Box in a Box Idea - 16

Page 1

- 2017 -

tasarım, sanat ve fikir kütüphanesi lıbrary of desıgn, art and ıdea

Ücretsizdir ve üç ayda bir çıkar. For free and published every three months.

in the memory of Metin Atabey Ata anısına saygıyla....

metin atabey ata // breadtakıng // bike başaran // seda mit andy tımmons // ece gökalp // siyah beyaz // projects of beıng


Hakkında // About Box in a Box Idea, ofis mobilyalarında uzmanlaşan Ersa’nın

mühendislik yeteneğini ve esnek üretim altyapısını temsil eden mimari bir konsept olarak 2011 yılında doğdu. Yalın Tan Jeyan Ülkü İç Mimarlık imzasını taşıyan iç mimari konseptinde yer alan “Box in a Box” fikri, dijital dünyada interaktif alanlara

yer verme isteğinden yola çıkarak, farklı bir yöne evrildi. 2012 yılında, yerli ve yabancı tasarımcıları buluşturan en büyük

sosyal platform olma vizyonuyla, Türkiye’nin tasarımcılara

özel ilk sosyal ağı BoxinaBoxIdea.com ve Box in a Box Idea dergi hayata geçirildi. Zamanla farklı akımlara da kucak

açan proje; müzik, fotoğraf, video enstalasyon projelerini

destekledi; öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine olanak sağladı, sanatçıların kendilerini ifade edebilecekleri bir saha açtı. Mimariden endüstriyel tasarım ve modaya,

grafik tasarımdan fotoğraf ve müziğe kadar uzanan geniş bir yelpazede amatör ve profesyonel sanatçıları bir araya

getiren Box in a Box Idea, kültür-sanat alanında Türkiye’nin en büyük sanal kütüphanesini oluşturma hedefiyle yoluna devam ediyor.

// Box in a Box Idea was born in 2011 as an architectural concept representing the infrastructure of flexible

production and high engineering skills of Ersa, which has

become an expert in office furniture. Involved in the interior design concept that holds the signatures of Yalın Tan Jeyan

Ülkü Interior Design, “Box in a Box Idea” has evolved into a different path, emerging from an idea to give a place to the interactive areas in digital world. With the vision of being

the biggest social platform to bring the designers together

in 2012, BoxinaBoxIdea.com, the first social network special

for the investors of Turkey, and Box in a Box Idea periodical were materialized. Embracing the different trends in the course of time, the project has supported the projects of music, photography, video installation; has allowed the

self-development of the students and has created an area

where the artists can express themselves. Bringing together

the amateur and professional designers in every area ranging from architecture to industrial design, from graphic design

to photography and music, Box in a Box Idea is continuing its journey with the aim of creating the biggest virtual

design library of Turkey in the field of art and culture.


PANTONE P 1-8 C

SİYAH 80%

S A H I B I // P U B L I S H E R :

Ersa Mobilya San. Tic. A.Ş.

YAY I N Y Ö N E T M E N I // P U B L I C AT I O N D I R E C T O R

Yalçın Ata VE RS İ Y O N 1 yalcinata@ersamobilya.com

İçindekiler Content

V ERS İYON 2

E D I T Ö R // E D I T O R

Şener Yılmaz Aslan sener.aslan@gmail.com

P O R T F O LYO L A R // P O R T F O L I O S

YA Z A R L A R // A U T H O R S

3

Damla Yılmaz Ezgi Genç Merve Aktaş Tuğçe Asya Yaldız

SANAL DA ÖN E ÇIK AN L AR // THE OUTSTANDINGS ON THE VIRTUAL 4 M E T I N ATA B E Y ATA 6

K A PA K I L L Ü S T R A S YO N U

B R E A D TA K I N G g a s t r o n o m i // g a s t r o n o m y 9

// C O V E R I L L U S T R AT I O N

Ethem Onur Bilgiç www.ethemonur.com

BIKE BAŞARAN s a n at // a r t 12

G R A F I K TA S A R I M // G R A P H I C D E S I G N

A N DY T I M M O N S ya z ı // a r t ı c l e 16

Şener Yılmaz Aslan sener.aslan@gmail.com

ECE GÖKALP f o t o ğ r a f // p h o t o g r a p h y 18

Ç E V I R M E N // T R A N S L AT O R

Aydan Açıkalın a.aydan@gmail.com

SE DA MIT i l l ü s t r a s y o n // ı l l u s t r at ı o n 22

YAY I N T Ü R Ü // P U B L I C AT I O N T Y P E

S I YA H B E YA Z g a l e r i // g a l l e r y 26

Ücretsiz - Periyodik For Free - Periodical

PROJECTS OF BEING m ü z i k // m u s ı c 30

B A S K I // P R I N T E D B Y

Ofset Yapımevi mobilya

I L E T I Ş I M // C O N TA C T

VE R SİYON 3

mobilya

mobilya

Ord. Prof. Kerim Gökay Cad. No:60 Çamlıca/ Üsküdar / İstanbul info@boxinaboxidea.com 4000 adet basılmıştır // Printed in a run 4000 copies.

issue 16 · 2017 aprıl // 1


Yoka

designed by KaCeTu

Çalışma mekânlarında okyanus esintisi...

The ocean breeze in the workplace...

Japonca “okyanus kokusu” anlamına gelen Yoka, yalın tasarımı ve ergonomik yapısıyla çalışma alanlarına doğanın dinamizmini taşıyor. Çapraz açılı genişleyen ayakları çalışma alanlarındaki tekdüzeliğini kırarken, sahip olduğu elips formu sayesinde farklı açılardan bakıldığında mekâna sıra dışı illüzyonlar kazandırıyor. Yoka; özellikli ayak yapısı, kenar bitişleriyle dikkat çeken masa tablası ve gövdesine eklenebilen depolama üniteleri sayesinde hem yenilikçi hem de işlevsel bir tasarım sunuyor.

Yoka, referring “the smell of ocean” in Japanese, brings the dynamism of nature to the workplace with its modest design and ergonomic structure. Yoka pulls down the monotony of traditional workplaces thanks to its transversal legs and its elliptical form presents extraordinary illusions in any space. Yoka offers an innovative and functional design with its characteristic legs, a table top with special finishes and mounted storage systems to the table.

ersamobilya.com


ASLI YAZAN behance.net/asliyazan

K. ATİLAY AŞKAROĞLU instagram.com/atilay_a

CANSU CENDER behance.net/cansucender

1989 yılında Ankara’da doğan Aslı Yazan, Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Eğitimi Müzik Bölümü’nden mezun oldu. Çoğunlukla portre ve “full look” çizimler yapıyor. Çalışmalarını dijital ortamda gerçekleştiren Aslı, çizerlik dışında İstanbul’da dijital bir ajansta Grafik Tasarımcı olarak çalışıyor.

Aslı Yazan (born 1989, Ankara) studied Music at the Dokuz Eylül University, the Department of Fine Arts Education. She usually makes portraits and full look drawings in digital. Aslı works in an Istanbul-based creative agency as a graphic designer as well.

1991 yılında Burdur’da doğdu. 2015 yılında Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Grafik Tasarımı Bölümü’nden mezun oldu. Şu anda aynı okul ve bölümde yüksek lisansını yapıyor ve asistan olarak çalışıyor. Öğrenciliği sırasında çeşitli kurumsal şirketler ve reklam ajanslarında çalıştı. İllüstrasyon çalışmalarıyla çeşitli karma sergilere katıldı. 2016’dan bu yana Kafkaokur dergisinde yazıları ve çizimleri yayınlanıyor. Bunun yanında çeşitli fanzinlere de yazı ve çizi gönderiyor. Şu anda bağımsız olarak çalışmalarına devam ediyor.

Atılay Aşkaroğlu (born 1991, Burdur) graduated from the Yeditepe University, School of Fine Arts, Department of Graphic Design, where he is currently working toward his master’s degree and as a research assistant. During his education, he worked for a number of companies and advertising agencies, and participated in group exhibitions with his illustrations. Since 2016, his articles and illustrations are featured in the Kafkaokur magazine. He also writes and draws for various fanzines, and continues to work freelance.

1986 yılında Kırşehir’de doğdu. 2007’de Gazi Üniversitesi Resim Bölümü’nden mezun olduktan hemen sonra Ankara ve İstanbul’da çeşitli reklam ajanslarında çalıştı. Çeşitli dergilerle ve yurt dışında faaliyet gösteren sanat kulüpleriyle illüstrasyon çalışmalarına devam etmekte. Ağırlıklı olarak ajanslara freelance sanat yönetmenliği hizmeti veriyor.

Cansu Cender (born 1986, Kırşehir) graduated from the Gazi University Department of Art in 2007, and immediately went on to work at various advertising agencies in Ankara and Istanbul. She continues to do illustrations for a variety of magazines and international art clubs, and mainly works as a freelance art director for agencies.

issue 16 · 2017 aprıl // 3


SANALDA ÖNE ÇIKANLAR THE OUTSTANDINGS ON THE VIRTUAL

GUİM TİÓ Guim Tió isimli ressam moda dergilerini kurcalayarak başlıyor işine ve bulduğu “güzelliklere” pastel renkli boyalar ile

müdahalede bulunuyor. Aslında fotoğraftan geriye yalnızca

burun ve dudak gibi bir iki parça bırakıyor ve gerisini kendi

hayal gücü ile tamamlıyor. Sonuç olarak ortaya Modigliani’nin eserlerini anımsatan uzun boyunlu portreler çıkıyor. // Artist/painter Guim Tió starts by going through fashion magazine, and manipulates the “beauties” he finds with pastel colored paints. After his interventions, only a couple of facial features like the nose and the lips can remain as they are, and the rest is completed with his imagination. The result is portraits with long necks, reminiscent of Modigliani’s works. www.guimtio.com

CHRISTOFFER RELANDER

//

İlk bakışta bir Photoshop şaheseri gibi duran kavanoz

Despite looking like Photoshop masterpieces, these land-

tamamen analog yöntemlerle elde edilmiş işler. Sanatçı Chris-

any digital or darkroom manipulation. Photographer

içindeki bu dünya, aslında dijital hiçbir müdahale olmadan

toffer Relander bu işleri analog bir orta format kamera ile çift pozlama yaparak elde ediyor. Önce kavanozların içini siyaha boyuyor ve stüdyoda beyaz bir arka plan ile fotoğraflıyor bu şekilde kavanozun pozlanmamış bir silueti filmde oluşuyor.

4 // say ı 16 · 2017 nisan

scape images in a mason jar are in fact analog works without Christoffer Relander uses an analog medium-format camera and double exposure to create these works. He first paints

the insides of the mason jars black, and photographs them against a white background in the studio, thus creating an unexposed silhouette on the negative. www.christofferrelander.com


MARIA LAX Finlandiyalı film sanatçısı ve fotoğrafçı Maria Lax Londra Film Okulu’nda eğitimini tamamladıktan sonra doğduğu şehir olan

Pudasjärvi’ye geri döndüğünde bir gün tesadüfen büyükbabasına ait bölgedeki UFO gözlemlerini konu alan bir kitaba rastladı.

Şehrin ıssız yerlerinde görülen bu gizemli ışıklardan derinden etkilenen sanatçı bu fotoğraf serisini hazırladı. // Maria Lax, a Finnish commercial and fine art photographer,

studied at the London Film School and returned to her hometown of Pudasjärvi where by chance she came upon a book by

her grandfather about the UFO sightings in the region. Deeply affected by these mysterious lights seen in deserted parts of the city, she created this photography series. www.maria-lax.com

FOUND MY MOON

//

Bize ait olan şeylerden sıkılmamız daha kolaydır. Dünya

It is usually easier for us to get bored of the things we own.

daha bir umutla bakarız. İşte bu nedenlerle Acorn Studio

up to the sky with more hope. Handcrafted and designed by

da bize ait ve bazen sıkıldığımızı hisseder, gökyüzüne “ay severler” için onu size çok daha yakın kılabilmek

adına bir “ay lambası” tasarladı. Sanat ile tasarımı buluşturmaya gayret eden Acorn, bu “ay lambası” tasarımını 8 cm’den 60 cm’ye kadar farklı ölçülerde sunuyor.

This world that we own can too become boring, so we look

Acorn Studio, the LUNA lamp is a delicate piece of unique artwork that will bring the moon into your home. Striving to bring together design and the arts, Acorn presents this lamp in various dimensions from 8 to 60 centimeters. www.acorn.space


METİN ATABEY ATA Ersa Mobilya’nın kurucusu ve Onursal Başkanı Metin Atabey Ata, ardında büyük bir emeğin hikayesini bırakarak aramızdan ayrıldı... Metin Atabey Ata, the founder and Honorary President of Ersa, passed away leaving a story of labour behind.

Merve Aktaş merveaktas@ersamobilya.com Çizer // Illustrator : Ethem Onur Bilgiç

1955 yılında askerliğini tamamladıktan sonra Sivas’ta babası ve amcasının işlettiği manifatura dükkânında çalışmaya başlayan Metin Atabey Ata, mobilya ihtiyacının olduğu o

tarihlerde sandalye, masa, karyola ve gardırop gibi eşyaların satışını gerçekleştirir. 1958’de babası ve amcasını Sivas’ta bir halı ve metal atölyesini satın almaya ikna eder ve 1962

yılında metal kesitleri su borusundan yapılan ikonik kırmızı sandalyeyi tasarlar. 1968’de

Devlet Malzeme Ofisi’nden ilk siparişin alınması ve kazanılan büyük bir DMO ihalesinin üzerine 1971 yılında üretimi Ankara’ya taşır ve 1978’de bugün Türkiye ve dünyadan çok sayıda önemli firma ve tasarımcıyla iş birliği yapan Ersa Mobilya’yı kurar.

Uzun yıllar metal mobilyaya odaklanan Ersa

1987’de ahşap mobilya üretimini devreye alır ve

1990 yılından itibaren üretim tesisleri ve standartlarını sürekli geliştirir. 1950’lerde malzeme yokluğunda su boruları ve basit malzemelerle yalın

bir tasarım anlayışını benimseyen Metin Atabey Ata’nın azmi ve çalışkanlığı sonucunda doğan

Ersa bugün toplamda 60 bin metrekare alan üzerinde 4,5 milyon metrekare panel işleme, 530 bin parça mobilya üretim kapasitesine sahiptir.

83 yıllık yaşamı boyunca onurlu, dürüst, çalışkan ve insana değer veren bir kişi olarak yaşamayı ilke

edinen Metin Atabey Ata, 21 Mart 2017’de Ersa Mobilya kurucusu ve Onursal Başkanı olarak

hayata gözlerini yumduğunda Ata ailesinin 3. kuşak üyeleri firmanın yönetimde yer alıyordu. Henüz

çok genç bir yaştayken idealist karakteri sayesinde önemli başarılara imza atan Metin Atabey Ata, kurucusu olduğu Ersa Mobilya başta olmak üzere tüm

mobilya sektörüne değerli katkılar sunmuştur. Yerel mobilya sana-

yisini modern bir bakış açısıyla

daima ileriye taşımayı hedeflemiş,

“Kurucusu olduğu Ersa Mobilya başta olmak üzere tüm mobilya sektörüne değerli katkılar sundu.“

çalışma hayatı boyunca sektöre

katma değeri yüksek yenilikler armağan etmiştir. Metin Atabey Ata bir aileye ve kuruma miras

bırakılabilecek en kıymetli şeyi çok sevdiği ailesi ve çalışanlarına emanet etmiş, hayatı boyunca

taviz vermediği prensipleri ve kuşkusuz ki tuttuğu ışığın izinde umut dolu bir gelecek vadetmiştir.

6 // say ı 16 · 2017 nisan


in A t e M

y tabe

A

4 3 9 1 ta (

7) 1 0 -2


// After completing his military service in 1955, Metin Atabey

Ata started to work in the textile shop operated by his father

and uncle in Sivas, and went on to sell chairs, tables, beds and

wardrobes at a time when furniture was highly needed. In 1958 he persuaded his father and uncle to buy a carpet and metal

workshop in Sivas, and in 1962 he designed the iconic red chair with metal parts made of water pipes. With the first order

received from the State Supply Office (DMO) in 1968, followed by a large DMO contract, he moved the business to Ankara in

1971. Ersa Mobilya, which today has become a leading company in the industry with collaborations with numerous local and international brands and designers, was established in 1978.

Having focused on metal-based furniture for many years, Ersa

launched the production of wood-based furniture in 1987. Since 1990, the company has continuously improved its production facilities and standards. Born as a result of the determina-

tion and hard work of Metin Atabey Ata, who adopted a lean design approach using water pipes and simple parts in the

absence of materials, Ersa today has 4.5 million square meters of panel processing and 530 thousand pieces of furniture pro-

duction capacity on a total area of 60 thousand square meters. When Metin Atabey Ata, who adopted the principle of living as an honorable, honest and hardworking person that valued people

throughout his 83-year long life, passed away on March 21, 2017, the third generation members of the Ata family were already part of the company’s management. Metin Atabey Ata, who achieved

great success at a very young age

with his idealistic character, pro-

vided valuable contributions to the entire furniture industry, and

Ersa Mobilya in particular. He always aimed to take the Turk-

ish furniture industry forward

with a modern perspective, and gave the gift of innovations with

high added value to the indus-

try throughout his working life.

“He always aimed to take the Turkish furniture industry forward with a modern perspective, and gave the gift of innovations with high added value to the industry throughout his working life.“

Metin Atabey Ata has left a

legacy as the most valuable thing that can be bequeathed to a family and an institution, and with his unwavering principles shined a light on a future full of hope.

8 // say ı 16 · 2017 nisan


BREADTAKING “Balat’ta artisan ekmekler ve tatlılar üreten neşeli bir fırın...” “An artisan and lovely bakery shop located at Balat making delicious breads and desserts...”

Ezgi Genç

Biraz kendinden bahseder misin? Özellikle Breadtaking isminin hikayesini çok merak ediyoruz.

ezgi@olmadikprojeler.com Fotoğraflar // Photographs : Şener Yılmaz Aslan

Deniz Dilbaz: 2009 yılında Yeditepe Üniversitesi’nde Endüstri Ürünleri Tasarımı okurken, aşçı olmaya karar verdim ve hızlıca eğitim alabileceğim, ardından hemen iş hayatına başlayabileceğim başka bir okul araştırdım. Çünkü bu

meslekte eğitimin önemi kadar (hızlıca mutfağa girmek) tecrübe de çok önemli. Istanbul Culinary Institute’a başladım ve şansımın yaver gitmesiyle İstanbul’un birçok iyi restoran ve şefleriyle çalışma fırsatı buldum. Kantin/

Şemsa Denizsel benim için en iyi fırsatlardan biriydi. Sonrasında Londra’da Bertinet Cookery School’da ekmek üzerine eğitim aldım ve birkaç sene daha çalışıp deneyimlenerek fırınımı açmaya karar verdim. Breadtaking abim Erdem Dilbaz’ın buluşu. İngilizcedeki nefes kesen anlamına gelen “breathtaking” kelimesiyle yapılan bir kelime oyunundan geliyor.

Balat’ta böyle bir fırın açmak nereden aklına geldi? Müşteri kitleme dağıtım yapabilmem için çok orta bir konumda Balat. Karaköy, Etiler, Maçka, Nişantası vs. gidilmesi çok vakit almayan semtler olduğu için burayı tercih ettim. Bir de kalabalık bir mahalle oluşu cezbetti tabi. Bu fırın bir sanayinin içinde ya da kuytu köşe bir yerde olsa benim gibi sosyal bir insan çok sıkılırdı açıkçası.

Buraya fırın demek zor, aslında sanki atölye gibi. Nasıl çalışıyor buranın sistemi? Herkes seni her an bulabilir mi?

“Burayı üretmek isteyen ama yeterli materyali ya da alanı olmayan birçok insan da kullanabilsin düşüncesiyle kurdum”

Atölye denmesi benim çok hoşuma gidiyor. Burayı üretmek isteyen ama yeterli materyali ya da alanı olmayan birçok insan da kullanabilsin düşüncesiyle kurdum ama henüz bu niyetle kullanan olmadı. Üretim, dağıtım ve gerekli ürünlerin tedariğini şimdilik kendim yaptığım için her an fırında bulunamıyorum

maalesef ama daimi alışveriş yapanlar bunu biliyor ve gün içinde arayıp saatlerimizin uygunluğunu kararlaştırıp birbirimizi mutlu ediyoruz.

En çok neyi pişirmeyi seviyorsun? Hangisi imzan? Ekmek pişirmek en keyiflisi çünkü mis gibi kokuyor her yer. Burası bir fırın olduğundan ekmek zaten güzel olmalı, o yüzden onu atlıyorum ve imzayı yerfıstığı ezmeli yulaflı cookieye armağan ediyorum.

Burada ne yediysek, herkese bahseder olduk. Yaptıklarını hangi kafelere veriyorsun? Muhtemel atladıklarım olacak ama bir anda aklıma gelenler; ekmekler Mikla, Backyard, Mittag, Aheste, Marika,

Forno, Ariste Şarküteri’lerde. Bakery ürünlerini de şimdilik Kronotrop’larda, Coffee Departmant ve mahallemizin yenisi Pop’s Balat’ta tadabilirsiniz.

Bir kafe işletsek, beraber ne yapabileceğimizi tasarlayabilir miyiz? Kesinlikle. Yaklaşık dokuz sene boyunca çalıştığım çoğu restoranda aşçı olsam da günlerimin hepsini mutfakta geçirmedim. Buralarda fırsat buldukça servis, bar ve işletme konusunda pek çok gözlemim oldu. Bir işletmenin nasıl iyi yönetilebileceğini ya da hangi hataların yapılmaması gerektiğini öğrendim. Gelecekte neler var? Neler yapmak istiyorsun? Şu an en yakın görünen, ulaşılabilirliğin daha kolay olduğu bir lokasyonda al-git konseptli bir dükkan var.

issue 16 · 2017 aprıl // 9


10 // say ı 16 · 2017 nisan


“I actually opened this place so that people who want to produce but do not have sufficient space or equipment can come and use it too.“

produce but do not have sufficient space or equipment can come and use it too but unfortunately it has

not happened yet. I cannot be in the bakery all the time because I do the production, delivery and procurement myself but regular shoppers

know this. So when they need something, they call and we

//

agree on a time that suits us all.

What do you like to bake the most? What is your signature product?

Please tell us a little bit about yourself. We are especially curious about the name Breadtaking. While I was studying Industrial Design at Yeditepe Uni-

versity I decided to become a cook in 2009, and I searched another school where I could get accelerated education and then launch my career as soon as possible because

experience (working in the kitchen) in this profession is

as important as training. I started at the Istanbul Culinary Institute, and I was fortunate enough to work with many

well-known restaurants and great chefs in Istanbul. Kantin

/ Şemsa Denizsel was one of the best opportunities for me. Later I studied bread at the Bertinet Cookery School in

London, and decided to open my own bakery after working and gaining experience for a few more years.

My brother Erdem Dilbaz coined the name “breadtaking”, combining “bread” and “breathtaking” in English.

Baking bread is the best because the whole place smells

great. Since this is a bakery the bread has to be really good

obviously, so not counting bread my signature is oatmeal & peanut butter cookies.

It seems like we recommend whatever we taste here to everybody else. Which cafés do you cater to? I may not remember them all at once but I sell my breads

to Mikla, Backyard, Mittag, Aheste, Marika, Forno, Ariste Charcuteries. You can find the bakery products at Kro-

notrop coffee bars, Coffee Department, and Pop’s Balat, the newcomer to our neighborhood.

If I want to open a café, can we create a concept together? Certainly. Even though I spent almost nine years in the

kitchens of the restaurants I worked for, I also found oppor-

Why did you choose Balat to open such a bakery?

tunities to observe service, bar and operations. I know how

Balat is in a very central location, and at a moderate dis-

What is in store for you in the future? What else would you

tance to deliver to my customers in Karaköy, Etiler, Maçka, and Nişantaşı, etc. The fact that it is a crowded neighbor-

hood also appealed to me. Obviously a social person like me would be very bored if this bakery was in an industrial zone or in a secluded area.

to manage a restaurant well and what not to do.

like to do? The earliest future plan is to open a store in a take-out concept at a more accessible location.

It is hard to call this place a bakery really because it looks more like an atelier. How does the system work? Are you here all the time? I like it when people say it is like an atelier. I actu-

ally opened this place so that other people who want to

issue 16 · 2017 aprıl // 11


BİKE BAŞARAN Nostaljik Pop İkonaların Dönüşümü Transformation of Nostalgic Pop Icons

Melike Bayık

Öncelikle genç bir sanatçı olarak biraz kendinden bahseder misin?

melike.bayik@gmail.com Bike Başaran: 1991’de Ankara’da doğdum. Ankara Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’nden mezun olduktan sonra Yeditepe Üniversitesi’nde Plastik Sanatlar ile Moda ve Tekstil

Tasarımı bölümlerinden mezun oldum. Şu anda Yeditepe Üniversitesi’nde Plastik Sanatlar

bölümünde yüksek lisans yapıyorum. Aynı zamanda Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmalarıma devam ediyorum.

Pentürlerinde genel olarak seçtiğin konular ve teknikler nelerdir? Neden bu disiplin “pentür”? Resimlerimde ele aldığım ve dikkat çekmeye çalıştığım en temel

sorunsalım kadın ve kadın kimliği. Özellikle kendimi sınırlandırdığım tek bir teknik yok, o an yaptığım işe fayda sağlayabilecek

olan her türlü teknik ve malzemeyi kullanıyorum. Klasiğe yakın olmakla beraber bir o kadar ekspresif kalın rahat fırça darbeleri bütün işlerimin ortak dili ama bunun için sarf edilen özel bir çaba yok.

Yapıtlarının üretim süreçlerinde başka ne gibi teknikleri kullanıyorsun ve başka hangi disiplinleri tercih ediyorsun? Fotoğraf, video ya da plastik sanatlar diğer disiplinlerinden bazıları… Tekstil diğer ana dalım olduğu için resimlerimle her daim iç içe. Video ve fotoğraf tercih ettiğim diğer disiplinlerin arasında en baskın olanları. İşlerimde de farklı alanların etkileri var diye-

biliriz. Aldığım farklı dallardaki eğitimler, resimlerimde başka teknik ya da disiplinlerle bir araya gelebiliyor.

Peki, bahsettiğin bu yaşlı kadın portreleri ile bağlantın ne? Neden bu kadınlar? Kim bu kadınlar?

“Ben kadının yaş aldıkça bu saçma düzenden biraz daha koptuğuna özüne döndüğüne ve güçlendiğine inanıyorum.”

Kadın kimliği üzerinden beslenen, kurgulanan reklamlar, satış ve pazarlama... Toplumun beklentilerine göre kilo alıp veren bedenler... Kadın

olmak zor, kadın olarak yaşamak çok zor... Ben kadının yaş aldıkça bu

saçma düzenden biraz daha koptuğuna özüne döndüğüne ve güçlendi-

ğine inanıyorum. Anneannem ve babaannem ile başladı bu portreler ve daha sonra Advanced Style adlı bir grupla yollarımız kesişti bana özel fotoğraflar çekip yolladılar ve bir süre beraber yol aldık.

Advanced Style kim? Onların gönderdiği fotoğraflar ile seriye devam etmeyi sürdürdün ama onlarla ilk başta yollarınız nasıl kesişti? Projeden onlara ilk söz ettiğinde tepkileri nasıldı? Fotoğrafçı ve yazar Ari Seth Cohen’nin kurmuş olduğu bir grup. Bu grup çoğunlukla eski top model ve modacılardan oluşuyor. Sosyal medya aracılığı ile bulduk birbirimizi. Onlar

resimlerimi, ben onların fotoğraflarını beğendim ve kısa sürede ortak işlere başladık. Projeyi 12 // say ı 16 · 2017 nisan


onlara sunduğumda anında fotoğraf yollamaya başladılar.

herhangi bir bağ görüyor musun? Bahsettiğin kapital

Yapmış olduğum resimleri kendi afişlerinde ve tanıtımla-

duruşu genç bir kadın olarak her yeni yaşında sen de yavaş

rında da kullandılar.

yavaş ediniyor musun sence?

Özellikle serilerdeki yaşlı kadınları resmederken

Sosyal medyada, sokakta evde kısacası her yerde ne olmamız

kullandığın bazı renkler oldukça pop. Renk seçimlerini neye göre belirliyorsun? Pop sanatçıları sıradan nesneleri ve gündelik hayatı konu

aldı ve böylece popüler kültür daha göz önünde oldu. Ticari imajların bir araya getirilmesi sayesinde Pop art, modern sanatın en tanınmış stillerinden biri haline geldi. Ben de

tam olarak bu noktada renklerin çağrışım gücünden fayda-

lanıyorum. Yaşlanmak hiçbir zaman popüler kültüre hizmet

gerektiği, nasıl olmamız gerektiği ile ilgili mesajlar alıyoruz, yönlendiriliyoruz. Ya bu baskıya boyun eğip yaşayacağız ya da her yeni yaşta kapital düzenin biraz daha bizden elini çekmesiyle beraber özgürleşeceğiz. Özgürleşmek benim

umudum. Şu an kapital düzen ve bu yönlendirilmeler için en uygun yaştayım. Baskı ve mesajlar yaşanılan toplumsal

düzene göre değişiyor ve tabi ki ben de bunları hissediyorum.

etmedi, kapital sistemde yaşlanma karşıtı kremler ve estetik

Son olarak, ünlü starlardan, diva modellerden ve senin

lan beden yaş aldıkça özgürleşir. Pop renkler bana göre bu

çalıştığın bir proje ya da yeni bir seri var mı? İzleyiciyi neler

dışında yer edinemedi. Kapitalizmin pençesinden kurtu-

kendini izlediğin portrelerinden yola çıkarsak, üstüne

durumu en iyi yansıtan renklerdir.

bekliyor?

Yaşlı kadın portreleri ile birlikte yaptığın diğer çalışmalar

Advanced Style ile hâlâ temas halindeyiz. Bunun yanında

da otoportrelerin. Neden otoporteler? Her sene bir otoportre yaparım , değişimimi gözlemler kendimle vakit geçirir ve yaş almamı keyif ile resmederim. Yaşlı bedenlerle birlikte yılda bir kez otoportreni yapıyorsun. Onlarla aranda kadın olma bağı dışında

içinde bulunduğumuz kültürden, kendi toplumumuzdan yola çıkarak hazırlamaya başladığım yeni bir Old is The New Black serisi var.

Sohbet için çok teşekkürler Bike. Yeni seriyi heyecanla bekliyorum!

issue 16 · 2017 aprıl // 13


//

that can benefit the work I do at that moment. Bold and

casual brush strokes, although close to the classic and yet so expressive, make up the common language of all my work, but there is no special effort for it.

First of all, as a young artist, please tell us a little bit about yourself.

What other techniques do you use in the production process of your works, and what other disciplines do you prefer? Some of the other disciplines of photography,

I was born in 1991 in Ankara. After studying at the Ankara

video or plastic arts...

Yeditepe University’s Plastic Arts, and Fashion and Textile

Textile is my other major so it is always intertwined with

master’s degree at the Yeditepe University Department of

nant among the other disciplines I prefer. We could say

Anatolian Fine Arts High School, I graduated from

Design departments. I am currently studying toward my

Plastic Arts. I also continue to work as a research assistant at the Department of Fashion and Textile Design.

What are the subjects and techniques you usually prefer in your paintings? Why painting?

my paintings. Video and photography are the most domithere are influences of different disciplines. The education I received in different branches are combined with other techniques or disciplines in my paintings.

So, what is your connection to these old women’s portraits you have mentioned? Why these women? And who are

The fundamental subjects that I explore and would like

these women?

female identity. There isn’t a specific technique that I limit

Advertisements feeding on the female identity, edits, sales

to draw attention to in my paintings are women and the

myself to; rather I use all kinds of techniques and materials

and marketing... Bodies that gain and lose weight according to the society’s expectations... Being a woman is difficult,

“I believe that as women age, they tend to drift away from this ridiculous system and somewhat return to their essence, becoming stronger. ”

14 // say ı 16 · 2017 nisan

and living as a woman is very difficult... I believe that as women age, they tend to drift away from this ridiculous system and somewhat return to

their essence, becoming stronger. These portraits started with my maternal and paternal grand-

mothers, then my path crossed with a group called

Advanced Style. They shot exclusive photos and sent them to me, and for some time we worked together.


What or who is Advanced Style? You continued the series with the photos they sent but how did you first meet them? What was initial their reaction when you mentioned the project?

most suitable age for that capital system and such steering.

The pressure and messages vary according to the social order in which we live, and, of course, I feel them too.

This is a group that photographer and writer Ari Seth Cohen

Finally, considering the famous stars, diva models and

and designers. We found each other via social media. They

that you are currently working? What is in store for your

established. This group consists mostly of former top models

your self-portraits, are there new projects or new series

liked my paintings, I liked their photographs and within a

followers?

ect, they immediately started sending photos. And they used

We are still in contact with Advanced Style. There is also a new

short time we started joint works. When I presented the projmy paintings in their posters and publicity materials.

Some of the colors you use as you paint old women in the series are quite pop. How do you make your color choices?

series, Old is The New Black that I recently started working on based on our own society and the culture we live in.

Many thanks for the chat, Bike. I am very excited for the new series!

Pop artists took everyday objects and daily life as their

subjects, bringing popular culture more to the forefront. The combination of commercial images made pop art one of the most recognizable styles of modern art. Similarly, I make use of the colors’ power to evoke. Aging has never served

popular culture, and it was unable to find any place for itself in the capital system other than anti-aging creams and

cosmetics. The body that survives the claws of capitalism is

liberated as it ages. I think pop colors are the best colors to reflect this situation.

In addition to old women’s portraits, you also paint selfportraits. Why self-portraits? Every year I paint a self-portrait to observe how I have

changed, and spend some alone time to enjoy the way I age. You said you painted your self-portraits in addition to aged bodies. Do you see any connection with them other than that you are all women? Do you feel like you are slowly acquiring that capital’s push you mentioned as you aged? We get messages and we are steered about what and how we are supposed to be, on social media, in the street, at

home, in short everywhere. Either we will bow down to

this pressure or we will be liberated in each new age as that capital system washes its hands off us and our bodies as we

get older. I am hoping to be liberated. I am currently at the

issue 16 · 2017 aprıl // 15


Lirik İmzaların Müellifi Bir Gitarist: Andy Timmons Tuğçe Asya Yaldız asyatugceyaldiz@gmail.com Gitar müziği olarak tanımlanan biçimin varlığından bihaberken dahi iyi bildiğimiz bir şey vardı. Bir şarkının orta yerinde kırılan bir nesneden adeta kanımıza karışan elektronik bir duygu sızıntısı çoğu kez kitleleri harekete geçiren sosyolojik bir silaha dönüşebilirdi. Kendi cumhuriyetini ilan edebilenlerin bir tarzı, edemeyenlerin inandıkları tanrıları oldu. Steve Vai gibi en belirgin imzalardan biri, köşede kendi ütopik cumhuriyetinden bahseden bir adamı, prodüktörlüğünü yapacak kadar başarılı buldu ve adını tekrar hatırlattı: Andy Timmons. Lirik imzaların müellifi… 1963 doğumlu, Amerikalı bir gitarist olan Timmons gerek tekniği, gerekse efsanevi stili ile çağdaşı ve hatta kendisinden önceki pek çok gitaristin ulaşamadığı bir noktaya ulaşmıştı. Blues’dan country’e fusion’dan caz’a ve rock’a kadar birçok tarzda çalmasına karşın, ne çalarsa çalsın her seferinde çok yoğun bir biçimde açığa çıkan virtüözlüğü onu bu yüzyılın en iyileri arasına yerleştirmemizi sağladı. Danger Danger adlı pop-metal grubu kendisinin kariyerinde önemli bir mihenk taşı olarak yer aldı. Grup, Alice Cooper, Kiss gibi ünlü müzisyen ve gruplarla çıktığı turnelerin ardından dağılmış olsa da Timmons solo kariyerine devam etmiş, ayrıca Steve Vai ve Joe Satriani gibi devleşmiş isimlerle G3 turnelerinde aynı sahneyi paylaşmıştı. Bunların yanı sıra Ted Nugent, Steve Morse, Eric Johnson ve Mike Stern gibi isimlerle çalma fırsatı yakalamıştı. Tüm bu tecrübelerden önce ise iki yıl klasik gitar çalışmış fakat kariyerine caz gitar çalışmalarıyla devam etmek istediğini fark etmişti. Bu dönem sonrasında, hem onun kendini, hem de bizim onu tanımamıza sebebiyet verecek anlaşmayı Epic Records ile imzalayıp (1988) Danger Danger grubunun gitaristi olarak karşımıza çıkmıştı. Üstelik röportajlarında altını çizdiği tek bir cümle göze çarpıyordu, “Öğrenmeye devam ediyorum!” Peki, Andy Timmons dediğimizde bu başarılı biyografinin çok dışında kalan, onu asıl Timmons yapan şeyin ne olduğunu biliyor muyduk? Bana sorarsanız kimsede görmediğimiz kadar yalın ve saf bir biçimde aktardığı duygusu. Bu bağlamda onu bir müzisyenden ziyade edebiyatçı olarak işlemek hatta bir şair gibi açığa çıkarmak yapacağımız en dürüstçe hareket olacaktır. Tam anlamıyla cümlelerden ibaret çalış stilini analiz etmek, bir şiirin dizeleri içerisindeki anlam bütünlüğünde yolculuk etmektir. Sinema için Angelopoulos, klasik müzik için Chopin ne ifade ediyorsa, gitar dünyası için Andy Timmons’ın aynı şeyi fazlasıyla karşıladığını söyleyebiliriz. Ancak bu lirik imzanın dışında yoğun ve tutkulu cümleleriyle ön plana çıktığı anlarla da karşılaşırız. “Resolution” albümünün bu tutkunun açığa çıktığı en güzel örnekleri barındırdığını söyleyebiliriz. “The Prayer/The Answer” dinleyicinin kendi Wonderland’ini çizmesi için tasarlanmış bir masalı andırır. “Beware Dark Days”, “Ghost Of You” gibi parçaların tamamında, Timmons’un kendine has imzası dışında ciddi gitar tekniği ile de karşı karşıya kalırız. Bütünüyle oluşturduğu bu kaliteli sound içerisinde Timmons’un cümleleri bizi duygudan duyguya sürüklerken, biz onun anlatısında her seferinde başka bir şiirin dizeleriyle karşılaşıyoruz. “September” her defasında sade ve duru anlatımıyla kararında dizeler sıralıyor önümüzde tıpkı Orhan Veli’nin “Ayrılış”ı gibi. “Cry For You” tansiyonu bakımından Kaptan’ın dizelerini anımsatıyor; bir nevi “Ben Sana Mecburum” tınısı yükseliyor. “A Night To Remember” Edgar Allen Poe şiirlerini anımsatıyor, ürkünç bir hikâye sizi inanması güç bir hazzın eşiğine sürüklerken solonun orta yerinde Usher Evi çöküveriyor. “Resolution”ın iyileştirici etkisi, Füruzan’ın cümleleri gibi alaylı bir umudun hüzünlü kenar mahallelerinden yükseliyor. Enstrümantal elektrogitar müziği ve blues elementleri cümlelerin yapısını beslerken, Satriani’den aldığı kalıtımsal özellikleri ve Steve Vai’de görülen melodinin yoğun işlenmiş halini kullanmaktadır. Greg Howe, Guthrie Govan, Marco Sfogoli gibi isimlerden sonra görmeye başladığımız enstrümantal elektrik gitar albümleri, Teksas’ta doğan Timmons’ın kodlarında var olan blues elementleriyle birleşip eklektik bir anlatıya da sebebiyet vermiştir. Vai’nin karmaşık yapısından esinlenirken Satriani ile melodik blues cümleleri bakımından çok büyük benzerlikler taşımaktadır. Kompozisyonlarının formlarını incelediğimizde ise tıpkı klasik müzik bestecileri gibi planlı bir yapıyla ilerlediğini ve hatta bu sebeple de şiir düzeninin bir çeşit yansıması olan, ölçü ve uyak gibi öğelerin anlatımdaki kaygının içinde belirdiğini görebiliriz. (Bkz: a, b, a.) Böylesine şairane bir anlatıma sahip kaç gitaristle karşılaşabiliriz bilmeden Timmons için özgünlüğün ve Vai’nin deyimiyle tonların virtüözü demek abartı kaçmayacaktır. Yerinde ve yalın bir dilden kulağımızla okuduğumuz nice anlatısı ve Ibanez’in adına ürettiği gitar ve yine kendi amfilerinin tamamı şahitliğinde şunu söylemek istiyorum: “Bir jam session’da 58 model Fender Strat ve eski bir Marshall amfinin bize duyurduğu mutluluktu Timmons; keşke yalnız bunun için sevseydik onu...”

16 // say ı 16 · 2017 nisan

ANDY


TIMMONS

Andy Timmons: Guitarist, And Writer Of Signature Lyrics

There was something that we knew well even when we were unaware of the existence of a form that was defined as guitar music. An electronic fragment of emotion that almost leaked into our bloodstream from an object that broke in the middle of a song could turn into a sociological weapon to mobilize audiences. A style of those that could declare their own republic became the god of those who could not. Steve Vai, one of the most prominent signatures, found the man who spoke of his own utopian republic in a corner as successful as to become his producer, and reminded us his name again: Andy Timmons, the writer of signature lyrics… Timmons, an American guitarist born in 1963, had reached a point with his technique and legendary style that many of his predecessors or contemporaries could not. Although he played in a variety of styles from blues to country, fusion to jazz and rock, the virtuosity that was revealed so intensely every time no matter what he played made him one of the best of this century. The pop-metal band Danger Danger became an important milestone in his career. Even though the band broke up after touring with the likes of famous bands and musicians such as Kiss and Alice Cooper, Timmons continued his solo career, and shared the same stage on G3 tours with great musicians such as Steve Vai and Joe Satriani. He also had the chance to play with the likes of Ted Nugent, Steve Morse, Eric Johnson, and Mike Stern. Before all these experiences, he studied classical guitar for two years but realized he wanted to continue his career with jazz guitar. In the following period he signed with Epic Records (1988), which would lead to his wide recognition as the lead guitarist of the band Danger Danger. A single sentence underlined in his interviews always stood out: “I keep on learning!” But did we really know what made the real Andy Timmons, other than his very successful résumé? If you ask me, it was the emotion he conveyed in a lean and pure manner that we have not seen in anyone else. In this context, it would be the most honest thing we can do to reveal him as a poet much more than a musician. Analyzing his playing style, which consists solely of sentences, means setting off on a journey into the wholesomeness of meaning among the lines of a poem. What Angelopoulos is to cinema, and Chopin to classical music, Andy Timmons is that and more to the world of guitar. However, apart from this lyrical signature, we also come across moments when he stands apart with his intensely passionate sentences. His “Resolution” album has some of the best examples of this passion. “The Prayer / The Answer” resembles a fairytale conceived for the listeners to create their own Wonderland. In songs like “Beware Dark Days”, and “Ghost Of You”, we see Timmons’ signature lyrics as well as a serious guitar technique. As Timmons’ lyrics take us through a wide range of emotions amid this quality sound that he creates, we encounter the lines of another poem in his narrative every time we listen to them. “September” always presents the lines in a very clear and pure manner, just like Orhan Veli’s “Ayrılış” (Departure). “Cry For You” is reminiscent of Kaptan’s lines in terms of tension, rather like the tune of “Ben Sana Mecburum” (You are my Must). “A Night To Remember” recalls Edgar Allan Poe’s poems, as a scary story drags you the brink of hard-to-believe pleasures, House of Usher suddenly appears in the middle of a solo. The “healing effect” of “Resolution”, like Füruzan’s lines, arises from the ghettoes of a sarcastic sadness. While instrumental electric guitar music and blues elements feed the structure of the lines, he uses the hereditary characteristics of Satriani and the intensively processed melody as seen in Steve Vai. The instrumental electric guitar albums by Greg Howe, Guthrie Govan, and Marco Sfogoli that we later started to see, combined with the blues elements that exist in the codes of the Texas-born Timmons, have also led to an eclectic narrative. While they are inspired by the complex structure of Vai, they also display great resemblance with Satriani in terms of melodic blues lines. In examining the forms of his compositions, we can see that he has progressed with a planned structure just like classical music composers, and in fact for this reason, elements such as measure and rhyme, as a kind of reflection of poetry, appear in the narrative concern. (See a, b, a.) Without knowing how many guitarists with such a powerful poetic narrative we can encounter, it would not be an exaggeration to say that Timmons is a virtuoso of originality, and in Vai’s words, tones. As witness to so many narratives that we have heard in person and with a lean style, and on behalf of the guitar that Ibanez produced in his name, and his own amplifiers, I would like to say this: “Timmons was the happiness that a jam session with a 58 model Fender Strat and an old Marshall amplifier gave us; I wish we could love him for this alone...”

Çizer // Illustrator : Ethem Onur Bilgiç

issue 16 · 2017 aprıl // 17


ECE GÖKALP “Buraya bak, ben bu konuyla ilgili düşünüp uğraşıyorum bir süredir, sen de bunu bir düşün.” “Look here, I am thinking about this topic and working on it for a while now, I think you should think about it too.”

Şener Yılmaz Aslan

Öncelikle kendini biraz tanıtır mısın? Almanya’ya yerleşme kararın nasıl gelişti ve Berlin’de günlük

sener.aslan@gmail.com

yaşamın nasıl devam ediyor? Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Fotoğraf ve Video okudum, bitirme tezim için fotoğraf kuramına ağırlık verdim ve sonrasında teoriyi pratiğime daha çok yansıtabilmek için bir yüksek lisans bölümü aramaya

karar verdim. Birçok okula baktıktan sonra bir arkadaşımın UdK Berlin (Berlin Güzel Sanatlar Üniversitesi) önerisiyle “Art in Context” bölümünü araştırdım ve başvurdum. Dolayısıyla 3 senedir Berlin’deyim ve bölümümden çok memnunum, bana çok şey kattığını düşünüyorum.

Berlin’e geldiğimden beri daha az sosyalleşerek daha çok araştırma, iş üretme yani çalışma odaklı

yaşıyorum aslında. 1 haftadır “Kün” ismini verdiğim yavru bir köpekle evde delirme halindeyim, çok tatlı bir çocuk. Yeni sergi ve projelerle uğraşmanın arasına Kün’ün tuvalet eğitimi girdi mesela.

İşlerine bakılırsa fotoğraf senin için bir ifade aracı olmalı? Fotoğrafı hayatında nasıl konumlandırıyorsun? Açıkçası lisansımın ilk iki senesinde çok katı kurallar ve belli konular

üzerinde çalışmak zorunda olduğumuz için fotoğrafla çok iyi bir başlan-

gıç yapmadım. Ulaşılması gereken sonuçlar üzerineydi eğitimimiz, bu da benim istemsiz bir şekilde başkaldırdığım bir şeye dönüştü. Sonrasında

okulu boş verip kendi istediğim şeylere yoğunlaştığımda, ki fotoğraftan önce illüstrasyon yapıyordum, dolayısıyla bu ikisini birleştirdiğimde

fotoğraf benim için sınırsız bir ifade aracına dönüştü. Herkesin kendini rahat hissettiği araçlar var bence hayatta. Fotoğraf benim kendimi bu anlamda çok rahat hissettiğim

bir araca dönüştü ve o zamandan bu yana fotoğraf üzerine düşünmek, okumak, fotoğraf çekmek, çekmemeye karar

vermek gibi şeyler hayatımın

büyük bir kısmını oluşturuyor.

“Herkesin kendini rahat hissettiği araçlar var bence hayatta. Fotoğraf benim kendimi bu anlamda çok rahat hissettiğim bir araca dönüştü”

Genel olarak fotoğrafı çektikten sonra fiziksel ya da dijital birtakım müdahalelerde bulunmayı ve kurmaca sahneler yaratmayı sevdiğin kadar tamamen belgesel işler de üretiyorsun. Fotoğrafın her alanı ile ilgilendiğini söyleyebilir miyiz? Açıkçası fotoğraf öğrencisiyken doğa fotoğrafı ve belgesel fotoğraf çekmeyeceğime dair kendime bir söz vermiştim. Acayip sıkıcı görünmüşlerdi fakat yıllardır manzara fotoğrafı çekiyorum ve son iki yıldır epey belgesel gibi bir alana kaydım. Tam olarak belgesel denemez sanırım.

Son projelerimde benim için konu ve konuyu bir şekilde izleyiciye anlatabilmek önemli. Daha öncesinde estetik kaygılar daha ağırdı sanırım. NCNBYCBT N M #05

18 // say ı 16 · 2017 nisan

Tabii ki hâlâ kendi estetik algımı yansıtan işler yapmaya çalışıyorum


fakat 2-3 senedir “Buraya bak, ben bu konuyla ilgili düşünüp

Fotoğraflarına yaptığın müdahalelere bakılırsa tasarım

direkt anlatımlı kaygılarım var. O da fotoğrafın neresine

tasarım üretimlerin oluyor mu? Yalnızca sanat üretimi ile

uğraşıyorum bir süredir, sen de bunu bir düşün.” gibi daha

geçmişin de olmalı, fotoğraf dışında da farklı sanat/

düşüyorsa, ben de orasındayım dolayısıyla.

kimsenin geçimini sağlayamadığını varsayarak soruyorum, hayatını nasıl idame ettiriyorsun?

Biraz “Ataerkil Pazarlığımız” isimli projenden bahseder misin? Nasıl çıktı ortaya? 2014’ün yazında bir arkadaşımla otururken bana 18 yaşındayken başından geçen korkunç bir saldırıyı anlatırken

ortaya çıktı aslında. Hâlâ anne babasının bunu bilmediğini söyleyince, konuşmanın geri kalanını kaydetme izni alıp o refleksle projeyi başlatmış oldum. Projede aslında odak-

lanmak istediğim şey gündelik yaşamdaki tacizler, küçümsemeler, zorluklar, yani kadınların artık içselleştirip fark

etmeyebildiği kadar sık yaşanan cinsiyet temelli ayrımcı-

lıklar. İstanbul’da yaşayan 25-35 yaş aralığındaki 13 kadınla

Ben Fotoğraf ve Video Bölümüne girmeden önce illüst-

rasyon yapıyordum, o yüzden hiçbir zaman sadece fotoğraf çeken birisi olmadım. Fakat artık yaptığım çoğu şeyi

kendime saklıyorum. Geçim konusu ise sıkıntılı evet, şu an yüksek lisans yapıyorum mesela ve geçen sene için bir burs kazanmıştım, epey yardımı dokundu. Fakat sanırım iş sat-

manın alternatifi burslar ve fonlar oluyor benim için. Yoksa sektörün kendisiyle ilgilenmiyorum açıkçası. Fotoğrafçı

olarak sektörde var olmaya çalışmaktansa başka bir iş kolu bulup çalışmak daha cazip benim için.

görüşmeler yaptım ve onların görüşmeler sırasında fotoğraf-

Son olarak işleri ile seni etkileyen ve sanatına yön verdiğini

kaç aya paylaşacağım fakat projenin içeriğinin ağırlığından

sinema ve müzik desem aklına hangi isimler gelir?

hâlâ yapmam gereken çok iş var. Projeyle birlikte istediğim

Daha ziyade yazar ismi verebilirim sanırım bu soruya cevap

görülmemiş/utanılmış anıları paylaşmak ve paylaşmanın

ya da uyumadan hemen önce. Carolyn Merchant’ın “Death

larını çektim. Bunları bir sergi ve kitap şeklinde derleyip bir dolayı görüşmelerden sonraki kısmı çok yavaş ilerledi ve

şey bu normalleşmiş ya da başkalarıyla paylaşılmaya gerek verdiği güvenle güçlenmek. Fotoğraftan ziyade içeriği ile ilgili bir proje diyebiliriz.

proje için retorik figürü düşünürken epey yardımcı oldu.

Deniz Kandiyoti’nin “Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar” kitabı “Ataerkil Pazarlığımız“ üzerinde çalışırken ama içinde biraz kaybolmuşken kafamı toparlayan ve nihayetinde

projeye ismini veren bir kitap. Roland Barthes’ın “Camera Lucida”sına sık sık dönüyorum mesela, aynı şekilde Susan

Sontag’ın “On Photography” isimli eserine de. Şimdilerde Barthes’ın “Mythologies”ini okuyorum mesela. Fotoğ-

rafçı olarak da çok ilham veriyor mu emin değilim ama

kütüphanemden çok sevdiğim bir iki fotoğraf kitabı ismi verebilirim. Mark Cohen’in “Dark Kness” kitabını çok beğeniyorum. Aynı şekilde Hanne van der Woude’un

“Vivace” projesi ve kitabı çok başarılı. Charlotte Moth’un farklı bir formatta sunduğu “Serralves” çalışmasına da ara sıra bakmaktan epey keyif alıyorum.

düşündüğün sanatçıları bizimle paylaşır mısın? Ek olarak

olarak. Genelde aklıma bir şeyler okurken geliyor projeler of Nature”ı geçen sene beni çok etkiledi mesela. Aile ve

kadın konusu üzerinden anneannemi ön plana çıkardığım

Bir kadın olarak mesleğini icra ederken çeşitli ayrımcılıklara uğradığını ya da kadın olmandan dolayı zorluklar yaşadığını düşünüyor musun? Açıkçası sanat kısmında olduğum ve fotoğraf sektörüne

çok girmediğim için, çok fazla ayrımcılık yaşamadım. Fakat fotoğrafçıların arasında bir erkekler kulübü durumu olabil-

diği için ben o ortamdaysam “Şimdi Ece kızacak ama.” diye başlayan, benim “feminist” olmamla ilgili kinayeler içeren

anlatılar oluyor zaman zaman. Ben de konu üzerinde bunca araştırma yapmış halimle gülüp geçemiyorum açıkçası, çok cahilce geliyor genelde söylenenler. Ben de üzülüyorum

neden bu konular hakkında cahil olmak hâlâ hiç utanılma-

NCNBYCBT N M #15

NCNBYCBT N M #03

yacak, hatta gurur duyulacak bir şey diye.

issue 16 · 2017 aprıl // 19


“Kün” and the past week has been sort of crazy at home. In addition to new exhibitions and projects, I am trying to house train Kün now.

Looking at your works, photography seems to be a form of expression for you. What is photography’s place in your life? E.G.: Frankly, during the first two years of my undergraduate studies we were required to work with very strict rules

and focus on certain topics, and I did not get off to a good

start with photography. Our education focused on achieving results, and it turned into something that I unknowingly

rebelled against. Afterwards, when I kind of let go of the

school, and concentrated on the things I wanted to do – I was in fact doing illustrations before photography – and

Shores #01

//

“I think there are different tools in life that everybody feels comfortable using. In this sense, photography has become a tool that I feel very comfortable using.”

in a way combined these two,

photography was transformed into an endless form expression for me. I think there

are different tools in life that

everybody feels comfortable

using. In this sense, photog-

raphy has become a tool that

I feel very comfortable using,

and since then things like thinking and reading about pho-

First of all, please tell us a little bit about yourself. How did the decision to settle in Germany come to be and how is

tography, taking pictures, deciding not to take pictures have become a very big part of my life.

day-to-day life in Berlin?

Generally, after you take a shot, as much as you like to

Ece Gökalp: I studied Photography and Video at the Yıldız

tional scenes, photograph, you also produce documentary

photography for my graduation thesis. Then I decided to

of photography?

more on to practice. After checking out many schools, I

E.G.: Actually I had promised myself when I was just a

Berlin (Berlin University of Fine Arts) upon a friend’s sug-

and documentary photos. They seemed to be pretty boring,

been in Berlin for three years now and am very happy with

have shifted to documentary photos in the last two years. I

intervene with an image physically or digitally creating ficTechnical University, and concentrated on the theory of

find a school for my master’s degree to reflect this theory researched the “Art in Context” department at the UdK

gestion, I applied to the school and was accepted. So, I have

my choice, I think it has benefited me immensely.

student of photography that I would not take nature photos but I have been taking pictures of landscape for years and I

guess you would not call them documentary really. In my latest projects the subject and the way I communicated

Since I came to Berlin, I have been socializing less and

doing more research and producing, so I am living a workShores #06

works. Would it be correct to say that you deal in all fields

focused life really. I have a sweet new puppy that I named

the subject to the audience became more important to me.

I think previously the aesthetic concerns weighed more

heavily. Of course, I am still trying to produce works that

reflect my own aesthetic perception but for the last couple

of years I have been more concerned about directly expressing myself, as if to say, “Look here, I am thinking about this topic and working on it for a while now, I think you should

think about it too.” So whatever that falls in a photograph, I

am there too.

What can you tell us about your project “Ataerkil Pazarlığımız” (Our Patriarchal Bargain)? How did it come to be? I was chatting with a friend in the summer of 2014, and I

think it all began to emerge as she recounted the horrible

assault she experienced when she was 18. When she said

that her parents still did not know of the incident, I asked

her permission to record the rest of our conversation, and

I think I started the project as a reflex. What I really want

to focus on in the project is harassments, humiliations, and

challenges in everyday life; in other words, gender-based

discriminations occur so often that women have internalized and are not aware of them anymore. I conducted

interviews with 13 women aged 25-35 living in Istanbul and

photographed them during their interviews. I will compile

and present them in an exhibition and book format in a few

20 // say ı 16 · 2017 nisan

Shores #02

months, but given the nature of the subject, the next phase


of the project after the interviews has progressed very slowly and I still have a lot of work to do. With this project, I want to expose these normalized memories or those that women

were too ashamed / did not feel the need to share with oth-

ers, and to be empowered through such sharing. We can say

that it is a project more about content than its photographs.

another line of work to earn a living than being a photogra-

pher trying to exist in the industry sector.

Finally, would you share with us some of the artists that influence and guide you in your work? In addition, who are some of the artists that come to your mind when I say cinema and music?

When you practice your profession as a woman, do you feel like you are subjected to various discriminations or do you experience challenges for being a woman? To be honest, since I am more on the artistic side and

not really in photography industry, I did not face much

In response to this question, I could mostly give authors’

names. A new project usually begins to take shape in my

mind as I read something or just before I fall asleep. Caro-

lyn Merchant’s “Death of Nature” had a real impact on me

last year for instance. It was very helpful as I thought about

discrimination. But there are times when it is pretty much

the rhetorical figure in the project where my grandmother

I’m there, people can start to say, “Ece won’t like this but…”

Deniz Kandiyoti’s “Cariyeler, Bacılar, Yurttaşlar” (Concu-

research on the subject, I cannot just laugh them off frankly.

my thoughts as I was working on the “Ataerkil Pazarlığımız”

a men’s club situation among the photographers, and when alluding to my being a “feminist”. Having done so much

I also feel sad to see that being ignorant of these issues

can still be something that does not cause shame and even makes one proud.

Looking at how you manipulate your photographs, you must have design past, do you have other art / design productions besides photography? I only ask because I assume that no one can make a living on art production alone, so how do you make a living? Before entering the Photography and Video Department, I was already doing illustrations, so I have never been some-

was in the forefront in a subject about family and women.

bines, Sisters, Citizens) was the book that helped me collect

project but felt rather lost in it, and eventually became the name of the project. I often return to “Camera Lucida” by

Roland Barthes, for example, and similarly to Susan Son-

tag’s “On Photography”. Lately I have been reading Barthes’

“Mythologies”. I am not sure if they can be an inspiration

for a photographer but I can name one or two photography

books from my library I like a lot. I love Mark Cohen’s book

“Dark Knees”, and similarly Hanne van der Woude’s “Vivace” project and book are very successful. From time to time, I

enjoy checking out “Serralves”, a work of Charlotte Moth that she presents in a different format.

one who only takes photos. But now, I keep most of what I

do to myself. And yes, making a living can be problematic; I

am currently studying for my master’s degree, and the scholarship I got last year helped a lot. For me, scholarships and

grants are the alternative to selling my works. Otherwise, I

am not interested in the industry itself. I would rather find

Souvenir #06

Souvenir #04

Souvenir #01

issue 16 · 2017 aprıl // 21


SEDA MİT “Resim yapmasaydım, Sait Faik gibi yazabilmeyi çok isterdim.” “If I did not illustrate, I would have liked to write stories like Sait Faik did.”

Şener Yılmaz Aslan

Kendinden ve çizime başlama serüveninle eğitim sürecinden biraz bahseder misin?

sener.aslan@gmail.com 1989 yılında Mersin’de doğdum. Kocaeli Üniversitesi Grafik Tasarım Bölümü’nden mezun

oldum. Küçük yaşlardan beri birçok çocuk gibi ben de resim yapmayı seviyordum. Daha sonra bu sevgi ve hevesimin geçmediğini, aksine daha çok arttığını görünce bu alana yöneldim.

Genelde kimler için çizim yapıyorsun, düzenli olarak çizdiğin yerler var mı? Çalışma yöntemi olarak nasıl bir yol izliyorsun? İletişim Yayınları’nda çalışıp kitap kapakları için çizimler yapıyorum. Sabitfikir, Notos gibi

dergilere ve çeşitli yayınevlerine de çizimler yapıyorum. Az sayıda da olsa çocuk kitapları için çizimler yapmıştım. Genelde kâğıt üzerine çalışıyorum. Mürekkepli kalem ve akrilikle çalışmayı, bunların dışında yeni malzeme ve teknik denemeyi seviyorum.

Çizimlerinde bolca güçlü kadın figürleri görüyoruz. Kadın olman dışında seni buna iten düşünce nedir tam olarak?

“Gündelik yaşamdaki hikâyelerini sıcak bulduğum için kadınları çizmeyi seviyorum.”

22 // say ı 16 · 2017 nisan

Kadın olmamın dışında temelde politik nedenleri var. Emek sömürüsüne, cinsiyetçiliğe ve şiddete maruz kalan kadınlara çizimlerimle destek olmaya çalışıyor, gündelik yaşamdaki hikâyelerini sıcak bulduğum için kadınları çizmeyi seviyorum.


issue 16 · 2017 aprıl // 23


Nasıl başlıyorsun çizmeye, nereden geliyor ilhanım? Diğer sanat dallarından mı yoksa hiç ummadığın bir yerlerden mi? Var mı ilham aldığın ve paylaşmak istediğin isimler? Gün içinde ilgimi çeken bir olaydan veya o olayın bana çağrıştırdığı şeylerden ilham

alıyorum. Kâğıt, kalemin başına geçip “şunu çizeceğim” diye oturmuyorum hiç. Kendim için yaptığım günlük çizimlerde ilham aldığım şey direkt gündelik yaşamın kendisi.

Durumun kendisini ifade etmeyi, süslemeyi, bazen abartmayı kısacası resim sanatını

kullanarak estetik hale getirip hikâyeleştirmeyi seviyorum. Edebiyat, müzik, sinema bu motivasyonumu canlı tutuyor. Etkilendiğim çok fazla sanatçı var. Resim yapmasaydım, Sait Faik gibi yazabilmeyi çok isterdim.

Kapak tasarımlarınla ilgili süreç nasıl ilerliyor? Kapağını yapacağım kitabı mutlaka okuyorum. Okurken de resmi kafamda tasarlıyo-

rum. Yazarıyla da fikir alışverişinde bulunuyoruz. Biraz zor bir iş fakat epey geliştirici… Sonuçta yaptığınız iş bir edebiyat metnine eşlik edeceği için, resimle metin arasında doku uyuşmazlığı olmaması gerekiyor. Bir taraftan da kendi tarzınızı metnin içine

yedirmeye çalışıyorsunuz. Diğer türlüsü sipariş gibi olurdu. Buna dikkat ediyorum.

24 // say ı 16 · 2017 nisan


How do you get started, where do you draw inspiration from? Does it come from other disciplines of art, or

//

unexpected sources? Are there any figures that inspire you that you can share? I am inspired by events that draw my attention during the

Please tell us a little about yourself, your educational

day or things such events evoke in me. I never sit down with

background and how you ventured into illustration.

a pen and paper, and say, “now I will draw so and so”. In the

I was born in 1989 in Mersin. I graduated from the Graphic

directly life itself. I like to express the situation, to elaborate

Design Department at the Kocaeli University. I loved painting like so many children do from an early age. Later, when

I saw that this love and enthusiasm did not go fade away but rather grew, I decided to take up this discipline.

Who do you usually illustrate for, are there publications you work with regularly? What is the path you follow in

daily illustrations that I do for myself, what inspires me is and even exaggerate at times, in short, to tell a story in an

aesthetic way using the art of illustration. Literature, music,

and cinema all keep this motivation alive. There are so many artists that influence me. If I did not illustrate, I would have liked to write stories like Sait Faik did.

How does the process of designing book covers progress?

illustrating? I work for İletişim Yayınları and illustrate book covers. I also do illustrations for various publishers and magazines such as Sabitfikir and Notos. Even though small in number, I have illustrated some children’s books as well. I generally work

on paper. I like using ink pens and acrylic, and trying new materials and techniques.

We see plenty of strong female figures in their drawings. Except for being a woman, what exactly is the idea that

I definitely read the book whose cover I will design. And

as I read, the design begins to take shape in my head. We

also exchange ideas with the author. It’s rather hard work, but it’s very developmental… Since the end result will

accompany a literary work, there should be no disagree-

ment between the content and the artwork. On the other hand, you are also trying to inject your own style into the

content. Other wise, it would be like commissioned work. I am very particular about it.

leads you to this theme?

“I like illustrating women whose stories I find sincere and warm.“

There are basically political reasons in addi-

tion to my being a woman. I strive to support women who are subjected to exploitation of

labor, sexism and violence in their daily lives

through my illustrations, and I like illustrating

women whose stories I find sincere and warm.

issue 16 · 2017 aprıl // 25


SİYAH BEYAZ GALERİ “Sanatın asıl kurtarıcı tarafı, bizi varlığımızdan şüpheye düşürmesidir.” Faruk Sade “The truly liberating aspect of art is that it make us doubt our existence.” Faruk Sade

Merve Aktaş merveaktas@ersamobilya.com

Ankara denince akla ne çok şey gelir... Ankara bazıları için bir başlangıç noktasıdır. Oradan yola çıkılır, sonra belki tekrar uğranır, belki bir daha yol düşmez. Bazıları için öğrenilen her

şeydir. Bazıları için basitçe İstanbul değildir.

Ankara aynı anda bu kadar çok şey iken, bazıları için iki

renkten ve çok sayıda hayattan ibarettir. Tek bir ömre siyah

çerçeveler içinde sığdırılmış yüzlerce ömür demektir. Sesi şimdi duyulmasa da yankısı hâlâ beyaz duvarları arasında işitilen

kahkahalar, bir sebep uğruna ya da sadece hayatı kutlamak için

minnettarlıkla kaldırılan kadehler, omuzda hissedilen dostların

elleri, sarılmalar ve dahası demektir.

Siyah Beyaz, Kavaklıdere Sokak no3’te kurulduğu günden bu

yana yakın geçmişimize tanıklık etmiş, onu saklamış, korumuş;

sanata ve sanatçısına sahip çıkmış, Ankara’nın ve belki de

Türkiye’nin ilk çağdaş sanat girişimlerinden biri olarak bazıları için çok şey demektir. Peki, bir mekânı bu denli anlamlı kılan

nedir? Bir yer nasıl hafızalardan çıkmaz, hayatın kendisi olur ve yaşanır? Tüm bu telaffuzu zor sorulara Faruk Sade, Fulya Sade,

Sera Sade ve Türkiye’nin önde gelen sanatçı, mimar, akademisyen ve entelektüel ismine değinmeden yanıt vermek zor… Bu

yazı ne kadar yazsak da bitmeyecek öyküsü üzerine, 33. yılında bir saygı duruşu niteliğinde Siyah Beyaz’a atfen yazılmıştır.

Ankara’da Ortadoğu Teknik Üniversitesi mezunu genç mimar Faruk Sade mimarlık eğitimi tamamladıktan sonra yüksek

lisans yapma amacıyla tek kelime Fransızca bilmediği halde

Faruk Sade’nin öğrencilik yılları, ODTÜ, 1978 College years of Faruk Sade, METU, 1987

Güllü Aybar’ın zoruyla Paris’e gitmeye karar verdiğinde tarih

1980’di. Sade’nin Montparnasse Bulvar Raspail No.210’daki apartman ve girişindeki Cafe

Gymnase’da, eski dostu -bugünkü Contemporary Istanbul (CI) Sanat Fuarı Yönetim Kurulu

Başkanı- Ali Güreli’yle geçirdiği bu dönemde Hakkı Anlı, Mübin Orhon, Abidin Dino,

Komet (Gürkan Coşkun), Sinan Bıçakçıoğlu, Mehmet Nâzım, Mehmet İleri, Selim Turan, Utku Varlık ve diğer birçok dost ve sanatçıyla kurduğu samimi bağ, Sade’nin Türkiye’ye döndükten sonra yapacaklarının da temellerini oluşturuyordu.

“Bulvar Raspail 210’a altı apartman ötede başlamaya hazırlandığı yüksek lisans eğitimine bir türlü başlayamadı ve bir galeri açma hayalinin peşine düştü.”

Sade’nin bu arkadaş çevresinde edindiği kültürel ve etik

alışkanlıklar, onda Ankara’da buradaki gibi bir “yuva” hissini yaratma içgüdüsünün uyanmasını sağladı. Kendisi de gale-

ricilik tecrübesine sahip Münevver Andaç ile Paris’te yaptığı

sohbetlerden oldukça etkilenen Sade, Bulvar Raspail 210’a altı

apartman ötede başlamaya hazırlandığı yüksek lisans eğitimine

bir türlü başlayamadı ve bir galeri açma hayalinin peşine düştü.

Paris’te bu amaçla arayışa geçse de kiraların yüksekliği buna izin vermedi fakat Faruk Sade asla vazgeçmedi ve 1982’de Ankara’ya

dönerek burada sanat alanında kök salma kararı verdi. Sade’nin bu kararı almasında o

dönem mimarların sanata gösterdikleri olumlu yaklaşımın rolü de yadsınamaz ki Sade bunu sonradan “bilinçli bir çevre ile işe başlamanın bir avantajı” olarak yorumlayacaktı.

26 // say ı 16 · 2017 nisan


Siyah Beyaz, mülkiyeti Sade ailesine ait binada, Faruk Sade imzalı mimari müdahaleler ile kuruldu. Yapının geçmişi ise

Faruk Sade’nin doğduğu yıl olan 1954’e dayanıyordu. Binanın giriş / bodrum katında bugün bir ön ve arka bahçesi bulunan Siyah Beyaz Bar, diğer üst / birinci katında ise

Siyah Beyaz’a gelen insanlar için bir çıkış yolu olmuş. Exit

değişmeyen bir tavır olarak ezilen insanları temsilen blues türünde müzik yapmış. Faruk Sade’nin “iş konuşulmaz,

felsefe konuşulurdu” sözleriyle tanımladığı bar ilk açıldığı

günden bu yana bu konuda da karakterini korumuş ve rock,

zaman içinde sürekli dönüşen ve genişleyen Siyah Beyaz

caz, blues türlerinden farklı bir müzik türünü çalmaz olmuş.

ilk katında bulunan siyah beyaz şömineden ve o zamanlar

Siyah Beyaz ile ilgili bir diğer önemli not ise kurumun

siyah beyaz fotoğraf koleksiyonundan alır.

Derneği Başkanı Dr. Ahmet Boyacıoğlu’nun yönetmenliğini

Sanat Galerisi yer alıyor. Galeri ve bar isimlerini ise yapının sayısı az da olsa zamanla mekânın duvarlarını kaplayan

Mekâna ismini veren bu koleksiyon, hâlâ Siyah Beyaz’ın

yıllardır misafiri ve Sade’lerin kadim dostu Ankara Sinema yaptığı 2010 yılına ait 92 dakikalık ‘Siyah Beyaz’ sinema

filmi. Başrollerinde Tuncel Kurtiz, Taner Birsel, Derya

giriş katının yani bar alanının duvarlarını sarıyor. Geçen

Alabora, Şevval Sam, Erkan Can, Nejat İşler gibi oyuncula-

yıldızları ağırlayan Siyah Beyaz, aynı zamanda çok sayıda

hayat veriyor. 59. Manheim-Heidelberg Uluslararası Film

yıllar içinde duvarlarında iki bini aşkın dost portresi ve

rın yer aldığı yapımda Faruk Sade karakterine Taner Birsel

gazeteci ve yazarın da uğrak noktası haline gelir. Bu koleksi-

Festivali Jüri Özel Ödülü’ne layık görülen film ile ilgili

dığını da keşfetme imkânı veriyor. Bihrat Mavitan, Hasan

o bara ait olmak var. Zaten Siyah Beyaz da Ankara’ya ait

yon ailenin en eski dostluklarının temellerinin kimlerle atıl-

Bülent Kahraman, Ahmet Boyacıoğlu, Güllü Aybar, Suha

Özkan, Erdağ Aksel, Yılmaz Aysan, Mübin Orhon, Alev

olarak Boyacıoğlu; “Filmin içinde hem Ankaralılık, hem de olmanın bir parçası bence.” diyor.

Ermiş Mavitan, Nevzat Sayın, Mehmet Nâzım, Komet ve

Faruk Sade’nin vazgeçmeyi bir an bile düşünmediği fakat

taşıyan duvarlarda Emre Kongar ve Yekta Güngör Özden

olmayan kahramanı eşi Fulya Sade’dir. Aralarındaki uyum

gelmek mümkün. Sade ailesinin hayatına kısa bir bakış nite-

bunca yıllık başarısı kendisine sorulduğunda “Fulya olma-

Murat Artu gibi sanatçı, tasarımcı ve mimarın fotoğraflarını gibi kıdemli Ankara bürokratlarının fotoğraflarına da denk liği taşıyan koleksiyonda hayatını kaybetmiş olan yüzler ise

mümkün olan en naif şekilde aydınlatılıyor. Nevzat Sayın

“Faruk Sade’nin vazgeçmeyi bir an bile düşünmediği fakat büyük zorluklarla yaşatmayı bildiği hayalinin çok da gizli olmayan kahramanı eşi Fulya Sade.”

bu alan ile ilgili görüşlerini paylaşırken

“Artık aramızda olmayanlar için seçtiği yol, o ruhani ve dünyevi olanın arasındakinin

büyük zorluklarla yaşatmayı bildiği hayalinin çok da gizli

o denli kıymetliydi ki Sade seneler sonra Siyah Beyaz’ın saydı yapamazdım.” diyecekti. Faruk ve Fulya Sade’nin

birbirini tamamlayan karakterleri, doğrudan insanla ilişki

kuran samimi tavırları, Siyah Beyaz’ın açılışından 1 yıl sonra

dünyaya gelen Sera Sade’nin varlığı ve güçlü bir bağla bir-

birine tutunan sayısız dostluklar hiç kuşkusuz Siyah Beyaz’a

sadece bir ışıkla anlatılıyor olması müthiş.

arzu edilen “yuva” hissini taşımıştı.

biçimde. Yani o derin düşüncenin fırlama

Siyah Beyaz bugün Türkiye ve Londra’da tasarım ve sanat

Anlatma biçimi tam Faruk’a yakışacak bir bir biçimde anlatılması tam onun dili.

Belki en karardığın yerde hafifçe aydınlanı-

yorsun.” sözleriyle derin bir okuma sunuyor.

Kuşkusuz ki Siyah Beyaz için bir diğer önemli karar müzikti. Sadık Sağlam (Bass Gitar), Nusret Gürs (Davul) ve Gürbüz

Barlas’tan (Gitar, Vokal) kurulu Exit (Çıkış) isimli yerli

eğitimi almış Sera Sade’nin idaresinde, 33 yıldır olduğu gibi

Kavaklıdere Sokak no3’te hem Faruk & Fulya Sade çiftinin hem Sera Sade’nin sanat çevresinden işleri beyaz duvarları

arasına taşıyor. 2016 yılından bu yana bir eksik oluşları Siyah

Beyaz ailesini varlığa dair şüpheye düşürse de aileye hayat veren sanat hiç kuşkusuz aynı zamanda onun kurtarıcısı olmuştur.

blues / rock üçlüsü yıllar boyunca barda sahne almış ve

issue 16 · 2017 aprıl // 27


//

1982, where he decided to put down his roots in the arts. The role of the positive approach that the architects of the time

adopted for the arts is undeniable in Sade’s decision, which he

would later interpret as “an advantage of starting a business with So much comes to mind when we say Ankara... For some,

Ankara is a departure point. From there you can embark on a

journey, then stop by again or maybe not. For others, it is everything learned. And for some, it is simply not Istanbul.

While Ankara is so much at the

same time, for some it is composed of only two colors and numerous

lives. It means hundreds of lives in

black frames fit into a single lifespan. It means laughter that still echoes

among the white walls although not really heard anymore, glasses raised in gratitude for some reason or just

to toast life, the hands of friends felt on the shoulder, hugs and more. Since the day it opened at

Kavaklıdere Street No. 3, Siyah

Beyaz, which has witnessed the near past, hidden and protected it, took ownership of the arts and artists,

a conscious circle”.

Siyah Beyaz was founded by Faruk Sade in a building owned by the Sade family with his signature architectural interventions. The history of the building dated to 1954, the year Faruk Sade

was born. The building’s ground / basement floor housed Siyah Beyaz Bar with a front and back yard today, while the upper

ground and first floors are home to the continuously transform-

ing and expanding Siyah Beyaz Art Gallery. The gallery and the bar get their names from the black and white fireplace on the

first floor of the building, and the black and white photography collection that lines the walls of the venue, even though they were initially very small in number at the time.

This collection, which the venue is named after, still lines the

walls of the ground floor, or the bar area of Siyah Beyaz. Host-

ing more than two thousand portraits of friends and stars on the walls over the years, Siyah Beyaz also becomes a favorite hangout of a large number of journalists and writers. This collection gives you the opportunity to discover the foundations of the

family’s oldest friendships. Photographs of artists, designers and architects such as Bihrat Mavitan, Hasan Bülent Kahraman,

and become Ankara’s and perhaps Turkey’s first contemporary art

initiative, means so much to some. So, what makes a venue so mean-

ingful? How can a venue is forever etched in memory, becomes life

itself, and lives on? Answering all of

Sera, Fulya ve Faruk Sade, Geneva, 1990

these complicated questions without

naming Faruk Sade, Fulya Sade, Sera Sade, and Turkey’s leading artists, architects, academics and intellectuals is not possible.

This article is dedicated to Siyah Beyaz as a tribute in its 33rd

anniversary, and attempts to tell its story that will never end no matter how much we write about it.

It was 1980 when young architect Faruk Sade, a graduate of

the Middle East Technical University in Ankara, completed

his architectural education, and on Güllü Aybar’s insistence,

decided to pursue his master’s degree in France without speak-

Ahmet Boyacıoğlu, Faruk Sade, Siyah Beyaz, 1994

ing a word of French. In the period when Sade spent his time in an apartment at Boulevard du Montparnasse, Raspail No. 210, and the Cafe Gymnase in the building’s ground floor with his

old friend Ali Güreli, currently the Chairman of the Contem-

porary Istanbul (CI) Art Fair, he established close relationships with numerous artists including Hakkı Anlı, Mübin Orhon, Abidin Dino, Komet (Gürkan Coşkun), Sinan Bıçakçıoğlu,

Mehmet Nâzım, Mehmet İleri, Selim Turan, and Utku Varlık, among others, building the foundations of what he would do upon his return to Turkey.

“Sade was never able to begin his master’s studies, which was only six buildings away from his apartment at Raspail No. 210, but decided to pursue his dream of opening a gallery. ”

The cultural and ethical habits Sade

gained in this circle awakened in him an instinct to create a similar “home”

feeling in Ankara. Sade, who was greatly

influenced by the conversations he had in Paris with Münevver Andaç, who herself had gallery experience, was never able to

begin his master’s studies, which was only six buildings away from his apartment at

Raspail No. 210, but decided to pursue his

dream of opening a gallery. Although he began searching Paris for this purpose, the high rents did not allow this; but Faruk

Sade did not give up on his dream and returned to Ankara in Siyah Beyaz

28 // say ı 16 · 2017 nisan


Ahmet Boyacioglu, Güllü Aybar, Suha Ozkan, Erdağ Aksel,

the film also featured actors Tuncel Kurtiz, Derya Alabora,

Sayın, Mehmet Nazim, Komet and Murat Artu, along with

film that won the Special Jury Award at the 59th Manheim-

Yılmaz Aysan, Mübin Orhon, Alev Ermiş Mavitan, Nevzat

former senior bureaucrats including Yekta Güngör Özden and

Emre Kongar adorn the walls. In the collection that provides a brief look at the life of the Sade family, the faces of those who

have passed away are illuminated as naively as possible. Nevzat Sayın provides a profound interpretation, saying, “The path

Şevval Sam, Erkan Can, and Nejat İşler. Talking about the Heidelberg International Film Festival, Boyacıoğlu says,

“The film is about being of Ankara and also belonging to

that bar. And I believe Siyah Beyaz is a part of belonging to Ankara.”

taken by those who are not with us any more is depicted only

Faruk Sade’s wife Fulya Sade is the not-so-secret heroine

manner. This expression is so Faruk, in a language that narrates

and always knew how to keep alive despite great challenges.

by a light between the spiritual and the worldly in a spectacular the deep sentiment in such a witty style. You are somewhat enlightened perhaps in your darkest place.”

Another important decision for Siyah Beyaz

“Faruk Sade’s wife Fulya Sade is the not-so-secret heroine of the dream he never considered giving up for a moment and always knew how to keep alive despite great challenges.”

was undoubtedly for music. The local blues

/ rock trio Exit, consisting of Sadık Sağlam (bass guitar), Nusret Gürs (drums) and

Gürbüz Barlas (guitar, vocals), has performed at the bar for many years, and offered a way out for people who came to Siyah Beyaz.

of the dream he never considered giving up for a moment Their rapport was so precious that when asked the reason

for the long-lasting success of Siyah Beyaz many years later,

Faruk Sade would say, “If it weren’t for Fulya, I couldn’t have done it.” Faruk and Fulya Sade’s complementary characters, sincere attitudes that established a direct relationship with people, the presence of Sera, their daughter born one year after Siyah Beyaz opened, and countless friendships con-

nected with strong bonds, have no doubt given Siyah Beyaz its much desired “home” feeling.

Exit has been playing blues, representing the

Today managed by Sera Sade, who studied design and arts

Faruk Sade’s words, “we did not talk shop,

Street No. 3 as it has been for the last 33 years, featuring

oppressed, as an unchanging attitude, and in we talked philosophy”, the bar has retained

its character since the very beginning, never

playing a different genre than rock, jazz, and the blues.

Another important note about Siyah Beyaz is the 92-min-

ute, 2010 feature film of the same title directed by Dr. Ahmet

in Turkey and London, Siyah Beyaz is still at Kavaklıdere on its walls the works of artists from both Faruk & Fulya Sade’s and Sera Sade’s art circles. The Siyah Beyaz family

is missing one vital member since 2016, casting a doubt on

its existence and yet art, which gives life to this large family, also continues to be its savior.

Boyacıoğlu, an old friend of the Sade family, long time guest of the establishment, and President of Ankara Cinema Association. With Taner Birsel acting as the Faruk Sade character,

“Kırmızı Yatak”, 2016, Nihat Kemankaşlı

“Sisifos”, 2017, Bahadır Çolak

“Efes”, 1997, Mehmet Nazım

issue 16 · 2017 aprıl // 29


PROJECTS OF BEING Keman Sanatçısı Meriç Fıratlı ile hayata geçirdiği “Projects of Being” oluşumunu ve uyguladığı ses terapisi “Pharmasono”yu konuştuk. We talked about the “Projects of Being” that violinist Meriç Fıratlı launched, and her sound therapy “Pharmasono”.

Damla Yılmaz

Önce biraz sizi tanıyalım.

damla.yilmaz01@gmail.com Müzik eğitimime Kültür Bakanlığı Devlet Çok Sesli Çocuk Korosu’nda başladım. Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuarı keman bölümünü bitirdikten sonra Bilkent Üniversitesi Müzik ve Sahne Sanatları Fakültesi’nde master programımı tamamladım. Birçok ulusal ve

uluslararası konser ve festivallerde görev aldım. Bilkent Senfoni Orkestrası, Ankara Devlet

Opera ve Balesi Orkestrası, Başkent Üniversitesi Akademik Oda Orkestrası gibi çeşitli orkestralarda çalıştım. Şu anda İstanbul Devlet Opera ve Balesi Orkestrası’nda görev yapıyorum.

Tüm bu süreçler sırasında ses terapisi ile ilgilendim. 2015 yılında British Academy of Sound Therapy’ den Grup Ses Terapi Diplomasını aldım ve daha sonra “Projects of Being” yani

“varoluş projeleri” adıyla bu uygulamaları hayata geçirdim. “Projects of Being” büyük bir başlık. Bu başlık altında “Pharmasono” yani ses eczanesi de diyebileceğimiz projeyle iyileştirici ses ve müzik çalışmaları yapıyorum.

“Projects of Being”i biraz açabilir misiniz? Aslında “Projects of Being” hayatta hali hazırda yapmakta

olduğum şeyleri bir rüyamdan esinlenerek sonradan adlandırdığım ve pratik hayatta da güzel karşılık bulan bir isim.

Hepimiz bu dünyada kendimizi var edebilmek ve ifade ede-

bilmek için bulunuyoruz fakat yaşadığımız koşullar genellikle buna müsaade etmiyor. Sağlık problemleri, stres gibi birçok

zorlukla karşı karşıya kalıyoruz. Ses ile bu bağlamda çalışmaya

başladığımda fark ettim ki bu öncelikle benim için bir “kendini gerçekleştirme” projesi. Bununla birlikte bir isim arayışı başladı ve gördüğüm rüyadan esinlenerek bu ismi buldum. Rüyamda “Varoluş Projeleri” adında bir şirketim vardı. Büyük bir ekip gelen insanlara varoluşları için neye ihtiyaçları olduğunu

soruyor ve sonrasında bunu projelendirerek hayata geçirmeye

çalışıyorlardı. Daha sonra “Aslında bu da benim varoluşumun yansıması” diye düşünüp yaptığım işlere “Projects of Being” ismini verdim. Bu yapı var edilmeye değer olduğu düşünülen tüm fikirlerin gerçekleştirilmesi için çabalayan bir yapı

olmayı hedefliyor. Disiplinler arası her fikre yer verilebilir. Yani

Pharmasono gibi çeşitli terapileri ve atölyeleri içinde barındırabilecek bir yapı.

Peki, Pharmosono nedir? Nasıl uyguluyorsunuz? Sesin ve müziğin insan bedeni üzerinde çok etkisi var. Ses bizi

fizyolojik, psikolojik ve nörolojik olarak etkileyen bir uyarandır.

Belirli şekillerde uygulandığında kalp atışının yavaşlaması, stres hormonunun azalması, mutluluk hormonunun salgılanması

ve vücudun aslında kendi kendini düzene sokması için gerekli

zeminin hazırlanmasına yardımcı oluyor. Aynı zamanda işitme soyut bir duyu olduğu için ses-duygu bağlantısı çok çabuk

kuruluyor. Pharmasono sesin iyileştirici bir araç olarak hayatta 30 // say ı 16 · 2017 nisan

kullanılabileceği fikriyle oluşmuş. Genel adıyla ses şifası veya


ses terapisi olarak dünyanın birçok yerinde uygulanıyor. Katılımcılar “aktif ” veya “pasif ” olarak yer alabiliyorlar.

İyileştirici boyutu ön plana çıkan ses ve müzik uygulamaları yapılıyor. Bazen tamamen rahatlama ve meditasyon

üzerine kurulu; katılımcıların yatarak ve dinleyerek ortak

oldukları bir uygulama oluyor, bazen ise teması değişiyor ve enerji yükseltmek üzerine çalışılıyor. Tabi o zaman katılım-

cılar ayakta oluyorlar, işin içine dans ve beden hareketleri de girebiliyor. Bazı seanslarda katılımcıların enstrüman çaldığı

uygulamalar da oluyor. Gruplarla çalıştığımız gibi bireysel de

çalışıyoruz. Bireysel olduğunda daha spesifik konular üzerine

çözümlemeler yapabiliyoruz. Gruplarla ise grup enerjisi oluşturuyoruz, hem kişisel yolculuğumuzu yapıyor hem de kabile yaşantısını tattıran çok keyifli zamanlar geçiriyoruz.

uyumlanacak ve böylelikle çalışmalar daha da derinleşecek. Pharmasono bunun gibi birçok disiplinle birleşebiliyor.

Yaklaşık iki senedir Ziya Azazi’nin uyguladığı “Dervish in Progress” atölyesi ile “Projects of Being”i birleştirdiğimiz

ikili atölyeler gerçekleştiriyoruz. DIP & PROBE atölyesinin sağladığı şey; kişinin derin benliğini ziyaret edebilmesi ve

gerçek potansiyelini görebilmesi oluyor. Bunu günlük hayata

Pharmasono ile başka atölyeler de yapıyor musunuz?

geçirebilmenin yolları da açılmış oluyor. Çabamız, ses ve

Evet, birçok proje var uygulanan ve uygulanacak olan. Örne-

Katılımcılardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

ğin Pharmasono ile bütünleşen yeni “Organic Intelligence” adında bir eğitim programına geçtiğimiz Kasım ayında

başladım. Organic Intelligence; bedensel deneyimleme ile

travma çözümleme ve güçlendirme. Bu iki sistem çok güzel

dönüş ile bedeni, aklı, duyuları, duyguları esnetmek!

Geri bildirimler olumlu oluyor. Yaşanan deneyim; süresi ne kadar uzunsa o kadar derinleşebileceğiniz bir hikaye, kendi hikayeniz. Bazen sadece fiziksel düzeyde kalıyor,

bazen insanlar meditatif hale geçtiklerinde uçsuz bucaksız

“Yaşanan deneyim; süresi ne kadar uzunsa o kadar derinleşebileceğiniz bir hikaye, kendi hikayeniz.”

yolculuklar yapmış oluyorlar. Bazen bir amaç ile giriyorlar içeri. Çözmek istedikleri şeyle

ilgili bir soruyla mesela; cevabını bulmuş olarak çıkabiliyorlar. Ağrı ile gelip atölyeden sonra

ağrısının geçtiğini ifade eden katılımcılarımız

oluyor. Genellikle “Anlatılmaz, yaşanır.” ifadesini kullanıyorlar, bu da bizi çok mutlu ediyor.

Gerçekten merak uyandırıcı! En yakın atölye ne zaman? Yakında iki tane ikili atölyemiz var. İlkini 16-23 Nisan’da

Datça’da, ikincisini 28-30 Nisan’da İstanbul’da gerçekleştireceğiz. Pharmasono seansları sürekli devam ediyor zaten. Okuyucularımız sizi nerelerden takip edebilirler? Facebook’ta “Projects of Being” sayfasından ve “Dervish in

Progress” gruplarına üye olabilir, www.mericfiratli.com, www.

projectsofbeing.com, ve www.ziyaazazi.com adreslerinden takip edebilirler. Ayrıca Pharmasono bireysel veya grup seanslarıyla

ilgili contact@projectsofbeing.com adresinden bize ulaşabilirler.

issue 16 · 2017 aprıl // 31


//

search for a name, and I found it inspired by a dream I had.

In my dream, I had a company called “Projects of Existence” where a large team asked people what they needed for their

existence, and then they tried to bring those needs to life by Tell us a little bit about yourself first. I began my music education with the Ministry of Culture

State Polyphonic Children’s Choir. After graduating from

the violin department at Hacettepe University State Con-

servatory, I earned my master’s degree at Bilkent University School of Music and Performing Arts. I participated in

several concerts and festivals in Turkey and abroad. I played with numerous orchestras including the Bilkent Symphony Orchestra, Ankara State Opera and Ballet Orchestra, and Başkent University Academic Chamber Orchestra. I am currently playing in the Istanbul State Opera and Ballet

Orchestra. During all of these processes I was interested in sound therapy. In 2015, I earned the Group Sound Therapy

Diploma from the British Academy of Sound Therapy, and

later launched “Projects of Being”, which is quite a comprehensive title. With “Pharmasono”, which we can describe as a pharmacy of sounds, I conduct a variety of healing sound and music activities.

Can you elaborate “Projects of Being”? The “Projects of Being” name was inspired by a dream I had

about what I was already doing and it matched the practical aspects of life beautifully. We are all here in this world to be able to exist, and express ourselves, but the conditions we live in generally do not allow it. We are faced with many

challenges such as health issues and stress. When I started working with sound in this context, I realized that this is

primarily a “self-realization” project for me. Then came the

Fotoğraf// Photograph : Ayham Maliso

32 // say ı 16 · 2017 nisan

designing projects. I thought, “actually this is a reflection of

my existence”, and named it the “Projects of Being”. It aims to be a structure that strives to realize all the ideas worth

existing. Any interdisciplinary idea can be included. That is,

a structure that can accommodate a variety of therapies and workshops like Pharmasono.

So, what is Pharmosono? How do you apply it? Sound and music have great impact on the human body.

Sound is a stimulus that affects us physiologically, psycho-

logically and neurologically. When applied in certain ways,

it helps to prepare the grounds to slow down the heartbeat, decrease stress hormone, secrete happiness hormones, and for the body to actually regulate itself. At the same time, hearing is an abstract sense, so the sound-emotion con-

nection is established very quickly. Pharmasono was based

on the idea that sound can be used as a healing tool in life. Sound healing, or sound therapy as it is generally known,

is applied across the world. The participants can be “active” or “passive”. Sound and music with healing properties are

applied. Sometimes it can be totally based on relaxation and meditation; in such cases the participants can join by lying

down and listening, and sometimes the theme changes and we work on elevating the energy levels. Of course, then the

participants are standing, dancing and body movements can be involved. In some sessions participants also play instru-

ments. We hold individual as well as group sessions. When it is individual, we can conduct more analyses of specific


Fotoğraf// Photograph : Koray Akten

issues. On the other hand, with groups, we create a collec-

Sometimes they enter that state with a purpose in mind.

we also have a great time reminiscent of tribal life.

want to solve, they can come out with the answer. We have

tive energy, and while we embark on our personal journeys,

Do you host other workshops with Pharmasono? Yes, there are many ongoing projects, with more to come.

For instance, if they have a question about an issue they

participants who come in feeling pain, and later say that the pain is gone. They usually say, “you should have been there” for the experience, and this makes us very happy.

For instance, last November I launched “Organic Intel-

This is really intriguing! When is the next workshop?

Organic Intelligence is about trauma analysis and empow-

We have two dual workshops soon. The first will be on

will be harmonized beautifully, and will have even more

Datça. Meanwhile, the Pharmasono sessions are offered

ligence”, a new program integrated with Pharmasono.

erment through physical experiencing. These two systems

depth. Pharmasono can combine with many disciplines like this one. For nearly two years, we have been hosting dual

28-30 April in Istanbul, and the second on April 16-23 in all the time.

workshops, combining Ziya Azazi’s “Dervish in Progress”

How do people interested in your work follow you?

allows the participants to visit their deep inner self and see

On Facebook, we have the “Projects of Being” page, and

the practices in everyday life. Our efforts aim to stretch

www.mericfiratli.com, www.projectsofbeing.com, and www.

with “Projects of Being”. The DIP & PROBE workshop

its true potential. And it also opens up ways to implement the body and the mind, as well as the senses and feelings through sounds and whirling movements!

the “Dervish in Progress” groups. They can visit the websites ziyaazazi.com. For individual and group Pharmasono sessions, they can write to: contact@projectsofbeing.com.

How are the participants’ responses?

“The experience is a story, your own story where the longer it takes, the more depth you can go into.”

We get very positive feedbacks. The

experience is a story, your own story where the longer it takes, the more depth you can go into. Sometimes

they just stay on the physical level, and sometimes they take endless journeys when they enter a meditative state.

issue 16 · 2017 aprıl // 33


Fern

designed by

Yeni bir hareket kabiliyeti…

A new movement...

Yaşayan ve her hareketinize uyum sağlayan bir ofis koltuğu… Tüm sırt bölgesini destekleyen ve tasarımın kalbini oluşturan Wave Suspension™ özelliği, yüksek seviye konfor kalitesi ve sağladığı hareket özgürlüğü sayesinde Fern kullanıcısını ergonomik yeniliklerin merkezine davet ediyor. Sonuç ise her kullanıcının ihtiyacına yanıt verebilen yeni nesil bir oturma deneyimi. Daha iyi oturmak, daha iyi çalışmak ve daha iyi hissetmek için Fern sizinle birlikte çalışıyor.

Alive and in tune with your every movement… Fern’s design puts the person at the center with ergonomic innovations that provide total back support thanks to its Wave Suspension ™ system, edgeless comfort, and free movement. The result is a next-generation sitting experience that is distinctively responsive to each person. The chair works with you, not against you so you can sit better, work better, and feel better in today’s changing workplace.

ersamobilya.com

ersamobilya.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.