden sonra ki tek parti diktası, Turancılığı suç olarak görmeye ve göstermeye başlamış, Türkçü-Turancıları 3 Mayıs 1944 Davası’nda olduğu üzere cezalandırma hatasına düşmüştür.

“Türk Birliği ülküsü, yeryüzündeki bütün Türklerin bir millet ve bir devlet halinde, bir bayrak altında toplanması ülküsüdür. Bunun tahakkuku, bazı kimselere ilk bakışta imkansız gibi görünebilir. Birçok kimseler bunu zararlı bir hayal olarak da vasıflandırabilir. Fakat Bu yıllarda özellikle Hüseyin Nihal Atsız’ın unutmamak lazımdır ki, her hakikat önce bir hayal ile ve onunla birlikte pek çok Türkçü yazar, düşünür ve başlar. Yine hatırlamak gerektir ki, 1919 yılında hür akademisyenin çıkardığı dergiler etrafında toplanan ve müstakil bir Türkiye kurmak için Anadolu’da dünTürkçü-Turancılar, önce CKMP daha sonra da MHP ve yanın galiplerine karşı savaşa girişmek de çılgınlık ve Ülkü Ocakları bünyesinde bir araya gelmişlerdir. Tu- hayal diye vasıflandırılmıştı. Fakat inanmış ve kendirancılık fikri bugün, Ülkücü Hareketin mensuplarının lerini bir ülküye vermiş olanlar, yurdu kurtarmaya ve şuur ve gönül dünyasında yaşamaya ve adeta bir aşk müstakil bir Türkiye meydana getirmeye muvaffak oldular.” (Başbuğ Alparslan Türkeş) ateşi olarak yanmaya devam etmektedir. Sonraki yıllardaki gelişmeler de Turancıları haklı çıkarmış,Sovyetler Birliği nihayetinde dağılmış ve esir Türk illeri bağımsız olmuştur. Bu da Turan ülküsünün, dünya gerçeklerini gayet iyi takip ettiğinin bir göstergesidir. Bugüne kadar Türk Dünyası’nın yakınlaşmasını sağlayacak adımlar da atılmıştır. SSCB’nin dağılmasından sonra bağımsızlıklarını kazanan Türk devletleri ile Türkiye arasında bir siyasal platform oluşturulmuştur. Türk devletlerinin siyasi,

Başbuğumuzun da işaret ettiği üzere, her zafer önce hayal etmek ile başlar. Yeter ki biz ülkülerimize sıkı sıkıya bağlanmaktan, inanmaktan ve bu yolda canla başla çalışmaktan bir an olsun geri durmayalım. Böyle bir sabır, inanç ve azim neticesinde kutlu Turan ülkesine kavuştuğumuz günleri görmek duasıyla…

11


TÜRK TARİHİ

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

ATATÜRK’Ü ANMA GENÇLİK VE SPOR BAYRAMI

Dört yıl süren 1.Dünya Savaşı’nın ardından Osmanlı imparatorluğu müttefikleriyle beraber yenilmiş sayıldı. Ardından imzalanan Mondros ateşkes antlaşması ile Anadolu toprakları Fransız, İngiliz, İtalyan ve Yunanlılar’ın işgal bölgelerine ayrıldı.

Atatürk’ün Samsun’a çıkışında gördüğü manzara pek parlak değildi. Şehirde İngiliz işgal kuvvetleri vardı. Pontusçular sokaklarda kol geziyordu. Halk kendisini koruyamayacak durumdaydı. Atatürk bugün müze haline getirilen Hıntıka Palas’ta kaldıkları süre içinde hep bu sorunları düşündü, yolculukta Samsun işgal kuvvetleri için önemli noktalar- geçirdiği uykusuz geceler sona ermemişti. Şimdi de dan biriydi. Stratejik bakımdan büyük öneme sahip- burada uykusuz geceler başlıyordu. Ama, Mustafa ti ve Karadeniz’den Orta Anadolu’ya açılan en rahat Kemal’de ve Mustafa Kemal gibi düşünenlerde bu ve güvenilir kapıydı. İngilizler 9 Mart 1919 tarihinde azim oldukça hiçbir engel aşılmaz değildi. Samsun’a askeri birlik çıkarmışlardı. Bölgeye İngiliz askeri birliklerinin çıkması ile iyice şımaran Pontus Samsun’da bir hafta kalan Mustafa Kemal çeteleri, halka zulmediyor, evleri yakıyor ve korun- Paşa, 27 Mayıs günü Havza’ya geldi. Çalışmalarına masız Türkleri öldürüyorlardı. İngilizler bu duruma burada devam etti. Mustafa Kemal, Amasya’da yasessiz kaldığı gibi Türklerin asayişi bozduğu yalanı ile yınladığı genelge ile Türk milletini, ülkenin bütünlü21 Nisan 1919’da Osmanlı Hükümeti’ne bir nota ve- ğünü ve bağımsızlığını kurtarmak için göreve çağırdı. rerek Orta Karadeniz’de Türklerin hıristiyanları kat- İstanbul hükümeti, Mustafa Kemal’in bu girişimlerinlettiklerini bildirdiler. Bununla da yetinmeyip, bunun den rahatsız olmuş, Mustafa Kemal’i Harbiye Bakanı önüne geçilmediği takdirde bölgenin işgal edileceği aracılığıyla tekrar İstanbul’a çağırmıştı. Mustafa Ketehdidinde bulunmaktan geri kalmadılar. İngilizlerin mal de yanıtını, çektiği bir telgraf ile askerlikten istifa asıl amacı, pontusçuları kışkırtarak asayişin bozulma- ettiğini duyurarak verdi. 4 Eylül’deki Sivas Kongresını sağlamak ve bu durumu bahane ederek bölgeyi si’nde “Ya bağımsızlık, ya ölüm!” diyerek vatan, düşişgal etmekti. İngiliz Yüksek Komiserliği’nin de Türk mandan kurtarılıncaya kadar savaşmaya ant içildi. halkının silahlandığı konusundaki şikayetleri üzerine bu bölgeye güvenilir bir kumandanın olağanüstü yet- Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, 19 Mayıs kilerle gönderilmesine karar verildi. 1919’da Samsun’dan başlattığı milli mücadele, dalga dalga yayılmış, milletimizin azim ve kararlılığıyla bir Bu kumandan Mustafa Kemal Atatürk’tü. leşerek, tarihe adını altın harflerle yazdıran büyük bir Çünkü Mustafa Kemal Paşa, ikinci meşrutiyetin çal- zaferle sonuçlanmıştır. kantılı döneminde siyasete bulaşmamış, girdiği bütün savaşlarda zafer kazanmış başarılı bir kumandan- Türk gençliğine emanet edilen Türkiye Cumdı. Asayişsizliğe neden olan olayları tespit ile bunların huriyeti’nin kuruluş mücadelesinin başlangıcı olan ortadan kaldırılmasının yanında, daha başka görev- 19 Mayıs 1919 tarihi de milli bayram olarak gençlere ler ve görevin gerektirdiği yetkiler de verilmişti. ithaf edilmiştir. Atatürk uzun zamandan beri ülkenin içinde bulunduğu bu umutsuz duruma üzülüyor ve birşeyler yapmak için Anadolu’ya geçmek istiyordu. Bu Atatürk için bulunmaz fırsattı.

Başta gençlerimiz olmak üzere tüm milletimizin Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı kutlu olsun.

12


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

3 mayis türkçülük günü 70 yıl önce Ankara’da, H. Nihal ATSIZ’ ın önderliğinde bir kaç bin Türk gencinin gerçekleştirmiş olduğu Türkçülük Hareketi, milletin içine kadar girmiş olan komünizme karşı verilecek mücadelenin şuurlu bir biçimde uyanışını teşkil etmektedir. Milliyetçilik, tüm dünya milletleri arasında geçen mücadelede, sosyal yapıdaki en büyük güç olma özelliğini korurken, Türk milliyetçileri bu duruşu ile 3 Mayıs 1944 günü resmi devlet yetkilileri tarafından her türlü işkence ve zulümle yargılanmışlardır. Kendi vatanında, milletine olan bağlılığını en açık ve berrak şekilde ifade eden insanlar, maalesef bu sevgisinin bedelini en ağır şekilde ödemişlerdir. Nihal Atsız, 1 Mart 1944’de Orhun dergisinde “Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na Açık Mektup”u yayınlar. Atsız, mektubunda “hem Başvekil, hem Türkçü olduğu için” Saraçoğlu’na sesleniyor ve son zamanlarda arttığını ileri sürdüğü komünist eğilimli ve gizli nitelikteki yayın ve faaliyetlerden şikayet ediyordu. Atsız’ın Başbakan’a hitaben yazılmış ikinci mektubu da, yine Orhun dergisinin 1 Nisan 1944 tarihli sayısında “Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na İkinci Mektup” başlığıyla yayınlanır. Atsız, bu mektubunda, komünist faaliyetlerde bulunduğunu ileri sürdüğü bazı kişilerin adlarını da veriyordu. Dergi, bu mektubun yayınlanmasından hemen sonra kapatılacaktır. Atsız’ın Başbakan’a seslenmesinin nedeni, Saraçoğlu’nun bundan yaklaşık bir yıl önce “Türküz, Türkçüyüz ve her gün biraz daha Türkçü olacağız” demiş olmasıydı.

milliyetçilik düşmanı dava ortaya çıkarılmıştır. 9 Mayıs’taki son duruşmada ise, Atsız 4 ay hapis ve 66 lira para cezasına mahkum olur. Ancak cezası tecil edilir. İşte, 3 Mayıs, Türkçülüğün yeniden boy gösterdiği ilk eylem olarak anılacaktır. Atsız Ata’nın şu sözleri 3 Mayıs’ı özetler: “Bundan sonra 3 Mayıs Türkçülerin günüdür. Ona bir bayram diyemeyeceğiz. Çünkü yıllarca süren büyük ıstırabımız o gün başlamıştır. Ona bir matem demek de kabil değildir. Çünkü bunca sıkıntıların arasında bize büyük bir imtihan vermek, yürekliyle yüreksizi er meydanında denemek, yahşi ile yamanı ayırmak fırsatını vermiştir. O güne kadar tehlikelerde gafil bir çocuk toyluğu ile yürüyen Türkçülük, 3 Mayıs’ta gafletten ayrılmış, maskelerin arkasındaki iğrenç yüzleri görmüş, can düşmanlarını tanımış, dost sandığı hainleri ayırt etmiş, hayalin yumuşak bulutlarından gerçeğin sert topraklarına düşmüştür. Böyle sağlam bir sonuca varmak için çekilen bunca sıkıntılar boşa gitmiş sayılmaz. Bundan dolayı biz 3 Mayıs’a Türkçülerin Günü deyip çıkıyoruz!”

3 Mayıs 1944′te gerçekleşen bu hareketin, Kürşad’ın yapmış olduğu ihtilalden farkı yoktur. O zamanki Göktürk Devleti’nin bekası kırk yiğitle kurtarılmış, 1944′te ise yirminci yüzyılın Kürşad’ı olmaya erişmiş H.Nihal ATSIZ ve birkaç bin Türkçü genç aynı kahramanlıkla devletimizin devamını sağlamıştır. Aradan geçen süre içerisinde Türkçülerin vermiş olduğu mücadele, çekilen ıstıraplara rağmen kararlılığını yitirmemiştir. O gün sokaklarda Türk Milliyetçi Atsız’ın yayınladığı ikinci mektuptan sonra liği meşalesini yakan gençler bügün hala ufkumuzu Sabahattin Ali, yazar aleyhine hakaret davası açar ve aydınlatıyor.. davaya 26 Nisan’da başlanır. Tarihte 3 Mayıs olayları adıyla anılan olaylar, Nihal Atsız’ın hakkında açılan TÜM TÜRK DÜNYASININ VE BU DAVAYA BAŞ KOYMUŞ dava için Ankara’ya geldiği sırada başlamıştır. Bu ta- ÜLKÜCÜ ABİLERİM VE KARDEŞLERİMİN TÜRKÇÜLÜK rihte gençlik komünizm aleyhine bir gösteri düzenler GÜNÜNÜ EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLARIM.. ve beraberinde Atsız’a sevgilerini belirtirler. Mahkeme salonuna giremeyen gençler, Ulus Meydanı’na doğru yürüyüşe geçmişler burada milli marşlar söylenmiş ve komünizm aleyhine sloganlar atmışlardır. Kafile Ulus Meydanı’ndan sonra Başbakan Şükrü Saraçoğlu ile görüşmek istemişse de bunda başarılı olamamış, miliyetçi gençlerin gösterileri hükümet tarafından şiddetle önlenmiştir. Bu gösterilerde tutuklanan üniversiteli gençlerin sayısı 165 olarak tespit edilmiştir. Ancak gençliğin bu masum hareketi devrin milli şefine bir ihtilal olarak intikal ettirilir. H. Ali Yücel, Nevzat Tandoğan ve F. Rıfkı Atay üçlüsünün gayretleriyle Irkçılık ve Turancılık adı verilen Hazırlayan : Önder KOCAŞ 13


SÖYLEŞİ

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

türkü ustası Alİ kınık İle söyleşİ Kısaca Ali Kınık kimdir ? Biraz kendinizden bahseder misiniz ? 1974 yılında,Malatya’nın Akçadağ ilçesinde doğdum. Elazığ Fırat Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldum. Şuana kadar 6 albüm çıkardım. Müziğe başlamanız nasıl oldu ? Müziğe 5 yaşındayken bağlama çalarak başladım. İlk başlangıç böyle oldu. Ama profesyonelliğe adımım 1996 yılında oldu. İlk albüm o zaman çıktı. Ülkücü Hareket ile tanışmanız nasıl oldu ? Ülkü Ocakları ile tanışmam 1988 yılında lise çağlarımda oldu. Allah’a şükür o zamandan beri hala Ülkü Ocakları’ndayım ve Ülkü Ocakları bünyesinde görev yapmaya çalışıyorum. Müzik ve siyaset dışında başka ilgi alanlarınız var mı ? Sanat ve müzik ile ilgili ama şiir özel ilgi alanımdır. Edebiyat bölümü mezunuyum. Zaten uzun zamandır da yazıp, çizmek, okumak ve müzik çalışmak dışında çok fazla zamanımız olmuyor. Konserlerimiz yoğun bir şekilde sürüyor. Onun dışında başka bir şeye çok zamanımız olmuyor.

Ali KINIK 1974 Malatya doğumlu 1996 yılında çıkardığı “Beni Öldü Say” albümü ile müzik piyasasına girdi. Sırasıyla ; Bu Şarkı (Şölen Müzik-2003) Bir Millet Uyanıyor (Zeybek Müzik-2005) Duvar Yazısı (Ati Müzik-2006) Aşk Şarkıları (Balat Yayınları 2010) Düş’ e, Kalk’ a (Myd Müzik 2012) albümlerini çıkardı.

14


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

Avrupa’da yaşayan Türk gençlerine tavsiyeleriniz Yeni albüm çalışmanız var mı ? nelerdir ? Yeni albüm çalışmamız uzun zamandır var. Elbette Avrupa’nın özel durumları vardır ama Şarkılarımız hazır. Ama biraz zaman lazım. Eylül, bizim bütün Türk gençliğine tavsiyelerimiz doğal ola- Ekim ayından beridir konserlerimiz yoğun bir şekilde rak aynıdır. Hepimiz aynı milletin evlatlarıyız. Yaşadı- sürüyor. Bundan dolayı zaman bulup yapamadık. ğımız çoğrafya farklı olabilir, şartlar farklı olabilir ama Türk milletinin evlatlarıyız, müslümanız, Türk’üz. Onun için Türkiye’de de aynı şeyi söylüyorum burada Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Son olada aynı şeyi söyleyeceğim. Türk kültürünü, milli ve rak dergimizin okuyucularına bir mesajınız var mı ? manevi değerlerini, inançlarını muhafaza etmelerini, dilini muhafaza etmelerini dolayısıyla Türklükle- Dergimizin ismi zaten çok güzel. Hem Türk rini muhafaza etmelerini önemle söylüyorum. Tür- dilini hem de Türk’e yakışır şekilde yaşamayı, kokiye’de de söylüyoruz bunları ama burada yabancı nuşmayı ifade ediyor. Bu dergiye sahip çıkmaları bir ülkede yaşadığınız için biraz daha önemli. Çünkü gerekiyor. Bu dergiyi çıkaranlara, sizlere teşekkür sonraki nesilleri düşünmek zorundayız. Onun için de ediyorum, böyle bir hassasiyetiniz var. Okuyanlar da kültürümüzü, töremizi ve özellikle dilimizi korumak elbette böyle hassasiyetlere sahiptirler. Değillerse zorundayız. bile oradaki yazılardan, fikirlerden dolayı böyle bir hassasiyet oluşacaktır. Allah hayırlı etsin, çalışmalaAvrupa’da yaşayan ülkücü hareket mensuplarına rınızda başarılar diliyorum. ve yöneticilerine tavsiyeleriniz nelerdir ? Estağfurullah, bizim onlara tavsiyelerimiz olmaz. Onlar zaten gereğini yapıyorlar. Biraz önce söylediğimiz gibi Türk milletinin kültürüne, töresine ve diline sahip çıkması konusunda gereklı çalışmaları zaten yapıyorlar.

“Yaptığın şeyin adını koy denirse, derimki : Bir tek sazımla Dünya’ya meydan okuyorum..” Ali KINIK 15


TÜRK DÜNYASI

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

esİr vatan güney azerbaycan Öze Dönüş: “Güney Azerbaycan Milli Hareketi”

Güney Azerbaycan Bayrağı

Güney Azerbaycan Tarihine Kısa Bir Giriş Bugünkü Azerbaycan, Kafkasya, Türkistan (Orta Asya), İran, Irak, Pakistan ve Afganistan coğrafyalarının İslamiyet’ten önceki Türk hakimiyetleri bir tarafa, İslamiyet’ten sonra bu yurtların büyük çoğunluğu yaklaşık 1100 yıllık sürekli bir Türk egemenliği altında olmuştur. Özellikle bugünkü İran coğrafyasında, Selçuklu Devleti’nin kuruluşuyla Türkler hakimiyeti Araplardan devralmış ve bu hakimiyet 1925 yılı yani “Kaçar” Türk sülalesinin yıkılışı, Fars kökenli Pehlevi krallığının kuruluşu ve “İran” ülkesinin kurulmasına kadar devam etmiştir. Bu tarihe kadar hakim kesim olarak devlet içinde ve ülkede askeri, siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan başrol oynayan Azerbaycan Türklüğü bu tarihten sonra hızlı bir düşüş yaşamış ve eski ayrıcalıklı konumu süratle kaybetmiştir.

İran-Irak savaşının bitmesinden kısa bir süre sonra ülke içinde, bölgede ve dünyada son derece önemli gelişmeler yaşandı. Savaş sonrası sakinleşen ortamda toplum dinç kafayla sorunlarını ve hangi noktada olduğunu düşünmeye fırsat buldu. İşte bu dönemde İran hükümetin baskıcı tavırları bir taraftan halkı sıkıştırmaya başladı ve bir taraftan da ülkeyi tüm dünyadan soyutlamaya başladı. İran devleti bir taraftan halkın beklentilerini karşılamaktan ve sözünü verdiği özgürlükleri temin etmekten kaçındı. Bir taraftan da git gide mafyalaşan bir yapı ile halka aşırı bir şekilde ekonomik ve sosyal baskı uygulamaya başladı. Bütün bunlar zaman içinde İran’ı bir arada tutan en önemli bağ yanı şiilik bağının çözülmeye başlamasını sağladı. İnsanları “ben İranlıyım” veya “ben Fars’ım” ve aynı şekilde “ben Türk’üm”, “ben Arap’ım” deme noktasına itti.

Bu dönemde Sovyetler Birliği’nin çöküşü ile iki kutuplu dünya düzeni son buldu. Kuzey Azerbaycan’ın bağımsızlığı, Elçibey‘in cumhurbaşkanı seçilip bağımsız Güney Azerbaycan ve “Bütöv Azerbaycan” (Birleşik Azerbaycan) söylemi ve tam da o esnada Karabağ savaşının patlak vermesi Güney Azerbaycan’da büyük heyecan ve şaşkınlığa neden oldu. Hazırlıksız yakalanan ve ne yapacağını bir süre şaşıran Güney Azerbaycan toplumu doğal bir beklenti içerisinde idi; İran İslam Cumhuriyeti’nin Kuzeydeki kardeşlerine yardım etmesi! Fakat halkın şaşkın bakışlarının önünde İran Devleti Azerbaycan cumhuriyetine değil Ruslarla birlikte Ermenistan’a yardım etmekteydi ve Çarlık Rusya’sı ile Kaçar Devleti arasında im- Kuzey Azerbaycan güneyli kardeşlerinin gözü önünzalan “Gülistan” (1813) ve “Türkmençay” (1828) an- de ciddi kayıplar vermekte idi. Kısa bir süre sonra laşmaları sonucunda tarihi Azerbaycan topraklarının şaşkınlık yerini kızgınlık ve taşkınlığa bıraktı. İlk kez ikiye bölünmesi ve Kuzey Azerbaycan’ın Ruslara terk olarak 1992 yılının Şubat ayında Tebriz Üniversitesiedilmesi ile ilk ağır darbeyi alan Azerbaycan Türklü- nin öğrencileri sokağa çıkarak bir protesto yürüyüşü ğü, Kaçar Devleti’nin İngilizlerin komplosu sonucu düzenlediler. Protesto en sert şekilde bastırıldı ve yıkılışıyla da ikinci kırıcı darbeyi almıştır. Sadece yüz- birçok öğrenci tutuklanarak hapse atıldı. yıllarca yönettiği devlet toprakları değil kendi anavatanında bile milli egemenlik hakkını yitiren Azerbay- 90’lı yılların başından itibaren hızla gelişen incan Türklüğü tamamen esir duruma düşmüştür. ternet ve çanak anten gibi küresel bilişim araçlarının Güney Azerbaycan toplumuna özgür dünya ve özel Yeni kurulan İran Devleti, ülke nüfusunun likle de Türkiye ve Kuzey Azerbaycan’ı yakından izle%60’nı oluşturan gayri Fars nüfusun dil ve kültürü- me olanağını sunması milli öze dönüş sürecinde son nün sistematik olarak yok edilmesini resmi devlet derece önemli bir katkıda bulundu. Güney Azerbaypolitikası halına getirmiştir. Türkler ülkede %30-40 can’da milli mücadelenin közü tekrardan alevlenmişgibi büyük bir nüfus çoğunluğuna sahip olduğundan ti. “Azerbaycan Milli Hareketi” adı ile tanınacak olan dolayı daha ciddiye alınmış ve akla hayale sığmayan ve hızla yayılan yeni dalga kısa zamanda Güney Azerbaskı ve tazyiklere maruz bırakılmıştır. baycan’ın en etkin siyasi gücü olma ve ülkenin bü16


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev tün güç dengelerini alt üst etme yolunda ilerliyordu. 1997–2001 yılları arasında reformist cumhurbaşkanı “Hatemi” döneminde tüm İran’da yaşanan siyasi ortamın kısmi açılımı ile Azerbaycan Milli Hareketi medya atağına geçmiş ve bu dönemde yayınlanan çok sayıda kitap, dergi, gazete ve öğrenci yayınları ile milli mefkureli aydınlarla halkın arasında etkin bir bağ kurularak Azerbaycan Milli Hareketi önemli sayılacak bir mesafe kat etmiştir. Güney Azerbaycan’da Kitlesel Hareketler ve İran İran Ligi’nde mücadele eden Türk takımı Traxtor’un taraftarları Rejiminin Tehdit Algılaması koydu ve bütün imkanları ile bu hareketi bastırmaya 90’lı yılların sonlarında ve 2000’lı yıllarda bir başladı. 2001 yılı Babek Kalesi Kurultayı büyük katıadım daha ilerleyerek siyasi güç olan ve örgütlenme lımla birlikte olaylı geçmiş ve güvenlik güçleri şiddete aşamasına gelen Azerbaycan Milli Hareketi kitlesel başvurmuşlar. Sonraki yıllarda da zaten kurultay tahareketlere neden olabilmiştir. İlk dönemlerinde mamı ile engellenmiştir. daha çok öğrenci etkinlikleri ile kendini gösteren bu Güney Azerbaycan Milli Hareketi’nin en bühareket, “Babek Kalesi Kurultayları” ile yılda bir kere gövde gösterisi sayılabilecek mitinglere başlamıştır. yük gövde gösterisi 2006 yılının Mayıs ve Haziran aylarında yaşanmıştır. Bu tarihte İran devletinin resmi Azerbaycan’ın milli bir kahramanı olan ünlü organı olan İran gazetesi eklerinin birisinde Türkleri komutan “Babek”in doğum günü uzun zamandan aşağılayan bir karikatür yayınlanmıştır. Bu karikatürberi Azerbaycan milliyetçileri tarafından sınırlı şe- de bir çocuk, Farsça olarak bir hamamböceğine sorukilde bile olsa kendi kalesinde kutlanmakta olmuş lar sormakta hamamböceği ise çocuğa Türkçe cevap fakat milliyetçilik duygularının yaygınlaşması ile bü- vermekte idi. Bununla da yetinilmemiş karikatürün yük rağbet görmüş ve milli kurultaya çevrilmiştir. Her altında hamamböceklerine! ağır hakaretler edilmiş yılın Haziran ayının başında yapılan bu kurultaylara onları yok etmek için sekiz yöntem önerilmişti ama 2000 yılında en büyük katılım gerçekleşmiştir. İran ne ilginçtir ki yöntemler böcekleri yok etmekten devletinin resmi kaynaklarına göre bu yılda on bin- daha çok siyasi muhalifleri yok etmeye yarayan yönlerce insan Babek Kalesi’ne yürümüş fakat gayri res- temleri andırıyordu. Bu olay Güney Azerbaycan bölmi kaynaklar katılanlarının sayısını yüz binler ve hat- gesinde büyük bir öfkeye ve taşkınlığa neden oldu. Ellinin üzerinde şehir ve kasabada halk sokağa indi ta bir milyondan fazla olarak vermişlerdir. ve protesto yürüyüşleri düzenlendi. Hükümet alela 2000 yılındaki Babek Kalesi kurultayından cele gazeteyi kapatıp sorumlu müdür ve karikatüristi sonra İran devleti tamamen tavır değiştirdi ve bu ta- hapse attığını açıklasa ve kültür bakanı televizyonda rihten itibaren kendi güvenlik sorunlarının listesine halktan özür dilese de pek işe yaramadı. Ayaklanma Tahran ve İran’ın dini merkezi Kum kentine kadar yayıldı. Tam iki hafta sürüp en son kanlı bir şekilde bastırılan ayaklanmanın bilanço ise 100’e yakın can kaybı, yüzlerce yaralı ve binlerce mahpustu. Sonuç olarak bugün Güney Azerbaycan’da geniş bir Türk milliyetçiliği akımından söz etmek ve bu akımın geniş bir destekçi kitlesini arkasına alarak bölgenin en etkin siyasi akımı durumuna geldiğini söylemek mümkündür. Bu siyasi olgu daha şimdiden İran’ın güç dengelerini etkilemeye başlamıştır. Görünen o ki, 35 milyonluk nüfusuyla Güney Azerbaycan Türklüğü bu gün İran adlanan ülkenin tarihine olduğu gibi geleceğine de kendi damgasını vurmaya hazırlanmaktadır fakat bu damganın öncekilerden daha farklı olacağı şimdiden tahmin edilebilmektedir. 17


DİNİ BİLGİLER

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

DİNİMİZde abdest Abdest, müslümanların namaz gibi belli ibadetleri yapabilmek için bir düzen içerisinde bazı organları yıkayıp bazılarını da mesh etmek suretiyle yaptıkları arınma, manevi kirlerden temizlenmedir. Abdest, namaz için şarttır. Ön şart yerine getirilmeden meşrut olan namaz kılınmaz. Önce abdest alınır, sonra da namaz ibadetine başlanılır.

nan abdest aynen dalsız budaksız ağaca benzer. Ağaç dalıyla budağıyla yapraklarıyla güzeldir. Tıpkı onun gibi abdestin sevabına nail olmak için sünnetlerine uymak gerekir. Peygamberimiz aleyhissaletü vesselam namaz ve ibadetleri uygulama konusunda ‘’Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız sizde öylece kılınız’’ buyurmuştur.

Biz önce abdestin insandaki maddi ve manevi yönüyle yararlarından söze başlayalım. Abdest ruhun Allah’tan temiz geldiği gibi temiz kalmasına yardımcı olur. Manevi bir gıda olarak da ruhumuzu besler. İnsandan şeytanı, şeytani düşünceleri kovar. Vicdanı geliştirir, kalbi kuvvetlendirip iman cevherini daha iyi korumasını sağlar. Sinir sistemini düzeltir. Asap bozukluğunu giderir. Suyun ateşi söndürdüğü gibi insanın huzursuz olduğu andaki ateşini södürür, tansiyonunu düşürür. Onun için insanın morali bozuksa, sinir sistemleri bozuksa ya denize, suya baksın, ya yeşile baksın ya abdest alsın ya da gusletsin. Abdest aynı zamanda deri altına biriken yağların erimesine yardımcı olur. Abdest, kan dolaşımını yavaşlatarak kalbin dinlenmesine katkıda bulunur.

Yeri gelmişken abdestin sünnetlerini de tarif edelim. Abdeste başlarken önce eller bileklere kadar yıkanır. Sonra Euzü ile besmele okunur. Sonra abdeste niyet edilir. Abdeste başlarken veya daha önce dişler fırçalanır. Ağza üç defa su verilir, her defasında ağızdaki su dışarı boşaltılır. Sonra buruna üç defa su çekilir. Sol elin parmaklarıyla burun deliği kapatılarak burun temizlenir. Sırayı takip etmek de sünnettir. Kollarını ve ayaklarını yıkarken sağdan başlamak da sünnettir. Ayak parmaklarının aralarını yıkamak da sünnettir. Bunu da ihmal etmeyelim.

Abdestin, insan vucuduna sağladığı faydaları kısaca özetledikten sonra, dinimizdeki yeri nedir kısaca onu anlayalım. Namaz ibadetinde abdestin farziyyeti, Kitap ve sünnetle sabittir. Maide suresi ayet 6 da Yüce Allah’’ Ey iman edenler ! Namaz kılmak için kalktığınızda yüzlerinizi saç bitimi dışıyla, kulaklara ve çene altına kadar olan yüzlerinizi yıkayın. Dirseklerinizle beraber ellerinizi yıkayın. Başlarınızın dörtte birini mesh edin. Topuklarla beraber ayaklarınızı yıkayın..” buyuruyor.

Yıkanan her azamızı üçer kere yıkamak sünnettir. El ve ayakları yıkarken parmak uçlarından başlamak da sünnettir. Yüzü yıkarken sakallı ise sakalının arasını parmaklarıyla karıştırarak suyun ulaşımını sağlamak sünnettir. Başı mesh ederken kaplama mesh etmek, yani eller ıslatılır, parmakların iç kısmıyla başın ön tarafından başlamak şartıyla geriye doğru elleri çekerek meshedilir, ıslak parmaklarla kulakların iç kısmı mesh edilir.Islak parmakların arka kısmıyla da ense yani boyunun arkası mesh edilir. Azaları yıkarken iyice ovalamak da sünnettir. Bütün azaları yıkarken ara vermemek, ve de abdest alırken konuşmamak da sünnettir. Abdest alırken konuşulursa abdest mekruh olur.

Bu abdestin kısaca tarifidir. Eksiksiz bir ab- dest almak için bizim örnek alacağımız, efendimiz Muhammet Mustafa’dır. (SAV) Sünnetlerine riayet edilmeden alınan abdestin hem sevabı noksan olur, hem de mekruh olur. Sünnetine riayet edilmeden alı-

Allah ibadetlerinizi kabul ve makbul etsin. AMİN. Innsbruck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Celalettin YETİŞTİRİCİ

DİNİMİZE GÖRE EVLİLİK NASIL OLMALı ? Dinimiz, evliliğin uzun ömürlü olması için iyi bir eş seçiminin yapılmasını esas alır. Evlilik çatısının sağlam, yuvanın huzur, mutluluk, uyum, güvene dayanan prensipler üzerine bina edilmesi için, bu yuvada din duygusunun ön planda olması gerekir.

gibi hasletler hem geçici hem de gururu, kibiri artırdığı için huzursuzlığun temel nedeni sayılmaktadır. İşte bu sebeplerden dolayı Hz. Peygamberimiz “Evlilikte kadın, dört özelliğinden dolayı tercih edilir, nikah yapılır. Bunlar malı, soyu, güzelliği ve dinidir. Sen dini güzel olanı tercih et ki evin bereket bulsun” Din duygusu, insanın yaşı ilerledikçe artar, buyurmuştur. güzelleşir, gelişir, sadeleşir ve aile bağlarını kuvvetlendirir. Oysa zenginlik, güzellik, boy-pos, soy-sop Değerli dostlar ! Evlenecek gençler, sadece 18


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev fiziki güzelliği ön plana çıkararak evlilik yapmamalıdır. Olur ki bir gün o güzellikleri ahlakça düşmelerine sebep olabilir. Sadece malı için de evlilik yapılmamalıdır. Bir gün o maddi varlık azgınlıklarına yol açabilir. Dindar olanları ise normal bir elbiseyle de olsa kendinden düşük seviyede olanlara bakarak eşiyle, çocuklarıyla mutlu olmanın yollarına bakar.

yaratmıştır sizi. Evet sizi böyle erkek ve kadın olarak yaratmış ki birbirinize ısınasınız, birbirinize meyledip yakınlık kurasınız, kaynaşasınız diye. Böylece Allah aranızda bir sevgi, bir rahmet ortaya koymuştur. Ne güzel değilmi ? Eşler arasında sevgi ve rahmet, merhamet.

Eğer Rabbimiz, erkek ve kadına birbirlerine karşı büyük bir sevgi, istek ve arzu vermeseydi, onlar asla birlikte bir yuva kurma gereği duymayacaklardı. Allah, yaşadığımız dünyada hiç bir canlıyı yalnız yaratmamıştır. Mutlaka birlikte yaşayacağı bir eş takdir etmiştir ona. Eğer şu anda insanlar Allah’ın bu yasasına karşı çıkarak bir karı-koca hayatından kendilerini İslam bir yaşam biçimi olduğuna göre Müs- mahrum bırakıyorlarsa, burada suçlu haşa Allah delüman olduğunu söyleyen bir kişi bütün düşünce ve ğil kendileridir. davranışlarını İslam’a göre düzenlemelidir. Kadın ve Özetlemek gerekirse, bütün kadınlar ve ererkek bir elmanın yarısı gibidirler. Birbirlerini tamam- kekler birbirlerine muhtaç yaratılmıştır. Kendilerini larlar. Birbirlerinin can yoldaşı, kader arkadaşıdırlar. Sırdaşıdırlar. Evlerinin çatısı, direği, çocuklarının veli- fıtrat dışı bir hayatın mahkumu edenler, sudan sesi, koruyucusu, terbiye edicisidirler. Eşler birbirlerine beplerle boşanıp kadınsız erkekler, erkeksiz kadınlar, yardımcı oldukları sürece yüce Rablerini ancak razı Allah’ın hoşuna gitmeyen bu davranışlarından dolayıdır ki bu dünyada mutsuz, psikolojisi bozulmuş bir edebilirler. hayat yaşamak zorunda kalacaklardır. Evet sizi bir tek cins olarak değil, insan olarak Yüce Allah bütün eşlere, hayatları boyunca birbirine eşit ama farklı fiziksel yapıya, farklı ruhsal özelliklere sahip iki ayrı cins olarak yaratmıştır Allah. huzur ve mutluluklar versin. AMİN.. Birbirine eş olacak, birbirini tamamlayacak, birbiriyle Innsbruck Türk Kültür Derneği ahenkli bir bütünlük arzedecek erkek ve kadın olarak Din Görevlisi Celalettin YETİŞTİRİCİ Onun için İslam, işi başından sağlam tutarak müminlerin evlenmelerini emretmiştir. Evlilikte yaş, mal, servet ön plana alınmamalıdır. Peygamberimiz, Hatice annemizle evlendiğinde, Efendimiz (SAV), Hz. Hatice’den onbeş yaş küçüktü ama Hz.Ayşe ile evlendiğinde de Hz. Ayşe küçüktü.

INNSBRUCK TÜRK KÜLTÜR DERNEĞİ’NDE CANLI MÜZİK EŞLİĞİNDE ANNELER GÜNÜ YEMEĞİ ÇORBALAR: İşkembe Çorbası Sebze Çorbası Domates Çorbası

MENÜ 1 Soslu Ispanaklı Tavuk Göğsü Sarma ve Patates Mücveri

10€

MENÜ 2 Pirzola ve Patates Kroket

10€

MENÜ 3 Saç Kavurma ve Pilav

10€

ÇOCUK MENÜSÜ Tavuk Schnitzel ve Patates Kızartması

5€

Menülerimize Çorba, Salata ve Tatlı dahildir.

Yemek Canlı Müzik

: 14.00 - 20.00 : 17.30 - 20.00 19

Lütfen Rezervasyon Yaptırınız - 0512 580943


KÖŞE YAZISI

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

TARİHE NAZAR ETMEK Hasan KESKİN

“Bayrakları Bayrak yapan üstündeki kandır, Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

Duygularını bu dizelere döken şair, Türk milletinin vatanına, bayrağına, milli ve manevi değerlerine ne derece önem verdiğini ne güzel belirtmiştir. Her Türk vatandaşı da şairin bu duygularını doğrularcasına vatanı, milleti, bayrağı için hayatını feda etmeyi şereflerin en büyüğü saymış, bu uğurda canını vermekten hiçbir zaman çekinmemiştir. Tarihimize bir göz atacak olursak, bu duruma çokça rastlamak mümkündür. Plevne’de, Galiçya’da, Trablusgarp’da, Yemen’de, Balkanlar’da hele hele Çanakkale’de atalarımız vatan için, millet için, ezan için, bayrak için nasıl mücadele edilip, can verileceğini tüm dünyaya göstererek onlara unutamayacakları bir ders vermiştir. Şehitlik, gerek Türk kültüründe gerekse İslamiyet’te rütbelerin en büyüğü kabul edilmiş; bu kitabımız Kuran-ı Kerim’de de Allahü Teala’nın Ayet-i Kerimeleriyle doğrulanmıştır. “Şehitler için; sakın “ölüler” demeyiniz. Onlar diridirler ama siz göremezsiniz.” (Bakara Suresi:154. Ayet) 26 Ağustos 1071 Malazgirt meydan muharebesi ile Anadolu’yu yurt edinen Türk Milleti, bu topraklarda sayısız devletler kurarak bu toprakları ilelebet Türk yurdu Anadolu olarak dünyaya kabul ettirmiştir. Anadolu toprakları, bugüne kadar etnik ve dini farklılıkları olan ulusları bağrına basmış, üzerinde yaşayan uluslar arasında barış ve kardeşliğin yeşerip gelişmesine olanak sağlamıştır. Anadolu toprakları üzerinde kurulan en büyük Türk devleti olan Osmanlı İmparatorluğu döneminde de barış, adalet, hukuk ve insan hakları yönünden sözde medeni, Avrupa’ya dersler vermiştir.

keskin_hasan06@hotmail.com

Ancak, 19. yüzyılın son çeyreğinde emperyalist devletler Osmanlı İmparatorluğu içindeki uluslar arasındaki farklılıkları istismar ederek, etnik milliyetçilik akımını körükleyerek, bu farklılıkları düşmanlığa dönüştürmeyi başararak 1. Dünya Savaşı sonrasında imparatorluğun parçalanmasına sebep olmuşlardır. Temel amaçları ise, Türk milletini tarih sayfalarından silmektir. Bunu Sevr Antlaşması’ndan anlamak mümkündür. Fakat evdeki hesap çarşıya uymamış, Anadolu topraklarında belirli hesapları olan devletler paylaşmaya hazırladıkları Anadolu toprakları üzerinde yaşayan Türk milletinin eşsiz direnişiyle karşılaşmışlardır. Beş yıla yakın bir süre devam eden Kurtuluş Savaşı’ndan sonra emperyalist devletler geldikleri gibi geri gönderilmiş ve Anadolu toprakları düşmanlardan temizlenmiştir. Dünyadaki mazlum uluslara örnek teşkil edecek kadar dünya tarihinde önemli bir yere sahip olan Kurtuluş Savaşı’mızda yurdumuzun Doğu, Güneydoğu, Karadeniz, Ege ve Akdeniz bölgelerinde yaşayan tüm Türk vatandaşları canla başla savaşmış ve vatanın kurtarılmasında seve seve can vermişlerdir. Bunu Çanakkale Şehitliği’nde yan yana yatan Mardinli, Erzurumlu, Karslı, Diyarbakırlı, Mardinli, Samsunlu, Edirneli, Sivaslı, Çorumlu velhasıl yurdumuzun her yanından vatandaşlarımızı yan yana görürsünüz. Anayasamızda dili, dini, mezhebi, etnik kökeni, siyasi görüşü, rengi ne olursa olsun bütün Türk vatandaşlarının kanun önünde eşitliği, hiç bir sınıfa, zümreye ve aileye ayrıcalık tanınamayacağı ilkesi yer almıştır. Değerli gönüldaşlarım; hoşgörünüze sığınarak tarihimizi biraz karıştırarak olayları hem hatırlamak, hem hatırlatmak istedim. Geçmişi doğru değerlendirmeyen milletlerin geleceğe güvenle bakamayacakları bu vesile ile hatırlatırım..

Tarih sayfalarını karıştırdığımızda Fransız engizisyon mahkemelerinde aforoz edilmekten ve giyotinden kaçarak, Osmanlı İmparatorluğu’na sığınan bilim adamlarına çokça rastlamak mümkündür. 20


KÖŞE YAZISI

Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

türk’çe Sevmek İsa GÜNYELİ

Değerli okurlarım artık ben de “TÜRK’ÇE” dergisindeyim

Türk Federasyon ve Türk Kültür Dernekleri’nin en önemli görevlerinden olan insana yatırımın en önemli unsuru sevgidir. Sevginin sebebi güzelliktir, güzellik ise Allah’a aittir. Çünkü güzellik O’nun Zat’ından dolayı sevilmektedir. ”Allah güzeldir, güzeli sever”. Ülkücü Hareketi temsil eden Türk Kültür Dernekleri, Allah için sevmeyi, Allah için buğz etmeyi şiar edindiği gibi esas olan Allah için mücadeleyi de Ülkü edinmişlerdir. Sevginin bir diğer sebebi de ihsandır ki; bir varlığı ihsanından dolayı seversen sadece Allah’ı sevmiş olursun. Çünkü Allah güzeldir. Allah’ı seven müslüman Resul’ünü ve amirlerini de sever ve itaat eder. Onun içindir ki bizler Allah’a iman eder Resül’üne ve başımızdaki amirlere itaat ederiz. Bu Allah’ın ve Resül’ünün emridir. Ülkücüdeki sadakat da buradan gelmektedir. Yüce yaratan Allah, insanı şerefli yaratmış ama mensup olduğumuz Türk Milletini faziletli ve güzel yaratmıştır. Onun için mensubiyeti ile iftihar ettiğimiz asil Türk milleti faziletli bir millettir. Asr-ı saadetten sonra Kuran’a ve İslam’a Türkler kadar büyük hizmet etmiş başka millet gösterilemez! Onun için Türk’ü İslam’dan, İslam’ı Türk’lükten ayırmak mümkün değildir. “Türk müsün?”, “Müslüman mısın?” veya önce hangisi gibi bölücü söylemlere itibar edilmemelidir. Allah’ın dinini dört kıtaya bu millet yaymıştır. Her milletin diğer milletlerden kendisini ayıran belirgin bazı özellikleri bulunur. Türklerin diğer milletlere göre öne çıkan en belirgin özelliklerinden birisi teşkilatçı bir yeteneğe sahip olmalarıdır. Teşkilatçı olan Türk milleti nerede bir Türk varsa orada cemiyetleşmiş,orayı yurt edinmişlerdir, nerede bir Türk varsa orada dini İslam olan Türk milleti varlık sebebi olmuştur.

hasulku@gmail.com

rupa’ya gelen Türklerde görüyoruz. Geldikleri Avrupa’da teşkilatlanarak Allah’ın kelamını yaymak için mücadele etmeye başlamışlar. Hamdolsun, Avrupa’nın her tarafında asimile olmadan, dinini yaşayarak hayatlarını sürdüren Türkleri görebiliyoruz. Bir millet için devletsiz kalmak demek o milletin bir başka devletin boyunduruğunda yaşaması demektir. Onun içindir ki Türk kimliğinden rahatsızlar! Onun içindir ki Türk’ün varlığından rahatsızlar ve işin en üzücü tarafı ise bu rahatsızlar curuhu bu asil milleti hep yöneterek Türk milletinin varlığını yok etmeye çalışan hainlerle, bölücülerle kendilerinin yerini korumak için işbirliği yapılmaktadır. Bunun ters yüz edilmesinin tek yolu milli ve manevi değerlere sahip çıkmak milli ruhu maneviyatla beslemekle olur. Onun için ülkemizde korunamayan milli ve manevi zenginlik her ferdi nefsinin kölesi yapmıştır. Eğer milli ve manevi zenginlik temeli korunamamışsa her ferdi nefsinin kölesi haline getiren bir çıkarcılık zihniyeti cemiyete musallat edilmişse verdiğin demokrasi mücadelesi ve nizam mücadelesi ne işe yarayacak nasıl kullanılacaktır ? Ondan sonra neden başaramadık ! Neden hep yerimizde sayıyoruz diye birbirimizi sorgulamak ve suçlamaktan ileri gidemeyiz ki bu Türk varlığından ve kimliğinden rahatsız olan çevrelerin işine gelmektedir.

“Ev manevileşirse yuva olur. Toprak manevileştiği ölçüde vatan olur! Halk manevileştiği ölçüde millet olur. Ferd manevileştiği ölçüde şahsiyet olur! Yürek manevileştiği ölçüde kalb olur, gönül olur. Ruhun tahakkuku maddeyi manevileştirdiği ölçüde gerçek hayat bulur, hayatın fonksiyonları verimli olmaya başlar...[1]

Bunun için Türk’çe sev diyoruz! Birlik, beraberlik ve düzenlik içinde el ele, gönül gönüle, gönül birliği oluşturup dünya üzerinde yaşayan milletler arasından en şerefli millet olan milletimizi her açıdan yüceltmek için çalışalım...

Bu vesile ile 3 Mayıs Türkçülük bayramınızı Türkler, toplu olarak İslam’a geçen tek millet kutlar Türk birliği ve Turan ülküsünün gerçekleşmeolduğu gibi İslam’ı kabul ettıkten sonra Türk ismi ve sini yüce Mevla’dan niyaz ederim. kimliğini ebedileştirmişlerdir. Bulgarlar ve Macarlar TÜRK’ÇE SEV, TÜRK’ÇE YAŞA ! gibi Türk olan milletler İslam’ı hayat tarzı yapmadıkNE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE !!! ları için asimile olmuşlardır.

Bunun en güzel örneğini de işçi olarak Av-

[1] Milli-Manevi Bütünlüğümüz (s16) = Ahmet Selim

21


KÖŞE YAZISI

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

BULGARİSTAN TÜRKLERİ Birol ÖZTÜRK

Osmanlılar 1362 yılında Plovdiv’i ve 1382 yılında da Sofya’yı ele geçirerek bugünkü Bulgaristan topraklarını fethettiler. 1396 yılında da Vidin ele geçirilerek bulgar bağımsızlığına tamamen son verildi. Sonraki yıllarda özellikle Konya ve Karaman civarından büyük aileler bölgeye yerleştirilerek, bölgenin Türkleşmesi sağlandı. 1396 yılından 1878 yılına kadar 482 yıl Osmanlı hakimiyetinde kalan Bulgarlara hiçbir zaman sistematik bir şekilde baska yapılmamış, asimile edilmeye çalışılmamıştır. Bulgarlar bu dönemde son derece rahat bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. 1878 yılında özerk bir yönetime kavuşan bulgarların, 1908 yılında da bağımsızlığını ilan etmesiyle Türklerin acı dolu günleri başlamıştır. 1877-1878 yıllarında, yaklaşık bir milyon Türk zor şartlar altında Anadolu’ya göç etmiştir. 1884 yılında 600 binden fazla Türk bölgeden göç etmiştir. 1893-1902 yılları arasında, bulgar resmi istatistiklerine göre 70.603 Türk Anadolu’ya göç etmiştir. 1912-1913 yıları arasında yüz binlerce Türk’ün Anadolu’ya göç ettikleri bilinmektedir. Ancak Balkan savaşına denk gelen bu dönemle ilgili resmi kayıtlar yoktur. 1923-1939 yıllarında da 105.507 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. 1950-1951 yıllarında da bulgar baskısından kaçan 250 bin kişi Türkiye’ye göç etmiştir. 1966 yılında yapılan bir anlaşma ile daha önce Türkiye’ye göç edenlerin, Bulgaristan’da kalan yakın akrabalarının Türkiye’ye gelmesi sağlanmıştır. Bu yolla 1978 yılına kadar bir çok kişi yakın akrabalarına kavuşmuştur. Gelelim son olarak 1989 göçüne.. Ben de 4 yaşında bir çocuk olarak bu göçün içinde yer almış bir Türk evladıyım. Bu göçü ve öncesini hatırlamasam da ailemden ve yakın çevremden göçü ve öncesini dinledim. Todor Jivkof yönetimindeki komünist rejim Türkleri asimile etmek düşüncesiyle, 1984-1985 yılları arasında Türkçe isimleri zorla değiştirmeye başlamıştır. Çeşitli tehdit, baskı ve işkencelerle insanların isimleri zorla değiştirilmeye çalışılmış, karşı çıkanlar işkencelerden geçirilmiş, öldürülmüştür.

B

ulgar ordusu, tankların desteğiyle, elinde silah binlerce askerle Türk köylerini kuşatıyor. Köy halkını, köy meydanına topluyor. Elinde bulgarca isim listesi olan görevli insanları tek tek çağırıyor ve diyor ki “buradan kendine bir isim seç ve imzayı at”. O anda, silahların namluları o kişinin ailesine dönüyor. Kendi canına kastedilse adam razı olacak ama silahlar ailesinin üstündeyken o imzayı nasıl atmasın ? O imzayı atınca nasıl kahrolmasın ? Bulgaristan Türkleri bu kahredici günleri malesef yaşamıştır.

birolozturk@hotmail.com.tr

konuşmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak hiç bir Türk evladı Türkçe’den vazgeçmemiştir. Annem bize evde yüksek sesle konuşmamamızı, pencere kenarlarında konuşmamamızı tembih edermiş. Ancak hiçbir zaman Türkçe konuşmayın diye bir tembihi olmamış. Türkiye’den gelip Bulgaristan’dan geçen Türk şoförlerin çöp diye attıkları kutuları,paketleri eve götürüp, üzerindeki yazılardan Türkçe okuyup, yazma öğrenen insanlarımız var. Bugün sahip olduğumuz şartların değerini iyi bilmeliyiz ve hakkını vermeliyiz.

Ö

lülerimiz bile rahat bırakılmamıştır. Ölülerimizin İslami kurallara göre defnedilmesi yasaklanmıştır. Papazlar eşliğinde hristiyan töreniyle defnedilmiştir. Yapabilenler, gece yarısı uygun zamanlarda yakınlarını mezardan çıkartarak tekrar İslami kurallara göre defnetmişlerdir. Çocukların sünnet olmaları yasaklanmış, yakalanan sünnetçiler hapse atılmıştır. Bunun üzerine aileler, bir iki aylık bebeklerini bile, bir daha sünnet ettirme imkanı bulamayabiliriz korkusuyla, gizli saklı gece yarısı dağ başlarında sünnet ettirmiştir. Tüm bu baskılara direnenler hapse atılmış, işkencelerden geçirilmiş ve öldürülmüştür. Büyükşehirlerde yapılan protesto gösterileri günlerce sürmüştür. Günler sonra bulgar ordusu ancak tankların desteğiyle kalabalıkları dağıtabilmiştir. Bu müdahalelerde yüzlerce insanımız tanklarında altında ezilerek can vermiştir. Yapılan bunca baskıya, zulme ve işkenceye rağmen Türkler ne dilinden ne de dininden vazgeçmemiştir. Türklerin pes etmeyeceğini, asimile edilemeyeceğini anlayan bulgar hükümeti, en azından Türk nüfusundan kurtulabilmek için Türkiye’ye göç etmelerine izin vermiştir. 1989 yılının Mayıs, Haziran ve Temmuz aylarında 345.960 kişi Türkiye’ye göç etmiştir. Bu göçün arından büyük bir iş gücü kaybeden Bulgaristan’da komünist rejim çökmüştür. Tarih boyunca dönem dönem büyük acılar çekmiş Türk milleti hiç bir zaman kutsallarından ödün vermemiştir, vermeyecektir.

Türkçe konuşmak yasaklanmıştır. Evler bile çeşitli yöntemlerle dinlenilmiş, insanların evlerinde bile Türkçe

22


ŞİİRLER

Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev FETİH MARŞI

BENİM OCAĞIM

Yelkenler biçilecek, yelkenler dikilecek; Dağlardan çektiriler, kalyonlar çekilecek; Kerpetenlerle surun dişleri sökülecek

Sımsıcak bir ocak var çok uzaklarda Burcu burcu vatan, memleket kokan Durmadan çalan çan seslerı arasında Beş vakit mescitlerinde ezan okunan

Yürü, hala ne diye oyunda oynaştasın ? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.! Sen de geçebilirsin yardan, anadan, serden.... Senin de destanını okuyalım ezberden... Haberin yok gibidir taşıdığın değerden...

İnsanlar dalmışken Avrupa’nın büyüsüne, zevkine Birileri dert edinmiş, kardeşlerinin derdini kendine Ülküsüne koşarken farketmemiş, gecesi karışmış gündüzüne Layık olmaya çalışıyor, verdiği beşbin aziz şehidine Gurbetteki tek Türk unutmasın diye benliğini Müslüman Türk milleti yaşatsın diye geleneğini Asimile olmasın, heba olmasın diye gençliğini Gözünden bile sakın, iyi bil ocağının kadrini kıymetini

Elde sensin, dilde sen, gönüldesin baştasın... Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.! Yüzüne çarpmak gerek zamanenin fendini... Göster : Kabaran sular nasıl yıkar bendini ? Küçük görme, hor görme, delikanlım kendini

Dün şanlı ecdadımız geçememişti Viyana’yı Bugün ocaklarla, bayraklarla donattık Avrupa’yı Özlesende vatanı, yarı yaranı hem de anayı babayı Kardeş durma çalış, Türk’e ram et bütün dünyayı

Şu kırık abideyi yükseltecek taştasın; Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

Büyük dağların çilesi, derdi de büyük olur Sabırla, gayretle ekşi koruk bile helva olur Ümidini yitirmezsen, demir dağlar sana da yol olur Allah’ın izniyle yarınlar Müslüman Türk’ün olur

Bu kitaplar Fatihtir, Selimdir, Süleymandır. Şu mihrap Sinanüddin, şu minare Sinandır. Haydi artık uyuyan destanını uyandır.! Bilmem, neden gündelik işlerle telaştasın Kızım, sen de Fatihler doğuracak yaştasın.!

Bu sevda fedakarlık, sadakat ve sabır ister Göğüs kafesine sığmayan mangal gibi yürek ister Sararıp boyun eğmiş başak misali gönül ister Dünya ve ahiret dengesini kurmuş kocaman iman ister

Delikanlım, işaret aldığın gün atandan Yürüyeceksin... Millet yürüyecek arkandan ! Sana selam getirdim Ulubatlı Hasandan .... Sen ki burçlara bayrak olacak kumaştasın; Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.! Bırak, bozuk saatler yalan yanlış işlesin ! Çelebiler çekilip haremlerde kışlasın! Yürü aslanım, fetih hazırlığı başlasın...

Özcan Hoca gurbette şairliğin mi tuttu yine İnsanlar toplanınca hesap için mahşer yerine Vasiyetimdir kardeş, ocağımın dumanı hep tüte Yüce Rabbim, kötülükler ocaklarımdan ve milletimden öte Landeck Türk Kültür Derneği Din Görevlisi Süleyman ÖZCAN

Yürü, hala ne diye kendinle savaştasın ? Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.!

BEKLENEN

Arif Nihat ASYA

Ne hasta bekler sabahı, Ne taze ölüyü mezar. Ne de şeytan, bir günahı, Seni beklediğim kadar.

AFŞIN’A AĞIT Ne ümitlerle gelip dünyaya En güzel ismi takındın: Afşın! Böyle erken bırakıp gitme neden? Kaç bahar, kaç yılı doldurdu yaşın? Kaldı senden bize bir gamlı seda… Bir vedadır o seda, sade veda!

Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni Gelme, artık neye yarar?

Hüseyin Nihal ATSIZ

Necip Fazıl KISAKÜREK 23 23


TARİHTE BU AY nene hatun

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

CENGİZ BAKTEMUR

Nene Hatun, 1857 yılında Erzurum’un Pasinler ilçesine bağlı Çeperler Köyü’nde dünyaya geldi. Henüz 20 yaşındayken, 1877-1878 yılları arasında yapılan Türk-Rus Savaşı’nda ( 93 Harbi ) Aziziye Tabyası’nı sopayla, taşla, kazma, kürekle savunanlara katılarak cesurca savaştı.

Malatya’nın Doğanşehir ilçesine bağlı Polat köyünden olup 20 yaşındaydı. Ailece, Doğanşehir’de Yeni Belediye Garajı’nın yakınında Doğu mahallesinde oturuyorlardı. Liseyi yeni bitirmişti. Doğanşehir’de meydana gelen bir olaya adı karıştığı için tutuklanıp cezaevine kapatıldı ve 12 Eylül Mahkemeleri’nde yargılanarak idam cezasına mahkum edildi.

1877 yılında 8 Kasım’ı 9 Kasım’a bağlayan gece, bölge halkından olan Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı. Tabyayı koruyan Türk askerlerini uykuda yakalayıp kılıçtan geçirdiler. Bu sırada arkadan gelen Rus askerleri ise hiçbir zorlukla karşılaşmadan tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak kurtulan bir er haberi Erzurumlulara ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra “Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi” şeklinde minarelerden Erzurum halkına haber verildi. Bu haberin ardından Erzurum halkından silahı olan silahını, olmayanlar ise balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak Tabya’ya doğru koşmaya başladılar. Erkeği cephede çarpışan Nene Hatun da eline satırla bu kafileye karıştı. Erzurumlular, ölüme gittiklerini bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular. Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Göğüs göğüse bir savaş başladı. Mükemmel silahlarla donanmış Rus ordusu, baltalı-tırpanlı, taşlı-sopalı halk karşısında yarım saat tutunabildi. 2300’e yakın Rus askeri öldürüldü. Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi. Bir kısmıda yaralandı. Nene hatun da yaralılar arasındaydı. Nene Hatun’un vatan için başlayan mücadelesi, tüm düşman Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında cephane taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak, hizmetten hizmete koşarak destanlaştı.

2 Mayıs 1982 tarihinde, sabahın erken saatlerinde Elazığ Kapalı Cezaevi’nde asılarak şehit edildi. Mahkemede idam cezasına çarptırıldığını öğrenen annesi, ruhi bunalım geçirdi. Şehadetinden sonra da felç oldu. Cenazesi, Doğanşehir Mezarlığı’na defnedildi. Cengiz Baktemur’un annesi bakın oğlunu nasıl anlatıyor: ”O öyle bir evlattı ki idam edileceği günü bildiği halde ’Ana yeter ki sen üzülme, alnımıza böyle yazılmış’ diye konuşup beni teskin etmeye çalışırdı, yüzlerce mektubu geldi ama hiç birinde isyan yoktu. Gittiği yolun hak yolu olduğunu yazardı ve bize üzülmememizi söylerdi. Öyle söylerdi ama ana yüreği bu, nasıl dayansın ki, her ziyaret sonrası eve gelir ağlardım. Düşünsenize, doğurup büyüttüğünüz, sütünüzle belli bir zamana getirdiğiniz evladınız ipe gidiyor. Benim oğlumun idamlık olacak bir şeyi olmadı. Ama onu aldılar elimizden. Allah onları kahretsin… “ SON ARZUSU Şehadete giden Cengiz’e son arzusu sordulduğunda “bir bayrak ve Kuran-ı Kerim istiyorum demişti. Getirilen Kuran’ı aldı ve üç kere öpüp başına koydu. Getirilen bayrağı iki eliyle göğüs hizasına tutup “ Ey benim şerefli bayrağım, ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama seni dalgalandırmaya benim güçüm yetmedi ” dedikten sonra öpüp başına koydu. İKİ KERE ASILDI CENGİZ Sonra idam yaftası boynuna asıldı. Cengiz, tabureye çıkarken cellat da yanında belirdi. Kemendi telaş içinde Cengiz’in boynuna geçirip aceleyle tabureye bir tekme atarak kaçtı.

Türk Kadınlar Birliği tarafından ölümünden birkaç ay önce yılın annesi seçilmiştir.

Anlaşılmaz bir hırıltı kapladı ortalığı. Ne kadar geçti bilinmez, Cengiz hala can çekişiyordu. İçlerinden biri, içinde biriken nefesiyle avazının çıktığı kadar bağırdı: -Böyle bir işkence olamaz ... Tutun, kaldırın..! Aynı duyguları paylaşan iki asker zembereğinden boşanmış bir yay gibi atılarak Cengiz’i ayaklarından tutup havaya kaldırdılar. Bir köşeye sinmiş olan cellat bulunup geri getirildi ve bu defa ipi Cengiz’in boynuna tam geçirmesi söylendi. Ve... cellat, tekrar tabureye tekme attı... Cengiz, yağlı urganın ucunda hafif hafif sallanırken güneş ışıkları da ufuğu aydınlatmaya başlamıştı.

Nene Hatun, Erzurum’da 22 Mayıs 1955’de zatürre hastalığından dolayı 98 yaşında vefat etmiştir. Nene Hatun, kurtuluş mücadelesini verdiği Aziziye Tabyası’na defnedilmiştir.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

24


Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

gün sazak (1932 - 1980) Gün Sazak 12 Eylül öncesi Gümrük ve Tekel Bakanıdır. Süleyman Demirel’in Başbakan olduğu 27 Mayıs 1980 tarihinde eşi ile gittiği bir ziyaretten dönüp arabadan eşyalarını indirirken teröristler tarafından çapraz ateşe alınarak öldürülmüştür. Öldürüldüğü tarihte MHP Genel başkan yardımcısı olan Sazak, Eskişehir’in Sazak köyünde toprağa verildi. İlk ve orta tarihini Eskişehir’de, yüksek tahsilini de Amerika’da yaptı. Sazaklar Eskişehir’de geniş topraklara sahip çiftçilik yapan bir ailedir ve toprağa çok bağlıdırlar. Bu durumdan dolayı Gün bey Amerika’ya ziraat tahsiline gönderilir. Yüksek tahsilini başarıyla tamamlayıp yurda dönen Gün Sazak toprak işlerine daha sıkı bir şekilde sarılır, modern teknoloji ile işlerini geliştirir, verimi arttırır. Diğer taraftan da inşaat işlerine başlayarak müteahhitliğe soyunur. Dürüst, temiz, sağlam işleri yapması sayesinde bu dalda da başarılar kazanır. SIYASETE ATILIŞI Gün Sazak’ın siyasete girişi hayli ilginçtir. 1970’de Siyasal Bilgiler Fakültesi amfisinde yapılan İnşaat Mühendisleri Odası seçimlerini, Dev-Genç militanlarının zorbalıkları ve hile ile Marksistler kazanmıştır. Üyelerin büyük çoğunluğu sağ görüşlü olmasına rağmen, seçimi sol bloğun alması, Sazak’ı etkiler. O günlerde bazı dostları vasıtasıyla MHP Genel Başkan Yardımcısı Dündar Taşer’le tanışan Sazak, yapılan kısa sohbetin ardından MHP’de siyaset yapmaya karar verir. Sazak’ın partiye girişi, milliyetçi-ülkücü camiada sevinçle karşılanır. Çalışmaları ve teşkilatlarla olan ilişkileri sayesinde 1971’deki 10. MHP Olağan Kurultayı’nda GİK üyeliğine seçilen Sazak, Dündar Taşer’in 12 Haziran 1972’de elim bir kaza sonucu vefat etmenin ardından Taşer’den boşalan MHP Genel Başkan Yardımcılığı görevine getirilir. BAKAN GÜN SAZAK Seçimlerin ardından kurulan ve 2. Milliyetçi Cephe olarak adlandırılan koalisyon hükümetinde MHP’ye 5 bakanlık ayrılır. Sazak, milletvekili olmamasına rağmen, MHP GİK’nun kararıyla o günlerin en zor bakanlığı olan Gümrük ve Tekel Bakanlığı’na getirilir. Denetimsizlik sonucu her türlü kaçakçılığın serbestçe yapıldığı, rüşvet ve 01.05.1964 - Türkiye Radyo - Televizyon Kurumu Genel Müdürlüğü kuruldu. 07.05.1943 - Fethi Okyar vefat etti. 11.05.1920 - Milli mücadeleyi başlatan Mustafa Kemal ve arkadaşları İstanbul Hükümeti tarafından idama mahkum edildiler.

suistimalin alıp başını gittiği, sigara, çay ve hatta tuzun bile karaborsaya düştüğü bir dönemde Gümrük ve Tekel Bakanlığı görevini üstlenen Sazak’ın ilk işi Namık Kemal Zeybek’i müsteşarlığa, Esat Güçhan’ı Tekel Genel Müdürlüğü’ne, Nedim Yılmaz’ı da Çaykur Genel Müdürlüğü’ne getirmek oldu. Sazak, personelinde şu ölçüyü arıyordu: “Hırsız olmamak, liyakatli olmak ve parti teşkilatına değil bakanlık teşkilatına bağlı olmak.” SAZAK’IN MAFYAYI ÇÖKERTEN MÜCADELESI Sazak’ın Bakanlık görevine gelmesiyle birlikte, mafyaya karşı ciddi bir mücadele başlatıldı. Uluslararası yeraltı dünyasının Türkiye’deki uzantılarına büyük darbe indirildi. Ülkeyi kan gölüne çeviren silahların gümrük kapılarından geçişleri engellendi. Mafyanın beli 5 aylık kısa bir sürede bükülmüştü. Teftişleriyle ilgili bilgi verdiği MHP Başkanlık Divan’ındaki konuşmasında; “ Kaçakçılık sisteminin tamamen devlet memurlarının himayesi altında olduğu ortaya çıkmıştır. Bu memurların arkasında ummadığınız insanlar var. Uğraşmamız gereken adamlar çok güçlü. Benim icraatlarım karşısında pek çok insanı size göndererek şefaatçi olmanızı isteyebilirler. Eğer partiden, teşkilatlardan yahut milletvekillerinden müdahale göreceksem ben bu işe girmem ” dedi. Bu konuşmadan sonra Başkanlık Divanı, Sazak’ın icraatlarına hiçbir suretle karışılmayacağını, sonuna kadar destekleneceği yönünde yazılı karar alıyordu. Sazak’ın verdiği örnek mücadele kısa sürede sonuç vermiş, kaçakçı dükkanları kapanmaya, kaçak sigaralar piyasadan çekilmeye, yerli üretimin kalitesi artmaya başlamıştı. Uzakdoğu ile Batı arasındaki kavşak noktası olan Türkiye’deki bu gelişmeler, uluslararası kaçakçılık şebekelerinin canına ot tıkamıştı. Sazak, gümrüklerden silah geçiremeyen bölücü ve komünist örgütlerin de hedefi haline gelmişti. Silah, sigara, uyuşturucu kaçakçıları zor durumdaydılar. Üstelik, Tekel ve Çaykur’un üretimi, ilk beş ayda %30 artmış, çay, sigara ve tuz karaborsası kırılmıştı. SAZAK’IN KATLI 27 Mayıs 1980 salı günü eşi ile gittiği bir ziyaretten dönüşte arabadan eşyalarını indirirken, Dev-Sol militanları tarafından çapraz ateşe alınarak şehit edildi. Hastaneye kaldırılırken yolda öldü. Eskişehir’in Sazak köyünde toprağa verildi. Cenaze törenine Türkiye’nin dört bir yanından gelen 300 binden fazla gönüldaşı ve vatandaşlarımızın tekbir ve göz yaşları arasında toprağa verildi.

Ruhu şad, mekanı cennet olsun..

11.05.1954 - Türk öykücülüğünün en önde gelen kişilerinden Sait Faik Abasıyanık vefat etti. 13.05.1981 - Ağca, Roma’da, Papa’ya yönelik suikastı girişiminde bulundu. 15.05.1919 - İzmir işgal edildi. 20.05.1878 - Osmanlı padişahı II. Osman tahtan indirilmiş ve Yedikule

25

zindanlarına götürülerek feci bir şekilde öldürülmüştür. 24.05.1989 - Bulgaristan zulmünden zorunlu Türk göçü 25.05.1983 - Şair, yazar, gazeteci ve fikir adamı Necip Fazıl Kısakürek İstanbul’da vefat etti. 27.05.1960 - Ordu yönetime el koydu.


EĞLENCE

TÜRK’ÇE | SAYI 2 | MAYIS 2014

İSTANBUL’UN FETHI

HIRSIZIN HIÇ MI SUÇU YOK ?

Akşemsettin ve Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethi günü, yanlarında Fatih’in hocaları Molla Gürani, Molla Hüsrev de olduğu halde, törenle İstanbul’a giriyorlardı. Bizanslılar, şehrin Fatih’ine çiçek vermek için yarış ediyorlardı. Bir yerde, şehri fetheden kişinin bu ak sakallı hocalar arasında gencecik Fatih olacağını düşünmediklerinden, çiçekleri, ak sakallı Akşemsettin’e uzattılar. Akşemsettin, hemen atını geri çekerek, beyaz at üzerindeki genç Fatih’i gösterdi: -Padişah ben değilim. Fatih Sultan Mehmet: -Ona geldiniz, ona. Padişah benim, ama o da benim hocamdır...

Bir gün Nasreddin Hoca’nın eşeği çalınmış. Can sıkıntısı içinde durumu komşularına anlatınca her kafadan bir ses çıkmaya başlamış. Birisi : - Hocam demiş niye ahırın kapısına iyi bir kilit takmadın sanki ? Bir başkası : - Evine hırsız giriyor da senin nasıl haberin olmuyor ? diye konuşmuş. Bir diğeri de : - Hocam demiş, kusura bakma ama eşeğin çalınmasına en büyük sebep yine sensin. Çünkü doğru dürüst bir ahırın bile yok. Nerden baksan dökülüyor. Hoca kızmış : - Yahu demiş, iyi, güzel de kabahatin hepsi benim mi ? Hırsızın hiç mi suçu yok ?

AMBULANS ŞOFÖRÜ TEMEL

CESARET

Ögretmen öğrencilere sordu: Temel, ambulans şoförü olmuş. Bir gün bir otobüs -Cesaret neye denir? Birisi parmak kaldırıp yanıtladı: kazası çağrısı almışlar ve hemen olay yerine gitmiş-Bir şeyi bilmediği halde, biliyormuş gibi yapıp, parler. Gittiklerinde gördükleri manzara çok kötü. Her mak kaldırmaya denir... tarafta yaralılar, ölüler... Feryatlar filan yeri göğü inletiyor.. Fakat adamcağızın biri hepsinden fazla bağırıyor, inliyor. Temel de adamın yanına gidiyor ve bakıyor adamın iki bacağı birden kırılmış. Basıyor fırçayı : - Ula uşağum ayuptur bu senin yaptuğun. Şunun şurasında iki bacağın kırılmış sadece. Bak orda insanlar ölmüşler hiç ses ediyler mi?. 26


BULMACA

Türk’çe Düşün, Türk’çe Yaşa, Türk’çe Sev

İKİ RESİM ARASINDAKİ 7 FARKI BUL

SUDOKU 6

3

1

2

2

9

3

3

7

9

8

3

1 2

6

5

4 7

1

7

3

8

1

3

8

3

1

6

1

5

9

9 1

7 5

1

9 2

6

8 2

5 8

2

6

3

9

8

6 4

4 8

KELİME AVI A L M İ L A N D R F B V P M A

I K R D A A Y T D A E B E B A

T H U R L M U Z V G N T J V K

E K H T S Ğ O E I Y G N I H O

N Z A C R F V F D T Ü C U R R

B Y U U F Z R P H I V C O D K

A I L A L P E R E N E E O Y U

H G B N P E Z C A Y H S D A T

A A J A O R E T H İ E U B Ğ A

D M G T A V İ U L L Y İ Z M B

I D B A R L N T C G L Z O U A

R E S K L K E E U G G O H R G

K S I A Z R N B E B B D G L N

V A Z N İ O N H U Z G A L R S

F Y Y Ş V S A R E A Ö C Y A J

T Y I S I N C R G E K G J Y M 27

B Ü L Y Ö U C J Ü U A K K Ç Ğ

P C D İ I Z H M N N L Ü K A V

M E I Ğ O A G C A V P R Y J L

R F R İ M Ğ V E Y D T Ş K O P

T N I T Y G Ö K Ç E N A A D B

U E M S K K H L Y Z V D Ğ P K

R A N U U U YAĞMUR - YİĞİT B A C KÜRŞAD - AYYÜCE F L B GÖKÇEN - SELCEN ALPEREN - ATİLLA G P P BENGÜ - GÖKALP Ö E N TURAN - GÜNAY K R Ğ ÖZGE - DUYGU B T L YILDIRIM - AYZIT İLTERİŞ - CEYHUN Ö U I ATAKAN - ALTAY R N J KORKUT - ALMİLA Ü G P TUĞRUL - AYÇA BAHADIR - BURCU Y A Ş KAĞAN - GÖKBÖRÜ A N P ALPERTUNGA BİLGEHAN A L U T A Ç Hazırlayan : Dilber YILMAZ



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.