Röportaj: Portre:
Yeşilçam’ın Şapka Çıkarılacak Yönetmeni Yaşamın İçinden
Birkaç Eski Hatıra
Bekir Ünlüataer
Benim Müziğim Uzun Bir Yolculuk Foto-Haber
Tiyatronun Sahne Arkası
Aşk Film Tanıtımı - Denizlerin Tanrı ve Tanrıçaları - Yasaklı İlmin Kitabı Esrarname ve daha fazlası... büt dergisi Mart sayısı
1
Kapak 2
Bekir Ünlüataer
“Benim Müziğim Uzun Bir Yolculuk” 2
büt dergisi Mart sayısı
b羹t dergisi Mart say覺s覺
3
büt dergisi
Aylık Kültür-Sanat Online Dergi Editör
Mustafa Doğan Yazı işleri
Müge Gül
Reklam
Handan Aşık
Grafik Tasarım
Mustafa Doğan
Ön ve Arka Kapak
Mustafa Doğan
Sosyal Medya Sorumluları
Handan Aşık Serap Kamacı Emre Ceylan Yazarlar
Emre Ceylan Efe Karasu Müge Gül Handan Aşık Ulya Altıntaş Serap Kamacı Vedat Taşkın www.butdergisi.com www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/ButDergisi Bize ulaşmak için info@butdergisi.com butdergisi@gmail.com
Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.
Editör
Ve yine yeniden biz...
Dergimizi bu ayda, dolu dolu yapmak ve siz değerli okuyucuların beğenisini kazanmak için çok çaba harcadık. Bu ay sizleri neler bekliyor sorusunu hemen cevaplayayım. Sinema bölümümüzde bu ay “Sinemaya Kadın Dokunuşu” başlığı altında kadın yönetmenleri okuyabileceksiniz. Birbirinden yetenekli kadın yönetmenleri keşfetmeye ne dersiniz? Portre bölümümüzde; aramızdan 25 yıl önce ayrılan, bize göre “Yeşilçam’ın Şapka Çıkarılacak Yönetmeni” Ertem Eğilmez’in hayatını okuyabileceksiniz. Ertem Eğilmez Usta’yı saygıyla anmadan geçemezdik bu sayımızda. Bu sayımızda size nostaljik bir çocukluk serüvenine götüreceğiz. Yaşamın İçinde “Birkaç Eski Hatıra” ve Aktüel “Elma Dersem Çık, Armut Dersem de Çık Çocukluğum” yazılarıyla sizi çocukluğunuza götürmeye karar verdik. Biraz da nostaljik bir serüvenle hafızalarımızdaki o güzel çocukluğumuzu hatırlayalım istedik. Okyanus isminin nereden geldiğini biliyor musunuz ya da deniz tanrı ve tanrıçalarının var olduğunu? Mitoloji’de Yunan kültüründe var olan “Deniz Tanrıları ve Tanrıçaları”nı konu aldık. Kitap bölümümüzde ise “Yasaklı İlmin Kitabı Esrarnâme” adlı kitabı sizlere tanıttık. Kitabın esrarıyla tanışmaya hazır mısınız? Ve film tanıtım bölümümüzde herkesin ilgisini çekecek bir filmi ele aldık: Aşk. Filmin tanıtım yazısını okuyunca, şüphesiz filmi izlemek isteyeceksiniz. Tiyatro’da sizi iki bildiri birden bekliyor. Bu ay ki röportaj konuğumuz; “Eşref Vakti” albümünden tanıyacağınız, Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda yer alan Bekir Ünlüataer oldu. Bekir Ünlüataer’i daha yakından tanıyacağımız röportajda aklınızdaki soru işaretleri cevap bulacak. Foto-Haber bölümümüzde tiyatro sahnelerin asıl perde arkasıyla sizleri tanıştıracağız: Ankara İrfan Şahinbaş Atölyeleri. Bu atölyeyi sizler için Ulya Altıntaş fotoğrafladı.
-Mustafa DOĞAN-mstf.doqan@gmail.com-
Hatırlat-ma-!* Bundan önceki 14 sayımıza da baktınız mı? Yoksa hiç merak etmiyor musunuz? O zaman size kötü bir haberim var. Üzgünüm ama çoook şey kaçırıyorsunuz. Bakın bir daha hatırlatmam, önceki sayılarımıza da göz atmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. (*nasıl okumak isterseniz artık size kalmış)
Bir dahaki sayıyı sabırsızlıkla bekleyin. Tabi ki yine ücretsiz olacak ulaşacaksınız... :)
dergiye gider...
Merhaba sayın pek değerli Büt Dergisi okuyucuları. Dergimizin yeni bir sayısıyla yine yeniden karşınızdayız. Öncelikle Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatro Günü’nüzü ve 27 Mayıs Dünya Tiyatro Günü’nüzü kutlarım. Ülkemizde tiyatro sahne sayısı yeterli ya da yetersiz tartışmalarından uzak durarak; bunlardan ziyade, insanların buraları doldurması için yapılacak olan tartışmaların daha da önemli bir gelişme olacağı inancındayım. Umarım, gelecekte daha çok tiyatro izleyen ve yazan bir toplum oluruz.
Unutmadan 8 Mart’ı geçtik ama ben yine de tüm kadınların Kadınlar Günü’nü kutlarım. Daha fazla sözü uzatmadan sizleri dergiyle baş başa bırakıyorum. İyi okumalar.... büt dergisi Mart sayısı
5
büt dergisi
Bu Ay Neler var
20- Tiyatronun Sahne
Arkası... Sizler için Ankara İrfan Şahinbaş Atölyeleri’nde tiyatro sahnelerinin dikiş kostüm atölyelerini İnci Kangal sayesinde fotoğrafladık. Bizlere yardım edip tüm atölyeleri gezdiren kostüm tasarımcısı Sevgili İnci Kangal’da Erzurum Devlet Tiyatrosu’ndaki çocuk oyunu için kostümlerinin dikim aşamasını takip ediyordu.
10- SİNEMA’YA KADIN DOKUNUŞU Hemen herkesin bildiği bir cümle kalıbı vardır. Düzenli, renkli ve tertemiz bir yer görüldüğünde “kadın eli değmiş gibi denir.” Dünyada pek çok iş alanında erkeklerle başa baş mücadele veren kadınlar...
6
büt dergisi Mart sayısı
30- Yeşilçam’ın Şapka 14- Bekir Ünlüataer: Ben-
im Müziğim Uzun Bir Yolculuk Bekir Ünlüataer, Kültür
Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda yer alan çok başarılı bir sanatçı. Sizler onu Fatih Ahıskalı ile çıkardığı ‘Eşref Vakti’ albümü ile de tanımış olabilirsiniz...
Çıkarılacak Yönetmeni
Hababam Sınıfı, Şabanoğlu Şaban, Süt Kardeşler, Salako, Kibar Feyzo ve dahası. Yeşilçam’ın gelmiş geçmiş en güzel filmleri. Bu ve bunlar gibi hafızalardan silinmeyen, izledikçe keyif aldığımız, unutamadığımız “Türk Sineması”nın en güzel filmleri.
Mart Sayısı 8- Bi’Haber Ay içerisinde
konuşulan, sizleri için seçtiğimiz haberler...
45- Film Tanıtım “Her” Türkçeye uyarlanmış adıyla “Aşk” filmini sizler için izleyip anlattık.
41- Yeni “Kitap”lar Mart 33- Birkaç eski hatıra...
Biraz eskilere gitmeye ne dersiniz? Çok değil bundan 10-15 yıl öncesine. O zamanın çocukları, gençleri ve yetişkinleri o günleri dün gibi hatırlıyorlardır. Peki ne vardı ki o zamanlarda? Ben neden o zamanları anlatma gereksinimi duydum? Bu soruya cevap olarak; geçmiş hatıralara, anılara...
39- Yasaklı İlmin Kitabı
Esrârname Size yapacağınız
çeşitli muskalar sayesinde hızlı hareket etme, görünmezlik, uçma yeteneği ve buna benzer birçok özelliği verecek olan; bunlardan en önemlisi size ölümsüzlüğünüzü sunacak bir kitabın olduğunu söylesem ve bu kitabı elinize geçirseniz ne yaparsınız?
ayında raflarda yerlerini alan kitaplar..
48- Film Öneri İzlemenizi önerdiğimiz iki güzel film...
49- Tiyatro Tiyatroya dair haberler...
Büt Dergisi’ne duyuru yollayın! Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haberiniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için butdergisi@gmail. com adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu yerimiz yettiğince dergimizde paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz...
37- OKYANUSLARIN TANRI
VE TANRIÇALARI Okyanuslar,
kıtaları birbirinden ayıran, uçsuz bucaksız gibi görünen, masmavi özgür su kütleleridir. Her birinin kendisine has bir çapı ve derinliği vardır. Yeryüzünün yüzde 70’ini kaplayan bu büyük krallığı ise eski Yunanlılara göre Tanrıların Tanrısı Zeus’un asi kardeşi Poseidon yönetiyordu ya da pek çoğumuz öyle biliyorduk.
Sosyal Hesaplarımız
42- Elma Dersem Çık, Ar-
mut Dersem de Çık Çocukluğum Çocukluğumuzun o unu-
tulmaz oyunlarındaki, muzipliğimizi hatırlayalım. Hafızamızın tozlu raflarında kalmış tozları silerek geçmişe yolculuğumuzu başlatalım. Hadi hep beraber çocukluğumuza “elma dersem çık, armut dersem de çık” diyelim.
İnternet Sayfamız: www.butdergisi.com Facebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisi Twitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisi Pinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisi Tumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.com Google+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi
büt dergisi Aylık Kültür-Sanat Online Dergi
büt dergisi Mart sayısı
7
Bi’Haber Caz Ustası İlhan Feyman Hayatını kaybetti 85 yaşındaki ünlü caz ustası ve trompetçi İlhan Feyman, İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti.
12 Yıllık Esaret İzlenmeden Oscar Aldı
20 yıldır Bodrum’un Göltürkbükü beldesinde yaşayan Feyman, iki yıl önce yakalandığı akciğer rahatsızlığı nedeniyle tedavi için İstanbul’a geldi. İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitiren 85 yaşındaki ünlü caz ustası ve trompetçinin cenazesi, İstanbul Karacaahmet Şakirin Camii’nde kılınan ikindi namazı sonrasında karayolu ile Bodrum’a gönderildi. Bodrum’a getirilen cenaze, kendi adını taşıyan İlhan Feyman Sokak’taki evinde düzenlenen törenin ardından Türkbükü Camii’ne getirildi. Feyman, ikindi namazına müteakip kılınan cenaze namazından sonra Göltürkbükü belde mezarlığında toprağa defnedildi. İlhan Feyman Kimdir? Ankara’da 1930 yılında doğan İlhan Feyman , Bursa Askeri Lisesi’nde okudu. 1953 yılında Yaşar Güvenir Orkestrasına katılan Feyman, 1958 yılında İlhan Feyman ve Arkadaşları Müzik Grubu’nu kurdu. Daha sonra çeşitli mekanlarda müzik yapan Feyman, 1970’li yıllarda kendi adına bir gece kulübü açtı. Yaz aylarında Bodrum ve Göltürkbükü’nde sahne aldığı restoran ve beachlerde dünyaca ünlü caz eserlerini seslendiriyordu. Feyman caz alanında yaptığı müzik çalışmaları ve trompet çalmasıyla tanınıyordu.
Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Film Festivali Başladı Sadece kadın yönetmenlerin filmleriyle, İstanbul’da başlayıp her yıl Türkiye’nin farklı şehirlerini dolaşan Gezici Filmmor Kadın Film Festivali’nin 12’ncisi başladı. Bu yıl festivalin ana teması olan bölüm: “Cüzdan Kadının Özgürlüğüdür.” Kendinize ait bir cüzdan. Kendinize ait bir iş, gelir, bütçe… 12. defa izleyiciyle buluşan Filmmor Kadın Filmleri Festivali’nin İstanbul ayağında, siz sinemaseverleri dopdolu bir seçki bekliyor. 15 Mart 20 Nisan tarihleri arasında devam edecek olan festivalin İstanbul ayağı; 15-23 Mart tarihleri arasında, İstanbul Modern, Pera Müzesi ve Fransız Kültür Merkezi’nin ev sahipliğinde gerçekleşecek. İstanbul’un ardından festivalin uğrayacağı duraklar; 5-6 Nisan Mersin’de, 12-13 Nisan Adana’da, 19-20 Nisan Muğla-Bodrum’da olacak. Festival programında 60 film yer alıyor. Bu filmlerin 18’i Türkiye yapımı filmler. Filmlerin 14’ü belgesel film, 7’si animasyon, 24’u uzun metraj kurmaca, 15’i kısa film. Birde bu yıl ilk kez yapılan ‘Kaleydoskop’ var. Pozitif ayrımcılıkla sadece kadın yönetmenlerin filmlerine yer veren festivale, bu yıldan başlayarak her yıl, Kaleydoskop ile bir erkek yönetmen filmiyle beraber konuk olacak. Panel, söyleşi ve atölyelerle tüm kadınları dayanışma, direnç ve düşlemeye ve muhakkak kendine ait dolu bir cüzdan edinmeye davet eden 12’nci Filmmor Kadın Film Festivali sizlerle.
8
büt dergisi Mart sayısı
86.sı düzenlenen Oscar ödül töreninde, 2014 Oscar ödülü ’12 Years A Slave’ filmine verildi. Ancak ödülün verilmesini belirleyen iki akademi üyesinin filmi izlemeden, kazanması için oy verdiği ortaya çıktı. Los Angeles Times’ın yaptığı haberde, Türkçe’ye “12 Yıllık Esaret” olarak çevrilen ’12 Years A Slave’ filmine Akademi’den 2 jüri üyesinin filmi üzücü buldukları için izlemedikleri ancak filmin verdiği sosyal mesajdan dolayı kendilerini oy vermek zorunda hissettikleri öne sürüldü. Üyelerin isimleri ise açıklanmadı. Ödül töreninden önce de benzer iddialar çıkmış, üyelerin Steve McQueen’in yönettiği filme Oscar vermek istemedikleri ancak konusundan dolayı baskı hissettikleri söylenmişti. 86. Oscar ödülünü alan filmin konusu, özgür bir adamken köle olarak satılan Solomon Northup’un gerçek hayat hikâyesinden anlatmakta.
Bi’Haber En çok kazanan Taylor Swift 2013 yılının en çok kazanan şarkıcısı 40 milyon dolar gelir ile Taylor Swift oldu. Bilboard Dergisi, 2013 yılında en çok kazanan şarkıcılar listesini açıkladı. Buna göre listenin ilk sırasında yer alan isim Taylor Swift oldu. 24 yaşındaki Swift, 39,7 milyon dolarlık albüm satışı, turne geliri ve reklam kazançları ile en çok kazanan müzisyen listesinin ilk sırasına yerleşti. ,
Swift, 2011 yılında da en çok kazanan müzisyen seçilmişti. 2012 yılında ise 12,7 milyon dolarlık geliri ile listede 15.sırada yer alan Swift, birinciliği 35 milyon dolar gelir ile Madonna’ya kaptırmıştı. Liste, Boxscore konser verileri ve Nielsen Soundcan satış bilgileri kullanılarak hazırlandı. Yapılan bu listeye göre sıralamada 33 milyon dolarlık geliri ile Country müziğinin sevilen ismi Kenny Chesney ikinci sırada yer alırken, onu 31,5 milyon dolar gelir ile üçüncü sırada Justin Timberlake izliyor. İşte Bilboard dergisinde açıklanan, 2013 yılının en çok kazanan 10 şarkıcısı: 1- Taylor Swift – 39,7 milyon dolar 2- Kenny Chesney – 33 milyon dolar 3- Justin Timberlake – 31,5 milyon dolar 4- Bon Jovi – 29,4 milyon dolar 5- Rolling Stones – 26,2 milyon dolar 6- Beyonce – 24,4 milyon dolar 7- Maroon 5 – 22,3 milyon dolar 8- Luke Bryan – 22,1 milyon dolar 9- Pink – 20 milyon dolar 10- Fleetwood Mac – 19 milyon dolar
Jason Vieaux İstanbul’da Konser Verecek
Ünlü Amerikalı gitarist Jason Vieaux, 25 Mart’ta Zorlu Center Performans Sanatları Merkezi’nde müzik severler ile buluşacak. Zorlu Center PSM’de 25 Mart akşamı izleyicilere unutulmaz bir akşam yaşatacak olan Vieaux, konser öncesinde başvuru yapan ve seçilen 5 gitarist ile bir ustalık sınıfı gerçekleştirecek. Gitar dünyasının en genç starlarından olan Vieaux, 1992 yılında henüz 19 yaşındayken Guitar Foundation of America (GFA) Uluslar arası Gitar Yarışması’nda birincilik ödülünü kazanarak yarışma tarihinde birincilik ödülünü kazanan en genç sanatçı oldu. Kariyerinde birçok birinciliğe adını yazdıran Jason Vieaux “Salon di Virtuosi Career Grant” ödülü ile onurlandırıldı. ABD ve yurtdışında solo, oda müziği ve konçerto performansları sergileyen klasik gitarist; Miguel Hart -Bedoya, Jahja Ling, Stefan Sanderling ve Alasdair Neale gibi saygın orkestra şefleriyle birlikte çalıştı.
bitti...
Dünya çapında gerçekleştirdiği turneler ile geniş bir hayran kitlesine sahip olan Jason Vieaux; Avrupa, Meksika, Güney Amerika, Güneydoğu Asya, Uzakdoğu, Avustralya ve Yeni Zelanda’dan sonra İstanbul’da, 25 Mart akşamı Zorlu Center PSM’de siz sanatseverler ile buluşacak. Tarih: 25 Mart 2014, saat 20.00, Mekân; Zorlu Center PSM Drama Sahnesi.
büt dergisi Mart sayısı
9
İlksen Başarır
Alice-Guy-Blache Handan İpekçi Fotoğraf: Muammer Yanmaz
Yeşim Ustaoğlu Fotoğraf: Muammer Yanmaz
Tomris Giritlioğlu Fotoğraf: Muammer Yanmaz
SİNEMAYA KADIN DOKUNUŞU 10
büt dergisi Mart sayısı
Kathryn Bigelow
Hemen herkesin bildiği bir cümle kalıbı vardır. Düzenli, renkli ve tertemiz bir yer görüldüğünde “kadın eli değmiş gibi denir.” Dünyada pek çok iş alanında erkeklerle başa baş mücadele veren kadınlar, sinemada da yönetmen olarak var olmak adına oldukça güçlü bir rekabet ortamının, yılmak nedir bilmeyen kahramanları. Büyük ve
Samira-Makhmalbaf
gösterişli gökdelen ve plazaların gökyüzünü deldiği, her türlü şatafat ve zenginlikle işlenmiş caddelerde, yol kenarından kaldırıma sırt vererek tutunmaya çalışan narin bir çiçek, kadın yönetmenler sinema dünyasında. Üstelik her an üstüne basılıp ezilme tehlikesi ile karşı karşıya olan ya da yabani otları temizleme bahanesiyle sökülüp atılmaya açık.
Sinema Müge Gül muugegul@gmail.com
Bu ay Dünya Sineması ve Türk Sineması’nın önemli kadın yönetmenlerinden bir kaçını tanımayanlara tanıtmaya, tanıyanlara ise hatırlatmaya niyetlendim. Haydi, hep beraber erkeklerin tartışmasız hâkimiyet kurduğu bu topraklarda, kadınların hem dev sektörle savaşına hem de yıkılmayan sağlam kalelerine; yani filmlerine bir göz atalım.
yazarlığı ve yapımcılığa da el atan Handan İpekçi’nin senaryo, yönetmenlik ve film dallarında tam 10 ödülü bulunuyor.
anın siyasetini ve dönemini anlatıyor. Yönetmen bu film ile yine başarı çitasını yükseltirken, dönemin meraklılarına bir kapı aralamış oldu.
Tomris Giritlioğlu
2002’den 2012’ye tam 17 ses getiren dizide proje tasarımcılığı yapan Tomris Giritlioğlu’nun 2 tanede ödülü bulunuyor.
Konya’da 1957 yılında dünyaya gelen Giritlioğlu İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunu. Ona sinema kariyerinin yanında; yapımcılık ve proje tasarımında katkıda Handan İpekçi bulunduğu, onlarca dizi projesinden aşinayız aslında. 1989 yılında senaryo58 yaşındaki yönetmen, Gazi Üniversunu kendi yazdığı ‘Kantodan Tangoya’ sitesinde-Radyo Televizyon Bölümünü filmi ile giriş yaptığı sinema dünyasında bitirdi. İlk kez 1989 yılında ‘Can Şenliği’ sırası ile; Suyun Öte Yanı, Yaz Yağmuru, adlı, Nail Abbas Sayar’ın 1974 yılında 80. Adım, Kördüğüm gibi filmler ile deyayımlanan romanından uyarlanan vam etmiştir. Tomris Giritlioğlu, 1999 mini bir dizide ve Memduh Şevket Esyılında Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme endal’ın ‘Ayaşlı ile Kiracıları’ kitabından aldığı ve 2. Dünya Savaşı’nın buhranuyarlanan ve aynı ismi taşıyan filmde; lı günlerini anlatan; vatan bildikleri hem oyuncu hem de yönetmen yardım- yerden sürülen; Rumlar, Ermeniler, cısı olarak görev yaptı. Takvimler 1991 Türkler ve Yahudileri konu alan ‘Salkım yılını gösterdiğinde yönetmenliğini Hanımın Taneleri’ adlı eserinden uyarTunca Yönder’in yaptığı ve başrollerlanan film ile sağlam bir yer edinerek ini Ayten Uncuoğlu, Can Gürzap, üne kavuştu. Film ödül alarak, yönetNilüfer Açıkalın gibi usta oyuncuların menin önünde yeni bir kapı açtı. Film paylaştığı “İlk Aşk” filminde İpekçi, sektörüne yaklaşık 9 sene ara vererek yine yönetmen yardımcılığı yaparak dizi sektörüne el atan Giritlioğlu, 2008 karşımıza çıktı. Art arda 1992 yılınyılında sinemaya bir drama olan “Güz da Sarı Tebessüm, Yağmur BeklerkSancısı ile” döndü. Başrollerinde, Beren en ve Kanunun Ötesinde filmleri ile Saat ve Murat Yıldırım’ın oynadığı film; mesleğinde kendini pişirdi. İpekçiyi, 1955 yılının Türkiye’sinde Rum kızı 1994 yılında Babam Askerde, 2001’de Elena ile Ağa oğlu hukuk öğrencisi BeBüyük Adam Küçük Aşk, 2007’de Saklı hçet’in aşk hikâyesinin ardında o zamYüzler filmi ve 2010 yılında başrolünde Nurgül Yeşilçay’ı gördüğümüz Çınar Ağacı filminde takip etme fırsatı bulmuş olduk. Film bir türlü evlatlarının yanına sığamayan bir annenin, torunu ve çocukları ile olan ilişkisi üzerine kurulmuş, dramatik ve son derece anlamlı bir filmdi. Yaşlı kadının aslında gölgesinde tüm ailesini sarıp sarmalayan, güçlü bir çınar olduğunu çok geç anlayan çocuklarının yaşadıklarını, küçücük bir çocuğun penceresinden izlemek bana oldukça güzel gelmişti. Yönetmenlik haricinde senaryo Tomris Giritlioğlu sette...
İlksen Başarır Şu an 36 yaşında oldukça genç olan İlksen Başarır, buna rağmen aldığı ödüllerle adını Türk Sineması’na altın harflerle kazımış. İlksen Başarır, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden mezun oldu. İlk zamanlarda dev sektörde reklam alanında yardımcı yönetmen olarak pek çok projede yer aldı. Ancak onun ilk adımı Semir Aslanyürek yapımı olan ve başrollerini Hülya Koçyiğit, Tuncer Kurtiz ve Aykut Oray gibi usta oyuncuların üslendiği ‘Şellale’ filmi oldu. İlksen Başarır’ın, yönetmen koltuğunda ilk kez oturduğu ve bizlere merhaba dediği film ise ‘Başka Dilde Aşk’ filmidir. Senaryosunu Mert Fırat ile yazan, başrollerini Saadet Işıl Aksoy, Lale Mansur ve Mert Fırat’ın paylaştığı filmi 2009 yılında kayda almıştır. Başka dilde Aşk, 8 ödül alarak yönetmenin yüz akı olduktan sonra sıcağı sıcağına 2010 yılında başrollerini Mert Fırat ve Nergis Öztürk’ün paylaştığı dram filmi ile karşımıza çıkar. Bir ailenin değişen yaşamından kesitler sunan film beklenilen gibi ses getirdi ve 2 ödül alarak kendini kanıtladı. İlksen Başarır önümüzdeki yıllarda başarı listesini uzatacağa benzer.
Yeşim Ustaoğlu Listenin şüphesiz en ödüllü ismi Yeşim Ustaoğlu. 53 yıllık hayatında 10 önemli projede yer aldı. Üniversitede mimarlık büt dergisi Mart sayısı
11
okuyan Ustaoğlu inşa konusunda ki başarısını, sinema dünyasına uyarlamayı başarmış bir isim. Kısa filmlerle dünyadaki pek çok film festivallerinde derece alan yönetmenin ilk deneyimi; 1984 yılında çektiği ‘Bir Anı Yakalamak’ oldu. İz ve Güneşe yolculuk filmleri ile başarısını katlayan yönetmen, 46 ödül alarak geçilmesi zor bir ödül koleksiyonuna sahip olmuş oldu. 2012 yılında seyirci ile buluşan son filmi ‘Araf ’ Yeşim Ustaoğlu’nun yeni projesi sevenleri tarafından sabırsızlıkla bekleniyor.
Alice Guy-Blache Fransız yönetmen Alice Guy-Blache, 1873 yılında Paris’te doğdu. Yatılı okulda iki kız kardeşiyle okuyan Alice’in çok geçmeden babası öldü. Zor yılların ardından sekreter olarak işe başlayan Alice’nin yolu Amerika’ya düştü. Herbert Blache ile evlenen genç kadın, film stüdyolarında sanat yönetmeni olarak çalışmaya başladı. Günümüzde bile yeterince zor olan film endüstrisinde kendi ayakları üzerinde durmayı başaran
12
büt dergisi Mart sayısı
ilk kadın yönetmen ve yapımcıdır. Alice Guy-Blache, 1896 yılından 1920 yılına kadar yapımcı-yönetmen olarak 1000’den fazla filmde görev aldı. Bunların 22 tanesi uzun metrajlıydı. 1968’de, 94 yaşında hayata veda etti. En son kocasının onu başka bir kadın için bırakıp gitmesinin ardından, kendini bir türlü toparlayamayan yönetmen, günümüzde ne yazık ki hak ettiği üne ve saygıya sahip değil. Hayal bile edemeyeceğimiz zamanlarda, erkeklerin dünyasında sarsılması güç bir isimle var olan Alice Guy-Blache; özellikle kısa metraj filmlerin ilk kadın atası olarak tozlu tarihte yerini alıyor.
Samira Makhmalbaf 1980 doğumlu İranlı bir kadın yönetmen Samira Makhmalbaf. Coğrafyasında yaşadığı onca zorluğa rağmen sinemaya gönül vermiş cesur bir kadın. Onun beyaz perde ile tanışması henüz çocuk yaşlarındayken kendisi gibi yönetmen olan babası Mohsen Makhmalbaf ’ın çektiği ‘Bisikletçi’ filmi ile oldu. Babasından oyun-
culuk, yönetmenlik ve senaristlik üzerine dersler almıştır. Genç kız 17 yaşına geldiğinde ‘Elma’ isimli filmiyle ‘Cannes Film Festivali’ne katılan en genç yönetmen olarak kendini tanıtma fırsatı buldu. 1997 yılından beri beş filmde yönetmenlik yapan Samira’nın 17 tane ödülü bulunuyor. Filmlerinde genel olarak yaşadığı zor şartları, erkeklerin kadınlara bakış açılarını ve bunları yıkmak için idealist insanların girişimlerini beyazperdeye yansıtmaya çalışan yönetmen bunda oldukça başarılı bulunuyor. 21.yüzyılın İran’ın da halen pekte matah bir yere gelemeyen kadınların, iç dünyası ile karşılaşmamızı ve kendimizi sorgulamamızı sağlayan Makhmalbaf, daha çok ses getireceğe benziyor. Filmografisinde ‘11.09.01’ isimli bir film bulunan Samira bu filmi çeken 11 yönetmenden biri. 11 Eylül olaylarına bakış açısı oluşturan film farklı ülkelerden 11 yönetmen tarafından hazırlandı.
27 Kasım 1951 yılında doğan Kathryn Bigelow, tarz olarak listedeki diğer yönetmenlerden oldukça farklı. Genellikle bilimkurgu, korku ve yine bunlarla harmanlanmış aksiyon filmleri ile sinemaseverlerin karşısına çıkıyor. Bigelow, aynı zamanda hepimizin yakından tanıdığı ve sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmış olan James Cameron’un da eski karısı. Yönetmenin ilk gerçek anlamda patlaması 1987 yapımı ‘Karanlık Bastığında’ filmi olmuştur. Jenny Wright ve Adrian Pasdar ile göz dolduran filmin senaryosu da yine Bigelow’a ait. Aradan çok geçmeden ‘Mavi Çelik’ isimli filminde yine senaristliğini ve yönetmenliğini konuşturan Kathryn Bigelow, 2002’ye kadar dört film daha çekti. 2002’de ‘Tehlikeli Saatler’ filminde yapımcılığa da başlayan yönetmenin, 2009 yılında çektiği ‘Ölümcül Tuzak’ filmi ile kariyerini sağlamlaştırmıştır. Bigelow bugüne kadar 21 ödül alarak kendini taçlandırmış oldu.
Aynı zamanda yine ‘Ölümcül Tuzak’ filmi ile 1929 yılından beri verilmekte olan Hollywood’un en prestijli ödülü olan ‘Oscar’ı, ‘Ölümcül Tuzak’ filmi ile en iyi yönetmen dalında 7 Mart 2010’da kazanmıştır. Bigelow, bu başarısı ile tarihe geçmiş oldu. O Oscar tarihinde bu ödülü kazanan ‘ilk kadın’ oldu. Yerli ve yabancı sinema dünyasında, başarılarını özel hayatlarından çok çalışma hayatlarına borçlu olan; sansasyonel olaylardan uzak, erkek meslektaşlarına sürekli kendilerini kanıtlamak zorunda kalan 7 özel kadını tanıdık veya hatırladık. Yaşadıkları dönem ne olursa olsun, şartların ağırlığı hiç değişmedi onlar için. Yılmak bilmeden üreten, ürettiklerini görsel tema ile bizlere sunmak için didinen, yer yer kullanılan kadınların başarı hikâyeleri bunlar. Her biri cesur, akıllı ve yetenekli olmalarına rağmen sürekli bir sansür ve kontrol altında tutulmaya çalışan özgürlükçü birer kahraman. En güzel romanlardan esinlenerek
bizlere edebiyatı sevdiren Handan İpekçi, 2.Dünya Savaşı buhranında yaşananları tüm çıplaklığı ile gözler önün seren Tomris Giritlioğlu, genç yaşına rağmen aldığı ödüllerle başarı merdivenlerini çifter çifter çıkan İlksen Başarır, 10 film ile 46 ödül sahibi olarak kırılması zor bir rekora imza atan Yeşim Ustaoğlu, Fransız Sineması’nın özellikle kısa metraj filmleri ile yüz akı Alice Guy-Blache, İran gibi katı kuralların kadını yok sayan bir anlayışın tüm dayatmalarına rağmen sesini tüm dünyaya duyuran Samira Makhmalbaf ve 101 sene sonra en iyi kadın yönetmen ödülünü kazanan Kathryn Bigelow ve daha niceleri… Cesaretleri, umutları ve hırsları ile var olan düzene karşı bizde varız diyen tüm kadın yönetmenleri saygıyla anıyorum. Bilgi: Handan İpekçi, Tomris Giritlioğlu ve Yeşim Ustaoğlu fotoğrafları; fotoğraf sanatçısı Muammer Yanmaz’ın “40 Yönetmen” projesinden alınmıştır. ( http://www.muammeryanmaz.com/proje_40yonetmen )
bitti...
Kathryn Bigelow
Bilgi 2: Kullanılan film afişleri, kadın yönetmenlerin çektikleri film afişleridir.
büt dergisi Mart sayısı
13
Röportaj Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com
Bekir Ünlüataer
“Benim Müziğim Uzun Bir Yolculuk” Bekir Ünlüataer, Kültür Bakanlığı Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’nda yer alan çok başarılı bir sanatçı. Sizler onu Fatih Ahıskalı ile çıkardığı ‘Eşref Vakti’ albümü ile de tanımış olabilirsiniz. Ünlüataer ile röportaj için çok önceden sözleşmiştik. Ancak onun konserleri ve çalışmaları; bizim yeni röportaj telaşlarımız derken röportajı yapana kadar aradan epey bir zaman geçti. Kısmet bu sayımızaymış. Bekir Ünlüataer’in bu ay ki konserini etkinlik rehberinden görünce uçarak salona gittik desek yeridir. Tüm malzemeleri yanımıza alarak, yağmurlu bir İstanbul akşamında düştük yollara…
14
büt dergisi Mart sayısı
b羹t dergisi Mart say覺s覺
15
Röportaj
Üstelik ilk kez bir röportaja haber vermeden gittik. Nasıl olur demeyin, oldu vallaha. Konserden önce salona geldiğini bildiğimizden, aldık fotoğraf makinesini ve kayıt cihazını gittik. Sonra ekiple iletişime geçip kulisinde ziyaret ettik. Öyle sahne öncesi garip telaşları ve gereksiz bir egosu bulunmayan sanatçıyla oturduk güzel bir sohbet gerçekleştirdik. Yine samimiyeti barındırdığını düşündüğümüz o her zaman ki sorularımızdan sorduk. Üstelik konseri zevkle dinleyip sahneden fotoğraflar da çektik. Eğer sahnede Bekir Ünlüataer’i dinlemediyseniz size önerim bir an önce gidip onu canlı canlı seyretmeniz. “Ama ben musiki sevmem” demeyin, her yaştan seyirciyle dolu konser uzun zaman ayakta alkışlandı…
iklimi solumak kolay değildi. Çünkü çok uzun bir yolculuk olduğunu daha kapıdan girdiğimde anladım. Cemiyette hocalardan 4 sene repertuar ve nazariyat dersleri aldım. Ardından radyo’nun amatör ses yarışması sınavlarına katıldım ve İstanbul birincisi oldum. Akabinde 8 sene radyoda sözleşmeli olarak çalıştım. Konserler, canlı yayınlar, neşriyatlar, cd çalışmaları gibi her türlü etkinlikte solist olarak görev aldım. Bu arada İstanbul Teknik Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda okudum. 2006 yılında da Cumhurbaşkanlığı Klasik Türk Müziği Korosu sınavlarını birincilikle kazandım, halen orada görevlerimi sürdürüyorum.
her müziği denedim ama belli bir kaliteyi tadıp, onu ruhunda hissettikten sonra başka müzikler sizi doyurmuyor ben bunu hissettim. Popüler anlamda para, müzik ve şöhrette çok şey kazanabiliyorsunuz. Gerçi bu zamanda o bile kolay değil çünkü çok fazla grup ve müzik çeşidi var.
Bende dinleyicilere bunu yaşatmaya çalışıyorum. O yüzden ne kendime ne de bana emek veren hocalarıma haksızlık etmek istemiyorum.
Seyircili programlar yaparken genelde kamera arkasında görüyoruz, seyirciye nerde alkışlaması neler yapması gerektiği sürekBen de artık bir misyoli söyleniyor. Siz bu tarz num olduğunu ve Türk davranışlara karşı, bir müziğinin bana, benim sanatçı olarak seyirciye de ona ihtiyacım oldyapılan bu müdahaleyi uğunu piyasanın o deforne kadar doğru buluyormasyonunu yaşayınca sunuz? hissettim. Çünkü bir şeySeyircili programlar boş lerin peşinden çok koşmak stüdyoda şarkı söylemedoğru değil; insanın kenkten daha iyi ama ben disinden bir şeyler gidiyor müdahaleleri doğru bulan ve yıpranıyorsunuz. Zambiri değilim. Tabii stüdyo anla kaliteniz ve almış old- ortamı da konser ortamı uğunuz birikimde zedele- gibi değil, insanların niyor. O yüzden ben oturuş şekilleri de daha “Benim Müziğimin kurum sanatçısıyım. Piyas- rahatsız. Işık, ses rahatsız Hissedilmesi Lazım” ada çalıştığım dönemde edebiliyor ve havasız orben 1 yıllık bir istifa süretam olduğu için seyirciyi Popüler müziğe yönelmeyi neden düşünmed- cinden sonra geri döndüm sürekli atak tutmak gereve şu an çok mutluyum; kiyor belki yapılan uyarılar iniz? Bekir Ünlüataer müziğini Yolumu çizdim ama çünkü ben konsertistim. da o sebeple olabilir. kendi gözünden nasıl Benim konser vereceğim onun dışında müziğin anlatır? alanlar kültür merkezleri Alaeddin Yavaşça gibi evrenselliği ve benim Benim müziğim uzun bir yani salon konserleri. çok önemli sanatçılardan meraklı olmam beni hep yolculuk sonucunda daha farklı müzik dallarına itti. Çünkü ben bar konserdersler aldınız. farklı bir şahsiyet kazandı; Tasavvuf çalışmaları ve lerini sevmiyorum. Asla Yaşamınıza katkıları nasıl çünkü benim yaşlarımda dervişhaneyi yaptık. İlahil- yanlış anlaşılmak istemem, oldu? başlayan arkadaşlarımın ben barda çalışan arkTürk Müziği yaşamıma erim var. “Sen Sultansın çoğu popüler müziklere adaşlarımı küçümsemek çok şey kattı. Sizinde Ben Kulunum” benim tevessül ettiler. Ben işin için söylemiyorum; ama belirttiğiniz gibi çok bestelerimden biridir. biraz daha zor tarafına ben oranın adamı değildeğerli hocalarla çalıştım. Eşref Vakti de yine bizim kaçtım, bunda ailemin kat- popüler projelerimizden im. Yani “haydi eller haYaşayışınızı, hayata bakış kısı da büyüktür. Annem vaya arkadaşlar” dediğim açınızı ve giyinmenizi bile biridir ve 4 yıl sürdürebeni Üsküdar Musiki Ceciddi anlamda etkiliyor. bildik grup dağıldı. Şimdi zaman ben üzülüyorum. miyeti’ne ilk yazdırdığında Neşe-i Muhabbet isimli Çünkü benim yaptığım Yaşam biçiminiz oluyor. oradaki atmosfer beni müzik öyle bir müzik değil. Ruhunuza, bedeninize, programı Trt Müzik’te çok etkilemişti ve ben Benim müziğimin oturugünlük hayatınıza uygulaysunuyorum ve yine orda buraya aidim demiştim. lup felsefesinin anlaşılabiliyorsunuz. Bana yaşımsolo olarak şarkılarımı O atmosferde olmak, o dan büyük olgunluğa seslendiriyorum. Yani ben ması, hissedilmesi lazım.
16
büt dergisi Mart sayısı
“Benim müziğim uzun bir yolculuk sonucunda daha farklı bir şahsiyet kazandı”
büt dergisi Mart sayısı
17
Röportaj
sahip olduğumu söylerler. Seyirciler beni genç ve modern beklemeyebiliyorlar. Her yerde smokinle gezemem tabii ama sahnedekiyle bağdaştıramayabiliyorlar. Sanat Müziği, müzik tarzı sebebiyle size ağır bir hava verebilir ama sizin bundan ne kadar iyi bir duruş çıkarabildiğinize bağlı.
“Biz Avrupa’da Türk Sanat Müziğiyle Varız” Yurt dışına çok sık çıkabiliyorsunuz. Oradaki Türklerin ve yabancıların Türk Müziğine bakışı nasıl, hislerini paylaşma imkanı bulduğunuzda neler duyuyorsunuz? Klasik Müziğe olan hayranlıkları bizden çok daha fazla. Bizde maalesef klasik müziğin çok alıcısı yok. Türk Sanat Müziği asıl bu coğrafyada sunulmalı ama burada cazip gelmiyor. Çok klasik ve çok ağır buluyorlar. Oysaki biz, Avrupa’da Türk Sanat Müziğiyle, Türk Klasik Müziğiyle varız. Popüler ve fantezi müziği sevilmiyor. Tabii Türkler her çeşidine ilgi gösterebilir ama yabancı halk daha çok farklı şeyler arıyor. Mesela Hüsnü Şenlendirici Amerika’da konser verdiğinde klarnetiyle caz yapmak istemiş ama yazılı basın tarafından eleştiri almış: “Sen bizim müziğimizi bize mi satıyorsun, sen bir Harmandalı Fidayda çalsana, Orta Anadolu’dan eserler duymak istiyoruz, kendi kültürünüzü bize ge-
18
büt dergisi Mart sayısı
tirin” gibi bir yazı yazılmış; çünkü onlar popüler müziği çok iyi yapıyorlar. Sizin geleceğe dair yeni planlarınız var mı? Yeni planlarımın içinde tabii ki modern müzik var. Onu kabul etmek lazım. Ben asla sırt çevirmem; çünkü yenilenen bir dünya var, klasikliğin dışına çıkmadan müziğinde yenilenmesinin taraftarıyım. İcra şeklim zaten klasik ama bunu modern bir armoniyle klasik tarzda yapabilirim. Böylece yeni gelen genç nesle bu müziği sevdirebiliriz. Çünkü genç nesil çok farklı şeylerin peşinde koşuyor, sanat müziğini sevmiyor. Kafalarında Sanat Müziği ağır fasıl müziği gibi yerleşmiş. Eşref Vakti o anlamda çok karşılık bulmuştu. O yüzden yeniden farklı bir şeyler yapmak lazım diye düşünüyorum.
şarkılarını icra ettik. Hayırlı olsun albüm ne zaman çıkacak? Teşekkür ediyoruz, inşallah mayıs ayına yetiştirmeye çalışıyoruz. Büyük bir sürpriz olacak. Eserleriniz musiki adına çok güzel eserler. Anadolu’nun ücra köşelerindeki insanlarla müziğinizi buluşturmak gibi düşünceleriniz oldu mu? Tabii ki oluyor. Geçen hafta Kilis ve Antep’e gittik. Oralarda da bizi bilen tanıyan ama hiç ulaşamayan insanlarla karşılaştık. Onlarla buluşmak, müziğimi sevdirmek ve onların ruhuna dokunmak gerçekten büyük keyif veriyor. İstanbul’da bu işin pazarı zaten ortada, herkes her şeye daha kolay ulaşıyor; ama Anadolu’da öyle değil. İçimden gelen şey tabii ki Türkiye’yi karış karış gezerek yaptığım müziği dinletmek.
“Yen içi mo
istediklerim değil, onların istedikleri de çok önemli. “Derya Türkan ile Klasik müziğe boğmuyKlasik Bir Albüm orum; sıkılanlar olabilir. Çalışması Yapıyoruz” Dinleyicileriniz konNeoklasik de söylüyorum, seriniz için bu soğuk Sezen Aksu şarkıları da… Beste yapmaya vaktiniz ve yağmurlu İstanbul Yani amacım herkese hitap oluyor mu? akşamında uzak yerletmek. Çünkü Türkiye moBu sıra olmuyor; çünkü erden geliyorlar. Siz on- zaik bir ülke ve burada her çok yoğun çalışıyorum. larla ilgili neler söylemek çeşit insan var, yani herkes Repertuar ve konser istersiniz? klasik sevmek zorunda çalışmalarım çok fazla. Benim çok vefalı bir dindeğil. Tabii coğrafya olarÇünkü her konserin ayrı leyici kitlem var. Yaklaşık ak eğlenceli ve oynamalı bir repertuarı oluyor ve 8-10 senedir kültür merke- şarkılara da merak var çok çalışmam gerekiyor. ondan dolayı klasik müzik Trt Müzik’teki program için zlerinde konserler icra ağır geliyor. canlı yayın öncesi çalışma- ediyorum ve hemen hemen her konserim doldu larımız oluyor. Derya TürBekir Ünlüataer’in söykan ile de klasik bir albüm taştı. İnsanlar seviyorlar, lerken en iyi hissettiği çalışması yapıyoruz. Klasik geliyorlar ve ben onların isteklerine cevap verieserler hangileri? Türk Musikisi bestekarı yorum. Sadece benim “Seninle Ey Gül-i Ahsen” Ali Ufki’ye ait o dönemin
ni planlarımın inde tabii ki odern müzik var”
Arta kalan zamanlarınızda neler yapıyorsunuz? Müzik dinleyerek ruhumu dinlendirmeyi seviyorum. Tabii bu müzikler dünya müzikleri oluyor, farklılığı seviyorum. Pink Martini, Andrea Bocelli dinliyorum.
Klasik Batı Müziğini de seviyorum. Okumayı ve araştırarak yeni bilgiler edinmeyi seviyorum. Böylece işimin keyifli yönlerini de daha fazla açığa çıkarmış oluyorum. Şükrediyorum çünkü sevdiğim işi yapıyorum.
büt dergisi Mart sayısı
19
bitti...
son zamanlarda çok severek seslendirdiğim eserler arasında. İnsanlarda eğleniyor. Duygusal şarkılardan da ‘Sonbahar Vurgunu’, ‘Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın’, ‘Zil Şal ve Gül’ gibi performans gerektiren eserler de benim severek okuduklarım arasında.
Foto Haber Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com
Tiyatronun Sahne Arkası... » Sevgili Tiyatro severler Büt Dergisi’nin bu ayki sayısında 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ne
özel olarak Ankara Devlet Tiyatroları’ndaki fotoğrafları paylaşıyoruz. Sizler için Ankara İrfan Şahinbaş Atölyeleri’nde tiyatro sahnelerinin dikiş kostüm atölyelerini İnci Kangal sayesinde fotoğrafladık. Bizlere yardım edip tüm atölyeleri gezdiren kostüm tasarımcısı Sevgili İnci Kangal’da Erzurum Devlet Tiyatrosu’ndaki çocuk oyunu için kostümlerinin dikim aşamasını takip ediyordu. Sahnede oyuncuların üzerinde gördüğümüz o ışıl ışıl rengarenk ya da dönem elbiseleri olarak dantelli, karpuz kollu dikilen kıyafetler de terzilerin bin bir tane marifeti vardı. Danışıklı iş diye buna denir, herkes birbiriyle fikir alışverişine girerek elbiseler üzerinde yapılan değişiklikleri en uygun şekilde ayarlamaya çalışıyordu. Kumaş parçalarıyla dolu odalar da buram buram tiyatro kokarken biz de her anı ölümsüzleştirmek ve sizlerin merakını azıcık da olsa gidermek için oradaydık… 20
büt dergisi Mart sayısı
b羹t dergisi Mart say覺s覺
21
Foto Haber
22
b羹t dergisi Mart say覺s覺
Foto Haber
b羹t dergisi Mart say覺s覺
23
Foto Haber
24
b羹t dergisi Mart say覺s覺
Foto Haber
b羹t dergisi Mart say覺s覺
25
Foto Haber
26
b羹t dergisi Mart say覺s覺
Foto Haber
b羹t dergisi Mart say覺s覺
27
Foto Haber
28
b羹t dergisi Mart say覺s覺
bitti...
Foto Haber
b羹t dergisi Mart say覺s覺
29
PortrE Serap Kamacı serab.5091@gmail.com
YEŞİLÇAM’IN ŞAPKA ÇIKARILACAK YÖNETMENİ 30
büt dergisi Mart sayısı
PortrE
Hababam Sınıfı, Şabanoğlu Şaban, Süt Kardeşler, Salako, Kibar Feyzo ve dahası. Yeşilçam’ın gelmiş geçmiş en güzel filmleri. Bu ve bunlar gibi hafızalardan silinmeyen, izledikçe keyif aldığımız, unutamadığımız “Türk Sineması”nın en güzel filmleri. Bu filmlerin görünmeyen kahramanı ise Ertem Eğilmez. Filmlerin kimisinde yönetmen, kimisinde senarist, kimisinde ise yapımcı koltuğunda oturdu Eğilmez. Türk sinemasına, bir daha eş değeri çok nadir gelebilecek yapımlar ve oyuncular kazandırdı. İsmi her ne kadar bu filmlerin arkasında kalsa da, eserleriyle ölümünden 25 yıl sonra bile sevgiyle anılıyor. O Türk Sineması’nın şapka çıkarılacak yönetmenlerinden birisidir...
ve iflas etti. Bunun üzerine farklı yenilik arayışına giren Eğilmez, Türkiye’ye ilk langırt makinelerini getiren isim oldu. 1950’li yılları böyle geçiren Ertem Eğilmez, 1960’lı yıllara geldiğinde ise hayatının dönüm noktasına adım atmaya başladı. Eğilmez, günümüze kadar gelen film şirketi ‘Arzu Filmi’ 1964’de kurdu. Böylece sinemacılığa adım atan Eğilmez gelecek büyük başarılara merhaba demeye hazırlandı. İlk yapımcılık deneyimini ‘Yaman Gazeteci’ adlı filmiyle yapan Eğilmez, ilk yönetmenlik deneyimini ise ‘Fatoş’un Fendi Tayfur’u Yendi’ ile başladı. Ertem Eğilmez sinema sektöründeki ilk ödülünü ise 1967 yılında Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde ‘Bir Millet Uyanıyor’ ile aldı.
Ertem Eğilmez, aslen Trabzonlu olup 1929 yılında İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Eğilmez, eğitim hayatına Konya’da başladı. Orta öğrenimini burada bitirdikten sonra tekrar İstanbul’a gelen Ertem Eğilmez, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni kazandı. Yüksek Öğrenimine burada devam eden ünlü yapımcı, mezun olduktan hemen sonra İstanbul’da bir bakkal dükkânı açarak burayı işletmeye başladı. Ancak Eğilmez’in bu meslekteki ömrü askerliği bitene kadar sürdü. Askerliği bitirip döndükten sonra ‘Çağlayan Yayınevi’ni kuran Ertem Eğilmez böylece sanat dünyasına ilk adımını atmış oldu. Eğilmez’in bu ilk adımlarında yanındaki isim ise; Refik Erduran’dı. Ertem Eğilmez açtığı yayınevinden sonra birde karikatür dergisi çıkarmaya başladı.
Ertem Eğilmez sinemadaki başarısına yıllar geçtikçe daha fazla ekleyerek ilerlemeye başladı. Hemen hemen her tür film üzerine çalışan Ertem Eğilmez, hepsinde başarılı adımlar attı. Ancak zaman ilerledikçe ve hem yönetmen, hem yapımcı olarak daha deneyimli hale geldikten sonra güldürü türüne yöneldi. Ertem Eğilmez’in bu adımı yıllar sonra efsane olacak filmlerin ortaya çıkması için ilk adım oldu. Sinemada 1960’lı yıllarda aşk filmleri üzerinde çalışmaya başladı. Eğilmez’in 1960’lı yıllardaki aşk filmleri o döneme damgasını vuran filmlerdi. Aşk duygusu üzerine çektiği filmlerin ardından Ertem Eğilmez, 1970’li yıllarda ise daha çok o günlerin toplumsal sorunlarına,
Türkiye’ye Langırt Makinelerini Getirdi O yılların en ünlü karikatüristlerini yetiştiren ‘Tef Dergisi’ büyük yankı uyandırdı. Ertem Eğilmez ayrıca Türkiye’de ilk kez cep kitaplarını çıkaran isim oldu. Ancak cep kitapları başlarda çok ses getirse de daha sonra işler ters gitti
dostluğa, insan ilişkilerine yer vermeye başladı. 1970’li yılların sorunlarını güldürüyle harmanlayarak, kimi zamanda eleştirerek ortaya koyan Ertem Eğilmez, bunu o kadar başarılı şekilde gerçekleştirmiş ki bu türdeki her filmi çekildiği yıllardaki insanların aynası gibi. O yıllarda işlediği konular içerisinde en çarpıcı olanı ise ‘Canım Kardeşim’ adlı filmiydi. Tarık Akan ve Halit Akçatepe’nin başrollerinde oynadığı ‘Canım Kardeşim’ o yıllarda yaşanan sorunların güldürü ve hüzünle harmanlanmış haliyle karşımıza çıkıyor. Canım Kardeşim’i herkes en az bir kere izlemiştir diye düşünüyorum. 1970’li yıllarda yaşanan geçim sıkıntısı, televizyonun dar gelirli mahallelere ilk gelişi ve o günün tedavi şartları çok güzel ve dramatik yansıtılmış. İzlediğiniz anda sizi resmen o hüznün içine alıyor ve birden kendinizi o hüznün içinde boğulmuş hissediyorsunuz. Ertem Eğilmez’in Yeşilçam’a damgasını vurmuş Canım Kardeşim gibi onlarca daha filmi var. Toplumsal sorunların yanında güldürü türündeki Yeşilçam’ın üst seviye filmlerine de imza atan Ertem Eğilmez’in hiç kuşkusuz unutulmayacak filmleri arasında; Şabanoğlu Şaban başı çekiyor. Ertem Eğilmez vizör başında...
büt dergisi Mart sayısı
31
PortrE
Ertem Eğilmez bir kanala röportaj veriyor...
sillere en büyük mirası. Eğilmez’in bu sinema tutkusu ise oğlu Ferdi Eğilmez’e miras kaldı. Ancak çocuklarının sine1977’yılında yönetmenliğine imza attığı ma sektörüne girmesini istemiyordu. geniş ve zengin kadrosu olan ‘Şabanoğ- Bunun en büyük sebebi ise düzenli bir aile hayatının mümkün olmamasıydı. lu Şaban’ filmi, 2009 yılında dünyanın Bu yüzden Ertem Eğilmez çocuklarını en büyük film veri tabanı tarafından dünyanın en komik filmi seçildi. Kemal sinemadan hep uzak tuttu. Fakat ailenin en küçük çocuğu olan Ferdi yaşının Sunal, Şener Şen, Adile Naşit, Ayşen küçük olmasından dolayı bu konuda Gruda ve daha birçok başarılı ve untorpilliydi. Babasıyla beraber sete giden utulmaz ismin yer aldığı ‘Şabanoğlu Şaban’, ‘Süt Kardeşler’ gibi filmler Ertem Ferdi’nin yaşı büyüdükçe set yasakları gelmeye başladı. Ancak Ferdi EğilEğilmez’in hiç kuşkusuz gelecek nemez eğitim için yurt dışına gittiğinde içindeki sinema sevgisine engel olamadı ve sinema okudu. Fakat bunu babasından saklıyordu.
32
tem Eğilmez filmin bitmiş halini hasta yatağından izledi. Daha sonra hayata gözlerini yuman Ertem Eğilmez koltuğunu Ferdi Eğilmez’e emanet etti.
Ertem Eğilmez’in Yönetmenliğini Yaptığı Bazı Filmler
Arabesk (1988), Aşık Oldum (1985), Namuslu (1984), Hababam Sınıfı Güle Güle (1981), Banker Bilo (1980)i Erkek Güzeli Sefil Bilo (1979), Gülen Gözler (1977), Hababam Sınıfı Tatilde (1977), Şabanoğlu Şaban (1977), Hababam Sınıfı Uyanıyor (1976), Süt Kardeşler (1976), Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı (1975), Hababam Sınıfı (1975), Salak Milyoner (1974), Köyden İndim Şehire Oğluyla Aynı Projede: Arabesk (1974), Mavi Boncuk (1974), Oh Olsun (1973), Yalancı Yarim (1973), Canım Yurt dışına oğlunu ziyarete giden Ertem Kardeşim (1973), Senede Bir Gün Eğilmez, oğlunun sinema okuduğunu (1965), Sürtük (1965), Helal Adanalı öğrenince oğluna küstü ve tam 7 yıl Celal (1965), Kart Horoz (1965), Faboyunca oğlu Ferdi ile görüşmedi. 7 toş’un Fendi Tayfur’u Yendi (1964) yıl sonra oğlunu arayarak aynı projede çalışmak için çağıran Ertem Eğilmez, oğlu ile birlikte o yıllara damgasını Ertem Eğilmez Usta’yı Saygı ile vuran ‘Arabesk’ filmini çekmeye başladı. anıyoruz... Ancak çekimler sırasında rahatsızlandı. Böylece filmin tüm yükü oğlu Ferdi Eğilmez’e kaldı. Bu yük Ferdi Eğilmez’in kendisini babasına gösterebilmesi için bir fırsattı. Ferdi Eğilmez’in üstlendiği filmin tamamlanmasının ardından, Er-
büt dergisi Mart sayısı
▷ Ertem Eğilmez’in unutulmazları arasında yer alan Hababam Sınıfı Sınıfta Kaldı filminin afişi...
bitti...
Dünyanın En Komik Filmi: Şabanoğlu Şaban
Yaşamın içinden Emre Ceylan emreceylan_91@hotmail.com
→ Fotoğraf: Çok değil bundan 10-15 sene önce sokaklarda fotoğraftaki gibi bozacılara rastlardınız...
Birkaç eski hatıra... Biraz eskilere gitmeye ne dersiniz? Çok değil bundan 10-15 yıl öncesine. O zamanın çocukları, gençleri ve yetişkinleri o günleri dün gibi hatırlıyorlardır. Peki ne vardı ki o zamanlarda? Ben neden o zamanları anlatma gereksinimi duydum? Bu soruya cevap olarak; geçmiş hatıralara, anılara, yaşantılara duyulan özlem diyorum. Birde bizim bu bildiklerimizi bilmeyenler var.
büt dergisi Mart sayısı
33
Yaşamın içinden
Sizlere çocukluk zamanımdan bu yana aklımda kalan yaşamdan, yaşanmışlıklardan bahsedeceğim. Yazı yelpazem biraz geniş olacak. Bir iki konu üzerine değil birçok konu üzerinden aktarımda bulunacağım. Biliyorum ki bu anlatacaklarımı yaşıtlarım ve büyüklerim iyi biliyor. Ama ya günümüzün çocukları?
çubuklar üzerinde. Okuldan çıkmış eve gidiyorsunuz, arkadaşlarınızla sokakta oyun oynuyorsunuz, çocuğunuzu, torununuzu → Şu meşhur nayloncu- gezmeye çıkarmışsınız; birden burnunuza ları hatırlayanınız var hoş bir koku geliyor. Birde o sesi duyuyorsunuz: “Pamuk şekerci.” Çocuklar hemen mı? Gene bunlarda cebini yoklardı, parası olan koşardı tezgâhın dört tekerlekli tahta başına alırdı pamuk şekerini afiyetle yerdi. arabalar üzerinde veya O şeker arabalarını hatırlayın bir. Başına Zaman hızla akıp gidiyor. Her yeni gün eski ufak kamyonet tip ara- dikilip merakla izlerdik o ortadaki delikten balar ile çöp kovası, günün üzerine kılıf gibi geçiyor. Yaşamlar, yukarı doğru çıkan tüy gibi şeyler tezgâhın çalı süpürgesi, leğen, içinde etrafa yayılıp sonra nasıl da çubuğa yaşantılar, hayat şartları, toplum, dünya sürekli değişiyor. Yeni teknolojik gelişmeterlik, çamaşır sepeti, dolanıp şeker oluyor diye. Şekerciye derler, yeni imkanlar, sözde iyileşen hayat mandal bunlara ben- dik “ağabey bende yapabilir miyim?” diye. şartları… Hepsi kulağa hoş geliyor da peki zer daha bir sürü şey On kuruşa, yirmi beş kuruşa alırdık o neden geçmişe özlem duyuyoruz? zamanlarda. Şimdi ise açıkçası ben fiyatını satarlardı. bilmiyorum. Ama tahmin ediyorum ki iki, Geçmişe dönüp baktığımda aklıma rengiüç liradan aşağı değildir alışveriş merkezi yle tadıyla oldukça güzel olan pamuk denen gözde yerlerde. şeker geliyor. Pamuk şeker; toz şeker ve gıda boyasından yapılan bir şekerlemedir. Öğlen saatleri dört tekerlekli, mavi renk Evet biliyorum şimdilerde de pamuk şektahta bir araba geçiyor sokaktan. Üstü er var. Ama bizim çocukluğumuzdaki gibi demir ve benzeri şeylerle dolu. Adam sokaklarda değil günümüzün beton yığını bağırıyor: “Hurda alıyom, demir alıyom, alışveriş merkezleri içinde ya da belli başlı demirciiii” diye. Bu sesi bir yerden hatıryerlerde. Bahsettiğim zamanlarda ise okul ladınız sanırım. Mahalle mahalle sokak önlerinde, sokaklarda, çocuk parklarınsokak gezip eski hurda eşyaları, işe yarada arabalarda satılırdı. Birde uzun tahta mayacak demirleri toplardı bu insanlar.
34
büt dergisi Mart sayısı
Yaşamın içinden
Birkaç lira karşılığında satın alırlardı hurdaları, demirleri. Sonra kendileri topladıkları bu demir ve hurdaları ana toplama yerlerine götürüp satarlardı. Herkesin ekmek parası, uğraşı başkaydı. Bizde çocukken kendi kendimize harçlık kazanabilmek için evde ya da inşaatlarda işe yaramayan demirleri alır satardık. Aldığımız parayla cips, çikolata alır yerdik. Şimdi bakıyorum da şehrin gürültüsünden midir bilmem ama ne hurda diyeni ne demirci diyeni duymuyorum.
ta arabalar üzerinde veya ufak kamyonet tip arabalar ile çöp kovası, çalı süpürgesi, leğen, terlik, çamaşır sepeti, mandal bunlara benzer daha bir sürü şey satarlardı. Hiç unutmam sadece para ile satış yapmazlardı. Evde eskimiş ya da giymediğimiz bir gömlek, pantolon, t-shirt ne varsa verirdik onun ederi kadar bir şeyler alırdık.
2000’li yılların meşhur teknoloji ürünü “Overlokçulara” ne demeli. Minibüslerin arkasına overlok makinesini koyarlar sokak Akşam olmuş, hava kararmış. Evde telsokak gezerler. Birde onların duygusal bir evizyonun karşısında oturuyoruz ya da → Birde o sesi duyuyor- fon müziği eşliğinde meşhur bir seslenişi başka bir uğraşımız var. Dışarıdan bir ses: vardır. Gelin o sözleri beraber hatırlayalım. sunuz: “Pamuk şekerci.” “Booozaa, boozaaa, bozacıııı” bağırıyor. “Hanımların dikkatine overlok makinesi Çocuklar hemen cebini Pencereyi açıp bakıyorum merakla; orta ayağınıza geldi. Halı, kilim, yolluk, paspas yoklardı, parası olan yaşlarda bir adam sırtına yüklenmiş güğümkenarına, halıflex kenarına overlok çekilir. koşardı tezgâhın başına Beş dakikada yapılır, hemen teslim edilir.” leri sokakta boza satıyor. Akşamları sokak sokak gezip boza satmak eski bir gelenekti o alırdı pamuk şekerini Tuhaftır ki yıl 2014 oldu ama hala sokaklarzamanlar. Şimdilerde ise çok nadir duyuyafiyetle yerdi. O şeker da overlokçu görebiliyoruz. Yıllara meydan orum boza diye bağıran bir sesi. Artık mar- arabalarını hatırlayın okuyan overlokçular hala ayağınıza gelmeye ketlerde, bakkallarda fabrika yapımı bozalar devam ediyor. bir. satılıyor. Ev yapımı bozaları anca köylerde, kasabalarda, küçük yerleşim yerlerinde bulEski çocukluk oyunlarınızı hatırlıyor mak mümkün. musunuz? Saklambaç, misket, körebe, mahalle maçları, yakar top, dokuz taş daha Peki şu meşhur nayloncuları hatırlayanınız niceleri. Okuldan gelir üstümüzü değiştirip var mı? Gene bunlarda dört tekerlekli tahağzımıza iki üç lokma bir şey tıkıştırır
büt dergisi Mart sayısı
35
Daha anlatılacak yazılacak çok şeyler var. Ama hepsini yazmaya kalksak yaz yaz bitmez. Peki şimdi ben bunları neden mi yazdım? Öncelikle sizleri geçmişe götürmek için sonrasında günümüz çocukları bunları bilsin diye. Eskiden neler vardı, şimdi neler var. Eskiden sokaklar bizimdi. Şimdi ise sokaklar arabaların, boş araziler betonların. Artık sokakta oyun oynasın diye çocuklarımızı dışarı salamıyoruz bir banın peşine beyaz du- şey olur diye. Eve tıkılıyor çocuklar eskilSize ‘Atari’ desem bana ne dersiniz? “Heyt manın içinde koşardı. eri unutuyor. Artık mahalle esnafı denen be ne oynardık” seslerinizi sanırım duykavram yavaş yavaş yok oluyor. Süper abiliyorum. Çocukluğumuzun oyun konmarketler, alışveriş merkezleri (avm) soluydu atariler. Atari kutusunun üzerbunların yerini alıyor. Yeni teknoloji fuine takardık kaseti başlardık oynamaya. ryasına kapılıp gidiyoruz. Günümüzde Hatırlar mısınız meşhur atari kasetlerini? üç beş yaşındaki çocuk elinde tablet oyun İçerisinde 9.999.999 tane oyun var yazardı. oynuyor. İleride bu çocuk ne bilsin dokuz Sarı, gri, yeşil kasetler. Çokta güzel oyunlar taşı, ne bilsin dokuz aylık dediğimiz futbol vardı. Süper Mario, Tank 1990, Bomberoyununu. Sakın yanlış anlamayın yenilik man, ördek vurmaca, contra daha niceleri. karşıtı birisi değilim. Globalleşen dünya Açtık mı atariyi saatlerce başından kalkdüzeninde yeniliklerin getirisi bunlar. Ama mazdık. Şimdiki çocuklar ise atari nedir diyorum ki en azından biz ağabeyler, ablabilmezler sanırım. Yeni teknolojik gelişmelar, anneler, babalar, dedeler, nineler eski lerin sonucu olarak yeniler eskileri unutyaşantıları yeni nesile anlatırsak az da olsa turuyor. Şimdilerde ise tablet bilgisayarlar, bunları hatıralarda yaşatırız. Belki bunlar laptoplar, akıllı telefonlar, Playstationlar, günümüzde yapılamaz ama en azından Xboxlar yeni oyun aletleri. bilinirler. Bunları anlatırken dönüp ardımıza baktığımızda, kendimize şu soruyu Birde yanlış olmasına rağmen eskiden sorarız: “Eskilerden ne kaldı?” bende dahil olmak üzere çoğu çocuğun
36
büt dergisi Mart sayısı
bitti...
atardık kendimizi sokağa. Başlardık top peşinde koşturmaya. Kalabalıksak hemen takım oluşturur tek kale maç yapardık. Az araba aynası kırmadık sokak aralarında. Peki ya yaz akşamlarının vazgeçilmezi saklambaç. Ne çok severdik onu. Herkes → Yaz günleri sinek ilkendince gözükmeyecek bir yere girer sak- açlama arabaları lanırdı. Kimi sobeler, kimi sobelenirdi. Bu- geçerdi. Yoğun beyaz lunamayanlar ise ebe tarafından kurt, çakal bir duman salardı gibi terimler kullanılarak ilan edilir, ortaya çıkması sağlanırdı. Bazen ise gıcıklık olsun makine arabanın kasasından. Sokaktaki diye eve girer saklanırdık. Ebe araya durçocuklar takılırdı arasun biz balkondan ona bakar gülerdik.
bir kerede olsa yaptığı bir şeyi hatırlatmak istiyorum. Yaz günleri sinek ilaçlama arabaları geçerdi. Yoğun beyaz bir duman salardı makine arabanın kasasından. Sokaktaki çocuklar takılırdı arabanın peşine beyaz dumanın içinde koşardı. Eve bir gelirdik bütün elimiz, yüzümüz, saçımız yağ olmuş. Evet yapılan şey sağlıklı ve doğru değildi ama itiraf edin ki eğlenceliydi. Şimdi ise o arabanın arkasından çıkan beyaz duman az ve silik. Sanırsam biz eski çocuklar yüzünden.
Mitoloji Müge Gül
muugegul@gmail.com
OKYANUSLARIN TANRI VE TANRIÇALARI Poseidon
Okyanuslar, kıtaları birbirinden ayıran, uçsuz bucaksız gibi görünen, masmavi özgür su kütleleridir. Her birinin kendisine has bir çapı ve derinliği vardır. Yeryüzünün yüzde 70’ini kaplayan bu büyük krallığı ise eski Yunanlılara göre Tanrıların Tanrısı Zeus’un asi kardeşi Poseidon yönetiyordu ya da pek çoğumuz öyle biliyorduk. Evet, Poseidon, denizlerin ve okyanusların tanrısı ancak ona bağlı başka tanrı ve tanrıçalarda var hem de 12 tane. Bu ay Okyanusların hükümdarlarına bir göz atalım istedim. Dipsiz gibi görünen bu devasa dünyayı yönetenler ve Poseidon ile eğlenceli bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? İnsanoğlu doğadaki pek çok olayı kendince açıklamaya çalışmıştır. Bunu, kolay ve unutulmaz yapabilmek adına hikayeler uydurarak yapmıştır. Açıkçası mitolojide en yenilikçi ve sınır tanımayan uygarlık bana göre Yunanlılardır. Hemen hemen her bitki için bile bir oluşum hikayesi bulmuşlardır. Düşünce güçlerinin yetmediği yerde insanların, rüzgarların önüne kattığı devasa dalgaları veya denizde oluşan fırtınalardan kaynaklanan girdapları anlatabilmesi, elbette doğaüstü sebeplere dayanmaktadır.
→ Okyanus tanrıçaların-
dan Hera’yı temsil eden bir yağlı boya çalışması. Paris’in kararı adını taşıyan çalışma: ortada başında tacı ile tanrıça Hera ve arkasında tavuskuşu...
Yunan mitolojisinin tartışmasız en güçlü ve hırslı tanrılarından biri olan Poseidon, titanların en güçlüsü ve zamanın yaratıcısı olan Kronos’un oğludur. Kardeşleri Zeus ve Hades ile babalarına karşı verdikleri savaşta galip gelmiş ve dünyayı kendi aralarında paylaşmışlardır. Şimşek Tanrısı Zeus, gökyüzünde hükümranlık sürerken, yer altı dünyası ve ölüler diyarı Hades’in kontrolüne verilir. Yerkürede tartışmasız en çok yer kaplayan denizler ve okyanuslarda içlerinden hiddetli olana yani Poseidon’a düşer. Ancak Poseidon pek bilinmese de aynı zamanda depremler tanrısıdır. Kudretini anlık öfkelendiğinde oldukça hissettiren Poseidon; bu sayede pek çok canlıyı, gemileri hatta Atlantis uygarlığını bile okyanusun derinlerine gömmüştür. Bundan bahsedince kısaca Atlantis’e yani Atlas’ın adasına değinmeden geçmek istemiyorum. Son derece zengin bir uygarlığın, bir gecede esrarengiz bir şekilde ortadan yok olduğu ile ilgili efsaneyi duymuşsunuzdur. Platon tarafından günümüze kadar getirilen bu efsanenin gerçekçiliği, oldukça karmaşık bir hal almış bulunuyor. Bana göre bunun en önemli sebebi; Atlas Okyanusu’nda bermuda büt dergisi Mart sayısı
37
Mitoloji
Okyanus Tanrıları... Koskoca bir kıtanın, bir gecede yeryüzünden silinmesine sebep olacak şeyin en az Poseidon kadar kudretli bir tanrı olacağı doğrultusunda yıkılması güç bir inanç doğmuş oldu. Poseidon öfkelendiğinde önüne ne gelirse yok eden; pekte ılımlı ve uzlaşmacı olmayan bir tanrıydı. Poseidon, Amphitrite ile evliydi. Bu evlilikten 3 çocukları vardı. Bunlar Amykos, Trito ve Kyknos’tu. Amphitrite evliliğinin ona verdiği prestiji sonuna dek kullanıyordu. Denizin dibinin Tanrıçasıydı. Aynı zamanda Poseidon hariç tüm deniz tanrı ve tanrıçalarının tanrıçasıydı. Yunan mitolojisinde genelde herkes yerini bilirdi. Glafkos, bir tür alt sınıf deniz tanrısıydı. Aynı zamanda Likyalı (Anadolu’nun Teke yarımadasını → Poseidon’un mutkaplayan son derece önemli antik kente lak hakimiyetine ve ‘Işık Ülkesi’ denirdi.) bir prensti. Leutartışmasız ününe kothea, Yunanlılar tarafından beyaz tanrıça rağmen, bu kısaca olarak adlandırılan ve Hera’nın gazabından değindiğimiz tanrı ve kaçarken denize sığınan, burada tanrıça tanrıçalarda, dünyadaolan bir peridir. Okyanusun kızı Doris’te ki denizlerin ve okyine engin okyanusların verimli tanrıçalarından biridir. Kendisi gibi bir Deniz yanusların koruyucuları ve bekçileridir. Heykel: Tanrısı olan Nereus ile evlidir. İlk suların tanrısı Phorkys, ise kız kardeşi Keto ile evle- Poseidon, Kopenhag nerek saltanatına devam emiştir. Palaemon, Oceanids (Okeanos ile Tethsys ile olan çocukları) , Triton gibi küçük su tanrıları veya perilerine de rastlıyoruz Yunan mitolojisinde. Pontus, hem bir titan deniz tanrısı hem de orta ve doğu Karadeniz’de kurulan bir krallığa da isim vermiş eski ve güçlü
38
büt dergisi Mart sayısı
bir tanrıdır. Proteus, görev bakımından diğer tanrılardan ayrılır. Çünkü o denizde yaşayan canlıların çobanıdır. Poseidon’un en büyük oğlu olan tanrı, babasına sadakati ile tanınıyordu. Okeanos, güçlü, sakallı ve kafasında boynuz taşıyan; belden aşağısı yılan olan bir tanrıdır. Onun isminden esinlenerek bugün Okyanus demekteyiz. Kendisi gibi bir deniz Tanrıçası olan Tethys ile evlenmeden geçirdiği zamanlar, deniz perilerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Okeanos, küçük akarsu, ırmak, çay ve gölleri yöneten 3000’den fazla perinin babasıdır. Poseidon’un mutlak hakimiyetine ve tartışmasız ününe rağmen, bu kısaca değindiğimiz tanrı ve tanrıçalarda, dünyadaki denizlerin ve okyanusların koruyucuları ve bekçileridir. Bu tanrı ve tanrıçalar, dünyada en fazla canlı çeşitliliği olan su ekolojisindeki; deniz kızlarından-sirenlere, devasa ahtapotlardan-canavarlara kadar zengin bir tür yelpazesinin kontrolünü sağlıyorlardı.
Poseidon Tapınağı Poseidonun tutku dolu dünyası her ne kadar bizim kültürümüzde kendisine pek yer bulamamış olsa da; Aydın iline bağlı ‘Dilek Adası’nda Poseidon’a adanmış bir tapınak bulunmaktadır. Bu da bölgeyi geleneksel bir festival alanı haline getirir. İyon birliği de denilen, Yunan-kent birliği için önemi oldukça fazladır. Azgın dalgaların hakimine, kardeşleri ve diğer tanrılar yukardan bakarken tüm ihtişamını sergilemekten kaçınmayan bir tanrıdır. Hiddeti ile Zeus’u bile zorlayan, ailenin haşarı delikanlısı Poseidon Yunan mitolojisinde her daim en hararetli tanrı olmaya devam edecektir. Onun krallığının bir parçası olan su ve o su da yaşayan tüm canlılar ile sonsuza dek hüküm sürecek olan Poseidon, gücünün simgesi 3 dişli mızrağı dünya var oldukça kendinden söz ettirmeye devam edecektir.
bitti...
şeytan üçgeni denilen esrarengiz bölgede, Paul ve Pauline Zalitzki çifti tarafından batık bir şehir bulundu. Yine Küba yakınlarında yolları, tünelleri, esrarengiz piramitleri ve yazıtları olan bir batık şehre ulaşıldı.
KitaP Mustafa Doğan mstf.doqan@gmail.com
Yasaklı İlmin Kitabı
ESRÂR NAME
Size yapacağınız çeşitli muskalar sayesinde hızlı hareket etme, görünmezlik, uçma yeteneği ve buna benzer birçok özelliği verecek olan; bunlardan en önemlisi size ölümsüzlüğünüzü sunacak bir kitabın olduğunu söylesem ve bu kitabı elinize geçirseniz ne yaparsınız? Böyle bir kitaptan haberdar olursanız onu çok arzular mısınız ya da ona ulaşmak için elinizden geleni yapar mısınız? Bunu bir düşünün… Ayfer Kafkas tarafından kaleme alınan, 302 sayfadan oluşan, “Yasaklı İlmin Kitabı Esrarname” Timaş Yayınları’ndan → Sayfalar arasında ilŞubat 2011 yılında okurlarıyla buluştu. Kitabı yaklaşık bir sene önce görüp erlerken, ‘bir sonra almıştım fakat okumaya bir türlü fırki sayfa da ne olsatım olmamıştı. Raflarda duran kitabın acak’ düşüncesine kapağı ve ismi beni kendine çekmiş, kapıldığınızda, kitabın hemen arka kapağında bulunan özet kurgusunun ne kadar kısmına göz gezdirdikten sonra ilginç bir kitap olduğuna kanaat getirerek mükemmel olduğunu almıştım. Okuduktan sonra bu kaanlayacaksınız... naatimin ne kadar doğru olduğunu anladım. Kitabın dili o kadar akıcı ki, kitabı okurken hiç anlam karmaşasına düşmeden rahat okunabiliyor. Sayfalar arasında ilerlerken, ‘bir sonra ki sayfa da
ne olacak’ düşüncesine kapıldığınızda, kitabın kurgusunun ne kadar mükemmel olduğunu anlayacaksınız. Kitabı okurken bir romandan ziyade bir sinema filmi izliyormuşsunuz gibi zihninizin imgeleriyle görüntü oluşturan soluksuz okunabilecek bir eser. Kitap sizde, o anı yaşıyor etkisi yaratıyor ve Osmanlı sokaklarında sizlere bir yolculuk sunuyor… Kitaptaki tanımıyla Esrarname; haram ilimlerine dalmış Tir-i Danende isimli zındıklıkla suçlanarak ülkesinde idam edilmiş Farisi bir şair ve büyücü tarafından, insanların kağıt yerine berçimen denen hayvan derilerinin büt dergisi Mart sayısı
39
Tir-i Danende’nin öldüğünü duyan yanındaki Asfar adındaki cin özgürlüğüne kavuşmuştur ama kitaba sahip olamamıştır. Bunun nedeni; kitabın yazarı Tir-i Danende, kitabı oluştururken yaptığı bir büyüde kitaba sahip olanın bir insan ve bu insanın iyi niyetli olması şartını koymuştur. Bir şekilde Asfar bir insanı kandırarak kitaba ulaşmıştır. Asfar’ın kitaptaki ölümsüzlüğe kavuşma isteği ve kandırdığı insan Muntazar’ın kitabın içerisindeki büyülerden haberdar → olması nedeniyle kitabın yok olmadığı anlaşılır ve iyi niyetli insanlar tarafından yok edilmek istenir. Fakat uzun çabalar sonucu kitap yok edilemez ancak ikiye bölünür. Kitabı ikiye bölen insanlar kitabı bir zindana hapseder. Kitabın peşinde olan Muntazar ise saklandığı yerden bir yolunu bulup kitabı elde eder. Bir sabah uyandığında ise ikiye bölünen kitabın diğer yarısı yok olur. Kitaba Tir-i Danende’nin soyundan gelen, babasından duyduğu kitabın methiyle varlığından haberdar olan Nagehan sahip olur. Nagehan kitabın adını duyduktan sonra ve mahareti hakkında az
40
büt dergisi Mart sayısı
bilgisiyle gerçek hayatta hiç görmediği kitabı rüyalarında görür. Nagehan rüyalarına giren bu kitabı çok arzular. Kitap çok arzulandığı için ve Tir-i Danende’nin soyundan olduğu için Nagehan bir sabah uyandığında kitabı ellerinin altında bulur. Diğer yarısı da Muntazar’dadır. Kitabın yarısının Germiyan’da olduğunu öğrenen Muntazar kitabın peşine düşer ve hikayemiz Osmanlı’nın Germiyan’ında böylece başlar.
Ayfer Kafkas tarafından kaleme alınan, 302 sayfadan oluşan, “Yasaklı İlmin Kitabı Esrarname”nin kitabın kapağı
Kitabın yarısı iyi niyetli olan Nagehan’da, diğer yarısı da kötü niyetli insan olan Muntazar’dadır. Nagehan kitaptaki büyüleri kendi çabası ile çözerek öğrenir ve kitabın bahsettiği yeteneklere erişir. Bunlardan birisi hızlı olmak ve uçabilme yeteneğidir. Nagehan bu yeteneği sayesinde geceleri hırsızlık yapan insanlara engel olur yani Nagehan Esved adıyla bir nevi asayişi sağlayan gece bekçisi olur. Esved’in yaptıkları halkın içerisinde dilden dile dolaşır ve efsaneleşir. Hırsızlarında korkulu rüyası olur. Muntazar’da bunu Esrarname’yi elinde bulunduran birinin yaptığını bilerek Esved’in peşine düşer. Aslında Muntazar Esrarname’nin diğer yarısına da sahip olup kitabın tamamındaki büyülere vakıf olmak ister. Kitap, tamamını eline geçirip içindeki büyülere sahip olan insana ölümsüzlüğü vaat ediyor...
Germiyan sokaklarında Esved ve Muntazar’ın mücadelesine şahit olacağınız bu kitap sizi her sayfasını merakla çevireceğiniz bir serüvene çekecek. Esrarname’nin sırrına erişmeye hazır mısınız? bitti...
kullanıldığı devirde, is ve Zamk-ı Arabiden müteşekkil, solmaz bir tür mürekkeple yazılmış bir kitap. Kitap 23 sene dört ayda ortaya çıkmıştır. Kitabını bitiren Tir-i Danende, kitabı İran Şehinşah Ardeşir’e sunmuş. Fakat içerisindeki efsunlu kelimelerin kara büyü demek olduğu, üstelik eser adını pek az kişinin bildiği Hükümdar İblis Arzang’a methiyle başladığı için Anahita Mabedi rahipleri tarafından görülür görülmez yakılmıştır. Tir-i Danende kellesi uçurularak kör kuyulara atılmıştır. Fakat yakılan kitap Esrarname’nin aslı değildir. Böylece yazarı ölmüş olsa da kitap hala hayattadır.
Yeni “Kitap”lar HAYALNAME
Yazar: Harun Candan Kitapevi: İletişim Yayınları Sayfa: 260 Özet: Her gün pek çok şey bekliyordum; gelmek bilmeyen otobüsler, randevusuna geciken sorumsuz arkadaşlar, bir türlü demlenmeyen çay, zamanın yavaşladığı sıkıcı dersin bitimi... Fakat daha önce annem hariç herhangi bir kadını özlemle beklemişliğim yoktu. Sesi rehavi makamında bestelenmiş bir Gizem vardı. Fesleğen kokusu, Galata Kulesinin gölgesi, şekersiz çay, sutyen askısının laciverdi, martı sesleri... İlahiyat okumaya gelen çocuğun başını döndürdü... Âşık, maşukadan başka her şeye kör olandı. Sonra Lâl çıktı, hazine avcıları ve diğer polisiye olaylar... Harun Candan bir yolculuk anlatıyor Hayalnamede... Arayan birinin iç sesiyle bizi gezdiriyor. Gökte yıldızlar, karaya oturmuş bir hayal teknesi. Yeni ve sakin bir ilk roman.
ROMANCI
Yazar: HAKAN YAMAN Kitapevi: DOĞAN KİTABEVİ Sayfa: 408 Özet: İntihar öncesi, kısa bir veda notu yazmak âdettendir; bense arkamda koca bir roman bırakıyorum. Ölümü neden seçtiğimi birkaç satırda anlatmayı beceremediğim için değil, giderken bile hâlâ anlatacak çok şeyim olduğu için yapıyorum bunu. Önceki romanlarımı okumadıysan da olur, ama bunu mutlaka oku, olur mu sevgili okur? Bu romanda ilk kez gerçekleri anlatıyorum sana, ilk kez yalan söylemiyorum. Zaten sen de kurgudan çok gerçek yaşam öykülerini seversin, bilirim. Dehşetle okuduğun felaketlerin kendi başına gelmeyişinden duyduğun gizli hazzı kendine saklar, sonra içinden sessiz dualar edersin. Yine aynısını yap, yap ama senden küçük bir ricam var. Bu romanı eline her aldığında Nazı, Zahideyi ve onların uzak, renkli hayallerini hatırlamanı istiyorum senden; beni hiç hatırlamasan da olur. Hatta unut beni, unut, sevgili okur.
DÜŞ KIRGINLARI
Çok Okunan 10 Kitap
▷ ▷ ▷ ▷ ▷ ▷ ▷ ▷ ▷ ▷
Allah De Ötesini Bırak
Uğur Koşar Sayfa: 176 / Destek Yayınları
Operasyon
Selma Kayabaşı Sayfa: 272 / Yakın Plan Yayınları
Böğürtlen Kışı
Sarah Jio Sayfa: 360 /Arkadya Yayınları
Mihmandar
İskender Pala Sayfa: 400 /Kapı Yayınları
Bana Allah Yeter
Uğur Koşar Sayfa: 184 /Destek Yayınları
Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali Yazar: MEHMET EROĞLU Sayfa: 160 /Yapı Kredi Yayınları Kitapevi: İLETİŞİM YAYINLARI Ustam ve Ben Sayfa: 256 Elif Şafak Özet: Mehmet Eroğlu, ’74 affıyla Sayfa: 480 / Doğan Kitap ülkeye dönmüş, partiden atılmış bir Senden Önce Ben devrimcinin hiç beklemediği bir anda Jojo Moyes tutulduğu aşkı ve sevmeye kalkışmasını Sayfa: 480 / Pegasus Yayınları anlatıyor. İnsanlar ikiye ayrılıyor: FARKLI Ruhlar Kuyusu Geçmişinden kopabilenler ve bunu asla RÜYALAR Gerçeklik Teorisi başaramayanlar. Bugün ölecek miyim? Öleceksem hazırım; SOKAĞI Turgay Güler Yazar: Nazlı Eray cümlem dudaklarımda. Sıra son söze geldiğinde insanın Sayfa: 288 / Hayat Yayınları Kitapevi: Doğan mutlaka söyleyecek bir şeyi olmalı. Benim sözlerim, “İçtim, Sabah Uykum hem de çok içtim,” olacak. Hayatımı boşuna harcamadığımı Kitabevi Ahmet Batman bundan iyi ne kanıtlar?1998 ve 2003, Karaburun. İki ayrı Sayfa: 232 Sayfa: 224 / Destek Yayınları Özet: Eva Peron. yaz, iki kadın, uzun ve yaralayan hatıralar. “Suçsuz bellek 19.03.2014 son güncellenme tarihidir… Arjantinli diktatör yoktur”. Tabur defterine kim kaydedildi? Birazdan sarhoş Bu liste kitap satan 20 farklı sitede verilerinden oluşolacak Kuzey Erkil mi? Mutluluktan daha görkemli olanı Juan Peronun maktadır. arayan Şafak mı? Sevdiğine değil onu en çok sevecek olana karısı. Los Toldosta piç olarak düngiden Çiğdem mi? yaya gelmiş bir küçük kız. Üçüncü sınıf filmlerde rol almaya çalışan, FİRAR çelimsiz gövdeli, insana hüzün veren Yazar: ALİCE MUNRO / Kitapevi: CAN YAYINLARI / Sayfa: 352 bir ergen. Bir süre Peronun metresi, Özet: Dünyanın en iyi öykü yazarları arasında sayılan, Nobel Edebiyat sonradan karısı. Radyo BelgranÖdülü sahibi Alice Munronun bu kitabındaki sekiz öykünün her biri odan dalga dalga yayılan, insanları içeriğinin derinliği ve çok boyutluluğuyla roman olabilecek kadar kapsambüyüleyen, ağlatan, heyecanlandıran lı; buna karşın kısa öykü yapısının kurallarına ve seçiciliğine sıkı sıkıya ses. Evita. Yoksulların sevgilisi. Casa bağlı; dahası bir solukta okunacak kadar sürükleyici. Öykülerin hemen Rosadanın balkonundan on binlere hepsinde birkaç aydan 40 yıla uzanan geri dönüşler var. Bu geri dönüşlerin seslenen, yoksul halka takma dişler, hiçbirinde bir yaşamın açıklaması yapılmıyor, yaşananlara mazeret arandikiş makinaları, evler, bebekler, mıyor, sadece yaşamın geçmişteki o kesiti gösteriliyor. Üstelik sağlıksız bir rüyalar, iş ve aş dağıtan bir “melek”. duygusallığa kapılmadan, serinkanlı bir yaklaşımla anlatılıyor olaylar. Munronun eşsiz betimKansere yakalandığında çok gençti Evita. lemeleriyle çizdiği kişiler, neredeyse herkese tanıdık gelecek...
büt dergisi Mart sayısı
41
AktüeL Mustafa Doğan mstf.doqan@gmail.com
ELMA DERSEM ÇIK, ARMUT DERSEM DE ÇIK ÇOCUKLUĞUM 42
büt dergisi Mart sayısı
Beni çocukluk özlemi sardığından dolayı, bu yazımda da 90’larda kalmaya devam edeceğim. Bu sefer kendimizi 90’lı yıllardaki çocukların vazgeçilmez oyunlarında bulacağız. Çocukluğumuzun o unutulmaz oyunlarındaki, muzipliğimizi hatırlayalım. Hafızamızın tozlu raflarında kalmış tozları silerek geçmişe yolculuğumuzu başlatalım. Hadi hep beraber çocukluğumuza “elma dersem çık, armut dersem de çık” diyelim.
AktüeL
İlk olarak, özellikle erkek çocuklarının vazgeçilmez oyunu olan misketle başlayalım. Okulun son zili çalar, çantalar hızla sırtlara takılır ve büyük bir depar atılarak evlere koşulur. Eve varıldığında poşetin içindeki misketler alınır; yemek yemeden, üstenizdeki okul önlüğü çıkarılmadan doğruca arsaya misket oynamaya gidilirdi. Oynayacağınız misketin türüne göre arsadaki yerinizi alırdınız. Eğer nişan alma yeteneğiniz var ise ve bunun yanında bir de iyi bir atıcı iseniz oyun tercihiniz “baş vurmaca” olur. Misketler ip gibi dizilir ve belirlenen mesafeden atış atılarak en baştaki (sağ mı sol mu ona rakipler karar verir) misketi vurmaya çalışırdınız. Bu oyundan karlı çıkmanızın yolu, baştaki misketi vurmak olur. Ancak baştakinin yanı, yani başaltıyı vurursanız da oyunun kazançlıları arasındasınız. Baştakini vurdun, yok yanındakini vurdun kavgası, oyunun izleyicileri için bir fırsat olurdu. Çünkü siz onu kararlaştırdığınız sırada çıkan tartışmada bir oldu bitti ile misketler dağıtılır izleyicilerde payına düşeni alırdı. Hilenin en güzeli bu oyunda yapılırdı. Misket oyununun bir diğer favori oyunu da kuyu oyunuydu. Arsanın bir köşesine eşeleyerek açılan kuyuya misketlerinizi sokmaya çalışırdınız. Kuyuya giren misket diğer oyuncuların misketlerine vurarak can alır ve onları “kök”meye çalışırdı. Bir diğer oyun ise üçgen oyunu idi. Bu, çizilen üçgene misketler doldurulur, üçgen içerisinden misketler çıkarılarak onlara sahip olunurdu. Misketle ile oynanacak oyunlar bunlardı. Bu oyunlarda hile yapmak çokça başvurulan bir yöntemdi. Neyse hile bize göre değil diyerek bu oyunu geçelim. Şimdilerde cipslerin içine konularak çok denenen ama bir türlü tutturulamayan oyun çeşidi taso. Tasolar en
çok rağbet gören oyunların başında gelir. Harika bir ürün satış stratejisi olan tasolar, istenilenin çok fazla üstünde bir ilgi yaratmıştır. Cipslerin içine konularak satışa sunulan tasolar, istenilenden fazla satışa katkı yapmıştır. Sırf taso sahibi olabilmek için aldığım cipsilerin haddi hesabı yoktur. Tamam tamam abartmayayım ama sizde kabul edin ki azda değildi. Bu durumda benim gibi binlerce çocuk vardı. Tasolarla oynama şekli şöyleydi: Genelde iki kişi arasında oynanırdı. Rakipler tasolarını üst üste ters şekilde dizer, ellerindeki bir tasoyu sertçe üzerine vurarak ön yüzüne çevirmeye çalışırdı. Bu işlem sırası ile iki rakip oyuncu arasında yapılırdı. Kim ne kadar çevirirse o kadar tasoya sahip olurdu. Tasonun başka bir oynanma şekli de çarptırılarak oynanmasıydı. İki rakip oyuncu eline bir tasoyu alır, ters mi düz mü olacağı karar verilerek ellerini birbirlerine çarptırır ve yere düşen tasonun rakipler arasındaki seçimlerine göre kişiye verilirdi. Bu taso oyunu çok yaygın oyunların başında gelirdi. Tasoya benzer diğer bir oyunda sporcu kağıtlarıydı. Ufak bir kutu gibi olup içinden sakız çıkan ve sporcuların yapışkanlı fotoğraflarının bulunduğu sporcu kağıtları bizlerin vazgeçilmez oyunlarının başında gelirdi. Tabi çıkan bu yapışkanlı fotoğrafları albümlere yapıştırıp, albümü doldurduktan sonra alınacak hediyeler de cabasıydı ama söyleyeyim ben o albümü dolduran çok az çocuk gördüm. Hep bir sporcu eksik kalırdı ve albüm bir türlü doldurulamazdı. Ah siz satıcılar yok musunuz siz. Buradan o dönemin yetkililerine sesleniyorum, duyun sesimi. Yaptığınız o strateji sayesinde ne çok hayal kırdınız ve ne çok çocuğu kendinizden soğuttunuz bir bilseniz. Ufak bir serzenişten sonra
ben oyunu anlatmaya devam edeyim. O sevdiğimiz Hami Mandıralı, Abdullah Ercan, Ogün Temizkanoğlu, Alpay Özalan, Hakan Şükür ve dönemin birçok futbolcularının fotoğraflarından oluşan sporcu kağıtları oyuncaklarımızdı. Sporcu kağıtları iki kişi arasında oynanırdı. Sıralı dizme yöntemi kullanılarak kağıtların üzerindeki sayıların veya aynı sporcular denk gelene kadar sırayla yere atılırdı. Aynı sayıları bulan yerdeki kağıtları alır, rakibin elinde son kağıt kalana kadar oynanırdı. Kağıtları biten oyunun mağlubu olurdu. Az kökmedim bu oyunla çocukları, hey gidi hey… Gazoz kapağı oyunu, taş vurmaca, çelik-çomak, köşe kapmaca gibi bir çok daha oyun vardı. Bunları da kısaca hatırlattıktan sonra kızların oynadıkları bizimde sırf uyuzluk olsun diye katıldığımız oyunlara geçeyim. Kuşkusuz kızların favori oyunları arasında sayılabilecek bir oyun: seksek oyunu. Seksek oyunu yere tebeşir, kireç taşı ya da herhangi bir taş artık ne bulduysanız; kareler veya daireler çizilmesi ve numaralandırılmasıyla oynanan bir oyundu. Kızların favori oyununda çizili daire alanların içine sırayla yassı bir taşı ya da kiremit parçasını atarak, tek ayak üzerinde sekerek oynanırdı. Atılan taş çizgi sınırları içerisinde olmalıydı. Eğer taş çizgi sınırları dışarısına çıkarsa oyun sırası rakibe geçerdi. Oyun sırasının rakibe geçmesinin başka bir nedeni de tek ayak üzerinde zıplarken çizgiye basmaktı. Kare ile çizilen oyunda ise 1,2,3,4 gibi sayılar sırasıyla oynanır, atılan taşın isabet ettiği karenin üzerinden tek ayakla atlayarak geçilirdi. Oyunun rakibe geçme kuralları daire de olduğu gibiydi. Oyun etaplar şeklinde oynanırdı. büt dergisi Mart sayısı
43
AktüeL
→ 90’lı yılların en eğlenceli
oyuncakları arasında sayabileceğimiz Misket...
havanın kararmasıyla oynanıyorsa değmeyin keyfimize, değmeyin eğlencemize. Akşam oynanan saklambaçta bazen kızlar olmazdı ama yine de çoğu kez beraber oynardık bu oyunu. Karanlığın verdiği saklanılacak yerin çokluğu bize sınırsız bir alan sağlıyordu. Bir kişi ebe seçilir, yüzünü duvara dayar ve 1’den 100’e kadar sayıp saklananları bulmaya çalışırdı. Tabi ebe olmak bu oyunda istenilecek en son şeydi. Çünkü alan büyük olunca ve oyuncu Mendil kapmaca da kız oyunları da çok olunca bir türlü bu ebelikten arasında sayabileceğim oyundur. Bu kurtulamazdınız. Sobeleyenler, sooyunda iki grup oluşturulur ve orta- belenenleri kurtarırdı ve siz yine ebe da bir kişinin eline mendil tutturuolmak zorunda kalırdınız. Tekrar lur. İşaret verildikten sonra mendili ebe olmamak için de sobeleme kapıp grup arkadaşlarının yanına alanından çok fazla uzağa gitmeyakalanmadan kaçman gerekir. meniz gerekirdi. Siz çok fazla uzağa Yakalanırsan o turu kaybettin demek gitmeyince saklananlarda doğal ama kaçarsan o turu sen kazanırsın. olarak sobe yapmak için yerlerini Bu oyunda ortadaki kişiden mendi- terk etmezdi ve oyun alabildiğince li kapmamak en akıllıca hareket uzarrr giderdi. Taa ki siz tüm herkesi olurdu. Mendilin başına iki kişi de saklandığı yerden çıkarana kadar. aynı anda gelirse mendili rakibin Son bir kişi kalırsa eğer o daha da almasını bekleyip yakalamak daha oyunun uzamasına neden olurdu. mantıklı bir atak olurdu. Saklanan son kişiyi yerinden çıkarmak için yerlerini terk edenler ebeVee geldik kızlarla erkeklerin nin sobeleme alanını terk etmesine oynadığı ortak oyunlara. Bunların göre komutlar verirdi: “Elma dersem en başında saklambaç, dansa davet, çık, armut dersem çıkma.” Bu çok yakar top, istop gibi oyunları sayabil- gerçekçi olmazdı ama yine de çok irim. Saklambaç en eğlenceli oyundu kullanılan bir yöntem olurdu. Şimdi dersem sanırım bana katılmayanınız elma dersek de çıkan olmuyor armut olmayacaktır. Hele bir de bu oyun dersek de…
44
büt dergisi Mart sayısı
Dansa davet kızlarla erkeklerin oynayabileceği en güzel oyunların başında gelir. Kızlarla erkekler karşılıklı oturur ve bir erkek gider kızı dansa davet ederdi. Oturanların söylediği şarkı eşliğinde dans edilirdi. Ben bu oyunu sevmezdim ve hala da sevmiyorum. Ama ne yaparsın zamanımızdaki popüler oyunlarımızın arasında bu da vardı. Bu oyuna da değinmeden geçemezdim. İstop, topla oynanan bir oyundu. Topu elinde bulunduran kişi havaya topu atarak isim söylerdi ve ismi söylenen kişi de topu yere değdirmeden havada yakalayarak “istop” derdi. Top havadayken kaçışanlar da istopu duyduklarında oldukları yerde durur, topu yakalayanın hangi rengi söyleyeceğini beklerdi. Topu yakalayan kişi etrafa bakarak az bulunan bir rengi söylerdi. Buradaki amaç istenilen renge çabuk ulaşılmasın ki top ile kaçanları vurmalı. Rengi bulamadan vurulan kişi bir dahaki oyuna kadar oyun dışı kalırdı. En son kalan kişi topu havaya atma hakkına sahip olurdu. En son kalan kişi topu atarak tekrar bir isim söyler, bu seferde ismi söylenen kişi ebe olurdu. Bu oyun böyle giderdi ta ki sıkılıp oyunu bırakana kadar. Biz bu oyun sayesinde hızlı koşmayı ve atik olmayı öğrendik.
bitti...
1’den 7’ye kadar oyunu tamamlayan oyuncu ikinci etaba geçerdi. Bu oyun kızların favori oyunu olmakla beraber, erkeklerinde favorileri arasında sayılabilen bir oyundu. Erkek çocuklar genelde kızlara sataşmak ve kızlarla daha çok vakit geçirebilmek için tabi ki onlarla bu oyunu oynamayı tercih ederdi. Bu oyun kız erkek çatışmasının en çok yaşandığı oyun alanında bence birinci sırayı alır.
Film Tanıtım Müge Gül muugegul@gmail.com
AŞK Orjinal Adı: Her Vizyon Tarihi: 14 Şubat 2014 Yapımı: 2013 - ABD Tür: Dram, Komedi, Romantik Süre: 126 Dak. / İMDb Puanı: 8,3 Yönetmen: Spike Jonze Oyuncular: Joaquin Phoenix, Amy Adams, Rooney Mara, Olivia Wilde, Bill Hader Seslendirenler: Scarlett Johansson, Kristen Wiig, Brian Cox, Spike Jonze Senaryo: Spike Jonze Yapımcı: Daniel Lupi, Chelsea Barnard Aşk, insanların var olduğu çağlara ait bir duygu geçididir. İçerisinde sadece sevgiyi değil aynı zamanda nefreti, tutkuyu, şefkati hatta şiddeti bulunduran bir duygu seremonisi. İnsanoğlunun belki de kontrolünü yitirdiği en akıl almaz durum. Hal böyle olunca yaşamın döngüsünde nerede, ne zaman, kime ve neye âşık olabileceğimiz konusunda büyük bir muamma gelip kucağımıza adeta bir yük gibi binmekte. Lakin değişen zaman ile birlikte aşk olgusu hızlı bir değişim ve dejenerasyon içine girmiş durumda. Öyle ki, artık neredeyse 1 hafta veya 1 ay içinde tükettiğimiz aşklara rastlamak son derece normal karşılanıyor. Dokunmadığımız tenlere, hiç duymadığımız kokulara hatta görmediğimiz mimiklere karşı hisler besleyebiliyoruz. Âşık olduğumuzu fark ettiğimizde belki de
karşımızdaki kişiye ulaşabileceğimiz tek şey sosyal paylaşım siteleri olabiliyor. Görmediğimiz bedenleri profil fotoğraflarından sevip, yine kapak resimlerinde dibe vuruyoruz. Özel hayatın hemen hemen her ayrıntısının paylaşıldığı sosyal ağlarda tanıştığımız bu kişiler, adeta hayatımızın bir parçası haline geliyor. Yalnız hissettiğimizde o kişilerden bir ileti veya mesaj bekler halde buluyoruz kendimizi. Sosyal konuları onlarla paylaşıyor hatta aynı anda farklı şehir veya semtlerde aynı şeyi izleyip bundan zevk alıyoruz. İlişkiler başlıyor ve bitiyor. Yan yana gelmeden, göz göze temas etmeden ruhuna dokunabiliyoruz. Çünkü teknoloji ilerledikçe aslında iletişim de o derece güçleniyor en azından sanal ortam anlamında. ‘Her’, aslında bize bunu hatırlatan bir film. Ancak bu sefer karşımızda çok
daha gelişmiş yapay bir zekâ ve ona âşık olan bir adamın dramatik ve yer yer romantik hikâyesi var. Filmin başkarakteri, aynı zamanda çok ilginç bir mesleğe sahip olan Theodore Twombly. Orta yaşlarda, eşi ile ayrılma aşamasında olan Theodore; neredeyse çocukluğundan beri tanıdığı arkadaşı, eşi ve dostunu kaybetmenin verdiği tarifsiz duygu ile oldukça sarsılmıştır. Depresyona giren Theodore, işinden kalan vakitlerini boyutlu bilgisayar oyunları ile doldurmaktadır. Mesleği, duygularını sevdiklerine söylemek isteyen ancak bir türlü bunu kâğıda dökemeyen insanlara hizmet etmek olan karakterimiz; film boyunca pek çok kişinin duygusuna tercüman olmak adına son derece anlamlı mektuplar yazan bir yazar. Ancak Theodore bu yeteneğini asla kendi ilişkisinde başaramamış bir adam. Film başlar büt dergisi Mart sayısı
45
Film Tanıtım
Filmin başkarakteri, aynı zamanda çok ilginç bir mesleğe sahip olan Theodore Twombly.
başlamaz onun yalnızlıkla örülmüş dünyasına konuk ediliyorsunuz. Tek düze bir hayatta; ye, iç, yat, işe git ve başkaları için kendine yabancılaş biçiminde bir sürecin sonucunda; hayatını bir nebze düzene koymak, en olmadı e-postalarını takip edebilmek adına edindiği bir işletim sistemi, onun tüm hayata bakış açısını değiştirmesine sebep oluyor. Evine gelip programı kuran Theodore, Samantha ile tanıştıktan sonra aralarındaki iletişim o kadar hızlı ve güçlü bir şekilde kuruluyor ki, Theodore onun sesini duymadan rahat edemiyor. Çok geçmeden ikilinin arasında bir kısmı biyonik, bir kısmı ise organik bir ilişki başlıyor. Filmde sık sık kendinize “Neden?” sorusunu soruyorsunuz. Neden bir insan dışarıda gerçek bir kadın veya adam varken bir sese âşık olur? Konu aşk olduğunda bu çok karmaşık bir hal alıyor. Çok değil birkaç sene önce eşcinsel istek, cinsellik anlamında kabul görürken (baskı sebebi ile son derece bastırılmış olsa da) aşk anlamında kabul edilemezdi. Bir erkek bir erkeğe âşık olamazdı. Bu hem dinen hem ahlaken çok utanç verici bir şeydi. Bir kadın bir diğerine tutku ile yaklaştığında şeytanla ilişkilendirilebilirdi. Açıkçası aşk denen şey bazen
46
büt dergisi Mart sayısı
son derece tehlikeli bir hale gelebiliyordu. Onu saplantı yapanda, inanılmaz kılanda insandı. Ancak filmi izledikten sonra biraz araştırma yaptım ve bugüne kadar duymadığım, pek çoğunuzun da duymadığını düşündüğüm bir şey ile karşılaştım. İnsanlar ses, resim, kadın ve erkeğe âşık olabildiği gibi objelere de âşık olabiliyorlar. Bunların en ilginç örnekleri ise; ‘Berlin Duvarı’na küçük yaşta âşık olarak onunla evlenen ve yıkıldığında kahrolarak, ondan parçalar ile hayatına devam eden Riitta Berliner Mauer. Mauer, duvar yıkılmadan 10 sene önce 1979 yılında onunla evlenerek tarihin en ilginç evliliklerinden birini yapmıştır. Yine Riitta gibi Erika Labrie de hepimizin yakından tanıdığı bir eserle, Fransa’nın ünlü ‘Eiffel Kulesi’
Theodore ve en yakın arkadaşı Amy sohbet ediyor...
ile evlenmeyi başarmış ve Erika Eiffel ismini almıştır. Böylece aşk denen olgunun aslında ne boyut, ne rakam, ne yaş ne de başka bir tabu tanımadığını öğrenmiş oluyoruz. Bir kadın gülüşüne âşık olunabilirken, bir vazoya karşı istek veya duygu hissedebilecek kadar karmaşık bir psikolojik yapı ile donatılmış durumdayız. Eğer bunu daha önce bilseydim bu film bana çok daha anlamlı gelirdi. Çünkü filmin öyle bir etkisi var ki bir süre kendinize gelemiyorsunuz. Theodore kendini sakladığı dünyasında, Samantha ile nefes almaya başladığında dış dünya ile de il-
Film Tanıtım
Theodore Twombly’ı bu derece inanılmaz bir karakter kılan şüphesiz Joaquin Phoenix’ti. Film boyunca tek kişilik muhteşem bir performans sergileyen aktörü zaten tanıyanlar onun mimikleri ve bakışları ile nelerin üstesinden gelebildiğini bilirler. 1974 doğumlu aktör çok iyi bir oyuncu olmanın yanında müzisyen, klip yönetmeni ve prodüktördür. 1982 yılında sinema dünyasında yer almaya başlayan aktörün biri çekim aşamasında 37 filmi bulunmaktadır. Phoenix’in en unutulmaz performansı (bana göre Her’e kadar) ise bir kült olmuş olan ‘Gladyotör’ filminde Commodus karakteridir. Karakteri o kadar benimsemiştir ki onu arenada izlerken, tıpkı gerçek Commodus gibi kendisini Herkül zannettiğini düşünebilirsiniz. Oyuncunun değinmeden geçemeyeceğim bir diğer filmi ise 2012 yapımı Paul Thomas Anderson’un yönettiği ‘The Master’. Film de eski donanma eri Freddie Quell ile göz dolduran Phoenix’in, ayrıca bu filmden 8 adet ödülü bulunuyor. The Master haricinde çeşitli festival ve ödüllerde 9 ödül daha kazanan aktör aynı zamanda genç yaşta yüksek doz uyuşturucu yüzünden kaybettiğimiz River Phoenix’in kardeşidir.
Theodore eski eşi Catherine sarılıyor...
Her’ün yönetmen koltuğunda ise aynı zamanda filmin senaristi de olan Spike Jonze takma isimli Adam Spiegel’dir. 1969 doğumlu Amerikalı yönetmen bir çok klip yönetmiş ve bu konudaki başarısını kanıtladıktan sonra kendini film sektöründe bulmuştur. Görüntü yönetmenliğinden, yapımcılığa ve senaristliğe kadar son derece alanında uzmanlık isteyen başarılı işlere imza atan Jonze 1999 yılında yönetmen koltuğuna John Malkovich olmak için geçti. 2002’de ‘Tersyüz’ ile sinemaseverleri buluşturan yönetmen, 2009 yılında da ‘Arkadaşım Canavar’ ile kariyerini sürdürdü. Lakin ‘Her’ bana göre yönetmenin hem senaryo hem de çekim olarak en başarılı eseri olmuştur. Filmde diğer karakterleri pekte fazla öne çıkarmadıkları için bende fazla değinmek istemiyorum. Kimseye haksızlık etmek istemem lakin film baştan sona Joaquin Phoenix üzerinden gidiyor. Yine de ‘The Master’ filminde birlikte harika bir iş çıkardıkları Amy Adams da Amy rolü ile usta oyuncuya eşlik ediyor.
theodore evliliğinin bitişinin ardından kendi ile yüzleşirken...
çekmeyi başarırken, kendinizi direk bir bilimkurgu içinde bulmanızı engellemiş oluyor.
“Her”, hemen hemen her detayı ile geleceğe bakış atmamızı sağlayacak ufak bir kesit gibi. Kendinizi sorgulatan film, teknoloji ilerledikçe insanlardan oluşan dünyadan koparak, kabloların, devrelerin oluşturduğu bir dünyanın parçası haline gelen insanların; “aşk”ı bile gerçek bir insan yerine, bir işletim sisteminde bulabilecek kadar uzaklaşabileceğini gösteriyor. İnsanlar arasındaki iletişim reel hayatta kopmaya devam ettikçe bu çokta uzak bir ihtimal gibi durmuyor. Aşk ve insancıl hislerin saflığına bir göz atmak isteyenlerin, bu filmde kendinden bir parça bulacağını düşünüyorum. Neredeyse yalıtılmış Filmde Theodore’un büyük bir aşk bir gezegende, kendimize kurduğuile bağlandığı ses ise güzeller güzeli muz sanal dünyalarımızda, yenilmez oyuncu Scarlett Johansson’a ait.Film kahramanlarız. Böyle olsa da hala müzikleri de son derece iyi seçilmişti. içimizde karanlıktan korkan çocukHem Phoenix’in hem de Jonze’nin lar olduğumuzu unutmamalıyız. Ve aynı zamanda müzik videosu yönetgerçek aşkın aslında karşılık beklemeni olduğunu düşünürsek tesadüf nilmeye gerek duymaksızın yaşanaolduğunu düşünmek oldukça iyimser bilir olduğunu hatırlamalıyız. Her olacaktır. Film, zaman olarak oldşey beynimiz de. Kalbimizi yerinden uğumuz zamanın bile ilerisindeyken, söktüğüne yemin edebileceğimiz Aşk bir diğer ilginç detay kıyafetlerdeydi. bile… Ve her şey aslında basit bir İlginç ve bir o kadar içten bir tezatlık seçim, kendimiz olmaya karar versunan yönetmen bu konuda ilginizi mek ile vermemekte. büt dergisi Mart sayısı
bitti...
etişime geçiyor. Samantha, ona bir yandan hayatındaki eksikleri gösterirken bir yandan hızla boşluklarını doldurmaya başlıyor ve Theodore ona sırılsıklam âşık buluyor kendini. Filmde beni derinden etkileyen 2 sahne vardı. Birinde Samantha’ya ulaşamayan Theodore’un çılgınlar gibi panik içinde koşuşuydu. Sanki sevdiği kadına ulaşamayan bir adam gibi tüm gücüyle onun olduğu yere koşmaya çalışan bir adam. Ama aynı zamanda olmayan bir kadın. Hiç var olmamış, vücut bulmamış bir kadın. İnsan yapımı devrelerden oluşan. Diğeri ise finaldeydi. İzlemek isteyenler için büyüsü bozulmasın diye buna değinmeyeceğim.
47
Film Öneri RECEP İVEDİK 4
Vizyon Tarihi: 21 Şubat 2014 Tür: Komedi Süre: 117 Dakika Yönetmen: Togan Gökbakar Oyuncular: Şahan Gökbakar, Arda Hacıoğlu, Gülşah Yanaş Senaryo: Togan Gökbakar, Şahan Gökbakar Yapımcı: Emrah Çoban Konu: 2008 yılında serinin ilk filmi ile karşımıza çıkan, kaba ama kedi
kadar masum ve sevimli kahramanımız ‘Recep İvedik’ muhteşem bir dönüş ile yine bizlerle. Bana göre serinin en iyi bölümü olma özelliği taşıyan filmde, yine Şahan Gökbakar alıp gitmiş. Argo konuşmaların yer yer abartıldığı senaryoda, ilk üç filme göre bence çok daha komik. Serinin bu bölümünde; mahallesindeki çocukların oynayabileceği tek yer olan top sahasının satılmasının ardından, sahayı geri alabilmek için 300.000 TL bulması gereken Recep, tüm girişimlerinden eli boş dönerken, televizyonda ‘Issız Ada’ yarışmasının reklamını görür ve katılmaya karar verir. Recep ada hayatına ayak uydurabilecek midir? Ada sakinleri Recep ile neler yaşayacaktır? Recep tüm zorlu rakiplerini alt ederek büyük ödül olan 500.000 TL’yi kazanabilecek midir? Tüm bu soruların cevaplarını ve daha fazlasını son derece eğlenceli bir biçimde alabileceğiniz ‘Recep İvedik 4’ macerada tam gaz ilerliyor. Eee size de arkanıza yaslanıp gülmek kalıyor.
Okyanusta Av Orjinal İsmi: Triangle Yapım Yılı: 2009 ABD-İngiltere-Avustralya Tür: Dram, Gerilim, Gizem, Korku, Psikolojik Süre: 99 Dakika Yönetmen: Christopher Smith Oyuncular: Liam Hemsworth, Melissa George, Michael Dorman, Emma Lung, Rachael Carpani Senaryo: Christopher Smith Yapımcı: Chris Brown, Jonathan Taylor Konu: Jess ve 5 arkadaşı Atlantik Okyanusu’na bir gezintiye çıkarlar. Jess,
otistik bir erkek çocuk annesidir ve aklı sürekli oğlundadır. Yolculuk ilk başlarda harika ilerlerken birden hava şartları değişmeye başlar. Çok geçmeden ufukta bir fırtına bulutuna rastlarlar. Birden bire böyle bir şey ile karşılaşan grup şaşkınlığını yenemeden beklenen olur ve dev bir dalga yatı alabora eder. Jess ve arkadaşları kurtarılmayı beklerken esrarengiz bir gemi onlara yanaşır ve gemiye çıkarlar. Gemide kimse olmadığını fark eden grup için son derece ilginç saatler başlamıştır. Gemide niçin kimse yoktur?, Jess ve arkadaşları tehlikedeler mi? Jess oğluna kavuşabilecek midir? Tüm bu soruların ışığında gerçek sizi şaşırtacak ve neler olduğunu anlamanız için zihinlerinizi zorlayacak. Ortak yapım filmleri ben gibi sevenler için farklı bir film ‘Triangle’ iyi seyirler.
48
büt dergisi Mart sayısı
Tiyatro Haber
27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi Her yıl 27 Mart günü “Dünya Tiyatro Günü” olarak kutlanılıyor. Dünya tiyatro gününe özel olarak dünyada ve ülkemizde bu güne özel olarak bildiri yayınlanmaktadır. Bu yıl uluslararası “27 Mart Dünya Tiyatro Günü Bildirisi”ni Güney Afrikalı sanatçı, oyun yazarı, tasarımcı ve yönetmen Brett BAILEY kaleme aldı. İşte O bildiri...
“Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar. İnsanlar ufacık köylerde ağaçların altında, koskocaman şehirlerde gelişkin teknolojinin eseri sahnelerde, okul salonlarında, arazilerde, tapınaklarda, gecekondu mahallelerinde, şehrin göbeğinde, halkevlerinde, yoksul mahallelerin bodrumlarında, insanlık halinin o karmaşık durumunun, çeşitliliğimizin, kırılganlığımızın bir ifadesi olarak, bedenle, nefesle, sesle yarattığımız gelip geçici tiyatral dünyalarda yakınlaşırlar birbirleriyle. Bir araya geliyoruz çünkü ağlayıp hatırlayacağız, güleceğiz ve dalıp gideceğiz düşüncelere, öğreneceğiz ve tasvip edeceğiz, hayaller kuracağız. Teknik hünerimize şaşırtırken tanrılar bedenlenecek cismimizde. Güzelliği, şefkati ve canavarlığı yaratmaya yeter olmamızın ortak nefesini yakalayacağız. Bir araya geleceğiz çünkü canımıza can katıp gücümüzü toplayacağız. Farklı kültürlerimizin zenginliklerini kutlayıp bizi bölen sınırları sileceğiz. Nerede bir insan topluluğu varsa, orada önlenemez bir Performans Ruhu açığa çıkar. Bir arada bulunmaktan doğar, birinden öbürüne değişen geleneklerimizin maskelerini takar, kıyafetlerini giyer. Dillerimizi, ritimlerimizi, beden dillerimizi kendisine mâlederek kalabalığımızın orta yerinde temiz bir alan açar. Ve biz, bu kadim ruhla çalışan sanatçılar, bu ruhu yüreğimiz, düşüncemiz ve bedenimiz aracılığıyla yaymaya öylesine zorunluyuzdur ki, gerçekliklerimizi olanca somutluğu ve ışıl ışıl bilinmezliğiyle ortaya koyabilelim. Ancak, milyonlarca insanın hayatta kalma mücadelesi verdiği, baskıcı rejimlerden ve vahşi kapitalizmden acı çektiği, çatışmalardan ve felaketlerden kaçtığı, özel hayatımızın istihbarat teşkilatları tarafından dinlendiği, sözcüklerimizin saldırgan hükümetler tarafından sansürlendiği, ormanların üzerinden geçilip türlerin yok edildiği, okyanusların zehirlendiği bu çağda asıl soru şudur; neyi ortaya koymaya zorunluyuz? Güç dengesinin olmadığı, çeşitli baskın düzenlerin bizi tek ulus, tek ırk, tek cinsiyet, tek cinsel tercih, tek din, tek ideoloji, tek kültürel sistemin diğer hepsinden üstün olduğuna inandırmaya çalıştığı bu dünyada sanat alanlarının toplumsal gündemin dışında tutulması gerektiği konusunda ısrarcı olmak ne kadar savunulabilir? Gösteri mekânlarının ve sahnelerin sanatçısı olan bizler, piyasanın steril taleplerine uyum mu sağlıyoruz yoksa toplumun yüreğinde ve aklında temiz bir yer açabileceğimiz, insanları etrafımıza toplayıp bir taraftan hayran bırakırken diğer taraftan esin ve bilgi kaynağı olabileceğimiz, açık yüreklilik ve ortaklaşmayla dopdolu bir dünya yaratabileceğimiz gücümüzü mü kullanıyoruz?” Brett BAILEY / oyun yazarı, tasarımcı, yönetmen, Güney Afrikalı sanatçı (Ülkemizdeki bildiri biz dergimizi yayına hazırlarken henüz yayınlanmadığı için bu sayımızda veremiyoruz.)
büt dergisi Mart sayısı
49
Tiyatro
20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü Türkiye Bildirisi Merhaba! İçindeki yetişkinle yaşayan çocuklar; merhaba! Yetişkinleri tiyatroya götürün, tutun elinden her birinin, götürün tiyatroya. Sahnede izlediğiniz oyunun seyirlik bir oyun olup olmadığını bilirsiniz siz, anlarsınız. Yetişkinlere de öğretin, anlatın… İçindeki çocukla yaşayan yetişkinler; merhaba! Sizi tiyatroya götüren çocuklara ayak uydurun, kendinizi onların rehberliğine bırakın, onların dediklerine kulak verin… İçindeki yarım çocuk yarım yetişkinle yaşayan gençler; merhaba! Ne yazık, sizler için o kadar az şey yapılıyor ya da yapılabiliyor ki, bir an önce yaş almaya bakın… Çocuklara ve/veya gençlere tiyatro yapan arkadaşlar; merhaba! Vicdanınızın sesini dinleyin, öyle tiyatro oyunları oynayın, öyle tiyatro oyunları üretin ki, bunların seyri, sefa isteyenlere neşe; hakikati görmek isteyenlere ise ibret versin. Alfred Jarry, genç yaşta yazdıklarıyla yetişkinlerin dünyasını sarsan bir yazar. Onun, “Zincire Vurulmuş Übü” adlı oyununda yer alan bir cümle var: “(…) görüyoruz ki küçük çocukları güldüren şeyin, büyük insanları korkutma tehlikesi var.(…)” Mizah, üzerinde yaşadığımız topraklarda başımıza gelenlerin üstesinden gelebilmemiz için güçlü bir araç. Gülümseme ve gülme her insana yaraşan bir ifade. Gülümsemeniz eksik olmasın yüzünüzden. AYŞE SELEN Oyuncu ve Yönetmen
20 Mart Dünya Çocuk ve Gençlik Tiyatroları Günü Uluslararası Bildirisi Yetmiş sene önce doğdum. Port Elizabeth’in hemen dışında New Brighton kasabasında büyüdüm. Benim ve birçok arkadaşım için hayat uyanmak ve eğer çok şanslıysak okula gitmekten ibaretti. Aksi halde, kasabanın sokaklarında dolaşıp durmak ve hayatınızın çok zalim, ırkçı bir sistem tarafından ziyan edildiğini izlemekten başka bir şey yapamazdınız. Ailelerimiz için bizi okula götürmek gibi bir zorunluluk mevcut değildi ve eğitim için para ödemek zorundalardı. Bir gün, İngilizce öğretmenimiz, Port Elizabeth şehrindeki opera evinde sahnelenecek olan William Shakespeare’in Macbeth oyununun bir prodüksiyonunu izlemek için bizi şehre götürdü. Hepimiz çok heyecanlıydık. Yok, yok, oyun izleyeceğimizden değil; bu şehre gitmek için müthiş bir fırsattı. Dört gözle beklediğimiz şey otobüs yolculuğuydu. Tiyatroda koltuklarımıza oturduk, salon ışıkları yavaşça söndürüldü. Perdeler açıldı ve büyü o zaman başladı. Gerçek bir tiyatrodaki ilk tecrübemdi. 1958’deki o günden sonra hayatım asla bir daha aynı olmadı. Oyunu çok fazla anlamamış olsam da, orada, o tiyatroda olmak bana kendimi sahnede gerçekleşen büyünün bir parçasıymışım gibi hissetmemi sağladı. Kendimi oyun ve o gün yaşadığım tecrübe hakkında konuşup durmaktan alıkoyamadım. Hatta bir anlığına, bütün ırkçılık hikâyesini bile unutmuştum; fakirliği görüp koklayabileceğin o küçük kasabada yaşıyor olduğum gerçeğini bile unutmuştum. Sadece kendi hayal gücü dünyama bir yolculuk değildi bu; aynı zamanda daha büyük imkânların olduğu bir dünyaya yolculuktu. Biliyorum ki eğitim her şey için geçerli bir anahtardır. Tiyatro sizin kendi hayal gücünüze açılan kapının anahtarıdır. O günden sonra kendime bir söz verdim: bir gün bu sahneye çıkacağım ve her akşam uyumadan önce büyükannemin bana anlattığı hikâyeleri anlatacağım. Bir çocuğu tiyatroya götürmek, o çocuğun duyulmayı istemesi için onu güçlendiren bir hediyedir. Bu onun, bir gün anlatacağı bir hikâyesi olduğuna inanmasını sağlar. Dr. John Kani Yazar – Oyuncu – Yönetmen Küresel Sanat Elçisi *İngilizce’den Türkçe’ye Çeviren: Özgehan UŞTUK (ASSITEJ Türkiye Merkezi)
50
büt dergisi Mart sayısı
Tiyatro
Tiyatroya 3D Dokunuşu Türkiye’de ilk defa tiyatro sahnelerinde 3D mapping teknolojisi ile tiyatro oyunu sahneleniyor. Tiyatro tarihinin en güçlü savaş karşıtı oyunlarından biri olan ‘Wolfgank Borchert’ yani ‘Kapıların Dışında’ adlı oyun, dijital 3D mapping teknolojisi kullanılarak sahneleniyor. Animasyonlar ile gerçek oyuncuların iç içe geçtiği oyunda, dijital teknoloji bir fon olarak değil, oyunun bir parçası olarak kullanılıyor. Oyuncuların, animasyonlar ile interaktif olarak sürekli iletişim halinde oldukları oyun, seyircilere bugüne kadar tiyatro sahnesinde yaşamadıkları farklı bir deneyim yaşatıyor. Oyunun yönetmenliğini Ersin Umut Güler yapmakta. Oyuncu kadrosunda; Cenk Dost Verdi, Müzeyyen Durgun, Yasemin Ertorun ve Ersin Umut Güler yer almakta. Oyun Tarihleri: 21 Mart 2014 20.30 – Ortaköy Afife Jale Sahnesi 24 Mart 2014 20.00 – Sarıyer Tiyatroda Şenliği 25 Mart 2014 20.00 – Süleyman Demirel Konferans Salonu 2 Nisan 2014 20.00 – Ataşehir Tiyatro Festivali 4 Nisan 2014 20.30 – Sahne Hal / Mecidiyeköy 18 Nisan 2014 20.30 – Ortaköy Afife Jale Sahnesi
Şehir Tiyatroları’da Kostüm Tasarımı Sergisi İstanbul Şehir Tiyatroları’nın kostüm tasarımları, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde sergilenmeye başlandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nın 100. yılını kutladığı dönemde, yakın tarihten oluşan bir kostüm tasarımı sergisi Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde izleyiciler ile buluşuyor. 100.yıl kutlamaları vesilesiyle Şehir Tiyatroları başdramaturgu Zuhal Ergen ve Şehir Tiyatroları kostüm tasarımcısı Nihal Kaplangı’nın biçimlediği sergide geçmişten bugüne Şehir Tiyatroları’nda sahnelenmiş bazı oyunlara ait kostüm tasarımları sergilenmekte. Sergi 2013-2014 tiyatro sezonu sonuna kadar açık kalacak. Önümüzdeki sezonda sergi, Şehir Tiyatroları’nın diğer sahnelerinde de devam edecek. Şuanda Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi fuayesinde olan sergide; Özsoy Opereti, Ferhat ile Şirin, Bizans Düştü, Düğün ya da Davul, 4. Murat, Çılgın Dünya, Onlar Ermiş Muradına gibi oyunlara ait kostüm tasarımları ziyaret edilebilir.
‘Hamlet’ Geri Dönüyor William Shakespeare’nın ünlü eseri ‘Hamlet’, tekrardan mart ayında Üsküdar Tekel Sahnesi’nde sergilenmeye devam edecek. Daha önce 26 Aralık 2013 tarihinde Üsküdar Tekel Sahnesi’nde prömiyer yapan oyunun gösterimleri devam ediyor. Işık Kasapoğlu’nun yönettiği oyun, 19-20-21-22 Mart tarihlerinde Üsküdar Tekel Sahnesi’nde yeniden seyirci ile buluşacak. Hamlet, William Shakespeare tarafından 1599 ile 1601 yılları arasında yazılan temasında trajedi’yi işleyen oyundur. Hamlet, Shakespeare’nın en uzun oyunudur. Oyun hakkında en çok konuşulan, yazılan, yorum yapılan klasik bir eserdir. Her çağın oyunu olmuş olan bir eserdir.
İstanbul Film Festivali Biletleri Satışa Çıkıyor İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından onuncu kez Akbank desteğiyle gerçekleştirilecek olan film festivali 5-20 Nisan tarihleri arasında düzenlenecek. İKSV tarafından yapılan açıklamaya göre biletler; 22 Mart Cumartesi günü 10.00’dan itibaren, Biletix satış noktaları, Biletix çağrı merkezi, Biletix web sitesi (www.biletix.com) ve hizmet bedelsiz olarak Atlas ve Rexx sinemalarında açılacak ana gişelerden alınabilecek. Bilet fiyatları tam 16 TL, öğrenci ile 65 yaş ve üstü katılımcılar için ise, 21.30 seansları ve Akbank Galaları’nın ilk gösterimleri haricinde 11 TL olacak. Akbank Galaları bölümündeki filmlerin Atlas Sineması’nda yapılacak olan ilk gösterimlerinin bilet fiyatları herkes için 20 TL olacak. İndirimli bilet uygulaması bu yılda devam edecek. İstanbul Modern ve Pera müzelerinin salonlarındaki gösterimlerin tümü, diğer salonlardaki gösterimlerin ise hafta içi 11.00, 13.30, 16.00 seansları yalnızca 6 TL olacak. büt dergisi Mart sayısı
51
52
b羹t dergisi Mart say覺s覺