2
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
3
büt dergisi
Aylık Kültür-Sanat Online Dergi Editör
Mustafa Doğan Yazı işleri
Müge Gül Emre Ceylan
Reklam
Serap Kamacı
Grafik Tasarım
Mustafa Doğan
Ön ve Arka Kapak
Mustafa Doğan
Sosyal Medya Sorumluları
Almira Koç
Yazarlar
Emre Ceylan Müge Gül Almira Koç Ulya Altıntaş Serap Kamacı Vedat Taşkın Özlem Çelebi Mustafa Doğan www.butdergisi.com www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/ButDergisi Bize ulaşmak için info@butdergisi.com butdergisi@gmail.com
Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.
Editör Başımız Sağ Olsun... Gündemimiz çok üzücü bir olayla meşgul. Türkiye’yi yasa boğan bir haber ile sarsıldık. Manisa Soma’da bir kömür madeninde çıkan bir trafo (nedeni henüz belli değil) patlaması ile 301 işçi babamız, kardeşimiz, abimiz, amcamız vefat etti. Haber geldiği andan itibaren tüm Türkiye göz yaşlarına boğuldu. 301 can, emanetlerini Yaratıcıya teslim etti. Bu acıyı hiçbir kelime anlatamaz.
-Mustafa DOĞAN-mstf.doqan@gmail.com-
NOT: Sayın okuyucu, Dergimizin bu sayısında Manisa Soma’da yaşanan maden yangınında hayatını kaybeden 301 madencinin anısına renkli fotoğraf kullanılmamıştır.
dergiye gider...
yapmaya başladı. Hem de o sevmediği siyasileri aratmayacak şekilde. Siyasetçiye küfür etti ama kendi siyasetin en çirkinini, en kan dondurucusunu, en alçakçasını, en şerefsizcesini yaptı. (Buraya daha çok ağırını yazmak isterdim ama onlara benzemeyeceğim.) Daha acımız taze iken başladılar birbirlerini suçlamaya. Kimisi senin verdiğin parti yüzünden bu hale geldik dedi. Daha cenazelerimize ulaşamadık. Kimisi senin partinin komplosu Ben haberi alır almaz televizyon karşısından bu dedi. Daha göz yaşlarımız yere düşmedi. ayrılmadan gelişmeleri gözlerim dolu dolu Kimisi birbirine küfür etti. Bunları yapanların izledim. İlk olarak 17 işçi hayatını kaybetti de- hiçbiri ama hiç biri siyasetçi değildi. Bunların nildi ve ölümlerin artacağı söylendi. Sonra sayı hepsi insanız diyen insanlıktan nasiplenmemiş gittikçe arttı. 154 oldu. 201 oldu. Yeter dedim kişilerdi. Ölen tek işçiler değildi, bizim insanlütfen daha fazla olmasın. Dua ettim: Allah lığımızda ölmüş. Bunların hiçbiri ama hiçbiri ailelerine ve tüm Türkiye’ye sabır versin dedim. benim gözümde insan değildi. Bunlar ne acı İçeride kurtarılmayı bekleyen işçiler var denil- biliyor ne de insanlık. Tarih Soma’yı çok acı di. Tüm Türkiye gibi bende sağ salim çıkmaları bir şekilde yazdığı gibi bu kendini bilmezleri için dua ettim. Her kurtulan işçiye sevinsek mi de yazacak. Soma’yı unutmayacağımız gibi bu ağlasak mı diye karar veremedim. Bir işçi kur- kendini bilmezleri de asla unutmayacağız. tarıldı. Ambulansa alınırken hemşireye “sedye kirlenmesin diye ayakkabılarımı çıkarayım Soma, bir faciadır. Soma’da kimin ne suçu varmı” dedi. O an göz yaşlarımı tutamadım tüm sa cezasını çekmelidir. Maden sahibi, madende Türkiye gibi. Sayı 250 oldu. Gittikçe artıyordu. yetkili müdür, madende sorumlu uzman, Sayı 274 oldu. 284 oldu. Ve 301 oldu. İçeride madeni teftişe gelen kurul, çalışma bakanı, enartık kimsenin kalmadığı resmi açıklaması erji bakanı, başbakan, cumhurbaşkanı ve kim yapıldı. Kurtarılan diğer bir işçi “beni bırakın suçlu ise. Sakın yanlış anlaşılmayayım, siyaset abi, ben bekarım Mahmut’un karası hamile yapmıyorum. Burada bir suçlu ilan etmiyor ve onu kurtarın” diye feryat ediyordu. Onun o kimseyi hedef göstermiyorum. Bir vatandaş feryadına tüm Türkiye gibi bende ağladım. olarak, kimin suçu var ise cezasını çekmeli Resmi rakamlara göre 301 işçi vefat etti, 485 diyorum. Kim suçlu ise yargı önünde hesap işçi kurtarıldı. Tüm gelişmeleri benim gibi vermeli. Ölüleri geri getirmez ama en azından an be an televizyondan, internetten ve çeşitli suçlunun elini kolunu sallayarak gezmesini kanallardan takip ettiniz. Bu üzücü olay tüm engeller. Ve bilmelisiniz ki Soma’da herkesin Türkiye’yi yasa boğdu, göz yaşlarına boğdu. suçu var. Basın, maden işçilerini ramazanda ifTüm Türkiye yıkıldı. Tüm Türkiye’nin yüreği tar sofralarına konuk haberi yapıp başka haber parçalandı. yapmayarak; bizimde madenlerdeki işçilerin hayatlarından haberdar olmayarak... Ben bu olayları takip ederken madende kaybettiğimiz abimizi, babamızı, amcamızı, Soma faciası tarihin ölen vicdanıdır. Soma fadedemizi ebediyete uğurlarken; insanlığımızı ciası travmatik bir meseledir. Soma faciası tüm da ebediyete uğurladığımızı üzülerek gördüm. Türkiye’yi yasa boğan bir hadisedir. Soma’da Tüm Türkiye maden ocaklarından çıkacak ölen işçilere Allah’tan rahmet diliyor, yakıngüzel haberleri duymak için beklerken, kendlarına da Allah’tan sabır diliyorum. Umarım ini bilmez insanlar daha ilk günden siyaset tarihimizde başka Soma’lar yaşanmaz...
büt dergisi Mayıs sayısı
5
büt dergisi
Bu Ay Neler var
20 - Soma Faciası’nda
Geriye Kalanlar Manisa Soma’da yaşanan maden kazasında 301 maden işçisi hayatını kaybetti, 486 maden işçisi sağ kurtarıldı. Soma’da yaşanan kazanın nedeni ilk olarak trafo patlaması olarak açıklandı. Kazanın tam olarak nedeni yapılan incelemelerden sonra belli olacak. Soma’da yaşanan bu kaza tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Tüm Türkiye Soma için ağladı...
6
39- Sinemada II.Dünya Savaşı Rüzgarı Bu ay sizlerle 2.Dünya Savaşı’nın beyazperdede estirdiği soğuk rüzgarı hissetmek istedim. Savaş filmleri içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan en iyi 2. Dünya Savaşı filmlerine bir göz atmaya hazır mısınız? büt dergisi Mayıs sayısı
32 - Madencinin Ekmek
Karası... Kültür-Sanat röporta-
jlarımızla sizlere sanattan edebiyattan bahsetmek ne kadar mutluluk veriyorsa, ülkemizde yaşanan Manisa Soma’daki maden faciasından bahsetmek de bizleri bir o kadar üzüyor. Ama ne yazık ki bu kayıplar, bu acılar hepimizin.
28- İlk Mektepli Fotoğrafçı
Kadın: Yıldız Moran Bu ay
ki yazımda size belki de hiç duymadığınız ya da başka bir şekilde ismini anımsayacağınız bir ismi anlatmaya çalışacağım. Bu ay ki portre misafirimiz Yıldız Moran. Moran, aslında mesleğine devam etmiş olsa adını Türk tarihine altın harflerle...
8- Bi’Haber 26 - Röportaj Gazetecilik
Psikolojik Tatmini Yüksek Mesleklerden Biri 14 - Deniz Yıldız’ının Celali 10 - Beynimizi Kukla-
“Shakespeare ile Yerli Yazar Arasında Fark Yok”
Sevgili Murat Volkan Benli ile Ankara’nın en güzel caddelerinden biri olan Kuğulu Park manzaralı Tunalı Hilmi caddesinde buluştuk. Röportaj yaparken siz sevgili okuyucularımıza düşünsel olarak da hitap edecek değerli sanatçıları seçmeye özen gösteriyoruz...
laştıralım
Hadi gelin sizinle zihinlerimizi kontrol altına alalım ve biz ne dersek onu yapsın! Bir nevi beynimizi kuklalaştıralım. Evet, ipleri elimize alalım ve biz ne dersek onu yapsın. Öl diyelim ölsün, koş diyelim koşsun, sus diyelim sussun, cehennemin dibinde yan diyelim yansın...
37 - Luciano Pavarotti Mod-
ern opera döneminde en önemli 26 - Soğanlı Bez Bebekleri ses sanatçısı kusursuz, mükemmel Soğanlı köyü Kayseri’nin Yeşilhisar ve güçlü bir sese sahip; dinleyici ilçesine bağlıdır. Bu köy Hristiyankitlesi sınırlı olan operayı da, dünlar için önemli bir yerleşim yeridir. yanın her yerinde yankı uyandırBu yüzden buraya çok fazla yabancı arak sevdirmeyi başaran bir tenor turist gelmektedir. Ancak köyün Pavarotti… Eğitimi öğretmenlik bunun dışında başka bir önemi daha üzerine olmasına rağmen Pavarotti, bulunmaktadır. Soğanlı köyü, köyün hayallerine daha sağlam adımlarsimgesi haline gelen Soğanlı Bez la yürüyebilme aşkıyla çeşitli sanBebekleri ile ün yapmıştır... atçılardan dersler almıştır.
48 - Sergiler “Ahmet Oran
Kişisel sergisi” 50 - Kitap “Gülüşün Gizi” 51- Kitap “Bir Tuş da Sen
Yap”
Büt Dergisi’ne duyuru yollayın! Etkinlik mi düzenliyorsunuz? Haberiniz mi var? Yeni bir şey mi çıktı? Duyurmak için butdergisi@gmail. com adresine e-posta atmanız yeterli olacaktır. Gönderdiğiniz duyuruyu yerimiz yettiğince dergimizde paylaşacağımızdan emin olabilirsiniz... Sosyal Hesaplarımız İnternet Sayfamız: www.butdergisi.com Facebook Sayfamız: www.facebook.com/butdergisi Twitter Sayfamız: www.twitter.com/butdergisi Pinterest Sayfamız: www.pinterest.com/butdergisi Tumblr Sayfamız: butdergisi.tumblr.com Google+ Sayfamız: plus.google.com/+BütDergisibütdergisi
büt dergisi Aylık Kültür-Sanat Online Dergi
büt dergisi Mayıs sayısı
7
Bi’Haber Bi’Haber
Geçmiş Olsun... Dergimizin Bi’Haber bölümünde bu ay sizlere kültür-sanat haberleri vermeyeceğiz. Onun yerine Manisa’nın Soma ilçesinde yaşanan maden patlamasından sağ kurtulan 486 işçinin listesini yayınlayacağız. Geride kalan tüm işçilere geçmiş olsun diyoruz. Umarız tarihimizde böyle bir acıyla daha karşılaşmayız...
ABDULHAKİM BİLEN ABDULLAH DÖNMEZ ABDULLAH EROĞLU ABDURRAHMAN YILANCI ADEM AKKAŞ ADEM AYDIN ADEM KIRMIZI ADEM TAŞKAFA ADİL TEPELİ ADNAN BODUR(EMEKLİ) AHMET AKGÜN AHMET BİLİCİ AHMET ÇETİN AHMET ÇİÇEK AHMET İREN AHMET KANDEMİR AHMET KARAKOÇ AHMET KÜYÜK AHMET METAN AHMET YANKIN AHMET YASİN VERGİLİ AKİF AKBAK AKİF DEMİR AKİF ILGAZ ALİ ABAYDIN ALİ AĞRALI ALİ ASLANYILMAZ ALİ CEVDET YETİM ALİ ÇAVDAR ALİ ÇİMEN ALİ DERİN ALİ GÜNEŞ ALİ KARADAĞ ALİ KIVRAK ALİ KÖSE ALİ RIZA TOSUN ALİ SAL ALİ SARIKAYA ALİ TAŞKAFA ALLAHVERDİ ELİTOĞ ARAFAT ÖZDEMİR ARİF AVCI
8
büt dergisi Mayıs sayısı
ARİF DUDU ARİF KABASAKAL ARİF YAVUZ ARMAĞAN ÇETİN AŞKIN AKGÜL AYDIN ÖGE AYDIN YILMAZ AYHAN ARSLAN AYHAN CANBAL AYHAN GÜNDOĞAN AYHAN PAZARLIK BAHATTİN BURUL BAHRİ YILDIRIM BARIŞ BAŞARANER BARIŞ DERMENCİ BAYRAM ÇAKAN BAYRAM ÇOBAN BAYRAM DALAKLI BAYRAM YILMAZ BAYRAM YILMAZTEKİN BİLAL ALTINTAŞ BİLAL BAYINDIR BİLENT ÖZTÜRK BİROL KORKMAZ BUĞRA OSKAY BURÇİN GEVEN BÜLENT YEŞİL CAFER ATAŞ CAFER KARAKAÇAN CANİP PAZARLI CAVİT ÇELİK CAVİT KARABIYIK CEM YILMAZ CEMALETTİN KARAKAÇAN CEMİL ÇAYLAK CEMİL GÜVEN CEMİL YILMAZ CENGİZ DEMİRCİ CENGİZ ÖZÇELİK CENGİZ YILDIRIM CEYHAN BAĞDATLI CEYHUN METE
CEYHUN YILDIRIM CİHAN SUTAY CİHAT YILMAZ COŞKUN DEMİR CUMA HALİM KOLCUER CUMHUR ATAŞ CUMHUR AYDIN CÜNEYT DUYAN CÜNEYT SUAY DENİZ ÖZÇELİK DURMUŞ YILMAZ EKREM ERECEK EKREM KAYA EMİN KAYA EMRAH ÖZDEMİR EMRAH ÜNAL EMRE ALACA ENGİN ALTUNÖZ ENGİN ÇAKIR ENGİN ŞEN ENGİN USLU ERAY ATİK ERBİL KORKUT ERCAN ÇİÇEKLİ ERCAN GÜNEŞ ERCAN KOCABACAK ERCAN METİN ERCAN SERBEST ERCAN UYSAL ERDAL BIÇAK ERDAL CÜCÜ ERDEM KOCA ERDOĞAN AFACAN ERDOĞAN CAN ERDOĞAN ÇAPRAZ ERHAN USLU ERKAN KILIÇ EROL SEZER ERSEN KARAKAYA ERTAN YABAN ERTUĞRUL ŞAHİN ESAT ÇEVİK ESER UYSAL
FAHRİ BULUT FARUK ONUR FATİH AKKAŞ FATİH BAHADIR FATİH GÜMÜŞ FATİH IŞILAK FATİH İREÇ FATİH KAVAS FATİH KURT FATİH ÖCAY FAZLI BARAŞ FEHMİ DİNÇ FERHAT AY FERHAT GENÇ FETHİ ÇANTAL FETHİ ÖZDEMİR FEYTULLAH SEVİNÇ FIRAT YILMAZ FİKRİ YILDIRIM FUAT ÜNAL AYDIN GÖKHAN ÇOŞKUN GÖKHAN KURUOĞLU GÖKHAN USTA GÜNAY CANBAZ GÜNGÖR ÇAKIRCA GÜROL KÖSE HABİP IŞIK HAKAN ARIK HAKAN ÇOBAN HAKKI KESKİN HAKKI SİMAVLI HALİL ÇATALKAYA HALİL DAYICA HALİL GEZER HALİL İBRAHİM ADAK HALİL İBRAHİM DURAK HARUN AKKURT HARUN YILDIRIM HARUN YILMAZ HASAN AKÇAM HASAN DEMİRCİ HASAN DOĞAN HASAN HÜSEYİN KES-
KİN HASAN HÜSEYİN KÖSELER HASAN HÜSEYİN TAŞKAFA HASAN KUZU HASAN ÖZDİL HASAN SERHAT ÖZTÜRK HASAN SOYLU HASAN UÇAR HASBİ DEMİR HAYATİ CEYLAN HİLMİ YÖRÜK HÜSEYİN AÇAR HÜSEYİN ATEŞ HÜSEYİN AYDOĞDU HÜSEYİN BEKİL HÜSEYİN ÇÖKÜK HÜSEYİN ÇÖMEZ HÜSEYİN DALAKLI HÜSEYİN KOCAMAN HÜSEYİN KOÇ HÜSEYİN SARI HÜSEYİN SARI HÜSEYİN TETİK HÜSEYİN TİRYAKİ HÜSEYİN VAROL İBRAHİM ADIGÜZEL İBRAHİM CANBAL İBRAHİM DALAKLI İBRAHİM GENÇ İBRAHİM IŞIK İBRAHİM IŞIK İBRAHİM KARAKOYUNCU İBRAHİM YAVUZ İBRAHİM YILDIRIM İBRAHİM YİRİK İLYAS DOLĞUN İLYAS SİDAL İRFAN AKBULUT İSA DALAKLI İSA ÖZER
Bi’Haber İSHAK ŞİMŞEK İSMAİL ASLAN İSMAİL BAŞ İSMAİL ÇAPKIN İSMAİL HAKKI AKSOY İSMAİL KAHRIMAN İSMAİL ÖREMİŞ KADİR CEYLAN KADİR GÜNDOĞAN KADİR KARABULUT KADİR ORUÇ KAMİL AÇAR KAMİL ÇELİKER KAMİL YILDIZ KENAN BAYRAKTUTAN KEREM ÖLEK KERİM ÇAKIR KÜRŞAT YANIK LATİF TAŞKAFA LEVENT YILMAZ MAHMUT AKKAŞ MEHMET AKÇA MEHMET AKKAŞ MEHMET ALİ AKBAYRAK MEHMET ALİ DEMİRBÜKEN MEHMET ALİ DİNÇER MEHMET ALİ KAFA MEHMET ALİ KARA MEHMET ALİ YAVAŞOĞLU MEHMET AŞIR MEHMET BEKİL MEHMET BOLDAZ MEHMET BOZBEY MEHMET ÇAL MEHMET ÇAM MEHMET ÇİL MEHMET ÇOBAN MEHMET DERMENCİ MEHMET EMİN BOZDAĞ MEHMET EMİN KARAGÖZ MEHMET ERÇETİN MEHMET ERDİR MEHMET ERSİN YAKLAV MEHMET KANDEMİR MEHMET ÖZ MEHMET ÖZDEMİR MEHMET ÖZGÜN MEHMET TOLAN MEHMET TÜRKMEN MEHMET ZEYBEK MESUT EFE
MESUT KANDEMİR METİN KULA MEVLÜT KILIÇASLAN MİKAİL BOZKIR MİTAD ÖZER MİTHAT CESUR MUHAMMED BİLGİN MUHAMMED ÇELİK MUHAMMET TAVŞAN MUHARREM AKKAŞ MUHARREM DAĞLI MUHARREM UÇAR MURAT AKTAŞ MURAT BİLGİN MURAT BODUR MURAT ÇAĞLAN MURAT ÇİL MURAT DEMİRCAN MURAT İNCEGEDİK MURAT KARABULUT MURAT KEMİKSİZ MURAT KILIÇASLAN MURAT KIYMAZ MURAT MEMNUN MURAT YALÇIN MURAT YILMAZ MUSA AKKAŞ MUSA CÜCE MUSA ÖVEK MUSA ÖZDEMİR MUSA TAŞDELEN MUSA TAŞKAFA MUSA UYSAL MUSTAFA AHAT MUSTAFA ALİ ILGAZ MUSTAFA ALP MUSTAFA BOSTANCI MUSTAFA BÜYÜKBAŞ MUSTAFA ÇİL MUSTAFA DALAKLI MUSTAFA DEMİR MUSTAFA DEMİREL MUSTAFA DURAN MUSTAFA ELİBOL MUSTAFA GÜNGÖR MUSTAFA IŞIK MUSTAFA İŞÇİ MUSTAFA KANDEMİR MUSTAFA KIYAN MUSTAFA KÖSE MUSTAFA ÖZDEMİR MUSTAFA ÖZKAL MUSTAFA YILDIZ MUZAFFER GÜNAYDIN MUZAFFER KAYA MUZAFFER KEMİKSİZ MUZAFFER KOCAGE-
DİK NACİ ARSLAN NAİL KILIÇ NAZMİ DEMİREL NECİP TAŞKAFA NECİP YILDIZ NECMETTİN KARACA NEDİM EREN NİHAT ÖZDEMİR NİYAZİ ÇİL NUMAN TATLISU NURETTİN DEMİR OKTAY ÇAYLI OLÇUN FİŞENK ONUR ERGÜN ONUR TEKMEN ORHAN AVCI ORHAN ÖZER ORHAN TURAN OSMAN ANAR OSMAN TAŞYAR OZAN DUĞANLI OZAN VULKAN ÖMER AŞIR ÖMER FARUK KAT ÖMER KARADERE ÖMÜR ÇÖZEL ÖNDER AKIN ÖNDER DOLGUN ÖZCAN ABAYDIN ÖZCAN CÜCE ÖZCAN DEMİREL ÖZCAN ÖZDOĞAN ÖZER SARAÇ ÖZGÜR ÇELİK ÖZKAN ŞAHAN RAFET KARAKUM RAMAZAN AKKOÇ RAMAZAN ANAÇLI RAMAZAN ATİK RAMAZAN AVCI RAMAZAN AY RAMAZAN BAL RAMAZAN BALI RAMAZAN CÜCE RAMAZAN ÇELEN RAMAZAN DEMİR RAMAZAN ERDOĞAN RAMAZAN EROL RAMAZAN KASAP RAMAZAN KILIÇ RAMAZAN KIRBAŞ RAMAZAN KIYMAZ RAMAZAN KOCAGEDİK RAMAZAN ŞAHAN RAMAZAN TAŞDELEN
RECAİ PİYALA RECEP AKBULUT RECEP AKKAŞ RECEP ÇİL RECEP DEMİRTAŞ RECEP DOĞAN RECEP GÖK RECEP KARABULUT REFİK BOSTANCI RESUL KURT RIDVAN ONUR RIFAT BULUTLU RIFAT İNCE RÜSTEM ALTINER SABRİ YILDIRIM SADETTİN GÜNGÖR SADETTİN KAYA SADETTİN ÖZKOÇ SALİH ERKAN SALİH İRİÇ SALİM HORAL SAMET MANAV SAVAŞ KURT SEDAT İLKHAN SEFA SİDAL SELAHATTİN ŞEN SELAMİ ÇİNGİRT SELAMİ GÜNDOĞAN SELÇUK SOYLU SELİM SOYLU SEMİH DELİBAŞ SERCAN ŞAHAN SERDAR FENERCİOĞLU SERDAR IŞIK SERDAR ŞAHAN SERDAR TAVUKCU SERHAT ETCİ SERHAT ŞENGÜL SERHAT ÜZER SERHAT YILDIRIM SERKAN ARSLAN SERKAN DEMİR SERKAN KOCAMAN SERKAN ŞENGÜN SERKAN TURAN SERKAN YILMAZ SERVET KESKİN SEZAİ GEZGİN SEZAİ KARAKOBAK SİNAN ARMAN SİNAN ÇEVİK SİNAN UÇKUN SÜLEYMAN ABAYDIN SÜLEYMAN ANAR SÜLEYMAN CÜCE SÜLEYMAN ÇETİN SÜLEYMAN ÇILDIR
SÜLEYMAN IŞIK SÜLEYMAN İNCE ŞABAN AYDINLIK ŞABAN GEZEN ŞABAN KARABULUT ŞAFAK EFE ŞENEL BAĞDATLI ŞENOL GEZER ŞENOL KARABAŞ ŞENOL YEŞİL ŞEREF SÖZENER ŞERİF AFACAN ŞERİF GEYİK ŞERİF YANIK ŞİNASİ GÜLMEZ TANER ÇİNGİRT TANER KİLİNÇ TARIK ŞAHAN TEKİN ŞAHAN TEVFİK ARSLAN TEVFİK CÜCÜ TEVFİK HAZAR TOLGA BAYAR TOLGA SÖĞÜT TUGAY DEMİR TUNAHAN KESKİN TUNCAY KAYA TUNÇAY ÖZER TURGAY AKKOÇ ÜMİT ÇETİN ÜMİT TAŞKIN ÜZEYİR YAŞAR VEDAT IŞIĞAN VEDAT KILIÇ VELİ ANAÇ VELİ KABAK VEYSEL AYDIN VOLKAN ECEREL YAHYA ILGAZ YAHYA İLKAZİ YAKUP CAFCAV YAŞAR BALABAN YAŞAR KURBAN YAŞAR YÜKSEL YAVUZ AYDIN YILMAZ KIZILTEPE YONİS ÖZER YUSUF AFACAN YUSUF ARSLAN YUSUF KOCAMAN YUSUF KOÇHAN YÜKSEL KARADAĞ YÜKSEL KARAKAYA YÜKSEL TANRIÖVEN YÜKSEL ÜNLÜ ZAFER OGAN ZEKERİYA İŞBİLEN
büt dergisi Mayıs sayısı
9
Beynimizi Kuklalaştıralım
10
büt dergisi Mayıs sayısı
AktüeL Mustafa Doğan mstf.doqan@gmail.com
Hadi gelin sizinle zihinlerimizi kontrol altına alalım ve biz ne dersek onu yapsın! Bir nevi beynimizi kuklalaştıralım. Evet, ipleri elimize alalım ve biz ne dersek onu yapsın. Öl diyelim ölsün, koş diyelim koşsun, sus diyelim sussun, cehennemin dibinde yan diyelim yansın, Hawai adalarında kumsalda uzanmış güneşlen diyelim güneşlensin. Bunları bize cennette vaat edildiği gibi hemen burada istediğimiz zaman yapalım. Yani biz ne dersek o olsun!
için etrafa bakıyorsunuz. Ve ses orada... Bir kadın. Olabildiğince seksi ve olabildiğince güzel. Bu kadının çığlık atmasına sebep ise hedefe kilitlenmiş bir canlı bomba gibi ilerleyen bir akrep. Önemsiz bir şey deyip tekrar uzanıyorsunuz, keyfinize devam ediyorsunuz. Bir süre sonra güneşin yakıcılığından ve manzarasından sıkılıyor ve gözlerinizi açıyorsunuz. Yine karanlık odanıza geldiniz. Hoş geldiniz. Umarım keyif almışsınızdır. Hoş geldiniz...
Sakın oturduğunuz yerden kalkmayın. Ateş hala alevlenmeye devam ediyor. Sizi yakmaktan asla vazgeçmeyecek. Yanıyorsunuz. Yanıyorsunuz. Ve tekrar tekrar yanıyorsunuz. Ölmek yok. Acınızı unutmak yok. Ateşi tekrar tekrar bedeninizde en ince ayrıntısına kadar hissediyorsunuz. Bu kadar yanmak yeter mi? Tamam o zaman açın gözlerinizi. Hoş geldiniz. Yine karanlık odanızdasınız. Hoş geldiniz. Yine sapa sağlam tek parçasınız. Hoş geldiniz...
Çekilin tek başınıza karanlık bir odaya; derin bir nefes alın, kapatın gözlerinizi ve uzanın şöyle güzelce. Hayal edin. Şuanda Hawai sahilinde şezlongunuza uzanmışsınız, tepede derinizi yakan kavurucu güneşle mayışmış ve güneş gözlüklerinizin altından o güzel manzarayı izliyorsunuz. Kulaklarınızda dalga sesi, denizde yüzenler, köşede birbirlerine kur yapan iki sevgili, yalnız başına boylu boyuna uzanmış bir kadın ve önünüzden sürekli yürüyen insanlar... Siz hiçbirine aldırmadan sadece kafa dinliyorsunuz. Uzanmış manzara karşısında mayışmışsınız. Keyfinizi bozabilecek hiçbir şey yok. Ama o da ne? Bir çığlık sesi. Sizi yerinizden fırlatıyor. Sesin geldiği yeri bulmak
Şimdi bu keyiften sonra birazda cehennem ateşi kadar yakıcı bir ateşin ortasına oturalım. Neden mi? Çünkü biz sadistiz. Cehennem ateşi kadar yakıcı bir ateşin nasıl bir hissiyat oluşturduğunu merak ediyoruz. Çünkü biz sadistiz. Tekrar kapatın gözlerinizi. Düşünmeye başlayın; sizin boyunuzdan 10 kat daha fazla yanan kor bir ateş ve çevresinde ateşin sönmemesi için sürekli odun atan kişiler. Siz ateşin ortasında oturmuş çayır çayır yanıyorsunuz. Her seferinde deriniz alevler içinde yanıyor ve kendini yeniliyor. Siz ateşin yakıcılığını her saniye tekrar tekrar yaşıyorsunuz. Ateş taneleri öyle işliyor ki size bırakın bağırmayı, nefes almakta bile zorluk yaşıyorsunuz. Tabi bu yaşamaksa...
Başka bir deneyim tatmak ister misiniz? Bu sizin isteğiniz ile olan bir durum. Bundan keyif aldınız mı? Şimdi de bir Rus ajanı olduğunuzu var sayalım. Kendi ülkeniz çıkarı için ABD’den yasadışı istihbaratlar topluyorsunuz. Yakalanmamak içinde çok dikkatli olmalısınız. Yakalandığınız anda CIA size çeşitli işkenceler yapacaktır. Bunun için karda yürüyüp izinizi belli etmemelisiniz. Çok dikkatli olmalısınız. ABD’nin ne gibi teknolojik birikimlere sahip olduğunu öğrenmelisiniz. Size nasıl bir saldırı hazırlığında olduğunu bilip önlem almalısınız. Savunma Bakanlığına, Pentegon’a sızmalısınız. Pentegon’da yakalandığınız an, işiniz biter. Tüm güvenlik tedbirl-
“Şuanda Hawai sahilinde şezlongunuza uzanmışsınız, tepede derinizi yakan kavurucu güneşle mayışmış ve güneş gözlüklerinizin altından o güzel manzarayı izliyorsunuz.”
büt dergisi Mayıs sayısı
11
AktüeL
12
erini atlatıp başarılı bir şekilde içeri girdiniz. İstenilen bilgileri alıp derhal orayı terk etmelisiniz. Ve tüm bilgiler elinizde. Şimdi çıkma zamanı. Çok dikkatli olun, her an yakalanabilirsiniz. Ve korkulan oldu, fark edildiniz. Sirenler çaldı ve etrafınız sarıldı. Artık kaçacak şansınız kalmadı. Teslim olmalısınız. Yakalanmış olabilirsiniz ama aldığınız eğitim sayesinde konuşmamak için elinizden geleni yapacaksınız. Tüm işkencelere dayanmak zorundasınız. Kimliğinizi ifşa ederseniz uluslararası bir kriz çıkacaktır. Belki de savaş ilan edilebilir. Elektrik şoku veriliyor, konuşmuyorsunuz. Tırnaklarınız kerpetenle çekiliyor, konuşmuyorsunuz. Çırılçıplak soyularak ıslatılıyor ve dövülüyorsunuz ama yine konuşmuyorsunuz. Tüm işkencelere rağmen konuşmuyorsunuz. O da ne? CIA’nin yeni bir sorgu tekniği var. Beyine gönderilen dalgalarla, beyin kontrol altına alınıyor. Kafa sizin ama kontrol size ait değil. Ses sizin ama istem dışı hareket ediyor. Eller sizin bedeninize bağlı ama size karşı. Beyniniz başkası tarafından kontrol altında. Sorgulama başlıyor. İlk başta yavaştan beyninize kısa dalgalar gönderiliyor. Beyniniz buna karşı çıkarak kendini başkasının kontrolüne vermiyor. Dalgaların şiddeti yavaş yavaş arttırılıyor. Beyniniz karşı çıkmaya devam ediyor. Dalga boyutu daha da arttırılıyor. Ve sonuna beyninizin kontrolünü ele geçiriyorlar. Buna karşı çıkmanızın imkanı yok artık. Beyninizdeki istedikleri her türlü bilgiye ulbüt dergisi Mayıs sayısı
aşıyorlar. Hipokampus’ta saklı hiçbir veri kalmadı, ele geçirdiler. Bunu ellerindeki zihin kontrol makineleri ile yaptılar. Artık saklayacak bir şeyiniz kalmadı. Her şeyiniz ifşa oldu...
“Tüm işkencelere dayanmak zorundasınız. Kimliğinizi ifşa ederseniz uluslararası bir kriz çıkacaktır. Belki de savaş ilan edilebilir. Elektrik şoku veriliyor, konuşmuyorsunuz. Tırnaklarınız kerpetenle çekiliyor, konuşmuyorsunuz. Çırılçıplak soyularak ıslatılıyor ve dövülüyorsunuz ama yine konuşmuyorsunuz. “
götürebilirsiniz. İnternette gençler arasında çok popüler olan bu zihin kontrol programının adı I-Doser. Popülerliğini gittikçe arttıran bu program, sizin kontrolünüzde sizin isteğinizde hareket ediyor. Siz nereye gitmek ve nasıl olmak isterseniz bu program sayesinde oluyorsunuz. Bunu yapmanız için düzenli bir şekilde programa uymanız gerekiyor. Programa uyduğunuz takdirde tüm yollar emrinize amade...
I-doser çeşitli dozlardan oluşan bir bilinç yönlendirme programı. İnternetten indirdiğiniz programa gerekli dozlardaki mp3’lerle beyninizin kontrolünü elinize alabiliyorsunuz. Bu uygulamayı yapmak için karanlık bir oda ve bir kulaklık yetecektir. I-doser’de bulunan dozlar 1-Gate of hades: Korku, ölüm hissi ve hiçbir zaman yaşayamayacağınız bir heyecan verici doz. 2- Lucid Dream: Rüyada, rüyalarınızı kontrol Şimdi artık gerçeğe dönelim. CIA etmenizi sağlayan doz. 3- Quick beyin kontrol tekniğini bir sorhappy: Mutlu edici doz. 4gulama tekniği olarak çok uzun Adrenochrome: Çok güçlü hayal yıllar kullandı ve kullanıyor. Bu gördürücü, enerji verici doz . beyin kontrol tekniğini tek CIA 5- Trip: Göz açıkken bile güçlü değil neredeyse tüm dünya istih- hayal gördürücü, hayat değiştirbaratları sorgulama tekniği olar- ici doz. Olarak piyasada mevcut. ak kullanıyor. CIA’nın kullandığı Bu dozların hepsi kendi sitesinde bu teknik bilim insanlarınca ücretli bir şekilde satılmaktadır. geliştirilerek bir müzik parçasına dönüştürülmüş ve piyasaya Beyninizi ele geçirmeye hazır sürülerek para kazanım aracına mısınız? Bedeninizi kontrol edip dönüştürülmüş. Bu geliştirilen ruhunuzu serbest bırakmaya ne yöntem ile zihninizi kontrol dersiniz? Zihninizi kanatlandırıp altına alabilirsiniz. Yani kenduçurun... inizi sahil ve cehennem ateşini beyninizi kontrol altına alarak
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
13
Deniz Yıldızı’nın Celali
“Shakespeare ile Yerli Yazar Arasında Fark Yok” Sevgili Murat Volkan Benli ile Ankara’nın en güzel caddelerinden biri olan Kuğulu Park manzaralı Tunalı Hilmi caddesinde buluştuk. Röportaj yaparken siz sevgili okuyucularımıza düşünsel olarak da hitap edecek değerli sanatçıları seçmeye özen gösteriyoruz ki okuyucularımız röportajın her kelimesini severek okusun… Murat Benli, bu karara uygun hareket ettiğimizi bize ilk beş dakika geçmeden hissettiriyor. Anlattığı tiyatro geçmişiyle, sanat yaşamıyla… Tiyatroda pek çok seyirci tarafından özenle takip edilen Murat Benli, hafta içi her gün yayınlanan Deniz Yıldızı dizisinde de uzun zamandır rol alıyor. Celal karakteriyle daha fazla izleyiciye ulaşan Benli ile bu ayki sayımızda biz çok güzel bir sohbet gerçekleştirdik, aynı keyfi alarak okumanız dileğiyle… Murat Volkan Benli’yi daha yakından tanıyarak başlayabiliriz… 43 yaşındayım. Yaklaşık olarak 23 yıldır okul dâhil olmak üzere tiyatro mesleğiyle uğraşıyorum. Devlet Tiyatrolarına 1998 yılında girdim. Sonrasında Sivas, Konya, Adana bölgelerinde çalıştım. Devlet Tiyatroları’nın en çok bölgede çalışan oyuncularından biri benim. 38 oyunda görev aldım. Bölgelerde iş yapınca insan çok göz önünde olmuyor. Ankara’ya da 5-6 yıl önce geldim. Geldikten sonra ilk olarak Galileo’nun yaşamında sonra Kerbela’da oynadım ve devamında Nalınlar oyununu yönettim. Evliyim 2 çocuğum var: İdil ve Ozan.
14
büt dergisi Mayıs sayısı
Dizinizde de Ozan var, güzel rastlantı… Öyle güzel ki bu, gerçek hayatta var olan isimler dizimizde de kullanıldı. Yazarlarımız sağ olsunlar o konuda bizi kırmıyorlar.
yor. Bunun en güzel örneği sanırım Sivas. Ben Sivas’a, Sivas olaylarının akabinde gittim. O yıllarda Sivas çok karanlık bir şehirdi, insanlar çok zor şartlar altında yaşıyordu. Konya tayinimden sonra Sivas’a tekrar gittiğimde şehrin yapısının Tiyatro Olmadığı Zaman Halk çok değiştiğini fark ettim. Küçük bir kahvehanede çay içerken konÇok Şey Kaybedecek trbas dinliyorduk. Tabii şehirlerde tiyatro gibi kültürel etkinliklerPek çok farklı şehirde Devlet Tile değişiyor. İnsanlar rahatlıyor, yatroları’nda yer aldığınızdan daha özgür yaşıyor. Bu yüzden bahsettiniz. Oyunların seçiliş aşamalarında o kentlerin kültürel Anadolu’daki şehirlerde Devlet Tiyatroları’nın varlığı son derece yapıları ve gelenekleri de etkili önemli. Çünkü İstanbul Ankara oluyor mu? gibi büyük şehirlerdeki yaşantımızı Elbette etkili oluyor ama zaman Anadolu’nun küçük şehirleriyle içerisinde oradaki tiyatrolarda şehirlerin kültürel yapısını değiştiri- karşılaştırıyoruz ve bunda çok
Röportaj Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com
büyük yanlış yapıyoruz. Küçük şehirlerde yapılabilecek çok bir şey yok. Ben Sivas’a ilk gittiğimde sineması bile yoktu. Tek kültürel faaliyet tiyatroydu. Bazen tiyatro tatildeyken sinema orada gösterilirdi. Önceleri akşam 9’da her yer kapanırdı. Son gittiğimde baktım sabah 4’te her yer açık; yani kültürel yaşantıyla birlikte insanların hayata bakış açıları da değişiyor. Biz büyük şehirlerde bunu fark etmiyoruz ama bu gerçekten önemli. Özellikle de bugünlerde Devlet Tiyatroları’nın, Balenin, Koroların ve Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nın yasalarının ilga edilerek lav edilmesi söz konusuyken bu durum çok önemli.
Halkın bu kurumlara sahip çıkması gerekli; çünkü kaybedildiği zaman neyi kaybettiğinizi çok daha net anlayacaksınız. Bizler için çok bir şey değişmeyecek, tiyatro binlerce yıldır hep bir şekilde kendini ifade etti ve ölmedi; yasaklandı ama ona rağmen varlığını sürdürdü. Ama tiyatro olmadığı zaman halk çok şey kaybedecek bunun farkında olunmasını bu yüzden çok gerekli görüyorum. 38 farklı oyunda görev almış bir tiyatro sanatçısı olarak, Murat Volkan Benli’yi en çok heyecanlandıran oyun hangisiydi? Aslında her oyuna o heyecanla çıkar oyuncu. Ama bazı düşüncel-
ere göre yerli yazarlar derinlikli karakterler üretmekte biraz sıkıntı çekerler. Bu sebeple derinlikli karakteri oynamak isteyen oyuncularda genellikle yabancı yazarların oyunlarını oynamak isterler. Ama ben yerli yabancı her oyuna aynı düşünceyle yaklaştım. Benim için Shakespeare ile yerli yazarın oyununun herhangi bir farkı yok. Siz nasıl yaklaşıp bağ kurarsanız oyunda da o kadar başarılı olursunuz. Nalınlar oyunu Ankara Devlet Tiyatrosu’nun en beğenilen oyunlarından biri. Çok komik ve güldürü unsurları çok güzel kullanılmış, harika oyunculukbüt dergisi Mayıs sayısı
15
Röportaj
lar var. Siz yönetmeni olarak doğaçlamalara izin verdiniz mi? Arka planı nasıldı? Doğaçladığımız bazı sahneleri oyundan çıkarttığımız bile oldu, ama bir oyuncu için oynamak daha keyifli. Ben yönetmek mi oynamak mı diye ayıramasam da yönetirken yarattığınız dünyanın seyirciyle buluşması çok keyifli oluyor. Çocuk oyunu ve komedi yönetmiştim, komediyi çok sevdiğimi fark ettim. 6 hafta çalışmıştık, çok iyi bir ekip işi ortaya çıktı. Devlet Tiyatroları’nda
16
büt dergisi Mayıs sayısı
yaklaşık 650 sanatçı var, 650 sanatçının yılda 120 oyun yapması demek oldukça zor bir iştir. Hatta bizler için “bu adamlar çalışmıyor” derler. Devlet memurları haftada 2 defa izin yaparlar. Bayramları, yılbaşları, milli, dini bayramları tatildir. Biz bu tatillerin hepsinde sahneye çıkarız. Haftada bir gün izin yaparız, hesapladığınız zaman devlet memurunun 6 ay da sarf ettiği mesaiyi biz 6 haftalık prova sürecinde 10-12 saat prova yaparak sarf ediyoruz. İş kanunları gereği mesai alarak da yapmıyoruz bu işi, sevdiğimiz için yapıyoruz. Bu tür yorumlar yapanlar kendi yaptıkları tatilleri hesaba katmıyorlar. Zaten sezon kapanınca biz çalışmayı bitirmiyoruz. Seyircinin karşısına çıkmak müthiş bir sorumluluk ve güzellik, bunu belirtmeden geçemem. Yaptığınız iş iyiyse tadından da yenmiyor.
lıydım” dersiniz. Vanya Dayı çok iyi oyunlardan bir tanesi, Lions Ödülleri’nde de En İyi Prodüksiyon” ödülünü aldı. Yönetmeme rağmen Nalınlar’ın içinde olmak istedim. Oyuncu güdülerimizle yönetmenlik yaptığımız için onlar sahnede oynarken ben bu tarafta duramadım.
Sizin Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuğunu çok beğendiğiniz isimler var mı? Çok iyi dünya çapında oyuncular var; ama biz bunun farkında değiliz. Hollywood bir sektör, bir dünya devi ama orda milyon dolarlar kazanan oyunculardan hiçbir farkı olmayan oyuncular da devlet tiyatrosunda mevcut. Tabii bizim şartlarımız, bizim sektörümüz, dünyamız daha farklı ve böyle olunca beğenilerimizi söylemekte dahi çekingenlik duyuyoruz. Çok iyi aktörler, aktrisler var ama isSezon oyunlarına bak- mini vermeyi unuttuklarım olur tığımızda, içinde yer onlara haksızlık yapmak istemem. almadığınız için üzül- Zaten seyirciye baksak bile bunu düğünüz bir oyun görebiliriz. oldu mu? Hayvan Çiftliği. Sizin Ankara’ya gelmeniz ve dizi George Orwell sektörüne dâhil olmanız nasıl benim çok sevdi- gelişti? ğim bir yazardır, Ankara’da çok fazla iş yapılmıyor. dünya görüşünü de İstanbul’da da çalıştım daha çok beğenirim. Ay- önceden. Emek, zaman, para da rıca Barış Erdek çok harcansa biz dizileri çok çabuk iyi sahneye koydu. tüketiyoruz. Her yıl yayından Oyuncu olarak zaten kaldırılan pek çok dizi var. İş kıskanç bir tarafınız Kanunları’nın çerçevesi ülkemvardır. Arkadaşlarınızı izde çizilmediği için maddi olarak seversiniz ama bazen de işinizin karşılığını almak zor oluy“Yaa arada ben de olma- or. Ben İstanbul’daki işlerden keyif Volkan Murat Benli kendisine almadım; ama bir oyuncu olarak da keyif alikram ettiğimiz kurabiyeler dığım işleri yapmak
ile...
Röportaj
isterim. Ankara’da Deniz Yıldızı bağdan bahsediyorsunuz. Rolün tanıdığımızı düşündüm. Durdizisinden teklif gelince de İstan- içerisini dolduran şey oyuncunun dum “efendim” dedim, “napaybul’a gitme zorunluluğum bitti ruhudur. İnsanın da içini dolsun” dedi. “Ne yapayım tiyatroya ve çok sevindim. Çekim yapmak duran bir şey var. Geçenlerde gidiyorum. Sen ne yapıyorsun” dönmek ve tekrar gitmek çok zor bir belgeselde izledim. Atomun dedim. “Bak bana, Trabzonlu oluyordu. Ailem de buradaydı. çekirdeği bezelye tanesi kadar Mustafa’nın herkese selamu var Ankara çok makul ve mantıklı büyük olsaydı, onun etrafında diyeceksun” dedi. Çok şirin ve tatgeldi. Ayrıca MGA yapım 3 tane dönen elektron yaklaşık 1 km ka- lı bir adamdı. Bazı seyircilerin çok günlük diziyi çeken çok başarılı dar uzakta olurdu yani bir atomu ilginç tepkileri oluyor hakikaten. bir yapım şirketi ve medya da par- oluşturan şey boşluktur diyor. Onlar bizi gördükleri için bizim ladı; çünkü Unutma Beni, Deniz Eğer düz Aristo mantığıyla bakar- de onları gördüğümüzü zannedYıldızı ve Beni Affet dizileri çok sak bizi de oluşturan şey boşlukenler oluyor. Yürüyen merdivende başarılı oldu. Ben Ankara’ya yeni tur. Ama bizi dolduran bir şey var bir anım daha var. Bir genç kız geldiğim sırada oyunumu izleyen o da ruhumuz. İşte burada oyun- bana baktı, ben de gülümsedim. yapım şirketiyle tanıştık ve diziye cunun ruhuyla rolünün ruhu “Aaa ben sizi akrabam zannettim” dâhil oldum. Kısacası dedi. Her gün teletiyatro vesile oldu. vizyonda olduğumuz “Siz kendinizden bir parça alıp role için öyle hissediyorkoyuyorsunuz ondan da alıp kendi ruBu 3 dizi de zaten lar, tabii bundan iyi hunuza. Benden parçalar elbette var Celal eleştiri ve beğeni tiyatro oyuncuları çok fazla… olamaz. de; ama bana uymayan parçalarda var.” Evet, geneli tiyatro kökenli oyuncular. Az önce her arasında bir bağ kurmak gerekiSiz Murat Volkan Benli olarak şeyi çabuk tükettiğimizden bahyor. Bu bağı kurduğunuz zaman Ankara’da neler yaparsınız, zamsetmiştim. İnsanlar belirli mesle- rol gerçekten yaşar hale geliyor. anınız nasıl geçer? kleri daha kolay yapabileceklerini Yoksa rol dış çizgileri çizilmiş Çok çalışırım, okurum ve gezedüşünüyorlar. Herhangi bir eğithareket eden herhangi bir obje rim, yaşamayı da çok severim im almadan bir mesleğin yapılahaline geliyor. Siz kendinizden Ankara’yı da… Burası güzel bir bileceğini düşünüyorlar. Bazıları bir parça alıp role koyuyorsunuz şehir. Hele ki Anadolu’nun küçük başarılı olsa da sektörün çarkondan da alıp kendi ruhunuza. şehirlerinde bir süre yaşadıktan larının arasında parçalanan çok Benden parçalar elbette var Celal sonra Ankara, bulunmaz nimetfazla insan oluyor. de; ama bana uymayan parçalar- tir. İstanbul bana çok karmaşık da var. Sorduğunuz sorunun cev- geliyor. Ankara’da alıştığım bu Bizi Dolduran Şey Ruhumuz abı biraz da şu: Evet, ben de iyi ve düzeni çok seviyorum. Bu yönden uyumlu bir insanım. Ama böyle 5 statükocu diyebiliriz, çocuklarımyıldır oynayan bir dizide yazarlar la bu büyüme yaşlarında vakit Deniz Yıldızı dizisinde kadında sizi tanıyıp biraz rolü size, sizi geçirmeyi çok seviyorum. İyi bir ları kıramayan, nazik, de role yaklaştırmaya başlıyorlar. aile babasıyım diyebiliriz. Tisağduyulu bir erkeği uzun zayatro ve dizi dışında özel dersler mandır çok başarılı bir şekilde Adettendir soralım, insanlardan ve yazdığım oyunlar, hikâyeler canlandırıyorsunuz. Gerçek zaman alıyor. Bunların dışında yaşamındaki Murat Volkan Benli aldığınız komik ilginç tepkiler oluyor mu? tabii dostlarla arkadaşlarla vakde Celal karakteri kadar iyi bir Olmaz olur mu? Karadenizit geçirmeyi de çok seviyorum. adam olduğu için mi bu kadar li bir izleyen beni Büyük TiEkipteki arkadaşlarla da aile gibi güzel canlandırıyor? yatro’nun önünde durdurdu. “Bak olduk. Hatta 2 gün önce ekipten Tabii rolle oyuncu arasındaki bakayum” dedi, bende birbirimizi birinin düğünü vardı, çekim büt dergisi Mayıs sayısı
17
“Benim beş buçuk yaşında okumayı yeni öğrenmiş bir kızım var. Tabelaları okuyamıyor çünkü bütün tabelalar İngilizce ve bizler kendimizi aşağılık kompleksinde görüyoruz. Tabelanın ismini İngilizce yazdığımız zaman bir kahvenin daha pahalı olabileceğini düşünüyoruz. Yani dilimizi kaybettik.”
18
büt dergisi Mayıs sayısı
yaptığımız bir düğün sabelirliyor. Bunları kaylonun da 4 defa ekipten bir- bettiğimiz zaman iş işten ilerinin düğününü yaptık. geçmiş olacak. Çünkü sanat tek yönlü bir şey değil. Atatürk bu ülkeyi kurduğu Sanat Politikası Üzerine Yapılan Saldırı Çok zaman kurulmasını emrettiği Dil Tarih ve Coğrafya Önemli Fakültesi. Bir millet dilini bilip sahip çıkmalı ki milSanat ve tiyatro’nun let bütünlüğünü sağlayülkemizdeki işleyişi hakkında ne düşünüyorsunuz? abilsin. Tarihini bilecek Son dönemde sanat politi- ortak bir tarih ve ortak bir kası üzerine yapılan saldırı geçmişi olacak ki millet olabilecek bilinci olsun. çok önemli bir durum. Tabii yaşadığı coğrafyayı Biz farkında değiliz ama toplum olarak yönlendirili- bilecek. Atatürk’ün ikinci emri de konservatuardır. yoruz. Yönlendirildiğimiz Konservatuar ise sanattır, noktalarda çok doğru yani Atatürk kültürel bir noktalar değil. Toplum bilinci biraz daha ön plana birlikteliğin oluşturulması için emir vermiş. gelmeli, insanlar ellerinde Şimdi ise bütün bunları olan değerlere daha fazla sahip çıkmalı. Her ne kadar tek tek kaybediyoruz. Benim beş buçuk yaşında magazin gibi görünüyorokumayı yeni öğrenmiş sa da kültür-sanat hayatı bir kızım var. Tabelaları tüm toplumun yaşamını okuyamıyor çünkü bütün yönlendiriyor ve nasıl tabelalar İngilizce ve biyaşamamız gerektiğini zler kendimizi aşağılık
kompleksinde görüyoruz. Tabelanın ismini İngilizce yazdığımız zaman bir kahvenin daha pahalı olabileceğini düşünüyoruz. Yani dilimizi kaybettik. Tarihe bakıyoruz, cumhuriyet tarihi için bile yalan yanlış şeyler yazılmaya başlandı. Ve bütün bunlar politikalar gereği insanları farklı şekilde düşünmeye zorlamak için yapılıyor. Coğrafya deseniz her tarafımız savaş, hiçbir komşumuzla ortak bir sevgimiz, saygımız kalmadı. Şimdi kültürümüzü de kaybedeceğiz ki daha rahat parçalanabilir bir ülke haline gelelim. İşte bu yüzden Dil Tarih Coğrafya ve Sanata sahip çıkmak gerekiyor. Bütün bunlar da popüler kültür mantığıyla olmuyor. İnsanların bilinçlenmesi, popüler kültüründe insanları buna yönlendirmesi gerekiyor.
SOM ...
bilir misin dünya neyle yaşar toprağın damarlarında kan diye benim terim akar beni duyuyor musun sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde hayır öyle değil gerçekten duyuyor musun ciğerlerimde katran birikiyor tenime pürüzsüz sular karışırken bir plastik boşluğundan soluyorum hayatı kızımı ve gerisini bak toprağın ta yüreğine vuruyorum beni duyuyor musun sobanın sıcağında eriyen kar tanelerinde
*Hamdullah Arvas büt dergisi Mayıs sayısı
19
Soma Faciası’nda Geriye Kalanlar... Manisa Soma’da yaşanan maden kazasında 301 maden işçisi hayatını kaybetti, 486 maden işçisi sağ kurtarıldı. Soma’da yaşanan kazanın nedeni ilk olarak trafo patlaması olarak açıklandı. Kazanın tam olarak nedeni yapılan incelemelerden sonra belli olacak. Soma’da yaşanan bu kaza tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Tüm Türkiye Soma için ağladı. Soma’da kazasından sonra yaşananlar objektiflere bu şekilde yansıdı. Tüm Türkiye’nin başı sağ olsun. Hayatını kaybeden işçilere Allah’tan rahmet diliyoruz, yakınlarına Allah’tan sabır diliyoruz. *Tüm fotoğraflar haber sitelerinden alınmıştır. Hiçbiri bize ait değildir. Haber siteleri: BBC Türkçe, TRT Haber...
20
büt dergisi Mayıs sayısı
Foto Haber
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
21
22
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
23
24
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
25
Yaşamın içinden Emre Ceylan emreceylan_91@hotmail.com
Soğanlı Bez Bebekleri Kayseri’de turistler tarafından en çok ziyaret edilen yerlerden biride Soğanlı köyüdür. Soğanlı köyü Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesine bağlıdır. Bu köy Hristiyanlar için önemli bir yerleşim yeridir. Bu yüzden buraya çok fazla yabancı turist gelmektedir. Ancak köyün bunun dışında başka bir önemi daha bulunmaktadır. Soğanlı köyü, köyün simgesi haline gelen Soğanlı Bez Bebekleri ile ün yapmıştır. Peki, bu bez bebeklerin hikâyesi nedir? Gelin bu hikâyeye beraber bir göz atalım. 26
büt dergisi Mayıs sayısı
Bu, Soğanlı Bez Bebeklerinin hikâyesi şuan hala Soğanlı köyünde yaşamakta olan Cemile teyzenin ananesi Hanife Hanıma dayanmaktadır. 1960’lı yıllarda Hanife ninenin kızı Döndü’ye, hocası okuldan el işi dersi ödevi verir. Ödev olarak bir bebek yapması isteniyor. Hanife ninede annelik sorumluluğu ile kızının ödevini yapmasına yardımcı oluyor. Bir tahtanın üzerini bez kumaşlar ile kaplıyor ve bezden bir bebek yapıyor. Kızı bebeği okula götürüyor. Okuldan dönerken yoldan
geçen turistler Döndü’nün elindeki bu bebeği fark ediyor ve çok hoşlarına gidiyor. Bu bebeği birkaç dolar karşılığında Döndü’den satın alıyorlar. Döndü eve geldiğinde şaşkın ve üzüntülü bir halde annesine turistlerin bebeği ondan aldıklarını, karşılığında ise ona para verdiklerini söylüyor. Annesi ise kızına üzülmemesi gerektiğini, yeni bir bebek daha yapacağını söylüyor. Tabi her şey bununla sınırlı kalmıyor ve Hanife nine bu bebeklerden birkaç tane daha yapıyor. Bu bebeklerin
Yaşamın içinden turistlerin hoşuna gittiğini fark eden Hanife nine bunun bir ekmek kapısı olduğunun farkına varıyor ve yaptığı bebekleri turistlere satmaya başlıyor. İlk başlarda üç dört kişi bu bebekleri yapıp turistlere satmaya başlıyor. Ama sonraları çokça satılmaya başlayan bu bebeklerin yapımı yavaş yavaş köye yayılmaya başlanıyor. Şuan ise neredeyse çoğu köylü kadını bu bez bebeklerden geçimlerini sağlamaktadır.
Bu bez bebeğin ortaya çıkış hikâyesini öğrendik. Birde bu bebeklerin nasıl yapıldığına bir göz atalım. Bebekler yöre kadınları Türkiye’nin İlk Marka tarafından elde yapılmakTescilli Bebeği tadır. Eskiden bebeklerin Soğanlı Bez Bebeklerinin turistler tarafından fazla ilgi iskeletleri sadece tahtadan yapılırken günümüzde görmeye başlaması soince yumuşak demir iskelnucu, Soğanlı köyü dışınette kullanılmaktadır. Bu da bez bebek yapmayı bilmeyen kişiler tarafından iskeletlerin üzerleri bezler ile kaplanmaktadır. da bebekler yapılmaya Bebeklerin kafaları ise başlanmış. Bunun sonucunda bez bebeklerin kali- gazoz ve içecek kapaktesinde düşüş yaşanmaya larından yapılmaktadır. İskelet kısmı bezler ile başlanmış. Bu durumdan dolayı dönemin muhtarının sarılan bebeklerinin üzerleri ise genel olargirişimleri ve Valiliğin ak yöresel kıyafetler ile desteği, çalışmaları ile; kaplanıp, süslenmektedir. Soğanlı Bez Bebeklerinin Yöre kadınları bebeklerin kalitesinin devamlılığının kıyafetlerini değişik şekilsağlanması ve yöresel de boncuk ve benzeri kalitesinin korunması için şeyler ile süslemektedirlTürk Patent Enstitüsü’ne er. Bebeklerin kıyafetleri yapılan başvuru sonucu bez bebekler Marka Tescil genellikle yöresel, folklorik özellikler taşımaktadır. Belgesi ile tescillenmiştir. Ancak köylü kadınların Bu yüzden Soğanlı Bez kendilerince geliştirdikleri Bebekleri Türkiye’nin ilk satış politikası ile modern tescilli bebeğidir. görünüme sahip, modern kıyafetli bez bebeklerde Gazoz Kapaklarından yapılmaktadır. Böylelikle Bebek Kafası turistlerin ilgisi daha da
çekilmektedir. Bebeklerin yüzünü de yine kadınlar kendileri kalem ile çizmektedirler. Yani anlayacağınız üzere tam bir el emeği göz nuru bir işten bahsetmekteyiz. Bu bez bebeklerin fiyatlarına gelecek olursak; fiyatlar 5 TL, 20 TL arasında değişmektedir. Tabi daha büyük boyutta olan bebekler daha yüksek fiyatlara satılmaktadır. Fiyat politikası zaten bebeklerin boyutlarına göre belirlenmektedir. Zamanında bir okul ödevinden ortaya çıkan bez bebekler, günümüzde bir köyün geçim kaynakları arasındaki yerini almış durumda. Bebeklerin ünü köy ve ülke sınırını aşıp yurt dışına taşınmış, turistlerin ilgi odağı olmuştur. Eğer sizin de yolunuz Soğanlı köyüne ya da Kapadokya taraflarına düşerse, sizde kendinize bir bez bebek edinin. Hatta sevdiklerinize de hediye olarak almayı unutmayın.
“Bu bez bebeklerin fiyatlarına gelecek olursak; fiyatlar 5 TL, 20 TL arasında değişmektedir. Tabi daha büyük boyutta olan bebekler daha yüksek fiyatlara satılmaktadır.”
büt dergisi Mayıs sayısı
27
PortrE Serap Kamacı serab.5091@gmail.com
İlk Mektepli Fotoğrafçı Kadın:
Yıldız Moran 28
büt dergisi Mayıs sayısı
Gülüş bir yanaşımdır bir öbür kişiye; Moran’ın Eğitimi Birden iki kişiyi döndürür bir kişiye.. Anılarından kale yapıp sığınsa bile, 1950 -1952 yılları arasında süren eğitim Yetmez yalnız başına bir ömür bir kişiye. yaşamında Yıldız Moran, Bloomsbury
Teknik Koleji ve Ealing Teknik KoleÖzdemir Asaf’ında dediği gibi bir gülüş ji’nde fotoğraf eğitimi aldı. Bu yıllar yanaşımdır öbür kişiye. Bir gülüş, bir mesleki hayatına attığı en ciddi adımbakış yetmiş Yıldız Moran’ın Özdemir lardı. Bu yıllardan sonra artık Yıldız Asaf’a aşık olması için. Bu ay ki yazımMoran’ın fotoğraf makinasına olan aşkı, da size belki de hiç duymadığınız ya da ışıkla buluştuğu anda ortaya inanılmaz başka bir şekilde ismini anımsayacağınız kareler çıkmaya başlayacaktı ancak o, albir ismi anlatmaya çalışacağım. Bu ay ki dığı eğitimle kalmadı. O yılların en ünlü portre misafirimiz Yıldız Moran. Moran, fotoğrafçıları olan Barron ve John Vickaslında mesleğine devam etmiş olsa adını ers ile beraber çalıştı. Pratikte de artık Türk tarihine altın harflerle yazdıracak iyice iyi bir seviyeye gelen Moran, artık kadar başarılı biri olmasına rağmen o tek başına yürümeye başladı. Ve mesleği mesleğini en güzel yıllarında bırakıp, adına çok önemli adımlar attı. İngilTürkiye’de daha çok Özdemir Asaf’ın eşi tere’de 5 sergi açtı. Bu sergilerinin 4’ünü olarak tanındı. Kembriç’te, birini ise Londra‘da açtı. Yıldız Moran’ın Türk olması ve bu kadar Yıldız Moran, 1932 yılının Temmuz başarılı olması İngilizlerin de dikkatini ayında İstanbul’da dünyaya geldi. Eğitçekmişti. Öyle ki açtığı 25 fotoğraflık bir imine İstanbul’da başlar, 1951 yılında sergide tüm fotoğrafları satılmıştı. Yıldız Robert Koleji’nden mezun olur. Moran, Moran, o kadar başarılı ve sağlam bir resim sanatında o kadar yeteneklidir ki insan olmuştu ki kendi ayakları üzerinde bu yeteneği adeta bir aşka dönüşmüştür. dimdik durabiliyordu. Onun sanatını Artık hiç kuşkusuz bu yolda devam eticra etmesi için önünde artık hiç bir enmek istemektedir. Ancak ortaokul (o gel yok gibiydi. zamanlar orta okuldu) sekize giderken sınıfta kalması onun bu aşkta yön Fotoğraf Makinesi İle Şiir değiştirmesine neden olur. Onun bu Yazıyor konudaki pusulası ise dayısı Mazhar Şevket İpşiroğlu olur. Yeğenin resme Tabi ki bu kadar başarılı bir isim ololan büyük sevdasının farkında olan masında sadece eğitim alması yoktu. İpşiroğlu, Yıldız’a fotoğraf üzerine Yıldız Moran bir meslekte başarılı olçalışması için yol gösterir. Dayısının manın en önemli kuralı olan mesleğe sözlerini dikkate alan ve fotoğraf alanınaşk özelliğini taşıyor, hem de o yılların da kendini geliştirmek isteyen Moran, imkanlarına göre ışığı o kadar güzel kendi imkanlarıyla İngiltere’ye gider. kullanıyordu ki adeta ışık ve makinasıyAttığı bu büyük adımı onu Türkiye’nin la bir şiir yazıyor, fotoğraf karesinin ilk akademik eğitimli profesyonel kadın gün yüzüne çıkmasıyla şiirine noktasını fotoğrafçısı yapacaktı. Her alanda mekoyuyordu. İngiltere’de ki başarısının ktepli alaylı tartışması vardır. Yıldız ardından İtalya ve Portekiz’e de gitti ama Moran, ilk mektepli profesyonel kadın son durak yurdu Türkiye oldu. Özellikle fotoğrafçımızdır dersek yanlış bir tabir Anadolu’da çektiği fotoğraflar Moran’ın olmaz. tanınmasında bir numaralı etken oldu. büt dergisi Mayıs sayısı
29
Yıldız Moran’ın 50’lerde Anadolu’da çektiği fotoğrafların bazıları... Artık kendi stüdyosuna ve sergisine sahip olmak için adım attı ve Beyoğlu’nda kendine bir stüdyo ve sergi olarak kullandığı bir dükkan açtı. İstanbul ve Ankara’da 4 sergi açan, hem Türkiye basınında hem de yabancı basında çok ses getiren Moran’ın artık neredeyse tüm ülkeler eserlerini ayakta alkışlıyor, hayranlıkla bakıyordu. Ancak bu ses getirmelerin, alkışların etkisi fotoğraf satışlarında görülmüyordu. İngiltere’de bile bir günde sergisinin tüm fotoğraflarını satma başarısı yakalamış ama kendi ülkesinde fotoğraflarını satamamıştı. Ancak yaşamını ve çalışmalarını devam ettirebilmesi için para da kazanması gerekmekteydi. Yıldız Moran fotoğraflarını paraya çevirebilmek için kartpostal bastırmaya karar verdi. Bu karar aslında Moran’ın hayatının kilit noktası olacak hayatı bu kararla beraber tamamen değişecekti.
Özdemir Asaf’a Aşık Oluyor Kartpostal bastırmak için iyi bir matbaa arayan Yıldız Moran, bir arkadaşının tavsiyesi ile bir matbaaya gider. Matbaaya girdiği anda bir adam “Buyurun” diye seslenir. İşte o anda hayatı değişecektir. Yıldız Moran Özdemir Asaf’ı gördüğü ilk anda aşık olmuştur. Sonraki yıllarda yaptığı röportajlarda ise o anı şöyle anlatıyor; “İş konuşmak için Özdemir Asaf’ın matbaasına gittim. Tarihini de verebilirim tanışmamızın; 4 Kasım 1954, saat 11.00. Kelimelerle dile getirmek zor. Duygulu, kibar, hiç görülmemiş ve bir daha göremeyeceğim bir insandı Özdemir Asaf. Pırıl pırıl bir zeka, renkli, yepyeni, bambaşka bir dünyaydı o. Olağanüstü
30
büt dergisi Mayıs sayısı
bir insandı kısacası.” Bu tanışmanın ardından Özdemir Asaf’la evlenirler. Yıldız Moran Özdemir Asaf’ın ikinci eşidir. Bu evlilikten 3 çocuk dünyaya gelir. Ve artık Moran, o çok sevdiği fotoğrafçılığı bırakmıştır. Fotoğrafçılığın büyük zaman aldığını düşünmekte ve ona göre fotoğraf çekmek bir aşktır ve de bazen size 24 saat bile yetmeyebilir. O yüzden bir seçim yapmak zorundadır. Ya tüm zamanını fotoğraflara verecek çocuklarından uzak kalacaktır ya da fotoğrafa tamamen veda edecek ve çocuklarını yetiştirmekle ilgilenecektir. Moran, kararını verir; çocuklarına ve eşine olan aşkı fotoğraf aşkını bir hayli bastırır ve artık o sadece Özdemir Asaf’ın eşi ve 3 çocuğunun annesi olarak tanınır. Aradan geçen yıllardan sonra 1982 yılında Yıldız Moran bir kez daha fotoğrafçı olarak anılır. İDGSA Fotoğraf Enstitiüsü onur ödülünü Yıldız Moran’a vermiştir. Uzun yılların ardından böyle bir sıfatla anılmak onu heyecanlandırsa da fotoğraf makinasını bir daha eline almaya cesaret edemez. Moran, bu cesaretsizliğinin nedenini ise aradan geçen uzun yılların ardından çok geride kaldığını yarım yamalak yapmak yerine hiç yapmamak olarak anlatacaktır. Her ne kadar en güzel çağlarında fotoğraf sanatını bırakmış olsa da Moran, kesinlikle isminin anılması ve unutulmaması gerektiğini düşündüğüm bir isim. O aslında bir kadının tek başına neler yapabildiğinin, neler başarabileceğinin ve bir kadının yine anaç bir duyguyla nelerden vazgeçebileceğinin en büyük kanıtı.
büt dergisi nisan sayısı
31
Yıldız Moran’ın 6-7 Eylül 1955’teki olaylarda çektiği bir kare, 6-7 Eylül 1955, İstanbul
Madencinin Ekmek Karası...
32
büt dergisi Mayıs sayısı
Röportaj Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com
Kültür-Sanat röportajlarımızla sizlere sanattan edebiyattan bahsetmek ne kadar mutluluk veriyorsa, ülkemizde yaşanan Manisa Soma’daki maden faciasından bahsetmek de bizleri bir o kadar üzüyor. Ama ne yazık ki bu kayıplar, bu acılar hepimizin. Ölen vatandaşlarımız bizim babamız, abimiz, kardeşimiz, akrabamız, arkadaşımız olmayabilir ama biz onlarla aynı vatanın toprağını paylaşıp, aynı havayı soluyorsak, üzüntülerimiz ve sevinçlerimiz ortaksa, aynı şarkıda iç çekip benzer sevinçlere alkış tutuyorsak en önemlisi aynı undan ekmek yapıyorsak bu acıyı içimizde hissetmemiz için de onlarla kan bağımızın olmasına gerek yok.
Bizlerde her ay siz sevgili okurlarımız için en iyisini yazmaya gayret ettiğimiz dergimiz de Türkiye’deki bir maden ocağını ziyaret ettik. Keşke farkında olabilseydik de bizde önceden bir şeyler yapabilseydik. Amacımız siyaset yapmak olmadığı için, kimsenin duygusunu sömürme eyleminde bulunmadan, oradaki işçilerin düşüncelerine saygı duyduğumuz için emektar işçilerimizin ismini vermeyeceğiz. Ayrıca fotoğraf çekip ses kaydı almamızı da istemediler. Keşke ne şartlarda çalıştıklarını sizlere gösterebilseydik. Bu fotoğrafları çekseydik de amacımız görüntüleri abartarak insanları yanlış düşüncelere sürüklemek için değil, sadece böyle acı olaylar yaşandığında işçilerimizin nasıl ortamlarda ne şartlarda çalıştığını gösterebilmek adına olurdu. Bizler sağduyulu bir toplum olarak, sosyal medyada kötü sözler paylaşarak bir yerlere varamadığımızı fark etmeliyiz. Bizleri dinleye-
bilecek insanlara derdimizi anlatarak, şiddet içermeyen ve birbirimizi anladığımız yazılar yazıp fotoğraflar paylaştığımız günler isteriz, bu yüzden de değerli madencilerimize kulak verdik. Kömür karası yüzünü ve ellerini gördüğümüz, sırtında taşıdığı o ağır yükleri ekmek ve emek yükü olarak gördüğü için ağırlığını hissetmeyen bu adam gibi adamlar yoğun gündem arasında neler hissettiklerini bizlerle paylaştılar… Umarız bir daha böyle olaylar yaşanmaz, umarız ki bizlerde böyle zor ve acı cümleler kurmadan sizlere daha iyi haberler verebiliriz. Onlar için yapacağınız çok şey var, ama şimdilik dua etmek…
Ekmek ve Emek Yükü Bir öğlen vaktinde Türkiye’deki bir ocağımızı ziyaret ettik. Şu durumda hangi ocak olduğundan daha önemli olan bir şey var ki o da madencilerin çalışma şartları… Öyle iyi ve candan insanlar
ki hepsi, merak ettiğimiz her şey hakkında konuştuk; amacımız propaganda yapmak değildi, acının propagandası olmaz dedik ve onların çekincelerine kulak verip yalnızca kısa bir yazı oluşturduk. Yeniden yolumuz düşerse bol fotoğraflı yeni bir yazı yazma sözü de aldık. İşçiler sabah ve akşam vardiyası olmak üzere 2 bölüme ayrılıyorlar. Sabah 8’de iş başı yapanlar öğleden sonra 3 gibi ocaktan ayrılırken kömür karası yüzünü temizleyerek ve kendileri için ayrılmış banyoya girip duş alarak evinin yolunu tutuyor. Sonra akşam vardiyası geliyor ve geceye kadar çalışıyor. İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri olan ısınma hakkı bu kocaman yürekli emektar işçilerimiz tarafından sağlanıyor. Tonlarca ağırlıktaki kömür taşıma vagonları işçiyi ve kömürü taşımak için kullanılıyor. Hatta sabah işe geldiğinde bir an önce işe başlayıp bitirmek için yer altındaki kömür madenine inen işçiler 20 kişilik arabaya
“Kim kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası düşmanının maskarası”
büt dergisi Mayıs sayısı
33
“Oğlum çok üzülüyor tabii, baba sende mi o karanlık yerlere giriyorsun, sana da bir şey olmaz değil mi” 34
büt dergisi Mayıs sayısı
60 kişi sıkışarak biniyor ki işine hemen başlayabilsin. Çünkü kamera sistemi yer altında yok diye, bu orada çalışan işçilere kaytarma imkanı tanımak anlamına gelmiyor. Zaten orda çalışmayı göze alan işçi kaytarma derdinde olan değil, evine ekmek parası götürmek için uğraşan işçi oluyor; eğer görme imkanınız olsaydı ne dediğimizi daha da iyi anlama fırsatı yakalardınız.
kendilerine verilecek iş Verilen Kota Tonajı Yakalanamazsa Ceza cezasını da kabullenmek zorunda kalıyorlar. Alıyorlar Yer altına inen işçilerin belli sürelerde belirli ton ağırlığındaki kömürü çıkarması gerekiyor. Bu da işçilerin maden ocağında gayretle çalışmasını sağlayan bir iş sistemi ve öğrendiğimiz kadarıyla eğer işçiler belirlenen sürede gösterilen tondaki ağırlığa ulaşamazsa, o zaman
Madenlerde kullanılan sensörler de çok önemli, onlar sayesinde erken uyarı sistemiyle, herhangi bir tehlike karşısında işçileri dışarı çıkarmak için çalışmalar başlatılıyor. Yer altındaki o karanlık dehlizlerde kömür sizi selamlayarak karşılamıyor elbette ki…
Türkiye’de yaşanan en büyük maden kazaları ve ölen işçi sayıları: 7 Mart 1983 – Armutçuk Grizu Faciası / Zonguldak : 103 işçi 7 Şubat 1990 – Amasya Grizu Faciası / Amasya: 68 işçi 3 Mart 1992 - Kozlu Grizu Faciası / Zonguldak : 263 işçi 26 Mart 1995 – Sorgun Grizu Faciası / Yozgat : 38 işçi 22 Kasım 2003 – Ermenek Grizu Faciası / Karaman: 10 işçi 8 Eylül 2004 – Küre Yangını / Kastamonu : 19 işçi 10 Aralık 2009 – Mustafa Kemal Paşa Grizu Faciası / Bursa: 19 işçi 23 Şubat 2010 – Dursunbey Grizu Faciası / Balıkesir: 17 işçi 17 Mayıs 2010 – Karadon Grizu Faciası / Zonguldak : 30 işçi 7 Temmuz 2010 – Küçükdoğan Maden Yangını / Edirne – 3 işçi 8 ocak 2013 – Kozlu Metan Gazı Patlaması / Zonguldak: 8 işçi 13 Mayıs 2013 – Soma Maden Yangını / Manisa - 301 işçi *1983 yılından sonra meydana gelen kazalar yazılmıştır.
Fotoğraf: Murat Aslankara
Önce kaya parçalarını, toprağı temizlemek gerek ki madenci kömüre ulaşabilsin. Dinamitçi diye adlandırılan meslek grubundaki işçiler de maden ocaklarındaki kömür, maden cevheri ve taş kitlerini parçalıyorlar ve havada patlayıcı gazların bulunup bulunmadığını tespit ediyorlar. Kazmasını kömüre vuran işçi yeryüzündeki en zor işlerden birini yapıyor. Onların çalışma ortamında gökyüzü yok, bulut yok. Önemli şair Mehmet Akif Ersoy’un dediği gibi “Kim
kazanmazsa bu dünyada bir ekmek parası, dostunun yüz karası düşmanının maskarası”… İçinde nice detaylar içeren bu cümle de olduğu gibi evini geçindirmek isteyen maden işçisi de yaşadığı bölgenin geçim kaynağına uyarak maden işinde çalışıyor. Tehlikenin herkes farkında… Ama onların ekmek parası da kömürden geliyor… Maden işçisinin suratından sonra elleri takılıyor gözlerimize... Baba elleri onlar, kocaman ve heybetli. Yemeklerini nasıl yerler binlerce metre derinlikteki yerin altında diye soruyoruz. Kazandıkları şeyi yiyorlar. Ekmek…
hibi her insanı üzdüğü gibi onları da derinden yaralamış. Onlar ne de olsa meslektaş ve hepimizden daha farklı bakıyorlar olaylara. Dinlenmek için geldikleri oda da televizyon haberleri hiç kapanmıyor. Acaba ailesi ne düşünüyor diye soruyoruz , “Oğlum çok üzülüyor tabii, baba sende mi o karanlık yerlere giriyorsun, sana da bir şey olmaz değil mi” diye soruyor. “Etkilenmeleri çok normal; ben de bunları duygu sömürüsü yapmak için söylemiyorum, bu bizim işimiz ve biz de bu işi isteyerek seçtik, başka iş olsaydı bu işi zaten yapmazdık. Bu kurumda bizim zaten önlemlerimiz var; “Ekmeği bu ellerimizle ama burada da can kaybı yaşanbölüyoruz tabii, başka türlü nasıl madı mı? Yaşandı elbet. Yarın ne yiyeceksin, tabii ekmeğe çıkıyor olur bilinmez ama bazı özel kukömürün karası, ekmek kara rumlar çok daha ticari düşüneoluyor, zeytin kara oluyor, peynir biliyor, maden ocaklarında sizin kara oluyor” diyor… canınızdan önce çıkardığınız kömürün miktarına bakarlar”…
Canınızdan Önce Çıkarılan Kömür Miktarına Bakarlar
Soma olayı duyarlı ve vicdan sa-
“Zamanında Zonguldak’ta açılan taş kömürü işlemleri sırasında Atatürk maden işçiliğinin büt dergisi Mayıs sayısı
35
ne kadar zor bir iş olduğunu bildiğinden her şeyi düşünmüş, aslında Atatürk olması gereken en güzel şeyi düşünmüş. Maden işçiliği çok zor iş deyip Zonguldak’taki maden ocaklarının etrafına sinema, tiyatro, sağlık ocağı yaptırmış. Çünkü bir tek yapan bilir, bizim işimiz hem psikolojik hem de çalışma ortamımız sebebiyle zor bir iş. Maden işçisi psikolojik ve ruhsal olarak da kendini yenilesin diye Atatürk bunu düşünerek en yakın yere, düşünün ki maden ocağının yanına bu tarz kültürel etkinlik sosyal ortam mekanları oluşturmuş. Bu tabii çok hoş bir detay. Madenci okulları dahi oluşturmuş ki bu da çok önemlidir, madencilik bir meslek olarak safsatalarla öğrenilmesin bu işi özümseyenler yapsın diye, amele evleri diye sendikalar oluşturmuş, asgari ücretin üstünde ücretler verilmesini sağlamış”.
İster İstemez Sabah İşe Gelirken Moralimiz Bozuluyor “Tabii biz de birçok bilgiler görüp duyup okuyoruz.
36
büt dergisi Mayıs sayısı
Buradaki çalışma şartlarına alıştığımız için etrafımızı göremiyoruz. Önlemlerin nerede olması gerektiğini biz de sorguluyoruz. Buradaki hiç kimse can derdini düşünecek kadar bile zamana sahip değil, çalışan yoruluyor sonra dinleniyor ve yine geliyor. Mesela yük arabaları var kömür bunlarla iner temizlenir ve bizde içine bineriz bizi de taşır ocaklara, ama ray yerine bakın etrafında bir tane koruma duvarı yok, şimdi o araba raydan çıksa ve üstünüze gelse siz de ölür gidersiniz. İster istemez sabah işe gelirken moralimiz bozuluyor. Siz de gördünüz çok ağır yükler taşıyoruz, tahkimat denilen ve genelde maden ocağı gibi yer altı işletmelerinde tercih edilen ahşap beton ağaç destekli ekipmanlar kullanıyoruz, kömürü aldığımız yere bu gereçleri monta ediyoruz. Yoksa yer altında kömürün alındığı yerde göçmeler olur. Bu ağaç odunları, kütükleri biz sırtlanarak taşıyoruz. Bu ülkede herkes zor şartlarda ekmeğinin derdinde ben şikayet etmiyorum, sadece merak edenler oluyor madem anlatalım istedim yani bizim işimiz kolay iş değil, inşallah bir
daha olmaz böyle şeyler”… Evet sevgili okurlarımız, belki meraklarınızı gideren bir yazı oldu, belki de sizi üzen detaylar bulunduran bir yazı. Amacımızı yazının en başında belirttiğimiz gibi, amacından saptırmamak ve sağduyulu, iyi düşünceler uyandıracak bir yazı olmasını istememiz sebebiyle kesinlikle siyasi yaftalar içermeden bir maden işçisinin neler düşündüğünü öğrenmeye, hislerine çalışma ortamına kısa da olsa değinerek ve yaptığımız tasvirlerle belki önlem gerektiren durumlarda ihmalden kurtulmak için yer yer göstermeler yaparak vermeye çalıştık. İşimiz yazmak diye yazmadık bu kez, vicdanımızı rahatlatmak için de yazmadık, bu ülke de yaşıyorduk, birlikte yemek yiyorduk, en önemlisi ekmek yükünü hepimiz çekiyorduk, aynı bayramları kutlayıp aynı derde çare arıyorduk. Biz bu yazıyı içinden geleni söylesin diye bir işçiye bu satırlarda söz vererek yazdık. Fotoğraf yok, ses kayıt cihazı yok, dinlemek var, dinlemek ve anlamak var… En güzel yarınlar hepimiz için olsun…
Müzik Özlem Çelebi
ozzlemcelebi@gmail.com
Luciano Pavarotti Modern opera döneminde en önemli ses sanatçısı kusursuz, mükemmel ve güçlü bir sese sahip; dinleyici kitlesi sınırlı olan operayı da, dünyanın her yerinde yankı uyandırarak sevdirmeyi başaran bir tenor Pavarotti…
12 Ekim 1935‘de İtalya’nın Modena şehrinde dünyaya gelmiş olan duayen sanatçı, ilk müzik deneyimini Koroda şehrinde yaşadı. Llangollen’de düzenlenen uluslararası bir şarkı yarışmasında babasının büyük desteği ile yarışmada birincilik elde etti. Yarışmadan aldığı birincilikle onun tenor olma hayalleri adımında daha da hırslandırmasına yaradı. Eğitimi öğretmenlik üzerine olmasına rağmen Pavarotti, hayallerine daha sağlam adımlarla yürüyebilme aşkıyla çeşitli sanatçılardan dersler almıştır.
ödüllerine sahip olan Pavarotti, müzik yaşamı boyunca başta ülkemiz olmak üzere dünya üzerinde herkes tarafından hayranlıkla sevilen bir sanatçı olmuştur. Dünyanın bir ucundan bir ucuna milyonlara konserler vermiş ve yine dünyada güçlü sesleriyle yankı uyandıran aralarında Celine Dion ve U2’nun da olduğu başarılı birçok isimle ortak projeler de sesini bizlere daha da duyurabilmiştir.
Sanatçı kişiliği yanı sıra yardımseverliğiyle de gönülleri fetheden usta sanatçı 1992-1995 yılları Muhteşem Sesiyle Dünyayı Kasıp arasındaki Bosna Savaşı sırasında Kavuran Tenor savaş zedelere yardımlarda bulunmuştur. Bu gösterdiği yardımsever Grammy’de dahil olmak üzee kişiliğiyle Saraybosna’da onursal müzik dünyasının en prestijli vatandaş ilan edilmiştir. Bosnalı büt dergisi Mayıs sayısı
37
Müzik
“Her alanda kendini başarıyla ifade eden sanatçı bunlara iki Guinnes rekorunu eklemesi ile şanını kat ve kat arttırmıştır. “
38
büt dergisi Mayıs sayısı
çocukların savaş psikolojilerini üstünden atması ve yetenekli genç sanatçıların kendilerini geliştirmeleri için Pavarotti Müzik Okulu’nu açmıştır. Bununla sınırlı kalmayan Pavarotti, Birleşmiş Milletler’e yardım sağlama amacıyla çeşitli konser ve hayır etkinlikleri başlatarak, bir kez daha yardımsever yönünü göstermiştir.
Müzik
en çok satan klasik müzik albümü olarak tarihe geçmesidir.
Devlet Opera ve Balesi’nden zor bir oyunda tenor olarak davet alıyor. Daha ilk konserinin ardından sesinin yeBu popülarite Pavarotti’nin tersiz bulunmasıyla geri gönkısa süre içinde klasik müzik deriliyor. Ankara’da yaşamış endüstrisinin de en önemli olduğu bu hayatının buruk sanatçılarından biri haline hikayesini hiçbir zaman gelmesine yol açtı. Kayıtunutmaması ve bunun üzeları, yalnızca klasik müzik rine de Türkiye ve Türklere listelerinde değil, ilginç bir karşı her zaman sempati biçimde uluslararası pop ile baktığını söylüyor. Ünlü listelerinde de birinci sıratenor, çevresine ise o günleri Her alanda kendini başarıyla da yer alıyordu. Özellikle anlatırken demek ki o zamifade eden sanatçı bunlara “Essential Pavarotti’’ isimli an o kadar da iyi değilmişim iki Guinnes rekorunu eklealbümü İngiliz pop listesinde demeyi de alçak gönüllükle mesi ile şanını kat ve kat bir numaraya kadar yükseldi dile getiriyor. arttırmıştır. Bu rekorlardan ve inanılmaz bir şekilde tam ilkini bir konserinde sahne beş hafta boyunca zirvede Yaşamı boyunca bizleri ona gösterisini bitirip kulisine kalmayı başardı. hayran bırakacak işlere imza gitmek için sahneyi terk atmış olan usta sanatçının, ettiğinde, seyirci tarafından Başarısızlığın Yıldıramadığı 70 yaşında pankreasında çırekor kıran bir alkışlanma al- Ender Kişi… kan bir kitle sebebiyle sağlık ması ve sahneye geri çağırılsorunları baş göstermeye ması; ona tenor hiçbir müPavarotti’nin hayatına başlıyor. 70 yaşında yakalazisyenin kolaylıkla yaşayıp bakıldığında yaşamında ndığı bu hastalıkla direnişini göremeyeceği bir ilgi görme- derinden bir iz bırakan olayı sürdüren usta tenor, 6 Eylül si üzerine Guinnes rekorunu 1963’te Ankara Devlet Opera 2007 günü pankreas kanseri kırmıştır. Guinnes’ e geçen ve Balesi tarafından daveti sonucu böbrek yetmezliğinbir diğer rekoru ise Placido üzerine ülkemize gelmesiyle den dünyaya gözlerini yumDomingo ve Josep Carrebaşlamıştır. Henüz iki yıllık muştur. Ölümünün ardından ras’la birlikte kaydettikleri tenor olan genç Pavarotti, bizlere de ondan kalan hayThe Three Tenors in Concert o dönemlerde sesinin tam ranlıkla dinlenilecek usta albümünün tüm zamanların oturmamış olması üzerine eserlerini bırakmıştır.
Sinema Müge Gül muugegul@gmail.com
Sinemada II.Dünya Savaşı Rüzgarı
büt dergisi nisan sayısı
39
Sinema 1 Eylül 1939’dan 2 Eylül 1945’e kadar süren dünyanın en büyük savaşı. Nükleer silahlardan Yahudi soykırımına yaklaşık 50 milyonu sivil olmak üzere 73 milyon insanın hayatını kaybettiği bir vahşetin tarihteki karanlık yüzü.
perdede estirdiği soğuk rüzgarı hissetmek istedim. Savaş filmleri içinde ayrıcalıklı bir yere sahip olan en iyi 2. Dünya Savaşı filmlerine bir göz atmaya hazır mısınız? Çoğumuzun izlediği veya izlemeye asla cesaret edemediği 2 önemli filme kısa bir bakış atarken ölümün soğuk nefesini ensemizde hissedebiliriz. Görmezden geldiğimiz acıların, yıkımların ve insanlığa yakışmayacak işkenceler ile örülmüş bir dünyanın kapısını aralarken belki de bazı kapıların asla açılmamasını dileyebilirsiniz.
Er Ryan’ı Kurtarmak Usta oyuncu Tom Hanks tarafından canlandırılan yüzbaşı John H. Miller karakteri ile hafızalara kazınan gelmiş geçmiş en iyi 2. Dünya Savaşı filmlerinden biri olan Er Ryan’ı Kurtarmak, bir Steven Spielberg yapımı. Savaşta ölen masum inHem yapım koltuğunda sanların kanlarına karışan hem de yönetmenlik kol“Filmin en gözyaşları ile mavi dünya- tuğunda harikalar yaratan sevdiğim yanda kızıl nehirler oluşturan, yönetmenin tartışmasız larından biriinsanlığın aydınlık çağında başyapıtlarından biri olan de ağdalı yapış karanlığa gömüldüğü bir film 1998 yılında seyirci ile yapış bir dili ol- dönem. buluştu. Yaklaşık 70 milyon maması. Tıpkı dolara mal edilen yapım, savaşta yakalananİnsan ırkının en temel 480 milyon dolar hasılat gerçekçilik gibi içgüdülerinden beslenen, yaparak beklentinin çok üstünde bir başarıya sahip son derece doğal sinemada insanlık için bu kadar önemli olan bir kesit oldu. Oscar alamadığı için ve sıradan bir dil mutlak şekilde en ince de- akademinin son derece kullanımı var.” taylarına kadar işlenmeye eleştiri almasına sebebiyet çalışıldı. Bu ay sizlerle veren filmin izleyenler için 2.Dünya Savaşı’nın beyaz- ayrı bir yere sahip old-
40
büt dergisi Mayıs sayısı
uğunu biliyoruz. Peki Er Ryan’ı kurtarmak neden bu kadar özel bir film olmayı başarıyor. Yönetmeninin bir Hollywood devi olduğu bilinen bir gerçek. Yaptığı hemen hemen her filme farklı bir dokunuş ile imza atan Spielberg, bu dram ve savaş filminde de seyirciyi nereden yakalayacağını son derece iyi biliyor. Öncelikle filmdeki atmosfer sizi evinizde gömüldüğünüz koltuğunuzdan kaldırarak savaşın tam içine çekmeyi başarıyor. Kullanılan sesler ve efektler o kadar gerçekçi ki filmi izleyen hemen hemen herkesin üzerinde aynı etkiyi yaratıyor. Filmin en sevdiğim yanlarından biride ağdalı yapış yapış bir dili olmaması. Tıpkı savaşta yakalanan gerçekçilik gibi son derece doğal ve sıradan bir dil kullanımı var. Lakin bu bile olağan sahnelerde gözyaşlarınızı özgürce akıtmanıza pekte engel olmuyor. Film hakkında pek çok eleştiriniz olabilir ancak samimiyetsiz bulacağınızı düşünmüyorum açıkçası. Oyuncu kadrosunda en zor rollerin üstesinden kolaylıkla geldiği bilinen, erkek oyuncular arasında kendine münhasır bir yeri olan karakter oyuncusu Tom Hanks’i görüyoruz. Mimikleri ile size hemen hemen her türlü duyguyu
Sinema
b羹t dergisi May覺s say覺s覺
41
Sinema oldukça başarılı bir şekilde aktaran aktörün filmografisinde birbirinden başarılı performansları arasında yüzbaşı John H. Miller özel bir yere sahip. Oyuncuya eşlik eden günümüz aksiyon ve macera filmlerinin aranan yıldızı Vin Diesel ve yine kendini pek çok önemli projede kanıtlayan Matt Damon rollerinin hakkını veriyorlar. 2. Dünya Savaşı’nın en buhranlı zamanlarında geçen filmin konusu ise oldukça iç acıtan bir dram. 4 oğlundan 3 tanesini cephelerinde savaşırken kaybeden anne, son oğlu Er James Ryan’ın sağ salim ona dönmesini ister. Acılı annenin bu isteği üzerine Yüzbaşı John H. Miller ve bir grup askerine başarılması güç bir görev verilir. Düşman hattından genç askeri sağ salim getirmeleri gerekmektedir. Yüzbaşı ve askerleri kendilerini ölümle burun buruna getiren bu görevi başarıp, Ryan’ı annesine kavuşturabilecek midir?
Eğer 2. Dünya Savaşı’na ilginiz varsa ve savaş filmlerini seviyorsanız dram ile harmanlanmış bu başyapıtı mutlaka izleyin derim.
Piyanist Yönetmen koltuğunda Roman Polanski’yi gördüğümüz 2002 İngiltere, Polonya, Almanya ve Fransa ortak yapımı olan Piyanist gelmiş geçmiş en iyi 2. Dünya Savaşı filmi olma özelliğini bana göre hala elinde bulunduruyor. Film 1911 doğumlu Polonyalı piyanist Wladyslaw Szpilman’ın hayat hikayesinden yola çıkılarak oluşturuldu.
Roman Polanski’nin bu filmini bir başyapıt haline getirmesinde şüphesiz en önemli kıstası kendisinin de Polonyalı bir Yahudi’nin oğlu olması idi. Babası tarafından son anda kampa götürülmekten kurtarıldı ve sözüm ona iyi niyetli Hristiyan aileler sayesinde hayatta kaldı. Çocukluğunun tozlu anılarında karanlık bir keYüzbaşı Miller: James, siti bizlere yine Polonyalı buraya kardeşlerinin bir Yahudi olan piyanist çatışmada öldüğünü Wladslaw Szpilman’in son bildirmek için geldim… derece dramatik hayat Ryan: Hangi, hangileri hikayesi ile kusursuzca efendim… harmanlayan yönetmen Yüzbaşı Miller : Hepsi… aynı zamanda yapımcı ve repliği filmin en can alıcı oyuncu olarak projede sahnelerinden birine eşlik yer aldı. ediyor.
42
büt dergisi Mayıs sayısı
Deneyimli Polanski filmde seyirciyi yakalayabilmek için ihtiyacı olan en önemli şeyin başrole oturtacağı oyuncu olduğunun farkındaydı. Ve rolü verdiği oyuncunun bunun hakkından geleceğinden emin olmak istiyordu. Arayışları sonucunda bir isim üzerine yoğunlaştı. Yönetmenin baş yapıtında piyanist rolü için Adrian Brody ile anlaşıldı. Aslına bakarsanız 1988 yılından beri sinema dünyasında yer alan genç adam, Szpilman rolü için adeta biçilmiş kaftandı. Beklenilenin çok üzerinde bir başarı gösteren Brody hala hafızalarda bir piyanist olarak yer etmiştir. Filmin bir diğer önemli oyuncusu da de Wladyslaw’a hayatta kalmasına yardımcı olan asker Yüzbaşı Wilm Hosenfeld performansı ile göz dolduran Thomas Kretschmann. İsminden de tercih ettiğiniz gibi kendisi bir Alman. Polanski karakter seçim-
“2. Dünya Savaşı’nın geçtiği dönemi başarılı bir şekilde yansıtan filmde mekan seçimleri ve kostümleri oldukça iyi bulduğumu söyleyebilirim”
Sinema
b羹t dergisi nisan say覺s覺
43
Sinema
lerinde o kadar dikkatli ve detaylara bağlıydı ki filmin başarısız olma şansı hemen hemen yok gibiydi. 2005’te bu filmde birlikte rol aldığı Adrian Brody ile bir Klasik olan King Kong’da yeniden bir araya geldi. Film genel olarak Brody üzerinden gidiyor gibi görünse de yan rollerinde hatırı sayılacak bir başarıya sahip olduğuna değinmeden geçmek istedim. Genç ve parlak bir piyanist olan Szpilman savaşın aniden patlak vermesi üzerine ailesinden ayrı düşmüş ve karşısına çıkan birkaç insan sayesinde bir kaçak olarak hayatta kalmayı başarmıştır. Direnişçiler ve gerçekten savaşmak istemeyen merhametli insanların yardımı ile içinde bulunduğu korkunç durumdan kurtulmaya çalışan Wladyslaw tüm ailesini, parasını, hatta kendine inancını yitirmiştir. Hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir adamın buna rağmen hepimizi derinden etkileyen çabası film boyunca içinize işleyerek gözlerinizden yanaklarınıza süzülecektir. 2. Dünya Savaşı’nın geçtiği dönemi başarılı bir şekilde yansıtan filmde mekan seçimleri
“Hayatta kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan bir adamın buna rağmen hepimizi derinden etkileyen çabası film boyunca içinize işleyerek gözlerinizden yanaklarınıza süzülecektir.” 44
büt dergisi Mayıs sayısı
ve kostümleri oldukça iyi bulduğumu söyleyebilirim. Ve yine müzikler konusunda taraflı davranmadan bayıldım diyebilirim. Her notada içinizden bir şeyleri dışarı çıkartan filmin afiş tasarımına kadar kendi içinde bütünlüğüne hayran kalmamak mümkün değil. Film senaryo olarak güçlü. Lakin filmi bu kadar etkili yapan sözlü senaryodan çok oyuncuların mimikleri ve bakışları ile adeta yüreğinize ördüğü gizli bir sessiz senaryo. Unutulmaz bir diyalog yok mudur derseniz ;
Yahudi soykırımı ile ilgili hala günümüzde pek çok düşünce var. Kimimiz bunun nasıl bir vahşet olduğunu idrak edemiyorken kimimiz için yapılması gereken bir olgudan başka bir şey değil. Hatta bazı komplo teorilerinde dünya ekonomisini elinde bulunduran bu insanları Kudüs’e sürmek ve İsrail’i kurarak dünyaya hükmetmek için bilinerek yapıldığı dönüyor.
Ne olduğu, neden olduğu konusunun önemi olduğunu düşünmüyorum. Bana göre hiçbir insan sadece etnik kökeni, ırkı ve dini inancı için ölmeyi hak et-Lütfen ateş etmeyin. Ben Pol- mez. Bu yüzden ben Szpilman’ın onyalıyım.. hikayesini izlerken gözyaşları-Neden o zaman o lanet Alman ma hakim olamadım. Sadece paltosunu giyiyorsun? tüm ailesi öldürülen bu adamın -Üşüyorum. öyküsüne değil, birbirimizi öldürmek için bahaneler yarataBenim favorimdir derim. Filbilecek kadar korkunç yaratıklar mi izlerken korkak bir fare olduğumuzu düşündüğüm için gibi saklanarak yaşamaktansa ağladım. Savunmasız yaşlıları, kahramanca savaşarak ölmeyi yeni doğmuş bebekleri, çocukyeğlemesi konusunda ikilları için çırpınan anne ve baemde kalabilirsiniz. Ancak baları her şeyden önce sadece bunu düşündüğünüzde bunun insan olduklarını unuttuğumuz gerçek bir hikaye olduğunu milyonlar için ağladım. Ve ilahi hatırlamanızı isterim. Belki de adaletin tecellisinin olması için içimizdeki en temel duygu olan tüm samimiyetimle dua ettim. hayatta kalmak isteğinin ne kadar büyük bir güç olduğunu Filmi izlerken bir anlığına kendbelki de asla öğrenemeyebiliriz. inizi o insanların yerine koyun derim. İnanın ölümü var olduğu Filmde çok fazla abartılı savaş bu koskoca evrende hiçbir etiket sahnelerine rastlamıyoruz. sizin önce insan olduğunuz Bunun yerine birçok duyguya gerçeğinin önünde değil. Mesetüm dünyada adeta tek başına le bunu anlayabilip bu dünyayı kalan bir adamın yürekleri burdaha yaşanır bir hale getirmekan hikayesinde tanık oluyoruz. kte. Yani kısacası en insani hisleri bir arada alıyor ve elimizde olmayan bir kaybolmuşluk hissediyoruz.
Röportaj Ulya Altıntaş ulya.marmara@gmail.com
“Gazetecilik Psikolojik Tatmini Yüksek Mesleklerden Biri”
Aysel Bozan Yılmaz Milliyet’in Aysel ablası, benim de ilk staj deneyimimi yanında yaşadığım kişidir. Benim staj yaptığım yıllarda yan oda da Yalvaç Ural, karşı da Melih Aşık vardı. Biraz ilerde de Abbas Güçlü… Üniversite sınavına hazırlanırken yazılarını okuduğum yazarlarla aynı yerde staj yapmak, önümden geçen köşe yazarlarına hayranlıkla bakmak beni mutlu ediyordu. Aysel abla “Hanım” kelimesinden hiç hoşlanmazdı, o yüzden o bizim Aysel ablamızdı.
Bilmediğim pek çok şeyi öğrenmemde yardımcı olan Milliyet Akademi Editörü Aysel Bozan Yılmaz ve muhabir Mine Özdemir eğitimle ilgili olarak her hafta gençlere ve öğrencilere de yaptıkları araştırmalarla pek çok bilgi sunuyor. Türkçeyi kullanmadaki ustalığıyla da bilinen Aysel Bozan Yılmaz ile gazetecilik üzerine konuştuk ve Aysel ablanın gözünden kendi gazeteciliğini ve bu saygıdeğer mesleğe bakışını dinledik. Aysel Bozan Yılmaz kimdir? 1972 Malatya doğumluyum, ailem ben 3 yaşındayken İzmir’e yerleşti. İlk, orta ve lise eğitimimi İzmir’de tamamladım. Gazetecilik sevdası aslında ortaokul sıralarındayken gönlüme düşmüştü. Ancak lise tercihimi, ark-
adaşlarımın etkisinde kalarak, Karşıyaka Ticaret Lisesi Muhasebe bölümünden yana kullandım. Sonrasında Dokuz Eylül Üniversitesi İzmir Meslek Yüksekokulu Muhasebe bölümünü tamamladım. Mezun olduktan sonra da 3 yıl muhasebecilik yaptım. Sonrasında tekrar sınavlara hazırlandım ve Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazandım. 15 yıldır da bu meslekteyim.
Gazeteci Olma Hayalini İçimden Atamadım Biraz serüvenli olduğunu biliyorum; ama gazeteci olma fikri nasıl ortaya çıktı? Evet gazeteciliğe başlamam biraz serüvenli oldu. Yukarıda da bahsettiğim gibi arkadaşlarıbüt dergisi Mayıs sayısı
45
Röportaj hayatımda çok zorlu bir süreç başladı. 6 ay kadar iş bulamadım, sonra ajanslarla anlaşarak telifli yazarlık yapmaya başladım. Ardından Doğan Burda Dergi grubunda ve Akşam Gazetesi dergi grubunda dekorasyon dergilerinde çalıştım. Bir süredir de Abbas Güçlü ile birlikte çalışıyorum.
Milliyet Akademi Editörü Aysel Bozan Yılmaz ve muhabir Mine Özdemir...
“Öncelikle günümüzde teknoloji çok gelişti ve habere ulaşmak da haberi hazırlamak da artık çok kolay. Bu da işin heyecanını biraz öldürüyor.”
mın etkisiyle muhasebeci olarak kariyer hayatıma başladım. Ancak ömrümün sonuna kadar muhasebeci olarak çalışmak istemiyordum. Mezun olduktan sonra önce bir inşaat şirketinde muhasebe departmanında çalıştım, sonra bir gıda şirketine geçtim. Muhasebe departmanının şefliğini yapıyordum, iyi bir maaş alıyordum ama hayatımda bir şeyler eksikti. Gazeteci olma hayalini bir türlü içimden atamıyordum. Bir gün babamın da beni yüreklendirmesiyle gazetecilik bölümünü kazanmak hedefiyle yeniden üniversite sınavlarına girmeye karar verdim. 22 yaşındayken tekrar dershaneye başladım, bir yıl boyunca hem çalışıp hem de dershaneye gittim. Hayatımdaki hemen her şeyden fedakarlık ederek sınavlara hazırlandım ve Marmara Üniversitesi Gazetecilik bölümünü kazandım. Mezuniyetten sonraki süreç nasıl işledi, Aysel Bozan Yıl-
46
büt dergisi Mayıs sayısı
maz bu günlere nasıl geldi? Üniversite ikinci sınıftan itibaren üniversitemizin ajansı olan Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Haber Ajansı’nda (MİHA) çalışmaya başladım. Burası benim için iyi bir okul oldu. Henüz mezun olmadan Türkiye’nin en önemli gazetelerinden Cumhuriyet Dergi’ye röportajlar hazırlıyor, Sabah, Hürriyet gibi gazetelere haber yapıyorduk. Ulusal medyada ilk röportajım da Cumhuriyet Dergi’de yayımlanmıştı. İstanbul’un en eski semtlerinden Süleymaniye’yi anlatan bir yazıydı. MİHA bize mezun olmadan tecrübe kazandırmıştı. Ancak mezun olduğumuz yıllarda sektörde bir durgunluk yaşanmaya başladı. Haziran 1999’da mezun oldum; Şubat 2000’e kadar sektörde muhabir olarak iş bulamadım. Ben de daha fazla işsiz kalmayı göze alamayarak Sabah Gazetesi’nde Halkla İlişkiler departmanında çalışmaya başladım. 2001 krizinde işsiz kaldım. Sonrasında meslek
Kaç yıldır Milliyet Akademi de Abbas Güçlü ile çalışıyorsunuz? 4 yıldır Milliyet’teyim. Abbas Güçlü yönetimde çıkarılan Milliyet Akademi Eğitim ve Gençlik Gazetesi’nin editörlüğünü yapıyorum.
Eski Gazetecilik Havası Şu Anda Medyada Hiçbir Yerde Yok Milliyet Akademi’nin editörü olarak Aysel Yılmaz’ın bir günü nasıl geçiyor. Çalıştığınız yerde eski gazetecilik havası var mı? Her günüm birbirinden farklı geçiyor. Tabii bu, mesleğin doğasında var. Eğitim, aslında dışarıdan bakıldığında çok durgun bir alan gibi görünür. Haber merkezi, kültür-sanat, ekonomi, spor gibi servislerin daha hareketli olduğu sanılır. Ancak bizim ülkemizde öyle değil. Milli Eğitim Bakanlığı, ÖSYM, YÖK, üniversiteler gibi Türkiye’de en çok gündem oluşturan kurumları takip ettiğimiz için her günümüz çok yoğun geçiyor. Özellikle de üniversite ve lise tercihlerinin gerçekleştirildiği yaz aylarında. Güne, tüm bu kurumların sitelerini takip
Röportaj ederek başlıyorum. Ajanslardan eğitimle ilgili gelişmeleri de aldıktan sonra kendi yapacağım haberlerle ilgili araştırmalarımı yapıyorum. Hem gazetede belli günlerde sayfalarımız var hem de haftalık çıkan bir ekimiz. Dolayısıyla aslında her günüm yoğun bir şekilde haber araştırması yaparak ve yazı yazarak geçiyor. Öyle ki haftada en az 2-3 gün, 12 saat ve üzeri çalışıyorum.
böyle. Lise, üniversite tercihi gibi kişinin tüm yaşamını etkileyen kararlarda, sizin yazdığınız bir yazının çok büyük etkisi olabilir. Gazetecilik çok zevkli ancak bir o kadar yıpratıcı bir meslek. Öncelikle sabit bir çalışma saatiniz yok. Hafta sonu, gece-gündüz, tatil gibi kavramlar bu meslekte tüm anlamını yitirir. Akşam televizyonun karşısına geçip keyifle çayınızı yudumladığınız bir anda, örneğin YÖK’ün yaptığı bir açıklama Eski gazetecilik havası, şu anda menedeniyle üniversite rektörlerine cep dyada hiçbir yerde yok. Öncelikle telefonlarından ulaşmaya çalışırkgünümüzde teknoloji çok gelişti ve en kendinizi bulabilirsiniz. Ayrıca habere ulaşmak da haberi hazıryaptığınız haberlerle her zaman lamak da artık çok kolay. Bu da işin herkesi memnun edemezsiniz. Bu heyecanını biraz öldürüyor. Yine noktada haklı ya da haksız pek çok eskiden haber atlatmak, kimsenin ul- eleştiriye maruz kalabilirsiniz. Hatta aşamadığı bir haber kaynağına ulaş- istihbarattaysanız ya da savaş mumak gibi bir telaşınız olurdu. Ancak habirliği yapıyorsanız hayatınız hep bugün resmi kurumlar bile en önem- tehlike altındadır. li gelişmeleri sosyal medya üzerinden açıklıyor. Dolayısıyla gazeteci olarak Uzun zamandır bu işi yapan ve pek sizin pek rolünüz kalmıyor. Bu nok- çok ülkeyi gezmiş biri olarak gazetetada özel haberler yaparak öne çıkcilik sizin için ne ifade ediyor, sekmak için hep daha fazla çabalamanız töre dair gözlemleriniz nelerdir? gerekiyor. Evet iş nedeniyle Amazonlar’dan Kırgızistan’a, dünyada çok farklı yerlGazeteci Kimliğinizle İnsanların eri ve kültürleri tanıdım. Bu şansı
Geleceğine Bile Yön Verebilirsiniz
size sunacak meslek çok azdır. Gazetecilik benim hayalimdi ve ben şuanda bu hayali yaşıyorum. Bu mesleği bıraksam ne yaparım diye bazen düşünüyorum, ama yerine hiçbir şey koyamıyorum. Zaten o yüzden muhasebeciliği bırakıp gazeteci olmak aşkıyla 22 yaşından sonra tekrar üniversiteye girdim. Ben şuanda yapabileceğim en güzel işi yapıyorum diye düşünüyorum. Sektöre dair gözlemlerime gelince. İnternet ve sosyal medyanın etkisiyle gazetecilik miadını dolduracak bir meslek olarak adlandırılıyor. Özellikle basılı medyanın 20-30 yıl içinde ortadan kalkacağı iddia ediliyor. Ancak ben öyle düşünmüyorum. Yüzyıllardır süren bir gelenek, birkaç yılda ortadan kalkmaz. Ama bu noktada gazetelerin internetle ve sosyal medyayla yarışmak için yenilikler sunması gerekir diye düşünüyorum.
“Gazetecilik çok zevkli ancak bir o kadar yıpratıcı bir meslek.”
Gazeteciliğin insanı en mutlu eden ve yıpratan tarafları nelerdir? Gazetecilik psikolojik tatmini yüksek mesleklerden biri. Öncelikle yaptığınız işi büyük kitlelerle paylaşma şansınız var. Yazdığınız bir haberi gazetede kendi imzanızla görmenin verdiği mutluluğu çok az meslekte yaşayabilirsiniz. Gazeteci kimliği size hayal edemeyeceğiniz, normalde girme şansınız olmayan kapıları açabilir. Sürekli yeni insanlar tanırsınız. Hatta yaptığınız haberlerle hiç tanımadığınız insanların hayatına girer, onların geleceğe yön verebilirsiniz. Bu özellikle eğitimde büt dergisi Mayıs sayısı
47
Sergi
Ahmet Oran Kişisel Sergisi Tarih: 24 Mayıs 2014 Cumartesi Yer: Rampa Adres: Şair Nedim Cad. No: 21A Beşiktaş/İstanbul iletişim: info@rampaistanbul.com
48
büt dergisi Mayıs sayısı
Ahmet Oran, Rampa’daki ikinci kişisel sergisiyle dört yıl aradan sonra izleyicilerle buluşuyor. Bu sergi, Ahmet Oran’ın son dört yıl içerisinde gerçekleştirdiği yeni eserlerini bazı erken dönem eserleriyle yan yana getiriyor ve Oran’ın erken dönem çalışmalarında rastladığımız neredeyse tamamen monokrom tuvaller, sanatçının, malzemesinin hacim ve dokusuna hakimiyetini sergiliyor. İzleyiciler, sanatçının otuz yıla uzanan kariyerindeki farklı dönemlerden seçilmiş eserlerle son dönem çalışmalarını karşılaştırarak bir ressamın resimsel uzam ile olan değişen ve gelişen ilişkisine tanıklık edecekler. Oran, son çalışmalarında da boya tabakasını kendine özgü tavrıyla tarayarak alıyor. Farklı boyutlardaki spatullar, kazıyıcılar ve ahşap parçalarıyla katman katman boyanmış tuvalin kabuğunu soymak suretiyle yüzeyde renkli bantlar yaratıyor. Açığa çıkan parlak renk lekeleri; sanatçının tuvali üzerinde açtığı yarıklar arasından gizli kalmış ikincil bir tuvalin olasılığına işaret ediyor. Ayrıca, sergiye, Ahmet Oran’ın çalışma tarzını, resimlerinin oluşum sürecini, tuvallerin değişik aşamalardaki durumunu belgeleyen ve sanatçının bir tuvalle olan serüvenine başından sonuna tanıklık eden bir dökümanter video eşlik edecek.
İnsan Vücudunun Dünyasına Çarpıcı Bir Yolculuk The Human Body
Tarih: 31 Mayıs 2014 Cumartesi 10:00 - 21:00 Yer: İstanbul Akvaryum Bilim Merkezi Ücret: Tam - 32.50 TL İndirimli 25.25 TL Nereden Alınır: Biletix Satış Noktaları, www.biletix.com ve Mekan gişe
Gforce Exhibitions, heyecan verici gerçek insan vücutları ve örneklerinin yeni sergisini Aqua Florya Alışveriş merkezi içerisinde bulunan İstanbul Akvaryum Bilim Merkezi’nde açıyor. Dikkatlice parçalara ayrılmış 200 adet tam ve kısmi insan vücudu ve örneğine dikkat çeken The Human Body Exhibition, insan vücudunun mucizesini ve işlevlerini yerine getirişini sergileyerek derinin altında olup bitenleri, eşsiz şekilde üç boyutlu görüntüyle sunuyor. The Human Body Exhibition, insan anatomisinin temel unsurlarına dikkat çeken ve insan vücuduna zarar veren sigara, obezite ve diğer etkileri görselleştiren dokuz galerisiyle ziyaretçileri, hayatlarını değiştirecek bir yolculuğa çıkarıyor. Bu sergiyle ziyaretçiler, sağlıklı bir akciğerle, sigaradan fazlasıyla zarar görmüş ve kararmış bir akciğeri karşılaştırabilir. Bir cerrahın gözünden bakmak ve tüm karmaşık gizemiyle insan vücudunu keşfetmek için hayatınızın fırsatı olabilir. büt dergisi Mayıs sayısı
49
KitaP Mustafa Doğan mstf.doqan@gmail.com
Gülüşün Gizi Bu ay size hikayelerle dolu bir kitaptan bahsedeceğim. Kitapta anlatılan hikayeler İran kültürüne ait olup, okurken kendi kültürümüzden de birçok hikaye ile karşılaşacağımız güzel bir kitap. Kitap tanınmış bir şarkıcı, söz yazarı ve The Paris Review’in Londra editörü Shusha Guppy tarafından kaleme alınmıştır. Türkçe tercümesini Sabrı Gürses’in yaptığı kitap “Everest Yayınları”ndan 2006 Eylül’de piyasaya sürülmüştür. Çocuk yaşta annesini kaybeden Guppy; kitabı, çocukluğunda uykudan önce ona bakan Zehra adında bir kadının ona anlattığı hikayeleri ölümsüzleştirmek üzere kaleme almıştır. Bu hikayeler İran sözlü kültüründe nesilden nesile aktarılarak gelmiştir. Guppy, bunları kalem alarak bir nevi bunların sözlü kültürde yok olup gitmesini engelleyerek yazılı bir hale getirmiştir. Oldukça akıcı bir dille kaleme alınmış olan kitap, her bir hikaye farklı bir öğüt olarak bizlere verilmiştir. Hikayeleri okudukça yer yer gülecek yer yer duygulanKitap içerisinde; bir Kral ile Şoja adındaki bir acak yer yer de şaşıracaksınız. gencin arasında geçen olaylar zincirini anlatan hikayenin başlığı Gülüşün Gizi, kitabında ismi Kitapta geçen hikayelerden bazıları size olmuş. Gülüşün Gizi, bana sorarsanız kitabın tanıdık gelecek. Bunun sebebi bize çok uzak ismi olarak seçilmesi bence de mantıklı bir olmayan İran kültürü ve Türk tarihinde de önemli yere sahip Gazneli Sultan Mahmud ve seçim olmuş. Bu hem hikayenin güzelliğinden hem de herkesin merak ettiği gizden dolayı Mevlana Celaleddin-i Rumi gibi tanıdık isimlerin hikayelere konu olması. Bu kitap size çok mantıklı bir seçim olmuş. Gülüşün Gizi’ni bulmak çok kolay olduğu gibi çokta zordur. tanıdık gelecek. Kitapta daha çok kadınların üstün rolünü ve Hikaye severlerin keyifle okuyacağı kitap, kadınların hayatta oynadıkları rolleri göreçocuklara da anlatılacak uyku öncesi bir ceksiniz. Kadınlar her zaman olduğu gibi bu kitap olma özelliğini de taşıyor. Ayrıca kitapkitapta da başarılı bir roldeler. Kimisinde kurta geçen öykülerden İran kültürü hakkında tarıcı, kimisinde yol göstericiler. Tabi kadınlarında hata yaptıkları oluyor. Bu kitapta bazen da bilgi edineceğiniz kaynak bir kitap olma özelliği de taşıyor. de kadınların yanlışlarına, kibirlerine yenik düşmelerini ve onlardan nasıl ders aldıklarını Keyifli okumalar... göreceksiniz.
50
büt dergisi Mayıs sayısı
Kitap
Bir Tuş da Sen Yap Heyecan dolu baştan başa; Kayıt zamanının son anına kadar. Gaddarlıkla değil, centilmenlikle, Öyle bir alırsın ki gardını Meydan okumanın daniskası olur. İşte budur eskrim... Bu kitap amatör eskrimcilere, eskrime yeni başlayacaklara, çocuğu eskrim yapan velilere yardımcı olacaktır. Bu sözler kitabı özetlemekten ziyade kitabı tam olarak anlatan kelimelerdir. Berna Yeşim’in kaleme aldığı “Bir Tuş da Sen Yap” eskrim sporunu anlatan kitap geçtiğimiz aylarda kitapçılarda yerini aldı. Kitap Sinopsis Yayınları tarafından piyasaya sürüldü. Kitap 72 sayfadan oluşuyor. Eskrim sporu hakkında tüm merak ettiklerinizi bulabileceğiniz kitabı okumanızı tavsiye ediyorum. Merak edenlere eskrim sporu hakkında da biraz bilgi vermek gerekirse; “Eskrim, kılıçla yapılan bir spordur ve temelini kılıçla dövüş sanatı oluşturur. Eskrimin bir spor dalı olarak gelişmesi, ortaçağda kılıçla yapılan düellolarla yakından ilişkilidir. Eskrim üç tür silahla yapılır: Flöre, epe ve kılıç . Bu üç eskrim biçiminin sayı sistemleri aynıdır, ama karşılaşmalarda farklı yönleri vardır. Eskrim özel giysiler içinde yapılır. Tel kafesten bir maske, koruyucu bir yelek, sağlam keten ya da branda bezinden bir ceket ve yumuşak eldivenler giyilir. Bu giysiler eskrimciyi yaralanmalardan korur. Eskrim karşılaşmaları, genişliği 1.5 metre ve uzunluğu 14 metre olan bir pistte yapılır. Tekerlekli sandalyede eskrim sporunun yapıldığını hiç duydunuz mu? O anlamda da
“Eskrimin bir spor dalı olarak gelişmesi, ortaçağda kılıçla yapılan düellolarla yakından ilişkilidir.” enteresan ve ilgi çekicidir. Eskrim biz tutkunları için tıpkı yemek gibi bir ihtiyaçtır.” Unutmadan eklemekte fayda var ki çok önemli bir ayrıntıdır, bu kitap Türkiye Cumhuriyeti’nde bir ilk. Daha önce bu alanda yazılmış bir kitap yok. Keyifli okumalar...
büt dergisi Mayıs sayısı
51