Büt Dergisi Sayı 8

Page 1

1


Bu Ay

-Spor14-“Yaşayan Efsane: Ronaldinho Gaucho” Brezilyalı çocuklar için futbol, ka-

derden kaçış hikayesi gibidir... Fakirlik, kumsal ve futbol topuyla başlayan bu hikayeler bazen sonunda herkeste hayranlık uyandıran kendi yıldızlarını yaratabilmekte. Ronaldinho, işte tam da bu hikayelerden birinin içinden çıkagelen bir futbol cambazı.

2


içindekiler 5- Editör

-Foto Haber24-“Yeraltının Sesi Graffiti”

En temel anlamıyla Graffiti, duvar yazıları ve resimler yoluyla kendini ifade etme biçimidir. Grafik sözcüğü kökeninden türetilen bu sanat; kimi çevrelerce bir sanat dalı olarak kabul edilirken, kimi çevrelerce de vandalizm olarak değerlendirmektedir.

-Sinema-

“Ses Kontrol Bir ki...”

21-Kitap

“ZÜLFÜ LİVANELİ SERENAD” 32- Tiyatro

“EPİK - DİYALEKTİK TİYATRO IŞIĞINDA BERTOLT BRECHT VE YAPITLARI”

6- “ORSON WELLES’İN İKİ “KARA” FİLMİ” Franz Kafka’nın 1925 yılında yazdığı roman, ünlü yönetmen Orson Welles tarafından 1962’de beyazperdeye uyarlandı. Orson Welles’in “en iyi filmim” dediği, kara film türünün kendini çokça belli ettiği eserde, avukat rolüyle çoğu filminde olduğu gibi (Bitmeyen Balayı – Polis, Yurttaş Kane – Kane, Macbeth – Kral Macbeth) yönetmenliğinin yanı sıra oyunculuğuyla da ön plana çıkan Orson Welles, gerek ışık, gerek açı ve perspektif, gerekse dekor anlatımıyla bu türün en başarılı örneklerinden.

-Portre10- “

YOK OLAN ZAMANIN VAR OLAN MA-

SALINDAN: Adile Naşit” Bir varmış , bir yokmuş. Evvel

3

zaman içinde kalbur saman içinde… Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken namına “Sultan Hamid’i güldüren adam” denilen zatı pek muhterem ‘’Naşit bey ‘’adında bir adam varmış. Kendisi epey küçük yaşlardan beri sık sık okuldan kaçar ve hekim babasının arzu ettiği gibi bir hayvan doktoru olmak yerine, keyif aldığı işi yapmak istemekteymiş.


büt dergisi

Aylık Kültür- Online dergisi

Editör

Mustafa Doğan

Yazı işleri Emre Ceylan Reklam

Efe karasu

Mısra Yıldız

Grafik Tasarım

Mustafa Doğan

Ön ve Arka Kapak Mustafa Doğan

Yazarlar

Emre Ceylan Efe Karasu Ege Küçükkiper Müge Gül Handan Aşık

www.butdergisi.com www.facebook.com/butdergisi www.twitter.com/ButDergisi

Bize ulaşmak için info@butdergisi.com butdergisi@gmail.com

Tüm hakkı saklıdır. Yazılarla ilgili tüm sorumluluk yazarlara aittir.

4


Editör

Ses kontrol bir ki... -Mustafa DOĞAN-

İlk önce bir üfleme pufff pufff. Sonra seaa se aa seeee a. Deneme kontrol bir ki (ki diyorum çünkü inatla iki denmez) deneme deneme. Bir çoğunuza bunlar elbette bir şeyler anımsatıyordur. Evet, doğru bildiğiniz düğünlerde ses kontrolü yapılırken çıkan garip anlamsız ses. Garip anlamsız ses diyorum çünkü bana göre bir anlam ifade etmemekle beraber bir çoğunuza da anlam ifade etmiyordur bu ses. Bir çoğumuz sokak düğünlerinde (kına, nişan, asker eğlencesi vb. sokakta yapılan bilumum eğlenceler) eğlence başlamadan, kafalarımız şişmeden, yeter artık ne zaman bitecek bu işkence demeden önce çıkan o sesi duymuştur. Elbette, bu garip ve anlamsız sese çoğunuz bir anlam yüklemeye çalışmışsınızdır ya da benim gibi bu ses bir harika dostum demişsinizdir. Peki, bu esrarengiz ve garip sesin anlamı ne. Uzaktan görüldüğü gibi o kadar da anlamsız değil bu sesinde bir anlamı var. Bu sesin anlamı mikrofon kontrolü için çıkarılan ses veya sescikler öbeği. Se a see aaa denilmesininde nedeni mikrofondan en ince sesi (se) ve en kalın sesi (a) çıkışını kontrol etmek için. Böylece hem mikrofonun ince ayarlarında bir aksaklık varsa o yapılıyor hem de biz müzik severlere (!) sokağımızda gelecek olan o eşsiz müziğin haberi veriliyor. Bizlerde gecemizin o mükemmel dinlenme isteğimize nasıl dem vurulacağının haberiyle bir sevinç cümbüşü(!)

5

içerisinde ve sevinç göz yaşlarıyla birlikte çaresizce ortamın atmosferine kendimizi kaptırıyoruz, kaptırmak zorunda kalıyoruz. Sese isteksizce kulak veriyor gelecekten bihaber oluyoruz. Kimimiz bu sesi duymak istemez kimimiz ise bu sesten nefret eder ama çoğumuzunda kaçışı yok… Aslında benim bu sesten çokta şikayetçi olduğum söylenemez. Sokakta yapılan düğünler kültürümüzün bir parçası ve bu seste o parçadan koparılamayan bir element. O elementin de yaz aylarından başka, bizi çok rahatsız edeceğini sanmıyorum. Aşırıya kaçılmadıkça (ki haftada 3 4 düğün birden oluyor) fazla zararı dokunmaz diye düşünüyorum. Bu ayki editör yazıma bu konuyu neden seçtiğimi soracak olursanız; ramazan ayının bitimiyle beraber sokaklarımızda çoğalan düğünler. Şunu da söylemek istiyorum ki eskisi gibi artık çokta sokakta düğün yapılmamakta. Aklımın yettiğince klavyemin beni dinlediğince sizlere bir şeyler anlatmaya çalıştım. Umarım çok fazla zaman kaybına neden olmamışımdır. Dergimizin bu ayki içeriği yine dolu dolu. İleriki sayflara gittiğinizde göreceksiniz, tabi okursanız. :) Değerli zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim, keyifli okumalar ve ayrıca iyi günler dilerim…


Sinema

ORSON WELLES’İN İKİ

KARA

FİLMİ

- Ege KÜÇÜKKİPER-

-ege0692@hotmail.com-

6


F

DAVA ranz Kafka’nın 1925 yılında yazdığı roman, ünlü yönetmen Orson Welles tarafından 1962’de beyazperdeye uyarlandı. Orson Welles’in “en iyi filmim” dediği, kara film türünün kendini çokça belli ettiği eserde, avukat rolüyle çoğu filminde olduğu gibi (Bitmeyen Balayı – Polis, Yurttaş Kane – Kane, Macbeth – Kral Macbeth) yönetmenliğinin yanı sıra oyunculuğuyla da ön plana çıkan Orson Welles, gerek ışık, gerek açı ve perspektif, gerekse dekor anlatımıyla bu türün en başarılı örneklerinden birini vermiş durumda. Aynı zamanda senarist başlığı altında da kendi ismini görmek mümkün. Teknik unsurlara geçmeden önce konu hakkında biraz bilgi sahibi olalım. Çünkü kara film, yapıcı unsurların haricinde temasıyla da önemli bir yere sahiptir. Josef K. adında ne iş yaptığı, kimlerle tanışıklığı olduğu hatta soyadında ki K.’nın açılımının bile bilinmediği gizemli kahramanımız, yine bilmediği bir suçtan dolayı yargılanır. Aslında suçu, ne tutuklayan, ne tutuklatan ne de tutuklanan bilmektedir. Bu bilinmezlik filmin sonuna kadar devam eder. Finale gelindiğinde her şeyin belirginleştiğini sanmayın. Orson Welles, türe uygunluk açısından 1962’de renkli film üretilmesine rağmen, “Dava”yı siyah-beyaz çekmiştir. Kara filmde olay, ya filmin içerisindeki herhangi bir karakterin (genellikle başrol) ya da filmde gözükmeyen ve bu sayede gizemini koruyan, yalnızca sesini duyduğumuz, her şeyi önceden bilen bir anlatıcı tarafından aktarılır. Filmde, anlatıcının sesine hayat veren de Orson Welles’dir. Konusunu sıklıkla suç teması üzerinden seçen

7

bu tür, anlaşılması güç ve belirsiz olaylar üzerinde durur. Bu suç genellikle cinayettir fakat bu filmde suçun bilinmediğini vurgulamıştım. Eleştirel bir dile sahip olan film, adalet sisteminin, prosedür ve bürokrasinin çılgınlığını ve bu çılgınlığın bireyler üzerindeki tepkisini ele alırken, çaresizliğin, ezilmişliğin, tekdüzeliğin, alışılagelmişliğin ve boyun eğişin portresini gözler önüne seriyor. Çizdiği yarı aydınlık ve karanlık ışık kontrastlarıyla dramatik bir etki yaratmayı başaran film, bu tür aydınlatma ile özellikle oda içlerindeki işkence sahnelerinde, Josef K.’nın baskı ve gözetim altında tutulduğunu, korkunun bireyi ele geçirdiğini anlatır nitelikte. Bu niteliğe uygun bir başka sahne ise Josef K.’nın, çocuklardan kaçıp çitlerle çevrili dar bir odaya girişidir. Finalde ortalığı saran beyazlık ise, aydınlığı yani çözüme ulaşmanın anahtarını vermekte. Çok geniş açı ya da çok dar açı ağırlıklı çekimler, korkuyu ve ulaşılmazlığı simgeler biçimde. Kapıların normal boyutlarından büyük oluşu, çıkmazlığı betimlemede ustaca. Kara film türüne uygun bir dekor konsepti-


yle, koridorların labiret biçimli oluşu, giriş ve çıkış kavramlarının akıl karıştırıcılığı, karakterin sıkışmışlığı ve tutunamayışlığı fazlasıyla gösterilmiş. Bu türün yaygın kullanımı olan, dezoryantasyon yani bir ya da daha fazla nesneden yansıtılan karakter ya da bir başka nesne (filmde ayna kullanımı) garip durumları sentezlemiş. 1950’lerin başında daha çok yaygınlaşan dekor dışı çekimler, bu filmde yeterli düzeyde olmasada, dış çekimlerin hemen hemen hepsinin gece çekimi oluşu, kara filmin “gece için gece” anlayışına uyum sağlamış. Karakterlerin (özellikle baş karakterin), hiçbir şekilde içlerinde bulundukları duruma “dur” demediği, bir varoluş çabası içerisinde oldukları, bir nevi normal insan diye tabir ettiğimizin biraz anormale kaçan özelliklere sahip karakter yapısına uygun kara film, bu kritrinde de kendini kanıtlamakta. Josef K.’nın itiraz etmesine rağmen tutuklanmaya göz yumması, ses çıkamayışı, diğer tutukluların yargıcı bile görmeyişleri bu tarza örnek verilebilir. Aynı zamanda Josef K.’nın soyadının bilinmeyişi yine varolma çabasının bir örneği olarak görülebilir. Tek ve uzun çekimlerin kendine yer bulduğu filmde, ahlaksal bütünlüğün deforme oluşu, umutsuzluk ve güç gibi kavramlar ise temayı kuvvetlendirip, türe uyum sağlayan diğer unsurlardır. Gücü elinde bulunduranın, kendisini kendi gücüyle nasıl öldürdüğüne şahit olmak istiyorsanız “Dava” tam size göre… Sanık: Ben suçluyum! Avukat: Bende! Sanık: Peki adalet? Avukat: Adaleti “av tanrıçası” yürütüyor!

BİTMEYEN BALAYI Yine kara film… Yine Orson Welles… Yine tek ve uzun çekimler… “Dava” filminin işleyişine benzer biçimde gidelim ve önce olay örgüsünü kısaca özetleyelim. Meksika’da narkotik şubede görevli olan Miguel Vargas ve karısı balayı için yoldadırlar. Bu sırada yoldaki başka bir araba patlar ve içindekiler ölür. Vargas, patlayıcının içinde Amerikan yağı olduğunu keşfeder ve olayı soruşturmayı üstlenir. Böylece bitmeyen

balayı başlar. Yukarıda belirttiğim gibi Orson Welles bu filminde de başrole yakın bir karakteri, bir polisi canlandırmıştır. (Burada bir benzerlikten söz etmeden yapamayacağım. Alfred Hitchcock’da her filminde mutlaka bir saniye dahi olsa kendisini gösterirdi.) 1958 senesine ait film, bu sefer bilinen bir suç teması üzerinden izleyiciye aktarılır. Bilinmezlik ve gizem filme hakim olan duygudan yoksundur. Daha şok şaşırtma öğesi ön plana çıkarılmış, aksiyon bolluğu yürekte hissedilmiş.

8


Orson Welles, alt açı kullanımlarıyla yüceliği, (karakter her ne kadar tükenmiş olsa da) geniş açı kullanımıyla yine türün istediği özellikleri vermiştir. Dış çekimlerde zamanın genellikle gece olduğu fakat gündüz sahnelerinde de aydınlatma ve karartmanın, insan yüzünün yarısına yansıdığı, karamsarlığın hakim olduğu filmde, sahte şüpheler, ihanet ve aldatmalar, kara film türünü besleyici birer malzeme olmuşlardır. Polis müfettişinin, dinamitleri kendi elleriyle masum bir insanın evine koyuşu, onu suçlu çıkarmak isteyişi, tüm şüpheleri üzerinde toplayıp, kendi sonunu hazırlaması buna örnektir. Aynı şekilde kadın karakterin, kötüler topluluğu diye tabir edebileceğimiz bir grup arasında ihanete uğraması, güvende olacağı için onlara uyup gidişi yine bir ihanet için temsil gösterilebilir. Bu türde, sigara veya içki içmek neredeyse bir zorunluluktur. Kişinin içine düştüğü durumdan kurtulma çabası, bu maddeyle simgeleştirilir. Filmde de sıkça örneği bulunmaktadır. Kara filmde mekanlar, eğer dış çekimse dekor olmaktan çıkar ve bir şehirle birleşir. Şehrin yanı sıra, elektrik direklerinin çokça bulunduğu kuş uçmaz kervan geçmez yollar, barlar, olayların şiddetlendiği yerlerdir. Bitmeyen Balayı buna en güzel örneklerden bir tanesidir. Planların çoğunun barda yapılışı, finalin ise şehrin dışında ıssız bir yerde gösterilişi filmin, türe uygun olduğunun birer ispatıdır. Orson Welles, polis müfettişini, dünyayı algılama çabasını, kendisinden daha güçlü kimseyi bulmayışını, her doğruyu bildiğini sanışını, meslek dışı kişilerin mantığının zayıf oluşunu kabullendiğini kısacası kendini varoluş çabası

9

içerisinde bulduğu bir karakter olarak yaratmıştır. Ahlak temasının başı çektiği filmde, sonuç – anlam ilişkisi göze çarpar. Baş karakter, amacına ulaşmak için, karşısındaki herkesi bitirmiş ve bu yolu mübah olarak görmüştür. Karakterin görüşleri bu doğrultuda, kendi gücünü kontrol edememe, sonunu görememe olarak değerledirilebilir. Siyahlığın ve beyazlığın ton olarak ayrıldığı, her iki renginde eşit olarak dengelendiği film, kara film türünün “klasik” döneminin son filmi olarak kabul ediliyor. Bana göre; finalde belirsizlik olmayışı, her şeyin ayan beyan ortaya çıkışı klasik dönemin çoktan sona erdiğini söylüyor. Hatta klasik teknikte kullanılan, “ileri ya da geri dönüş” filmde bulunmamakta. Eğik çerçevelemeler düzen ve adaletin bozukluğunu, yatak parmaklıklarının arkasından çekilen planlar ise sıkışmışlığın ve baskının motifi olarak karşımıza çıkmakta. Klasik Bir Orson Welles filmi diyebilirim. Kara film türüne ait olmayan diğer filmlerini de (yazımın başında bahsettim) izlemenizi tavsiye ederim. Tiyatroda da “kara komedi” çarpık düzeni, ağlanacak halimize gülüşümüzü deyimler. Bu nedenle ister sinema ister tiyatro, “kara” söyleyecek bir sözü olanların stilidir. Sizinde söyleyecek bir sözünüz varsa bu türe ait filmleri izleyin, izlettirin…


Portre

Yok Olan Zamanın Var Olan Masalından

Adile Nasit s

-Müge GÜL-

-muugegul@gmail.com-

B

ir varmış , bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Pire berber iken, deve tellal iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken namına “Sultan Hamid’i güldüren adam” denilen zatı pek muhterem ‘’Naşit bey ‘’adında bir adam varmış. Kendisi epey küçük yaşlardan beri sık sık okuldan kaçar ve hekim babasının arzu ettiği gibi bir hayvan doktoru olmak yerine, keyif aldığı işi yapmak istemekteymiş. Neymiş bu iş dediğinizi duyar gibiyim. İyisi mi merakınızı budaklandırmadan söyleyeyim, insanları güldürmek. Bunun içinde en iyi yolun tiyatroculuktan geçtiğine inandığından her yolu deneyip sonunda komik Abdi efendiye çırak olmayı başarmış. Temsililer de birbirini kovalayan yılların adından bir gün ustası kuşağını ve takkesini çıkartarak ona devretmiş böylece Naşit’in lakabı da “Komik-i Şehir” yani “Büyük komik” olmuş. Gel zaman git zaman ‘’Direklerarası’’nda onlarca oyunda Naşit bey insanları kahkahalarla güldürüyor ama kendi hiç gülemiyormuş. Uzun süren evliliğinde en çok istediği şey çocuk sahibi olmakmış. Biraz bundan biraz da kumpanyadaki kemani Yorgi Bey’in kantocu kızı Amelya Hanım’ın aklını çelen güzelliği derken

Amelya’nın ardı arkası kesilmeyen talipleri sonunda ona çıkar bir yol bırakmamış. Amelya Hanım ile evlenen Naşit, önce oğlu Selim’i ve ondan kısa bir süre sonrada kızı Adile’yi kucağına almış. Adile çok küçük yaşlarda ağabeyi Selim’le beraber babasının kumpanyaların da zaman geçirirmiş. İki kardeş babalarının repliklerini öğrenir kendi aralarında oyunlar türetirmiş. Günlerden bir gün Naşit Bey iş yapamaz olmuş. Para yetiştiremediğinden ailesi de oldukça sıkıntıya girmiş. Bir ara bir arkadaşı Milli Piyango büfesi açacağını kendisi gibi tanınan bir yüzü oraya oturtmak istediklerini söylemiş. Çaresiz kabul eden Naşit Bey’in gururu kısa bir süre sonra baskın gelmiş ve işi bırakıp tekrar bir kumpanya kurup oyunlara çıkmış. Çıkmış çıkmasına ya bedeni daha fazlasını kaldıramamış. Bedenen ve ruhen girmiş olduğu çıkmazın etkileri kendisini Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde bulmasına sebep olmuş. Bir süre orada kaldıktan sonra eve dönen Komik-i Şehir çok geçmeden hayatını kaybetmiş. Onun bu zamansız gidişi Adile’nin hayallerini de tıpkı bir sel gibi silip süpürmüş. Annesine ve eve yardım ede-

10


11


bilmek için bir konfeksiyonda işe başlamış. kiner’miş. Bir akşam yemek davetini kabul Hiç mutlu değilmiş ama elinden de bir şey ettiği, Ziya Bey ile evlenmeye karar vermiş. gelmiyormuş. Günlerden bir gün şehir tiBu onun aynı zamanda nerdeyse ömrü boyu yatrosunda bir arkadaşını görmeye gittiğinde sürecek olan evliliğinin de ilk adımı olmuş. Ferih Egemen ile tanışmış ve böylece tiyatro Çok geçmeden Adile oğlu Ahmet Naşit’i sahnelerkucağına ine adım alarak en atan Adile kutsal değeriçin hayatı lerden biri boyunolan anneliği ca süretatmış. Aynı cek olan senelerde macerada Karaca Tibaşlamış yatrosu’ndan olmuş. ayrılarak Anneleri ağabeyi Selim Amelya ile kendileHanım’da rine tiyatro çocukaçmış ancak Adile Naşit’in rol aldığı “Gülen Gözler” filmi larındaki iki kardeşin bu tiyatro aşkını görmezden gelmemiş ve bunu denediği dönem tiyatro için oldukça kocasının kadim dostlarından Muammer sıkıntılı ve kısır bir dönem olduğundan çok Karaca’nın karşısına dikilmiş. Çocuklarının kısa bir süre açık kalan perdeler bir daha tiyatrocu olmak istediklerini söyleyerek açılmamak üzere kapanmış. Bunun ardından yardım istemiş. Adile de Gazanfer Özcan-Gönül Ülkü çifti ile çalışmaya başlamış. Gel zaman git zaman yıllar yılları kovalamış. Ahmet Naşit bir gün “Bu Boyla Titayrocu Olamazsın” okulda rahatsızlanmış. Meğer doğduğundan Muammer Bey eski dostunun emanetlerberi kalbi delikmiş. Uzun ve zor bir tedavi ini geri çevirmemiş. Adile burada şehir tiaşamasından geçen Ahmet sonunda uzak bir yatrolarındaki 3.sınıf rollerden sıyrılmayı ülkede ameliyat olmak için yola koyulmuş. başarmış. Dönemin ünlü yıldızlarından biri Ameliyatı başarılı geçmiş geçmesine ama işte olan Şevkiye May bir gün ona sen bu boyla her masalda illa insanın kalbini burkan bir tiyatrocu olamazsın kızım demiş. Ama genç şey oluverirmiş ya, bizim masalımızda da ne Adile yılmamış ve Düttürü Leyla tiplemesindeki üstün başarısı ile Şevkiye Hanım’dan yazık ki bu gencecik çocuk ameliyat sonrası girdiği komadan çıkamamış. Adile anne bu bile taktir almayı başarmış. Karaca Tiyatrohaberi aldığında yine tiyatroda bir oyun için su’nda onun hayatını değiştiren bir diğer hazırlanıyormuş. Sanatçıların kaderinde mi şey ise kendisi gibi tiyatrocu olan Ziya Kes-

12


var bilinmez içi kor gibi yanarken bile sahneye çıkıp onu görmeye gelen sevenlere karşı sorumluluğunu getirmiş Adile.

Her Filmde Bir Ahmet’e Rastlamanız Mümkün

Adile Naşit oğlu Ahmet’i asla unutmamış. Öyle ki oynadığı hemen hemen her filmde bir Ahmet’e rastlamanız mümkün sayılırmış. Zaten oynadığı pek çok filmde de onu sevenleri vefakar ve sevgi dolu bir anne olarak görmüş. Oğlunun yokluğu ile hayatında büyük bir kayıp yaşayan Adile kendini işine vermiş. Birbiri ardına çektiği filmlerle beyazperde seyircisi ile buluşmuş. Asla paraya tamah etmemiş, asla işinden şikayet etmemiş. Aksine yaptığı her işte elinden gelenin en iyisini yapmış. Hayatının son dönemlerinde çocuklar için televizyonda “Uykudan Önce” diye bir program hazırlayan ve yine bu sayede içinde benimde bulunduğum binlerce çocuğun sevgisini kazanan Adile Teyze anlattığı masallarla rüyalar alemine götürdüğü kuzucuklarına adeta bir anne şefkati ile yaklaşıyormuş. Hayat denen oyunun bir sahnesi bir sahnesine uymazmış ve zaman hiç geçmiyormuş gibi su gibi geçermiş ya. Bizimde bu güzel insanla sonsuzluğa dek vedalaşma zamanımız gelip çatmış. Ölüm geldi mi baş ağrısı bahane diyen büyüklerimizin pek haklı olduğuna kanaat getirmişinizdir sanırım. Soğuk bir Aralık günü aramızdan ayrılmış ve hakikate uyanmış. Küçücük yaşta kaybettiği evladı Ahmet ve neredeyse ömrünü geçirdiği eski eşi Ziya Bey ile hak ettikleri yerde buluşmayı bekliyordur belki de kim bilir. Her son bir başlangıcı ve her ölüm bir

13

doğumu simgelermiş. Ve bazı insanlar bu dünyaya iz bırakır da gidermiş. Adile Naşit şen kahkahası, gülen gözleri ve sevgi dolu kalbi ile sihirli bir kutudan konuk oluyor halen evlerimize. Onu kah Hababam Sınıfı’nda Hafize Ana, kah Süt Kardeşler ve Bizim Aile’de Melek Hanım, Şabanoğlu Şaban da Tavuk Hanım(hala ) onlarcasında Adile olarak görüyor, onunla hüzünlenip onunla gülümsüyoruz. O bizim için Ah Nerede deki balkon güzeli Huriye, Delisin de ki bir şemsiyeden medet uman Didar veya Uykudan Önce deki Masalcı Teyze olabilir. Değişmeyen bir tek şey var o da biz onun halen minik kuzucuklarıyız. Senelerden ne olursa olsun. Çünkü gerçek sevginin akrep ve yelkovanı yoktur.


Spor

Ronaldinho Gaucho Yaşayan Efsane:

-Efe Karasu-efekarasu@gmail.com-

Brezilyalı çocuklar için futbol, kaderden kaçış hikayesi gibidir... Fakirlik, kumsal ve futbol topuyla başlayan bu hikayeler bazen sonunda herkeste hayranlık uyandıran kendi yıldızlarını yaratabilmekte. Ronaldinho, işte tam da bu hikayelerden birinin içinden çıkagelen bir futbol cambazı.

A

sıl adı Ronaldo de Assis Moreira olan Ronaldinho Gaucho, 21 Mart 1980’de Brezilya’nın Porto Alegre şehrinde doğdu. Birlikte forma giyme şansını da bulduğu El Fenomeno ile aynı ismi taşıdığından, küçük Ronaldo manasına gelen Ronaldinho ismini kullanmaya başladı. Ağzı hep kulaklarında olan bu Brezilyalı’nın diğer lakabı Gaucho ise mutlu anlamına geliyordu. Bir futbolcunun oğlu olarak dünyaya gelmişti, üstelik kendisinden 9 yaş büyük olan abisi Roberto Assis de futbolculuğu seçmişti... Yeşil sahalar ona adeta göz kırpıyordu. Ama Ronaldinho’nun futbola resmen başlangıcı 8 yaşındayken Brezilya kumsallarında gerçekleşti. Ülkesinde mahalli bir futsal takımına katılan Ronaldinho eşsiz top kontrolü yeteneğini Rio Grande do Sul eyaletinin sahillerinde kazandı. Babası, o henüz sekiz yaşındayken yaşamını kaybetti. Sekiz sene gibi az bir zaman diliminde babasıyla beraber olabilen yıldız futbolcunun kariyerinin en önemli idollerinden birisi yine babası oldu . Ona en büyük nasihatı dürüst bir insan olması yönündeydi. Babası, kendisi de futbolcu olduğundan futbol ile ilgilenen oğluna bu konuda, ‘’ Sahadan sadece mümkün olduğunca futbol oyna. Yapabileceğiniz en karmaşık şeylerden biri basit oynamak.’’ şeklinde öğütler veriy-

14


ordu. Ancak Ronaldinho’nun üstün yetenekleri bu konuda babasının nasihatlerine uymaması gerektiğini fısıldıyordu. Amatör bir maçta 23 gol atarak dikkatleri üzerine çekti. Daha sonra, 1997 yılında, Brezilya U-17 milli takımı kadrosuna seçildi. Brezilya, Mısır’da düzenlenen FIFA 17 Yaş Altı Dünya Şampiyonası kazanırken Ronaldinho da turnuvanın en iyi oyuncusu seçildi. Kısa süre sonra, Brezilya liginin en prestijli ekiplerinde Gremio ile ilk profesyonel sözleşmesini imzaladı. Brezilya A Milli Takım formasını ilk kez 1999 yılında Letonya’ya karşı Amerika Kupası’nda giydi. 99 Konfedarasyon Kupası kadrosuna davet edilen Ronaldinho, hocasının yüzünü kara çıkartmadı. Yıldız futbolcu turnuvada final karşılaşması hariç her karşılaşmada gol atma başarısını gösterdi. Yarı finalde Suudi Arabistan’a karşı hat trick yaptı ve bu performansını 6 gol ile süsleyip gol krallığına adını yazdırarak turnuvanın en değerli oyuncusu seçildi. Brezilya ise finalde Mısır’a 4-3 kaybedip turnuvada ikinci oldu. Ronaldinho’ya bu performansından sonra yüksek meblağlı teklifler gelse de kulübü onu bırakmadı. 2001 yılında Fransız ekibi Paris Saint Germain’e transfer oldu.

İlk transfer, yeni bir heyecan...

Ronaldinho’nun ilk transferi karın ağrılı gerçekleşti. Gremio ve PSG arasındaki bonservis bedeli anlaşmazlığı hukuki bir boyut kazandı ve Brezilyalı oyuncu bu sebeple 6 ay futboldan uzak kaldı. Brezilyalının bonservisi 5.100 milyon euro olarak belirlendikten sonra transfer gerçekleşti ve oyuncu sahalara döndü. İlk sezonunda 28 maça çıkıp 9 gol atmasına rağmen teknik direktörü Luis Fernandez’i memnun edemedi. İspanyol asıllı teknik direktör, o zamanlar 21 yaşında olan oyuncusunun Fransa’nın başkenti Paris’in büyüsüne kapılmasından şikayetçiydi. Yazdığı bir kitapta, onun hakkında, “Onu oynatmadığım zaman bana deli diyorlardı. Oysa maç öncesi takımın kamplarında odasına kadın götürüyordu.’’ diyecekti.

15

Fernandez kitabında ayrıca, Ronaldinho’nun beslenmesine dikkat etmediğini, diskoya gittiğini ve sahada teknik direktörün talimatlarına uymadığını vurguluyordu.

Ronaldinho parlıyor!

2002 Dünya Kupası’nda ilk sınavını milli takımımıza karşı veren Ronaldinho, ilk Dünya Kupası maçında ilk onbirde başlayıp ikinci yarıda teknik direktörü Felipe Scolari’nin tarafından oyundan alındı. Brezilya’nın grupta oynadığı ikinci karşılaşmada ise Çin’i yıkan adam oldu. Sadece 45 dakikada 1 gol 1 asistle oynayan ve bu maçta toplamda 46 dakika sahada kalan Ronaldinho’nun yıldızı adeta parlıyordu. Turnuvadaki ilk golünü penaltıdan bulmuştu, spiker attığı penaltıdan sonra üstüne basa basa onun dünyadaki en iyi penaltıcılardan biri olduğunu tekrarlıyordu. Grubun son karşılaşmasında ise yeşil sahada görev bulamadı. Son 16 karşılaşmasında Belçika’ya karşı 1 asist ile oynadı ve maçın sonlarına doğru yerini eski bir Beşiktaşlı olan Kleberson’a bıraktı. Çeyrek finalde İngiltere karşılaşmasında David Seaman’a attığı, hala akıllardan çıkmayan efsanevi frikik golü, yaptığı bir asist ve gördüğü kırmızı kart ile maça damgasını vurdu. Seaman, maçtan sonra Ronaldinho’nun kalesine gönderdiği frikiğin şans eseri gol olduğunu savunsa da Ronaldinho tabii ki de golü bilerek ve isteyerek o noktaya gönderdiğini söylüyordu. İngiltere karşısında, kırmızı kart görmesi sebebiyle, Senagal’i İlhan Mansız’ın attığı altın gol ile eleyip yarı finalde Brezilya ile eşleşen milli takımımıza karşı oynayamadı. Finalde gol ve asist anlamında bir istatistik yap-


amayan 11 numaralı formayı giyen Brezilyalı tüm dünyanın dikkatini çekmeyi başarmıştı. Aynı zamanda takım arkadaşı ve hayranı olduğu Ronaldo’nun, bu turnuvada attığı 8 gol ile gol kralı olmasında ona yaptığı 2 asistle yardımcı olmuştu. Pele 2002 Dünya Kupası’na yönelik tahminlerde bulunurken Brezilya’nın gruptan çıkamayacağını söylüyordu. Brezilya bu turnuvada kupayı alırken, Maradona’nın fotoğraflanacağından haberdar bir şekilde Ronaldinho’nun elini öpmesinin haklı sebepleri vardı.

Fazla tevazu kibirdendir!

Günümüzde her ne kadar sağlıksız da olsa Ronaldinho - Maradona, karşılaştırmalarını sıklıkla görüyoruz. Bu karşılaştırmalarda Maradona’nın Napoli’yi tek başına şampiyon yaptığı, Ronaldinho’nun ise PSG’de bunu başaramadığı söylenip bu durum Ronaldinho’nun eksi hanesine yazılmakta. 2002 Dünya Kupası’nın ve Brezilya’nın Türkiye’nin ardından 3. olup grup aşamasında elendiği 2003 Konfedarasyon Kupası’nın ardından Paris’te kendi adına bir gelecek göremeyen Ronaldinho, transferi için kulübünden izin istesede kulüp başkanı buna izin vermedi. Ancak PSG, 2003 yılında Avrupa Kupalarına katılmaya hak kazanamayınca sözleşmesindeki bir maddeye göre takımdan ayrılabilirdi. Bu sebeple transfer listesine koyuldu. Avrupanın iki köklü ekibi Manchester United ve Barcelona, yıldız oyuncuyu kadrolarına katmak için girişimlerde bulundular. Ronaldinho, tam 32.250 milyon euro karşılığında Katalan ekibine transfer olurken, bir diğer taliplisi Kırmızı Şeytanlar hakkında daha sonra şöyle konuşacaktı: ‘’ Eğer Manchester United beni alsaydı, müzesinde daha çok Avrupa kupası olurdu.’’ O mütevazi bir insandı ama öyle ki fazla tevazu kibirdendir...

Ronaldinho futboluyla Messi’yi büyütüyor

Barcelona, belki de bu transferi Beckham’ı ezeli rakibi Real Madrid’e kaptırmanın burukluğu içerisinde gerçekleştirmişti. Kötü bir dönemden geçen Katalan ekibinin merhemi o sene için Brezilyalı oyuncu da olmadı. Ancak Ronaldinho, ilk senesinde oyun tarzı ve sempatikliği ile kendisini Nou Camp tribünlerine benimsetmişti. Dahası o zamanlar alt yapıdan takıma yeni yükselen Lionel Messi’ye profesyonel futbolu benimsetiyordu. Messi ise Ronaldinho için, “Hep söylüyorum. Soyunma odasına girdiğim ilk andan itibaren Ronaldinho ve diğer Brezilyalılar, Deco, Sylvinho ve Motta beni çok iyi karşıladı ve bana çok destek oldu. Ama aralarında Ronaldinho’nun yeri apayrı. Bende çok emeği var.Bana inanılmaz yardımcı oldu. Genç yaşınızda soyunma odasında olmak kolay değil. Ronaldinho ise benim için her şeyi kolaylaştırdı. Onunla birlikte olduğum için ve bir çok şey paylaştığım için çok şanslıyım. İnanılmaz bir insan.” diyecekti. Ronaldinho, ilk senesinde Fifa tarafından dünyada yılın en iyi futbolcusu ödülünü kazandı. 2004 Şubat ayında bir oğlu oldu. Ronaldinho çocuğuna 8 yaşındayken kaybettiği babasının ilk ismi olan Joao ismini verdi.

Ve ilk şampiyonluk...

Tam 5 sezondur şampiyon olamayan Barcelona, Ronaldinho’nun İspanya’daki 2. senesinde yani 2004 -2005 futbol sezonunu şampiyon olarak tamamladı. Bu Ronaldinho’nun bir kulüple yaşadığı ilk şampiyonluktu ve bu başarı ona ikinci kez yılın en iyi futbolcusu ödülünü kazandıracaktı.

16


Bu ödül ile ilgili yorumu, ‘’Aslında Barcelona’da bile en iyi oyuncu olduğumu düşünmüyorum. İnsanlar beni gördüklerinde kalp krizi geçirecek gibi oluyorlar, ‘Hayal görüyorum, sarhoşum galiba’ diye düşünüyorlar, çok eğlenceli!’’ olurken mütevaziliği hiçbir zaman elinden bırakmıyordu. Ronaldinho’nun farkı sadece skora olan etkisi değil taraflı tarafsız herkesi sahaya çıktığı andan itibaren büyülemesiydi. Barcelona bu şampiyonluk ile beraber Ronaldinho’nun bonservis bedelini 150 milyon euro olarak güncelledi ve sözleşmesini 2010 yılına kadar uzattı. Brezilyalı yıldız, bu durumdan duyduğu memnuniyetini, ‘’Kulüple aramızdaki aşk çok kuvvetli. Bulutların üzerindeyim. Katalan basını ömür boyu sözleşme imzalamamı istiyor. Belki oyunculuktan sonra antrenörlük, yöneticilik ve hatta başkanlık yaparım!’’ diyerek dile getirse de içindeki en büyük burukluk babasının bu başarılarını ve kendisine olan büyük sevgiyi görememesiydi. Brezilya’nın, 2005’te Almanya’da düzenlenen Konfedarasyon Kupası şampiyonluğunda Adriano ile birlikte başrolde oynadı. Finalde Arjantin’i 4-1 yendikleri karşılaşmada takımının 3. golünü attı ve turnuva boyunca 3 gol 1 asistlik performansıyla göz doldurdu.

tane var o da Dünya Kupası. Bana ikisi de kısmet oldu.’’ diyerek dile getiriyordu. Ligin 12. haftasında, Santiago Bernabéu’da oynanan El Clasico’da soldan rakiplerini geçip Casillas’ın koruduğu kalaye bir birinin kopyası iki gol attı. Real Madrid tribünleri hiçte Yıkın heykellerimi! alışkın olunmadık bir şekilde Bar2005-2006 sezonu Ronaldinho için oldukça celonalı bir futbolcuyu, Ronaldindramatikti. La Liga’da 29 maçta 17 gol atıp ho’yu ayakta alkışlıyorlardı. Rüya 15 asist yaparak takımının şampiyonluğundagibi geçen bir sezonun ardından ki başrolü yine kimseye kaptırmadı. Yine aynı Avrupa’nın en prestijli futbol ödüllsezonda Barcelona ile Şampiyonlar Ligi şampierinden olan FIFA Ballon d’Or ödüyonluğunu kazanırken, bu turnuvada 12 maçta yakaladığı 7 gol, 6 asistlik performans onu bu tur- lünü ka zandı. 2006 yazında Almannuvanın da yıldızı yaptı. Ronaldinho, Şampiyonlar ya’da gerçekleştirilen Dünya Kupası, Ronaldinho için oldukça Ligi şampiyonluğunun önemini, ‘’ Bu benim için bir çocukluk hayalinin gerçek olmasıydı. Futbolcu hüzünlü bir hatıraydı. Herkes Kaka’lı, Ronaldo’lu, Ronaldinolarak bu unvandan daha değerli sadece bir

17


ho’lu Brezilya’dan şampiyonluktan başka birşey beklemezken Brezilya, çeyrek finalde Fransa’ya karşı Henry’nin golüyle karşılaşmayı 1-0 kaybedecek ve turnuvaya veda edecekti. Birçok kişi bu başarısızlığın faturasını teknik direktör Parreira’ya kesti. Ronaldinho’nun bu turnuvada bekleneni verememesi üzerine Brezilyalı fantikler onun 2004 yılında dünyanın en iyi futbolcusu seçilmesi üzerine Brezilya’nın güneyindeki Chapeco kent meydanına dikilen heykelini yıktılar. Zidane’ın Materazzi’ye kafa attıktan sonra oyundan atılıp kariyerine son verdiği Dünya Kupası olarak akıllara kazınan bu turnuvada Brezilyalı yıldızların yarattığı hayal kırıklığının ölçüsü oldukça belirgindi.

zorlandı. Nisan ayında yaşadığı sakatlık ile birlikte iyileştikten sonra da kadroda düşünülmeyen Brezilyalı yıldız oyuncu için artık gitme vakti gelmişti. Başkan Laporta, onun gidişiyle ilgili olarak suçlayıcı bir şekilde, ‘’2007 baharında, Real Zaragoza ile oynadığımız maçtan sonra tavırlarında bazı oyunculara karşı değişiklikler oldu. Bu durum tüm kadroyu etkilemeye başladı. Deco ve Ronaldinho maçtan sonra takım otobüsüne binmedi ve arabalarıyla stattan ayrıldı. Sonunda ona ne istediğini sordum. O da kalıp yeniden en iyi olmak istediğini söyledi. Ancak ona destek veren onca insana rağmen sonunda Ronaldinho’nun yapayalnız olduğu ortaya çıktı.’’ derken, eski takım arkadaşı Edmilson ise, ‘’ Bence doktorlardan başkana, teknik direktörden oyunŞöhretin basamaklarını bir bir çıkıyor... culara kadar kulüpteki herkes ona yardım etmek için daha fazlasını yapabilirdi. Barcelona’da bir 2006-2007 futbol sezonu La Liga tarihinin en oyuncuyu zarar verebilecek birçok kötü etken var. heyecanlı sezonlarından biri oldu. Barcelona ve Sanırım o da bunlardan uzak duramadı.’’ açıklaReal Madrid ligi aynı puanda bitirirken, şampimasıyla yıldız futbolcuyu destekliyordu. Ronaldyonluk kupasının sahibi iki takımın arasında oynanan maçlarda üstün olan taraf Real Madrid’in inho ise, “Son derece şanssızdım. Oynayamadım ve kenarda da oturamadım. Yapabildiğim tek şey oldu. Ronaldinho bu sezon Barcelona adına La maçları televizyondan takip etmekti. Ve koltukta Liga’da toplamda 32 karşılaşmaya çıktı ve 21 oturarak Barcelona maçlarını televizyondan izlegol 8 asist ile oynayarak gol krallığında Sevillalı mek canımı daha çok sıktı. Futboldan bu kadar Kanouté ile birlikte 3.’lüğü paylaştı. Ligin ilk uzak kalacağımı hiç düşünmemiştim. Ve gidişatın yarısında, Villareal’e karşı attığı röveşata golü hafızalara kazındı. Brezilyalı yıldız ise bu gol hak- değişmesi için ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. “ diyerek çaresizliğini ortaya koyuyordu. kında, ‘’ Bu, bana hakkında en çok soru sorulan ve aynı zamanda en fazla gurur duyduğum golüm. Barcelona’dan ayrılırken Maradona,Rivaldo gibi isimlerden emanet aldığı 10 numaralı formasını Xavi’nin havadan attığı pasta, topu göğsümle Lionel Messi’ye devrediyordu. Messi ise, “Bendyumuşattıktan sonra röveşata ile ağlarla buluşturdum. Bu maçın skorunu ilan eden goldü ve 4-0 ka- en önce 10 numarayı o giyiyordu. Barcelona adına zandık.” diyecekti. Şöhretin basamaklarını bir bir çok önemli işlere imza attı. Ronaldinho gibi bir tırmanan Ronaldinho, Forbes dergisine göre 2007 oyuncudan o formayı devralmak benim adıma çok büyük bir sorumluluk. Ronaldinho bu kulübün yılında 33 milyon dolar gelir elde ederek en çok değişmesinde en fazla parmağı olan isim. Kötü bir kazanan futbolcular listesinde 2. sıraya yerleşti. dönemden geçiyorduk ve gelişiyle her Hüzünlü ayrılık şeyi değiştirdi. BelRonaldinho, Barcelona’daki son yılı olan 2007ki ilk senesinde bir 2008 sezonunda forma şansı bulmakta oldukça

18


şey kazanamadı ama kendini insanlara sevdirdi. Sonra kupalar da geldi. Barcelona camiası, Ronaldinho ile her zaman gurur duyacaktır.” açıklamasıyla Brezilyalı oyuncuyu gururlandırıyordu. Ancak Katalanlar, onu Nou Camp’tan ıslıklarla uğurluyordu. Çok değil iki sene önce Santiago Bernabeu’da alkışlanan adam şimdi Nou Camp’ta ıslıklanıyordu.

Milano macerası

Ronaldinho’nun, Milan’a transferi 25 milyon euro karşılığında gerçekleşti. Yıldız oyuncuyu San Siro’da yaklaşık 30 bin Milan’lı karşıladı. 10 numaralı formayı Seedorf giydiği için forma numarasını doğum yılından esinlenerek 80 olarak belirledi. Ronaldinho transferiyle ilgili olarak, “Milan’a gelmeyi gerçekten çok istedim. Birçok şey konuşuldu ancak sonunda ‘Rossonero’ (kırmızı-siyah) oldum. Burada olmaktan mutluyum ve umarım Milan taraftarlarına birçok eğlence yaşatacağım. Milan’da birçok Brezilya’lı olması mükemmel. Ayrıca birçok şampiyon da Milan forması giyiyor.” açıklamasını yaptı. Milan bu transfer ile birlikte Ronaldinho, Kaka, Pato şeytan üçgenini oluşturmuştu. Brezilyalı oyuncunun İngiltere Ligi yerine İtalya Ligi’ni gitmesi oldukça eleştirildi ancak İnzaghi’den, Maldini’den, Gattuso’dan ilerleyen yaşlarına rağmen en yüksek verimi almayı başaran Milan’ın fitness ekibine bakacak olursak bu doğru bir tercihti. Çünkü Brezilyalı oyuncunun kendisine pek te iyi baktığını söylenemezdi. Ronaldinho, Milan’daki ilk yılında istikrarsız bir performans göstersede ikinci yılında onun hakkında yazılan yazıların başlaklarının büyük bir bölümü ‘’ Efsane Geri Döndü ‘’ şeklinde oldu. Ligde 12 gol 18 asistle oynayarak eski günlerine dönüş sinyalleri versede Brezilya Milli Takımı’nın teknik direktörü Dunga tarafından 2010 Dünya Kupası kadrosuna dahil edilmedi. 2011 yılında “Ronaldinho Gaucho’s Team” adıyla 52 bölümlük bir çizgi filmine konu olan yıldız

19

futbolcu Milano’da ki son yılında, konusu olduğu çizgi filmdeki performansını yakalayamayıp Ocak ayında takımından ayrıldı. Artık memlekete dönme vaktiydi.

Memlekete, yeniden doğmaya...

Ronaldinho, Flamengo’ya 3 milyon euro karşılığında transfer oldu. Brezilya’da krallar gibi karşılanan yıldız oyuncu, ülkesine kariyerinin son dönemlerini geçirmek için değil yeniden doğmak için geldiğini açıkça belirtiyordu. Son yıllarda oynadığı takımlarda yeterince forma şansı bulamamıştı. Flamengo’da istikrarlı bir şekilde forma giyip eski form grafiğini yakalayarak yıllardır özlemini duyduğu milli formayı tekrar sırtına geçirme şansını yakalayabilirdi. Flamengo, kulüp danışmanı Jose Carlos’un fikriyle bir ‘Ronaldinho İhbar Hattı’ kurarak yıldız oyuncuyu gece kulüplerinde gören taraftarların bu hattı araması istendi. Ronaldinho, gözlem altında geçirdiği 2011 yılında istediği forma şansını yakaladı ancak Flamengo taraftarlarınca ıslıklanmaktan kurtulamadı. Sezon sonunda alacaklarına karşılık olarak bonservisini alıp takımdan ayrıldı.

Sen ağlama, dayanamam...

2012 yılında Atletico Mineiro takımına katıldı. Takım değiştirmesinin Ronaldinho açısından duygusal bir yanı vardı. Yıldızı gittikçe sönerken onun bu transferdeki tek amacı kendi yıldızını


yaşatmaktı. Annesi Dona Miguelina kanser hastalığına yakalanmıştı. Ronaldinho, ilk önce futbolu bırakmak istedi. Ancak bu durumun annesini daha çok üzeceğini düşünerek annesinin yaşamını sürdürdüğü Porto Alegre’ye gelip Atletico Minerio forması giymeyi tercih etti. Ronaldinho, annesinin hastalığı boyunca kendisine büyük destek veren Atletico Minerio taraftarlarına oynadığı futbol ile adeta teşekkür ediyordu. Her fırsatta kendisine moral veren taraftarlarına duyduğu minneti dile getiren Ronaldinho, takımının lig ve Güney Amerika’nın Şampiyonlar Ligi olan Copa Libertadores şampiyonluğundaki emekleriyle kendisine verilen desteğe bir nevi karşılık veriyordu. Figueirense’yi 6-0 mağlup ettikleri kendisinin hat trick yaptığı karşılaşmada attığı bir gol sonrasında uğruna göz yaşları içinde kaldığı annesi, tedavi süreci sonrasında iyileşti. Mutlu son ile biten bir sezonun ardından Ronaldinho kendisine bakarak daha fit bir hale geldi. Brezilya’nın yeni teknik direktörü Felipe Scolari, kafası ve bünyesi sağlıklı bir Ronaldinho’yu görmezlikten gelmeyerek onu, Dünya Kupası’na az bir süre kala oynanan hazırlık karşılaşmalarına çağırdı. Ronaldinho’nun artık tek hayali kendi ülkesinde oynanacak olan 2014 Dünya Kupası’nda milli formayı sırtına geçirebilmek oldu.

profesyonel bir yaşam sürdürebilseydi, ortaya neler çıkabileceğinin düşüncesi bile oldukça heyecan verici. Onun 2005’te Chelsea’ye attığı golü unutabilen var mı? Dans ederek gol atan bir adamdan bahsediyoruz... Sırtıyla asist yapsa da kendisini bazılarına yarandıramayan bir futbol cambazından... Kendisini çirkin ama iyi bir adam olarak tanımlıyor ama o bize göre dünyanın en güzel insanlarından biri. Kendisine faul yapıldığında dahi gülebilen bir adamdan bahsediyoruz... Allah, Ronaldinho’ya böylesine yetenekler bahşetti o ise bize futbolunu... O şut çekmeye yöneldiğinde biz gol olur diyorduk ve genelde yanıltmıyordu bizi. Hepimiz onun sayesinde birer Rıdvan Dilmen oluvermiştik. Kim ne derse desin, biz onu iyisiyle kötüsüyle çok sevdik. Ronaldinho’yu dilim döndüğünce anlatmaya çalıştığım bu yazıyı yavaş yavaş sonlandırırken, bu büyük futbol ustasının önünde saygıyla eğiliyorum. Bizlere yaşattığın her güzel an için teşekkürler yaşayan efsane.

Her şey için teşekkürler yaşayan efsane... Tek pişmanlığının Messi ile daha fazla beraber oynayamamak olduğunu dile getiren Ronaldinho, tüm futbolseverlerin yüreğinde yarım kalmış bir aşk hikayesi gibiydi. Dünyanın en iyi futbolcularından olarak gösterilmesinin nedeni güçlü top hakimiyetinin ve tekniğinin yanı sıra oldukça hızlı olmasıydı. Kendisine yeterli bir şekilde bakmaması nedeniyle sahip olduğu süratini kaybetse de en kötü dönemlerinde bile onun frikiklerini, ara paslarını, çalımlarını izlemek herkese keyif verdi. ‘’ Hayatımda ayağımda topun olmadığı bir anı hatırlamıyorum.’’ diyen Ronaldinho, eğer daha

20


Kitap

Zülfü Livaneli

SERENAD (Bu kitapta aşk var ! Bu kitapta tarihi gerçekler var! Bu kitapta acı var! )

-Handan AŞIK-

-handan.ist@hotmail.com-

Kimi insan aşkı yaşar kimi insan da yaşanmış aşkları anlatır bu hayatta, Maya’nın payına düşense şahit olduğu bu aşkı kaleme almak olacaktı. Güzel kadınlara ya da yakışıklı erkeklere âşık oluyoruz. Büyük bir aşka hatta delice bir sevdaya düşüyoruz onlar için, sonra evleniyoruz fakat bir zaman sonra yürütemiyoruz ilişkimizi. Neden ? neden ? neden ? soruları arka arkaya gelmeye başlayınca gözden kaçırdıklarımız, umursamadığımız gerçekler sonumuzu getirmek için karşımıza dikilmiş bir katil edasıyla ilişkimize öldürücü bıçak darbelerini vurmaya başlamıştır bile. Maya Duran’da evliliğini tek özelliği yakışıklılığı olan bir adamla yapmıştı. Eşinin silik karakteri, cesaretsizliği, ezik davranışları Maya’nın içindeki sevgiyi bitirirken aynı zamanda tiksintiye benzer bir duyguyu da yerleştirmişti içine. Nihayete eren evliliğin sonunda asosyal bir çocukla devam ettirmeye çalıştığı sosyal hayatı iç dünyası kadar karışık değildi.

21

İyi derecede İngilizce bilen bir üniversite çalışanı olması onu çok sayıda yabancı konukla karşı karşıya getiriyordu. Profesör Maximillian Wagner’de onlardan biriydi. Konferans için çalıştığı üniversiteye davet edilmişti. Alman asıllı olduğu adından da anlaşılan bu adam Amerika’dan geliyordu. 1940’lu yıllarda İstanbul Üniversitesi’nde hukuk dersleri veren başarılı bir hocaydı Wagner. İki sene gibi bir süreyi İstanbul’da geçirdikten sonra Amerika’ya yerleşmiş o güne kadar da İstanbul’a bir daha dönmemişti.

Ve Bir Gün Bir El Değer...

87 yaşında bir adamdı M. Wagner fakat duruşu görünüşü Maya’yı etkilemiş, onu çok yakışıklı bulmuştu hatta bu yaşta ki bir adam için oldukça hoş göründüğünü düşünüyordu. Konuğunu bizzat karşılamış sohbet ederek yolculuğa başlamışlardı. Konuşmanın akıbeti Wagner’in duygularını gizlediğini hissettirdi genç kadına. Anlatmaktan kaçındığı şeyler var diye düşündü. Konuğunu rahat etmesi için ote-


line yerleştirirken bir gün sonra görüşmek üzere vedalaştılar. Törende konuşmasına Türkçe başlayarak sıcak bir hava yaratan Wagner hissettiklerini, düşüncelerini konferans salonundaki tüm konuklarla paylaştıktan sonra İstanbul’da bulunma sebebini yerine getirmişti. Oteline götürülürken Wagner bir rica da bulundu. Şile’ye gitmek istiyordu. Anlamına varamadığı bu isteği yerine getirmek için konuğuna söz verdi genç kadın. Ertesi sabah dondurucu soğukta Şile’ye doğru yol alırken Wagner’in yanında bir buket çiçek ve keman vardı. Adamın ne yapmaya çalıştığına anlam veremezken hoca hakkında duyduğu ajan olma ihtimali üzerinde de düşünmeye başlamıştı. Şile’ye vardıktan sonra yaşlı adam buketi ve kemanıyla bir tepeye yürümeye başladı. Maya, profesörün ne yapmaya çalıştığını daha iyi anlayabilmek için arkasından gitmeye karar verdi. Çiçeğini denize büyük bir saygıyla bırakan adam kemanıyla bir parça çalıyordu ve aynı parçayı defalarca tekrarlıyordu. Dondurucu soğukta gözyaşları içinde parçayı çalmaya devam etmesi genç kadının endişelenmesine neden oldu. Yaşlı konuğu morarmaya başlamıştı soğukta donarak ölmesi söz konusuydu çünkü profesörü defalarca uyarmasına rağmen gitmeye ikna edemiyordu, sonunda profesörü sürüklercesine götürmeye karar verdi yerinden kıpırdamayan adam denize bakarak ağlıyordu. Profesörün stuuma stuuuuma diye çıkardığı iniltilerden başka sözcük çıkmıyordu ağzından. Profesörün kaskatı kesildiğini fark edip bir otelde ısınmasına yardımcı olmaya çalışan kadının yakasını, aksililikler bırakmıyordu. Bir sobanın bile bulunmadığı otel odasında yaşlı misafirini ısıtmak için onca şey deniyor başaramıyordu. En sonunda soyunarak konuğunun koynuna girmiş ona temas ederek ısınmasını sağlamıştı. Abisinin yardımı ile profesörü hastaneye kaldırarak onu ölümden kurtarmış oldu. Maya bunca iyiliğine karşılık olarak o günkü

serenadın nedenini öğrenebilecekti profesörden, bunun sözünü almıştı çünkü.

STRUMA-FÜR NADİA ( Nadia için)SERENADE

Maximillian Wagner genç yaşında ümit vaat eden başarılı bir hukuk hocasıdır. Hocalık yaptığı sıralarda Hitlerin Yahudilere olan öfkesi yeni yeni kendisini göstermektedir ve sonrasında Yahudi öğrenciler Alman öğrenciler tarafından tacize uğramaktadır. O öğrencilerin arasında bir kız öğrenci vardır ki o Maximillian Wagner’in hayatının rotasında büyük rol oynayacak olan NADİA’ dır. Nadia ile başlayan serüveni evlilikle devam etmiş mutlu giden günlerin arkasından Yahudi kıyımı gün geçtikçe artmaya başlamıştır. Nadia’nın zarar görmemesi için adını Deborah ismiyle değiştirmiş onu alman gibi göstermeye çalışmış fakat bunlar da yetersiz kalmıştır. Hamile olan Nadia’nın sinirleri gün geçtikçe zayıflarken karısını kurtarmak için Fransa’ya gitme fikrini benimsemiştir Maximillian çünkü yaşamak için kaçmaları artık bir zorunluluktur. Fransa’ya giden trene yerleşirler ve artık tüm sıkıntıların geride kalacağına inanırlar. Trende kontrolleri yapılır ve hiç sorun çıkmaz öyle mutlu olurlar ki tüm sıkıntıları arkalarında bıraktıklarına inanırlar ve en güzeli de güzeller güzeli Nadia bundan sonra daha mutlu yaşayacaktır, kısa süreliğine eşinin yanından ayrılan Wagner döndüğünde eşini bulamaz önce sakince bekler tuvalete gittiğini düşünür sonra yine bekler... bekler... bekler... artık endişelenmeye başlamıştır etrafındaki insanlara eşini sorduğunda onu Alman askerilerinin götürdüğünü öğrenir. Dünyasının bir anda karardığını hisseder ve kapana sıkışmıştır çünkü tren hareket etmiştir artık... Deli gibi sevdiği kadın onu kurtarmaya çalıştığı insanların elindedir trenin durması için deli gibi yalvarır ve treni durdurmaya çalışır bu yaptığının suç olduğunu söyleseler de ikna olmaz sonun-

22


da onu durdurabilmek için trenin doktoru M. Wagner’e uyuşturucu iğne yapar ve uyandığında kendisini Fransa’da bulur . Artık Almanya’ya dönemez çünkü arananlar listesinde onun da adı vardır. Ailesini arar onlardan yardım diler ama hepsi Führerin askerleri tarafından kontrol edilmektedir. Yapayalnız kalmıştır… Nazi Almanyası’nda Yahudi vatandaşlar devlet kurumlarında çalışamaz kanunuyla beraber işlerinden atılmışlardır. Kaçmak istedikleri ülkeler arasında Türkiye’de yer alır hatta Einstein bu durumu bildiren ve özel izin isteyen mektubu Atatürk’e bu dönemde yazmıştır. Yahudi hocaların yüzden fazlası İstanbul’a kabul edilmişlerdir. Maximillian da o hocalar gibi İstanbul’ a gelmiştir fakat tek farkla o içlerinde ki az sayıda ki Almandan biridir. Nadia’ya ulaşabilmek için onlarca yola başvurmuş, yardım edebileceğini düşündüğü her insanın kapısını aşındırmış kısacası karısı için yardım dilenmiştir, içindeki yangın hiç geçmek bilmemiş ve Nadia’ya kavuşacağı günün hayalini kurmuştur. Sonunda Nadia’ya ulaşmayı başarmış gönderdiği bir miktar parayla onun İstanbul’a gelen gemiye binmesini sağlamıştır. Nadia’yı getirecek gemiyi beklerken içi içini kemiriyor zaman geçmek bilmiyordu. En sonunda gemi Sarayburnu’na demir attı. Yolcuların inmeye başlayacağını sanmıştı o da tıpkı diğerleri gibi, fakat bu mümkün değildi Struma adında ki bu gemiden yolcu inmesi yasaktı ve Nadia’da bu geminin içindeydi. 9 hafta sonra gemi şile açıklarına çekildi bu süre zarfında hiç umudunu yitirmedi

23

Nadia’ya kavuşacağına dair, ta ki geminin patlatıldığını gözleriyle gördüğü ana kadar. Yaşamının tüm renkleri sönüp gitmişti artık ve Nadia’ya mezar olmuştu bu deniz. Maya profesörün tuhaf davranışlarının nedenini bir bir öğrenmiş oldu. Peki ya keman? Kemanla çalmaya çalıştığı parça neydi? Ona da açıklık getirdi yaşlı adam. Nadia için özel bestelediği parçaydı o çaldığı… Çünkü Nadia Schubert’in Serenade’ni dinlerken kendinden geçerdi ona yakın bir parça olmasa da Nadia bu anlamlı parçada etmiş olduğu evlilik teklifini gözyaşları içinde kabul etmişti. Dinlediği bu hikâye Maya’ da yazma isteği uyandırdı. Bu aşkın bilinmesini istediğindendir mi ya da Profesöre duyduğu hayranlıktandır mı bilinmese de hikâyenin bir şekilde kalıcı olmasını sağlamış oldu. Zülfü Livaneli romanda, bir kadının bakışından Struma gerçeğini okurlarıyla buluştururken “ACI”nın evrenselliğini mi göz önünde bulundurmuş bilinmez 8.000 kişilik Kırım Türkü’nün yaşadığı kıyıma da değinmiştir (Mavi Alay). Aslında çok az yer verilmiş olmasına rağmen bu kadar insanın başına gelen talihsiz olayların kısacık bir bilgi ile geçiştirilmesi tarafsız gözle değerlendirme yapan herkesin içini yakacaktır. Nasıl ki Ermeni katliamından bahsedip gündemimize alabiliyorsak bize bu kadar yakın olan insanların başına gelenlere de aynı hassasiyetle yaklaşabilmiş olsaydık keşke.. Şunu artık tüm samimiyetimle söyleyebilirim ki hiçbir millet masum değildir. Hepimizin ellerinde başkalarının kanı var.. Kitap dolu günler, iyi okumalar diliyorum...


Foto Haber

.

YeraltInIn Sesi . . Graffiti -İnternet’ten Derleme-

En temel anlamıyla Graffiti, duvar yazıları ve resimler yoluyla kendini ifade etme biçimidir. Grafik sözcüğü kökeninden türetilen bu sanat; kimi çevrelerce bir sanat dalı olarak kabul edilirken, kimi çevrelerce de vandalizm olarak değerlendirmektedir. Dünyanın çeşitli ülkelerinde başta duvarlar olmak üzere uygun olan hemen hemen her zeminde görmeniz mümkün. Graffitti; sprey boya, fırça gibi çeşitli araçlar devreye girerek, neredeyse beğeni yarışması haline dönüştürülen bu sanat genel olarak hala çoğu ülkede illegal (yasadışı) uygulama olarak kabul görmekte ve yasal işlemler yapılmaktadır. İllegal uygulama olarak görülen Graffitti yeraltının sesi olarak da görülmektedir. Graffiti sanatçılarının eserlerini tarihsel eserlerde özel konutlarda ve herhangi birçok yerde görmeniz mümkün. Fakat sanatçıların rastgele boyayarak buraları graffiti zemini kabul edilip uygulama yapması graffitiye bakış açısının ağırlıklı vandalizm olarak kabul görmesinee neden olmuşlardır. Özellikle hip-hop kültürünün yaygınlaşmasıyla graffiti sanatçıları da çoğalmıştır. Graffiti sanatçıları kimliklerini gizlemek için takma isimler kullanmaktadır. Ülkemizde de bu sanata rastlamak mümkün…

24


25


26


27


28


29


30


31


Tiyatro

EPİK - DİYALEKTİK TİYATRO IŞIĞINDA

BERTOLT BRECHT VE YAPITLARI

- Ege KÜÇÜKKİPER-

-ege0692@hotmail.com-

Epik – diyalektik tiyatro, eleştirel, toplumsal ve gerçekçi bir esasa dayanır. Yani eğlendirirken eğitmek, eğitirken eğlendirmek temel amaçtır. Asla ahlak dersi vermek gibi bir çabası yoktur. Siyasi bir yapıya sahiptir fakat seyirciye siyasi bir görüşü benimsetmeye çalışmaz. Ele aldığı konular ağırlıklı olarak toplumsal (işsizlik, açlık, savaş, ekonomi vb.) ve tarihseldir. Günün koşullarında, daha önceki olayları tarihsel olarak inceler. Sürekli değişim söz konusudur. Eleştirel bir yapıya sahiptir çünkü; insanın değişebileceğini ve çevresini değiştirebileceğini gösterir. Bu değişimin olabilmesi için “yabancılaştırma” kavramından bahsetmemiz gerekir. Bertolt Brecht’e göre yabancılaştırma; olgunun, alışıldık, bilindik olaydan soyutlanıp, şaşırtıcı ve beklenmedik olana dönüştürülmesidir. Bir nevi TEZ – ANTİTEZ – SENTEZ üçlemesinin sonucudur. Bildiğimizi ve anladığımızı sandığımız olaydan yola çıkarak, zamanla yabancılaşıp, aslında doğru bildiğimiz şeyin yanlış olduğunu öğrenmemizle birlikte yeni doğruyu tümüyle kavramak seyircinin değişimini bize gösterecektir. Bu değişim olabilmesi için, seyirci, kendini sahnedeki oyuncuyla bağdaştırmamalıdır. Karaktere karşı yabancılaşmalı ve gerçeğin yeni yüzünü görmelidir. Böylece, seyirci yeni gerçeği kavrayarak düşünecek, tanıyacak ve bir bilince varacaktır. Yeni gerçeği tanıyan seyirci zaten eskisini eleştirmeye başlayacaktır. Epik - diyalektik tiyatroda

32


karakterlerin birbirini etkilemesi temeldir. Toplumsal ilişkiler arasında da oluşan bu temel ilişki, onların birbirlerine karşı tavırlarını belirginleştirir. Bertolt Brecht, ilk yapıtlarında müziği yabancılaştırma öğesi olarak kullanmıştır. Daha sonraki yapıtlarında ise oluşturduğu karakterleri merkeze alıp bölmüş ya da olayı kendi şizofrenisi içerisinde kurgulamıştır. Müziğin haricinde efektler sayesinde yabancılaştırma gerçekleştirilebilir. Bu uygulama Çin Tiyatrosundan gelmedir. Türk Tiyatrosundaki temsilcisi ise Vasıf Öngören’dir. (Zengin Mutfağı adlı oyunuyla) Alman yazar Bertolt Brecth, sadece oyun yazarı olarak değil, deneme, eleştiri, şiir, hikaye, düz yazı, inceleme ve kuramsal yazılarıyla da ün sağlamış biridir. Eleştirel, toplumcu gerçekçi tiyatroyu kuramsallaştırmış ve uygulamalı olarak göstermiştir. Piscator deneyimlerini özümseyerek, yepyeni bir tiyatroyu bizlere sunmuştur. Aristotalesçi tiyatroyu reddetmiştir. Genel olarak burjuvazi hayatının rezilliği ve iğrençliğini gözler önüne sererek, emekçi sınıfın sesi olmuştur. Yarattığı karakterler çaresiz, toplum dışı, uyurgezer, içgüdülerinin esiri olmuş, her şeye kayıtsız ve ilgisizdir.

GECE ÇALAN TROMPETLER

Baş karakter Asker Kragler, kendisini aldatan nişanlısıyla yatabilmek için, dışarıda süren “Spartaküs” devrimci hareketine katılmayı reddeder. “Nasıl olsa bu gürültü patırtı sabaha son bulur. Ben de sevdiğimle sevişmiş olurum. Temiz gömlek giyer, çizmelerimi parlatırım” düşüncesine sahip olan ve burjuvaziyi temsil eden Kragler, içgüdülerinin kölesi olmuştur. Oyunda, bundan başka bir öykü daha bulunmaktadır. Aynı gece, kentte siyasal bir hareket daha yaşanmaktadır. Bu hareket bizlere, davul ve trompetlerle anlatılır. Fakat sahneleniş biçimi farklıdır. Enstürmanlar, plastiktir. Nişanlı ise, korkutucu bir makyaja sahiptir. Bu oyun, Bertolt Brecth’e, “Umut vadeden yazar” ödülünü kazandırmıştır.

2. EDWARD

Bertolt Brecht’in ilk rejisörlüğü ve uyarlamasıdır. Kahraman yaratımındaki popülerizme karşı, 2. Edward’ı, eşcinsel tutkularına yenik düşen biri olarak sunar. İlk kez bu oyunda sahne başlığı kullanılmıştır.

33

Bu teknik, bir sonraki sahnede neler olacağını anlatır. Bu sayede seyirci oyunun sonunu düşünmez. Dikkatini, oyunun gelişimine kaydırır. Yani pasif durumdan aktif duruma geçer.

ADAM ADAMDIR

İlk Marksist oyunudur. Hamal olan Galy Gay’in, bir gece içerisinde nasıl emperyalist bir askere dönüştüğü anlatılır. Bireyin yok edilmesi, söndürülmesi, kitlenin bir parçası haline getirilişi gözler önüne serilir. Sistemin, bir insanı nasıl değiştirebileceği vurgulanır.

FARKLI BİR KAVRAM: SPOR TİYATROSU

Bertolt Brecht, farklı bir kulvara yönelmiş ve spor tiyatrosu kavramını geliştirmiştir. Bunun içinde “boks maçı” metaforuna başvurmuştur. Bu tarzda yazdığı tek eseri mevcuttur. O da;

KENTLERİN FUNDALIĞINDA

Oyun, 2 gangsterin, birbirlerine karşı oynadıkları oyunları, nefretleri, kinleri anlatır. Zaten suç ve ahlaksızlığın kol gezdiği kent, bu olaya ilgisiz kalmıştır. Bertolt Brecth şöyle der; “Taraf tutmayın, karakterlerin talihleri üzerine yorumlar yapın. Sonuçta kim kazanırsa, kendi çıkarınız nerede bulunuyor onu hesaplayın.”

PİSCATOR İLE YOLLARININ AYRILMASI

Piscator’un, politikanın hizmetine girmiş olması ve tiyatroyu propaganda amaçlı görmeye başlaması, Brecht ile yollarının ayrılmasına sebep olmuştur. Brecht’e göre; bu asla tiyatronun önünü açabilecek bir işlev olmamış, siyaset sadece kapıyı aralayan bir etken olmuştur. Hem öğreticiliği hem de eğlendirme misyonunu bir araya getirmeye çalışmış ve bu tekniğe “montaj tekniği” demiştir. Bu teknikle yazdığı ilk oyunu;

ÜÇ KURUŞLUK OPERA (DİLENCİLER OPERASI)

Dilenciler Operası adlı yapıttan esinlenerek yazılan eser, insanlara dilencilik yaptırarak, onların sırtından geçinen Bay Peachum ile haydutlar dünyasının başı sustalı Mackie’in karşılaşması ele almıştır. Burada gösterilmek istenen şey ise, burjuva sınıfına ait olan,


yükselme, tutku, heyecan ve aşkın, haydutlar dünyasın- Kendi emeğine yabancılaşan insanın, kendine de yada da kendisine yer edinebilmiş oluşudur. Bu oyuna bancılaşması kaçınılmazdır. çok benzer bir diğer oyunu, MAHAGONNY KENTİNİN YÜKSELİŞİ VE DÜŞÜŞÜ’dür. Bu iki eser, epik CARmüzik kavramının tam anlamıyla kendini gösterdiği RAR eserlerdir. ANANIN Daha sonra yazdığı oyunlarda, fabrika işçilerinden, Sİöğrencilere kadar her kesimden insanın oynayabileceği LAHLARI karakterler yaratmıştır. Üzerinde durduğu temalar, İspanya dindarlık, iyilik ve vatanseverliktir. Oyuncular, birden iç savaşını fazla karakteri canlandırarak oynarlar. konu edinir. Bu nedenCarrar Ana’nın Silahları tiyatro oynunda bir sahne KURALLA KURAL DIŞI le İspanya halkına adanmıştır. Aristotalesçi teknikle Hamal, onu döven, ezen sonra da susayan tüccara yazılmış ilk ve tek oyunudur. Carrar Ana, savaşa matarasını çıkarıp su vermek ister. Nefret edildiğinin tamamen karşı, ailesini ve çocuklarını seven, birlik ve bilincinde olan tüccar, hamalın matarasını taş gibi beraberlik gibi kavramları savunan, kocasını savaşta görür ve hamalın ona büyük bir taşla saldırdığını sanarak tabancasıyla onu öldürür. Yargıç mahkemede, yitirmiş biridir. Kendisi gibi düşünmeyen kişilere karşı, daima düşüncelerini savunur. Fakat başına korkunç bir nefret ettiği birine su vermenin akıl dışı olduğunu olay gelir. İyi ile kötünün karşılaştırıldığı bu oyunda, kabul ederek tüccarı beraat ettirir. Öyleyse hamalın iyinin de şiddete başvurmadan ayakta kalamayacağını, yaptığı hareket ne kadar insancıl olursa olsun duygusorunlarını çözemeyeceğini, eğer karar vermekte larıyla hareket ettiği için ölümü haketmiştir. gecikirse ya da hiç karar veremeyecek durumdaysa, bunun sadece kötünün işine yarayacağını anlatır. MEZBAHALARIN JOHANNASI Johanna adında iyiliksever ve dindar bir kadının, GALİLE’NİN YAŞAMI dışardaki aç, yoksul, şiddet içeren insanlara karşı, Hris- Bir bilim adamının, topluma karşı olan sorumlutiyanlık inancını anlatması, iyilik yapması ve daima luklarının irdelendiği bir oyundur. Bir bilim adamı şiddet yerine sevgiyi önermesiyle başlayan oyun, olarak Galile, siyaset konusunda vurdumduymazdır. Johanna’nın son nefesini verirken bir şeyi fark etmesiEgemen olanlar, bilimsel çalışmalara ihtiyaç duymakta yle son bulur. Fark ettiği şey, iyi ve sevgi dolu tavrıyla, fakat bu çalışmalar, kendi iktidarlarını tehlikeye sokyöneticilerin, yoksullar üzerinde baskı kurduğu ve bu baskının kurulmasında kendisininde payının oluşudur. maktadır. Bu nedenle, bilimsel çalışmalara düşmanlık duyulur. Oyunda, ihtiyaçla, düşmanlığın karşıtlığı İşte bu yüzden ölürken, şiddeti savunmuştur. Burada vurgulanır. “Kahramanları olmayan ülke mutsuzdur.” dine ve iyiliğe karşı siyasal bir tavır takınılmıştır. cümlesi üzerine Galile; “Kahramana ihtiyacı olan ülke mutsuzdur.” cevabını verir. 2. Dünya savaşı dolayısıyKÜÇÜK BURJUVANIN YEDİ GÜNAHI la yurdunu terk etmek zorunda kalan Brecht, çeşitli Anna adlı karakter, içgüdüsel ve duygusal olmasının ülkeleri dolaşır. Bundan böyle anti – faşist oyunlar yanı sıra, akılcı olarak iki yönlü bir tiptir. Bir gün yazacaktır. doğduğu kenti terk eder ve para kazanmaya başlar. Bu arada aşık olur, ancak tüm duygularına gem vurARTURO Uİ’NİN ENGELLENEBİLİR YÜKarak, kazandığı para ile memleketine geri döner. Bu SELİŞİ oyunda irdelenen şey; ticarete dayanan bir düzende, Faşizan eğilimin yükselişini kaçınılmaz bir duiçgüdü, yerini mantığa bırakmıştır. Kapitalizmde rum olarak değil tarihsel olarak engellenebilir bir yaşayan insanın iki yönlü karakterine vurgu yapılır. gelişim olarak gösterilir. 1929 ekonomik bunalım

34


sürecinde, şirketlerin çıkar savaşında oyuna gelen Belediye Başkanı’nın aklanmak için çete lideri Arturo Ui ile işbirliği yapması sonucu, Arturo Ui’nin giderek büyümesi ve bir sömürü çarkı oluşturarak, ülkenin kaderini nasıl değiştirebileceğini anlatır. Oyunda Arturo Ui, Hitleri temsil ederken, Belediye Başkanı ise Almanya Cumhurbaşkanı Hinderburg’u temsil eder. Brecht bu oyunda, küçük bir burjuvanın, büyük katillere duyduğu, büyük saygıyı kırmaya çalışır.

PAY PUNTİLLA VE UŞAĞI MATTİ

Bay Puntilla bir toprak ağasıdır. Sarhoşken dünya iyisi bir insan olan Puntilla, ayıkken ise lanet bir insan olur ve tam bir toprak ağası gibi davranır. Brecht bu oyunda karakterin bölünmüşlüğü tekniğini kullanarak iyilik ve kötülük kavramlarını tartışır. Hangi durum onun için zararlıdır? Ya da hangi yönü onun için hayırlıdır? Brecht burada, eğer, insani değerlerden yoksunsanız, otorite sizsiniz. Acımazsınız ve yükselirsiniz. İnsani değerlere sahipseniz, yağmalanmaya ve suistimal edilmeye mahkumsunuz. Cümlesinin altını çizer.

SEZUAN’IN İYİ İNSANI

Bu oyunda, oyunun merkezinde yer alan Shen Te / Shui Ta karakterinin bölünmüşlüğü aracılığıyla Brecht, günümüz dünyasında iyi insan olmanın mümkün Sezuan’ın iyi İnsanı tiyatro oynunda bir sahne olup olmadığını sorgular. Kendi çıkarlarına ters düşmek uğruna çevresine iyilik saçan Shen Te ile onun acımasız bir kapitalist olan, kimsenin gözünün yaşına bakmayan Shui Ta görünümünün çözümsüzlüğünü ele alarak alır. Bu iki eser, yabancılaştırmanın ilk evresi olan, “oluşturulan karakterleri merkeze alıp bölme” tekniğine örnektir.

CESARET ANA VE ÇOCUKLARI

Cesaret ana, çocuklarını savaşa kaptırmadan, savaştan payına düşeni ister. Ama çocuklarını teker teker yitirir. Bir savaştan çıkıp koşa koşa diğerine giden cesaret

35

anaların eleştirisidir bu oyun. Empatiden yararlanılmıştır. Kendinizi zaman zaman cesaret anaya yakın, zaman zaman ise uzak bulursunuz. Çünkü siz, olaya tanıksınızdır. Hükmü verecek kişi sizlersiniz.

KAFKAS TEBEŞİR DAİRESİ

Brecth’in, en uzun oyunudur. 6 perdelik eserde, 4 ayrı bölüm bulunur. Bunlar; Ön oyun, Gruşa ve çocuğunun öyküsü, Azdak’ın öyküsü ve Kafkas Tebeşir Dairesi sınamasıdır. Brecth’e göre oyun; Brodway canlılığında olmalı, revüler ve müzikallerden oluşmalıdır ama asla bir Brodway prodüksiyonuna dönüşmemelidir. Hitler’in işgalci orduları tarafından Gürcistan’ın kuşatılması, keçi yetiştirmekle geçinen yerel halkın bu işgale direnişi ve sonrası, Kafkas Tebeşir Dairesi’nin konusudur. Bu iki eser ise, yabancılaştırmanın ikinci evresi olan, “olayı kendi şizofrenisi içerisinde kurgulama” tekniğine örnektir. Tiyatro dolu günler dilerim...


36


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.