2
b羹t dergisi ocak say覺s覺
b羹t dergisi ocak say覺s覺
3
büt dergisi
Aylık Kültür-Sanat Online Dergi Editör
Mustafa Doğan Yazı işleri
Müge Gül
Reklam
Handan Aşık
Grafik Tasarım
Mustafa Doğan
Ön ve Arka Kapak
Mustafa Doğan
Sosyal Medya Sorumluları
Handan Aşık Serap Kamacı Emre Ceylan Yazarlar
Emre Ceylan Efe Karasu Müge Gül Handan Aşık Ulya Altıntaş Serap Kamacı Vedat Taşkın www.butdergisi.com www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/ButDergisi Bize ulaşmak için info@butdergisi.com butdergisi@gmail.com
Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.
Editör
Daha Nice Yaşlara -Mustafa DOĞAN-mstf.doqan@gmail.comMerhabalar efendim. Koskoca bir yılı aşkın yayın hayatında bulunduğumuz, azimle özenle çalıştığımız dergimiz Büt Dergisi 1. yaşıyla karşınızda... Dergimizi takip eden tüm okuyucularımıza teşekkür ederiz, birlikte daha nice yaşlara… Bu zamana kadar çok çalışıp sizlere daha iyi yazılar sunmak, güzel fotoğraflar paylaşmak için elimizden gelenin en iyisini yaptığımıza inanıyorum. Büt Dergisi’ni çıkarmak için çok çabaladık, bir çok sorunla karşılaştık ama biz yine de dergiyi çıkarmaya karar kılmıştık. Bu zorlukları aşıp birinci sayıyı çıkardığımız da çok heyecanlıydık tıpkı her sayıyı çıkardığımızda ki heyecan gibi… Zamanın ne çabuk geçtiğini bu yazıyı yazarken anlıyorum. Daha dün gibi hatırlıyorum birinci sayı için yazdığım editör yazısını. Aklımızda tüm arkadaşlarım gibi benimde aklımda acaba bu yolda başarılı bir şekilde ilerleyebilecek miyiz? sorusu vardı. Ama kesinlikle bu yoldan dönmek gibi bir niyetimiz, biz bu işi başaramayız diye de şüphemiz olmadı. Tek korkumuz başarılı şekilde ilerleyip ilerleyemeceğimizdi. Sanırım 1.yaş sayısı da başarılı bir şekilde ilerlediğimizin kanıtı niteliğinde… Dergimizin çıkış serüvenini, ilerleyiş aşamalarını size tekrar tekrar anlatmayacağım. Daha önceki editör yazılarımda bundan sıkça bahsedip zamanınızı almıştım. 1.yaş sayısını çıkardığımız için çok heyecanlı ve mutlu olduğumu tekrar edeyim. Bu mutluluk ve heyecan tıpkı bir yaşına giren çocuğunuz da duyduğunuz heyacan gibi bir şey. Düşünsenize onu büyümesi için her aşamada varsınız… Her şeyinizi ona adamışsınız… Aç kalmışsınız ona yedirmişsiniz… Gece gündüz çalışıp onun en iyi yerlere gelmesi için çok çalışmışsınız… Yani aklınıza gelebilecek her şeyi yapmışsınız… İşte böyle bir şey… Bu mutluluk hiçbir kağıda dökülemez hiçbir parayla değer biçilemez… Dergicilik işi bir ekip işi. Bizde Büt Dergisi olarak çok çalışkan bir ekip ile yayına hazırlanıyoruz. Çok kaliteli bir ekip ile çalışıyoruz. İlk yayından bu yana aramızdan ayrılan ve aramıza katılan arkadaşlar oldu. İlk olarak siz değerli okuyucularımıza teşekkürü bir borç biliyoruz. Aramızdan ayrılan arkadaşlarımız; Kübra Efe, Elif Cengiz, Efe Polat, Büşra İlarslan buradan tekrar bize sağladıkları katkı için teşekkür ediyorum. Yeni katılan arkadaşlarımız ve başından beri beraber olduğumuz arkadaşlarımıza da çok teşekkür ederiyorum. Sizlerin o değerli vaktinizi almamak dileğiyle yazımı burada noktalıyorum. Umarım daha nice sayı ve yaşlarda editör yazısı ve sayılarla buluşmak dileğiyle…. büt dergisi ocak sayısı
5
büt dergisi
Bu Ay Neler var
35-Sıradışı 10
Kütüphane Eskisi gibi popüler olmasa da hala yılda içerisinde milyonlarca kişinin ziyaret ettiği kütüphaneler mevcut dünyada. Teknolojinin gelişmesi ile bilgisayar kullanımı ve daha da önemlisi internet kullanımının yaygınlaşması kütüphanelerin yollarını bizlere unutturdu
9- MASKELER Sinema tarihinde binlerce duygu ve düşünce onları yine bize en iyi aktarabilecek şey olan insan objesi ile anlatılmaya çalışıldı. Ancak bazen öyle şeyler anlatılmak istendi ki hiçbir insan yüzü ve mimiği bunu başaramadı....
6
büt dergisi ocak sayısı
20- Türk Sanat Müziği’ne
Yeni Soluk “Raci Akyar”
Raci Akyar “Leyla Acep Neden Ses Vermiyor Feryadıma” şarkısıyla 1.Alaturka Ses Yarışması’nda birinciliğini aldı. Şu sıralar sahneye çıkarak dinleyicilerle de buluşan genç sanatçı öyle enerjik...
18- Aşkın Platonik Hali
Sezai Karakoç Türk Edebi-
yatı’nın en büyük çınarlarından birisidir, Sezai Karakoç. Şiirleri ve özellikle de şiirlerinin efsanevi hikayeleri ile milyonlarca şiir severi kendine hayran bırakan Sezai Karakoç’tan bahsedeceğim size bu ay ki sayımızda.
8- Sinema’dan Bi’Haber 17- Gündemden Bi’Haber 26- Film Tanıtım 33- Yeni “Kitap”lar 13- Çatal ve Kaşıktan
Heykeller “Yılmaz Emen”
Yemek yerken kullandığımız kaşık ve çatallardan heykel yapılabileceğini hiç düşündünüz mü? Açıkçası ben bu zamana kadar hiç düşünmemiştim, ta ki Yılmaz Emen’i tanıyana kadar. Tanıdıktan sonra kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdim.
29- KIZIL KRALİÇE LİLİTH
Dünyaya gelen her insan, ilk insanın yaratılmasından itibaren başlayan ve kıyamete dek sürecek olan kin ve nefretle dolu bir savaşa “merhaba” diyor. İyinin ve kötünün ezeli rekabetinde iyilerin nereden geldiğini ve neye hizmet ettiğini iyi kötü biliyoruz. Peki ya karanlık taraf ? ? Onların ışıktan yoksun dünyasına göz atarken sizi özel biriyle tanıştırmak istiyorum
31- YALANCI DÜNYA
Gerçeklerin karşısında hayal kurarak yaşamaya devam edenler için yazılmış eski bir romanı sizlerle paylaşacağız bu sayımızda. 1966 yılında kaleme alınmış olmasına rağmen günümüzde hala geçerliliği olan sorunları gerçekçi bir dille romanlaştırmıştır Orhan Kemal…
34- Film Öneri 27- Vizyondaki Filmler
Büt Dergisi’ne duyuru yollayın! Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haberiniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için butdergisi@gmail. com adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu yerimiz yettiğince dergimizde paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz...
Sosyal Hesaplarımız
23- Akdeniz’de Tek Nok-
tadan Hâkimiyet: Mare Nostrum Fenikeliler ve Yunan-
lılar gibi denizci milletler oluşturdukları koloniler ve ticaret ağlarıyla Akdeniz’e yayılmışlardı. Yalnız tam bir hâkimiyetle beraber düzen ortamı oluşturamamışlardır. Çok sesliliğin getirdiği çatışma ortamı ticari ağları baltalıyordu.
İnternet Sayfamız: www.butdergisi.com Facebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisi Twitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisi Pinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisi Tumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.com Google+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi
büt dergisi Aylık Kültür-Sanat Online Dergi
büt dergisi ocak sayısı
7
Sinema’dan Bi’Haber
Şair Çeketli Çocuk’un Hayatı Beyazperde’de Karadenizin kanserden ölen “Şair Çeketli Çocuk”u Kazım Koyuncu’nun hayatı beyazperdeye aktarılıyor. Onur Aydın’ın ‘Yağmur-Kıyamet Çiçeği’ kitabından aynı isimle, yine Onur Aydın tarafından beyazperdeye aktarılacak. Filmde rol alacak oyuncu kadrosu şu şekilde olacak: Filmde Kazım Koyuncu’yu canlandıracak Engin Hepileri’nin yanı sıra, Altan Erkekli, Devrim Saltoğlu, Sevtap Özaltun, Erkan Köstengil, Sait Genay, Settar Tanrıöğen, Hüseyin Avni Danyal, Elena Viunova ve Serap Aksoy da rol alacak. Filmde, Kazım Koyuncu’nun hayatının yanı sıra Çernobil felaketi, Nataşalar ve Trabzonspor’un 1995 - 1996’da şampiyonluğu kaybedişi ve sonrasında şehirde ilan edilen yas da anlatılacak.
Hababam Sınıfı 40. yaşında... Türk sinema tarihinin belki de en önemli komedi filmlerinden olan Hababam Sınıfı 40 yaşında. Her seferinde bıkmadan izlediğimiz, her repliğini neredeyse ezbere bildiğimiz halde tekrar izleyerk güldüğümüz Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz eserinden sinemaya uyarlanan Hababam Sınıfı 40 yaşını kutladı. Filmin oyuncularından Halit Akçatepe, Ahmet Arıman, Tuncay Akça, İstanbul Klasik Otomobilciler Derneği’nin düzenlediği bir organizasyonla bir araya geldi.
İlk filmin 40. yılını pasta keserek kutlayan oyuncuları, uzun zaman sonra bir araya gelerek eski günlerini yad ettiler. Üzerinde Avatar seri filmi oluyor… Hababam Sınıfı oyuncularının birlikte çekilmiş fotoğrafı bulunan pastayı kesen Oscar ödüllü yönetmen James Camer- oyuncular, hayatta olmayan Adile Naşit, on yönetmenliğini yaptığı 2009 yılında Kemal Sunal gibi yıldızları da anmayı unutyayına giren dünya çapında yaklaşık madı
2,8 milyar dolar gişe geliri elde eden “Avatar” filminin devamı geliyor.
Cameron, Avatar’ın devamı niteliğindeki üç filmin 2015’ten itibaren dokuz ay içinde çekileceğini söyledi. İlk filmi Aralık 2016’ya yetiştirmek istediklerini kaydeden Cameron, ikinci filmin 2017, üçüncü filmin ise 2018’de gösterime gireceğini ifade etti. Bu şekilde Avatar’da seri filmler kategorisine giriyor. Avatar’ın devamı olan filmler Yeni Zellanda’da çekilmesi için hazırlıklar başladı. Üç boyutlu çekilecek filmler için bütçenin yüzde 25’ini Yeni Zelanda hükümeti karşılayacak. Avatar, 67. Altın Küre Ödülleri’nde En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerine, 82. Akademi Ödülleri’nde de “En İyi Sanat Yönetmeni”, “En İyi Görüntü Yönetmeni” ve “En İyi Görsel Efekt” dallarında üç ödüle layık görülmüştü. Avatar 1’de oldukça başarılı bir grafik çizen James Cameron, devamı filmlerde de başarılı bir grafik çizeceğinden hiç kuşkumuz yok. Eğer Avatar’ı izlemediyseniz izlemenizi tavsiye ederiz…
8
büt dergisi ocak sayısı
Rıfat Ilgaz’ın unutulmaz eserinden sinemaya uyarlanan Hababam Sınıfı filmlerinin ilki 1974 yılında çekilmişti…
Walker Emekli Ediliyor… Geçtiğimiz aylarda korkunç bir kaza geçirerek aramızdan ayrılan Hızlı ve Öfkeli sinema filmiyle tanına Paul Walker, Hızlı ve Öfkeli 7’deki durumu netleşti. Paul Walker hayatını kaybetmeden önce serinin son filmi olan Fast & Furious 7 filminin çekimlerine katılmış ve birden çok sahneyi tamamlamıştı. Hayatını kaybetmesinin ardından Hızlı ve Öfkeli 7’nin çekimlerine devam edilip edilmeyeceği merak edilirken bir açıklama geldi. Senarist olarak tanınan Chris Morgan geçtiğimiz günlerde film ekibine katılmış ve senaryoyu tekrar elden geçirerek, Hızlı ve Öfkeli filmlerinin en sevilen karakteri Paul Walker’a hak ettiği şekilde veda edilebilinecek.
Sinema
-Müge GÜL-muugegul@gmail.com-
büt dergisi ocak sayısı -büt dergisi ocak sayısı-
99
Sinema tarihinde binlerce duygu ve düşünce → Sinema onları yine bize en iyi aktarabilecek şey olan
insan objesi ile anlatılmaya çalışıldı. Ancak bazen öyle şeyler anlatılmak istendi ki hiçbir insan yüzü ve mimiği bunu başaramadı....
Bunun üzerine gerçek hayatta çevremize karşı kullandığımız maskeler devreye girdi. Kimi karakter bunu içinde ki karanlığı gizlemek, kimisi ise tam tersi içinde ki şiddeti ortaya çıkarmak için kullandı. Ve öyle bir zaman geldi ki sinemada maskeler pek çok karakterin önüne geçerek birer kimlik haline geldi. Bu ay ki yazımda sizlere beyaz perdede kendine farklı bir yer edinen maskeleri hatırlatmak niyetindeyim. Zihninizin en karanlık köşesine korku, şiddet ve en temel içgüdüleri arkasına gizlemiş bir dünyaya; Maskelerin dünyasına hoş geldiniz.
Loki Maskesi; The Mask-Stanley Ipkinss
1994 yılının yaz aylarında tüm dünyayı etkisine alan komedi türünde ki tartışmasız en iyi örneklerden biri olan “Maske” filminde haşır neşir olduğumuz maskedir Loki maskesi. Hemen hemen herkes tarafından hor görülen hatta görülmez olan bankacı Stanley Ipkinss’in her şeyden yorulduğu bir anda karşısına çıkan ve tüm hayatını değiştiren maske oldukça çirkin ve tuhaftır
10
büt dergisi ocak sayısı
aslında. Stanley ve maskesinin arasında ki bağ güçlendikçe olaylarda kızışmaya başlar. Loki maskesini ilk başlarda bilinçsizce kullanan kahramanımız zamanla onu kullanmaktan keyif almış, ancak bir süre sonra bunun kendine yabancılaşmasına mal olduğunu anlamıştır. Maskeyi takan insanın yapabildiği doğaüstü şeyler, her ne kadar başta cazip gelse de zamanla Loki’nin güçlerinin hiçte masum olmadığını görebiliriz.
gibi yetiştirerek İspanyollara korku salmaya karar vermiştir. Antonio Banderas maskesinin altında tutkulu bir aşık, geçmişinden saklanan genç bir adam ama her şeyden önemlisi halkının yanında olan bir savaşçıya dönüşür.
Çığlık Maskesi; Ghostface
1996 yılında Sidney’in hikayesi ile hayatımıza “Kontrolsüz güç güç değildir”i dergiren maskeinden hissettiren bu maske, sinema dir. Küçük ve tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip sıradan bir olmaya devam ederken acaba benim kasabaya muselime geçse neler yapardım demekallat olan bir ten alıkoydurmuyor bizi. seri katilin ardına sakZorro Maskesi; Don Dieago landığı Scream maskesi, o De La Vega kadar popüler oldu ki pek çok insanın dolabında hali hazırda yer alıyor. Tamamen siyah giyinen katilin yüzünde ürkütücü bir beyaz maske olarak hayat bulan koskocaman bir çığlık. Maskenin katille bütünleştiği anlar genellikle kurbanla yüz yüze Zorro, 1919 Yılında Johnston Mcgeldiği zamanlarda ortaya çıkıyor. Culley tarafından yaratılan hayKurbanın son gördüğü şey katilinin ali bir kahramandır. Onu, beyaz içindeki vahşeti gizleyen mimiksiz perdenin büyüleyici sahnesinde ve duygusuz o maske oluyor. Etraf Antonio Banderas ile bütünleşmiş kararırken ve ruhu bedeninden olarak izledik. Aslında Zorro’nun çekilirken son anı kıpkızıl bir nehrin maskesi oldukça klasik bir maskeli balo maskesi gibidir. Burun üstünde ortasında bembeyaz bir çığlık oluveriyor. Maskenin ardındaki içinse biten ve göz çevresini saran siyah sadece dindirdiği bir acı. Ghostmaske aslında çok gizemli bir hava face’yi kullanan her katil için duvermemektedir. Ancak aynı zamanda maske altında parlayan iri kahve rum aynıdır aslında. Kendi ruhunda affedemediği bir lekeyi temizlemek gözlere normalde olduğundan için kan kullanır Ghostface maskesi çok daha fazla bir çekicilik yansıtkatilleri. Kendilerince son derece maktadır. Çekicilikle ortaya çıkan haklı olan bu kişiler için intikam hava birde uzun siyah pelerinle almak istedikleri kişiler ölmeyi hak buluşunca Zorro, hayalleri süsleyetmişlerdir. Avını kovalamaktan en bir kahramana dönüşmektedir. hoşlanan Ghostface, bir hayaletin Beyaz perdeye uyarlanan hikayede ardına saklanıp içindeki çığlıkları Anthony Hopkinsin canlandırdığı Zorro yaşlanmış ve yarım kalan işini kurbanların haykırışları ile bastırmaya çalışan bilince göre hasta tamamlamak için bir hırsızı kendisi
Sinema ancak doğdukları içgüdüye göre gayette normal insanlardır.
Michael Myers’ın Maskesi; Halloween Halloween (Cadılar Bayramı) yine Slasher filmler içerisinde en uzun soluklu serilerden biridir. 1978 yılında vizyona giren filmde henüz 6 yaşında ablasını öldüren Michael Myers’ın, 15 yıl sonra kaldığı hastaneden kaçmasını konu almaktaydı. Yapımcıları arasında 2005 yılında ölen Çağrı filminin yönetmeni Suriye asıllı Mustafa Akkad’ında olduğu filmi John Carpenter gibi bir deha çekince filmin etkisi inanılmaz oldu. İlk cinayetinde erkek arkadaşı ile cinsel ilişki yaşayan kız kardeşini öldüren küçük Michael, bunu yaparken yine kız kardeşinin sevgilisine ait olan bir palyaço maskesi takmıştı. Hastaneden kaçıp kendine başka bir yüz bulan Myers’ın maskesi o kadar donuk ve ifadesizdir ki ona bakarken kanınızın donduğunu hissedebilirsiniz. Michael’in iç dünyasında günah ve cinsellik iç içe geçmiş iki kavram olmaktan bile fazlasıydı. Ablasını cezalandıran Myers içindeki kin ve nedeni belirsiz olan kızgınlığı bitene kadar öldürmeye devam etmiş ve bundan gram pişmanlık duymamıştır. Ancak bir cellat rolüne soyunan bu korkunç kişilik kurbanlarıyla yüzleşmekten kaçmış ve o karanlık dünyasından dışarıya o unutulmaz maske ile bakmıştır. Maskenin ardındakini, kendilerini izleyen 2 dipsiz kuyuyu andıran karanlık oyukların ardına gizleneni
merak edenler ise hiçbir zaman ona yeterince yaklaşamamışlardır. En azından canlı olarak.
Jason’un Hokey Maskesi; 13. Cuma 13. Cuma serisi tam 12 filmden oluşan oldukça büyük hayran kitlesine sahip yüksek tansiyonlu bir seridir. 1986 yılında ilk filmle dikkatleri üzerine çeken serinin şüphesiz en önemli yanı katilimiz Jason’ın taktığı Hokey maskesidir. Henüz küçük bir çocukken yanlışlıkla boğulan Jason Voorhees, insanların anlık hatalarının bedelinin çok ağır olabileceğini gösteren bir katile dönüşür. Seri boyunca katil olduğu bölümleri daha çok benimsense de belli bir yerden sonra cinayetlere sebep olarak biçimlenmiştir Jason. Maskesi son derece ürkütücü olan Voorhess, onu öldüğü güne dek ezen ve dalga geçen insanlardan intikamını çok acı bir şekilde alarak ruhunu huzura kavuşturmaya çalışır. Onu acımasızca incitenler artık basit birer avdan başka bir şey değildir. Merhamet duygusunu maskesinin ardına gömen Jason, kimimizin de merhametine sığınmış garip bir karakterdir. Kim bilir belki de içimizden ona hak verdiğimiz yerde bizimde benzer bir acıyan yaramız olduğundandır bu tuhaf durum. Öyle veya böyle Jason ve maskesi 28 senedir bizimle ve ardına sakladığı yalnızlıkta gizlenmekte.
acağını da bilirsiniz zaten. Onun içindeki vahşet ve bitmek bilmeyen açlık gizlenmek için oldukça güçlüdür. Lecter’ın bu içgüdüsü o kadar merak konusu olmuştur ki onun derinine inen filmler yapılmıştır. Zarif zevkleri olan Hannibal güzel bir akşam yemeğinde sıcak kırmızı şarabın yanında kesinlikle ince dilimlenmiş rosto ve patates değil, iyice marine edilerek hafif pişmiş beyin tercih etmektedir. Sir Anthony Hopkins’in hayat verdiği ve zorla bir maskeye mahkum edilen Hannibal Lecter aslında buna ihtiyaç bile duymayan bir canavardır. O içindeki ile yüzleşmiş ve onunla yaşamaya alışmış delilik ile dehalık arasındaki ince çizgiye sıkışıp kalmış bir karakterdir.
V’nin Maskesi ; V For Vendetta
‘’Bu maskenin altında etten fazlası var. Bu maskenin altında bir fikir var ve fikirler kurşun geçirmez.’’ Repliği ile izleyen hatta izlemeyen on binHannibal Lecter Maskesi/ lerce insanın hafızasında özgürlük Ağızlığı; Kuzuların Sessizliği ile bütünleşen maskedir V’nin maskesi. Beyaz bir zemin üzerinde siyah Seri katiller içerisinde gelmiş geçmiş kaş, bıyık ve sakal ile manidar bir en zeki yamyamlardan biri olan tebessümden oluşan maske, 5 Kasım Hannibal Lecter’ın taktığı maske 1605 yılında düzene karşı devrim belki de listedekiler içinde en farklı yapmak amacı ile İngiliz parlamaske. Öncelikle gizlenmek için mento sarayını havaya uçurmak değil tam tersine diğer insanları isteyen Guy Fawkes’a gönderme ondan korumak amaçlı takılan bir yapıyor. V’nin maskesi ardındaki kişi maske. Dr. Hannibal’ı tanıdıysanız maskenin taşıdığı ideolojinin altınkendini asla bu şekilde saklamayda adeta yok oluyor. Film boyunca büt dergisi ocak sayısı
11
Sinema
maskeyi görüyor adeta onunla sonu özgürlüğe, daimi bir özgürlüğe giden bir yolda yoldaş oluyorsunuz. Maske size fikirlerinizin ve isteklerinizin nasıl göründüğünün değil neyi ifade ettiğinin önemi olduğunu vurguluyor. Sosyal paylaşım sitelerinde önemli günlerde binlerce kişinin profil resmi olan V’nin maskesi; fikirleri söylemek, özgür olana ve hiçbir insan bunun için cezalandırılmayacağa dek bu fikirlerin arkasındaki kadın ve adamların simgesel yüzü olmaya devam edecek gibi görünüyor. Bunu yaparken arkasındaki yüzü git gide eritip yok edene dek. ‘’İnsanlar ölür ancak fikirler asla’’ gerçeği kabul edilinceye dek.
Pennywise; IT Stephan King‘in aynı isimli romanından uyarlanan ve 3 saatlik süresi ile unutulmaz bir film olan ‘’It’’de ki Pennywise bu listede ne arıyor diyebilirsiniz. Ancak Derry’de terör estiren bu yaratık palyaço gibi görünerek küçük çocukları yiyen bir karabasandı. Yani bu korkunç kötülükte palyaço simasını bir maske gibi takınarak emellerine erişiyordu. 1990 yılında benimde içinde bulunduğum pek çok çocuğun korkulu rüyası olan bu İblis’in tek derdi, lezzetli birer yemek olarak gördüğü çocukları yemekti. Bugün hala nerdeyse 30’larını süren bir neslin Koulrofobi ile boğuşmasını sağlayan korkunun zihnimizdeki efendisinin; rengarenk rüyaların
12
büt dergisi ocak sayısı
ardına sakladığı zifiri kabuslardan fırlayan Pennywise bembeyaz yüzü kıpkırmızı burnu ve saçları, bir süre baktığınızda sizi hipnoz eden gözleri ve sahte bir gülücüğün ardına sakladığı sivri dişleriyle herhangi bir yerde karşınıza çıkabilir gibi bir his yaratarak sizi ölümüne rahatsız edebilir. Onun sevimli bir palyaçonun ardına sakladığı kötülük hiçte görmezden gelinebilecek türde bir şey değildir.
Joker; Batman The Dark Knight Yine bana göre bir psikopatın ardına gizlenebileceği en sevimsiz şey kesinlikle şeytani bir palyaço maskesidir. Bu maskenin de listede ki farkı, yüzü boyamak sureti ile yapılmış olmasıdır. Joker Batman’ın en büyük düşmanı ve Gotham Şehri için bir suç makinesidir. Son derece
zeki bir karak-
terdir. Ağzının 2 kenarından yanaklarına doğru olan ve film boyunca nedeni ile ilgili farklı hikayeler dinlediğimiz yaralarını bir palyaço ağzı gibi kırmızı boyayan Joker yüzünün geri kalanını beyaz, göz çevresini ise siyah boyayarak hüzünlü bir pandomimci ile palyaço arası karmaşık biri halini alır. Sürekli böyle gezen Joker dünyada yüz binlerce hayrana sahip kötü bir karakter olarak kendine farklı bir yer edinmiştir. İçindeki şiddeti, acımasızlığı ve umursamazlığı bize doğrudan aktaran karakter aynı zamanda gözü kara biridir. Açıkçası onu izlerken Batman’nin yer yer zayıf kaldığını düşünebilirsiniz. Joker kelimelerle oynamayı seven, sosyopat tanımını son harfine kadar hak eden; kötülerden oluşan bir dünya da liderliğe oynayabilecek acımasız bir adam, görünürde ise hassas ve mutsuz bir palyaço gibidir. Ve işte Maskeler; Karanlık yüzünüzü saklayabileceğiniz bir başlık, incinmekten korktuğunuz zamanlarda siper aldığınız bir kalkan, cesaretsiz zamanlarınız da korunmak için bir mızrak olabilir. Ancak sebep ne olursa olsun kendinize bile yabancılaşmanızı sağlayacak kadar sahte olanların ardında benliğinizi yok ettiğinizi unutmayın ve eğer başarabilirseniz onlardan kurtulmaya bakın.
Yaşamın içinden
-Emre CEYLAN-emreceylan_91@hotmail.combüt dergisi ocak sayısı
13
Yaşamın içinden
→
Yılmaz Emen 1942 Bursa doğumlu. Meslek hayatına sekiz yaşında başlamış. Şuan 72 yaşında olan Emen 63 yılını zanaat ve sanat ile iç içe geçirmiş. ‘Babama okumak istemiyorum’ dedim Meslek hayatına sekiz yaşında küçük bir çocukken başlamış Emen. İlkokul birinci sınıfı bitirdikten sonra babasına okumak istemediğini, çalışmak istediğini söylemiş. Ekonomik durumları da zaten pek iyi değilmiş. Babası da durumu onayladıktan sonra Yılmaz Emen Kayhan Çarşısı’nda kılıç ve bıçak yapan bir ustanın yanında çıraklık yaparak bu zanaata başlamış. Kayıp bir göz… Uzun yıllar çıraklık yapan Emen hiçbir sanat eğitimi almamasına rağmen yıllar geçtikçe zanaatında ustalaşmış. Üzerinde çeşitli simge ve motifleri barındıran kılıçlar ve kamalar yapmış. Hatta o kadar güzel işler çıkarmış ki özel istek üzerine kılıçlar yaptırılıp devlet başkanlarına takdim edilmiş. Daha sonraları ağır metalden heykeller yapmaya başlayan Emen; çeliği döverek, bükerek, ısıtarak çeşitli heykeller yapmış. Bir yandan kılıç yapımına devam eden Emen, uzun yıllar ağır metal çalışmış. Emen, 2000 yılında ise göz tansiyonu nedeniyle bir gözünü kaybediyor. Ancak buna rağmen çalışmaya devam eden
14
büt dergisi ocak sayısı
Emen, doktorların ona artık ağır metal çalışmayı yasaklaması üzerine çalışmalarına ara veriyor. Fakat evde boş boş durmanın kendisine göre olmadığını dile getiriyor, Emen. “Bütün çatal, kaşık, bıçakları odama bırakın” Adını dünyanın çeşitli ülkelerine duyuruşunun öyküsünü Emen şu sözleri ile anlatıyor: “ Uzun yıllar bıçakçılık ve kılıççılık yaptım. Daha sonraları ağır metal çalışmaya başladım. Zanaat ve sanatın değişik dallarında çalışarak soğuk bakılan metale estetik biçimler vererek birçok eserler yaptım. Ancak 2000 yılında göz tansiyonu nedeniyle sağ gözümü kaybettim. Doktorlar
Fotoğraflar: Fatih Yıldırım
Yemek yerken kullandığımız kaşık ve çatallardan heykel yapılabileceğini hiç düşündünüz mü? Açıkçası ben bu zamana kadar hiç düşünmemiştim, ta ki Yılmaz Emen’i tanıyana kadar. Tanıdıktan sonra kendisi ile bir söyleşi gerçekleştirdim. Gelin şimdi çatal ve kaşıklara farklı bir anlam ve boyut kazandırmayı başaran Emen’in hikâyesine birlikte göz atalım.
Yaşamın içinden çalışmamı yasakladılar. Bu sefer bunalıma düştüm. Çünkü çalışmadan duramazdım ben. Benim bir şey bulmam lazım. Kimsenin bilmediği, o zamana kadar yapılmayan bir şey. Bir sene kadar ne yapabilirim diye düşündüm. Bir gece evde otururken birden başımda şimşekler çaktı. Hemen hanıma ‘evde ne kadar çatal, bıçak, kaşık varsa odama getirin ve sizde gidin yatın’ dedim. Gecenin sonunda ise kaşıktan çataldan yaptığım heykeller ortaya çıktı. İlk olarak kaşık, çatal ve bıçaklardan 25-30 figürlük bir müzisyen grubu koleksiyonu yaptım”
oldu, tanındı. Emen’in, “çatal-kaşık”tan olan ilk eserlerini müzisyen figürler oluşturmuş. Daha sonraları Don Kişot koleksiyonunu oluşturmuş. Hatta bu koleksiyonu, Cervantes’in “Don Kişot” adlı eserinin yayınlanmasının 400. yıl dönümünde İspanya’da sergilenmiş.
Dünya çapında kendisine ün getiren bu yolda Emen’in geçtiğimiz günlerde başına gelen ve unutamadığı komikte bir hikâyesi var. Gelin bunu Emen’den dinleyelim: “Geçenlerde bir adam ile karısı buradan geçiO zamana kadar elde etmiş olduğu yormuş. Kadın almış başını hızlı birçok başarı olmasına rağmen, hızlı önden gidiyor, kocası arkadan. Emen dünya çapında ünlü olmasını Adam geriden giderken dükkânın sağlayan süreönündeki heykeller birden dikci bu sözleri ile katini çekmiş kaşıktan, çataldan anlatıyor. Emen heykeller. Seslenmiş hemen karısına ünlü oldu. Türki- ‘Hanım, hanım dur. Bak çatallardan, ye ve dünya onu kaşıklardan neler yapmışlar gel bak.’ biliyor, diyorum. demiş. -Bana arkadaşlar anlatıyor Peki bunu nedtabi bu olayı. Ben o sırada dükkânın en mi diyorum? içindeyim.- Kocası çağırınca kadın Merak ediyor dönmüş geri gelmiş. Kadın dükkânın musunuz? O önüne gelmiş heykelleri görmüş, kozaman hemen casına dönüp ‘ Tühhh Allah kahretsöyleyeyim. mesin çatalları, kaşıkları bozmuşlar. Emen’in hakAdam Bozmuş çatal kaşıkları ne hale kında Türkigetirmişler’ demiş kocasına. Bizim ye’de yapılmış arkadaşlar tabi başlamışlar gülmeye binlerce haber hepsi. Sonra gelip bana anlattılar. ve röportaj buGüldük durduk hep beraber.” lunmakta. Devlet kanalı olan 2005 yılında “Devlet Sanatçısı” TRT tarafından unvanını alan Emen baktığımız Emen’in belgezaman her devrin sanatçısı sayılır. seli yapılmış. Yukarıda da dile getirdiğim üzere Emen dünya Yılmaz Emen’in yaptığı kılıç çalışmabasınında yer ları Türkiye’de olsun yurt dışında buldu. Çünkü o olsun devlet erkânından birçok zamana kadar kişiye hediye edilmiş. Onun bu zamyapılmamış bir ana kadar yapmış olduğu eserlerin şeye imza atmıştı hediye edildiği bazı kişiler şöyle: “ Emen. Önc7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren, 9. esinde yapmış Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, olduğu kılıçları Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve ile dünya liderl- Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, eri ile muhatap İngiltere Kraliçesi II. Elizabeth, eski büt dergisi ocak sayısı
15
Yaşamın içinden kılıcı teslim etmiş. Ancak Charles De Gaulle’nin Bursa programı iptal olmuş ve Gaulle Fransa’ya dönmüş. Bunun üzerine vali tekrardan Emen’i yanına çağırmış. Gaulle’nin Bursa gezisinin iptal olduğunu söylemiş, ne yapacaklarını sormuş. Vali, Emen’e bu kılıcı Fransa’ya Paris’te bulunan Elysee (eli’ze) Sarayına gönderelim demiş. 1969 yılında kılıç oraya gönderilirken Emen paketin içine kendi kartını da koymuş. Kılıç Charles De Gaulle’ye ulaştıktan sonra kendisi Emen’e bir teşekkür mektubu atmış ve Emen’i Fransa’ya davet etmiş. Emen bu nazik davete teşrif etmek üzere hazırlıklarına devam ettiği sürede 1970 yılında Charles De Gaulle evinde ölmüş. Bunun üzerine Emen PTT vasıtasıyABD Başkanı Richard Nixon, eski Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle, eski Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba, eski Libya Kralı İdris Sunusi, eski Ürdün Kralı Hüseyin.”
sergi açmış. 4 tane de karma sergiye katılmış. Eserleri birçok farklı yerde açılan sergilerde satılmış. Ona göre topluma ulaşmamış sanat, sanat değildir. Yapılan eserlerin birileri tarafından alınarak bir yerlerde yaşaması gerekir. Bu yüzden de ‘Sanat toplum içindir’ diyor.
Yılmaz Emen’in mektup arkadaşı öldü Emen’in zanaat ve sanat hayatında onda iz bırakan anılarından birini sizinle paylaşmak istiyorum. Eski Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle Türkiye’yi ziyarete geldiği dönem içerisinde gezi programında Bursa’da yer alıyormuş. Programı öğrenen Bursa Vali’si Emen’i yanına çağırmış ve ‘Bak Fransa Cumhurbaşkanı Charles De Gaulle şehrimize gelecekmiş. Bursa’mızın bıçakçılığı meşhur. Ona bir tane güzel kılıç yap, hediye edelim.’ demiş. Emen o zamanlar 28-29 yaşlarındaymış. Bu teklifi kendisi sevinerek karşılamış. Bütün sanatını, hünerini göstererek başlamış kılıcı yapmaya. Kılıcın üzerine Bursa’nın Yeşil Türbesini, Süleyman Çelebiyi, Hacivat ile Karagözü ve birçok şeyi işlemiş. Birde üzerine ‘Ne Mutlu Türküm Diyene’ yazmış. Türk ve Fransız bayraklarını bir el ile birleştirerek işlemiş. Sonra valiye
16
büt dergisi ocak sayısı
la Elysee Sarayı’na Gaulle’nin eşine baş sağlığı dilemek için bir telgraf çekmiş. Bu telgrafı çekmeye gittiği sırada gazetecilerde onun peşinden gitmiş ve bu olay üzerine bir gazetede ‘mektup arkadaşı öldü’ diye haber yapılmış. Son sergi… Yılmaz Emen şuana kadar 91 kişisel
Uzun bir zamandır sergi açmadığını söyleyen Emen, yeni bir hazırlığının olduğunu dile getirdi. Son bir sergi ile eski yaptığı çalışmaları ve yeni yaptığı çatal-kaşık heykel çalışmalarını bir arada sergileyip, satmayı düşünüyor. Bu son sergisinin ardından ise zanaat ve sanat hayatına son vereceğini söylüyor. Yılmaz Emen son söz olarak şunu diyor: ‘Bugün ölecekmiş gibi ibadet ediyorum. Yarın sergi açacakmış gibi çalışıyorum.’ Yaptığı zanaat ve sanat çalışmaları ile adını dünyaya duyuran Yılmaz Emen’i ve eserlerini görmek isterseniz, Bursa’nın Osmangazi İlçesine bağlı ‘Irgandı Sanat Köprüsü’ne gitmeniz yeterli olacaktır.
Gündemden Bi’Haber Bu Kitaplar Neden Çok Satıyor? Uzmanlar çok satan kitapları inceledi. İncelemeler sonucunda çok satan kitaplarda “ve”, “ancak”, “fakat” gibi bağlaçların sıkça kullanıldığını belirlendi…
Fotoğraf severler “İz”siz kaldı
New York kentindeki Stony Brook Üniversitesi bilgisayar uzmanları, popüler bir kitabın özelliklerini ortaya koyabilmek amacıyla “istatistiksel stilometri” adını verdikleri bir algoritma geliştirdi. Sözcüklerin ve gramerin kullanımını matematiksel olarak irdeleyen teknik, bir kitabın ticari başarı elde edip edemeyeceğini yüzde 84 doğruluk oranıyla öngörebiliyor. Bu oranı da internet kütüphanesi olarak da bilinen “Project Gutenberg” arşivinden klasikleşmiş eserleri yükleyerek inceleyen bilim insanları, basılan bir kitabın çok satmasında ilginçlik, orijinallik, yazım tarzı ve öykünün ilerleyişi gibi bir dizi unsurun yanı sıra şans faktörünün de etkili olduğuna dikkat çekiyorlar. Bu incelemeden ilgiç tespitlerde yapılmış. Tespitlerden bazıları çok satan kitaplarda; “ve”, “ancak”, “fakat” gibi bağlaçların sıkça kullanıldığını tespit edilen ve tabi ticari başarı yakalayan eserlerin aynı zamanda sıfatlar ve isimler açısından da zengin olduğu tespitlerin içinde. Bunun yanında neden kitapların raflarda kaldığını da tespit eden bilim insanları, aşırı derecede fiil ve zarf kullanımını tespit edildi. Ayrıca okur tarafından ilgi gören kitaplarda düşünce süreci betimlenirken rağbet görmeyen kitaplar, çok fazla duygusallık barındırıyor. Araştırmacılar, geliştirdikleri algoritmayı bilim kurgudan şiire birçok alanda uyguladı.
7 Dolara Aldı Değeri 100 Bin çıktı ABD’de bit pazarından 7 dolara satın aldığı tablonun değeri 100 bin dolar çıktı. Tablo Fransız Ressam Renoir’a ait olduğu ortaya çıktı. Genelde ülkemizde sanat eserlerinin çalındığı haberleri çıkar ama bu haber ABD’den. Amerikalı bir öğretmen sırf çerçevesini beğendiği için 7 dolara bir tablo satın aldı. Satın alınan tablo Fransız ressam Renoir’a ait olduğu ortaya çıktı. Tablonun değerinin 100 bin dolar olduğu anlaşılınca devreye mahkeme girdi.
Genel yayın yönetmenliğini Ara Güler’in yaptığı foto-röportaj dergisi İz, maddi imkansızlıklar nedeniyle 49’uncu özel sayısını çıkararak yayın hayatına son verdi. Ara Güler’in izinden gittiklerini belirten derginin koordinatörü Gölnur Cengiz, duygularını şu sözlerle aktardı: “Bize miras kalan tüm parasal zorluklara direnerek. Elimizden geleni cebimizden çıkana ekledik, biraz daha dayandık. Ne yazık, şimdilik sonuna geldik.” İz’in 49’uncu özel sayısında kapak fotoğrafı ‘derginin babası ve direği’ olarak algıladıkları Ara Güler’in siyah-beyaz İstanbul fotoğraflarına ayırıldı. 2006 yılında başlayan iki ayda bir çıkan dergi, fırsatını buldukları ilk andan itibaren virgülü koydukları yerden devam edecekler…
İzlenimcilik akımının öncülerinden Renoir’ın Seine nehri kıyısını resmettiği tablosu, 1951’de Baltimore müzesinden çalınmıştı. He unutmadan tablo, Baltimor’müzesine iade verilecek.
büt dergisi ocak sayısı
17
Portre
Aşkın Platonik Hali
Bölümü hazırlayan:
-Serap Kamacı-serab.5091@gmail.com-
Sezai Karakoç →
Türk Edebiyatı’nın en büyük çınarlarından birisidir, Sezai Karakoç. Şiirleri ve özellikle de şiirlerinin efsanevi hikayeleri ile milyonlarca şiir severi kendine hayran bırakan Sezai Karakoç’tan bahsedeceğim size bu ay ki sayımızda. 18
büt dergisi ocak sayısı
Sezai Karakoç, Diyarbakır’ın Ergani ilçesinde hayata gözlerini açarken takvim yaprakları 22 Ocak 1933 yılını gösteriyordu. Sezai Karakoç’un asıl ismi Ahmet Sezai olan şair, ortaokul eğitimine kadar yaşamını Diyarbakır’da sürdürür. Başarılı bir öğrencilik hayatı geçiren Karakoç, 1944 yılında ise ortaokula başlayacaktır. Ortaokul yıllarında Sezai Karakoç için Diyarbakır’dan ayrılma vakti gelmiştir. Ergani’den ayrılan Karakoç, ortaokul eğitimini tamamlamak için Maraş’a gelir. Burada parasız yatılıda okuyan Karakoç’u ise lise çağında başka bir il beklemektedir. Karakoç yine parasız yatılı liseyi ise Gaziantep’te tamamlar. Üniversite zamanı... Sezai Karakoç için artık üniversite zamanı gelmiştir. Şairin en büyük isteği Felsefe bölümünü okumaktır. Ancak Sezai Karakoç’un babası onun çok daha farklı bir bölümde okumasını, İlahiyat okumasını ister. Bu durum karşısında Sezai Karakoç İstanbul’a gelir. Sezai Karakoç’un tek amacı hay-
Portre alini gerçekleştirmektir. Ancak o, bunu tek başına yapamayacağının farkındadır. Bu yüzden çözüm aramaya başlar ve sonunda Siyasal Bilgiler Bölümü’nün parasız yatılı bölümüne başvurur. Ancak her ihtimale karşı yine felsefe bölümüne kayıt yaptırmıştır. Karakoç sınavda başarılı olur ve Ankara Siyasal Fakültelesi’ni kazanır. Şairin en sevilen şiirleri de bu dönemlerde kaleme alınmaya başlanacaktır. Sezai Karakoç, 4 yaşlarında başlamıştır aslında okumaya. Babasının yardımıyla çok küçük yaşta okumayı söken Karakoç, bu okuma sevdasını yıllar geçtikçe arttırmaya başlar. Lise çağına geldiğinde ise artık şair gerçekten okuma anlamında üst seviyelere ulaşmak üzeredir. Öyle ki hasta yatağında bile sürekli okumaya devam eder. Lise çağında neredeyse Batı Edebiyatı’nın en önemli eserlerini okumuş bir fikri kendisinde oluşturmuştur. Bu dönemden sonra artık yazmaya da başlamıştır şair.
yeni-eski nesil herkesin kesinlikle okuması dinlemesi gerekir. Neden Mona Roza şiiri üzerinde bu kadar duruyorum veya neden Sezai Karakoç deyince aklıma Mona Roza geliyor bilmiyorum ama eminim çoğu insan için böyledir.
Türk Edebiyatı’nın en büyük çınarlarından birisi, Sezai Karakoç
Bilmeyenler için bahsetmek isterim Mona Roza‘nın hikayesinden. Her ne kadar bir kısmının efsane olduğu ortaya çıksa da, kısmen gerçeğe dayanan bir hikayesi var Mona Roza’nın. Mona Roza’nın hikayesi...
Karakoç sahneden indikten sonra teklifini kabul ettiğini söyler ancak bu defa reddeden Sezai olur ve Muazzez intihar eder. Ancak daha sonraları bu kısmın sadece bir efsane olduğu ortaya çıkar. Çünkü Muazzez Akkaya, Amerika’da doktor olan kızıyla beraber yaşamaktadır. Sezai Karakoç ise bu aşkın üzerine bir evlilik yapmamıştır. Sezai Karakoç’un bu büyük aşkı Türk Edebiyat Tarihi’nin en güzel aşk şiirlerinden birinin temelini atmıştır. Yine söylenenlere göre şairin “Ping Pong Masası” şiiri de Muazzez Akkaya’ya ithafen yazılmıştır. Çünkü Muazzez Akkaya aynı zamanda Ping Pong şampiyonudur. Bu ise yıllar sonra ortaya çıkan Muazzez Akkaya’nın kızı Ayşegül Giray’ın açıklamalarıyla ortaya çıkmıştır.
Hikaye göre Sezai Karakoç 1950‘li yıllarda okulun en popüler ve şımarık kızlarından Muazzez Akkaya’ya aşık olmuştur. Muazzezz’in aksine Sezai içine kapanık, çekingen ve çok fazla özgüveni olmayan bir öğrencidir. Sezai, değil Muazzez ile aşk yaşamak onunla arkadaş olmaya bile cesaret edemez. AşkıHer şairin, yazarın, sanatçının insan- na karşılık alamayacağını düşülar üzerinde bir etkisi vardır elbette nen Karakoç, içini en iyi şiirleri ile ki. Sezai Karakoç da duygularını dökebileceğinin farkındadır. İşte bu kağıda döküşüyle etkilemiştir çoğu yüzden duygularını kağıda dökmeye okuyanını. Herkes kendinden, kenbaşlar. di hayatından, kendi aşkından bir Mona Roza şiirinden bir bölüm ; parçacık da olsa his bulmuştur emi- Her şeye rağmen bir gün cesaretini nim. Şairin artık efsaneleşen hikay- toplayan Sezai Karakoç, duygularını Mona Roza, siyah güller, ak güller esi ile bilinen Mona Roza şiiri de Muazzez Akkaya’ya açar. Ancak Geyvenin gülleri ve beyaz yatak bence bunun en önemli örneği. Muazzez, Sezai’nin de düşündüğü Kanadı kırık kuş merhamet ister gibi reddeder Sezai’yi. bu duruAh, senin yüzünden kana batacak 1950’li yılların başında yaşadığı pla- ma içerleyen Sezai Karakoç bu Mona Roza siyah güller, ak güller tonik bir aşkın şiiri olan Mona Roza, defa daha büyük bir aşkla sarılır hiç kuşkusuz Türk Edebiyatı’nın baş kalemine kağıdına. Daha sonra sıra Ulur aya karşı kirli çakallar yapıt şiirlerinden birisidir. Şiirin okuldan mezun olmaya gelir, Sezai Ürkek ürkek bakar tavşanlar dağa içinde ki ahenk, duygu, hüzün aşk Karakoç’un şiir aşkını bilenler onun Mona Roza, bugün bende bir hal var hatta duyabilene nağmesi, derintörende şiir okuması için ısrar ederYağmur iğri iğri düşer toprağa lere götürüyor insanı. Şiiri anlamak, ler. Arkadaşlarını kırmayan Karakoç okumak, dinlemek güzel ama duysahneye çıkar ve Muazzez’in gözlerabilmek gerçekten duyabilmek sanki ine bakarak başlar Mona Roza şiirini şairin anılarına götürüyor insanı. okumaya. Şiirin bitmesiyle beraber Karşılıksız bile sevebilmenin kağıda salonda bir alkış tufanı kopar. Efdökülmüş hali olan bu şiiri bence saneye göre Muazzez Akkaya, Sezai büt dergisi ocak sayısı
19
Röportaj
-Ulya ALTINTAŞ-ulya.marmara@gmail.com -
20
büt dergisi ocak sayısı
Röportaj →
Leylâ acep neden ses vermiyor feryâdıma
müzik vardı ama hayat şartlarım sebebi- yoruluyordum. Hocalarımdan da yle konservatuar kısmet olmadı. müsaade isteyerek ayrıldım.
Kimsesizim bu yerde ben Siz el verin imdâdıma Susmayın bahçeler, bülbüller, goncalar Biz de tam bu kısmı merak ediyoruz Leylâ’dan ne haber… aslında, sizi tanıyanlar bilirler; Türk Sanat Müziği sizin için çok önemRaci Akyar “Leyla Acep Neden li, müziğin hayatınıza girmesi nasıl Ses Vermiyor Feryadıma” şarkısıyla oldu? 1.Alaturka Ses Yarışması’nda birinciliğini aldı. Şu sıralar sahneye çıkarak İlkokulda bile müzik vardı aslında ama dinleyicilerle de buluşan genç sanatçı çalışma hayatına atılmam sebebiyle öyle enerjik ve duygusal ki gözleriyle belki para kazanmanın da etkisiyle şarkılarını yeniden söylüyor gibi. İnbu durum bana cazip geldi. Aileme sanlara karşı dürüst olunduğu sürece de destek oluyordum, çalışmaya orhayatta verilen emeklerin karşılığının taokuldan sonra başlamıştım zaten. mutlaka alındığına inanan Akyar, Türk Müziğimi tahsille birleştirmek benim Müziğinin de gönülden gelen bir nağme olduğunu düşünüyor ve “Söylediğim şarkılarla bir nebze de olsa gönüllere dokunabilmek benim için bu işi vazgeçilmez kılıyor” diyor. Biz de kendisiyle Türk Müziği’nin ruhuna yakışır bir yerde görüştük. İstanbul’da gürültünün uzak olduğu bir yer, insanlar ufak ufak arkadaş gruplarıyla kendi aralarında dertleşiyorlar. Belki de sığındıkları insana yaşadıkları güzel şeyleri anlatıyorlar ya da dertlerine çare aramak için bir tatlı huzur arıyorlar. Kimisi yalnız başına oturmuş uzakiçin çok güzel olurdu ama fırsatım lara dalmış, kimisi kendisini çekiştirip olmadı. Aslında hikayesi şöyle 2006’da duran çocuğuna pamuk şeker almak ablamın nişanında bütün aile ordayken için, uzaklaşan satıcıya sesini duyurçıkıp şarkı söyleyesim geldi. Çıktım maya çalışıyor. Kimileri de almışlar söyledim çok beğenildi ve hoş tebrikler ellerine kahvelerini yudumlarken ılıkça, aldım. Nişandan sonra ablamın kayınboğazdan geçen bir beyaz vapur, sohvalidesi yanıma geldi ve kendi gittiği beti bölen gürültüsüyle gülümseyerek korolardan bahsetti. 2006’da korolara eşlik ediyor onlara. Bu güzel mekan başladım ve bu sırada çok dağıldım eşliğinde sohbetimize başlıyoruz Raci çünkü davetler üzerine çok fazla koroya Akyar ile. katılmaya başladım. Tekstilin yoruculuğu bir yandan, müzik kurslarım bir Raci Akyar’ı tanıyabilir miyiz? yandan bastırınca bedenen yıprandım açıkçası. 1980 İstanbul doğumluyum. Ortaokulu bitirdikten sonra liseyi dışarıdan Bu işe bir çözüm bulmalı dediniz mi? sınavlarla okudum. Uzun yıllar tekstil firmasında çalıştım. Tabii aklımda hep Aynen de öyle söyledim; çünkü çok
İnci Yaman müzik korosuna girmeniz nasıl oldu? 2009’da Ferhat Göçer’in bir programında Bülent Ersoy vardı ve orda İnci Yaman hocamızın oğlu Udi Gürcan Yaman’ı sahneye davet etti ve ona taksim yaptırdı. Programda İnci Yaman’dan övgüyle bahsedilmesi merakımı arttırdı ve araştırıp korosunu bularak hemen mesaj attım. Çalışmalara da yeni başlıyorlarmış o süreçte, hemen dahil oldum. Korolara başlarken bir beklentin var mıydı? Asla bir beklentim olmadı, olmamalı da. Korolar Türk Müziğine gönül vermiş insanların orada eserleri icra etmeye çalışarak güzel zaman geçirmesi için var. Atmosferini paylaşmak da güzeldi. Onun bana verdiği sorumluluklar ve desteği ile kendimi geliştirdim.
İlk yarışmanın 1.si oldum Alaturka Ses Yarışması’nda da 1.oldun nasıl katıldın yarışmaya? Kadıköy Belediyesi’nin düzenlediği ve Radyo Alaturka’nın da bu işin içinde olması beni cezbetti ve yine Sevgili İnci Yaman’a danışarak yarışmaya dahil oldum, çünkü yıllarını bu işe vermiş bir hoca benim yanı başımdaydı. Yarışmada ilk kez düzenleniyordu. İlk yarışmanın 1.si oldum. Hangi şarkıyı seslendirdiniz? Leyla Acep Neden Ses Vermiyor Feryadıma. Tabii şarkı seçiminde de sevgili büt dergisi ocak sayısı
21
Röportaj hocam yardım etti ve şarkıya çalışma sürecinde de hem Bircan hem de Gürcan Yaman hep yanımdaydı. Jüride Amir Ateş, Zekai Tunca, Çiğdem Yarkın ve Yaşar Özay gibi değerli isimler vardı. Söz verilen albüm halen yapılmadı, belli bir tarih verilmiş miydi? Hayır belli bir tarih verilmemişti. Ama 2. yarışma bile sonuçlandı. Çok heyecanlı olduğum için aradım sordum ve albümle ilgilenen firmayla da görüştük. Yapılmayacak denilmedi, şarkılar sunuldu bana da. Ama sunulan şarkılar benim içime sinmedi. Hepsi de çok güzel şarkılardı fakat benim sesim tenör olduğu için sesime giden ve söylemekten mutluluk duyduğum şarkıları okumak isterim. Üstelik böyle bir fırsat bir daha elime geçmeyebilir. En iyisi olsun isterim, tabii ki onlar da en güzelini yapmak arzusundalar. Telif hakkı problemi de var tabii, ama bunları aşabiliriz ve ses rengime de gidecek şarkıları okursam çok güzel şeyler olacağını düşünüyorum.
lerken öyle güzel dinliyorlardı ki bende tabii heyecanlandım ve daha iyi okumaya gayret ettim. Bana çok güzel geri dönüşler yaptılar ve sözleriyle onore ettiler. Bülent Ersoy’un yeni başlayan programında da vokalistlik yaptım ve bunlar benim için artı oldular.
Hiçbir zaman ‘oldum’ dememek gerekiyor Konservatuar okumamanın eksikliğini hissettin mi ya da sana bunun eksikliğini hissettirenler oldu mu ?
Halen düşünürüm okusam ne kadar güzel olur diye. Ben bir şeylere başladım artık okul olmasın diye bir düşüncem asla olmadı. Açıkçası eksikliğini çok yaşamadım belki de bu alandaki yeteneklerimi sürekli kullanmaya gayret ettiğimden dolayıdır. Zaten uzun zamandır gittiğim kurslarla da kendimi geliştirdim. Konservatuar okuyan insanlar da koro çalışmalarına katılıyor zaten. Ben şunu çok iyi biliyorum ki hiçbir zaman ‘oldum’ Türk Sanat Müziği Sanatçıları’ndan dememek gerekiyor. Oldum dediğiniz size destek olan ve fikirlerini alıp mut- an da bir şeyler bitiyor zaten ve kendilu olduğunuz sanatçılar var mı ? nizle ilgili geliştirmeniz gereken şeyleri de sonlandırmaya başlıyorsunuz. İş Ahmet Özhan 2.yarışmada jüri üyesiartık ego tatminine gidiyor, maalesef ydi. Bende oraya solist olarak katıldım. böyle insanlarla da çok karşılaştım, Amir Ateş ve Ahmet Özhan beni dinben başarılıyım demiyorum ama takdir ediliyorum ve buna rağmen saygı göremediğim insanlar da var. Okumuş insanlardan destek görememek beni çok üzdü. Alaturka yarışmasına okullu olmadığım halde katılıp kazanmak belki de bazı insanlarca hoş karşılanmadı hak etmediğimi düşündüler, eleştiriler olacak tabii. Ama okul bazı insanların önüne ego olarak çıktı. Sizi dinleyenler sizin iyi niyetinizi anlıyorlar ve ben bu yarışmayla şansımı denedim, seslendirdim ve beğenildi. Ayrıca okullu olacaksın şartı olamadığı için katıldım. Kimseye kırgın değilim ben şarkıları gönülden okuyorum. Herkesin duyduğu kadar. Etiler Nihavend’de sahne almaya başladınız, nasıl geçiyor?
22
büt dergisi ocak sayısı
Sahne de Türk Müziği söylemek benim için önemli. Sırf beni dinlemek için oraya gelen dostlarım arkadaşlarım var. İlk kez dinleyip sonra yeniden gelen insanlar var. Bu durumlar beni çok mutlu ediyor. Bertan Üsküdarlı hocamın katkılarıyla zaten daha önce de bir sahne deneyimim olmuştu. Buraya da Ümit Yanç hanım sayesinde dahil oldum. İnsanlar sonuçta şarkılar dinleyip eğlenmek için geliyor ve beğendiklerinde de eleştirdiklerinde de ben samimiyetlerine inanıyorum. Müzik adına planlarınız nasıl, gelecek günler de neler planlıyorsunuz? Projeler kafamda yeni yeni oluşuyor. Önceden kendime moral vermeye çalışıyordum, çok sevdiğim için kırılmamak adına olursa olur diyordum ama güzel gelişmeler yaşadıkça geleceğe dair umutlarım da arttı. Hayaldi gerçek oldu. İnsanların beklentilerine yönelik olmak da benim için önemli. Bir hayalim var tabii o da bir orkestrayla halka açık bir konser vermek. Yani daha fazla insana şarkılarımızı seslendirmek ve bu enerjimi mutlu olduğum işe kullanmak çok güzel olur. Annenizi de sormak istiyorum, sizin için önemli olduğunu biliyoruz onun desteği neler hissettiriyor? Annem beni dinlediği zaman duygularım bambaşka oluyor. Annelerin duyguları çocuklarla aynıdır. 4 kardeşiz, babam rahmetli olduktan sonra 6 yıldır biz bize mutlu olmaya çalışıyoruz. Annem de merak içerisinde, yeni gelişmeler oldukça o benden çok heyecanlanıyor. Kırılmamı istemiyor, bu işi çok severek yaptığımı biliyor ve hayal kırıklığına uğramamdan korkuyor. Onun hayır duaları da çok önemli benim için, duasını almadan bir yere gitmem. Sahnede onunla göz göze gelmemeye çalışıyorum; çünkü çok duygusal ve hemen ağlamaya başlıyor. Buruklukta hissediyor çünkü daha önce destek olsaydık da daha farklı yerlerde olsaydın diyor. Nasip kısmet meselesi tabii başlangıçlar bu şekilde olacakmış.
Tarih
Bölümü hazırlayan:
-Vedat TAŞKIN-vdttskn@gmail.com-
Akdeniz’de Tek Noktadan Hâkimiyet:
Mare Nostrum* Fenikeliler ve Yunanlılar gibi denizci milletler oluşturdukları koloniler ve ticaret ağlarıyla Akdeniz’e yayılmışlardı. Yalnız tam bir hâkimiyetle beraber düzen ortamı oluşturamamışlardır. Çok sesliliğin getirdiği çatışma ortamı ticari ağları baltalıyordu. Akdeniz’de bu çok sesliliğe son verecek olan güç Tiber Nehri kıyılarından yükselen Roma olacaktır. Peki, Roma nasıl doğdu ve Eski Dünya’nın kalbini nasıl kontrol altına aldı? → Büyük Gücün Doğuşuna İşaretler Romalılar kendilerini Vergilius’un yazdığı efsanevi Troyalı Aineias’ı anlatan Aeneis
Destanı ile Troya’ya dayandırmaktadırlar. Aineias’a geleceği konusunda sık sık işaretler verilmiştir. Bu işaretlerde ise Roma’nın belirtilmek istendiğini görmekteyiz. Bunların bazılarını ele alırsak; Homeros İlyada’da Aineias ile Akhilleus savaş alanında karşı karşıya iken; Tanrı Poseidon’un ağzından “güçlü Aineias kral olacak Troyalılara, kral olacak çocuklarının çocukları.” ( XX. Bölüm 305-308 ) Aineias önderliğinde Troyalılar kendilerine yeni yurt bulmak için Delos Adası’ndaki Apollo Kâhinine danışmışlardır. Kahin onlara “kadim ananı ara,
* Romalıların Akdeniz için kullandıkları ve “Bizim Deniz” anlamına gelen terim.
orada yaşayacak Aineias soyu, bütün diğer milletleri dize getirecek.”Bu söz üzerine Aineias’ın babası Ankhises atalarının Girit’ten geldiğini anımsatmasıyla Girit’e yöneldiler. Yalnız Aineias’a rüyasında Troya soyunun asıl kurucusu Dardanos’un ilk göç yerinin Hesperia ( İtalya ) olduğu söylenmiştir. Yolculukları esnasında yakalandıkları fırtına sonucu Aineiasve yoldaşları Kartaca’ya sürüklenmiştir. Burada Aineias ve Kartaca Kraliçesi Dido arasındaki duygusal yakınlık aylarca hoş vakit geçirmelerini sağlamıştır. Bunun Aineias’ın yazgısına ters düştüğünü gören Jüpiter, ona Mercurius’la bir mesaj göndererek; yüce alın yazısını hatırlayıp yolculuğa devam etmesini buyurdu. Aineias’ın yolculuğa çıkması ise Dido’yu çok üzmüştür. Kraliçe dayanamayıp kendini yakmıştır. Bu ise Kartaca’da Roma için çıkan ilk yangın olmuştur. Aineias, Troya istilasından kaçanlara önder olup yeni yurt aramaya başlamıştır. Bu doğrultuda Thracia, Delos, Girit, Kartaca gibi yerleri içine alan serüvenler yaşamıştır. Tüm bunların sonunda Tiber Nehri büt dergisi ocak sayısı
23
Tarih kıyısında Alba Longa’yı kurmayı başararak Roma’nın kaderinde kendi üzerine düşeni yerine getirmiştir. Kuruluş Kuruluşu MÖ 753 yılı olarak kabul görülen Roma’nın ilk adımlarında olduğu gibi kuruluşunda da ilahi temellendirmeye dayanan bir oluşumu vardır. Rhea Silvia uyurken Savaş Tanrısı Mars’ın tecavüzüne uğrar. Rüyasında ise Silvia kendisini Troya’da görür. Saç tokasını düşürdüğü yerden tıpa tıp aynı iki ağaç biter. Ağaçlardan biri tüm dünyaya gölge vermeye yetecek yüksekliğe ve kalınlığa erişir. Silvia uyandığında ise Romulus ve Remus’a gebe olduğunun farkına varır. Çocuklar dünyaya geldiğinde ise Numitor’u darbe ile tahttan indiren Amulius, onları bir tehdit olarak görmüştür. Bu yüzden Rhea Silvia’yı hapse atıp, çocukları da Tiber Nehri kıyısına bırakır. Burada bir dişi kurt çocukları emzirir. Bir süre sonra çocukları fark eden çoban Faustulus onları alıp büyütmüştür. Büyüyen kardeşler ise darbeci kral Amulius’un yerine eski kral Numitor’un tahta geçmesini sağladılar. Bunun karşılığında büyüdükleri tepelerde Roma şehrini kurmayı başarmışlardır. Tek Güç Olma Serüveni Zamanla etkileşimlerle gelişip güçlenmiş olan şehir; ilk olarak Krallık ile yönetilmiştir. Daha sonra Cumhuriyet yönetimine ( MÖ 509-508 ) geçilmiştir. Roma güç kazandıkça savaşarak yayılmış ve yayıldıkça önüne geçilmez bir güç haline gelmiştir. Zamanla İtalya’da üstünlüğünü kurmuştur. Onların bu güçlenişi, bölgede etkin güç olan Kartaca ile karşı karşıya gelmelerine neden olacaktır. Sicilya’yı kontrol altına almak isteyen Kartaca ile Roma arasında ilk savaş burası için patlak vermiştir. Roma karada, Kartaca ise denizde daha güçlüydü. Birinci Kartaca Savaşı olarak adlandırılan bu savaşı Roma kazanmayı başarmıştır. Böylece Sicilya, Roma’nın İtalya dışında elde ettiği ilk toprak parçasıydı ve burası bir Praetor ( vali ) idaresinde eyalet yapıldı. İkinci Pön Savaşı’nda ise Kartaca’nın faal olduğu İspanya’da yeniden güçlenmeye başlaması ve Roma’nın bu duruma çıkarları gereği engel olmak istemesi iki tarafı tekrar tutuşturmuştur. Kartacalı ünlü
24
büt dergisi ocak sayısı
komutan Hannibal ordusunu Alplerden geçirerek Kuzey İtalya’ya girmiştir. Burada karşısına çıkan roma ordularını yenmeyi başarmıştır. Daha sonra Hannibal ülkesine geri dönmüştür. Roma onur kırıcı duruma cevap vermek için saldırıya geçmiştir. Cornelius Scipo komutasındaki Roma ordusu, önce Kartacalıları İspanya’dan atmış daha sonra Afrika’ya ayak basarak Kartaca’nın kalbine doğru ilerlemiştir. Kartaca yakınlarında Hannibal’i yenilgiye uğratan Roma, zaferi kazanmıştır. Savaşlar sonunda Roma, Batı ve Orta Akdeniz egemenliğini eline geçirmişti. Bir süre sonra Kartaca ile üçüncü savaş patlak verdi. Bu savaşla Kartaca devleti tarihe karışmıştır. Doğu Akdeniz’de ise Hellenistik Krallıkların varlığını görmekteyiz. Büyük İskender, Pers İmparatorluğu’na son verdikten sonra, ele geçirdiği yerlerde siyasi örgütlenmeyi yapmadan ve olgun bir varis bırakmadan ölmüştür. Ölümünden sonra imparatorluğu parçalandı; bunun sonucunda eski küçük idari birimler geri gelmedi; İskender’in generallerinin yönettiği büyük krallıklar ortaya çıktı. Antik Çağ tarihinin “Hellenistik Çağ” olarak adlandırılan ve İskender’in ölümünden sonra üç yüz yıl devam eden bundan sonraki bölümü, ihtiraslı ve hayatları boyunca büyük orduları yönetecek tecrübe kazanmış bu kişilerin, imparatorluğu bölerek birbirleriyle- daha sonra ardıllarının kendi arasında- ellerindeki toprakları tutmak ya da genişletmek için yaptıkları amansız savaşların hikâyesidir. Rekabetleri Roma’nın bütün topraklarını tek tek fethetmesine kadar sürmüştür.
savaşını Makedon Krallığı kazanmıştır. Roma, Balkanlardaki bir kısım topraklarından vazgeçmiştir. Makedon Krallığı yayılmacı bir politika izleyerek Trakya, Ege Adaları ve Anadolu’ya saldırıları, bölgedeki Pergamon ve Rhodos gibi krallıkların, Roma’dan yardım istemesine sebep olmuştur. Bu talebe olumlu yaklaşan Roma, Makedon Krallığına savaş açmıştır. Savaşı Roma orduları kazanarak Makedon krallığını barışa zorlamıştır. Roma, bu zaferden sonra Yunanistan ve Anadolu’daki kontrol altına almaya başlamıştır. Bu durum Makedon Krallığı ve Roma’yı üçüncü kez karşı karşıya getirmiştir. Bu karşılaşma sonucunda Makedonya, Roma eyaleti yapılmıştır. İskender vassallarından ikinci sırada ömrü itibariyle merkezi Suriye ve Mezopotamya olan Seleukoslar sülalesini görebiliriz. Roma’nın etkisi doğuya doğru yayılır iken, Hellenistik Krallıklardan Seleukos Krallığı Anadolu’nun batısına doğru yayılmayı hedeflemiştir. Bu durum Seleukos Krallığı ile Roma’yı karşı karşıya getirmiştir. Seleukos Kralı III. Antiokhos Yunanistan’a davet üzerine çıkartma yapmış; Roma ise bu duruma kayıtsız kalmayarak savaş açmıştır. Yapılan savaşta Romalılar üstün gelmiştir. Sonrasında Anadolu’ya çekilen III. Antiokhos’u takip eden Roma ordusu; Manisa yakınlarında, düşmanını bir kez daha yenmiştir. Bu mağlubiyetler sonucunda Suriye’ye sıkışan Seleukoslar MÖ 63 yılında tarih sahnesinden Romalılarca silinmişlerdir.
Seleukoslarında devre dışı kalmasının ardından Büyük İskender’in generallerinin sülalelerince yönetilen krallıklardan Yarım düzine ya da daha fazla rakibin sadece Mısır’da hüküm süren Ptolekatıldığı ve yirmi yıl süren savaşlar somaioslar kalmıştı. “Boğa Enseli”, çenesi nucunda, sürekliliğini koruyan sülaleler çıkıntılı Ptolemaios, İskender’in fethettiği kurmayı başaran üç kişi kaldı: Yaşlı, “tek en zengin ülke olan Mısır’ı gözüne kesgözlü” Antigonos ve zeki oğlu Demetrios, tirdi, ele geçirdi ve ailesini tahta başarıyla bir süre İskender İmparatorluğunun aslan varis yaptı. Ptolemaios’un sülalesi büyük payını elinde tuttu; fakat onların soyundan Hellenistik sülalelerin en uzun ömürlüsü gelenler, yani Antigonoslar sonunda sadece olmuştur ve MÖ 30’da Roma ordularının Makedonya ve Yunanistan’ın bazı kısımları Kleopatra’yı kuşatması ve onun da göğsüne ile yetinmek zorunda kaldı. Antigonoslar engerek yılanı tutarak intihar etmesi soRoma’nın kazanımlarından ve Balkanlarnucunda egemenliğin Roma’ya geçmesine da ilerlemelerinde rahatsız olmuşlardır. kadar sürmüştür. Roma, Makedon Krallığına karşı, Yunanistan ve Anadolu’da kendisine mütteSon Ptolemaios hükümdarı Kleopatra, fikler bulmuştur. Yalnız birinci Makedon ülkesini eski gücüne ulaştırmak için çeşitli
Tanrı Apollon ve Musalarını, yani ilham perilerini, tasvir eden bu heykel topluluğu Miletos antik kentindeki Faustina Hamamları’nda bulunmuştur
Tarih
entrikalara başvurmuştur. Bu doğrultuda Julius Caesar ve ardından Marcus Antonius’u kullanmaya kalkıştı. Yalnız bu durum onun ülkesini Roma’nın etkisine ve ilgi odağına çekmiştir. Özellikle Marcus Antonius ve Octavianus arasındaki mücadele de Kleopatra’nın Marcus ile beraber hareket etmesi; Actium Savaşı ve Octavianus’un Mısır’a çıkartma yapmasıyla devam etmiş ve Mısır’ın Roma eyaleti olmasıyla son bulmuştur. ( MÖ 30 ) Rotalar Roma’ya Çıkar Mısır’ın da Roma sınırlarına dâhil olmasıyla Akdeniz bir iç deniz durumuna gelmiştir. İlk defa bir devlet Akdeniz’de tek hâkim olmayı başarıyordu.
teknik literatüre sahip olan Kartacalıların geniş çapta tarım yaptığı bu bölgenin zengin bir tahıl ve yağ potansiyeli vardır. Daha sonra MÖ 30’da Kleopatra’nın ölümü üzerine, Eski Ahit döneminde bile tahıl bolluğuyla özdeşleştirilen Mısır, Roma imparatorlarının soydan gelme mirasının neredeyse bir parçası haline geldi. Roma, İskenderiye, Kuzey Afrika ve İspanya’dan gelen ticaret yolları aracılığı başta olmak üzere, denizden gelen ürünlerle beslenmekte ve varlığını sürdürmüştür. Ta ki bu durum kavimler göçünün etkisi ve içteki bozulmalar oluncaya kadar değişmeden devam etmiştir. Akdeniz’in Güvenliği
Roma’nın denizlerde rakiplerin varlığına Akdeniz’de siyasi hâkimiyeti sağlayan hoşgörüsüzlüğü, MÖ 3. yüzyılda Birinci Roma’nın, çıkarları gereği buradaki tiPön Savaşı sırasında kurduğuna benzer carete müdahale etmesine neden olacaktır. büyüklükte bir savaş donanmasını MÖ 2. Bunu: Augustus zamanında Roma kenti ve ve 1. yüzyıllarda da sürdürmesi sonucunu çevresindeki yöre anlaşıldığı kadarıyla en doğurmadı. Bunun yerine Güney İtaz bir milyonluk ve belki daha yüksek bir alya’nın Yunan devletler arasındaki denizci nüfusu barındırıyordu. Yerel kaynaklar bu bağlaşıkların ve Lucullus ve Pompeius gibi kadar çok insanın geçimini sağlamaya yekomutanlarca yürütülen Doğu seferlerinde terli değildi. Önemli bir fazlalığın olduğu de Ege ve Levant’taki bağlaşıkların, yani her yerden muazzam miktarda tahıl, yağ ve Doğu’nun geleneksel denizci devletlerinin şarap ithaline gerek vardı ve böyle yerlerin gemilerine dayanma yoluna gitti. Bizzat çoğu Güney Akdeniz’deydi. Birinci Pön Roma’ya ait deniz filolarının yokluğu ve Savaşı tarih boyunca Akdeniz’in geleneksel denizlerde bir tür kolluk görevini yerine tahıl depolarından biri olan Sicilya’nın MÖ getirmiş olan Rodos’un gücünün kırılması 241’de Roma denetimine girmesini sağladı. gibi keyfi Roma politikaları, korsanlığın İkinci Pön Savaşı’yla buna MÖ 200’de İsgittikçe güçlenmesini getirdi. Güney Anpanya’nın güney ve doğu kesimleri, asayadolu’daki Kilikya’da bulunan ana korsan işin sağlanması halinde özellikle zeytinüslerini dağıtmaya yönelik Roma çabaları yağında büyük tarımsal fazla verebilecek gevşek ya da yetersiz olduğundan, korbir bölge katıldı. Üçüncü Pön Savaşı MÖ sanlık MÖ 1. yüzyılda bir tehdit kaynağı 146’da Kartaca devletinin asıl yurdu olan haline geldi. Tiber Nehri’nin ağzında, Afrika’yı kazandırdı; agronomi üzerine Roma’ya yalnızca 20 km uzaklıkta olan sonradan Latinceye çevrilen eksiksiz bir Ostia gibi bir İtalyan limanı bile MÖ 87’de
korsanların saldırısına uğradı. Roma’nın kaldırabileceği bir durum değildi bu. Akdeniz’i korsanlardan temizlemesi için, Pompeius’a MÖ 67’de kapsamlı özel yetkiler tanındı. Pompeius bu görevi altmış gün içinde yerine getirdi. Korsanlık tamamen ortadan kalkmasa da, izleyen dört yüz yıl boyunca Akdeniz’de bir daha önemli bir boyuta varmadı. Korsanlarında etkisiz hale getirilmesi siyasi hâkimiyeti pekiştirmiştir. Böylece deniz güvenliği sağlamlaştırılmış ve gemilerin rahatça seyir alacağı ortam oluşturulmuştur. Bu durum ticarette atılıma da sebep olacaktır. Bunların yanında Romalıların Akdeniz için Mare Nostrum ( Bizim Deniz ) diyecekleri durum ortaya çıkmıştır. Bu terimin kullanılması Roma’nın Akdeniz’deki hâkimiyetinin açıkça göstermiştir. Rhea Silvia’nın rüyasında ya da kehanetlerde belirtildiği gibi Roma büyük bir güç olmuş; Eski Dünya’nın kalbi Akdeniz havzasını bayrağının gölgesinde bırakmayı başarmıştır. Roma İmparatorluğu’nun azametini ve edebiliğini yücelten Livius’un yazdığı tarih ( Romulus ve Remus kardeşlerin Roma’yı kurmasından Caesarlara kadar ) ve Vergilius’un yazdığı Aeneis Destanı gibi eserler, Romalıların efsanelere pragmatik bakışını ortaya koyar. Bu eserler Roma Devleti’ni ayakta tutmak, coğrafi ve kültürel yayılımını meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Böylece Roma, geniş coğrafyalara yayılmış siyasi egemenliğinde halkları kontrol ederken, birçok krallık ve imparatorluk gibi kendini ilahi seçilmiş olarak kabul ettirme yoluna gitmiştir. Bu da yönetiminin uzun vadeli ve kabullenici olmasına katkı sağlamıştır. büt dergisi ocak sayısı
25
Film Tanıtım
ŞEYTAN GEÇİDİ Vizyon Tarihi: 06 Eylül 2013 Yapım: ABD, Rusya, İngiltere Yönetmen: Renny Harlin Oyuncular: Gemma Atkinson, Richard Reid, Matt Stokoe, Luke Albright, Holly Goss Tür: Gerilim Süre: 100 dakika Senaryo: Vikram Weet Filmin Konusu:
→ 28
Ocak 1959 günü 10 genç dağcı 15 günlük eğlenceli bir yolculuk yapmak için Ural dağlarına seyahat etmeye başladı. Yury Yudin, ani bir rahatsızlık nedeni ile gruptan ayrılmak zorunda kaldı. Böylece tecrübeli dağcı Igor Dyatlov önderliğindeki ekip 9 kişiyle yola devam etti. 2 şubat akşam üstüne kadar her şey yolunda görünüyordu. Ekip ormanlık alandan 1,5 km uzağa Holat Syahl tepesine kamp kurdular. Dyatlov, yolculuk başında 12 şubat gibi durumlarını bildiren bir telgraf çekeceğini söylediğinden ne aileler ne de arkadaşları onların durumundan endişe etmedi. Ne var ki 20 şubat gününden itibaren herkes 9 genç dağcıyı bulmak için seferber oldu. Bilir kişilerden oluşan ilk grup gençlere ulaştığında takvimler 26 şubatı gösteriyordu. Tam bir vahşetin ortasına düşen insanlar gördüklerine
26
büt dergisi ocak sayısı
inanamıyorlardı. İçerden parçalanarak açılan çadırlar, arkada bırakılan ayakkabılar, kampın yakınında olan ancak ormanlık alana doğru aniden yok olan çıplak ayak izleri...
Gişe Başarı Notu: Hasılat: 97.222,0 TL Toplam İzleyici: 8.571 Vizyonda Kaldığı Hafta: 6 Hafta
dair bir kanıt bulunamadı. Yani içten olmuştu. Ayrıca cesetler üzerinde yüksek oranda radyasyona rastlanıldı. Araştırmalar her ne kadar derinleştirilse de akıl almaz olay aydınlatılamadı. İlk cesetlere ulaşıldıktan O sıralarda olanlardan 50 sonra 5 kişinin(Georgy km uzaklıkta başka bir grup Krivonischenko-24, Yury gökyüzünde turuncu ışıklar Doroshenko-21, Igor Dyatgördükleri ile ilgili rapor lov-23, Zina Kolmogoroverdiler. Bazı askerlerinde va-22,Rustem Slobodin-23) gökyüzünde hızla hareket hipothermiden öldüğü aneden küreler gördüğünü laşıldı. Ancak toprak yerine söylemesi üzerine hızla üstü kara gömülü 4 kişi bulunkapanan dosya 1990’a kadar duğunda bunların travmetik tozlu raflara kaldırıldı. Yazar ölümler yaşadığına kanaat Anatoly Guschin kaybolan getirildi. 24 yaşındaki Thive bir şekilde yok edilmiş beaux-Brignollel başına albazı doküman ve raporlar dığı bir darbe sonucu kafatası olduğunu kanıtlayınca ‘’Sırkırılmış şekilde bulundu. lar Dokuz Hayata Maloldu’’ Ludmila Dubinina’nın dili isimli bir kitap yazdı. Onun kopmuştu. Alexander Zolotezine göre tüm bu olanların taryov ve adaşı Alexander sebebi o sırada Rus hükümeti Kolevatov’un gögüs kafesler- tarafından yürütülen gizli inde kırıklar vardı. Ancak bir silah denemesiydi. Ve bu yine olayın ilginç yanı 4 insanların tek suçu yanlış zametre kar altından çıkartılan manda yanlış yerde olmaktı. cesetlerin dışlarında bu darbelerin neden olduğuna Olay hala çözülemedi. Sin-
ema yaşanmış hikayelerden beslendiğinde tahta kurusunun ısırdığı yeri terk etmesinden sonra neden olduğu sancı gibi bir acı etkisi yaratabiliyor zihinlerde. Hikaye ne kadar gerçek ve sıra dışı ise rahatsız edici boyutu da o derece fazla oluyor. Buna bağlı başarı oranı da tabii. Yapımcılar Renny Harlin ve Sergei Bespalov geçmişe gömülen bu hikayeyi 55 sene sonra yönetmen koltuğunda yine Renny Harlin ile beyazperdeye taşıyor. Film bu konuyu takıntı haline getirmiş 2 arkadaşın yanlarına 3 kişi daha alarak olayın olduğu yere Dyatlov Geçidine olan yolculuklarını ele alıyor. Başrolde Gemma Atkinson’u izliyoruz ki kendisini 13 Hrs’tan hatırlayanlar bilir, hiç de boş bir oyuncu değildir. İngiliz asıllı oyuncu beyaz
Film Tanıtım teni, renkli gözleri ve sempatik tavırları ile oldukça ilgi çekici bir hal alıyor. Ona eşlik edenlerden Richard Reid’te İngiliz bir oyuncu. 1984 doğumlu yakışıklı aktör daha pek çok projede rol alacağa benziyor. Tiyatro kökeni de olan oyuncu, 2001 yılından beri sanat camiasının içinde. Onu pek çok kişi ülkemizde “İyi Günde Kötü Günde” ismiyle gösterilen 2011 yapımı Dermot Mulroney filminde “Lan” rolüyle sevdi. Aktör 2014 yılında vizyona girmesi beklenen filmi (Haunted) ile sinemaseverlerin karşısında olacak. Luke Albright ise yine yönetmen Renny Harlin’in “Savaşın 5 Günü” filminde Andy Garcia, Val Kilmer ve Heather Graham gibi usta oyuncularla kamera karşısına geçmiştir. Oyuncunun ayrıca Senaryo ve yapımcılığını Gary Cairns ile paylaştığı Monumental isminde bir filmi de bulunmaktadır.
Şeytan Geçidi filiminden bir kare...
Filmin yönetmen ve yapımcı
koltuğunda yılların tecrübesini konuşturan Renny Harlin’i görüyoruz. Bu filmi izlemeniz için başlı başına bir sebep olmaya yetiyor da artıyor bile. Usta yönetmenle benim ilk tanışmam 1993 yılında sinemada izlediğim “Dağcı/ Cliffhanger” ile olmuştu. O zamanlar 11 yaşında bir çocuk için karlarla kaplı bir dağda, jilet gibi keskin halatın ucunda bir adamın elinden kayan o kadının görüntüsü son derece travmatik olabilecekken benim için heyecan vericiydi. Film o kadar güzeldi ki 110 dakika boyunca kimse konuşmamış, sadece bazı sahnelerde insanlar istem dışı tepkiler vermişlerdi. 54 yaşındaki yönetmen ilk filmi ‘’Born American’’ ile beyazperdeye sağlam bir girişin ardından, 1988 yılında korku filmlerin kültlerinden biri olan “Elm Sokağında Kabus 4”te hem oyuncu hem yönetmen olarak yer almıştı. Ses getiren filmleri içinde aksiyon filmlerinin bir zamanlar vazgeçilmez ismi Bruce Willis’in oynadığı “Zor Ölüm 2”, köpekbalıklarından korkanları son derece zeki ve kurnaz yaratıklarla yüz yüze getirdiği “Mavi Korku”, Şeytan’ın dünyasına göz kırptığı “Exorcist; The Beginning” gibi örnekleri sayabilirken aksiyon ve dram türünde dizi dünyasına fark katan “Graceland” sayılabilir. Blair Cadısı, Rec serisi gibi el kamerası ile çekilen filmleri çok sevmesem de Şeytan Geçidi’nde bu pek de rahatsız etmedi beni. Ama siz hiç gelemem diyorsanız tercih edeceğiniz
bir film olmadığını söyleyebilirim. Film mekan olarak karlı tepeler kullandığından benim çok hoşuma gitti. Sizde soğuk kış günlerinden, adeta beyaz kadife bir örtü gibi yeryüzünü kaplayan kardan ve ıssızlıktan zevk alıyorsanız, filmin atmosferinden hoşlanacağınızı düşünüyorum. Yer yer gereksiz diyalogları olduğunu düşündüren filmde hemen hemen 70-75 dakika boyunca çok da hareket göremiyoruz. Ancak son 25-30 dakika boyunca film oldukça hız kazanıyor. Özellikle final bölümü oldukça şaşırtıcı ve sürpriz olan film bu yönü ile göz dolduruyor. Çözülemeyen bu garip olayı geçmişteki farklı bir olaya bağlayan film bu konuda çok da yetersiz kalmamış. Farklı bakış açısını ve ele alışını sevdiğimi söyleyebilirim. En azından olabilirliğini düşünüyor ve bir fikir olarak olasılıklar içine alabiliyorsunuz. Film rüyasının peşinden giden bir kadının bu tutkusunun onu ölümün eşiğine getirmesiyle bazen bunun zarar verebileceği anlamını çıkarmanızı sağlıyor. Film bittikten sonra da dünyanın en güvenli yerinin eviniz olduğunu düşündüren Şeytan Geçidi bir kez daha kendinizi sorgulamanızı sağlıyor. Sakin bir gece, sıcak bir kahve eşliğinde tarihin bu gizemli ve sarsıcı olayına farklı bir bakış atmak isterseniz “Şeytan Geçidi” sizi bekliyor olacak. İyi seyirler...
Vizyondakiler Komedi Sağ Salim 2; Sil Baştan Korku Paranormal Activity; İşaretliler Tarih Yunus Emre; Aşkın Sesi Dram Çocuk Pozu Gloria Ferah Feza Animasyon Karlar Ülkesi Müzikal /Dram Sen Şarkılarını söyle Suç Düzenbaz
Vizyona Girecekler Dram Kırık Çember Şöhret Tepesi Geçmiş Aksiyon Jack Ryan;Gölge Ajan Uzak Çığlık Korku Şeytanın Günü Animasyon Köfte yağmuru 2 Büyüler Evi; Sihirbaz Kedi Biyografi 12 Yıllık Esaret Bilimkurgu/Fantastik Frankenstein; Ölümsüzlerin Savaşı Komedi Eyvah Eyvah 3
büt dergisi ocak sayısı
27
Mitoloji
Bölümü hazırlayan:
-Müge GÜL-muugegul@gmail.com-
KIZIL KRALİÇE
LİLİTH → Allah(cc) uçsuz bucaksız cennetinde nefes alsın diye tüm Dünyaya gelen her insan, ilk insanın yaratılmasından itibaren başlayan ve kıyamete dek sürecek olan kin ve nefretle dolu bir savaşa “merhaba” diyor. İyinin ve kötünün ezeli rekabetinde iyilerin nereden geldiğini ve neye hizmet ettiğini iyi kötü biliyoruz. Peki ya karanlık taraf ? Onların ışıktan yoksun dünyasına göz atarken sizi özel biriyle tanıştırmak istiyorum “Lilith”. Şeytani cinlerin ve canavarların annesi. Kızıl Kraliçe…
28
büt dergisi ocak sayısı
meleklerden üstün kıldığı Adem’i yarattı. Bir parça balçığı şekillendirip ona ruhundan üfledi. Kaburgasından ona eşi Havva’yı yarattı. Böylece sonsuzluk boyunca adem asla sıkılmayacak ve yalnız kalmayacaktı. Tüm meleklerden Adem’e secde etmelerini istedi. Şeytan hariç hepsi emre uydu. Allah şeytanı melek olmaktan çıkarttı. Onu edebi rahmetinden ve altında ırmaklar akan cennetinden kovdu. O da zaman istedi. Ve kıyamet gününe dek dünyadaki son insana kadar onları ayartacağına, onları cayır cayır yanan cehennemi doldurmak için kullanacağına ant içti. İşte vesveselerin karanlık kralı böyle doğdu. Hikaye buraya kadar hemen hemen 3 kutsal dinde de böyle kabul gördü. İkisinin resmi olmayan kaynakları hariç Musevilik ve ondan etkilenen Hıristiyanlık. Yahudilerin kutsal kitabında sözü edilmese de pek çok eski Musevi kaynağında Tevrat’ın 1.Bab’ında Adem ile birlikte bir dişi yaratıldığı yazar. 2.Bab’da ise Adem’in kaburgasından yaratılan Havva(Eva)dan bahseder. Adem ve Lilith Lilith’in hikayesi taa Mezopotamya’nın lanetli toprakları Babil’e kadar gider. Peki Lilith Adem ile birlikte cennette yaratıldıysa niçin canavarların annesi olmuştur?Hikayeye göre;
Mitoloji Lilith ilk kadın olarak Adem ile birlikte yaratılmıştır. Uzun dalgalı güneş kızılı gür saçları, kehribardan zümrüte çalan gözleri, bembeyaz teni, zarif kıvrımları ile Lilith baştan çıkarıcı bir kadındı. Adem ile olan beraberliğinde ters giden bir şeyler vardı. İkisi de eşit olarak yaratılmıştı ancak Adem cinsel birliktelik sırasında sürekli üstte olmak istiyor ve içgüdüsel olarak onu tarlası gibi görüyordu. Lilith bundan çok rahatsız oluyordu. Cennetteki kavgaları o derece sesli hale gelmişti ki Lilith artık buna bir son vermesi gerektiğine inandı. Bir gün yaratıcının yasaklı isimlerinden birini söyleyerek cennetten kaçtı. Yolu şaşıran ilk insan olan Lilith şeytan ile karşılaştı. Cehennemde kendine geçici bir krallık kuran iblis ile birlikte olan Lilith, uyuşturulmuş sahte bir mutluluğun kollarında sarhoş olurken Şeytan ve ona tapan kötü niyetli cinlerle girdiği münasebetlerden çocuklar doğurmaya başladı. Sonunda kimse onu malı gibi görüp üstünlük taslamıyordu. Lilith arzuladığı tüm şehvet ve doyuma ulaşmanın verdiği hazla adeta akmayan zamanın içine hapsolmuştu. Ancak Adem çok mutsuz ve ümitsizdi. Lilith’i her şeyden daha çok özlüyordu. İçinde garip anlam veremediği duygular onu yoruyordu. Lilith’in yokluğundan bitap düşen Adem, sonunda Allah’a yalvardı. Onu cennete yanına yollaması için dualar etti. Adem’in yakarışları o derece içtendi ki Yaradan sonunda dayanamayarak 3 meleğini Lilith’i cennete getirmesi için görevlendirdi. Semangelof, Senoy ve Sansenoy aldıkları emirle Lilith ve çocuklarının olduğu yere gitti.
Lilith Lanetleniyor...
üstlük birde lanet yarattı insanlar üzerine. Öyle ki her hamile kadın Ona Yaradan’ın emrini söylediler onun düşmanıydı artık. Bebekler ancak Lilith hiçte misafir perver bir doğar doğmaz ilk haftasına erkek tavır sergilemedi. Bir daha asla cen- çocuklarını, ikinci haftadan sonra da nete Adem’in yanına dönmeyecekız çocuklarını alacağına dair yemğini, olduğu yerde inler etti. (Kızıldeniz Bebeklerin ciğerlerini sökeceğini söyleyen Lilith, günümüze kadar bu korkunç lanetin eli kanlı faili oldu. Anadolu kültüründe ortaya çıkıyor Bu hikaye o kadar yayıldı ki Anadolu kültürü de bundan oldukça etkilendi. En az batı dünyası kadar korkunç efsaneler ile dolu olan Anadolu korku hikayelerinde Lilith, sadece anlatılan korkunç bir hikayeden fazlasına insanların bebekleri ve lohusa anneleri korumak için yaptıkları ritüellere dönüştü. Loğusa bir kadının mezarının 40 gün boyunca onu açık beklediğine inanılır Anadolu’da. Ve “al karısı” denilen bir kadından bahsedilir. Sümerlerden beri ortaya çıkan bu inanış en az Lilith kadar korkunç bir katile dayanır.
olduğu düşünülür) mutlu olduğunu söyledi. Çocuklarını bırakamayacağını söyleyen Lilith, Allah’ın gazabına uğradı. Emrine itaat etmeyen günahkar kadını sonsuza dek çocuklarının öldürülmesine mahkum etti. Ancak isyankar Lilith kararından vazgeçmediği gibi üstüne
Lohusa anne ve bebeği 40 gün boyunca yalnız bırakılmaz. Mutlaka evde birileri olmalıdır. Gece ışıklar söndürülmez. Akşam ezanından sonra 40’ından küçük çocuk dışarıda gezdirilmez. Yine aynı zamana dek çocuğun yıkanan kıyafetleri ipte bırakılmaz. büt dergisi ocak sayısı
29
Mitoloji Anne ile bebeğin yattığı odaya Kur’an-ı Kerim konulur. Ayrıca yine lohusanın başucuna bıçak veya makas konulur. Annenin başına kırmızı kurdele bağlanır. Tüm bunlar anne ve bebeğini akşam ezanından sonra sabah ezanına kadar herhangi bir zaman diliminde ama genellikle gecenin geç saatlerinde yeni doğmuş bebekli evleri ziyaret ettiğine inanılan Al Karısı’ndan korumak için yapılır. Yahudiler de bebek doğan evin kapısına çember çizer ve defol Lilith yazarak masumları korumaya çalışırlardı. Tıpkı bizim gibi demirden makaslar koyarlardı annelerin baş ucuna çünkü bu şeytani canavarın demirden korktuğuna inanılırdı. İlginç bir hikaye
evine ulaştığında hala titriyormuş. Olaydan 2 gün sonra uyandığında bebeğinin sesini duymayan anneannem yanına gidip uyuyup uyumadığını kontrol etmek istemiş. Ancak bebeği pusetinin içinde ters dönmüş bir şekilde (ayaklarının olması gereken yerde başı varmış) bulmuş. Ağızından kan gelmiş olan bebek çoktan melek olup uçmuş. Henüz 37 günlük bir bebeğin o arabanın içinde nasıl hareket ettiği hala bir sırken, ölümü otopsi yapılmadan doğal sebep olarak işlenmiş raporlara. Anneannem kalan ömrü boyunca o geceyi asla unutmadı. Yukarda belirttiğim gibi 40’ını doldurmayan bir çocuğu dışarı çıkardığı için mi olmuştu bu ölüm? Buraya kadar normal, hatta alakası yok belki diyebilirsiniz. Peki ya size Lilith’in simgesinin baykuş olduğu söylersem bu sizi şaşırtabilir mi? Onun bazı zamanlarda bir baykuş olarak tasvir edilmesi yoksa ilginç bir rastlantıdan mı ibarettir.
Al Karısı içinde çok çeşitli hikayeler anlatılır. Ancak benim size anlatacağım hikaye oldukça farklı. Sanat’ta Çünkü bu hikaye şimdi yaşasaydı 57 yasında olacak olan dayım hakkınLilith dizi dünyasının fenomenlerinda. den olan ve dünyada milyonlarca 1957 yılının temmuz ayında doğan güzeller güzeli bir bebekmiş Onur Dayım. Anneannem her gittiği yerde çocuğu ile ilgili övgü dolu sözler duyar bundan da çok hoşnut olurmuş. 35 günlükken bir gece misafirlikten dönüyorlarmış. Gündüzleri ışıl ışıl parlayan caddeler gecenin 12’sinde oldukça ürkütücü bir sessizliğe ve karanlığa teslim oluyormuş. Siyah, günümüz için tam bir klasik olan puseti hızla süren anneannem birden bir baykuşu fark etmiş. Pusetin üzerinde çember çizen kuş birkaç kez dönüp karanlıkta kaybolmuş. İçi ürperen genç kadın
30
büt dergisi ocak sayısı
takipçisi olan Supernaturel dizisinde bir sezona konu olmuştur. Sam ve Dean kardeşler cehennemin kapısını açmak için uğraşan Lilith ile mücadele etmiş. Ancak Lilith kurnazlığı ile onları kandırmayı başararak istediğini elde etmiştir. Ayrıca bir müzik grubu ile kadınsal hakları koruyan bir dergiye de isim kaynağı olmuştur. Lilith tutkuları ardına giden bir kadından çok daha fazla şey ifade ediyor. İlk günahkar insan olan kızıl kraliçe öyle veya böyle sonsuz bir karanlığa hırsları yüzünden teslim oluyor. Peki ya Havva? Denilir ki Adem o derece üzgündür ki Allah o üzülmesin diye aynı Lilith görüntüsünde bir kadın yaratır ancak bu sefer onunla bir olsun, onun bir parçası olabilsin diye kaburgasından yaratır. Adem ve Havva yasak meyveyi yiyerek cennetten kovulana dek Adem çok mutludur. Yer yer Lilith’in Adem’i kıskandığı ve bu yüzden çocukları öldürdüğü söylense de pek anlamlı gelmiyor. Sonuçta onu Yaradan’ı bile dinlemeyip dönmediği bir adamı kıskanması pekte olası durmuyor. Her lanetli ruh gibi bir ifrite dönüşen Lilith günümüzde hala korkulan bir kadın. Ancak aynı zamanda da bir takım düşünce akımları için son derece önem arz eden bir lider. Öyle ve ya böyle Lilith asla cennetlere giremeyecek pek çok arada kalmış ruhun vücut bulmuş lideri. O gecenin kirlenmiş ruhlu evlatlarının annesi. Acımasız bir masumiyet katili. Kıyamete kadar sürecek bir savaşta şeytanın yanında yer alan ve ırkına ihanet eden kızıl bir şeytan. Asla uslanmayan ve ruhu intikam denen karanlık, dipsiz bir kuyuda yok olan.
Kitap Bölümü hazırlayan:
-Handan AŞIK-
-handan.ist@hotmail.com-
YALANCI DÜNYA → Gerçeklerin karşısında hayal kurarak
yaşamaya devam edenler için yazılmış eski bir romanı sizlerle paylaşacağız bu sayımızda. 1966 yılında kaleme alınmış olmasına rağmen günümüzde hala geçerliliği olan sorunları gerçekçi bir dille romanlaştırmıştır Orhan Kemal…
sine hayatı zindan etmeye başlamıştır. Baba figürü ellisinden sonra kendisini dine adamış Hoca Efendi diye birinin himayesinde bir kuklaya dönmüştür. Hoca Efendi ne derse o doğrudur(!), bir nevi Tanrılaşmıştır gözünde… Hoca
1966 yılında asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal tarafından kaleme alınmıştır. Gerçekçi bakış açısıyla kaleme aldığı romanında Balıkesir’in kenar mahallelerinden birinde yetişmiş, güzelliği ile dillere destan Neriman’ın hikayesini okuyucuyla buluşturmuştur yazar. Yer yer dini kullanan hacı hoca takımını eleştirmiş ve bu grupların kendi içlerinde nasıl çirkinleşebildiğini, pis ilişkilerini tasvir etmiştir. Dini kullanarak insanların hassas duygularını sömüren ve bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanan insanları en açık biçimde anlatmıştır. Yobaz takımına da bir eleştirisidir bu yazarın ayrıca… efendi kadın-kız tayfasını şeytanla eş tutup, müritlerine de bunu belletmiştir. Neriman karakteri ana omurgayı Pazarcı Haydar (Neriman’ın Babası) oluşturuyor romanda. Sinemaya gönül hoca efendiden aldığı gazla evinde vermiş güzelliğinin verdiği cesaretle kızına ve karısını hayatı zehir etmeye oyuncu olma sevdasına düşmüştür. başlamıştır. Halbuki gençlik yıllarında Babasının zorbalığı Neriman’a ve anne- yediği halt kalmamıştır.
Neriman küçüçük dünyasında sıkışıp kalmış yaşının 18 olmasını bekleyerek günlerini geçiriyordu. Tek hayali ünlü bir sinema oyuncusu olmaktı. Onun ne Belgin’den ne de Türkan’dan eksiği vardı, hatta herkes ona Sophia Loren diyordu. Dillere destan bir güzelliği vardı. Kendisi de dahil herkes bunun farkındaydı. Her genç erkeğin hayalini süsleyen bir genç kızdı Neriman, ama onun ne gönlünde ne de gözünde hiç kimse yoktu; varsa yoksa sinema ve sinema oyuncuları... Odasının duvarları bile onların gazete ve dergilerden kesilmiş resimleriyle doluydu. Yokluk ve sefaletle geçen bir ömür sürüyorlardı ve ailesi ona karnını doyurmaktan başka da bir şey vermiyordu aslında. Özel bir gün olduğu zaman bile yakın komşuları Süheyla Abla imdadına koşuyordu. Onun kendisine verdiği kıyafetlerden giyiniyor sonra da geri veriyordu. Yokluk içindeydiler fakat o bir genç kızdı nihayetinde. Aklı bir karış havada olan Neriman, aslında hayatın ve insanların ne kadar acımasız olduğunu çok sonraları fark ediyor, ona göre tek tehlike babası. Çünkü yaşı dolar dolmaz babası onu büt dergisi ocak sayısı
31
Kitap kendisi gibi biriyle evlendirecektir. Dini bütün bir Müslaman olması şartıyla! Sıradan bir gün Neriman arkadaşlarında birinin evine oturmaya gider ama aslında izin alırken bahanesi budur. Gittiği evde kendi yaşıtlarıyla eğlenir, çok da mutlu olur . Onu mutlu eden asıl kaynak İstanbul’dan geldiği söylenen reji asistanı Bülent Nejat’tır. Bin bir yalanın ustası olmuş bu genç ve yakışıklı adam, Neriman’ın güzelliği karşısında deli olur, onunla tanışmak ister. Ev sahibinin oğlu kendisine yardım eder ve Neriman’la aynı ortamda bulunma şansını yakalar bu pislik yaradılışlı sahtekar genç! Neriman’ın hayatta pek tecrübesi yoktur ve insanları tanımaktan da bir haberdir; zekidirakıllıdır ama kendince… Bu yeterli değildir karşısındaki insanın doğru mu yalan mı söylediğini anlamaya. Çok geçmeden birkaç gün sonra bir iki güne kadar birbirlerine aşık olurlar ve bununla beraber Neriman ilk ilişkisini Bülent Nejat’la yaşar. Binbir vaatle beraber Neriman’ı kendisine inandırmıştır. O yeni filmler çekecek Neriman’da bu filmlerde oyanayacaktı. Neriman aslında öğrenmişti oyuncu olabilmenin film yapımcıları ve çalışanlarının yatak odalarından geçtiğini ya da ona bunu öğretmişlerdi esasında. Gerçeğin ne olduğunu tam olarak hiç birimiz bilmiyoruz. Bülent Nejat’ın İstanbul’a dönmesiyle beraber artık yaşının dolmasını beklemeye başlamıştı ama babası rahat durmuyordu tabi ki. Onu Ispartalı zengin ve dini bütün bir gençle evlendirmeye çalışıyordu. Bakire değildi. Bu duyulursa babası onu öldürebilirdi. Kendince onları oyalamaya başladı. Bu süreç içerisinde Hoca Efendi’nin kadın düşkünlüğünün ne derecede olduğunu, dini bütün geçinen karısının kadın sevicisi olduğunu ve Ispartalı dini bütün zengin gencin de sanıldığı gibi dini bütün biri olmadığını fark etmişti. Dedim ya aklınca onları oyalıyordu ama bu oyalama sonucunda bakire olmadığını safça söylemiş, insanların kendisinden uzaklaşmasını beklemişti. Durum tabi
32
büt dergisi ocak sayısı
ki kendi aleyhine döndü. Bu kötü insanlara koz vermiş oldu.
bul’a gelmişlerdi. İstanbul’da da asker kaçağı olduğu için yakalanan Bülent, Neriman’ın ortada kalmasına neden İstanbul’a dönen Bülent Nejat, Balıkeoldu. Yakalanmadan kısa bir süre önce sir’e film için yer bakmaya gelmiş 3 gün Recep Ağabeyinden yardım istemiş, yerine 15 gün kalmış fakat yağlı kapı Neriman’ı onların eline bırakmıştı. diye tabir ettiği bir fabrikatörün de Önce Recep denen adamın daha sonra kızını kendine bağlamıştı. Civa Film’in kaldığı garsoniyerin saibininin, daha sahibi Recep’in sinirlerini de bu şekilsonra Coni denen adamın, daha sonra de yatıştırmıştı. Adam ona kızgındı, Coni’nin arkadaşı Piç Ali’nin, sonra sonuçta 3 günlüğüne diye göndermiş 15 da Piç Ali’nin patronunun tecavüzüne güne ancak gelmişti. Recep Ağabey de- uğramıştı Neriman. nen bu adam onu sokaktan kurtarmış, iş ve rütbe vermişti. Bu yüzden gönül Neriman’ın kötü serüveni devam edborcu vardı bu adama Bülent Nejat’ın.. erken annesi olanlardan habersiz bir öğretmenin yardımıyla İstanbul’a Konserve fabrikatörü olan adamın gelmişti. Öğretmen rica minnet üzerkızını kendine bağlamış olmanın verine Neriman’ı aramaya başlamış, onu diği güvenle fabrikatörden film çevbulamasa da hakkında dönen dedikodirmek için yüklüce para koparmaya uları öğrenmiş ve olanlardan midesi bubaşlamıştı Bülent Nejat. Kopardığı bu lanmıştı. Neriman’ın annesi artık ümidi paraları da Recep Ağabeyine vermiş kesmişti ki bir gün, Neriman’ı kaldığı o da bu parayla iki film çevirmişti. evin kapısında kendisini ararken buldu. Aslında bu işi yapan adamların hayatNeriman yanında bir erkekle anneları da filmden farksızdı, binlerce kirli sinin izini bulmuş ve büyük hasret sona oyun çeviriyorlardı gün içinde. Genç ermişti. Bu kötü hayattan Neriman’ı bir kızlar oyuncu (artist) olma vaadlerifilm teknisyeni kurtarmıştı. Ali Rıza yle kandırılıp tecavüze uğruyor, bunu Neriman’ın kirli geçmişini öğrenmiş yapanların hiçbiri de vicdanen rahatsız onu yine de kabul etmiş ve ona sahip olmuyordu. çıkmıştı. Annesi şaşkınlık duysa da bu durum karşısında yine de mutlu olmuş Düzeni kurmuşlardı. Yağlı bir kapıları yüreği huzurla dolmuştu.. vardı ve para oluk oluk akıyordu. Fabrikötürün karısı Recep’le, Recep’in Neriman’ın hikayesi 1966 yılında odacısı Coni evin hizmetçisiyle, evin kaleme alınmış olmasına rağmen ankızı Fatma Bülent Nejat’la, fabrikatör latılan her şey günümüzde de aynı şekilde Recep’in ayarladığı çocuk yaştaki de devam etmektedir. İbret alınacak bir bir genç kızla kirli ilişkiler kurmaya hikayeyi sade bir dille üstü kapalı olarak başlamışlardı. anlatmıştır yazar. Günümüz yazarları gibi yatak odası detayları vermemiş Bülent Nejat’ın asker kaçağı olduğu olması akıcı bir dil kullanması onun ortaya çıktığında da kötü son başlamış gerçek farkını ortaya koymuştur. oldu. İstanbul’dan kaçan Bülent, kısa süreliğine de olsa hayaliyle yandığı Neriman’ın memleketine gelmişti. Neriman’ı geldiği günün gecesinde aşağıya çağıran sahte aşık, o gece güzeller güzeli Neriman’la aşk yaşamışlardı sabaha kadar. Sabah olduğunu bile fark etmemişlerdi. Bu yüzden de sabah Neriman’ın babasına yakalanmışlardı. Olanlar olmuş büyük bir kavganın ardından Neriman ve Bülent İstan-
Yeni “Kitap”lar Çok Okunan 10 Kitap
İç Dünyamdan Notlar
KÖR AYNA YAZARI: JOSEPH ROTH KİTABEVİ: CAN YAYINLARI SAYFA SAYISI: 408 Kör Ayna, XX. yüzyıl Almanca edebiyatın değerli yazarlarından Avusturyalı Joseph Roth’un tüm öykülerini okurlarıyla buluşturuyor. Roth, 1916 ile 1936 yılları arasında kaleme aldığı on sekiz öyküyle farklı yolculuklara çıkarır okurunu. Birinci Dünya Savaşı’nın ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılmasının ardından gelişen yeni dünya düzeninde bocalayan insanların yaşantılarına doğru yapılan bu yolculukların mekânları ve izlekleri birbirinden farklıdır. Roth’un öykü kişilerinin peşinden kentin lüks caddelerine, yoksul mahallelerine, köprü altlarına, bazen taşraya, bazen de açık denizlere sürükleniriz. “Vatan” olarak bildikleri coğrafyaları yok olunca artık maziye gömülmüş bir düzeni, beyhude çabalarla canlandırmaya çalışan yersizyurtsuzlaşmışların; “modern” kent yaşamında ve taşrada oradan oraya savrulanların; kendilerini, içinde soluk al(ama)dıkları dünyadan kurtaracak bir umuda sıkıca tutunan fakat her seferinde yazgılarına yenik düşenlerin yaşantılarına tanıklık ederiz. Roth’un keskin bir gözlem yeteneğiyle kaleme aldığı öyküleri, ba- şat tınının yalnızlık olduğu hüzünlü bir ezgi gibidir.
ve Ben 1 Ustam Elif Şafak - Doğan Kitap En Güzel Abisi 2Beyoğlu’nun Ahmet Ümit - Everest Yayınları Allah De Ötesini Bırak 3Uğur Koşar - Destek Yayınları 4Mihmandar İskender Pala - Kapı Yayınları
MİHMANDAR YAZARI: İSKENDER PALA YAZARI: Paul Auster Sabah Uykum KİTABEVİ: KAPI YAYINLARI KİTABEVİ: Can Yayınları Ahmet Batman - Destek Yayınları SAYFA SAYISI: 400 SAYFA SAYISI : 320 Bukre “Peygamber’in mihmandârı! Bir Önceleri her şey canlıydı. En ufak Kahraman Tazeoğlu - Destek Yayınları arzun varsa yapayım. Bir vasiyetin nesnelere pır pır çarpan kalpler Suçlamalara Karşı Gerçekler varsa yerine getireyim!”. “Ey Emîr! bahşedilmişti. Yaşamöyküsünü, İlker Başbuğ - Kaynak Yayınları Sakın Allah’ın dinini bozma, müminKış Günlüğü kitabında fiziksel Soğuk Kahve ler arasına fitne girmesine müsaade varlığının gelişim süreciyle aktaran Ahmet Batman - Destek Yayınları etme. Askere adalet ile muamele eyle usta yazar Paul Auster, yukarıdaki Bir Psikiyatristin Gizli Defteri ve düşman karşısında can kaygusu cümleyle başlayan İç Dünyamdan çekme. Bana gelince, senden ve senin Gary Small - NTV Yayınları Notlar’da da iç benliğinin dış dünya ait olduğun şu dünyadan hiçbir şey ile karşılaşma sürecindeki gelişimini Beraber Yürüdük Biz Bu Yıllarda istemediğimi bil ve herkese böylece anımsıyor. Auster, bebekliğinde Yılmaz Özdil - Doğan Kitap ilan et. Şurada can oynatan cengâveraydedeye bakışından, çocukluğun16.01.2014 son güncellenme tarihidir… lerden son arzum odur ki Azrail da kovboy filmlerinin yıldızı BustBu liste kitap satan 20 farklı sitede verilerinden oluşmaktadır. (a.s) bize uğradıktan sonra na’şımı er Crabbe’e olan hayranlığından, Konstantiniyye surlarına yakın dokuz yaşında yazdığı ilk şiirinden, AŞK götürsünler. O gün savaş hattı nerede Amerikan yaşamının adaletsizliğini YOLCUSU oluşursa, bedenimi o noktaya kadar fark etmesinden başlayıp 1950’lerin YAZARI: taşısınlar ve orada, savaşan mücasavaş sonrası ortamını ve 1960’ların BAHAR hitlerin arasında beni defneylesinler. çalkantılı günlerini geçerek yetişkinFEYZAN Ta ki atlarımızın ayakları bedenimi liğe uzanan ahlaki, siyasal, düşünsel KİTABEVİ: çiğnemiş olsun, Bizans dokunamasın. yolculuğunu adım adım aktarıyor. EVEREST Ayrıca, eğer yapabiliyorlarsa, ceÇocukluk yaşamının dönüm noktaYAYINLARI nazemi kendi atımın arkasında bir larındaki seslerin, kokuların, dokunSAYFA SAYIsedyeye bağlayıp taşısınlar. Tıpkı ma duyusunun hissettirdiklerinin ve SI: 368 Kutlu Nebi’yi getiren Kusvâ’nın Meçok sevdiği film sahnelerinin de eksik Bahar dine’de bizim hanemizi bulduğu gibi olmadığı belleğindeki bütün imgeleri Feyzan’ın Aşk o da benim için nereye gideceğini ve akıcı anlatımıyla yansıttıktan sonra Yolcusu adlı kitabı Everest Yayınnerede duracağını bulacaktır.” kitabın sonundaki albüm bölümünde ları’ndan çıktı. Tarihle kurgunun iç de anlattıklarını fotoğraflarla bütünKAYGIDAN içe geçtiği roman Bahar Feyzan’ın leştiriyor. İç Dünyamdan Notlar, benKORKUYA duru ve sürükleyici anlatımıyla zeri görülmemiş tarzda bir otobiyoYAZARI: ÖZgünümüze taşınıyor. 1941; İkinci grafi yapıtı. CAN KÖKNEL Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerKİTABEVİ: inde Berlin. Türk Doktor İzak Levi, GALİZ KAHRAMAN REMZİ KİTABE- Büyükelçi Hüsrev Gerede’nin NazilYAZARI: İHSAN OKTAY ANAR Vİ erden kopardığı özel izinle AlmanKİTABEVİ: İLETİŞİM YAYINLARI SAYFA SAYIya’da Yahudilerin yaşadığı baskıdan SAYFA SAYISI:192 SI:360 etkilenmeden hayatına devam ed“Bütün zamanların kahramanı olan bir insanın Herkes mutlu erken, âşık olduğu Viktorya için her hikayesidir bu. O hem herkes hem de hiç kimsedir. olmak için çaba şeyi göze almaya karar verir... İzak Dünyadan alacağını tahsil etmeye gelmiştir. Çünkü, gösterir. Bireysel ya da toplumsal ve Viktorya’nın Berlin’den Bükreş’e, Tanrı dahil herkesin ona borcu vardır. Vebaline girilen nedenlerle bu çaba yetersiz kalırsa oradan sırlarla dolu gemi Struma’ya tüyü bitmedik yetim işte odur. Kadim zamanlardan beri ruh sağlığı bozulur. Ruh sağlığını bove nihayet İstanbul’a uzanan hikâyehakkı yendiğine göre, sonlu ama sınırsız bir evrenin zan nedenler de kaygı bozukluklarına leri savaşın, dostluğun, intikamın engin ve derin merkezi insan olmanın, “olmasa da olur” yol açar. Bu kitap, kaygı bozukluğuysınavlarından geçecektir artık. Arka halini icrâ etmesinde hiçbir sakınca yoktur. Romantik la baş etmenin yolları ile ruh sağlığı- planda ince ayrıntılarıyla dönemin bir insafsızlığın bakir tacizcisi olmak sonuna kadar hakkıdır. Sıradanlığın üst na, mutluluğa ulaşmak konusunda ruhunu yansıtan Bahar Feyzan.... insanıdır o. Asilliğiyle asilleşememesi umrunda bile değildir... ipuçları veriyor...
5 6 7 8 9 10
büt dergisi ocak sayısı
33
Film Öneri 127 Saat
Vizyon Tarihi: 18 Şubat 2011 Yapım: ABD- İNGİLTERE Yönetmen: Danny Boyle Oyuncular: James Franco, Kate Mare, Amber Tamblyn, Lizzy Caplann Senaryo: Danny Boyle, Simon Beaufoy Tür: Dram Imdb Puanı: 7,7 Süre: 92 dakika Konu: 26 Nisan 2003 tarihinde kışın tembelliğinden yeni yeni uyanan güneş Utah’ın Wayne Country bölgesine yakın Canyonlands Ulusal Parkı’nda bulunan Blue John Kanyon’unu selamlıyordu. İş hayatının sıkıcı tekdüzeliği, yalnızlık ve hayatın tüm sıkıntılarından kanyonlarda gezinti yapıp zirvelerine tırmanarak kaçmayı adet haline getiren Aoron Ralston için her şey olağandı. Eğlenceli başlayan gün anlık bir dikkatsizliği yüzünden geçirdiği bir kaza sonrası adeta cehenneme dönecektir. 350 kiloluk bir kaya , 350ml su, Kör bir çakı, Birkaç bisküvi, Soğuk ve 127 saat.. Ve genç bir adamın yaşam ve ölüm arasında ki inanılmaz hikayesi 92 dakika boyunca sizi oturduğunuz güvenli koltuklarınızdan alarak Blue John Kanyon’una götürecek. Film boyunca acaba yerinde olsam ne yapardım demekten kendinizi alamayacak ve bu adamın yaşadıklarından sonra dünyada 54 fourteenere (14.000 fitten yüksek zirveler) kışın tırmanan tek adam olduğunu öğrendiğinizde bir yanınız ona hayran olurken diğer yanınız onun tam bir çılgın olduğunu düşünecek.
Gişe Rakamları İlk 10
Düğün Dernek Hasılat: 45.457.082,0 TL Toplam İzleyici: 4.611.804 Vizyonda Kaldığı Hafta: 5 Hafta Patron Mutlu Son İstiyor Hasılat: 5.136.580,0 TL Toplam İzleyici: 503.505 Vizyonda Kaldığı Hafta: 1 Hafta 47 Ronin Hasılat: 3.626.747,0 TL Toplam İzleyici: 299.439 Vizyonda Kaldığı Hafta: 2 Hafta Hobbit: Smaug’un çorak toprakları Hasılat: 13.711.793,0 TL Toplam İzleyici: 1.140.159 Vizyonda Kaldığı Hafta: 4 Hafta Walter Witty’nin Gizli Yaşamı Hasılat: 503.950,57 TL Toplam İzleyici: 38.333 Vizyonda Kaldığı Hafta: 1 Hafta Senin Hikayen Hasılat: 1.042.098,0 TL Toplam İzleyici: 96.579 Vizyonda Kaldığı Hafta: 2 Hafta Halam Geldi Hasılat: 352.658,48 TL Toplam İzleyici: 36.205 Vizyonda Kaldığı Hafta: 1 Hafta DEAD SİLENCE Su ve Ateş Vizyon Tarihi: 16 Mart 2007 Hasılat: 11.372.711,0 TL Yapım: ABD Toplam İzleyici: 1.200.782 Yönetmen: James Wan Vizyonda Kaldığı Hafta: 8 Hafta OldboyRegan Oyuncular: Donnie Wahlberg, Ryan Kwanten, Amber Valletta, Loura Hasılat: 148.434,34 TL Tür: Gerilim, Korku, Gizem Toplam İzleyici: 11.487 Imdb Puanı: 6,1 Vizyonda Kaldığı Hafta: 1 Hafta Süre: 89 dakika Dinozorlarla Yürümek Hasılat: 773.531,85 TL Müzik: Charlie Clouser Toplam İzleyici: 66.420 Konu: Geçmişinde küçük bir kasabanın sırlarını taşıyan Vizyonda Kaldığı Hafta: 3 Hafta
1 2 3 4 5 6 7 8 9
10
Jamie ve eşi tuhaf ve ürkütücü bir hediye alırlar. Bu Billy isminde bir kukladır. Jamie evde yokken sevdiği kadın 6-12 Ocak 2014 verilerine göre düzenlenmiştir…. korkunç bir cinayete kurban gider. Üstelik bunu yapanın Jamie olduğunu düşünen bir de dedektif başına bela olmuşken kader, genç adamı Ravens Fair’de ki karanlık maziye götürür. Vantrilok Mary Shaw ve onun çocukları gibi olan kuklaları ile ilgili bu eski efsane, en kusursuz kuklayı yaratmak için şeytani güçler ile işbirliği yapan Shaw’un ölümünden sonra gelişen esrarengiz ve dehşet verici olaylara dayanmaktadır. Film boyunca; Jamie’nin tüm bu olanlarla ne ilgisi var?, Jamie ve kasabanın geçmişinde yatan korkunç sır nedir?, Jamie ve ona yardım edenler Mary Shaw ve kuklalarının ölümcül tuzaklarından kurtulabilecekler mi ?, Kusursuz bir kukla yaratmak derken Mary Shaw neyi kastetmiştir?, Kasabada Kaybolan çocukların başına ne gelmiştir? sorularını soracaksınız. Öncelikle film 2007 senesine ait, James Wan, Leigh Whannell yapımı bir film. Özellikle ‘’Saw’’ın unutulmaz ilk bölümünden sonra bu ikiliden beklentinin yüksek olduğunu söylesek yanlış olmaz. Filme gelince kesinlikle türü için bir alın akı. Imdb puanını pek dikkate almayın derim. Sanırım 3 kez izlediğim için benim için özel bir yere sahip bu film...
34
büt dergisi ocak sayısı
Foto Haber
Derleme...
Sıradışı 10 Kütüphane Eskisi gibi popüler olmasa da hala yılda içerisinde milyonlarca kişinin ziyaret ettiği kütüphaneler mevcut dünyada. Teknolojinin gelişmesi ile bilgisayar kullanımı ve daha da önemlisi internet kullanımının yaygınlaşması kütüphanelerin yollarını bizlere unutturdu. Fakat bu gelişmelerden önce en büyük araştırma kaynağımız kütüphanelerdi. İstediğimiz bilginin detaylı taramasını yapmak için gideceğimiz yerlerin başında tabi ki kütüphaneler geliyordu. Ülkemizde kütüphane kültürü ciddi bir şekilde azaldı ama dünya çapında hala büyük kütüphaneler milyonları aşan ziyaretçi akımına uğruyor. Belki çoğu insan bu kütüphaneleri araştırma yapmaktan çok mimarisini merak ettikleri için gidiyor da olabilir ama ziyaretçi akımına uğradığı gerçeğini yok sayamaz. Belki ilerde de bu kütüphaneler müze olarak da kullanıbilir. Neden olmasın? Dünya çapında popular olan 10 tane kütüphaneyi derledik, bir daha hatırlamanıza yardımcı olmak istedik… Kütüphaneler için sayfayı çevir... büt dergisi ocak sayısı
35
Foto Haber 10- Rusya Bilimler Akademisi Kütüphanesi (Saint Petersburg) 1714 yılında Rusya’nın Saint Petersburg kentinde açılan Rusya Bilimler Akademisi Kütüphanesi, bünyesinde 26,5 milyon kaynak bulundurmaktadır. 1783 yılından bu yana ülkedeki tüm yayıncılar yasal olarak yayımlanan her ögenin ücretsiz bir kopyasını kütüphaneye vermek zorundadır. Böylece kütüphanenin her geçen gün daha da zenginleşmesi garanti altına alınmıştır. Kütüphane 15 Şubat 1988 tarihinde çok büyük bir yangın felaketi yaşadı ve koleksiyonun önemli bir bölümü hasar gördü....
9- Çin Ulusal Kütüphanesi (Pekin) Çin Ulusal Kütüphanesi, sahip olduğu 29 milyon kaynak sayesinde Asya’nın en kapsamlı kütüphanelerinin başında gelmektedir. 24 Nisan 1909 tarihinde kent kütüphanesi adı altında kurulmuş ve Çin devriminin ardından açılmıştır. 1928 yılında ismi Pekin Ulusal Kütüphanesi olarak değiştirilmiş, daha sonra ise bugünkü adını almıştır. Kütüphane bünyesinde Shang Hanedanından kalma 35.000 den fazla yazıt, kehanet kemikleri ve kaplumbağa kabuklarından oluşan bir koleksiyon bulunmaktadır....
8- Danimarka Kraliyet Kütüphanesi (Kopenhag) Kral 3. Frederik tarafından 1648 yılında kurulmuş ancak 1793 yılında halka açılmıştır. Bünyesinde 30.2 milyon kaynak bulunduran kütüphane İskandinavya’nın en büyük kütüphanesidir. 17. yüzyıldan itibaren Danimarka’da basılan tüm eserleri burada bulabilirsiniz. Kütüphanede bulunan şark yazmaları koleksiyonu, dünyanın en iyi koleksiyonları arasında kabul edilmektedir....
36
büt dergisi ocak sayısı
Foto Haber
7- Fransa Milli Kütüphanesi (Paris) 1461 yılında kraliyet kütüphanesi adı altında kurulan Fransa Milli Kütüphanesi, sahip olduğu 31 milyon kaynak ile Avrupa’nın en zengin kütüphanelerindendir. Kurum, Fransa’da yayımlanan tüm yayınları bünyesinde bulundurma ve koruma görevini üstelnmiştir. Kütüphane ayrıca bünyesinde 5000 adet, Yunan el yazmalarından oluşan bir koleksiyona sahiptir....
6- Ulusal Diyet Kütüphanesi (Tokyo) 1948 yılında kurulan kütüphane listedeki en genç ikinci kütüphanedir ve kütüphanede 35.6 milyon kaynak bulunmaktadır. Kütüphane bünyesinde ayrıca, Japonya başta olmak üzere bir çok ülkeye ait yaklaşık 440.000e yakın jeolojik,topografik, hidrolik harita ve tablolardan oluşan bir koleksiyon bulunmaktadır....
5- Rusya Ulusal Kütüphanesi 1795 yılında kurulan kütüphane bünyesinde 36.5 milyon kaynak bulundurmaktadır. Zengin bir Osmanlıca el yazması arşivi bulunan kütüphanede ayrıca, 10 adet 300 yıllık Osmanlı kitabelerinin de içinde olduğu antik Yunan ve Arap yazıtlarından oluşan oldukça zengin bir koleksiyon mevcuttur....
büt dergisi ocak sayısı
37
Foto Haber
4- Rusya Devlet Kütüphanesi (Moskova) 1862 yılında kurulan kütüphanede 44.4 milyon kaynak bulunmaktadır. Bunlar arasında 13 milyon dergi, 350.000 müzik – ses kaydı ve ayrıca 150.000 haritadan oluşan, 247 farklı dilden çok geniş çaplı bir koleksiyon yer almaktadır....
3- New York Halk Kütüphanesi (New York) 1895 yılında kurulan kütüphanede 53.1 milyon kaynak bulunmaktadır. Birçok filme ev sahipliği yapan kütüphanede çekilen bazı filmleri şöyle sıralayabiliriz: 2002 yapımı Örümcek Adam , 1984 yapımı Hayalet Avcıları ,2002 yapımı Zamanda Yolculuk , 2004 yapımı Yarından Sonra , 1933 yapımı 42. sokak , 1948 yapımı Jennie’nin Portresi , 1961 yapımı Tiffany’de Kahvaltı ve 2008 yapımı Sex and the City....
1- Kongre Kütüphanesi (Washington DC) Dünyanın en büyük kütüphanesi olan Kongre Kütüphanesi, 1800 yılında kurulmuştur ve bünyesinde 150 milyon kaynak barındırmaktadır. 1812 Savaşı’nda tamamen harap olan kütüphane tüm koleksiyonunu kaybetti. 1815 yılında Thomas Jefferson kütüphanesinde yer alan kitapların buraya nakliyesi sayesinde tekrardan büyümeye başlamış ve bu büyüme günden güne hızla devam etmiştir. Dünyanın en büyük hukuki belgeler koleksiyonuna ev sahipliği yapan kütüphanede 4.8 milyon harita ve 2.7 milyon işitsel kayıttan oluşan dev koleksiyonlar da mevcuttur....
38
büt dergisi ocak sayısı
Foto Haber 2- İngiliz Kütüphanesi (Londra) 1973 yılında kurulan kütüphanede 150 milyon kaynak bulunmaktadır ve bu özelliği ile avrupanın en büyük ve en kapsamlı kütüphanesidir. Aynı zamanda dünyanın en büyük el yazması koleksiyonuna da ev sahipliği yapan müzede bu el yazmaları, haftanın 7 günü açık olan Sir John Ritblat Galerisi’nde halka sergilenmektedir. 1840 yılından bu yana İngiltere ve İrlanda’da yayımlanan gazetelerin tüm örneklerini bu müzede bulabilirsiniz....
büt dergisi ocak sayısı
39