Önsöz “Dünyanın Yedi Harikası” diye tanımlanan eserler, antik çağlarda tamamı insanoğlu tarafından inşa edilen ve biri dışında günümüze adlarından ve öykülerinden başka bir şey kalmayan olağanüstü yapıtlardır. MÖ II. yüzyılda Yunanlı tarihçi Sidonlu Antipatros “Dünyanın Yedi Harikası” adlı eserinde yedi harikayı sıralamıştı. O dönemlerin imkanlarıyla dünyanın tüm bölgelerine ait bilgileri toplamak mümkün olmadığı ve Amerika, Uzakdoğu gibi uzak memleketlere ulaşmak zor olduğu için sadece yakın çevresindeki yerleri listesine alabilmişti. İşte Antipatrus’un listesi zamanımıza kadar değişmeden gelmiş, günümüzde de “Dünyanın Yedi Harikası” olarak kabul edilmiştir. 7 Temmuz 2007 tarihinde, İsviçre’de bir organizasyon tarafından dünyanın dört bir yanından yaklaşık yüz milyon kişinin cep telefonları ve internet üzerinden altı yıl boyunca kullandıkları oylar sonucunda, Dünyanın Yedi Harikası’na alternatif olarak “Dünyanın Yeni Yedi Harikası” seçilmiş ve açıklanmıştır. Antik ve yeni dünyanın yedi harikalarını gezip vahdaniyet delilleriyle Tevhidin İzleri’ni keşfetmeye hazır olun.
GİZE PİRAMİTLERİ VE SFENKS – MISIR Gize Piramitleri, dünyanın en eski turistik alanı ve hâlâ gizemle örtülü. Antik dünyanın yedi harikası arasında tek ayakta kalmışları olan piramitler, 19. yüzyıla dek, yani yapılışlarından 5000 yıl sonra bile dünyanın en yüksek yapılarıydı. Neredeyse eksiksiz bir doğrulukla yapılmış üç yapı, yani en büyükleri ve en eskileri olan Kufu (Keops), daha yüksek bir zemine inşa edildiği için daha yüksek görünen Kefren ve en küçükleri olan Mikerinos akla daha derin anlamlarına dair sorular getiriyor.
2
Heybetli Kufu Piramidi’nin yakınında duran büyüleyici yarı aslan (kraliyeti temsilen) yarı insan (gücü simgeleyen geleneksel başlığıyla) bu heykel ortaya nefes kesici bir görüntü çıkarıyor. Şimdi buraya gelen turistlere deseniz; “Bu kadın başlı aslan vücutlu heykeller ve piramitler, çevredeki küp küp taş yığınlarının çöl rüzgârlarının esip savrulmasıyla bu alanda tesadüfen çarpışmaları sonucu kendiliğinden oluştular!” Bu kadarına da pes doğrusu! diyeceklerdir. Onlara; “Şu gezinen kadın başları ve aslan vücutlu erkekler dünya sahrasında kum taneleri gibi yığılan atomların tesadüf rüzgârlarının binlerce yıl esip savurmasıyla kendiliğinden oluştular!” deseniz, buna inanmayacak neredeyse kimse yok. Bu kadarına da pes doğrusu!
3
BABİL’İN ASMA BAHÇELERİ MÖ 605 yılında Babil Kralı Nebukadnezar tarafından yaptırıldığı söylenen, çorak Mezopotamya Çölü’nün ortasında yapay dağların, çeşitli ağaçların, bitkilerin ve akan suların bulunduğu tahmin edilen çok katlı bir bahçedir. Babil’in Asma Bahçeleri’nin günümüze ulaştığını varsayıp orasını turistlerle beraber ziyarete gidiyoruz. Babil’in Asma Bahçeleri’ni gezerken muhteşem kubbeler, sütunlar ve heykellerle bezeli bu yapıya girdiğimizde taş duvarlarına ustalıkla işlenmiş çeşitli ağaç, çiçek ve süs bitkilerinin kabartma figürlerine rastlayıp desek; “Bu harika yapı Fırat Nehri’nin taşları buraya yıllarca sürüklemesi sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Duvarlarındaki ağaç ve çiçek motifleri de Mezopotamya Çölü’nün hırçın rüzgarlarının taşları aşındırması sonucu tesadüfen oluşmuşlardır.” Bu antik çağ yalanına hiçbir kimse inanmayacaktır. Daha sonra Babil Kulesi’nin etrafında piramit oluşturacak şekilde taraçalar halinde yükselen teraslı bahçelerinde dolaşırken dünyanın dört bir tarafından getirilip dikilen palmiye, manolya, defne, zeytin, hurma, sedir, servi gibi ağaçları; yasemin, hanımeli, duvar sarmaşığı, sardunya, begonvil, mor salkım gibi çiçekleri gösterip; “Bu her biri sa4
nat harikası olan bu bitkilerin şekil ve suret veren üstün akıl sahibi Sanatkarı kimdir?” desek, bu harika sanatı tabiat ve tesadüflerin karışık ellerine veren, akıl ve vicdanları küfür ve isyan sarmaşıklarıyla sarmaş dolaş, kalpleri inkarcı fikirlerle filizlenmiş ve tüm vücuduna dal budak salmış bu tabiat bataklığına saplanmış kütüklere yine desek; “Duvarlarına ustalıkla işlenmiş ağaç ve çiçek motiflerinin akıl sahibi bir sanatkarı varsa ve bu sanatkar taşın kendisi veya tabiat olamazsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu toprağa ustalıkla işlenmiş canlı ağaç ve çiçeklerin de üstün akıl sahibi bir Sanatkarı olmalı. Bu Sanatkar ilim, şuur, kudret, irade, akıl ve hayattan yoksun toprak ve tabiat değil; sonsuz ilim, güç, hikmet, sanat ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’tır.” Bakın şu binanın sütunları arasında Babilli ustaların yaptıkları limon ağaçları sanki canlı gibi gerçek görünüyor. Ama sakın koparıp yemeye kalkışmayın çünkü balmumundan yapılmışlardır. Şimdi sizlere desem, bu balmumu ağaçlarını da toprak ve tabiat kendisi icad etti. Bu yalana karşı suratınız limon gibi ekşiyecektir. Şimdi balmumundan yapılmış ağaçları görüp bunların sanatkarını tabiat ve tesadüflere değil, rahatlıkla Babilli sanatkarlara verip, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu her biri kusursuz ölçü ve düzen içindeki asıllarının şekil ve suretlerini, kusursuz renk, estetik, koku ve tatlarını kör, sağır, düşüncesiz ve camid toprağa, tabiat ve tesadüflere havale etmek tam bir körlük, sağırlık, şuursuzluk ve adeta yaşarken mumya gibi kendi bedenlerimizi inkar bezleriyle sargılı yapıp çabuk mezara sokmaktır. “Hiç şüphesiz ki, her şey Allah’ın yüce kudreti ile meydana gelmiştir. Her şeye gideceği yolu gösteren ve çizen O’dur. Toprak ve bitkilerle ilgili araştırmalarda derinleştikçe Allah’a imanım da o nispette arttı” (Prof. Dr. Lestergon Simurden, Cochin Üniversitesi Tarım ve Matematik Profesörü) “Asmalı asmasız bahçeleri, hurmaları, tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları-birbirine benzer ve benzeşmez-yaratan O’dur.” (En’âm Suresi, 141) 5
ZEUS HEYKELİ MÖ 456 yılında yapımı bitirilen Zeus Heykeli, adına olimpiyat oyunları düzenlenen “Tanrıların Kralı Zeus” adına Olimpos şehrinde yapılmıştır. Yunanlılar “Olimpiyat” adını verdikleri bu oyunların öneminin artması ve yayılmasıyla Tanrıların Kralı Zeus’un adına yakışır bir tapınak yapmak istemişlerdir. Önce tapınak yapılmış daha sonra tapınağın batı ucuna ünlü heykeltıraş Phidias tarafından Zeus Heykeli yapılmıştır. Heykel 12 metre yükseklikte ve 7 metre genişlikteydi. Zeus tahtında oturmuş vaziyette yapılmış, baş tarafı tapınağın tavanına kadar uzanmaktaydı. Taht ve heykelin kaplaması abanoz, altın ve fildişi gibi değerli taşlardan yapılmıştı. Bugün yerinde yeller esen bu heykel tüm haşmetiyle günümüze ulaşabilseydi, dünyanın dört bir yanından insanlar onu görmek için bölgeye akın edeceklerdi. Bunu varsayıp ziyaret için tapınağa gelen turistlere desek; “Bu Zeus Heykeli, Olimpos Dağları’ndaki bir kaya kütlesinin, sert rüzgarların binlerce yıl kayayı aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuş, atalarımız da alıp tapınağa koymuşlar.” Bu saçmalığa hiçbir akıl sahibi inanmayacaktır. 6
Sonra heykelin karşısına geçip hayranlıkla izleyerek heykeltıraşını takdir eden turistlere desek; “Nasıl bu heykelin akıl sahibi bir sanatkarı varsa, bu heykelden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu heykele bakan insanların da akıl sahibi bir Sanatkarı olmalı. O Sanatkar ilim, kudret, şuur, akıl, irade ve hayattan yoksun kör, sağır, düşüncesiz, ve cansız tabiat ve tesadüfler değil; sonsuz ilim, güç, hikmet, sanat ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Gelin sizler de O’na iman edin.” Bakın benim de gözlerim var ve hem de görüyor, onun ise görmüyor. Bakın kulaklarım duyuyor, ağzım konuşuyor. Parmağımı ani uzatıp heyt! desem irkilmez ben de ise refleks var, kalbim hızlı atar. Bakın akciğerlerim nefes alıyor onun ise almaz zaten yok ortadan ikiye bölsek mermer blok çıkar. Benim ise içimde mükemmel sistemlerle işleyen iç organlarım var. Hangimiz daha sanatlı, hikmetli ve harika? Yıllarca tıp fakültelerinde okuyup bir de ihtisas yapıyor doktorlar gözü, kalbi, beyni… daha iyi anlayıp öğrenebilmek için. Binlerce sayfa kitaplar okuyorlar Allah’ın sanatındaki detayları kavrayabilmek için. Arkadaşım dişin uzmanlığına hazırlanıyordu. Yayınevinden kitapları almış eve taşımak için hamal tutmuş. Heykele bakıp heykeltıraşı bir defa takdir ediyorsa insan aynada kendisine bakıp sanatkârı olan Allah’ı binlerce defa takdir etmesi gerekmez mi? İşte 7 milyar insanın çoğuna hâkim olan bir akıl tutulması var. Dinsizlik, inkâr ve gaflet büyüsü her yeri sarmış. Dalalet, safsata, kibir, inat, görenek gibi şeytani hilelerle insanlar inkâr ve küfür bataklığına saplanmışlar ve hakikati göremiyorlar. Gözler kör değil, basiretler kör olmuş, akıllar bağlanmış. And olsun cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler… İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179) 7
RODOS HEYKELİ MÖ 282 yılında Rodoslular tarafından Güneş Tanrısı Helios adına yapılmıştır. 32 metre yüksekliğinde olan ve elinde bir meşale tutan bu heykelin yapımı tam olarak 12 yıl sürmüştür. Devasa büyüklükteki bu heykelin bir parmağının bile insan boyunda olduğu söylenmektedir. Rodosluların çok uzun bir kuşatmadan kurtulma sebebiyle Güneş Tanrısı Helios’a şükranlarını bildirmek için yaptıkları bu heykel yalnızca 56 yıl ayakta kalabilmiş ve bir deprem sonucunda yıkılmıştı. Şimdi heykelin bulunduğu yeri görmeye gelen turistlere desek; “İstilacı Makedonyalıların kadırgaları ve içindeki askerlerin bronz kalkanları Güneş Tanrısı Helios’un gazabına uğrayıp azgın dalgalarla parçalandılar. Yıllar sonra bu ahşap, demir ve bronz parçaları ve sahildeki taşlar rüzgarların bodoslaması dalgaların lodoslamasıyla bir araya gelip sürüklenmesi sonucu kendiliğinden bu Rodos Heykeli oluştu.” 8
Turistler diyecektir ki; “Bize efsane anlatmayın. Akıl sahibi bir usta olmadan nasıl bu harika heykel kendiliğinden oluşsun, bırak heykeli parmağı dahi oluşamaz.” Şimdi desek ki; “Sel gibi istilacı akan unsurların yani güneş, hava, su ve toprağın önüne kattığı kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiat yığınlarının sürüklenmesi ve çevredeki camid sebeplerin bir araya gelmesi sonucu bu kainat ve içindeki mahlukat kendiliğinden oluşmuştur.” Bu efsaneye inanmayacak neredeyse yok gibi. "Akıl sahibi bir usta olmadan mükemmel bir ölçü ve düzen içinde yaratılan bu bitki, hayvan ve insan taifelerinin şekil ve suretleri nasıl kendiliğinden oluşsun, bırak bunları bir tanesinin parmağının ucundaki hücre dahi tesadüfen oluşamaz" diyebilen bir tane çıkar mı acaba akılları tabiat efsaneleriyle virane olmuş bu divanelerden? Ünlü fizikçi Sir Fred Hoyle’un hayatın başlangıcıyla ilgili çok çarpıcı bir benzetmesi vardır. Hoyle, “Akıllı Evren” (The Intelligent Universe) isimli kitabında canlılığın tesadüflerle doğduğunu, hücrelerin kendiliğinden oluştuğunu iddia eden evrim teorisi hakkında şöyle bir yorum yapar: Hayatın başlangıcına ait senaryoyu şöyle düşünebiliriz: Bir kasırganın, Boeing uçak fabrikasının yanında bulunan yedek parça deposundaki malzemeleri savurarak, kaza sonucu bir Boeing -747 uçağı oluşturması gibidir. Fred Hoyle’un bu benzetmesi kuşkusuz son derece isabetlidir. Şu ana kadar gördüğümüz tüm örneklerden de anlaşıldığı gibi gerek hayatın varoluşu, gerekse şu an içinde barındırdığı sistemlerin kusursuzluğu tüm bunları meydana getiren büyük bir kuvveti aramamıza sebep olmaktadır. Zira nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bir uçağı meydana getiremiyorsa, evrenin -daha farklı isimler de takılsa- plansız olaylarla meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün olamaz. Dahası, evren bir uçakla karşılaştırma dahi yapılamayacak kadar sayısız detayla donatılmıştır.
9
İSKENDERİYE FENERİ Gemicilerin güvenliğini sağlamak ve onları yönlendirmek amacıyla MÖ 290’lı yıllarda Büyük İskender tarafından yaptırılan fenerdir. 166 metre yüksekliğinde beyaz mermerden yapılan fener, Mısır’ın İskenderiye kenti kıyısındaki Faros adasında olup, bugüne kadar yaptırılmış en yüksek fenerdir.
Bu fenerin en büyük özelliği gündüzleri dahi gün ışığını denize yansıtabilmesiymiş. Geceleri cilalı bronz aynaların önünde yakılan ate-
şin yansımasıyla, 50 km mesafeden bile görülmekteymiş. Uzun süre ayakta kalmayı başaran fenerin orta kısmı 10. yüzyılda depremler ve doğal şartlar sonucunda çökmüş, 15. yüzyılda da tamamen yıkılmıştır. Şimdi içinde yığınla taş ve kayalar olan Mars Gezegeni’ni düşünelim. Çok kuvvetli rüzgârlar ve aylarca kum fırtınalarının hüküm sürdüğü bu gezegeni doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklerseniz,
şimdiki şekilsiz ve karışık halinden fazla bir şey göremezsiniz. 10
Ama eğer milyarlarca yıl sonra gezegenin üstünde bu taşlardan yapılmış İskenderiye Feneri gibi bir yapı görseniz ve bu yapının üstünde ince ince işlenmiş heykeller olsa, bu her bir detayı iyice ölçüp hesaplanmış yapının ve üstündeki sanat eserlerinin kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiatlar, cansız ve şuursuz sebeplerle kendiliğinden yapılamayacağına karar verirsiniz. Yapılacak tek açıklama gezegendeki bu yapının bir “akıl” tarafından inşa edilmiş olduğudur. Şimdi içinde yığınla taş ve kayalar olan bir gezegen düşünelim. Çok kuvvetli rüzgarlar, yağmur, şimşek, dalga, fırtına ve erozyon, radyasyon, ultraviyole ışınlarına maruz bıraktığımız bu gezegeni doğal şartlara bırakır ve yıllar sonra hayatın oluşmasına olanak verecek şekilde her bir detayı iyice ölçüp hesaplanmış bir Mavi gezegenle karşılaşsak ve üstünde ince ince işlenmiş beyaz, sarı, kırmızı, siyah ırkların ve yüzbinler çeşit bitki ve hayvanatın oluştuğunu görsek, bu olağanüstü yapının ve üstündeki sanat eserlerinin kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiatlar, cansız ve şuursuz sebeplerle kendiliğinden yapılamayacağına karar veririz. Yapılacak tek açıklama gezegendeki bu dengelerin ve içindeki mahlukatın sonsuz bir Akıl tarafından inşa edilmiş olduğudur. Evrendeki hayret verici dengeleri ve düzeni inceleyen her insanın karşısına çıkan bu gerçek son derece açıktır: Tüm evrende üstün bir tasarım, kusursuz bir düzen sergilenmektedir. Bu düzenin sahibi elbette her şeyi kusursuzca var eden Allah’tır. Allah evrenin yaratılışındaki düzene, “belli bir ölçüyle” hesaplanmış dengelere bir ayetiyle şöyle dikkat çekmiştir. “Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur, Her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş belli bir ölçüyle takdir etmiştir.” (Furkan Suresi, 2)
11
HALİKARNAS MOZOLESİ MÖ 350 yılında Karya Kralı Mausollos için karısı ve kız kardeşi tarafından Pythea adlı bir mimara yaptırılan anıt mezardır. O zamanki adıyla “Halicarnassus” olan Bodrum civarında yapılmıştır. 45 metre yüksekliğe, 30 metre genişliğe ve 25 metre uzunluğa sahip olan bu mozolenin tepesinde zaferi simgeleyen dört atlı bir savaş arabası ve arabanın üzerinde de Kral Mausollos ve karısının heykelleri yer almaktaydı. Bu anıt mezar 15. yüzyıldan önce bir deprem sonucu çökmüştü. Haçlı Seferleri sırasında St. John Şövalyeleri, bugün hala var olan Bodrum Kalesi’ni yapmak için mozolenin yıkık taşlarını kalenin yapımında kullanmışlardır. 12
Mozolenin yükseldiği yer olan çukur alanda günümüze anıt mezardan geriye birkaç mermer kalıntısından başka bir şey kalmamıştır. Çukurun en derin yerinde asıl mezar odası bulunmakta ve burada kabartma heykel ve figürlerle işlenmiş kralın mermer lahidi bulunmaktaydı. Bu lahid de kaybolmuştur ama aynı boyutlarda Mausollous’un babasına ait olan ve günümüze kadar ulaşabilmiş Hekatomnos Anıt Mezarı bulunmuştur. Antik dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve günümüze “Mozole” (Mausoleum) kavramını taşıyan, “Halikarnas Mozolesi”nden (Halicarnassus Mausoleum) daha erken bir dönemde, aynı boyutlarda Mausolus’un babasına ait olan ve günümüze kadar ulaşabilmiş tek örnek olan ve eşsiz bir değer taşıyan Anıt, Karya Bölgesi’nin en önemli kentlerinden olan Muğla’nın Milas ilçesinde 2010 yılında bulundu. MÖ 4. yüzyıla tarihlenir. Lahdin ön yüzünde Hekatomnos bir veda sahnesiyle betimlenmiş. Arka yüzünde ise oğlu Maussollos aslan avındayken betimlenmiştir. Lahdin dört bir yanını çevreleyen frizlerde Kral Hekatomnos’un yaşamına ilişkin sahnelerin, dönemin en usta heykeltıraşları tarafından işlendiği görülmektedir. Şimdi hiçbir zaman diyemeyiz ki, 2400 yıl öncesine ait toprak altında kalan mermer bloklar zamanla çevresel etkilerden etkilenerek dört bir yanında kendiliğinden bu kabartma heykeller oluştu. Anıtın heykeltraşını yanında duruyorken görmesek de kanıtı ortada duruyor. Şimdi hiçbir zaman diyemeyiz ki binlerce yıl öncesine ait cansız ve şuursuz atomlar, zamanla çevresel etkilerden etkilenerek dünyanın dört bir yanında kendiliğinden bu kabartma heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı canlı suretlerine dönüştüler. Bu mahlûkatın Sanatkarını hâşâ bir yerde oturuyorken görmesek de kanıtı ortada duruyor. Yeter ki aklımızdaki mantık ve izan, kalbimizdeki iman, hırsız soyguncular tarafından Hekatomnos’un altın tacı gibi çalınmasın. 13
ARTEMİS TAPINAĞI Selçuk Efes’te bulunan Artemis Tapınağı, Lidya Kralı Croesus tarafından MÖ. 550’de Bereket Tanrıçası Artemis için dönemin en ünlü heykeltıraşlarına yaptırılmıştır. Dünyanın yedi harikasını ilk defa derleyen Yunanlı Sidon, Babil’in Asma Bahçeleri’ni, Zeus Heykeli’ni, Mısır’daki piramitleri gördüğünü ama Artemis Tapınağı’nı gördüğü zaman çok farklı duygular yaşadığını belirtmiş; “Artemis Tapınağı’nı gördüğüm zaman diğer harikalar tüm parlaklıklarını kaybetti” demiştir. Bizanslı tarihçi Filon da Artemis Tapınağı’nı, Babillilerin kudretli işçiliğini, Mozoles’in mezarını gördüğünü ama Efes‘te bulutlara doğru yükselen Artemis Tapınağı’nın onları gölgede bıraktığını açıklamıştır. Tapınak dönemin en ünlü sanatçılarının bronz ve mermer heykelleri ile süslenmiş olup doksan metre yükseklikte ve kırk beş metre genişlikte devasa bir yapıymış. Yüz kadar sütunu olduğu söylenmektedir. Tamamen mermerden yapılmış Artemis Tapınağı içinde bir çok sanat eseri vardı. Tapınak, ünlü Yunan heykeltıraşları tarafından yapılmış heykeller, tablolar, altın ve gümüşle bezenmiş kolonlarla donatılmıştı. Dönemin ünlü heykeltraşları en güzel heykellerini yapmak için birbirleri ile yarıştıkları kaynaklardan öğrenilmiştir. 14
Yapının içinde Bereket Tanrıçası Artemis’in devasa heykeli olup yüz yıllar boyunca antik çağın insanları tanrıçaya inançlarını ve isteklerini sunan hediyeler getirmişlerdir. Yapılan kazılarda bilezikler, küpeler, gerdanlıklar ve fildişi heykeller bulunmuştur. Şimdi buraya tapınmaya gelen antik çağın insanları tapınırken birden bir deprem olsa, yer feci bir şekilde sallanıp gökler şimşeklerle yarılsa Artemis Tapınağı’nın sütunları yıkılsa, sütunların mermer bordürlerindeki heykeller yerlere devrilse ve ardından bir mucize yaşansa; heykeller kalkıp yürümeye başlasalar ve “Kaçın! Kaçın!” diye çığlık atıp tapınağı terk etseler insanlar “Kıyamet mi kopuyor?” diye çığlık çığlığa bağırıp kaçışmazlar mı? Yıllardır tüm ihtişamıyla duran, zamanla çevresel ve insani etkilerden dolayı birkaç sütun kalıntısından başka yerinde birşey kalmayıp tertemiz olan bu Artemis Tapınağı ve usta heykeltıraşların hünerli elleriyle yonttuğu yüzlerce heykelleri görseydik hiç kimse diyemezdi ki, tabiat depremlerle içindeki taşları parçaladı, volkanlarla eritti, yağan yağmur çakan şimşeklerle yontup, sel sularının taşıdığı alüvyonlarla cilalayıp; fırtına, tipi ve rüzgarlarla en son bu şeklini verdi. Yine hiç kimse diyemez ki; “Bu evren, güneş, yıldızlar, dünya gezegenimiz ve içindeki yüzbinlerce bitki, hayvan ve insanların yapı taşları olan atomlar kendiliğinden bir araya gelip, tabiat tarafından depremlerle sallanıp, volkanlarla haşlanıp, yağan yağmurlarla ıslanıp, çakan şimşeklerle parçalanıp, sel sularının taşıdığı alüvyonlarla cilalanıp, fırtına, tipi ve rüzgarlarla son rötuşları verilip bir heykeltıraş gibi her birinin ayrı ayrı şekil ve suretleri oluştu!” Ama diyen ve dinleyen çok demeyen ve dinlemeyen az. Hangisi size tuhaf geldi? Heykellerin kaçışması mı, tabiatın karıştırılması mı, Artemis'in tertemis olması mı, kaçık akılların inkar bataklığıyla kirlenmesi mi? Dünyanın dört bir yanında üniversite amfilerinde bilimsel teori olarak bu saçma ve mantıksız iddiaları dinleyen talebelerin, Artemis'teki heykeller gibi “Kaçın! Kaçın!” diye çığlık atıp bu hurafe ve tutarsız fikirleri terk etmeleri gerekmez mi? 15
PETRA ANTİK KENTİ Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, Arabistan yarımadasında yer alan Ürdün'de, MÖ 400 ve 106 yılları arasında Nebati krallığına başkentlik yapmıştır. Kaya bloklarına oyulmuş tapınaklar, amfi tiyatro, kral mezarları ve kabartma figürlerin her biri hayranlık uyandırıcı türden. Özellikle kayalara oyulmuş, 12 katlı bina yüksekliğindeki El-hazne (hazine) tapınağı, gösterişli ön cephesindeki sütunlar, kabartma heykeller, hayvan ve çiçeklerle süslü figürler göz kamaştırıyor. Arap çöllerinde kayıp bir mücevher gibi parlayan bu yapıyı hiç kimse diyemez ki, binlerce yıl esen çöl rüzgârlarının kumları savurmasıyla kayaları aşındırarak kendiliğinden şekillendi. Yine hiç kimse diyemez ki bu yapıyı ve ön cephede dikilen heykelleri kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler kendiliğinden inşa etti. 16
Şimdi medeniyetten tamamen uzak Amazonların balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerliyi ya da Afrika'nın insan ayağı basmamış ormanlarında yaşayan bir yamyamı getirin Petra'ya, bu yapının ve önündeki heykellerin tesadüflerle kendiliğinden oluştuğunu söyleseniz; "Ago migo yamo çigo!" Yani bu kadar da yamyam değiliz diyecektir. Deseniz ki, bu fikri kabul edersen seni fakülteye kaydettirir, beyaz önlük giyer, doktor olursun yoksa kabilene döner ha böyle tam tam çalıp oynarsın. "Ey efendiler varsın medeniyetiniz benden dünyam kadar uzak olsun. Bu önlüğü giymektense boynuma sarmaşıkları bağlayıp kabilemdeki kamp ateşinin etrafında dönüp dans etmeyi yeğlerim!" deyip bu fikri kabul etmeyecektir. Dünyanın çoğu ülkelerinde tıp fakültelerine gitseniz profesörler insan vücudu anatomisini anlatırken sık sık doğa, tabiat, tesadüfen, kendiliğinden gibi inkar kelimelerini duyarsınız. Ben buna çok şahit oldum. Allah diyen yüzde ya da binde bir çıkar. Halbuki çok kompleks sistemlerle yaratılan insan vücudu, Petra'daki insan heykellerinden binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı değiller mi? Tıp fakültelerinde kadavranın yanında hocalarını dinleyen beyaz önlüklülerin, koro halinde "Ago migo yamo çigo!" demeleri gerekmez mi? Ama diyen yüzde ya da binde bir çıkar mı? Hadi uyarıcı gelmedi duymadık deseler onlar yırttı, ya bizler? Yarın mahşerde kamp ateşinin etrafında boyunlarına bükülmüş bir ip bağlayıp tam tam çalıp yamyam gibi dans ettirmezler mi? Yarın mahşerde bunları muaf kendinizi yamyam suretinde görürseniz, hemen tam tam çalıp dans etmeye başlayın onların sınıfına kendinizi dahil etmek için ama nafile orada çiğ et yemezler!
17
ÇİN SEDDİ “Dünya’nın Ejderhası” olarak bilinen, efsanelere de konu olan bu dünyanın en uzun savunma duvarının yapımına MÖ 221 yılında başlanmış ve MS 17. yüzyıla kadar Çinliler tarafından devam edilmiştir. Kuzeyden rüzgar gibi gelip geçen kavimlerin saldırılarına karşı set çekmek amacıyla inşa edilen bu 8850 kilometre uzunluğundaki duvar bir çok efsaneye de konu olmuştur. Geneli esirlerden oluşan yaklaşık 1 milyon işçi inşaatın yapım aşamasında ölmüş ve Çin Seddi’nin altına gömülmüştür. Bundan dolayı yapı, dünyanın en uzun mezarlığı olarak da bilinir. Çin Seddi’nin Ay’dan görüldüğü tamamen bir efsanedir. Çin Seddi’ni Ay’dan görmekle, 4 kilometre mesafeden bir insanın saç telini görmek aynı şeydir. Esasen 40 kilometre yukarıdan bile çıplak gözle görülmeyen Çin Seddi’ni bazı astronotlar gördüklerini iddia etmişler ancak daha sonra bunların nehir, vs olduğu anlaşılmıştır. Efsaneye göre duvarın yapım güzergahı, çalışmaları izleyen bir ejderhanın bıraktığı izler takip edilerek oluşturulmuştur. Bazılarına göre duvarın kendisi de dağların üzerinde kıvrılmış yatan bir ejderha şeklindedir. Herkes gibi biz de bir efsane söylesek; “Çin Seddi’nin inşasında hiçbir insan çalışmamıştır. Dağların muhtelif yerlerine dağılan taşlar, kuzey rüzgarlarının esmesi sonucu ejderhanın bıraktığı izlerde toplanıp tesadüfen kendiliğinden ya da yağmacı kavimlerden bu güçsüz insanları korumak amacıyla dağların ana tanrıçası tarafından yapılmıştır!” desek, herkes bu efsaneye gülüp geçer.
18
Bir efsane daha söylesek; “Ana rahminde insan vücudu şekillenirken, dağdaki taşlar gibi bedende muhtelif yerlere dağınık duran damar hücreleri, birden bire uygun yerlerde toplanıp birbirlerine tesadüfen tutunup ve kendi aralarında bağlantılar kurarak kendiliğinden ve doğa harikası olarak Çin Seddi’nden de uzun dünyanın en uzun damar yolunu oluşturdular!” diye dünyanın en uzun bir kuyruklu yalanını söylesem, bu Ay’dan bile görülemeyecek kadar akıldan uzak ve imkansız ve saçma efsanelere inanmayan neredeyse yok gibi! Bu batıl efsanelerle büyülenmiş akılları bağlı, idrakleri tutuk, gözleri kapalı uyuyan cinliler yarın mahşerde şeytan çarpmış gibi uyandıklarında Çin Seddi’nin gerçek yapılışını görecekler ama kervan çoktan yola çıkmış olacak. Cehennem Ejderhası’nın ağzına doğru bölük bölük yol alıp Çin Seddi gibi sıralanan bu alçaklar güruhuna uzaktan bakıldığında kıl kadar ehemmiyet verilmeyecektir. O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. “Evet geldi” derler ama, azap sözü kafirlerin üzerine hak olmuştur. Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir. (Zümer Suresi, 71-72)
19
KURTARICI İSA HEYKELİ - BREZİLYA Rio, Brezilya’nın başkenti değildir ama belki dünyadaki en önemli şehirlerden biridir ve dünyanın en gözde turistik mekanlarından biridir. Sugarloaf Dağı ve Cristo Redentor Heykeli’yle dünyanın en simgesel görüntüsüne sahiptir.
20
Büyük plajları, müziği, gece hayatı ve ünlü karnavalı da ilgi çekici diğer özellikleridir. Huzur arayan insanlar için pek uygun olmayan bu şehirde hayat çok hızlı akmaktadır. Tabii ki Rio ile ilgili en ünlü şey iki hafta süren karnavaldır. Üç kutsal kitapta da tasvip edilmeyen içki, kumar, zina gibi ahlaki çöküntünün had safhaya ulaştığı, insanların çırılçıplak sokaklara dökülüp içki ve danslar eşliğinde çılgınca eğlendikleri; tepelerindeki İsa heykelinin bir sanatkarı olduğunu gayet iyi bildikleri halde, bunlardan binlerce kez mükemmel, kendi kalıplarını tabiat ve tesadüflere havale eden, Yaratıcı’yı hiç düşünmeden bir hayat geçiren, nefsani arzularının esiri olan bu süfli düşünceli, lama akıllıları yarın mahşerde ateş üstünde samba müziği eşliğinde adrenalin dolu bir karnaval beklemez mi? “Rabbim bizi dünyaya geri gönder, yaptıklarımızdan başka orada salih amellerde bulunalım” demelerinden evvel onlara insanlık haysiyetine yakışan hak dinin tebliğ edilmesi gerekmez mi? İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 18) ayetine bizlerin de muvafık düşecek eylemlerde bulunmamız gerekmez mi? Rio’ya hâkim bir tepeden bakan Kurtarıcı İsa Heykeli mi onları dinsizlik bataklığından, ahlaki çöküntüden kurtaracak be heykel kafalı miskin! Hani sahabelerde ve ecdadımızdaki o hicret aşkı, cihad ruhu! Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran Suresi, 110)
21
MACHU PİCCHU – PERU Machu Picchu, And Dağları’nın yamacında, tropikal bir dağ ormanının ortasında, deniz seviyesinden 2430 metre yükseklikte, olağanüstü güzel bir ortamda bulunur. Kent, olasılıkla İnka İmparatorluğu’nun en büyük kent başarısıydı. Devasa surları, yamaçları ekilen ve asma bahçelere dönüştürülen terasları, rampaları İnkalar’ın mimarlık ve sanat dehasıyla oluşmuşlardır. Şimdi burayı gezmeye geldiğimizde bizi göbekli, başı peruklu bir Perulu rehber karşılasa ve bölgeyi anlattıktan sonra ona desek; “Ya hemşehrim, bu taşları buraya kim dikti, ondan hiç bahsetmedin?” “Bu bir sır, muamma. Ama ben inanıyorum ki, rüzgarların savurduğu, erozyonun yonttuğu bu granit dağdaki taşların devrilip buraya dökülerek kendiliğinden oluşmuştur ya da yemin olsun ki, bu dağdaki ana tanrıça bunu kendi yapmıştır!” dese, o sırada da sert rüzgarlar esip adamın keli gözükse;
22
Bu başı peruklu, aklı perili, tepesi iki telli, dili kelli felli Perulu’ya oradakiler, “Yapma be kardeşim, git adama küfür ettirme, bu saçmalıkları dinlemek için mi seni tuttuk? Sen de lama kadar akıl yokmuş!" demezler mi? Tüm insanlığa materyalist görüş sunmayı kendi kendilerine and içmiş, tüm kainatın ve içindeki mahlukatın tesadüf rüzgarlarının savurmasıyla kendiliğinden oluştuğunu iddia eden ve tesadüfleri kendilerine ilah edinen bu göbekli, yaşlı başlı adamların hâlâ perukları uçup kelleri görünmedi mi? Onlara; “Ya hemşehrim! Bu mahlukatı buraya kim dikti? Git adama kafir dedirtme. Bu saçmalıkları dinlemek için mi sizi kürsüye oturttuk? Sizde zeka var ama lama kadar idrak yokmuş!” diyen yok mu?
23
CHİCHEN ITZA PİRAMİDİ – MEKSİKA Ünlü Chichen Itza piramitleri ve tapınakları Yucatan Yarımadası’nda Maya – Toltec Uygarlığı’nın en önemli antik anıtlarıdır. Bu taş kütleli piramitler MS 10. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar bütün Yucatan kültür bölgesinde etkili olmuşlardır. Bölgenin en çok tanınan anıtı Kukulcan Piramidi’nin etrafı kuş tüylü yılanlar, savaşçılar, kartallar ve jaguarlar da dâhil Toltec motifleriyle süslenmiştirler. Kukulcan Piramidi'nin önüne tanıtım için başında kuş tüylü yılanlar ve kartallar bulunan savaşçı Kızılderililerin heykelleri konulsa, gelen turistlere bu piramit ve heykellerin tabiat ve tesadüfler sonucu oluştuğunu söyleseniz hiç kimse bu saçmalığa inanmaz. Şimdi piramidin önüne binlerce turist gelmiş bakınırken, gündüz vakti birden hava kararsa, fırtınalar esip şimşekler çaksa, ardından deprem olup yer yerinden oynasa, piramidin taşları dökülse, savaşçı Kızılderili heykellerin kafalarındaki taş yılanlar yere düşüp insanlara doğru kafasını kaldırarak saldırsa, kartallar çığlık atıp kenti terk etseler, Kızılderililer mızraklarıyla savaş dansına başlasa… Yaşanan tüm bu olağanüstü olaylar karşısında bu turistler noluyor diye şok geçirip çığlık çığlığa kaçışmazlar mı?
24
Hava güneşliydi, heykellerin önüne ilginç kıyafetleriyle Kızılderililer geldi. Başlarına kuş tüyleri ve yılanlar takmışlar, sırtlarında kartal kanatları, ellerinde mızraklarla savaş dansı yapmaya başladılar. Turistler alkışladılar ama savaşçılardan başka hiç kimse çığlık atmadı. Taşların yürüyüp hareket etmesine mucize diyoruz da, et ve kemiklerin yürüyüp çığlık atmasına ne diyelim? Nasıl olsa her şey alışılagelmiş, tabiiydi. Zaten doğa ve tesadüf denilen bilinçsiz güçler her şeyi yapmayı akledip güç yetirendi. O yüzden şaşıracak bir şey yoktu!
25
TAC MAHAL – HİNDİSTAN Dünyanın yeni yedi harikasından biri olan, dünyanın efsanevi aşk hikayelerinden birisine sahip sarayların tacı, aşkın sembolü ve sanatın mücevheri Tac Mahal, 1631 ile 1648 yılları arasında Agra’da Babür İmparatoru Şah Cihan’ın emriyle 1631’de ölen en gözde hanımı Mümtaz Mahal’in anısını ebedileştirmek için anıt mezar olarak yapılmıştır. Tac Mahal’in yapımında parlak, ince, mavi damarları olan beyaz mermerler kullanılmıştır. Dört bir yanı beyaz mermerden çiçek süslemeleriyle süslendirilmiş ve hat sanatıyla işlenmiştir. Tac Mahal’in yüzbinlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında, ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet oldukça iri inci vardır. Tac Mahal, gün içinde farklı renklere bürünür. Gün doğumu ile beraber pembemsi ve en güzel rengini gösteren Tac Mahal kısa bir süre sonra beyaz görünümüne geçer. Ayışığı ile beraber de altın rengini alır. Mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünen yapı, romantik görünüşüyle herkesi büyülüyor. Dış tasarımındaki çiçek motifleri, mermerlerin içi oyulup titizce kesilerek minicik taşların, mermerlerin içine teker teker yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Her gün güneşin yedi ayrı rengiyle sulanan mücevherler arasında açan bu çiçeklerle, adeta ebedi bir cennet bahçesi tasviri yapılmıştır.
26
Şimdi buraya ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlere desek; “Nasıl bu beyaz mermerlere işlenen çiçeklerin bir nakkaşı varsa, bahçedeki kara topraklara işlenen ve rengarenk açan şu çiçeklerin de bir Nakkaşı olmalı. Nasıl bu harika yapının bir sanatkarı varsa, şu harika dizayn edilen kainatın ve dünyanın da bir Sanatkarı olmalı. Doğadaki bilinçsiz güçlere ilahlık verip, kainat ve içindeki tüm mahlukatı yaratan ve daima gözetip kollayan bir Zat’ın kusursuz sanat eserlerini doğa ve tesadüflere havale edeceğinize, gelin sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah’a iman edelim.” Yarın cennet bahçelerinde açan bir çiçek olmayı akıldan uzak görüyorsanız gelin şu Tac Mahal’in duvarlarında açan çiçeklerin arasında hat yazısıyla mücevher gibi parlayan şu Kur’an ayetlerine bir kulak kabartalım: “İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş? De ki: ‘Onları ilk defa yaratıp inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 77-78-79)
27
KOLEZYUM - İTALYA MS 80 yılında yapımı bitirilen Roma’nın dev arenası Kolezyum, oval biçiminde inşa edilen amfitiyatroların en büyüğüdür. Savaş esirleri, köle ve mahkumların arasından seçilen gladyatörlerin birbirleriyle ve vahşi hayvanlarla kıyasıya dövüştürülmesi halkın ve kralın ateşli tezahüratları ve kanlı ölümler yüzyıllarca sürmüş ve MS 404’te gladyatör dövüşlerinin, MS 523’te de hayvan avlarının sona ermesiyle, Kolezyum’un kentin 450 yıllık eğlence merkezi olma görevi sona ermiş. Turistler Kolezyum’u gezerken birden fırtınalı bir yağmur çıksa, hava kararsa, şimşekler çakıp gök yarılsa, yerdeki toz topraklar havaya savrulsa arenada dövüşen gladyatörlerin ve onları tiribünlerden izleyen eski Romalıların kerpiçten suretleri oluşsa; kuvvetli bir şimşeğin çakmasıyla gladyatörler dirilip birbiriyle kıyasıya dövüşmeye başlasa ve onları izleyen Romalıların keyif çığlıkları duyulsa, akıtılan kanlardan yerde latince “Habe Fiduciam in Domino” “Allah’a iman edin” yazısı okunsa, ardından kerpiç aslanlar kükreyip vahşice turistlere doğru saldırsa, yaşanan tüm bu mucizeler karşısında turistler Romalılar
28
gibi çığlık atmazlar mı? Kıyamet mi kopuyor diye Allah diyerek kaçışmazlar mı? Tabii ki imtihan sırrı gereği böyle bir mucize yaşanmadı. Aslında biraz ötedeki bir doğumevinde bebekler çığlık atıp dünya arenasına adım atıyorlardı. Bir belgesel kanalında Afrika’daki bir kabilede cesaret festivali düzenleniyordu. Sığır çobanları sopalarıyla birbirleriyle kıyasıya dövüştüler. Ardından mızraklarıyla aslan avına çıktılar ve kabilenin en cesur dövüşçüleri seçildi. Şimdi tozların fırtınalı bir yağmurla bir araya gelip kerpiçten insan ve hayvan heykellerinin oluşmasına ve dirilmesine mucize diyoruz da, toz gibi camid ve şuursuzlukta eşit atomların bir araya gelip, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı her zaman ve her yerde etten ve kemikten oluşan ve diriltilen bu yüzbinlerce yaşanan mucizeler karşısında Allah’a yakınlaşmaları gerekirken Allah’tan kaçışan bu inkarcı Batı dünyası Allah’a inanmak için mutlaka yerde kandan yazılar mı görmesi lazım. Göklerde ve yerde yazılan yaratılış mucizeleri onlara yetmez mi? Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf Suresi,105)
29
SAİNT PİERRE KİLİSESİ – HATAY St. Pierre Kilisesi, Asi Nehri’nin batısında, Hac Dağı’nın batı eteklerinde yer alır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. İsa aleyhisselamın 12 havarisinden biri olan St.Pierre (Aziz Petrus), Antakya'ya MS 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Bu yüzden St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir. 1963 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilmiştir. Özellikle Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesinden dolayı Katolik inancının Dünya’ya yayılmasında bir merkez konumunu kazanmıştır. Şimdi bu mağaranın derinliklerinde kazılar sonucu İncil’in ilk nüshası bulunsa, Karbon-14 ile yaş tayini yapılıp 2.000 yıl önce İsa aleyhisselamın ağzından çıkan orijinal sözler olduğu anlaşılsa, Vatikan’a incelemesi için verilse; Troya hazinesinden de değerli bu tahrif olmamış İncil’de yıllarca karanlıklarda gizli kalan hakikatler aydınlığa çıksa, 30
“Bir vakit Meryem oğlu İsa şöyle dedi: ‘Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın Resulüyüm, önümdeki Tevratın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek bir Resul’ün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed’tir.’ Sonra O onlara açık delillerle gelince ‘Bu apaçık bir sihir’ dediler.” gibi yüzlerce Peygamberimiz Muhammed aleyhisselatü vesselama işaret eden delilleri okuduklardan sonra; Papa eline kılıç alıp tebasıyla Roma’daki Kolezyum’un arenasına girse, gladyatör gibi kılıncını tüm Hristiyan dünyasına karşı kaldırıp dese: “Ey Nasraniler! 2.000 yıl önce Hac Dağı’nın eteklerinden gelen yüce bir sese kulak verin: “Hz. İsa dedi; Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutun.” “Benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed’tir.” “Ey kitap ehli! Ben ve tebam İsa Mesih’i seviyoruz, emirlerini tutuyoruz ve müjdelediği Muhammed aleyhisselatu vesselama inanıyoruz ve O’na tabiyiz. Sizler de gelin hak olan İslam dinine tabi olun!” dese ve kendisiyle beraber tüm tebası şehadet getirse; ardından gök yarılsa İsa aleyhisselam mucizeleri ve nübüvvet delilleriyle yeniden yeryüzüne indirilse, Ruh’ul Kudüs ile desteklenip inkarcı Hristiyanların içinde sakladıkları küfürlerini tek tek söyleyip materyalist, esbabperest, darwinizm ve ateizm fikirleriyle cüzzamlı gibi hastalıklı ruhlarını ve bedenlerini ferasetli dokunuşlarıyla tek tek tedavi etse, dinsizlik batağına saplanmış o kör gözleri basiretli dokunuşlarıyla hakikate açsa, mucizevi nefesiyle, telkinleriyle sağır kulakları vahye aşina kılsa, hayat fışkıran nefesiyle, hikmetli sözleriyle ölü kalplerin dirilmesine vesile olsa, tüm Batı ve Hıristiyan dünyasını İslam dinine tabi olmaya çağırsa. Acaba bu yüce sese bunların çoğu kulak verip tabi olarak İslam inancının tüm dünyaya yayılmasına on iki havari gibi yardımcı mı olurlar, yoksa burun kıvırıp asi olarak bu salih çağrının karşısına dokuzlu çete gibi geçip ellerindeki tüm imkanları kullanarak kitlelere seslenip yeryüzünde bozgunculuk yapmaya mı çalışırlardı? Allah’u a’lem. 31
Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Kayıp Dünyalarda Allah'ın Mührü 2- Kadim Medeniyetlerde İlahi Sırlar 3- Dünyanın Yedi Harikasında Tevhidin İzleri 4- Mimari Eserlerde Rabbin Kitabesi 5- Gizemli Dünyalara Yolculuk Nur Ekspresi 6- Doğal Harikalar Diyarında Allah'ı Bulmak 7- Helak Olan Kavimlerde İbretlik Deliller 8- Türkiye Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 9- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 10- Rabbimizi Bize Gösteren Pencereler 11- Semâvât Âleminin Tefekkürü 12- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 13- Deizmi Çürüten Misaller 14- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 15- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 16- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 17- Ahiretin Kesin İspatı 18- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek Not: Listedeki kitapların ismini ve yanına Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ
32
33
7 Temmuz 2007 tarihinde, İsviçre’de bir organizasyon tarafından dünyanın dört bir yanından yaklaşık yüz milyon kişinin cep telefonları ve internet üzerinden altı yıl boyunca kullandıkları oylar sonucunda, Dünyanın Yedi Harikası’na alternatif olarak “Dünyanın Yeni Yedi Harikası” seçilmiş ve açıklanmıştır. Antik ve yeni dünyanın yedi harikalarını gezip vahdaniyet delilleriyle Tevhidin İzleri’ni keşfetmeye hazır olun.