Önsöz Kültür, hikmet ve mizahın buluştuğu bu kitapta amaç, dünyamızın eşsiz güzellikteki gizemli yerlerine uğrayıp, gez dünyayı gör Allah-u Teala'yı deyip her yerde tecelli eden sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin varlığını ve birliğini akli mantiki ve ilmi delilleriyle gözler önüne sermektir. Tüm dünyaya hakim olan ateizm ve deizm dinsizlik felsefesinin ne kadar çürük temeller üzerine bina edildiğini ve bir uçurumun kenarından ebediyete göçmeye mahkum olduğunu göstermektir.
1- TRANS-SİBİRYA EKSPRESİ Sibirya’nın geniş stepleri üzerinde ilerleyen yaklaşık 10.000 kilometre uzunluğundaki efsanevi Trans-Sibirya Demiryolu, dünyanın en güzel tren yolculuklarından biridir. Yolculuğun öylesi tınıları vardır ki “Trans Sibirya Ekspresi” diye bir kavram, sadece hayalimizde var olan hayali bir tren bile türetmişizdir. Trans-Sibirya Demiryolu aslında Moskova ile Doğu arasında, Baykal Gölü yakınındaki Ulan-Ude’de farklı kollara ayrılan üç rotanın hepsine birden verilen isimdir. Vladivostok’a giden klasik hat ve Pekin’e giden alternatif rotalar olan Harbin üzerinden Trans-Mançurya hattı ile Ulan Batur üzerinden Trans-Moğolistan hattı. Gobi Çölü üzerinden Pekin’e giden Trans-Moğolistan hattı, klasik bir turistik rotadır. Bu hat en kısa ve en manzaralı rotadır. Şimdi hiç kimse diyemez ki, Sibirya’nın geniş stepleri altında bulunan demir madenlerinin kutup rüzgârlarının esmesi sonucu bozkırlara yayılıp zamanla mıknatıslanıp kendiliğinden bir araya gelerek bu demiryolu tesadüfen oluştu. Yine hiç kimse diyemez ki, yollara bırakılan demir yığınlarına isabet eden bir kasırganın hurdaları savurarak kaza sonucu bu demiryolu ve üzerinde giden tren kendiliğinden oluştu. Yine hiç kimse diyemez ki, çap çup, tak tuk tren gibi çalışan kalbimiz ve yaklaşık 100 bin kilometre yol kat eden damar yolumuz, baştan dağınık duran kalp ve damar hücrelerinin tesadüf rüzgârlarının savurması sonucu kendiliğinden bir araya gelip birleşerek bu uzun damar yolu ve kalbimiz oluştu. Dağları delen, nehirleri aşan, sarp yokuşları çıkan nice köprü, tünel ve viyadüklerden geçen bu Trans-Sibirya Demiryolu nasıl bozkırlara savrulan kum, çakıl, demir yığınlarına isabet eden bir kasırga ile kaza sonucu savrulmasıyla oluşamazsa; karaciğeri delen, böbrekleri geçen, beynimize ulaşan sarp yokuşları çıkan nice organ, doku ve hücrelere geçen bu Trans-Beden Damaryolu hattı da kalp-damar 2
hücrelerinin tesadüf rüzgârlarının savurmasıyla kendiliğinden bir araya gelip oluşamaz. Ancak sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından hücreler bir araya gelip insan vücudu tüm müştemilatıyla inşa edilebilir. “Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği, dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz? Fizik Profesörü Paul Davies “30 yıldan bu yana canlıların anatomilerini inceliyorum. Her araştırmamda karşılaştığım gerçek, Allah’ın kusursuz yaratışı oldu.” Anatomi Profesörü David Menton “Ana rahimlerinde size dilediği gibi şekil ve suret veren O’dur. O’ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Âl-i İmran Suresi, 6)
3
2- TUZ YOLU – MALİ Sahra Çölü’nde seyahat eden deve kervanları, çölün en çetin bölgelerinden birinde düzenli olarak 800 kilometre yol alır. Bölgede altınla eşdeğer öneme sahip şekilde ticareti yapılan tuzun keşfinden bu yana, binlerce yıldır kervanlar bu yolu kat etmektedir. Taşlık çöl kum tepeleri haline gelip devasa çukur alanda yaşayan yüzlerce insan, tuz bulmak için toprağı kazar. Tuz geniş dikdörtgen tabakalar halinde develere yüklenir ve Timbuktu’ya ve medeniyete olan dönüş yolculuklarına başlanır. Çölün haşin bir güzelliği vardır ve etrafta duyulan tek ses, sert kumun ve sert taşların üzerinde ilerleyen develerin yumuşakça ayaklarını sürüşleridir. Çölün devasa sessizliği içinde, yıldızların altında uyumak kervana katılan Batılı turistlere çok farklı bir deneyim sunar. Şimdi bu toprağın altında kazılan tuz yığınlarından tuzdan fare, köstebek, kertenkele, tavşan, tilki, kurt, deve kalıplarını görseler, “Oh my God!” bunları toprağın altında kim şekillendirdi diye meraktan çatlarlar. “Yıllar önce esen çöl rüzgarlarının tuz yığınlarını aşındırıp şekillendirmesiyle oluşmuş, daha sonra kum ve toprak yığınları üstlerini kaplamış veya yıllar önce yeraltı sularının ve lav akıntılarının aşındırmasıyla tesadüfen kendiliğinden oluşmuş” desek; “Bu serseri esen çöl rüzgarlarının bu sel gibi akan lavların aklı, şuuru, mizanı mı var ki böyle yaşayan hayvanların tuzlardan mükemmel şekil ve suret içindeki kalıplarını oluşturabilsinler?" diyeceklerdir.
4
“Tabiatın tesiriyle ya da kendiliğinden oluşmuş olamazlar mı?” desek; "Tabiatın eli, kolu, gözü mü var ki heykeltıraş gibi hassas dokunuşlarıyla temas edip bu muntazam kalıpları oluşturabilsin?” diyeceklerdir. Çölün devasa sessizliği içinde yıldızların altında kumlarda uyuyup çöl romantizmini yaşayan turistleri yanlarına gelen bir kertenkele uyandırdı. “Oh my God!” dediler. Az ileride bir çöl tilkisi bir tavşanı kovalıyordu. Köstebek hemen toprağın içine girdi. Yerde yatan yorgun develer de boyunlarını uzatmış bakınıyorlardı. Uykudan uyanan ama aslında körkütük uyuyan bu sersemlere desek; “Toprağın üstündeki bu canlı ve hareketli kalıplara ne demeli? Toprağın altındaki tuzlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu mahlukatın mucidi, şekil ve suret veren Sanatkarı kimdir? Sel gibi akan unsurların; hava, su, toprak ve ışığın bir araya gelmesiyle, serseri tesadüf rüzgarlarıyla veya sağır tabiatın tesiriyle her biri mükemmel bir ölçü, düzen ve sanat içeren bu mahlukatın icadı sizce mümkün müdür? “Nasıl oluşmuşsa oluşmuşlar. Bunları düşündürüp keyfimizi kaçırma. Yaşam felsefemiz ye, iç, eğlen. Romantizmimizi bozma. Yaratıcıya inanırsak tuz taşıyan bu develer gibi bizlere de sorumluluk yükleme.” Avcıyı görünce başını kuma sokan deve kuşu misali güya avcı onu göremeyecek. Hesaptan ve ölümden hiç düşünmemekle kurtulacaklarını ve keyiflerinin kaçmayacağını düşünen bu başlarını gaflet kumuna sokmuş, tabiat bataklığına saplanmış bu kaçak, kaçık, batık Batılılar daha ne zamana kadar kendilerini böyle sersemce avutacaklar?
5
3- HİMALAYA DAĞLARI – NEPAL Himalaya Dağları dünyanın en yüksek dağlarıdır. 7.600 metrenin üzerinde 31 zirveden 22’si Nepal’dedir ve bunlar arasında 8.000 metrenin üzerindeki Everest ile yedi devasa zirve bulunur. Şimdi karla kaplı Himalayalar’ın en görkemli dağlarına bakan muhteşem manzaralarını tepeden seyretmek için bir uçağa binip Everest ve yedi devasa zirvenin her birinin tepesinde buzlardan yapılmış devasa kar leoparı, Himalaya kara ayısı, goral, mavi koyun, Tibet sığırı, dağ keçisi, kırmızı panda ve Şerpa heykellerini görsek, bunların hiçbir zaman doruklarda esen sert rüzgarların buzulları aşındırmasıyla kendiliğinden oluşamayacağını veya Şerpaların inandıkları “Dağların Ana Tanrıçası'nın” bizzat kendisinin yaptığını iddia edemeyiz. Sonra uçaktan inip Himalayalar’ın göz alıcı muhteşem dağ manzaralarını görmek için uzun ve heyecan dolu bir yürüyüşe çıkıp dağların yamaçlarında yaşayan bu Şerpaları görsek, yanlarına gidip uzun bir hac yolculuğu için üç adımda bir yere kapanan hacı kafilesine “namaste” deyip selam versek ve sorsak; Bu sabah uçaktan Himalayalar’ın zirvelerinde buzdan mükemmel yapılmış devasa hayvan heykellerini gördük. Bunları kim yapmış olabilir? 6
Doruklarda esen sert rüzgarların buzulları aşındırması sonucu kendiliğinden oluştuğunu söyledi kaptan bu doğru mudur? O kaptanın kafa olmuş viran, konuşmuş size yalan dolan. Ortada varsa heykeller olmalı akıl sahibi bir heykeltıraşı, dağcılar yapmış olmalı o kaptanın kafası olmuş şaşı. Dağların Ana Tanrıçası bizzat kendisi yapmış olamaz mı? Şaka mı yapıyorsun? Şimdiye kadar atalarımızdan ne duyduk ne de gördük. Olması çok zor, imkânsız. Peki zirvedeki heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu yamaçlarda gezinen Tibet sığırları, dağ keçileri, mavi koyunlar ve bölgede yaşayan kar leoparı, Himalaya kara ayısı, goral, kırmızı panda ve diğer canlıların, sizlerin ve bizlerin mucidi, her birine mükemmel bir ölçü ve düzen içinde şekil ve suret veren Sanatkarı kimdir? Kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat ve cansız sebepler mi bunların yaratıcısı? İnan hiçbir fikrimiz yok, hiç düşünmedik şimdiye kadar. Hem bizi etmez alakadar. Biz Buda'ya inanırız başkası zarar. O bizi kötülüklerden korur bizlere bakar, gel sen de Ona inan kendini kurtar. Ey Şerpalar selamınız namazımıza, secdeniz secdemize yakın, elinizde tespih, aklınıza söylediklerim olsun tembih! İlah diye taptığınız Buda sizin gibi aciz bir kul. Her şeyin hayatını ve rızkını veren, yaşatan, öldüren, mülkün yegane sahibi, hadsiz bir ilim, sınırsız bir hikmet ve her şeyi kuşatan irade sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah var. Gönderdiği Kur’an ve Resul var. Gelin dolaşmayın bu çıkmaz sarp yokuşlarda, girin kurtuluş dini İslam’a olmayın kör, sağır, düşüncesiz ama. Katılın darüsselama, söylediklerim kulaklarınıza olsun yama. Yeter artık ey gezgin, aklımız oldu müzmin, ruhumuz çöktü bitkin, çekip buradan gidin. Biz böyle gördük atalarımızdan vazgeçmeyiz yak ve kımızdan. Yolumuz sarp ve çıkmaz yokuşlar olsa da senin kıblen Mekke, bizimse dağlardaki tekke. Çekil! Yolumuz uzun Lhasa-Şigaste, sana namaste, ruhun kafeste, gel bizimle dağlara çık aheste aheste, Buda de kurtul son nefeste. 7
4- YAKUT TÜRKLERİ – SİBİRYA Sibirya tundralarında geyiklerin çektiği kızaklara binmiş kalın kürklerine bürünmüş bir grup Saha Türkleri kar fırtınasına tutulmuş bir halde ıssız sahada ilerlerken onları görüp desek; Ey yaman Şamanlar, bu yaban yaşamda hakikati bulmalı. Sizlere sorum, bu Sibirya tundralarında günlerce esen kar fırtınaları sonucu bu geniş arazide kardan yapılmış mükemmel birebir aynı ayı, geyik, kurt, tilki, kartal gibi kutup hayvanlarının heykellerini görseniz ne yorum yapardınız? Bunların günlerce esen kar fırtınalarının kar tanelerini savurması veya buzulları aşındırması sonucu kendiliğinden oluştuğunu söylesem bana inanır mıydınız? Tabii ki, olamaz bu imkansız deyip bu saçmalığa inanmazdınız. Çünkü sizler de gayet iyi biliyorsunuz ki, binlerce, yüz milyonlarca yıl geçse de kar fırtınalarının kar tanelerini savurması, buzulları aşındırması sonucu sadece belli belirsiz figürler, kar yığınları ve tepecikler oluşur. Ama bu mükemmel ölçü ve düzen içindeki heykellerin dikildiğini görseniz mutlaka bir akıl sahibi devreye girmiştir kanaatine varırsınız. Ey yabancı ne anlatmaya çalışıyorsun, seni dinliyoruz kaz gibi! Lafı uzatma kış gibi, kısa tut yaz gibi! Peki bundan çok daha acayip bir manzara ile karşılaşsak ne yorum yapardınız? Yani şu Sibirya tundralarında kar fırtınasına tutulmuş geyik sürülerini, onları güden siz Sahalı çobanları, uzaktan sürüyü takip eden ayı, kurt, tilki ve kartalları görsek, bu mahlukatın mucidi, her birine kusursuz şekil ve suret veren Sanatkarı kimdir diye hiç düşündünüz mü? Nasıl kar fırtınalarının kar zerrelerini tesadüfen savurması sonucu kendiliğinden bu kardan heykeller oluşamazsa, bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlı mahlukat da binlerce yüz milyonlarca yıl geçse de tesadüf rüzgarlarının atom zerrelerini savurması sonucu kendiliğinden oluşamaz. 8
Ancak sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah tarafından bu cansız atomlar işlenip canlı mahlukat olarak yaratılabilir. Sizler de gelin kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, sağır tabiata ve doğadaki bilinçsiz güçlere, dağlara, putlara ilah diye tapmayın, âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin. Ey yabancı! Söylediklerin çok tesirli Sibirya’daki kış gibi, misalin içimize işledi ilmik ilmik nakış gibi. Kalın gaflet örtüsü her yanımızı sarmış üstümüzdeki kürk gibi, sana kanımız kaynadı geldin bize Türk gibi. Evet ben Türküm. Dinim İslam, kimliğim Müslüman, sizlere hak dini tebliğe geldim. Kur’an’a iman edin. Ey can karındaş! Sizler bize topraklarımız kadar uzak ve soğuk kaldınız. Lakin bizler size kalplerimiz kadar sıcak ve yakınız. Sizler yıllar önce göçtünüz oldunuz Müslüman, bizler ise kaldık Şaman. Aynı milletiz damarlarımızda taşıyoruz aynı kan, ama birbirimize kalmışız hep yaban. İki bin yıldır nerede kaldınız el aman! Kimse soğuk yurdumuza gelip vermedi bir sıcak selam. Anlatsaydınız karındaşlarınıza iki kelam, belki bizler de şimdi olurduk İslam. Yabancılar gelip açtılar bize kucak. Sahaya doldu kiliseler köşe bucak. Uşaklarımızın çoğu papaz oldu bellerinde kuşak. Şamanlık yakında tarihe karışacak. Bizden Müslüman desen vardır binde bir ancak. Sizler rahat yataklarınızda yatarken sıcak, onlar soğukta çalışıp açtılar ocak. Kusura bakma şimdi herkes duruma katlanacak. Boşuna bekleme başımızda takke, kıblemiz Mekke, köşe bucak olsun tekke. Misyonerler bize gelip sordular hal hatır, boş durmayıp çalıştılar çatır çatır, Sahada bozkırlar doldu manastır, uşaklar İncil'i ezberlediler satır satır, hani bak nerede bir Müslüman yatır, bak rahip mezarları haç işlemeli bakır, var sen neticeyi araştır! 9
5- ZANSKAR VADİSİ – KEŞMİR Hindistan ve Pakistan sınırındaki Keşmir bölgesinde konumlanan Himalayalar’ın yüksek arazilerinde Müslüman ya da Hindulardan çok, Tibet Budistleri yaşar. Zanskar Vadisi, Ladakh Bölgesi’ni çevreleyen yüksek dağlar ile Himalayalar arasındaki 3500 metrelik bölgede uzanır. Vadi, içinde barındırdığı köylerde yaşayan 10 bin insana ev sahipliği yapar. Zanskar Vadisi yeryüzünün en yüksek ve en soğuk yerleşim yerlerinden biridir. Vadinin etrafını yüksekliği 6400 metreyi bulan zirveler çevreler. Zanskar köylüleri tarımla uğraşır. Çocuklarını okutmak için birkaç gün süren yolculuktan sonra Buzkent ve Leh’teki yatılı okullara gönderirler. Sömestr tatilinden sonra tekrar okula dönmek zorunda kalan çocuklar için tek yol, yürüyerek ulaşılabilen ve kat etmesi altı gün süren 100 km uzunluğundaki donmuş Zanskar Nehri’dir. Burada termometreler geceleri -30 dereceyi gösterir. Hem güvenlik hem de yoldaşlık 10
sağlamak amacıyla bu yolculuğu yapmaya karar veren yerli halk, hep birlikte harekete geçer. Şimdi Zanskar Vadisi’nde Tibetli talebeler ilerlerken buz kütlelerini yontup yak öküzü, kar leoparı, dağ keçisi, kaya kartalı, alabalık gibi hayvanların buzdan heykellerini yapıp diksek ve onlara ders için desek; Bu heykeller kanyonda esen sert rüzgarların buz kütlelerini aşındırması sonucu kendiliğinden oluştular. Yani bir heykeltıraşı yoktur. Tibetli talebeler bu saçmalığa bet bet bakıp geçeceklerdir. Daha sonra karşılarına çıkan yak öküzlerini, yamaçlara tırmanan dağ keçilerini, havada süzülen kaya kartallarını, derede yüzen alabalıklarını gösterip onlara desek; “Nasıl buzdan kütleleri yontup heykel yapan akıl sahibi bir sanatkar varsa, bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu mahlukatın da yontucusu, şekil ve suret veren akıl sahibi bir Sanatkarı olmalı. Leh’teki mekteplerinizde muallimleriniz sizlere kainatta bir Yaratıcı aramaya gerek yok, doğa kanunları var. Yani sebepler bunları icad ediyor veya kendi kendine teşekkül ediyor, oluyor, bitiyor veyahut tabiatın gereği olarak tabiatın tesiriyle vücuda geliyor diye saçmalıyorlarsa bilin ki onlar sizlere lehte değil aleyhte konuşuyorlar, yalan söylüyorlar ve iftira atıyorlardır. Tesadüfleri kendilerine ilah edine bu cahilleri değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’ı dinleyin ve iman edin. Kur’an ve Resulü kendinize rehber edinin ta ki bu yolun sonu gibi kurtuluşa eresiniz.” desem; Bu ani iklim değişikliği yüzünden bu güneş gibi parlak hakikat karşısında içlerindeki inkar fikirleri buz gibi erimez mi? Yerine iman tohumları yeşerip filizlenerek zamanla dağ gibi dal ve budak salmaz mı?
11
6- KUZEY KUTBU Rusya, Alaska, Kanada ve Grönland bölgelerine yayılmış bir Kuzey Kutbu halkı olan İnuitler yani Eskimolar, ren geyiği ve kutup ayısı gibi hayvanların kürklerini giyerek -60℃ dereceyi bulan soğuklarda dahi kendilerini korumayı öğrenmişlerdir. İnuitler kardan ve buzdan bloklardan yaptıkları igloo dedikleri evlerde yaşarlar. İgloolar o kadar sağlamdır ki, kış boyunca süregelen kuvvetli fırtınalara dayanırlar. İnuit halkı çadır gibi iglooları yan yana dizerek küçük köyler oluştururlar. Şimdi Kuzey Kutbu’na gezi için gidip, iglooların önünde duran Eskimolara desek; “Bence bu evler, kar fırtınalarının buzları aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Bu yüzden konaklamak için benden para istemeyin, bedava kalırım.” Ey yabancı! O zaman gece dışarıda kal, tesadüf ustan sana belki bir igloo inşa eder, sende biblo gibi soğuktan donup kalmazsın. Bu köpeklerin çektiği kızağa binmiş buzdan Eskimo ve çam ağacı heykelleri de bence kar fırtınalarının buzları aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Yani bir heykeltıraşı yoktur. Bu yüzden boşuna giriş parası istemeyin, benden zırnık alamazsınız. Ey yabancı! Gülmekten mideme girecek sancı. Senin kafada galiba var biraz çatlak, o yüzden böyle konuşuyorsun aylak aylak. Hiç bu işler olabilir mi tesadüfen, insafa gel biraz mantıklı düşün lütfen. Peki şu karşıdan köpeklerin çektiği kızaklarla gelen fok avlamış adama, şu ren geyiklerine ve Sami çobanına, şu misk sığırlarına ne demeli? Görünen ve görünmeyen tüm bu mahlukatın mucidi, şekil ve suret veren Sanatkarı kim diye hiç düşündünüz mü? Ey misafir! Tabiat ana her şeyin üstesinden gelir. Bunlara fazla yürütme fikir, hava soğuk gel bir kadeh viski devir. Ye, iç, eğlen, hayat sence başka nedir? Ey İnuit! Dinle beni van minut! Sana “Şu buzdan heykeller tesadüfen, kendiliğinden oluşabilir mi?” diye sordum. Bana çatlak deli dedin. Yani akıl sahibi bir sanatkarı var demek istedin. 12
Ben çatlak deliysem senin kafa benden binlerce kez çatlak patlak, zır deli gel hakikati öğrenmeli. Nasıl kar zerreleri ilim sahibi bir usta tarafından değil de kar fırtınalarının esmesi sonucu kendiliğinden toplanıp bu kardan heykeller oluşamazsa, bundan çok çok daha ufak atom zerreleri de tesadüf rüzgarlarının esmesi sonucu veya kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiatın tesiriyle binlerce yıl geçse de bir araya gelip toplanarak bu yüzbinlerce bitki, hayvan ve insanların mükemmel bir ölçü ve düzen içindeki kalıpları, icadları, şekil ve suretleri oluşamaz. Ancak şuursuz atom zerrelerini bir araya gelip toplayarak bu mevcudatı yaratan sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından şekil ve suretleri verilebilir. Gel tabiat ve tesadüflerin karışık ellerine değil, sonsuz ilim sahibi Allah’a iman et, Resulü'ne tabi ol, fıtratınla barışık ol!
13
7- PAMİR KARAYOLU – TACİKİSTAN / ÇİN Pamir Karayolu, dünyanın en yüksek, en heyecan verici, en az ziyaret edilen rotalarından biridir. Tanrı, Hindikuş ve Karakoram Dağlarının buluştuğu bu yer, dünyadaki en olağanüstü ve güzel bölgelerden biridir. Burası dünyanın en yüksek dağlarının karla kaplı muhteşem zirveleri arasına yerleşmiş koyu sarı kayalıklar, sıcak su kaynakları ve turkuaz rengi buzul göllerden oluşan esrarengiz bir bölgedir. Ruslar tarafından Sovyet ikmal yolu olarak inşa edilen Duşanbe’den Oş’a uzanan 1.250 kilometre uzunluğundaki karayolu; erozyonlara, deprem ve toprak kaymalarına maruz kaldığından sürekli tamirat halindedir. Şimdi 4x4 ciplere binip Rus mühendislerle yolda ağır ağır ilerlerken terk edilmiş paslı Rus tanklarını ve maden sahalarını gösteren soluk tabelaları, tarlalara düzenli istif edilmiş saman balyalarını ve karşı yamaçta kayalarda puslu yansıyan keçi resmini görüp deseniz; Şu karşı kayada uzaktan görülen keçi resmini görüyor musunuz? Bence bu sürü güden çobanlar tarafından değil, dağlarda esen rüzgarların kayayı aşındırması sonucu, kendiliğinden oluşmuştur. Şu saman balyaları tesadüf rüzgarlarının savurması sonucu kendiliğinden toplanıp buraya istif edilmişlerdir. 14
Şu tanklar maden sahasındaki demir yığınlarına isabet eden bir kasırganın, hurdaları savurması sonucu kazayla, kendiliğinden oluşmuş olmalı. Yani bir ustası yoktur. Şu uzun Pamir Karayolu da araziye dökülen kum, çakıl, zift ve betonun kendiliğinden bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Yani bunun da bir ustası yoktur. Ey Alaturka! Anlaşılan senin kafa olmuş taka. Hiç bu resim ressamsız, bu tanklar çekiçsiz, bu saplar oraksız, bu yollar işçisiz ve köylüsüz olabilir mi? Ey ateizmi kendilerine din edinmişler! Sizlere kayaya çizilmiş zannettiğim resmi sordum. Elbette var bir ressamı dediniz. Resim kımıldadı meğer kayaya dikilen keçi imiş, indi kayboldu gitti. Sanatkarı kim dedim. İşin içine keçi inadı girdi, tabiat ve tesadüfler karıştı, sanatkarı kendi gibi kayboldu. Yollara düzenli istif edilmiş saman balyalarını sordum. Elbette var bir biçeni, dizeni dediniz. Paslı tankları ve yolları sordum. Elbette var bir ustası dediniz. Ya şu tank gibi sağlam vücudumuz ve içindeki 100 bin kilometre yol kat eden kan damar yolunun ustası, mühendisi, sanatkarı kim dedim işin içine kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat ve camid unsurlar harçlarını döküp ustasız bir yol inşa etmeye çalıştınız. Tıpkı kum, çakıl, zift ve betonun rastgele tarlalara dökülüp bu karayolunun kendiliğinden olmasını beklemek gibi. Ortada varsa Pamir, onu yapan bir zamir olmalı. Ey yoldaşlar! Sizlere 4x4 yalanlarla konuştum, sizler komünist propagandasıyla doğrusunu söylediniz. Ardından doğrularla sordum bu sefer 4 çeker yalanlarla bu virajlı yollar gibi kıvırdınız. Ey yoldaşlar gittiğiniz yollar sarp, çıkmaz ve sapaktır. Çekiç ve orak hakikate ıraktır. Aklın yolu imanın nuru binilecek buraktır. Allah ve Resulü’nden başka yollar kurak ve çoraktır. Gelin rehberiniz olsun Kur’an ve Sünnet, çekiç ve orağın sonu hüsrandır elbet! 15
8- MAVİ TREN – GÜNEY AFRİKA Lüks ortamıyla Mavi Tren, dünyanın en prestijli tren yolculuklarından biridir. Trenin tarihi 1923’e İngiltere’ye doğru uzun bir yolculuğa çıkacak yolcuları Johannesburg’dan Cape Town’a taşıyan ilk trenlerin işlediği döneme uzanır. Beş yıldızlı bir konaklama alanına sahip kompartımanlarında yolculuk masal gibi geçer. Tren muhteşem manzaralar arasından kayar gibi ilerler. Trenin pencerelerinden bakıldığında çay ve narenciye ekili alanlar, üzüm bağları, sık ormanlar, yamaçlar ve kayalar ile zürafaların, zebraların ve fillerin sakince gezindiği çöller ile vahşice aslanların kovaladığı antiloplar geniş arazide görülür. Yan masada şık kıyafetli Afrikalı bir aile yemek öncesi içkisini yudumlayıp bir yandan da görkemli günbatımını izliyordu. Yanındaki küçük oğlu oyuncak setinden çıkardığı plastik fil, zürafa, zebra, aslan ve geyikleri masanın üstüne dizdi. Minyatür bir Serengeti manzarası oluştu. Setin üzerinde 100 $ etiketi vardı. Selam verip desek;
16
Mösyö! Bu sete 100 $ fazla ödemişsiniz. Bence bu oyuncaklar Afrika sıcağına maruz kalan plastiklerin kendiliğinden akıp şekillenmesiyle oluşmuş olmalı. Bir ustası yok, yani sizi kazıklamışlar. Ey beyaz adam! Deliye her gün bayram. Hiç bu plastiklerin kendiliğinden akıp şekillenmesiyle olur mu oyuncak, sen kafayı sıyırmış olmalısın ancak. Elbette vardır bir yapan ustası, senin kafanın çıkmış çivisi, tahtası. Ey Afrikalı! Tamam diyelim benim kafa arızalı. Peki bu dışarıda gezinen mahlukatın kimdir sahibi onu bulmalı. Plastik oyuncakların varsa bir emektarı, asıllarının da olmalı bir Sanatkarı. Nasıl olmuşsa olmuşlar bana ne, bunu düşünmek için binmedik trene, içip eğleniyoruz basma frene, keyfimizi kaçırma git sor başka bilene. Ey zenci kavim, açalım yeni bir takvim. Bu işlerin sanatkarı kim? Düşünüp konuya olalım hâkim. Kaçmak değildir davranmak akl-ı selim, sonunda ölüm var, hesap var nitekim. Ey yabancı köpüklü şarabımı ettin harap, bilmem hangi millettensin Acem ya da Arap, istiyorsan kazanmak deve yüküyle sevap, vagonumuzu terk et bize verdin ızdırap! Ey kara gözüm! Sana son sözüm, içini sıkmadan ye üzüm, bir de beni son kez dinle özüm. Nasıl bir hurda yığınına isabet eden kasırganın tesadüfen demirleri savurmasıyla kaza sonucu bu tren ve rayları oluşamazsa, mükemmel bir ölçü ve düzene sahip bu kainat ve mahlukatın da sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu düşünmek cehalettir. Sonu hüsran ve helakettir. Sefayı bırak gel iman et alemlerin Rabbine, cefadan kurtul kendini teslim et mülkün sahibine. Bundan sonra rehberin olsun Allah ve Resulü, iman edip kurtulun başka yok çıkış yolu.
17
9- ORHON VADİSİ - MOĞOLİSTAN Dağlar, ormanlar, çöller ve platolardan oluşan geniş yabanıl topraklara sahip Moğolistan, dünyanın nüfus yoğunluğu en az bölgesidir. Nüfusun yüzde otuzundan fazlasının hayvancılık yaptığı ve üzerinde çok az yol bulunan bu göçebe ülkede ata binmek çevreyi gezmek için tek seçenektir. Orhon Vadisi’nde atla yapacağınız keşif gezisi gözlerinizi son derece alışılmadık bir yaşam biçimine açacaktır. Orhon, Orta Asya göçebe topluluklarının beşiğidir. Burası doğayla uyum içinde iki bin yıldır değişmeden kalan hayvancılık geleneklerini ve Şaman dini pratiklerini devam ettiren insanların yaşadığı bir bölgedir. Şimdi Orhon Nehri kıyısında yabani çiçeklerle kaplı çayırlarda dolaşırken, göçebe ailelerin çevreye yayıldığı yurt çadırlarını görüp içlerinden birine girip desek; Ey yaşlı Moğol, kımız için sağol, var ol, berhüdâr ol. Sana bir sorum var bana alemdâr ol. Bence bu bozkırdaki göçebe çadırların üzerindeki kilimler ve içindeki desenler tesadüfen kendiliğinden oluşmuşlardır. Yani uçsuz bucaksız bozkırlardaki pamukların rüzgarlarla savrulması sonucu ipliklere, iplikler de kendiliğinden ilmik ilmik işlenen bu kilimlere dönüşmüştür. Yani bir nakkaşı yoktur.
18
Üniversitede hocalarımız söyledi, bu bozkırdaki çiçeklerin, üstündeki hayvanların, insanların hülasa tüm kainatın ve içindeki mahlukatın hepsi birer sanat eseri, lakin tabiat ve tesadüflerin tesiri, değildir Halık-ı Kainatın müessiri. Delikanlı o hocaların hepsinin kafaları kocamış. Hiç yiğit atsız, at süratsız, avrat suratsız olur mu? Güzeller cilveli bakışsız, ata yurdumuz karsız kışsız, bu kilimler nakışsız nakkaşsız olur mu? Evlat varsa bir sanat eseri, sanatkarı olmalı. Varsa bir el emeği, emektarı olmalı. Bozkırdaki Cengiz Han heykelinin varsa bir heykeltıraşı, kilim gibi yeryüzüne ilmik ilmik işlenen bu çiçeklerin, koyunların, çobanların da bir Nakkaşı olmalı. Kardaş o Nakkaş Rabb-ül Alemindir. Ey yaşlı Moğol, izahatına sağol. Söyle bana sen kimsin? Ben Moğol yurdunda yaşarım lakin Müslüman Kazaklardanım, putperest kazıklardan değil. Bu uçsuz bucaksız bozkırlarda süreriz göçebe yaşam. Rabbime hamd ü sena ederim sabah akşam. Kitabımız Kuran-ı azimüşşan, rehberimiz Muhammed aleyhisselatü vesselam. Ey yaşlı bilge, tereciye tere satmak olmaz. Sana yem attım Halık’ı anlatmak için, ama asıl balık bizmişiz. Sen ise mürşid-i kamil, bizler senin yanında kalırız cahil. İzahatın her biri yüksek iman hakikati, evliyaullah’tan olduğunu anladım kati. Dua et bize Rabbim versin bolca hidayeti, üzerimize olsun Allah’ın rahmeti ve bereketi.
19
10- PATAGONYA SAHİLLERİ – ARJANTİN - 1 Patagonya sahillerinin rüzgârlı kıyıları ve mavi suları, kişiye ilham verecek güzellikler sunmaktadır. Rengârenk çakıl taşlarıyla kaplı sahilleri, dik yamaçları, sivri kayalıkları ve kilometrelerce uzunlukta, kumlarla kaplı düzlükleriyle bu büyüleyici bölge, dünya üzerindeki en değerli doğal yaşam alanlarından biridir. Burada çok sayıda deniz ve kara canlısının yanında birbirleriyle oynayan yunuslar, fok avına çıkan katil balinalar ve güney gerçek balinalarının dünyadaki en büyük üreme alanını görebilirsiniz. Şimdi bu doğal yaşam alanını incelemek üzere dünyanın en gözde üniversitelerinde çoğunluğu Darwinist ve ateist olan en seçkin biyologları deney için buraya davet etsek. Onlar gelmeden önce rengârenk çakıl taşlarıyla kaplı sahilde, usta çakıl taşı ressamlarına renkli çakıl taşlarından balina, yunus, fok, deve kuşu, koyun, tavşan, tilki, penguen gibi çeşitli deniz ve kara canlılarının yere tablo gibi mükemmel resimlerini yaptırsak ve buraya gelen profesörlerden oluşan heyete desek; Burası doğal yaşam alanıdır. Burada her şey kendiliğinden doğal seyrinde gelişir. Şu sahilde gördüğünüz hayvan resimleri de rüzgârlı dalgaların sahildeki renkli çakıl taşlarını yıllarca savurması sonucu kendiliğinden oluşmuştur.
20
Heyettekiler kısa süren bir şaşkınlıktan sonra diyecektirler; Şaka yapıyorsunuz herhalde, hiç deniz dalgalarının çakıl taşlarını rastgele savurmasıyla bu harika tablolar oluşabilir mi? Baksanıza ressam burada fok yavrusunu avlayan katil balinayı ne güzel resmetmiş! Hiç bunlar tesadüf rüzgârlarının esmesiyle kendiliğinden oluşabilir mi? Sonra heyete desek, şu denizde yüzen yunusları, fok avına çıkan katil balinaları ve şu karada gezinen deve kuşlarını, tavşanları, koyunların arasında serbestçe dolaşan tilkileri, şu ilerideki binlerce deniz kuşunu ve penguenleri görüyor musunuz? Bana bu canlıların icadlarını, her biri kusursuz inşa edilmiş şekil ve suretlerinin nasıl oluştuğunun mantıklı bir izahını yapabilir misiniz? Bu canlıların yerde renkli çakıl taşlarından yapılmış iki boyutlu resimlerini gördünüz hemen akıl sahibi ressamı aklınıza geldi. Peki, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu üç boyutlu canlıları görünce kim bunların sonsuz akıl sahibi mucidi, şekil ve suret veren Sanatkârı diye hiç düşünmüyor musunuz?
21
11- PATAGONYA SAHİLLERİ – ARJANTİN - 2 Sizler bundan beş milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen bir araya gelerek hücreleri ve sonrasında mutasyon ve doğal seleksiyon yoluyla yani rüzgâr, fırtına, tipi, şimşekler, ultraviyole ışınları, rastlantısal kazalar ve doğal yollarla bu yüzbinlerce çeşit kusursuz mahlûkatın tesadüfen, kendiliğinden oluştuğuna inanırsınız. Soruyorum sizlere: Kendilerine sonsuz bir ilim, güç, hikmet, sanat ve irade isnad ettiğiniz bu mizansız kör kuvvetlerin, maksatsız serseri tesadüflerin, zulmetli sağır tabiatın, düşüncesiz sel gibi akan unsurların (hava, su, toprak, ışık) akılsız camid esbabın (rüzgâr, fırtına, yağmur, deprem, ultraviyole ışınları…) bu yüzbinlerce çeşit canlı mahlûkatın her birinin ayrı ayrı kusursuz icadlarını, mükemmel bir ölçü ve düzen içindeki şekil ve suretlerini yapabilecek sonsuz ilim sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın kutsi sıfatlarını kendilerinde taşıyabilecek bir istidada sahip olduklarını mı söylemek istiyorsunuz? Veya kendilerine ilahlık atfettiğiniz bu bilinçsiz güçler, bu hadsiz canlıları yoktan icad etmek için kâinat büyüklüğünde bir meşveret meclisi bulundurup, tabiatlar, tesadüfler, kör kuvvetler o meclisin azaları olup, koca kâinatın ve içindeki tüm mahlûkatın mükemmel bir ölçü, düzen, plan ve sanat içindeki icadlarını, şekil ve suretlerini bilecek, görecek, düşünecek, dokunacak, işitecek ve ona göre davranacak bir kabiliyette olduklarını mı söylemek istiyorsunuz? Bu akıldan millerce uzak saçmalıklardan daha hurafe, imkânsız, batıl ve mantıksız bir şey olabilir mi?
22
Ey saygın profesörler! İnsafınıza soruyorum: Bu adaya odun yığınlarını yığsak yanına sınırsız zaman ve sınırsız malzeme de koysak, akıllı bir ustanın çekici işlemeden kerestelere isabet eden bir kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen dün gece konakladığınız ahşap konaklara dönüşebilir mi? Veyahut bu adaya demir yığınlarını yığsak yanına sınırsız zaman ve sınırsız malzeme de koysak akıllı bir mühendisin tasarımı olmadan, bu hurda yığınına isabet eden kasırganın savurduğu parçalarla tesadüfen dün gece uçup geldiğiniz Boeing-747 yolcu uçağına dönüşebilir mi? Ya da evrendeki bu dünya adasına atom yığınlarını yığsak yanına sınırsız zaman ve sınırsız tesadüfleri de koysak sonsuz ilim sahibi bir Yaratıcı’nın tasarımı olmadan, bu atom yığınlarına isabet eden tesadüf rüzgârlarının savurduğu parçalarla ahşap konak ve uçaklardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu sayısız canlı mahlûkata kendiliğinden dönüşebilirler mi? "Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur." İngiliz matematikçi ve astronom Prof. Sir Fred Hoyle O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir. (Haşr Suresi, 24)
23
12- İSKELET SAHİLİ - NAMİBYA Güney Afrika’daki Namibya kıyısındaki İskelet Sahili, Kunene Nehri’nden Ugab Nehri’ne güneye doğru 500 km boyunca uzanır. Burası, dünyanın en az gidilen ve üzerinde barınması en zor topraklardan biridir. Gayet yerinde ismiyle bu sahil, tenha ve ulaşılmaz kıyılarındaki hayalet gibi sayısız gemi batığıyla ünlüdür. Namib Çölü’ndeki kuru hava ile deniz üzerindeki nem yüklü havanın etkileşimi sonucu kalın bir sis tabakası meydana gelir ve kuzeyde bu sis tabakası yüzünden yolunu kaybedip güçlü akıntılara yenik düşmüş gemilerin yattığı İskelet Sahili uzanır. Albert Einstein’in “bütün bilimlerin birinci kanunu” dediği Termodinamiğin ikinci kanunu, evrende kendi haline, doğal şartlara bırakılan tüm sistemlerin, zamanla doğru orantılı olarak düzensizliğe, dağınıklığa ve bozulmaya doğru gideceğini söyler. Aynı gerçek “Entropi Kanunu” olarak da ifade edilir. Örneğin çöldeki bir sahile doğal şartlara terk edilen bir gemi mutlaka paslanır ve çürür. Yıllar sonra durumunu kontrol etseniz, elbette ki onun eskisinden daha gelişmiş, daha bakımlı bir hale gelmesini bekleyemezsiniz. Aksine kaportası paslanmış, camları kırılmış, motoru çürümüş her yerinin dökülmüş olduğunu görürsünüz. Evrendeki tüm maddeler de, bir düzenleme olmadıkça, hep düzensizliğe ve bozulmaya doğru sürüklenir. Şimdi bu bilimadamlarına desek; “İskelet Sahili’nde yatan bu binlerce hurda yığını gemi batıkları evrim geçiriyorlar. Demir, çelik, ham petrol ve diğer madenlerin binlerce yılda tesadüfen buluşmasıyla ve kimyasal reaksiyonlara girmesiyle şimdilik bu hale geldiler. Tabiat ve tesadüflerin hünerli elleriyle yani güneş, hava, su, toprak, fırtına, şimşek, yağmur, rüzgar, ultraviyole ışınları, lavlar ve erozyonların yardımıyla binlerce yıl sonra her yeri gıcır gıcır parlayan lüks yolcu gemilerine dönüşecekler. Kimisi daha da gelişim gösterip Boeing-747 uçağına, kimisi de uzay gemisine bile dönüşebilir. Yeter ki zamanın mucizevi ellerine bırakalım.” Bu saçmalığa hiçbir kimse inanmaz. Ama bundan binlerce kez büyük ve acayibine inanmayan yok gibi. Şöyle ki: 24
Bu İskelet Sahil Parkı, 2 milyon hektarlık kumullar, kanyonlar, dağ sıraları ve fantastik kaya oluşumlarını barındıran hüzünlü ve şaşırtıcı bir araziye yayılmış. Şimdi bu sahili doğal şartlara bırakır ve milyarlarca yıl beklesek bile fantastik kayaların arasından gürültülü bir fısıltıyla uğuldayan rüzgarların ve erozyonların yonttuğu ilginç kaya oluşumlarından başka bir manzarayla karşılaşamayız. Ama milyarlarca yıl sonra bu kayalardan yapılmış zürafa, sırtlan, devekuşu, antilop, gergedan ve aslan gibi hayvanların ince ince ustalıkla işlenmiş heykellerini görsek bu düzenliliğin doğa kanunları ile açıklanamayacağına hemen karar veririz. Yapılacak tek açıklama bu kayaların bir akıl tarafından düzenlenmiş olduğudur. İskelet Sahili Parkı’nda Afrika antilobu, zürafa, kahverengi sırtlan, devekuşu, gergedan ve aslanlar geziniyorlardı. Belgesel kanallarında dünyanın bir çok yerindeki insanlar onları hayranlıkla izlediler ve dünyanın dört bir yanındaki kişiler bu canlıların cansız ve şuursuz atomların tesadüfen gelişen olaylar sonucunda kendiliğinden oluştukları saçmalığına inandırıldılar. Yeryüzüne uzaydan bakıldığında doğudan esen inkarcı hava ile batı üzerinde etkili materyalist yüklü havanın etkileşimi sonucu kalın bir gaflet tabakası meydana gelmiş ve tüm dünyaya hakim bu yoğun sis tabakası yüzünden yolunu kaybedip güçlü inkarcı akımlara yenik düşmüş insanların yattığı İskelet Sahili uzanır. Namibya’daki İskelet Sahili’nde 500 km boyunca sayısız gemi batığı duruyorken, dünyanın dört bir yanına hüzünlü ve şaşırtıcı şekilde yayılmış yüzbinlerce akılları hurda yığını olmuş, gözleri kör, kulakları paslanmış, kalplerindeki iman direkleri kırılmış idrak mengeneleri çürümüş bu gaflet kumuna gömülmüş iskelet enkazlarına ne demeli? 25
13- İLKEL ÇORBA Ünlü İngiliz astronom ve matematikçi Sir Fred Hoyle maddenin kendi kendine hayat oluşturamayacağını şöyle bir örnekle anlatır: İlkel çorbayı temsil eden bir yüzme havuzunu deney için kullanın. Böyle bir havuzu istediğiniz her türlü cansız kimyasalla doldurun. Ona istediğiniz her türlü gazı pompalayın, ya da üzerine istediğiniz her türlü radyasyonu verin. Bu deneyi bir yıl boyunca sürdürün ve (hayat için gerekli olan) 2000 enzimden kaç tanesinin sentezlendiğini kontrol edin. Ben size cevabı şimdiden vereyim ve böylece bu deneyle zamanınızı harcamayın: Kesinlikle hiçbir şey bulamazsınız, belki oluşacak birkaç aminoasit ve diğer basit kimyasal maddeler dışında. Evrimci biyolog Andrew Scott ise aynı gerçeği şöyle kabul etmektedir: Biraz madde alın, karıştırın, ısıtın ve bekleyin. Bu, hayatın kökeninin modern versiyonudur. Yer çekimi, elektromanyetizma, zayıf ve güçlü nükleer kuvvetler gibi “temel” güçler gerisini halledecektir... Peki, ama bu kolay hikâyenin ne kadarı sağlam temellere oturmaktadır ve ne kadarı umuda dayalı spekülasyonlara bağlıdır? Gerçekte, ilk kimyasal maddelerden canlı hücrelere kadar giden aşamaların bütün mekanizmaları ya tartışma konusudur ya da tamamen karanlık içindedir.
26
Bataklık içindeki cansız ve şuursuz atomların tesadüfen gelişen olaylar sonucunda, kendi kendilerini düzenleyip protein ve canlı hücrelere dönüşüp, kendi içindeki etkileşimlerle yani yağan yağmurlar, çakan şimşekler, ultraviyole ışınlarıyla yıllar sonra bataktan çıkan balıklara, timsahlara, zürafalara, kaplanlara, geyiklere, kuşlara, kartallara, insanlara, bilim adamlarına dönüşmesi aynen bu hurda yığını batık geminin zaman içinde limana demirlemiş lüks bir yata ve diğerlerine dönüşmesine benzer. İddia ediyorum ki ne tesadüfler, ne prebiotik doğal seleksiyon, ne de fiziksel-kimyasal gereklilik, ilk hücredeki bilginin kaynağını açıklayamaz. Hücrede akıllı tasarımın kanıtlarını görürsünüz. Prof. Steven Meyer, Whitewort Üniversitesi, felsefe profesörü Soru şudur: Bana evrimle ilgili tek bir şey söyleyebilir misiniz, gerçekten doğru olan bir şey? Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi'ndeki tüm jeoloji ekibine sordum ve aldığım cevap tam bir sessizlik oldu... Sonrasında tüm yaşamımın, evrimin açık bir gerçek olduğuna inanarak aldatılmakla geçtiğini fark ettim. Colin Patterson, İngiltere Doğa Tarih Müzesi paleontoloğu, Evolution (Evrim) adlı kitabın yazarı.
27
14- STONEHENGE – İNGİLTERE Stonehenge MÖ 3100’den 1100’e kadar birkaç farklı evrede inşa edilmiş ve büyüklüğü, yüksekliği ve kusursuzluğuyla dünyadaki en etkileyici megalit anıtlardan biri olmuştur. Planı eş merkezli bir çembere dayanır ve kullanılan taş blokları, menhirler oldukça büyüktür. Yapımının üçüncü evresinden itibaren dikey blokların üzerine üst pervazlar yerleştirilmiş, böylece bir bağlı saçaklık tipi oluşturulmuştur. Stonehenge’nin dinsel işlevi ayrıntılı olarak bilinmemesine rağmen binanın kozmik göndermeleri oldukça önemlidir. Eski bir teoriye göre, bu alan bir güneşe tapınma mabedidir. Türlerin Kökeni isimli kitabın yazarı İngiliz Charles Darwin’i bu alana kitabını tashih için getirseler ve ona “Türlerin kökenini bırak da bu taşların kökenini bul, bu taşları buraya kim ve niçin dikti?” deseler, “Bilmiyorum sizin görüşünüz nedir?” dese, “Bizce bu taşlar doğal yollar ve mutasyonlar sonucu yani yıllar içinde tesadüf rüzgarlarının esmesiyle rastlantısal kazalar sonucu yuvarlanarak kendiliğinden buraya dikilmiş olmalı!”
28
“Eşeğin sırtına koysak, bu taşlar buraya kalkmaz, rüzgar bu blokları nasıl sürükleyip diksin? Bırakın bu saçmalıkları bunları muntazam olarak mutlaka akıl sahibi birileri dikmiş olmalı.” Ona deseler; “Sen bu taş blokların dahi tesadüfen dizilemeyeceğini idrak ediyorsun da bu taşlardan binlerce kez mükemmel, ölçülü ve düzenli bu kainatın ve içindeki mahlukatın kör tesadüfler, rastlantısal kazalar ve doğal yollarla veya tabiatın tesiriyle oluşacağını mı söylemeye çalışıyorsun? Bu gördüğün eserin bile bir mimarı, bir sanatkarı varsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da bir mimarı ve sanatkarı olmalı. Bu mahlukatı buraya kim ve niçin dikti? Sen onu bulmaya çalış ey amatör düşünceli!” “Eğer bu taş blokların buraya tesadüfen kendiliğinden dikildiğini ispatlayabilecek ilginç teoriler bulabilirsen ki bulamazsın, kitabın baş göz üstüne; yoksa yırt o lanet kitabını gel bu taşların dibine göm. Milleti de eşek yerine koyup, kandırmaya çalışma. Defol git bu camiadan!” demeleri gerekmez miydi zamanın bilgeleri?
29
15- ANTARKTİKA GEZİSİ Bu özel yeri ziyaret eden görece az sayıda kişi buzdağları ve denizden yükselen karla kaplı zirveler, buzullar ve buz sahanlıklarından oluşan bir ülkeye giriş yaparlar. Antarktika’ya ilk gelen kâşifler yüzen kayalar olarak penguen, kutup ayısı, fok balığı heykellerine bürünmüş devasa buzdağlarıyla karşılaşsalardı, daha önce hiçbir insan ayağının ulaşmadığı bu yerde bu olağanüstü manzara karşısında acaba ne düşünürlerdi? Bu buzdağlarına mükemmel işlenmiş bu kutup hayvanlarının şekil ve suretlerinin kıtada çok sert esen kutup rüzgârlarının buz kütlelerini binlerce yılda aşındırmasıyla, kendiliğinden oluştuğunu mu düşünürlerdi? Ya da tabiatın hünerli ellerine verip bunu bizzat kendisinin yaptığına mı inanırlardı? Ya da “Yüce Tanrım! Burası korkunç bir yer!” deyip şaşkınlıkla birlikte dondurucu soğuktan kafayı mı üşütürlerdi? 30
Tabii ki bu ürkütücü manzarayla karşılaşmadılar ama bundan çok daha acayip olması gereken manzarayla karşılaştılar. Karaya yaklaştıklarında penguen kolonileri, dev albatroslar, fok sürüsü ve onları tehdit eden kutup ayılarını gördüler. “Yüce Tanrım! Burası acayip bir yer! Avrupa, Asya, Afrika ve burası her yerdeki hayvanların kafaları, gözleri, kulakları, burunları, ağızları hep aynı yerde. Demek aynı fabrikanın mahsulü. Doğuya ve batıya, tüm dünyaya ve evrene hükmeden bir Yaratıcının yaratışı burada da tecelli ediyor.” deyip Rabbin kusursuz yaratma sanatını görüp takdir mi ettiler? Yoksa; “Yeni kıtada öyle bir kıştı ki, içkimiz dondu, fırtınadan şarabımız döküldü.” deyip bu mucizeler karşısında hiç düşünmeden arkalarını gemileri gibi dönüp gittiler mi? Sisler ardında kaybolan ve daha tam keşfedilmeyen bu kıta gibi sır! 31
16- BULUTLARA GİDEN TREN – ARJANTİN 1940’larda inşa edilen “Bulutlara Giden Tren” demiryolu hattı, dünyanın en yüksek üçüncü demiryoludur. Trenin gökyüzüne yaptığı yolculuk boyunca geçeceği aklınızı başınızdan alan arazide, 13 viyadük, 29 köprü ve 21 tünelden geçerek dünyamızın en karmaşık topoğrafyalarının birinde 220 kilometre dolanan heyecan verici bir yolculuk olur. Turistler, karlarla kaplı zirveler arasında, 4.230 metre yüksekliğindeki Polvorilla Viyadüğü’nde durup aşağıdaki baş döndürücü yüksekliklere bakarken, bulutların hemen ayaklarının dibinde sürüklendiğini görüp altındaki bulutların içinde havada devasa bir boz ayı, şaha kalkmış bir kır atı, koşan alaca geyik sürüleri ve onları takip eden bozkurtları görseler, yani pamuk gibi bulutlardan harika yapılmış şekil ve suretler oluşsa, Dünyanın Sonu Treni’ne mi bindik diye insanlar şaşkınlıklar içinde kalmazlar mı? Yaşanan bu mucize karşısında trenin kondüktörü gibi çığlık atmazlar mı? 32
Daha sonra tren baş döndürücü yüksekliklerden aşağı vadilere doğru indi. Kırmızı çiçekler açan pamuk ağaçlarının yanındaki vadide koşturan atları, otlayan koyunları, zıplayan tilkileri gördüler. Bu manzara karşısında üstlerinde uçuşan akbabalar haricinde kimse çığlık atmadı. Bir de önündeki ineği ezmemek için öten makinistin kondüktörü haricinde. Aslında tabiat ve tesadüflerin bulutlara bu mahlûkatın şekil ve suretlerini veremeyeceğini çok iyi bildikleri halde, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli, sanatlı ve canlı yerdeki mahlûkatın her birini icad edip şekil ve suret verme maharetine sahip olduklarına inanmışlardı. Çünkü bulutlara giren tren gibi akılları gaflet sisiyle kaplı olduğundan bu hakikati düşünüp idrak edemezlerdi.
33
17- BÜYÜK KANYON – FRANSA Fransa’nın “Büyük Kanyonu” kabul edilen nefes kesici Gorges du Verdon’a tepeden baksak, nehirde yüzen sazan, kefal, turna, yayın balığı şeklinde ahşaptan yapılmış tekneler görsek, bunların hiçbir zaman yamaçlardaki ağaçların erozyonlarla suya devrilip kerestelerin sürüklenmesiyle, kendiliğinden oluştuğunu iddia edemeyiz. Ama teknelerin altında suda yüzen canlı balıkları görsek, bunların icadlarını, her birinin kusursuz şekil ve suretlerini tesadüfi süreçlere, tabiatın karışık ellerine veren inkârcı zihniyete ne demeli?
34
Şimdi bu her biri ayrı bir sanat ve güzellik içeren bu sudaki hayvanların icadlarını, mükemmel şekil ve suretlerini hangi tezgâha havale edelim? Ya da bunları hiç düşünmeden Fransız mı kalalım? Hadsiz bir ilim, sınırsız bir hikmet ve her şeyi kuşatan bir irade sahibi âlemlerin Rabbi olan Allah’a vermeyip, mizansız kör kuvvetler, maksatsız serseri tesadüfler, zulmetli sağır tabiatın bilinçsiz ellerine verip imansız mı kalalım?
35
18- BUZUL EKSPRESİ – İSVİÇRE Alpler’in en muhteşem iki tatil yeri olan Zermatt ile St Morstz’i birbirine bağlayan Buzul Ekspresi panoramik lüks trenlerin en güzelidir. Jungfrau, Monch ve Eiger’in karla kaplı zirveleri uzaktan görünür ve yokuş yukarı çıkan trenin çevresindeki tepeler giderek yaklaşır. Yüksekte süzülen viyadükler, treni 2.033 metre yüksekliğindeki Oberalp Geçidi’ne taşıyarak bulutlarla kaplı uçurumlarda uzanır. Eiger’in kuzey yamacındaki doruklardan bir çığ yuvarlanıp aşağı doğru düşse, düştüğü vadide karlardan oluşmuş boynunda çıngırak takılı devasa inekler, koyunlar ve keçiler oluşsa ve trene doğru acayip baksalar bir de mooo diye böğürüp meleşseler yaşanan tüm bu mucizeler karşısında turistler, trene bakan inekler gibi onlara bakıp şaşırmazlar mı? Keçileri kaçırmazlar mı? 36
Tabii ki bu olağanüstü manzarayla karşılaşmadılar ama tren sarp dağ manzaralarını aşıp yabani çiçeklerle kaplı vadiye inince keyifle çevreyi seyrederlerken, çayırlarda otlayan, boyunlarına çıngırak takılı inekleri, meleşen koyunları gördüler ama bu manzara karşısında kimse keçileri kaçırmadı. Çünkü her şey olağandı, güya olağanüstü bir şey yoktu. Şimdi nasıl Eiger’in zirvesindeki kar tanelerinin çığ sonucu yuvarlanıp çoğalarak vadide bu hayvanatın şekil ve suretleri kendiliğinden oluşamazsa, ana rahmine tutunan bir hücrenin de bölünüp çığ gibi çoğalarak bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı hayvanatın kendiliğinden oluştuğuna inanan ve Allah’a iman etmeyen bu aygır düşünceliler, trene bakan inekten çok daha inektirler. Boyunlarına kolye yerine çıngırak assalar çok daha uygun düşer. Vagondaki yemeklerinde tabaklarına havyar soslu spagetti lüks menü yerine masalara saman balyalarından oluşan fiks menü konulsa bu sıpalara çok daha romantik olur. 37
19- ÖLÜM VADİSİ – ABD Etkileyici kum tepeleri, tuzlaları, renkli kayalar, kanyonlar, karla kaplı dağlar ve uçsuz bucaksız yabanıl çevresiyle eşsiz bir bölgedir. Deniz seviyesinden 86 metre aşağıda yer alan vadi, Amerika’nın en alçak ve gün içinde sürekli 54 C°’ye ulaşan sıcaklıklarıyla Dünya’nın en sıcak yeridir. Kimi zaman geceleri dondurucu soğuklar görülebilmektedir. Şimdi bu vadiyi gezerken renkli kayalara yontulmuş ayı, kurt, çakal, tilki, kartal gibi hayvanların kabartma suretlerini görsek, bunları hiçbir zaman tesadüf rüzgârlarının kayaları aşındırmasıyla oluşturduğunu söyleyemeyiz.
38
Ama vadinin derinliklerinde gezinen ayı, kurt, çakal, tilki; tepede uçuşan kartal, şahin, doğanları görüp bunların her birinin icadlarını, şekil ve suretlerini kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat ve camid sebeplere isnad eden bu insan olma seviyesinden çok daha aşağıda yer alan, cehennemin korkunç sıcaklıklarıyla buluşacak olan, Allah’ın katında bu en alçak yaratıklar güruhu kimi zaman dondurucu azaplar da göreceklerdir. Ölüm Vadisi’ni görmek için California ve Nevada’ya gitmeye gerek yok. Doğudan batıya tüm dünyayı kaplayan inkâr vadisinde gezinen gözleri âmâ, kulakları sağır, kalpleri ölü bu camidlere bak!
39
20- GOBİ ÇÖLÜ – MOĞOLİSTAN Gobi dünyanın en tuhaf yerlerinden biridir. Asya’nın en geniş birinci ve dünyanın en geniş dördüncü çölü olan Gobi, yüksek plato ve dağlardan oluşan, sık sık buzlanmanın olduğu soğuk bir çöldür. Çöl, doğudan batıya 1.600 kilometre uzunluğundadır. Güney Moğolistan’ın tamamını kaplayan çöl, Çin’in kuzeyine kadar yayılmış ve zaman içinde yavaşça güneye yayılmaya devam etmektedir. Kayalar ve kumlarla kaplı çöl, sarp yamaçlar ve koyaklar, vahalar ve tuzlalardan oluşan çarpıcı manzaralar, olağanüstü bir çeşitlilik içerir. 180 kilometre uzunluğunda ve 300 metre yüksekliğinde devasa bir kum tepesi olan Khongor Kumulları’ndan turistler develeriyle geçerlerken çölde bir kum fırtınasına tutulsalar, toz dumandan göz gözü görmese uzun süren fırtınadan sonra ortalık yatışsa ve büyük kum tepelerinde çift hörgüçlü Asya develeri ve üstlerine binmiş Moğolların kumdan suretleri oluşsa, bu olağanüstü durum karşısında turistler çöl şaşkınlığı geçirmezler mi?
40
Tabii çölde kum fırtınasına rastladılar ama karşılarında olağanüstü bir mucizeyle karşılaşmadılar, çünkü mucize altlarındaydı. Bindikleri develer ve üstlerindeki kendi yaratılışları hakkında bugüne kadar hiçbir olağanüstü yorum yapmadılar. Nasıl kum zerreleri, çöl fırtınalarının esmesi sonucu, kendiliğinden kumdan bu suretlere dönüşemezse, kum zerrelerinden çok çok daha ufak bu atom zerreleri de tesadüf fırtınalarının esmesi sonucu bu çölde giden develere ve insanlara dönüşemeyeceğini idrak edemiyorlardı. Çünkü doğudan batıya neredeyse dünyanın tamamını kaplayan çöl fırtınası gibi bu inkârcı zihniyet akılları gaflet kumu içine gömdüğünden gerçeği görüp düşünemiyorlar. Hakikat vahasına çıkamıyorlar.
41
21- DÜNYANIN ÇATISI EKSPRESİ – TİBET Dünyanın en yüksek demiryolu hattı olan “Dünyanın Çatısı Ekspresi” 2006 yılında açılmıştır. Tibet’in başkenti Lhasa’dan başlayan tren yolu, deniz seviyesinden en az 5 kilometre yüksekteki Tibet Platosu’ndan geçer ve Çin’in Xining şehrine kadar uzanır. Rotanın en yüksek yeri Tanggula Geçidi’dir. (5.231 metre) ve tren burada dünyanın en yüksekte yer alan tüneli (4.905 metre) olan Fenghuoshan’dan geçer. Demiryolu üzerinde 675 köprü ve 45 istasyon vardır ve yarısından fazlası altı buzla kaplı topraklardan geçen hat, tam bir mühendislik harikasıdır. Karlarla kaplı Himalaya Dağları’nın zirveleri güneş ışıkları altında altın rengiyle parıldarken yolcular ufukta sapsarı Tibet sığırları, sığırları güden çobanları, yabani antilopları ve onlara saldıran kurtları, kaya kartalları gibi mahlûkatın birebir aynı suretlerinin ışık yansımalarını görseler, şaşkınlıklarından donup sapsarı kesilmezler mi? Dünyanın Çatısı Ekspresi ıssız, ağaçsız Tibet Platosu'ndan geçerken, yolcular gerçeküstü manzaranın heyecan verici anlarının keyfini çıkarıyorlardı. Dünyanın en yüksek gölünden geçip, çayırlarda otlayan Tibet sığırlarını, at süren yak çobanlarını, yabani antilopları, kurtları ve gökyüzünde süzülen yırtıcı kuşları izlediler. Hiç kimse şaşkınlıktan sapsarı kesilmedi. Çünkü her şey olağandı, olağanüstü bir şey yoktu. Nasıl güneş ışınlarının zirvelerde yansıması sonucu ufuklarda ışık fotonlarından tesadüfen bu suretler oluşamazsa,
42
bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlı suretler de cansız atomların zamanla yerlerde kesişmesi sonucu kendiliğinden bir araya gelmesiyle oluşamayacağını, ancak sonsuz ilim sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah’ın “ol” demesiyle, izni ve iradesiyle atomların suretlendirilebileceği gerçeğini düşünüp idrak edemiyorlar. Çünkü uçsuz bucaksız arazinin üzerini kaplayan buzlar ve üstlerindeki beyaz bulut öbekleri gibi akılları gaflet sisiyle kaplı olduğundan hakikati göremiyorlar. Karla kaplı sivri zirveler, güneş ışıkları altında altın rengiyle parıldıyordu. Tabii ki uzaklarda bu yansımalar görülmedi, çünkü yansımalar çok yakınlarında güneş gibi parlıyordu ama gözler kör, kulaklar sağır, idrakler bağlı oldu mu güneş ve gözlük neylesin?
43
22- ANGEL ŞELALESİ – VENEZUELA Niagara’dan 16 kat büyük olan Angel Şelalesi, yolunun üzerinde hiçbir engelle karşılaşmadan 979 metre yükseklikten aşağı dökülmektedir ve dünyanın en yüksek şelalesidir. Şelale, bölgenin en büyük mesalarından (sık tropik ormanlarla kaplı dik yamaçlı dağlar) aşağı dökülür. Bu dağlara Pemon yerlileri tarafından “Kötülük Tanrısının Evi” denmektedir ve yerliler bu dağa çıkmaya asla cesaret edemezler. Şimdi sık tropikal ağaçlarla kaplı ıssız ormanlarda ilerlerken ağaç evlerde yaşayan Pemon yerlilerine rastlayıp nehirdeki kanoya binen yerliye desek; Angel Şelalesi’ne gitmek istiyorum tek yol ormandan geçen bu nehri takip etmekmiş. Bu kanoyla gitmek kaç gün sürer? 6-7 gün sürer. Çok yoruldum. Bu gece bu tahta evlerinizde konaklayayım yarın sabah gideriz. Yalnız konaklama ve kanoya para vermem. Niye yerliler paranı mı yediler şaşırdım doğrusu? Ben bedava yapılan işlere para vermem. Bence bu kanolar ve evler bu sık ormandaki ağaçların rüzgarlarla devrilip sel sularıyla sürüklenip buraya taşınması sonucu kendiliğinden oluşmuş olmalı. Yani bir ustası yoktur, bir bedeli de olmamalı. Ey medeni! Bizler ilkel, ama senin aklın olmuş kafan gibi kel. Bizim üstümüzde don yok gezeriz çıplak, senin kafada nöron yok olmuşsun bunak. Şu nehre dizilen kanolara ve evlere bir bak, hiç bu işler tesadüfen olabilir mi ey ahmak? Ey Pemonlu! Senin kafa iyi çalışıyor pistonlu. Tamam mangırı fazlasıyla veriyorum bırakalım gırgırı. Yalnız şelaleye varınca üstündeki dağa çıkıp manzarayı da seyretmek istiyorum. Sen de bana rehberlik yapacaksın.
44
Ey şaşkın! Sakın kalkışma buna. Kötülük Tanrıçası seni çarpar kalırsın şebek gibi, kulakların uzar eşek gibi, ağzın burnun yamulur kaput gibi, ortada kalırsın armut gibi. Ey Pemonlu tanrılarından bahset biraz. Şu uzak dağda oturan Kötülük Tanrıçası Lat, bizi ve kavmimizi her türlü kötülük ve lanetten korur. Şu karşı dağda oturan İyilik Tanrıçası Uzza, elini üzerimize uzatır, nimetler gönderir. Şu karşı dağdaki Bereket Tanrıçası Menat, tepemize yağmurlar yağdırır, rızık gönderir. Şu karşı dağdaki Güzellik Tanrıçası Yesuk, bizlere sağlık, sıhhat ve mutluluk gönderir. Biz de onlara adaklar keser şükranlarımızı sunarız. Ey Simon! Ben dünyanın bir ucundan geldim. Bak benim de gözlerim iki tane senin de. Hem de aynı yerde montajlanmış. Kulaklarım, ağzım, burnum, ellerim, ayaklarım, kalbim, karaciğerim seninle hep aynı. Dünyadaki 7 milyar insanın da hep aynı. Bizlere görmek için gözler, işitmek için kulaklar, yaşamak için azalar, türlü türlü nimetler, rızıklar, hayat veren acaba bu karşı dağlardaki hangi tanrıça söyler misin? Ey Simon! Kabilendeki dört yüz kişinin idaresini bir şefe versek mi yönetim kolay olur; yoksa her birinin başına 10 şef koysak, şefler keşmekeş doğurmaz mı? Doğru peronu bul, doğru yolu seç ey Pemon! Efsanelerle dolu onlarca meçhul tanrılarla birlikte kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiata ilah diye tapacağına; hadsiz bir ilim, nihayetsiz bir hikmet ve her şeyi kuşatan bir irade sahibi âlemlerin Rabbi olan tek Allah’a iman et. Dostum misalin çok tutarlı etkiledi beni. Dağlarda bir çok tanrılarımızın olmasının nedeni, bize doğruyu anlatmadı hiçbir medeni. Bana anlat sizlere gelen gideni. Dinleyeyim can kulağıyla seni. Rabbim Allah’tır, dinim İslâm, kitabım Kur’an, son Peygamberim Hazreti Muhammed (sav) gel sen de benimle getir şehadet. Tamam bundan sonra adın Sinan, giyim kuşamın da olsun Müslüman. Al bakalım şu takkeyi kafana geçir, ört önünü, şu cübbeyi de sırtına geçir. Bunda sonra yaşayacağım Allah ve Resulüne göre, hayatımı tanzim edeceğim dinin husulüne göre. Dini tebliğ ettin, iman ettim Kur’an ve Sünnet’e. Uğraşacağım inşallah kavmim de girer hidayete. 45
23- LİMA – HUANCAYO TRENİ – PERU 2005’te Tibet’te açılan Pan-Himalaya Trenyolu'ndan sonra ikinci olan Lima-Huancayo hattı And Dağları’nda 4.829 metre yüksekliğe çıkan bir mühendislik harikası ve heyecan verici bir yolculuktur. 335 kilometre uzunluğundaki demiryolunun inşası 38 yıl sürmüştür. Yol boyu dönemeçlerle dik yamaçlara tırmanan tren, 59 köprü, 66 tünel ve 22 dönemeçten geçer. Lima-Huancayo treni oldukça konforlu bir trendir. Deniz seviyesindeki Lima’dan 6 saatte And Dağları’nın dondurucu soğukluktaki vahşi doğasına çıkarken, bir yandan koka çayını yudumlarsınız. Dünyanın en yüksek tren istasyonu olarak kabul edilen Ticlio’da (4.758 metre) ayaklarınızı uzattığınızda, nefes almakta zorluk çekebilir ve trende gezinen oksijen hemşiresinin yardımına ihtiyaç duyabilirsiniz. Şimdi vagonda pencere kenarından koka çayını yudumlayıp, And Dağları’nın nefes kesen manzaralarına dalmış, yan koltuktaki Peruluya desek; Geçenlerde Cuzco’dan Machu Picchu’ya doğru gittim. İnka Harabeleri’ni gördüm. Taşlarda son derece ustalıkla işlenmiş çeşitli geometrik şekiller ve değişik hayvan figürlerine rastladım. Bence bu çizimler Dağların Ana Tanrıçası tarafından ya da And Dağları’nın tozu dumana katan rüzgarlarıyla taşları aşındırması sonucu, kendiliğinden oluşmuş olmalı.
46
Ey yabancı! İstersen oksijen hemşiresini çağırayım. Buraların yüksek havaları seni çarptı galiba. Kafan gibi boş ciğerlerine biraz hava versinler belki açılırsın. Şu dışarıdaki manzarayı görüyor musun ey Perulu? Uçuşan kıyafetleriyle ata binmiş yöre insanları, önünde tozu dumana katan lamalar koşuyor. Bu toprağa ustalıkla işlenen kaktüs şekilleri, çiçekler, kelebekler, bu koşuşan figürler... kimdir sence bunların Sanatkarı, düşünmemek değildir akıl kârı. Evlat! Evrende doğa kanunları var. Tabiatın tesiriyle her şey doğal ortamda kendiliğinden gelişir. Yüksek rakımdayız. Bunları düşünüp kafayı daha fazla üşütme. Nasıl olmuşsa olmuşlar. Bunlardan bize ne? Ey Perulu! İstersen hemşireyi kendine çağır, koka çayını yudumlarken biraz oksijen koklatsınlar sana belki açılırsın. Taşa ustalıkla işlenmiş şekillerin akıl sahibi bir sanatkarı varsa, bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu toprağa işlenen geometrik şekillerin ve üstünde gezinen figürlerin Sanatkârı, nasıl kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiat ve tesadüfler olabilsin? İlim, akıl, hayat, şuur ve iradeden yoksun tabiatın eline sel gibi akan unsurları; hava, su, toprak, güneş ve yel gibi esen tesadüfleri; rüzgar, şimşek, deprem, ultraviyole ışınları gibi bilinçsiz güçleri verip, birlikte düşünüp taşınıp istişare sonucu karar verip uygulayıp bu her biri kusursuz bir ölçü ve düzen içindeki mahlukatın şekil ve suretlerini oluşturmalarını senin insafına soruyoruz. Bin defa körlük, sağırlık ve akılsızlık değil mi? Evlat! Senin bu söylediklerini bizden bilen, düşünen vardır ancak binde biri, yaşam felsefemiz ye, iç, eğlen, başka bir derdimiz yok gayri. Tanrı’yı unutup ilah edinmişiz tabiat ve tesadüfleri, meğer yüksek trene binmiş gibi hepimizin aklı olmuş serseri. Ey Perulu, bundan sonra rehberin olsun Allah ve Resulü. Kurtuluş yoludur Kuran ve Sünnet'e tebaiyyet. Gel sen de tasdik et benimle beraber getir şehadet. 47
24- EL CHORA - BOLİVYA Bolivya Güney Amerika’nın en yoksul ülkesidir, ancak maddi olarak eksikliğini çektiği konforun yerine geçen bir kültürel mirasa ve görkemli doğal güzelliklere sahiptir. 70 km uzunluğunda tarihi bir İnka yolu olan El Chora, Altiplano'nun yüksek dağlarıyla Los Yungas’ın astropikal ormanını birbirine bağlar. La Paz yakınındaki çıplak dağ yamacından yukarı ağaç çizgisinin üzerine, yaklaşık 5000 m yükseklikteki Chucura Geçidi'ne tırmanıp, bin yıl önce dağların arasına döşenmiş, bugün insan ve hayvanların ayak izleriyle yıpranıp parlaklaşmış taşlarla döşenmiş yolda ilerleyip, aşağı doğru gür şelaleler ve coşkun nehirlerin yanından giden eski ahşap köprüden tam geçerken bir kafileye rastlıyoruz. Lamalara yükledikleri malları satmak için Altiplano’ya giden geleneksel rengarenk kıyafetleri içinde tüccar Aymara Kızılderilileri. Onlara Selatu deyip desek; Yüklediğiniz malları yüksek fiyata satmak istiyor musunuz? O halde durun indirin kumaşlarınızı açın ve gösterin. Alpaka yünlerinden dokudukları rengarenk halıların birisinde dağlarda kaktüslerin arasında alpaka sürülerini güden çoban, yanında köpeği ve gökte süzülen akbabalar vardı. Açtıkları diğer halıda renkli kıyafetleriyle başında tüyler, elinde mızraklarla ateşin etrafında dans eden Kızılderili savaşçılar, bir diğerinde de dağlarda ateş yakıp dans eden ilginç kıyafetleriyle dini ritüeller yapan Şaman Kızılderililer vardı. Şöyle bir baktıktan sonra desek; Bence bu halılar dağlarda otlayan alpakaların yünlerinin rüzgarda savrulup kaktüslere dokunmasıyla kendiliğinden dokunmuş olmalı. Renkli desenler de boya kutularının rastgele üstlerine dökülmesiyle tesadüfen oluşmuştur. Bedeli olmalı lakin bedava yapılan işlerin bedeli de olmalı tek haneli. O yüzden bunlara 1 bolivyanos yeter. Fiyatı ancak bu kadar eder. Ey şaşkın karşımıza nereden çıktın. Boşuna tuttun bizleri ettin esir, anlaşılan dağların yüksek havası dokunmuş sana çıplak kafana etmiş tesir. Bu lamaların tezeği bile 40 bolivyanos eder. Ey yabancı 48
buranın rakımı yüksek sen de rakamı yükselt. 1000 bolivyanosu devir, halıyı çevir, kendini köprüden sağ salim geçir. Sakin ol Carlos tamam vereceğim 1000 bolivyanos, lakin sizlere sorum şu; Size halılara nakşedilen bitki, hayvan ve insan şekillerini sordum, mutlaka akıl sahibi bir nakkaşı dokuyucusu var demek istediniz. Peki bu halılardaki resimlerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu rengarenk yeryüzü halısına nakşedilen canlı şu kaktüslerin, lamaların, sizlerin ve bizlerin hülasa şu kainatın ve içindeki mahlukatın çok hassas ölçü ve ilmikler içindeki şekil ve suret veren Sanatkarı kimdir, bunu hiç düşündünüz mü? Nasıl tesadüf rüzgarlarının esmesiyle bu yünler kendiliğinden bu mükemmel dokunmuş halılara ve içindeki motiflere dönüşemezse bu yün yumakları gibi yeryüzü havzasına yığılan camid ve şuursuz atom yığınlarının da akıl sahibi bir Nakkaşı olmadan, sınırsız zaman, mekan ve malzeme de olsa, kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiatın ve serseri tesadüflerin etkisiyle kendiliğinden yüzbinler çeşit farklı bitki, hayvan ve insan taifelerine dönüşebilmesi yüzbinler defa imkansızdır. Bu gün gibi açık gerçeğe karşı gözleri yumak yapmak ahmaklıktır. Ey aklı perili Şaman Kızılderililer. Gelin dağa, taşa, ateşe, tabiat ve tesadüflere ilah diye tapacağınıza, hadsiz bir ilim, nihayetsiz bir hikmet ve her şeyi kuşatan irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin, Resulüne tabi olun ki kurtuluşa eresiniz. Üzerinde taşıdığınız emaneti O’na satın, O’nun yolunda harcayın ki, beyhude zayi olmasın fiyatı birden bine yükselsin yoksa ötede kırk para etmeyecektir. Ortalama 70 yıl uzunluğunda beşeri bir imtihan yolu olan ömrünüzü heba etmeyin. Sizlerden istenen şu kainatın yaratıcısı olan Allah’ı tanımak, O’na iman edip ibadet etmektir. Bakın selamınız selatu, o zaman Allah’a iman edip kılın selatu, verin zekatu, geçin sıratu. Ötede yüksek rakımda olacağız ay Carlos rakamını yükselt. Seccade halıyı karşına çevir, bin bolivyanosu devir, kendini sağ salim köprüden geçir.
49
25- GALAPAGOS ADALARI - EKVATOR Güney Amerika’nın 965 km batısında Ekvator çizgisinin her iki yanına dağılan Ekvator’un Galapagos Adaları, Charles Darwin’in doğal seleksiyonla evrim teorisini geliştirmesine sebep olan canlıları gözlemlediği yer olarak tanınır. Dev kara kaplumbağaları, deniz aslanları, deniz iguanaları, susamuru, albatroslar, sümsük kuşları, uçamayan karabataklar, fırkateyn ve fregat kuşları… bölgede yaşayan canlıların bazılarıdır. Yıl 1835 uzaklardan denizde bir gemi görünüyor. Adaya yaklaştı, genç bir sarışın adam adaya indi, yanında siyah elbiselere bürünmüş yamyam kılığında garip bir mahluk. Dedim siz kimsiniz ey yabancılar, ne alırsınız ne satarsınız, ne için geldiniz ta uzaklardan buraya? Dedi adım Çarlis bu da arkadaşım İblis, teşhis için geldik beraber, bu da bana olacak rehber. İçimden dedim Şeytansa bir insanın kılavuzu, hile yapıp helal diye yedirir domuzu. Dedi kitap yazacağım tüm dünya okusun bu eseri, hülasa tanrı diye bir şey yok her şey tabiatın tesiri. İkna edeceğim ülkemde bir çok rahibi, bu mahlukatın yoktur diye bir sahibi. Dedim kitabını tashih için mi getirdin bu yamyamı, dedi bu benim ilham kaynağım değiştirdi dünyamı. Dedi hacetim var bana bir yer göster olmasın günah, dedim istediğin yere bevlet sana her yer mübah. Şeytana dedim bre melun niye inkar ettirirsiniz Sanatkarı, dedi bilim kılıfı altında tüm dünyaya yayacağız inkarı. Dedim sizinle müsabaka yapalım kim kazanırsa şayet, davasından vaz geçip hak neyse ona etsin tebaiyyet. İblis tamam dedi Çarlis’i alıp yarın geleceğim meydana, yanımda getirdiğim taştan heykelleri dizdim Darwin’le Şeytana. Kaplumbağa, deniz aslanı, albatros, sümsük, fırkateyn kuşları… Dedim bunları kim şekillendirdi haydi yapalım vuruşları. 50
Şeytan başladı elindeki sopayla heykelleri dövmeye, davayı iptal ettirecek bunlar diye ağzıyla sövmeye. Dedim korkma bunların eli kalkmaz size vermez zarar, ama içinizdeki inkarı yıkar fikrinizi bozar. Dedim rüzgarların kayaları aşındırmasıyla tesadüfen, bunların oluşabilme ihtimali sizce var mı söyleyin lütfen? Bu heykellerin kendiliğinden oluşması mümkün mü yapın deneyi, İblis Çarlis’e fısıldayıp dedi teorin buysa yedik naneyi. Şeytan dedi Şeytanız ama yok milyarda bir ihtimal, doğal seleksiyon dedi ikisi arasında çıktı ihtilal. Adada gezinen mahlukatı gösterip kim dedim Sanatkarı, Şeytan dedi ben O’nu iyi bilirim sen ikna et bu cüretkarı. Dedim nasıl kayaların tesadüfen aşınmasıyla olmazsa bu sanat, atomların da savrulmasıyla kendiliğinden oluşamaz bu hayvanat. Kör, sağır, düşüncesiz, camid tabiat değildir bu mahlukatın sahibi, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibidir bu kainatın Rabbi. Varsa bir heykel olmalı akıl sahibi bir heykeltıraşı, İblis dedi Çarlis’e ben gidiyorum kes artık şu tıraşı. Şeytan kaçarken dedi bre nerden rastladık bu Macıra, Ey Allah’ım madem o vardı beni niye bindirdin gırgıra. Çarlis kaldı tek başına müsabakaya etti devam, ölsem de vazgeçmem dedi bu benim yegane davam. Dedim karabatak gibi kafanı sokmuşsun gaflet çamuruna, gel kaplumbağa gibi girme kabuğuna bak şu susamuruna. Aslan gibi iman et bırak egoyu tabiat anayı, aklın tesadüf rüzgarlarıyla alabora olmuş bul rotayı. Bak sümsük gibi kaçtı sen de feragat et git bin fırkateyne, dedi Şeytan bile bu fikirden kaçsa ben halka yuttururum yine.
51
26- WAZA ULUSAL PARKI - KAMERUN Kamerun’un kuzey bölgesinde uçsuz bucaksız, ıssız bir alandır, Çad Gölü’nün taşkın ovasının güneyinde yer alır ve yazın meydana gelen taşkınlar nedeniyle sadece Kasım ortasından Haziran ortasına kadar erişime açıktır. Park ormanlık alan ile yumuşak çayırlar ve mevsimsel bataklıklardan oluşan devasa bir alana sahiptir. Burası göçmen ve kalıcı kuşların yanında, hem orman hem de savan canlılarına ev sahipliği yapar. Şimdi parka gelen turistlere tanıtım için bölgede yaşayan hayvanların usta heykeltıraşlara çamurdan heykelleri yapılsa ve buraya uzaklardan gelen turistlere denilse “Bu gördüğünüz zürafa, antilop, sırtlan, çita, domuz, fil, aslan, kartal, akbaba, atmaca, şahin, turna, leylek, ördek gibi heykeller yazın meydana gelen taşkınlar nedeniyle sel sularının çamurları sürüklemesiyle balçıktan kendiliğinden oluşmuşlardır.” Bu saçmalığa hiçbir akıl sahibi inanmaz.
52
O esnada şöyle bir mucize yaşansa: Birden heykeller kafalarını oynatsa, yürüyüp uçup canlansalar, bu insanlar da şaşırıp kafalarını oynatmazlar mı? Ölmüş kalplerini diriltmezler mi? Avazları çıktığı kadar bağırmazlar mı? Tabii ki bu tür bir mucize yaşanmadı ama bundan daha acayip başka tür bir mucize 365 gün orada ve her yerde yaşanmaktaydı. Şöyle ki; Waza Ulusal Parkı içindeki bir su birikintisine bu hayvanların asılları toplanmışlardı. Kimse avazı çıktığı kadar bağırmadı. Çünkü herşey alışıla gelmiş olağandı, olağanüstü bir durum yoktu onlar için. Çünkü sel sularının çamurları sürüklemesiyle balçıktan bu heykellerin kendiliğinden oluşamayacağını çok iyi bildikleri halde, akılları gaflet çamuruna battığından sel gibi akan unsurların yani güneş, hava, su, toprak ve diğer camid esbabın kendiliğinden biraraya gelip toplanmasıyla bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlı mahlukatın tesadüfen oluşabileceği saçmalığına çok rahat inanmışlardı. Şaşıracaksan çamurdan heykellerin kafalarını oynatmasına değil, asıl bu mucizeler karşısında başlarını gaflet çamuruna sokup kafalarını oynatan bu gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri ölü, akılları kaçık, balçığa batık, yan yatık Batılılara şaşır.
53
27- SİMİEN ULUSAL PARKI - ETİYOPYA Dünyanın en muhteşem arazilerinden birinde yer alan parkın ayrıcalıkları arasında çok sayıda nadir canlı türü de vardır. Parkın kuruluş sebebi olan ve sadece burada yaşayan Habeş dağ keçisi yanında gelada maymunu, Simien tilkisi ve az sayıda Etiyopya kurdunu sayabiliriz. Şimdi bölgeyi havadan gözlemlemek için helikopterle seyir eden turistlere bir sunum yapmak için Simien dağlarındaki bir buğday tarlasını içinde kocaman keçi, maymun, tilki, kurt gibi hayvanların saplardan şekilleri kalacak şekilde biçsek yani önceden çizimlerini yapıp kalan yerleri orakla kessek ve turistlere desek. Şu çiftçilerin gelada maymunlarından çektiklerini bir bilseniz. Dün gece bu buğday tarlasına girip talan etmişler. Yediklerini yiyip kalanlarıyla bizlere bir mesaj vermek istiyorlar ama bunu çözemiyoruz. Turistler diyecektirler; Şaka mı yapıyorsunuz. Gelada maymunları girdi mi tarlaya sen bak olaya. Sel gibi silip süpürürler buğdayı ortada bırakmazlar keçi, maymun, tilki, ayı. Bu kadar aklı var mı ki anlatırsınız efsane, geladalar girdi mi tarlaya ortada kalır virane.
54
Az ileride dağlarda genç bir Etiyopyalı keçi çobanı sürüsünü anızda otlatıyordu. Gelada maymunları biçilen ve istif edilen buğday başaklarına saldırı için pozisyon almışlar, genç çoban onları sopasıyla ve bağırarak ürkütüyordu. Ötede tilki ve kurtlar gizlenmiş bir şeyin hesabını yapıyorlardı. Turistlere desek sizlere bu sahneler bir mesaj veriyor mu? Kimdir bu canlı çizimlerin şekil ve suret veren sanatkarı? Ne mesajı ne sanatkarı? Her şey tabiatın doğal seyrinde gelişir. Şaka bitti hakikat başlıyor dinleyin beni ey turistler! Size geladalar yiyip kalan başakları bırakarak yapmışlar bu hayvan suretlerini dedim, kafayı mı yedin demek istediniz. Sonra bu çizimlerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlı mahlukatın şekil ve suret veren sanatkarı kimdir dedim. Tabiat deyip bilinçsiz güçlerin eline verdiniz. Bari geladalar deseydiniz de bir tık mantık çöküntüsünden yukarı çıksaydınız. En azından bu maymunlar canlı ve cüzi akıllılar. Ama bu tabiat ve doğada varlığından söz etmeye değmeyen bilinçsiz güçler tamamen kör, sağır, düşüncesiz ve cansızdırlar. Akıl, şuur, idrak, hayat, düşünme, karar verme gibi yeteneklerden küllüm mahrumdurlar. Gelada maymunları girdiler mi bir tarlaya, orasını hemen çevirirler bahtı karaya. Gelada maymunları silip süpürmüşler buğdayı, sizler de yiyip silip süpürmüşsünüz kafayı.
55
28- MAELSTROM’UN AZGIN GİRDAPLARI - NORVEÇ Korku romanlarının usta yazarı Edgar Allen Poe tarafından türetilen hayali Maelstrom gerçekten vardır ve Norveç’in kuzeyindeki Lotofen Adaları çevresindeki sularda görülen pek çok güçlü akıntı içinde en şiddetlisidir. Günde iki kez oluşan gelgitler Vestfjord sularının ana akıntısının tersine dönmesine ve Maelstrom’un uyanmasına sebep olur. Bunlar saatle 11 km hızla dönen büyük girdaplardır. Aynı ölçüde büyüleyici ve korkutucu olan Maelstrom dünyanın en güçlü anaforlarından biridir. Yöre halkı Maelstrom’un dramatize edilen yanlarına fazla itibar etmez, varlığına müteşekkirdir ve ona son derece büyük bir saygıyla yaklaşırlar. Çünkü adalıların yaşamını son derece zorlaştırsa da, akıntı aynı zamanda geçim kaynakları olan büyük balık sürülerini bölgeye getirir. Şimdi şöyle bir deneyim sunulsa; Maelstrom’un azgın girdaplarının arasında kıyıya ahşaptan yapılmış uskumru, morina, somon, ringa, halibut gibi büyük balık sürüleri vursa, yöre halkı Allah Allah kim bu tahta balıkları yapıp denize atmış diye tuhaf tuhaf bakınacaklardır. Onlara desek bu ahşap balık sürüleri Vestfjord’un yamaçlarındaki ağaçların denize düşüp, azgın dalgalarla sürüklenip parçalanmasıyla zamanla kendiliğinden oluşmuş olmalıdır. Yani ağaçlar evrim geçirdi yakında canlanacaklar köpek balıklarından koruyun kendinizi. Balıkçılar diyecektirler sizlerde balık kadar akıl yok. Yoksa korku romanının yazarından mı esinlenip türettiniz bu hayali senaryoları. Az sonra Maelstrom görüldü. Dev girdaplarının arasında kıyıya doğru canlı uskumru, morina, somon, ringa, halibut gibi büyük balık 56
sürüleri vurdu. Hiç kimse kim bu balıkları denize atmış deyip Allah demedi. Balığı bildiler ama Halık’ı bilemediler. Onları kendilerine şükür için gönderenin varlığına müteşekkir olamadılar, büyük bir saygıyla itibar etmediler. Çünkü adalılar dağ yüksekliğinde arka arkaya gelen inkarcı dalgaların azgın girdaplarına devamlı maruz kaldıklarından hakikati görüp uyanamadılar. Korkutucu ve büyüleyici olan dünyanın en güçlü anaforlarından birine yakalanmışlardı. Akıntı bu balık akıllı insan sürülerini karanlık denizlerin diplerine doğru sürüklüyordu. Nasıl ki balık suretindeki ahşap maketler tesadüfen değil, kütüklerin bilinçli bir şekilde şekillendirilmesiyle oluşuyorsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli, sanatlı ve canlı bu yenilebilen balıklar da bu kütüklerin inandıkları gibi tesadüfen veya tabiatın tesiriyle değil, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından kusursuz bir şekil ve suret verilerek mükemmel bir ölçü, düzen ve lezzet içinde yaratılmışlardır. Pazardaki tezgaha dizilen bu balıkları görsek ve onların Sanatkarını hiç düşünmeyip; “Acaba tavada mı daha iyi pişer yoksa ızgarada mı? Yanında çoban salatası mı iyi gider yoksa mevsim salatası mı?” diye sadece mideni düşünsen, aklını çalıştırmasan, yani Yaratıcı’yı hiç akla getirmeyip balık akıllı bir hayat sürdürsen yarın mahşerde; “Tavada mı yanmayı tercih edersin yoksa ızgarada mı? Yanında çoban sopası mı istersin yoksa odun sopası mı?” diye adamın karşısına yemek menüsünü çıkarmazlar mı? Üstüne irmik helvası bekleme gelmez. Korda balık gibi pişip pişman oldukça acılı pişmaniyeyi bolca yersin. Sizin Rabbiniz, fazlından aramanız için denizde gemileri sizin için yürütür. Gerçekten O, size karşı merhametlidir. (İsra Suresi, 66) 57
29- GEİRANGERFJORD - NORVEÇ Olağanüstü bir doğal güzelliğe sahip masalsı bölgedeki tüm fiyortlar içinde en güzeli olan Geirangerfjord fiyortların modeli kabul edilir. Geirangerfjord, Storfjord’dan yalçın kristalin kayalıklarla çevrili dar, dolambaçlı bir geçitle ayrılan lacivert sularıyla 15 km uzunluğundadır. Yamaçlar 1400 metre yüksekliğindedir ve deniz seviyesinin 500 metre altına dek uzanır. Geçidin yanlarından bir dizi görkemli şelale dökülür. Yüksek karla kaplı dağlar, buzul göller ve içinden nehirlerin geçtiği kışın yapraklarını döken ağaçlar ve çam ağaçlarından oluşan ormanlarla manzara nefes kesicidir. Turistleri taşıyan bir yolcu gemisine binip fiyordun nefes kesici manzaralarını seyrederken yamaçlarda pek çok terk edilmiş küçük çiftlik evlerini görüp yanımızdaki Uzakdoğulu kafileye desek; 58
“Bence bu evler zirvelerden inen sel sularının önüne katıp sürüklediği kütük, taş ve çamur yığınlarının bu yamaçlardaki setlere takılıp yığılması sonucu kendiliğinden oluşmuşlardır. Yani yoktur bunların bir mimarı, tabiat ve tesadüflerdir sanatkarı. Bence bu kainat ve içindeki mahlukat; yani bitki, hayvan ve insan taifeleri zirvelerden inen sel gibi unsurların önüne katıp sürüklediği kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiat yığınlarıyla hava, su, toprak ve ışık harçlarının zaman setlerine takılıp yığılması sonucu her birinin kusursuz şekil ve suretleri kendiliğinden oluşmuşlardır. Yani yoktur bunların da bir mimarı, tabiat ve tesadüflerdir sanatkarı” desem; Bunu duyan turistler birincisinde benim şaşkın aklıma bakıp şaşırırlarken, ikincisini duyunca kendi şaşkın akıllarına bakıp şaşırmazlar mı? İnkar çamuruna batmış, bu taş kafalı, kütük gafiller, gaflet uykusundan uyanıp kalplerine iman binasını dikmezler mi? Yoksa vergi memurlarından uzak kalmak istediklerinde merdivenleri yukarı çekmekle yetinen bu eski evlerin sahipleri gibi bu hakikatlerden uzak kalmak için göz kapaklarını aşağı indirmekle kurtulacaklarını mı düşünüyorlar. Ölünce cennette Gelin Duvağı Şelalesi gibi harika manzaralara talip olacaklarını hiç düşünmesinler. Ta uzaklardan bağırıp geğiren ejderha onları epey eğlendirecektir. 59
30- TİTİCACA GÖLÜ - PERU VE BOLİVYA Peru ile Bolivya arasında 3,812 metre yükseklikteki Titicaca Gölü dünyanın ticari seferlere açık en yüksek gölüdür. Göl 281 metre derinliğe ulaşan sularıyla 176 km uzunluğunda ve 50 km genişliğindedir. Bu devasa gölü 25’den fazla akarsu ve dağ buzulu beslemektedir. Titicaca büyüleyici bir görünüme sahiptir. Uzaktaki karla kaplı Cordillera Sıradağları ile Altiplano’nun uçsuz bucaksız gökyüzü altında göl sonsuza uzanır gibidir ve efsanevi İnka medeniyeti ortama daha da esrarengiz bi hava yaymaktadır. Göl üzerinde kendine geleneksel kültürlerini koruyan Uros Kızılderililerin yaşadığı sazlardan yapılma küçük yüzen adalar bulunmaktadır. Gölde yetişen ve totora adı verilen kamışlar çapraz olarak biraraya getirilerek büyük sazlıklar oluşturan Uroslar, bu adacıkların üzerinde kulübe evler de inşa etmişlerdir. Bazılarında on-on beş ev ve aile bulunan bu adadaki evler, yataklar, kayıklar… herşey kamışlardan yapılmıştır ve göl üzerinde yüzmektedir. Geleneksel rengarenk kıyafetleri içinde yüzen adalarına gelen turistleri karşılayan Uros yerlileri yaşam biçimlerini sergileyip ürettikleri etnik giysi ve hediyelik eşyaları satarak geçimlerini sağlamaktadır. Bir de Titicaca Gölü’nde gerçek toprak adalar bulunmaktadır. Bunların en büyüğü Isla del Sol yani Güneş Adası. Güneş Adası, İnka yaratılış efsanesine göre Güneş Tanrısı, İnti’nin evidir. İnkalar, Titicaca Gölü’nün insan ırkının başlangıçtaki yeri olduğu ve ölen ruhların bu göle geri döneceğine inanıyor. Efsaneye göre dünya buradan doğmuş, Güneş, Ay ve yıldızlar gölün sularından çıkmıştır. Adada Aymara Kızılderililerine mensup yaklaşık 800 aile yaşıyor. İnka döneminden kalma 80 civarında tapınak ve bina kalıntıları bulunuyor. Tepeye doğru tırmandıkça kutsal çeşmeye ulaşıyoruz. İnkalar bu kutsal suda yıkandıktan sonra ilerdeki tapınağa gidip orada Güneş Tanrısı’na dua ederlermiş. Adanın yüksek noktasına ulaştığımızda ise bir süprizle karşılaşıyoruz. Güneş Tanrısı, İnti’ye yapılan bir Şaman ayini. Kırmızı kıyafetler içinde yerli halk ve göle sırtını vererek oturan Şaman rahibin ayinine tanık oluyoruz. Bir taş sütunun üstüne kırmızı örtü üstüne çeşitli taş parçacıkları, taşlar, objeler ve boynuzlu hayvan kafatası duruyor. Rahip avuçlarını açıp diğerlerinin avuçlarına daha evvel okunmuş sudan bir kaç damla döküyor ve sonra yerine geçip ayin başlıyor. Davul çalıp, tütsüler yakıp, kafatasının etrafında bilemediğimiz anlayamadığımız ilahiler söyleyip tam bir konsantrasyon içinde Şamanlar ayini tamamladılar. Gölün maviliği, Şamanların kırmızı elbiselerinin birlikte ortaya 60
koyduğu kontrast içindeki görüntü Şamanik gizemleri barındıran ortama esrarengiz bir hava katmaktaydı. Ayinin sonunda Şamanlar, Güneş Tanrısı İnti’ye dua edip kötü ruhların yok edildiğini ve korunduklarını öğreniyoruz. Ayin bitince onlara selam verip desek, Ey Şamanlar şu uzaklarda gölde yüzen kamıştan adacığı, üstündeki evleri, balık görünümlü tekneleri görüyor musunuz? Bunlar nasıl oluşmuş diye rehbere sordum; “Bunlar gölün kıyılarında yetişen totoraların rüzgarlarla sürüklenmesi sonucu gölün ortasında çarpa çarpa çaprazlanıp kendiliğinden oluşmuşlardır.” dedi. Başka birine sordum o da “Güneş Tanrıçası İnti bunları kendi inşa etti” dedi. Adamların dedikleri doğru mudur ey Şamanlar? O totoraların kafaları olmuş papara, sana yapmışlar makara. Hiç bu işler rüzgarların sürüklenmesiyle tesadüfen olabilir mi be ey aklı fukara? Bak şu ellerimize ne haldeler? Kamışları örmekten camış gibi yorulduk. Paramızı da alamadık dua ediyoruz İnti’ye. Pinti adam hem paramızı vermedi hem de bizleri aç çalıştırdı. Yemek diye kamışları verdi bize üç öğün bunları yiyin dedi. Kalsiyum açısından zenginmiş, kanı dengelermiş. Kendisi kulübenin arkasında ızgarada balıkları götürürken iyi ya! Neymiş yersek dokunurmuş, hay sana şeytan dokunsun! Açlıktan kolestrolümüz taban yapacağına bırak tokluktan tavan yapsın, razıyız. Biraz potasyum alsaydık, açlıktan şaşı gözlerimiz dengelenseydi. Be adam diyetisyen misin, akademisyen misin, müzisyen misin anlamadık seni, oyun yapma bize, paramızı getir. Ey Güneş Tanrıçası İnti, ya paramızı getirsin ya da sen yak o pintiyi. “Ey Şamanlar şu kamıştan adaların, evlerin ve balık görünümlü kayıkların bir ustası varsa, şu insan görünümlü sizlerin, şu dağlarda otlayan lamaların, çiçeklerin, böceklerin, şu havada süzülen akbabaların şu gölde yüzen balıkların hülasa şu kainat ve içindeki mahlukatın yok mudur bir ustası? Kimdir bu her biri mükemmel bir ölçü ve düzen içinde yaratılan, şekil ve suretlendirilen mahlukatın Sanatkarı? Kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiat yani Güneş, hava, su, toprak, rüzgar, fırtına, şimşek, yağmurlar bu küllüm hayat, ilim, irade, düşünme ve tüm kabiliyetlerden mahrum bu tabiat ve tesadüfler bu işlerin üstadı olabilir mi? Gelin doğada varlığından söz etmeye değmeyen bilinçsiz güçlere ilah diye tapacağınıza, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin. İndirdiği Kuran’a ve elçisi Muhammed aleyhisselatü vesselama tabi olun” desem akılları İnka efsaneleriyle antika olmuş, totora kafalı paparalar atalarımız bizlere makara yapmış deyip hakikate sicim sarıp beyin loblarını çalıştırabilirler mi? 61
31- HUASCARAN ULUSAL PARKI - PERU Cordillera Blanca dünyanın en yüksek sıradağlarından biridir. Huascaran Ulusal Parkı içinde koruma altına alınan 3400 kilometre karelik alanı kaplayan dağ sırası 180 km uzunluğundadır. Sıradağ üzerinde on beşi 6000 metrenin üzerinde 50’den fazla buzul zirve bulunur. 6788 metre yüksekliğindeki Nevada Huascaran sadece Peru’nun değil bütün tropiklerin en yüksek dağıdır. Bölge son derece etkileyici dağ manzaralarına sahiptir. Uçsuz bucaksız beyazlık içinde şaşırtıcı mavilikte buzul gölleri, çarpıcı kanyonlar, gür çağlayanlar ve ışıltılı akarsuların görüntüleri büyüleyicidir. Bölgede dolaşan çok sayıda patika yollar sizi misafirperver And topluluklarının ve İnka dönemi öncesi harabelerin bulunduğu yerlere götürür. İnka harabelerinin bulunduğu ıssız alana gelip dağların yamaçlarına taşlardan basamaklı teraslar ve üzerinde birçok taştan yapılmış evlerin ve tapınakların harabeleri yanında kamp için çadırlarını kurmuş turistlere rastlıyoruz. Üç kişilik ekibimizle hayırlı bir tiyatro yapmaya karar veriyoruz. Sabahın sisleri içinde bir arkadaşımız çadıra girip, “Günaydın arkadaşlar beni Dağların Ana Tanrıçası gönderdi. Bu taştan basamaklı terasları, tapınakları ve evleri kendi inşa etti. Beni sizlerden ayak bas62
ma parası almak için gönderdi. Biletleriniz öğrenci mi yoksa tam mı olsun?” Gözlerini uykudan yeni açan turistler rüya mı görüyoruz diye bu saçmalığa şaşıracaklardır. Sonra diğer arkadaşı gönderip; “Günaydın arkadaşlar az önce yanıma biri geldi. Dağların yamaçlarına yapılmış bu taştan basamak teraslar, evler, tapınaklar ve tapınağın duvarlarına ustalıkla işlenmiş bitki, hayvan ve insan figürlerinin nasıl oluştuğunu anlattı. İnkalar mı yapmış dedim, ne İnkası onlar markası asıl yapan dağlardaki taşların depremlerle devrilip rüzgarların taşıması ve erozyonların yontması sonucu kendiliğinden oluşmuştur.” dedi. Ver bakalım rehberlik paramı deyip benden istedi. Ya git kardeşim sabah sabah adamı delirtmeyin.Ta uzaklardan stresten uzak kalalım diye dağlara geldik kafayı dinlemek için, sizin gibi delileri dinlemek için gelmedik. Yok erozyonmuş yok tanrıçamış bırakın bu saçmalıkları. Sonra öğle güneşinin altında susuzluktan bitkin bir halde dağda yürürken onların yanına gidip; “Selam arkadaşlar bu soğuk suları için belli ki susamışsınız. Yalnız sizlere bir sorum olacak. Size bu sabah iki deli geldi, İnka harabelerini ve taşlara yontulan bitki, hayvan ve insan figürlerini sordu, elbette bir akıl sahibi yapmıştır deyip tabiat ve tesadüfleri kabul etmediniz. Peki bu figürlerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu dağlardaki ağaçların, çiçeklerin, böceklerin, kuşların, sizlerin ve bizlerin hülasa kainatın ve içindeki mahlukatın her birine kusursuz bir ölçü ve düzen içinde şekil ve suret veren Sanatkarı kimdir onu merak ediyorum. Bana bunu açıklayabilir misiniz? Bu üstün sanatlara malik kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiat ve tesadüfler mi, yoksa herşeyi yoktan var edip kusursuz yaratan sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah mı?” desem, Dağlardan düşen çığ felaketi gibi akılları yıllarca gaflet karları altında kalan bu turistler bu üç perdeli piyes karşısında pes edip kafalarını kabuk gibi saran bu inkar buzlarını eritip gerçeği düşünebilirler mi? 63
32- LAUCA - ŞİLİ Lauca, Tibet’ten sonra dünyanın en geniş yüksek platolarının yer aldığı ve Şili’nin en güzel bölgelerinden biri olan Altiplano’dadır. Burası Şili ile Bolivya arasındaki sınır boyunca uzanan 3.600 kilometrekare alana sahip ve UNESCO Dünya Biyosfer Rezervi olarak koruma altında bir bölgedir. Deniz seviyesinin 3000 metre üzerinde yer alan Altiplano, zengin bir kültüre sahip Aymara Kızılderililerinden geriye kalan ve sayıları giderek azalan lama ve alpaka çobanlarının yurdudur. Şimdi Dünya Biyosfer Rezervi’ni incelemek için bölgeye gelen bilimadamlarının oluştuğu heyete ders vermek için bir deney yapsak, sanatkar bir alpaka çobanına tuzladaki biriken tuzlardan ustaca yaptırdığımız And devesi, lama, alpaka, akbaba, martı, filamingo, tilki gibi bölgede bulunan hayvanların heykellerini tuzlaya dikip sergilesek ve gelen heyete desek; “Sizce bu heykelleri kim yapmıştır?” Anında "Kim yapacak tabii ki adamın biri yapmıştır." diyecektirler. Sonra heyete; “Bu heykeller dağlardan esen rüzgarların tuzları savurup bir araya gelmesiyle, sel sularının sürüklenmesiyle, lavların akmasıyla, erozyonun aşındırmasıyla gibi müşterek olaylar sonucunda binlerce yılda doğal seyrinde kendiliğinden oluştular.” desek; bu saçmalığı hiçbiri kabul etmeyecektir. Sonra heyete heykellerin canlılarını gösterip; “Peki şu platoda gezinen bu hayvanatın her birine mükemmel bir ölçü ve düzen içinde sanatkarane şekil ve suret veren üstün akıl sahibi Sanatkarı kimdir?” desek, anında alemlerin Rabbi olan Allah diyen içlerinden bir tane idrak sahibi çıkar mı acaba? Doğal seleksiyon, doğanın dengesi, tabiat kanunları, tabiatın etkisiyle gibi bir yığın inkar sözcükleri havada dolaştı durdu. Bazısı da biraz Allah, yanında doğal seleksiyon, tabiatın tesiri, tesadüfi süreçler ve kendi kendine gibi doğada varlığından söz etmeye değ-
64
meyen bilinçsiz güçleri katıp kapuçino yapar gibi Allah’ın mülküne şirk katıp tabiat ve tesadüflere taksimat yaparak bu mahlukatın oluştuklarını anlatmaya çalıştılar. Onlara desek; “ Nasıl bu tuz zerreleri tesadüf rüzgarlarının esmesi sonucu bu hayvan heykellerini oluşturamazsa, öyle de bu tuz zerreleri gibi cansız ve şuursuz atom zerrelerinin de tesadüf rüzgarlarıyla sürüklenip kendiliğinden bir araya gelip toplanmasıyla her biri ayrı bir tasarım harikası olan bu mahlukatı oluşturması imkansızdır. Evet nasıl bu havzaya yayılan tuz yığınları tesadüf rüzgarları sonucu kendiliğinden bu hayvan heykellerine dönüşemezse, bu kainat ve dünya havzasına yayılan atom yığınları da, yüzbinlerce yıl geçse de tesadüf rüzgarları sonucu sadece savrulup dururlar. Belli belirsiz yığınlar oluşturabilirler. Ama yüzbinlerce farklı türde bitki, hayvan ve insan suretlerine dönüşemezler. Atomları bir araya getirip tüm evreni, galaksileri, yıldızları, güneşi, gezegenleri, dünyayı ve içindeki bitki, hayvan, ve insanları yaratan, onların her birine ayrı ayrı şekil ve suret veren kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiat ve tesadüfler değil, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, mülkünde iştirak asla kabul etmeyen, şirkten münezzeh, mülkün yegane sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Gelin tabiat ve tesadüfleri kendinize ilah diye tapacağınıza Rabb-ül alemine iman ediniz.” desem vicdanları kabul ettiği halde, kibir ve büyüklenme dolayısıyla Allah’ı ömrü boyunca inkar eden bunlardan bir tane akıl ve idrak sahibi çıkar mı acaba? Onların eline rüzgarları, sel sularını, lav akıntılarını, erozyonları… versek yani bilimadamlarını tuzladaki tuz yığınlarının yanına getirip bilinçsiz güçlerin başına dikip doğal seyrini takip ederek ya da yönlendirerek ama elleriyle temas etmeden binlerce yıl idare ve sevk edip bekleseler acaba bu alpaka çobanının yaptığı heykelleri yapabilmelerini bekleyebilir miyiz? Sonuç binlerce yıl geçse de havzaya belli belirsiz yayılan tuz yığınları olmaz mı? Yoksa tabiat ve tesadüflerin akıldan, ilimden, hayattan, düşünmeden, temastan yoksun olduklarını hiç düşünmüyorlar mı?
65
33- YOHO ULUSAL PARKI - KANADA Kanada Rocky Dağları’nda bulunan dört park alanı bir arada bir Dünya Kültür Mirası Sit Alanı’dır ve bunlar arasında en küçüğü Yoho Ulusal Parkı’dır. Rocky Dağları’nın batı yamaçlarında yer alan park, karlı tepeleriyle nefes kesici bir bölgedir. Bu tepelerin 28’i, 3000 metrenin üzerindeki buzul gölleri, şelaleler, vahşi nehirler ve derin, karanlık ormanlardan oluşur. Bu girintili çıkıntılı dağlar Kanada Pasifik Demiryolu hattını yapanlar için tam bir kâbus olmuş, ama sonuç olarak dağın içinden Kicking Horse Geçidi’ne doğru tırmanan iki dikkat çekici spiral tünel ortaya çıkmıştır. Aynı adı taşıyan görkemli nehir sert kayayı oyup doğal bir köprü ortaya çıkarmış, suların aşındırmasıyla buzullardan arta kalan dikmeler üzerinde dengede duran kaya blokları, yani hoodoolar oluşmuştur. Buzulların erimesiyle Emerald (Zümrüt) Gölü’ne adını veren çarpıcı bir renk ortaya çıkar. Şimdi görkemli nehirlerin kayaları aşındırmasıyla garip şekiller alan bu kayalara usta heykeltıraşlar tarafından kurt, ayı, vaşak, çakal, kaya kartalı gibi hayvan heykellerini yaptırsak ve demiryolu hattını yapmaya gelen işçilere göstersek; “Haydaa bunları da kim yapmış!” deyip meraklanacaklardır. Yani mutlaka akıl sahibi biri tarafından yapıldıklarına tam kanaat getireceklerdir. 66
Onlara desek; “Bu kayalardaki gördüğünüz hayvan heykelleri, taşkın suların kayaları binlerce yıl aşındırmasıyla kendiliğinden oluşmuşlardır. Yani akıl sahibi bir sanatkarı yoktur.” Baksana kurdun pençeleri arasında tavşan nasıl can çekişiyorken heykelleri yapılmış. Nasıl bu sanat ve suretler tesadüfen suların kayaları aşındırmasıyla oluşsunlar. Bize sulu şakalar yapmayın. Sizler aklınızı mı aşındırdınız? diyeceklerdir. Sonlar bu işçiler başka bir manzarayla karşılaşsalar, dağlara dikilen binlerce heykellere rastlasalar ama bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli, sanatlı ve canlı bu dağlarda gezinen kurt, ayı, vaşak, çakal ve kaya kartallarını görüp; “Yahu bu hayvanatı bu dağlara böyle sanatkarane kim dikmiş? Herbirine ayrı ayrı şekil ve suret veren üstün akıl sahibi kimdir?" diye düşünebilen içlerinde bir tane çıkar mı acaba tabiat ve tesadüf yığınlarıyla akılları göçük altında kalmış, idrakleri hakikate kapalı bunlardan?
67
34- VADİ RUM - ÜRDÜN Vadi Rum kısaca dünyanın en hayranlık verici, en saf güzellikte yerlerinden biridir. Burası romantik bir çöl ortamından beklediğiniz her şeye sahiptir. Bölgenin tamamında dik, koyu renk granit dağlar, çöl zeminindeki pembe kumlardan dimdik çıkan kumtaşı dağ sıraları ve uçsuz bucaksız ve sessiz vadilerin kayalıkları üzerinde çizilmiş tarihi duvar yazıları görülür.
68
Şimdi çöl romantizmini yaşamak için bölgeye gelen turistlere bu vadilerin kayalıkları üzerinde çizilmiş tarihi duvar yazılarını ve ustalıkla işlenmiş çiçek, bitki, hayvan ve kervan üzerinde giden Bedevilerin kabartma figürlerini gösterip desek; "Bu kayalardaki yazıların ve figürlerin hepsi binlerce yıl çölde esen uğultulu rüzgarların kumları savurup kayalıkları aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuşlardır." Bu yalana hepsi çöl espirisi diye gülüp geçeceklerdir. Sonra ilkbahar başında başlayan yağışlarla çöl arazisinin kırmızı anemon çiçekleri, siyah zambaklar, parlak gelincikler ve şifalı bitkiler gibi yabani çiçeklerle renklendiği bitkileri, yine havada daireler çizerek süzülen kartal ve şahinleri, bölgedeki dağ keçileri, gri kurtlar, tilkiler ve sürülerini otlatan Bedevileri gösterip; “Kimdir bu her biri sanat harikası olan mevcudatın Yaratıcısı, şekil ve suret veren Sanatkarı?” desek materyalist felsefeyle yoğrulmuş, ömrü boyunca inkarcı akımların etkisiyle akılları kalın bir kurum bağlamış, Rum diyarından gelen bu gafiller bu Vadi Rum’da geceleyin pırıl pırıl yıldızlarıyla uçsuz bucaksız gökyüzünün altındaki çadırlarında sessizliğin sesini dinleyip vicdanlarının sesine kulak vererek iman dairesine girebilirler mi?
69
35- KAMÇATKA YARIMADASI - RUSYA Rusya’nın doğusunda, Ohotsk Denizi ile Bering Denizi arasında uzanan yabanıl bir yarımada olan Kamçatka doğaseverlerin cenneti ve dünyanın en hareketli volkanik bölgesidir. Burası ateş ve buzlardan oluşan bir dünyadır. Gaz çıkaran koniler ve koyu mavi krater arasında Gayzer Vadisi, Burlyaschy Yanardağı’nın kaynayan çamur birikintileri ve kalabalık Kamçatka boz ayılarının (Avrasya’nın en büyük ayısı) sakin sakin meyve toplayıp somon balığı avladığı Uzon Kalderası yer alır. Bölgede 10.000 ayı yaşar. Şimdi bölgedeki şifalı çamurlara tedavi için gelen komünizmin inkar batağından çıkamamış Ruslara görsel bir ilaç hazırlayıp sunsak; Ayıların somon balığı avlamak için geldiği bu içinde çok sayıda taş ve kaya parçalarının bulunduğu dereye usta heykeltıraşlara bu kayalardan derenin içinde ağzında somon yiyen ayıların heykelleri yaptırılsa ve somon mevsimi geldiğinden dereye somon avlamak için inen onlarca ayıları görüp Ruslara desek; “Şu somon yiyen ayı heykellerini görüyor musunuz? Deredeki taşlar ve kayalar binlerce yıl balık yiyen ayılara özenip bilinç göstererek kendi kendilerine toplanıp bir araya gelmeleriyle bu şekle büründüler, yakında canlanmalarını umud ediyoruz. Bazıları da sel sularının bu kaya parçalarını sürüklemesi sonucu üst üste gelmeleriyle kendiliğinden oluşmuşlardır. Yani bu yaban hayatta her şey doğal seyrinde gelişti, hiç kimse onlara müdahale etmedi.”
70
Ruslar diyecektir; “Sel sularının kaya parçalarını sürüklemesiyle sadece taş yığınları oluşur. Ama bu taş yığınlarının derenin içinde kendiliğinden üst üste bir araya gelip çarpmasıyla ağzında somon balığı yiyen ayılara dönüşmesi sizce çarpık bir düşünce değil midir?” Sonra onlara; “Peki bu heykellerin arasında derede somon avlayan ayıları görüyor musunuz? Kimdir bunların Musavviri, şekil ve suret veren Sanatkarı, hiç düşündünüz mü? Sel gibi akan unsurların yani hava, su, toprak ve güneşin önüne kattığı kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat ve camid esbap yığınlarıyla bu her biri ayrı bir sanat harikası olan bu hayvanatın ve diğer mahlukatın kendiliğinden oluşabilmesi sizce makul bir düşünce midir? Gelin ilim, irade, hayat, şuur, kudret ve hissiyatlardan mahrum tabiata ve doğadaki bilinçsiz güçlere ilahlık vasfedeceğinize; sonsuz bir ilim, nihayetsiz bir kudret, şamil bir hikmet ve her şeyi kuşatıcı bir irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin ki kurtuluşa eresiniz.” desek ve kamçıyı versek bu at görüşlülerin ölü kalpleri harekete geçip hakikate koşabilirler mi? Kafalarını inkar batağına sokmuş ve içinden çıkamayan bu gafiller kendilerine hazırlanan bu şifalı macunu ruhlarına sürüp şifa bulabilirler mi? Materyalist, esbabperest, darwinizm ve ateizm fikirleriyle cüzzamlı gibi hastalıklı ruhlarını ve bedenlerini imanın hayat suyuyla yıkayıp inkarcı kirlerinden temizlenebilirler mi? 71
36- ISSIK GÖL - KIRGIZİSTAN “Tanrı Dağları’nın İncisi” Issık Göl, Kırgızistan’ın kuzeyinde yer alır. Yaklaşık 700 km uzunluğunda bir kıyı şeridine sahip olan göl Bolivya/Peru’daki Titicaca Gölü’nden sonra dünyanın en büyük dağ gölüdür. Gölün boyutları kendine has bir iklim oluşturacak denli büyüktür. Göl 118 nehir ve akarsu ile birlikte kendisini çevreleyen karla kaplı zirvelerden gelen erimiş kar sularıyla beslenir, ama ortasında fokurdayan hafif tuzlu sıcak kaynak suları nedeniyle göl hiç donmaz. gölün adı Kırgız dilinde “sıcak göl” anlamına gelen Issık Kul’dur. Gölün güney kıyıları gözde tatil yerleridir. Sovyetler’den kalma sanatoryum ve pansiyon evleri yavaş yavaş yeni dönemin eko-turistleri ve bölgedeki ünlü plajlar, hidroterapi ve çamur havuzlarına gelen ziyaretçiler için değiştirilmektedir. Kentsel gelişmenin bakir alanlara ulaşmadığı çarpıcı güzellikteki doğu kıyıları Sovyet görevlilere ayrılmıştır ve bu ayrıcalık kendini bugün de gösterir. 72
Şimdi bölgeye tatil ve şifalı çamurlardan faydalanmak için gelen Ruslara çamurlardan şifa için Lenin, Stalin, Troçki gibi komünizmin önde gelenlerinin heykellerini diksek ve bunların alttan kaynayan çamurların fokurdamasıyla zamanla kendiliğinden oluştuklarını söylesek bu saçmalığa hiçbir komünist zihniyet inanmaz. Sonra etrafta çamura tamamen batmış vücutları hasta kafaları da hasta bu heykel gibi duran Rusları gösterip “batak içinde duran cansız atomların çevresel faktörlerden etkilenerek zamanla canlanıp kendiliğinden bu sayısız mahlukata dönüştüler” inkar felsefesine inanan bu gafiller kendilerinin tesadüflerin eseri değil, nasıl bu heykellerin akıl sahibi bir heykeltıraşı varsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı çamura batmış inkar batağına saplanmış bu kişilerin de sonsuz akıl sahibi bir Sanatkarı, şekil ve suret veren Musavviri vardır. O sanatkar ilim, hayat, şuur, idrak gibi yeteneklerden mahrum kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiat ve tesadüfler değil; sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah’tır. Sizler de gelin O’na iman edin” desek, kendilerini çevreleyen inkar kaplı zirvelerden gelen materyalist fikirlerle beslenen, kalplerindeki iman ayarları bu tamamen kısık kullar, fokurdayan kaynak su gibi bu sıcak çağrı karşısında donuk akılları yumuşamaz mı? Etrafında gördükleri sanat eserleri karşısında Rabbin sanatını Allah deyip haykırabilirler mi? 73
TABİAT KANUNLARI 1- TANK MİSALİ Çölün ortasına terkedilen mükemmel bir tankın mühendisini aradığımızda, bize bu tankı yapan kişinin kör bir zat olduğu söylense inanmayız. Hem kör, hem de sağır olduğu söylense bu fikri katiyetle reddederiz. Hem kör, hem sağır, hem de şuursuz olduğu söylense bu iddiaya ancak güleriz. Hem kör, hem sağır, hem akılsız ve hem de hayatsız olduğu söylense bu hurafeyi tavsif edecek söz bulamayız. İşte tabiat bu son iddiada belirtilen mevhum sanatkardan yani gerçekte olmayıp var sanılan sanatkardan başka bir şey değildir. Ya da bize bu tankın çevrede bulunan demir madenlerindeki hurda yığınlarına isabet eden bir kasırganın malzemeleri savurarak kaza sonucu kendiliğinden oluştuğunu söyleseler bu tesadüf saçmalığını asla kabul etmeyiz. Sonra tankın içine girip kumanda koltuğuna bırakılan, tankın nasıl hareket ettiğini ve nasıl atış yapıldığını anlatan ve idare kanunları içinde yazılı olan defteri görsek; "1500 beygir güç üreten ve dizel yakıt sistemiyle motorunun çalışması, 120 mm’lik 55 kalibre yivsiz topların namluya sürülmesi, gelişmiş görüş ve algılama sistemiyle hedefe kilitlenmesi, fırlatma düğmesine basılması…" gibi hareket ve atış kanunlarının yazılı olduğu defteri görüp "İşte bu teknik donanıma sahip tankı harekete getiren benzinin yanma kabiliyetidir, topu hedefe götüren havanın hidrodinamik kanunudur" deyip tankın mühendisini ve kumandanını görmemek ve tankın icadını ve işleyişini bu elsiz, gözsüz ve çekiçsiz deftere vermek tam bir akılsızlıktır. Aynen bu misal gibi hadsiz derecede bu misaldeki tanktan daha muntazam, daha mükemmel ve bütün etrafı mucizane hikmetle dolu şu kainat ve içindeki tüm bitki, hayvan ve insan taifelerinin kusursuz yaratılışlarını Cenab-ı Hakk’ın icratında uyguladığı bir takım kanunlar mecmuası olan yerçekimi, cazibe, termodinamik, hidrodinamik, suyun kaldırma kuvveti, ısının genleşme katsayısı gibi isimlendirdiğimiz kanunlara vermek yani yaratılış eserlerini sonsuz akıl sahibi Allah’tan yüz çevirip gözsüz, şuursuz, kudretsiz bir defter hükmünde olan tabiat kanunlarına isnad etmek tam bir ahmaklıktır. 74
Çünkü bu kanunlar Halık olup, bu mahlukatı yoktan yaratamazlar. Musavvir olup her birinin mükemmel şekil ve suretlerini veremezler. Rezzak olup bütün mahlukatın rızkını verip ihtiyacını karşılayamazlar. Rahman olup bütün mahlukata merhamet edip türlü türlü nimetler ihsan edemezler. Müheymin olup her şeyi görüp gözetemezler. Selam olup bizleri her türlü tehlikelerden koruyamazlar. Semi ve Basir olup her şeyi en iyi işiten, gizli açık her şeyi en iyi gören olamazlar. Rakib olup her varlığı, her işi her an görüp, gözeten, kontrolü altında tutan olamazlar. Şehid olup her zaman her yerde hazır ve nazır olamazlar. Mucib olup duaları, istekleri kabul edemezler. Vasi olup rahmet, kudret ve ilmi ile her şeyi kuşatamazlar. Hakim olup her işi hikmetli, her şeyi hikmetle yaratamazlar. Vedud olup kullarını en fazla seven, sevilmeye layık olamazlar. Hamid olup her türlü övgü, hamd ve senaya layık olamazlar. Vali olup bütün kainatı idare edemezler. Muktedir olup dilediği gibi tasarruf edip, her şeyi kolayca yaratan kudret sahibi olamazlar. Malik-ül Mülk olup mülkün, her varlığın sahibi olamazlar... Hülasa 99 Esma-ül Hüsna ile müsemma olan, şirkten münezzeh Allah-u Teala’nın vasıflarına malik olamazlar. Konuyu daha iyi anlamak için değerli düşünürlerin yazdığı makaleleri buraya topladım. Dikkatle ve defalarca okuyalım lütfen.
75
2- MESNEVİ-İ NURİYE’DE TABİAT KANUNLARINA YAKLAŞIM - (Ediz Sözüer) Mesnevi-i Nuriye’nin Nokta risalesinde; Nedir şu tabiat, kavanin, kuva ki, onlar ile kendilerini aldatıyorlar? diye sorulmakta ve cevabı şöyle verilmektedir: Tabiat, âlem-i şehadet denilen cesed-i hilkatin anasır ve a'zasının ef'alini intizam ve rabt altına alan bir şeriat-ı kübra-yı İlahiyedir. İşte şu şeriat-ı fıtriyedir ki, sünnetullah ve tabiat ile müsemmadır. (Tabiat, şu görünen alemde mevcut unsurların ve eşyanın davranışlarını sınırları belirlenmiş bir düzen altına alan büyük, ilahî bir kanundur.) O şeriattaki ahkâmın yeknesak istimrarına istinaden vehim, hayal tasallut ederek tazyik edip, şu tabiat-ı hevaiye tevazzu' ve tecessüm edip mevcud-u haricî ve hayalden hakikat suretine girmiştir. Hayali, hakikat suretinde gören, gösteren nüfusun istidad-ı şûresinden, fâil-i müessir tavrını takmıştır. (O ilahi kanunun istikrarlı bir şekildeki devamlılığı nedeniyle, esasında dış dünyada maddi bir vücudu olmayan ve yanlış olarak tabiat kanunları diye isimlendirilen işleyiş kanunları sadece soyut bir kavram olduğu halde, zihinde ve hayalde adeta cisimleşmiştir ve sanki gerçek etki edici bir kuvvetmiş gibi telakki edilmiştir.) Öncelikle şunu ifade etmemiz gerekiyor: Bir kanunun işleyişi için bir kanun koyucu, yani bir irade sahibi gereklidir, yoksa kanunların kendi başlarına işleme kabiliyetleri yoktur. Kanun, yapılan bir iş hakkında verilen kararın nasıl uygulanacağını gösteren prensiptir. Soyut bir kavramdır. Somut varlığı yoktur. Varlığı eserleri ve tesirleri ile bilinir. İcra edildiği zaman varlığını belli eder. “Mahkeme, mahkûmun idam kararını kararını uyguladı, infaz etti” dediğinizde kanun orada ortaya çıkar, hükmün icrasıyla kendini gösterir. Tabiat kanunları da, eşya üzerinde etkisini gösteren, fakat haricî ve somut bir varlığı bulunmayan soyut kavramlardır. Yani aslında şu meşhur tabiat kanunları, içi boş kavramlardan ibarettirler. Esas itibariyle tabiat kanunları demek, sürekli olarak belli bir düzenlilikte hareket eden maddenin, bu hareketindeki düzenliliği nedeniyle belirlenebilen hareket prensiplerine verilen isimler demektir. Eğer madde düzenli hareket etmeseydi, hiç bir bilim dalı oluşmayacaktı denilebilir. Bir temel bilgiyi 76
netlikle ortaya koymamız gerekiyor: Tabiat kanunları, kendi kendilerini ve eşyayı yaratabilecek özellikte, maddî gerçekliğe sahip nesneler değillerdir. Herhangi bir olaya kaynaklık edemezler. Hiçbir oluşumun gerçek sebebi olamazlar. Peki nedir o zaman nedir tabiat kanunları? Maddenin düzenli hareketi nedeniyle gerçekleşen sistematik bir olayın veya oluşumun işleyiş şeklinin açıklamasından ve ifadesinden ibarettirler sadece. Yoksa bırakınız eşyayı yaratmayı veya eşyanın hareketine kaynaklık etmeyi, o kanunlar kendilerinin gerçek mahiyetlerini ve varlık sebeplerini bile açıklamazlar. Örneğin bir tepeden aşağıdaki vadiye baksak ve görsek ki, her gün saat 12.00’de, 14.00’de, 16.00’da, 18.00’de ve 20.00’de bir tren geçiyor ve bu düzenli bir şekilde tekrarlanıyor. Bunun aksamaya uğramayan bir kural halinde tekrarlandığını görerek, meydana gelen olayın oluş şeklini, yani trenin geliş hareketinin işleyiş prensibini not defterimizde kayıt altına alsak ve şu açıklamayı yazsak: “Vadide her gün belli saatlerde bir tren geçer. Bu olay, bir kural halinde sürekli aksamadan tekrarlanır.” Bu tespit ettiğimiz gerçekliğin ve trenin her gün hangi zamanlarda ve hangi hızda geçtiğiyle ilgili kural ve kaideye, açıklama notlarımızda şöyle bir isim versek: “Trenin hareket kanunu.” Acaba biz bu ismi verdiğimiz için, “trenin hareket kanunu” canlanıp maddî bir varlık haline gelir mi ve zamanda geriye gidip, o treni belli saatlerde ve belli hızlarda geçiren şuur sahibi bir güç şekline girebilir mi? Hatta o treni tasarlayan ve yapan olabilir mi? Böyle saçma bir düşünce bilimsel olarak kabul görebilir mi? İşte tekraren en açık şekliyle ortaya koyuyoruz ki: Tabiat kanunları da aynen böyledir. Siz ortada görünen bir olaya süslü bir isim verdiniz veya o olayın meydana geliş prensiplerini kurallarıyla ortaya koydunuz diye, sizin o açıklamanız ne eşyayı yaratan gerçek bir sebep olur, ne de o olayı gerçekleştiren ve olayın kaynağı olan bir etki edici haline gelir. Canlı veya cansız unsurları çalıştırdıkları iddia edilen tabiat kanunları; şuur, irade ve bilgi gerektiren işleri bir tarafa bırakın, maddî vücudu olmayan ve maddenin hareket ve işleyişinin yalnızca bir tarifinden ibaret olan soyut kavramlar olduklarından, hiçbir şeyin gerçek anlamda açıklaması olamazlar. 77
3- TABİAT KANUNLARI YARATICI OLAMAZ Stephen Hawking, televizyonda yapılan bir röportajda kendisine sorulan bir soruya çok ilginç bir cevap vererek, yerçekiminin kökünün M teorisi olduğunu söylemektedir. Oxford Üniversitesi'nde matematik profesörü ve “Aramızda Kalsın Tanrı Var” isimli kitabın yazarı ve aynı üniversitede bilim felsefesi dersi de veren Dr. John Lennox, Stephen Hawking’in “Büyük Tasarım” kitabını ve “Her Şeyin Teorisi”ni çok çarpıcı bir şekilde değerlendiriyor: “Bilim adamları matematiksel kanunlar içeren teorileri doğal olayları açıklamak için oluştururlar. Ancak teoriler ve kanunların kendileri bu doğal olayları yaratamazlar. Teoriler ve kanunlar belirli şartlar altında gerçekleşen şeylerin matematiksel açıklamalarıdırlar. Bir tabiat kanunu, tanımlayıcı ve öngörücüdür. Ancak yaratıcı değildir ve olamaz. Yani tabiat kanunları: “Şu şöyle olur ve bundan sonra da böyle olacaktır.” der sadece. Somutlaştıracak olursak, kanunların tanımlayıcı olması demek, nesnenin yerçekiminden dolayı düştüğünü söylemektir. Nesneyi elimizden bırakırsak düşeceğini söylemek ise, kanunların öngörücü olmasıdır. Fakat bu yaratıcı olmayı gerektirmiyor, olayı tarif ediyor sadece. Newton'un yerçekimi kanunu, yerçekimini veya yerçekiminden etkilenen maddeyi yaratamaz. Hatta Newton'un kendisinin de farkına vardığı gibi, bu kanun yerçekimini açıklamaz bile. Bilimsel kanunlar ne bir şey yaratabilirler ne de bir şeyin gerçekleşmesine sebep olabilirler. Newton'un hareket kanunu hiç bir zaman bir bilardo topunu, bilardo masasının üzerinde hareket ettirmemiştir. Bilardo topu, ancak bir bilardo sopasının insan kasları tarafından kullanılmasıyla hareket ettirilebilir. Kanunlar, bizim topun hareketini incelememizi ve araya başka olaylar girene kadar izleyeceği yolu görmemizi sağlarlar. Ancak bu kanunlar yaratmak şöyle dursun, topu hareket bile ettiremezler.” “Yaşadığımız dünyada basit bir aritmetik kuralı olan 1+1=2, hiç bir zaman hiçbir şeyi var etmemiştir. Bu kural, şimdiye kadar ne benim ne de başkasının banka hesabına para koymamıştır. Banka hesabıma bugün 1000 dolar ve yarın da 1000 dolar koysam, aritmetik kuralı bana 2000 dolarım olduğunu söyler. Ama ben kendim banka hesabıma hiç para koymasam ve bunu yapmasını aritmetik kurallarından beklesem, 78
sonsuza kadar iflas etmiş olarak kalırım. Kanunların bir şey meydana getirebileceğini düşünmek, toplama işlemi yaparak para kazanabileceğinizi düşünmekten farksızdır.” “Eğer elinizde A varsa B’yi bulursunuz, ancak önce A’yı elde etmeniz gerekir. Bunu kanunlar sizin için yapacak değildir. Matematik kanunlarının kendi başlarına kâinatı ve yaşamı yarattığı bir katı tabiatçı dünya, tamamen bilim kurgudan ibarettir.” Dr. John Lennox’a çok teşekkür ediyor ve devam ediyoruz: Diğer taraftan tabiat kanunlarının işleyiş prensipleriyle hareket eden ve işleyen tabiattaki tüm maddî unsurlar da gerçek anlamda bir etki edici sebep veya meydana getirdikleri oluşumun gerçek anlamda açıklayıcısı kabul edilemezler. Çünkü bir şeyin “basit şartı”, o şeyin “gerçek sebebi” ile aynı şey değildir. Bir bahçeyi sulamazsanız kurur. Buna bakarak suyun bahçedeki bitkilerin yegâne varlık sebebi olduğu söylenemez. Biz bunu söylüyoruz. Bir televizyondaki görüntülerin ortaya çıkması, açma düğmesine basma şartına bağlıdır. Ama böyle diye televizyonu yapan ve çalıştıranın o sihirli düğme olduğuna inanmak; ancak televizyon üreten fabrikalardan, elektronik mühendislerinden ve televizyon içindeki çok sayıdaki elektronik parçanın varlığından yani medeniyetten habersiz ilkel bir insanın veya en iyi ihtimalle bir düşüncesizin işi olabilir. Şimdi tekrar tabiat kanunlarıyla ilgili konumuza dönüyor ve soruyoruz: Maddenin düzensiz hareket ettiği bir durumda neyi kaideleştirip kitaba koyacaksınız ki? Neyin adına bilim diyeceksiniz? Bilim dediğimiz her şey ve bilim adına ne varsa, maddenin düzenli hareket edişi nedeniyle ortaya çıkan bir bilgi birikimidir ve kâinatın düzenliliğinin bir ifadesidir. Madde düzenli hareket etmeseydi, bilim diye bir şey olur muydu? Elbette olmazdı. İşte tabiat kanunları, maddî bir vücudu olmayan bir kavram olmakla beraber, maddenin nasıl hareket ettiğini ifade etmeye yarar sadece. Demek istediğimiz şu ki; maddenin düzenli hareketini tabiat kanunlarına dayandırarak açıklamaya çalışmak aynen şu misale benziyor:
79
4- UÇAK MİSALİ Usta bir mühendis tarafından tasarlanmış ve büyük bir fabrika tarafından üretilmiş bir yolcu uçağını, sadece havanın kaldırma gücüyle, termodinamik kanunuyla, elektrik kuvvetiyle ya da uçağın parçalarının bir araya gelmesi ile açıklamaya çalışmak, hatta daha da ileri gidip uçağın kendi kendine oluştuğunu iddia etmek ve o uçağı tasarlayan mühendisi ya da fabrikasını hiç hesaba katmamak, ondan hiç bahsetmemek ve açıklamada onu konu dışı bırakmak, ne derece mantıktan ve bilimsellikten uzak bir izah ise; öyle de, bir uçaktan çok daha ileri bir uçuş sistemine sahip olan ve binlerce türü, yüz milyonlarca ferdi bulunan kuşların mekanizmasını tabiat kanunlarına dayandırmak, bu misalden bin kat daha akıl ve bilim dışıdır diye düşünüyoruz. Nasıl ki bir uçak kendi parçalarını kendisi yapamaz. (Aksini iddia eden yoktur herhalde.) Öyle de kâinat içindeki maddî sebepler, uçağın parçaları gibidirler. Uçağın parçaları, bir mühendisin ilim ve iradesi, bir fabrikanın gücü olmadan yapılamazlar ve bir iş göremezler. Gerçi hiç kimse inkâr etmez ve herkes kabul eder ki; o uçak, o parçalar kullanılarak yapılmıştır. Burası dikkat gerektiren ince bir noktadır. Biz de kabul ediyoruz bunu, inkâr etmiyoruz ki. Fakat diyoruz ki: “Yahu arkadaş! Allah sana insaf versin! O parçalar ‘Bir araya gelelim de bir uçak oluşturalım’ diyemezler.” Biz bunu diyoruz. Bu kadar basit bir şeyi söylüyoruz. Bunu anlamak bu kadar mı zor? Bunu ifade etmenin neresi bilim dışı? Kâinatın kendisi de inşa edilmiş ve akıllıca tasarlanarak yapılmıştır ve içindeki eşya ve canlıların yapanı, kâinat olamaz diyoruz. Bu düşüncede asla maddi sebepleri inkâr etmek yok. Sebepler mi, bilim mi, tabiat mı, yaratıcı mı? Böyle bir ikileme, böyle bir tercihe gerek yok ki. 80
Hepsi bir arada çalışıyor zaten! Bir uçağı termodinamik kanunundan ayıramazsınız, ayrı düşünemezsiniz. Bizim itiraz ettiğimiz nokta, o uçağın mühendisinin neden hesaba katılmadığıdır. Bütün derdimiz budur. Başka da bir şey değildir. O maddi sebeplerin de, o sebepler kullanılarak yapılan sanatlı ve tasarımlı eşyanın da, onları yapabilecek özelliklere sahip biri tarafından yapılmış olduğuna aklen hükmetmek var burada. Özetle tabiat kanunlarının dış dünyada maddî varlıkları yoktur, yalnız Allah’ın ilminde vardırlar ve kudretinin işlemesiyle icra edilirler. Süreklilik gösteren etki ve neticeleriyle varlıkları bilinir ve bir kaideye bağlı olarak çalıştıkları, ilmen tespit edilir. Tabiat, maddî gerçekliği olmayan hayalî bir kavramdır. Maddî bir varlığı kabul edilse bile, ancak işlenmiş bir sanat eseri olabilir, sanatı işleyen usta olamaz. Çünkü bunun için gerekli kabiliyet kendisinde yoktur ki yapabilsin. Madem yoktur ve öyle bir kabiliyet kendisinde görünmüyor. O halde o işleri o yapmıyor, onun üstünde işleyen bir başkası tarafından yapılıyor demektir. Bu durumda tabiatın bir sanatkâr olmadığı, ancak üstünde resim yapılan bir tuval olduğu, o nedenle üstünde sanat eserleri göründüğünün kabul edilmesi zorunlu hale geliyor. Tabiatın üzerinde bir takım nakışların işlediği görünüyor, biz de bunu inkâr etmiyoruz. Böyle bir davamız yok bizim. Bilimin verilerini aynen biz de kabul ediyoruz. Fakat yorum farklılığı var burada. Yorum farklılığına bilimin kesin verisi denmesine itiraz ediyoruz. Bizim de yorumumuz bu diyoruz. Bizim yorumumuz da bilimsel niteliktedir ve mantıken kabule daha layıktır diyoruz. O nakışları yapanın başkası olması gerekliliğini ifade ediyoruz. Tabiat kanunları bir hüküm ifade ediyor, fakat o hükümleri koyanın yani hükmedenin, yani kanun koyucunun bir başkası olduğunu söylüyoruz. Tabiatın, bizlerin kısıtlı aklımızın nazarında ilahî kudretin büyüklük ve şerefine uygun görünmeyen hallerini örten bir perde görevi gördüğünü kabul ediyoruz, yaratıcı olduğunu reddediyoruz. Yaratılmış fiillerin tabiatın üstünde işlediğini ve fiilleri yaratıp işleyenin tabiatın bizzat kendisi olamayacağını söylüyoruz. Soyut varlığı olan bir tabiat kanunu, işleri bizzat kendi başına görme özelliğine sahip bir kudret değildir ki, eşyada olup biten işler tabiat kanunlarına havale edilsin. Tabiat sadece bir cetvel gibi üzerinde yazı yazılandır. Kalemi tutan el, yazıyı yazan kişi değildir ve olamaz. 81
5- TABİAT NEDİR? (İsmail Çakır) "Kâinat nasıl meydana geldi?" sorusunu sorduğumuzda bazıları hiç düşünmeden: "Tabiat yarattı" derler. Biz sorulara devam edip "Tabiat nedir? Şu ağaçlar, kuşlar, sularda oynaşan balıklar, kulaklarımızda yankılanan cıvıltılar nedir?" dediğimizde de: "Bunların hepsi tabiattır. Tabiat kanunlarıdır" diyeceklerdir. "Pekala insanlar, hayvanlar ve diğer varlıklar nasıl meydana geldi?" sorumuza da "Tabiat yarattı" şeklinde cevap vereceklerdir. Nedir bu muamma? Nedir bu heyula? Nedir bu tabiat? Ledünniyata karşı olup, hikmetlere göz kapayan ilim bilmezler Kant'a kızarlar, Kant eşyayı "nomen-fenomen" şeklinde ikiye ayırmıştır. -Kant'ın düşüncesinin isabetliliği veya isabetsizliğini burada tartışmıyacağız- Buna bizim dilimizde "Şehadet âlemi- Gâyb âlemi" veya "mülk-melekut" denilmektedir. Eşyanın mülk tarafı yani Şehadet âlemi, gözle görülen varlık alemi ile onların tâbi olduğu ahval ve asardır. Melekut, yani gayb âlemi, hayat mekanizmasını harekete geçiren illetler, hikmetler âlemidir. Maddecilerin Kant'a kızmalarının sebebi ise inkar ettikleri madde dışı âlemi kabul etmesidir. Tabiat, lugat ma’nâsıyla seciye, ahlak demektir. Maddecilerin anladıkları ma'nâ ise, madenler, bitkiler, hayvanlar, insanlar, sistemler, vs. herşeydir. Onların anladıkları gibi, tabiat eşyanın kendisi ise "Kâinatı kim yarattı? İnsanı kim yarattı?" sorularına "Tabiat yarattı" cevabını vermekle, "Tabiatı tabiat yarattı. Yeryüzünü yeryüzü yarattı. Taşlar, ağaçlar, kuşlar, insanlar, atomlar, galaksiler, herşey kendi kendini yarattı" demiş olmaktadırlar. Bu ise garipliğin, acaibliğin ve tenakuzun tezahürü olan bir safsatadır.
82
Eğer, tabiat demekle eşyanın bir kısmı hususiyetlerini, hâllerini ve vasıflarını kastederek, sıcaklık-soğukluk, çekme-itme, artı-eksi vb. gibi eşyanın arizî hallerini söylemek istiyorlarsa, biz soracağız: "Kromozonları ve taşıdıkları şifreleri kim yarattı? Karakterler, renkler, huylar vb. hususiyetleri kim verdi?" Onlar da, eşyayı vasıflarının yarattığı cevabını vererek yine gülünç duruma düşeceklerdir. Biraz iz'anları ve mantıkları kalmışsa, hiçbir cevap vermeyeceklerdir. Zira böyle birşeyi kabul etmek: "O şeyi vasıfları yarattı. İlim alimi, sanat sanatkarı, resim ressamı yarattı" demek gibidir. Toprağa düşen bir tohum, Allah'ın icraatına perde olan nemi ve sıcaklığı da neşv ü nemasına uygun bulunca ukde-i hayatisini salıverir, başını yukarılara uzatıp hava, köklerini aşağılara bırakıp gıda alır. Şimdi tabiatçılara sorsak: "Çekirdek çatladı, kök saldı, filiz verdi. Bu iş nasıl oldu? Kendi kendine mi oldu? Su, hava veya toprak mı yaptı? Tohumdaki ukde-i hayatiye nereden geldi?" Birbirine bağlı, müteselsil yüzlerce, binlerce soru... Tohumun meydana gelmesine ve onun yeşermesine sebeb olan herşey için bir başka sebeb, o sebeb için de başka bir sebeb arayan sorular zinciri ard arda gelir. "Onu kim yaptı? O dediğinin sebebi ne? Bu nasıl oldu? Şu neden öyle? O niye böyle?" gibi mütemadi devam eden sorular...
83
6- OTOMOBİL MİSALİ Mekanik sistemlerle hareket eden bir otomobile bakınız. Onun hareketinin bir kısım şeylere bağlı olduğunu görürsünüz. Deposuna konulan benzini gaz pedalının püskürtmesi, bujilerin ateşlemesi, ateşlemeyi yanmanın takib etmesi, hararetin harekete dönüşmesi, hareketin tekerleklere intikali ve otomobilin uçarcasına gitmesi... Bütün bunlar, o mekaniğin vasıfları, hususiyetleridir. Bu durumda "Benzine yanma kabiliyetini veren, pulvarize olabilmesini öğreten kimdir? Ateşlenen benzin ile ısınan hava pistonları itmeyi nereden öğrenmiştir? Mekanikî itmenin-çekmenin, dairevî hareketlerin sistematiğini ortaya koyan kimdir?" gibi sorulara: "Bu mekaniği meydana getiren benzinin yanma kabiliyetidir, havanın genleşme kabiliyetidir vs." denilemeyecektir. Çünkü bunlar birer hususiyet ve vasıftır. Vasıflar, hususiyetler ve sıfatlar zata tesir edemez. Binaenaleyh bugün moda hâline getirilip, "Herşeyi yaratan doğa kanunlarıdır, tabiattır" denilerek, neslimize empoze edilen düşünce asılsız ve esassız, gülünç birşeydir. Eşyanın varlığını doğa ve tabiat denen şeye havale etmenin kıymet-i ilmiyesi olmamakla beraber, ahmaklık ve akılsızlık alameti olarak farklı bir değeri vardır.
84
Hulusa, eşya vardır, nizamlı ve hikmetlidir, her parçasında, her zerresinde Cenâb-ı Hakk'a ait ma'nâlar gizlidir. Sebeblerin tesir-i hakikileri yoktur. Tabiat kanunları denilen şeyler mahiyetleri meçhul bir kısım arizî vasıflardır. Çekme-itme kanunu, yerçekimi kanunu kılcallık ve sair tabiat kanunları mahiyetleri anlaşılamayan ama rizayi hesaplarla formüle edilmeye çalışılan birer nam, birer addır. Yerinde kullanılmayan ilim dallarıyla neslimize dalalet ve sapıklık enjekte edilmeye, şüphe ve tereddüt tohumları ile kâlb ve ruhlarının bozulmasına çalışılmakta olan günümüzde bu mevzuda yapılacak her araştırma ve tahkik, Allah'ın ma'rifeti ile ilimlerde terakkiyi temin edecektir. Kâlbimizi îman ziyasıyla tezyin edecek, her adımla ölmezliğimizin, yokluğa atılmayışımızın bahtiyarlığı ve saadeti ile sermest olacağız. Böylesine bir îman anlayışına yükseldikten sonra Allah'ın tevfik ve inayeti ile aşamayacağımız hendek, geçemediğimiz vadi kalmayacaktır. Resûl-ü Ekrem, insanların himmet ve gayretlerini tahkiksiz, araştırmasız, teemmülsüz ve tetkiksiz olarak birşeye bağlamalarından kurtararak, Cenâb-ı Hakk'a bağlamıştır. Tetkik, teemmül ve tefekkür neticesinde elde edilecek tahkiki îmanın yolunu göstermiştir. Bundan ötürüdür ki, hakiki îmanı elde etmiş mü'minler kâinattaki bütün hadiseler aleyhlerine dönse bile sarsılmaz, mukavemet ederler. Cenâb-ı Hakk bizlere basiret ve ma'rifet ihsan etsin. Herşeyde O'nun varlığını ve birliğini müşahade edelim. Tefekkür, araştırma ve tahkik yoluna girerek, taklidî îmandan kurtulup, O'na îmanımızı artıralım. Amin...
85
7 - TABİAT KANUNLARININ MAHİYETİ (Prof. Dr. Adem Tatlı) Etrafımızdaki âlemi biz daha çok kanunlarla tanırız. Tabiat kanunları dediğimiz bu olgu, aslında, çevremizdeki varlıkları ve olayları incelediğimiz zaman karşımıza çıkan düzendir. Gökten yere her şeyde karşımıza çıkan bir düzendir bu. Yüzlerce bilim dalından her biri, bu kozmik düzenin bir tezahürünü inceler. Ne var ki, bu düzen ve bu kanunlar hakkında bütün bildiğimiz, onların belirli bir şekilde işlemekte olduğudur. Biz olayların sürekli olarak belli bir şekilde cereyan ettiğini gözleriz ve buna bir isim takarız: çekim kanunu, termodinamik kanunları, hidrodinamik kanunları gibi. Bir de, bunların formüllerini çıkarır, hesabını yaparız. Gözlemek, isim takmak, hesap yapmak; tabiat olayları ve tabiat kanunları ile ilgili olarak elimizden gelen şey bu kadardır. Bu kanunlar nedir, nereden gelir, nasıl bir şeydir? Çeken cisim nasıl çeker, niçin çeker? Enerji nedir, kütle nedir, elektrik nedir, ses nedir, hayat nedir, ölüm nedir, duygu nedir. Böylece uzayıp giden bir kâinat dolusu liste, bizim mahiyetini bilmediğimiz, fakat sadece birer isim takarak “bildiklerimiz” başlığı altına aldığımız şeylerle doludur. 86
Kanunlar hiçbir zaman bir varlık olarak karşımıza çıkmaz; onlar sadece olayların cereyan ediş şeklidir. Fakat bu cereyan edişteki süreklilik ve düzen, tabiatta böyle bir kanunun var olması gerektiği konusunda bizde bir kanaat uyandırır. Bundan daha da önemlisi, bu süreklilik ve düzeni tercih eden bir iradenin ve bu tercihi etkili kılan bir gücün varlığıdır. İşte bu, kanunun kendisinden daha kesin bir gerçek olarak çıkar karşımıza. Çünkü kanun sadece bir cereyan ediş şeklidir ve istatistiksel bir sonuçtan ibarettir; onlardaki tercih ve sonuçtaki tesir ise apaçık görülen gerçeklerdir. Bu itibarla, kanundan söz edilen her yerde, kanun koyucu ve uygulayıcıdan da söz etmek gereği doğmaktadır. Veya, daha doğru ve kestirme bir ifadeyle, ortada kanun diye bir varlık yoktur; kanun koyucu, işlerini kendi koyduğu bir âdet üzerine yapmaktadır. Biz bu âdete tabiat kanunu der, çıkarız işin içinden. Kanun koyucuyu dikkate aldığımızda, “tabiat kanunu” adını verdiğimiz şeylerin, aslında birer İlâhî kanundan başka bir şey olmadıklarını görürüz. Bunlar, tıpkı semâvî kitaplarda bize bildirilen emirler ve kanunlar gibi birer kanundur; yalnız tebliğ ve uygulama şekillerinde farklılıklar vardır. Tabiat kanunlarıyla, hayata gelir gelmez tanışmaya başlarız. Bu kanunlar akıllı-deli, mü’min-kâfir ayırımı yapmaz; ödülü de, cezası da peşindir. Bununla birlikte, bu kanunların işleyişi de, bir bütün olarak göz önüne alındığında, bir kanun koyucunun tercihlerini açıkça yansıtmaktadır. Veya, başka bir şekilde ifade edecek olursak, tabiat kanunlarının varlığı kadar kesin bir gerçekle karşı karşıyayız: Kanunların işleyişinde, işin en ince ayrıntılarına kadar nüfuz eden bir irade kendisini belli ediyor. Bu kanunların sergilediği âhenk ve düzen, her şeyi kuşatan bir bilgi ve iradeyi gösterdiği gibi; “belirsizlik” olarak karşımıza çıkan tercihler de, bu bilgi ve iradenin en ince ayrıntıları bile kapsadığını gösteriyor. Her şeyin yaratıcısı Allah olduğu gibi sebepleri yaratan da O'dur. İnsanlar başarıya gitmek için Allah'ın bu dünyada koyduğu sebeplere riayet etmelidir ki başarıya ulaşabilsin. Sebeplere riayet edene Allah başarıyı lutfeder. Selam ve Dua ile.. 87
8- TABİAT DİYORLAR - (Ömer Sevinçgül) Kâinat her an milyarlarca faaliyete sahne olmakta. Bu haliyle dev bir laboratuvara, yahut muazzam bir sahneye benziyor. Müthiş manevraların yapıldığı bir ordugâha, akıllara durgunluk verecek büyüklükte bir fuara veya milyarlarca yaratığın istifade ettiği geniş bir sofraya da benzetebiliriz. İşte dünyamız! Güneşin etrafında büyük bir hızla dönüyor. Fakat uzaya fırlamıyor ve üzerindeki yolcuları olan insanları, hayvanları, bitkileri, cansızları hiç incitmeden binlerce yıldır taşıyor. Güneş, her sabah bir başka güzellikte ve tam vaktinde doğuyor. Kendisine verilen ısıtma ve aydınlatma vazifesini büyük bir intizamla yerine getiriyor. Boşlukta asılı yıldızlar, dünyamızdan binlerce defa daha büyük o dev küreler, gök kubbede parlamaya devam ediyorlar. Her yerde, her an bir başka hârika sanat eseri ortaya çıkıyor. 88
Bir minicik tohum atıyorsunuz toprağın bağrına, üstünü örtüp suluyorsunuz. Bir süre sonra bir de bakıyorsunuz ki, güzeller güzeli bir filiz olmuş. Derken büyüyor bu filiz; dal oluyor, yaprak oluyor, nihayet lâtif çiçekler açıp tatlı meyveler veriyor. Bir kanarya yumurtası düşünün. Küçücük bir yuvarlak. Zamanı gelince, çatlıyor bu yumurtacık. Bir de bakıyorsunuz, içinden bir baş uzanmış; mini mini, narin mi narin bir baş. Henüz sertleşmemiş gagası, tüylenmemiş vücuduyla o minik kuş yavrusu çıkıveriyor dünyaya. Renkli tüylerden elbise giyiyor ve akıl almaz nâmelerle ötmeye başlıyor... İnsana bakın! Başlangıçta bir damla su. Zamanı gelince kan pıhtısı oluyor, kemik oluyor bu damla. Vakit tamam olunca da bir bebek kazanıyor dünya. Gören gözler, işiten kulaklar, koku alan burun, tutan el, yürüyen ayak, hisseden kalp, düşünen beyin... Yavaş yavaş oluyor bütün bunlar. Öyle bir an geliyor ki; o bir damla su misafiri olduğu dünyanın seyrini değiştirebiliyor. Kâinatta olup biten harikulade işler, saymakla bitecek gibi değil!
89
9- ÇEKİÇ, ÇİVİ, TAHTA KENDİLİĞİNDEN SEHPA YAPABİLİRLER Mİ? Bakıyorsunuz, her iş, büyük bir nizam ve intizam içinde yapılıyor. Her faaliyette bir fayda ve hikmet gözetiliyor. Şuurlu bir ölçüyle yaratılıyor her şey. Hiç bir şey başıboş değil; hiç bir mahluk kendi haline bırakılmamış. Soruyorsunuz: Kim yaratıyor bütün bu sanat eserlerini? Bu faaliyetleri yürüten, yıldızları çarptırmadan döndüren, dünyayı canlılara beşik yapan, milyarlarca mahluka vakti vaktine rızık veren kim? Kimdir o yaratıcı ki, toplu iğne başı kadar bir tohumdan dev gibi bir ağaç; bir damla sudan, insan çıkartıyor? “Tabiat” diyor bazı kimseler. Uydurulmuş şekliyle “Doğa” Televizyonda, radyoda, gazete ve dergilerde, hatta ders kitaplarında zaman zaman rastlıyorsunuz bu kelimeye. Sormak lazım böyle diyenlere: Tabiat nedir? En kısa tarifiyle “Canlı ve cansızların hepsi”, diyecekler.
90
Halbuki cansızların kendi başlarına bir şey yapamayacakları, apaçık bir gerçek değil midir? Çekici, çiviyi, tahtayı koyun bir odaya, milyon sene bekleyin, şuurlu bir usta bunları kullanmadığı sürece bir sehpa bile yapılamayacaktır. Toprak, hava, su, güneş ışığı çekiçten, çividen ve tahtadan daha şuurlu değildir. Oysa, bir kar tanesi bile, bir sehpadan daha mükemmeldir. Hâl böyle olunca, cansız, akılsız, şuursuz; kuvvetten, iradeden mahrum tabiatın basit bir canlıyı bile yapamayacağı açıkça ortaya çıkmıyor mu? Gelelim canlılara. Bunların da en şuurlusu insandır. İnsan ise, bu kainatı ve içindekileri yapmak şöyle dursun, minnacık bir yaprağı bile yapmaktan âcizdir. Üstelik de kendini yaratanı aramakla meşguldür. Tabiat, canlılarla cansızlardan meydana geldiğine ve bunların da hiçbir şeyi yaratamayacakları kesin olduğuna göre, bu kâinatı ve kâinattaki bütün sanat eserlerini sonsuz ilim, irâde ve kudret sahibi olan Allah'ın yarattığı, açıkça görülebilir.
91
10- TABİAT KANUNLARI KENDİLİĞİNDEN OLUŞAMAZ “Tabiat kanunları” veya “Doğa yasaları” ifadelerini sık sık kullanan tabiatçılara sormak lazım: “Bu kanunlar akıllı, şuurlu, gören, işiten, karar verme kabiliyetine sahip, her şeyi bilen şeyler mi?” Cevap: “Hayır” olacaktır. Çünkü bu soruya evet cevabını vermek, aklı inkâr etmekten farksızdır. Oysa, yukarıda saydığımız vasıflara sahip olamayan, yaratıcı da olamaz. Kaldı ki, tabiat kanunları Allah'ın varlığına delildir. Neden mi? çünkü, kanun varsa, onu koyan biri vardır. Hiç bir kanun kendi kendine ortaya çıkamaz. Mürekkebin masaya dökülmesiyle “Mecelle” gibi bir hukuk kitabı kendiliğinden yazılamaz. Bir maymunun daktilonun karşısına geçip rastgele tuşlara basmasıyla anayasa kitabı oluşamaz. Ayrıca kanunların uygulanması için bir hakime ihtiyaç vardır. Hakim yoksa, hiç bir kanun kendi başına suçluyu yargılayamaz. Bunun en güzel örneğini, yine insanların yaptığı kanunlarda görmek mümkündür.
92
Tabiatın yaratıcı olduğunu iddia edenlere şunu da sormak gerek: “Kainatı ve tabiat kanunlarını kim yarattı?” Bu suale, mecburen “tabiat” diye cevap verecektir. İşte bu durumda tabiatçı, kâinatın kendi kendini yarattığını iddia edecek kadar gülünç bir duruma düşmektedir. Evet bu durum gerçekten gülünçtür. Çünkü, “Yazıyı yazan yazıdır.” “Sehpayı yapan sehpadır.” demekten farkı yoktur bunun. Bir mühendis daktilo icad eder ama yazıyı yazan daktilonun kendisi değildir. O makinanın karşısında geçip aklı ve bilinci olan bir şahıstır. Sani-i Zülkemal olan Allah (c.c.) kâinatı yaratır, faaliyet yapan tabiat değildir. Perde arkasında sonsuz ilim, güç, kudret, irade ve hâkimiyet sahibi olan Allah’tır.
93
PEYGAMBER EFENDİMİZİN (S.A.V) NÜBÜVVET DELİLLERİ
Rabbimizi bize anlatan üç büyük muallim vardır: 1. Kainattaki Allah’ın yarattığı her biri birer mucize olan varlıklar alemidir. 2. Hazreti Muhammed (aleyhissalatü vesselam)’dır. 3. Kur’an-ı Kerim’dir. Rabbimizi bize tanıtan bu üç büyük muallimden ikincisi olan Hazret-i Muhammed (asm)’ın davasının hak olduğunu ispatlamak ve O’nun (asm), Allah’ın Peygamberi olduğunun delillerini göstermek için bu bölüm oluşturuldu. O’nun (asm) davasının hak ve kendisinin Allah’ın Peygamberi olduğunu ispatlamak aynı zaman da Kur’an’ın da Hak Kêlamullah olduğunu ve Kur’an’ın en büyük davası olan Allah’ın varlığına dair 94
bize öğrettiklerinin de şüphesiz doğru olduğunu ispat etmek anlamına gelmektedir. Çünkü Hazret-i Muhammed’in (asm) en büyük meselesi Allah’ın varlığını ve birliğini ispat etmektir. Hazret-i Muhammed’i (asm) kabul etmek demek, aynı zamanda diğer iman esasları olan; öldükten sonra dirilme, melekler, kader gibi iman esaslarının da kabul edilmesi demektir. Çünkü Hazret-i Muhammed’in (asm) bize tebliğ ettiği Kur’an’ın içerisinde bu iman esasları ispat edilip anlatılmaktadır. Bu yüzden Peygamber Efendimizin (asm) davasını ispatlayan delillere her zaman ihtiyaç hissederiz. Çünkü şeytan ve şeytandan ders alan başta nefsimiz olmak üzere imanımıza hücum eden çok fazla düşmanımız vardır. Bu nedenle bu hakikatleri sürekli iç alemimizde canlı tutmalı, şeytana ve onun şakirtlerine hücum edecek bir delik bırakmamalıyız. Bu gaye ile nübuvvet delillerinden bazılarını aşağıda, başlıklar halinde izah etmeye çalışacağız. Ancak şu bilinmelidir ki, Peygamber Efendimizin (asm) nübüvvetinin delilleri sadece bizim burada yazacaklarımızla sınırlı değildir. Burada anlatacaklarımız ancak okyanustan birer damla nispetinde olacaktır. Efendimiz’i (asm) tüm yönleriyle anlatabilmek için ciltler dolusu kitap yazılsa yine yetersiz kalınacaktır.
95
Ümmiliği ile Yani Okuma - Yazma Bilmemesi ile Beraber Dininin ve Tebliğinin Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Şimdi şöyle bir düşünelim: Okuma yazması olmayan birisi, bütün dünyayı ilgilendiren bir plan ve program geliştirmeye niyetlensin. Sonra bu zat, projesini onlarca yıl boyunca kimseye sezdirmeden geliştirsin ve sonra da bunu insanlara ömrünün sonuna doğru duyursun. Duyurduktan sonra da bütün plan ve projelerinde; en ufak bir çelişki ve hata olmadan, geri adım atmadan vefatına kadar bütün zorluklara rağmen davasından vazgeçmeden devam ettirsin ve sonunda davası onun planladığı gibi bütün dünyaya yayılsın. Bu mümkün müdür? Hem de bu anlattığı dava, öyle bir dava olsun ki, bütün duyurduğu insanların kavim, kabile, alışkanlık, örf, âdet, din yani alışa geldiği ve bağlana geldiği ne varsa hepsini kökten değiştirsin. Ümmi birisinin böyle bir inkılâbı yapması ve muvaffak olması imkânsızdır. İşte Hazreti Muhammed (asm), daha evvelden peygamberlik gibi bir plan ve projesi olmadan birden İslam davasıyla meydana çıkmış ve bütün insanlığa davasını tebliğ etmiştir. Bunu yaparken de zerre kadar bir tereddüt, korku, çelişki eseri göstermemiş ve on sene gibi kısa bir sürede üç milyon kilometre kare gibi devasa bir bölgede yüz binlerce insanın kalplerine ve gönüllerine hükmetmiştir. Mazide canlı canlı evlatlarını toprağa gömecek kadar cani olan bir toplumdan kısa sürede öyle medeni bir toplum meydana getirmiştir ki, vefatından on beş sene gibi kısa bir zaman sonra dini üç kıtaya ve milyonlarca insana ulaşmıştır. Şimdi soruyoruz; eğer peygamberlik iddiası -hâşâ- kendi uydurduğu bir dava olsaydı ve yıllarca hazırlık yaptıktan sonra kırk yaşında tebliğe başlasaydı, bunu kendi akrabaları ve hatta eşi bilmez miydi? Hem eğer bu büyük ve iddialı davasında doğru olmasaydı, O’na (asm) ilk iman edenler, bütün canlarını ve mallarını, bu uğurda feda ederler miydi? İlk dönem Müslümanların çektikleri sıkıntılar ortadadır. 96
Şimdi düşünelim; eğer Peygamberimiz (asm) -hâşâ- peygamber olmasaydı ve -hâşâ- İslamı kendisi uydurmuş olsaydı, bunu hangi nedenlerden dolayı uydurabilirdi? • Rahat yaşamak için mi? Oysa bütün hayatının çileyle geçtiği, mal-mülk namına elinde ne varsa insanlara dağıttığı ve hatta ölürken borç karşılığında rehinde eşyası olduğu bir gerçektir. Demek ki, rahat yaşamak için böyle bir iddiada bulunmuş olamaz. • Liderlik için mi? Hâlbuki bütün hayatı şahittir ki, kendisi insanlardan bir insan olmuş, asıl efendiliğin ve liderliğin hizmetkârlıkla olduğunu hayatıyla ispat etmiştir. Savaşta en önde savaşmış, kendi yırtığını dikmiş, bir hizmet vaktinde arkadaşlarıyla beraber çalışmıştır. Demek liderlik iddiasında bulunmuş olması da geçerli bir iddia olamaz. Hem böyle bir iddiası olsaydı, Mekke müşriklerinin teklif ettikleri liderlik ve mal mülk tekliflerini reddedip sefaleti tercih eder miydi? • İnsanları, içinde bulunduğu kötü durumlardan kurtarmak için böyle bir iddiayla ortaya çıkmış olabilir mi? Hâşâ; bu iddia da geçersizdir. Çünkü insanları din namına kurtarmak isteyen dindar birisi -hâşâ- Allah nanıma yalan söyleyemez. Yalan söylese hakiki dindar olamaz ve yalanı er-geç ortaya çıkar. Hem getirmiş olduğu din emsalsizdir. Bütün dinlerin esasını özünde içermekle beraber, hepsinden farklıdır, orjinaldir. Ümmi bir Zatın kabiliyetinin üstünde mükemmellikte bir dindir. Demek ki bu iddia da geçersizdir. Demek bu iddiaların tamamı, şeytanın bir telkini ve nefsimizin vesvesesinden ibarettir. Hazret-i Muhammed (asm) Allah’ın son ve en üstün peygamberidir. Bütün insanlığa önderdir. Daha önceden en ufak bir iddiası yokken, kırk yaşında kendisine nübuvvet verilmiş ve hayatının sonuna kadar her türlü çileye göğüs gererek vazifesini ifa etmiştir.
97
İnsanları, içinde bulundukları kötü durumlardan kurtarmak için, bir insan Kur’an’ı yazıp daha sonra da insanlar üzerindeki tesirini arttırmak için “Bu Allah’ın kelamıdır” demiş olamaz mı? Şeytan döndü, yine dedi ki: Kur’an’ın meseleleri gibi çok kişiler o çeşit meseleleri din namına söylüyorlar. Onun için, bir insanın, din namına böyle bir şey yapması mümkün değil mi? Cevaben Kur’an’ın nuruyla dedim ki: Evvelâ, dindar bir adam din muhabbeti için “Hak böyledir. Hakikat budur. Allah’ın emri böyledir” der. Yoksa Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz derece haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp, onun yerinde konuşmaz. “Allah’a iftira atandan daha zalim kimdir?” tehdidinden titrer. Ayrıca, bir insan kendi başına böyle yapması ve muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir. Belki de imkânsızdır. Çünkü birbirine yakın kimseler birbirini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar, birbirinin şekline girebilirler. Mertebece birbirine yakın zatlar birbirinin makamlarını taklit edebilirler. Geçici olarak insanları aldatırlar, fakat daimî aldatamazlar. Çünkü dikkat ehli nazarında, eninde sonunda tavırları ve halleri içindeki yapmacık hareketleri ve zoraki davranışları sahtekârlığını gösterecek, hilesi devam etmeyecek.
98
Eğer sahtekârlıkla taklide çalışan; ötekinden gayet uzaksa, meselâ basit bir adam, İbn-i Sina gibi bir dâhiyi ilimde taklit etmek istese ve bir çoban bir padişahın vaziyetini takınsa elbette hiç kimseyi aldatamayacak. Belki kendisi maskara olacak. Her bir hali bağıracak ki: Bu sahtekârdır. İşte, hâşâ yüz bin defa hâşâ! Kur’an, insan sözü olarak farz edildiği vakit şu imkansızlıkları kabul etmek gerekecektir: Bir yıldız böceği, bin sene hakikî bir yıldız olarak kendini gösterebilir mi? Bir sinek, bir sene tavus kuşu şeklini kendini seyredenlere gösterebilir mi? Sıradan bir asker; namlı, ünlü bir generalin tavrını takınıp, makamında oturup, hilesini hissettirmeden uzun zaman öyle kalabilir mi? Hem iftiracı, itikatsız bir adam; her halini inceden inceye araştıran insanların önünde, ömründe daima en doğru sözlü, en emin, en güvenilir bir kimsenin vaziyetini telaşsız gösterip, dâhilerin nazarında yapmacık hareketlerini saklayabilir mi? Bu saydıklarımızın hepsi hadsiz derecede imkânsızdır ve hiçbir akıl sahibi bunlara mümkün diyemez. Aynen öyle de, Kur›an’ı insan sözü farz edildiği zaman lâzım gelir ki: İslâm âleminin semasında pek parlak ve daima hakikat nurlarını yayan bir hakikat yıldızı, belki bir kemâlât güneşi kabul edilen Kur’an-ı Kerim’in mahiyeti; Hâşâ bir yıldız böceği hükmündeki, bir insanın uydurmalarla dolu bir düzmesi olsun ve en yakınında olanlar ve dikkatle ona bakanlar farkında bulunmasın ve onu daima yüksek ve hakikatlerin madeni bir yıldız bilsin. Bu ise yüz derece imkânsız olmakla beraber, sen ey şeytan! Yüz derece şeytanlıkta ileri gitsen buna imkân verdiremezsin, bozulmamış hiçbir aklı kandıramazsın! Yalnız mânen pek uzaktan baktırmakla aldatıyorsun! Yıldızı, yıldız böceği gibi böyle küçük gösteriyorsun. 99
İslamiyet’in Kanunlarının Mükemmel Olması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Acaba ümmi olan, yani okuma yazma bilmeyen bir kişinin tek başına kanunlar yapması ve bu kanunların hiç değişikliğe uğramadan tam on dört asrı ve her asırda insanların en az dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmesi mümkün müdür? Elbette hayır. Şimdi Hazret-i Muhammed’e (asm) bakıyoruz; ümmi bir Zatta ortaya çıkan kanunlar, on dört asrı ve her asırda insanların dörtte birini adaletle ve hakkaniyet üzere idare etmiş ve ediyor. Bunun yeryüzünde bir tek emsali yoktur. Hatta yıllarca hukuk eğitimi alan onlarca hukukçunun bir araya gelmesiyle yapılan kanunlar üç beş sene bile yaşayamıyor ve eskiyor. Adaletle idare edememesi ise cabası. Şimdi O Zattan (asm) meydana gelen kanunları, Hz. Muhammed’in (asm) vahye mazhar olup, Allah’ın elçisi olmasıyla izah etmezsek, ne ile izah edeceğiz? Ümmi olup okuma yazma bilmeyen bir zatın, kendi kendine bir din çıkarması ve bu dinin on dört asır boyunca, her asırda milyonlarca insanın rehberi, akıllarının muallimi, kalplerinin temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişimine maden olması ve her asırda milyonlarca taraftar bulması mümkün müdür? Ve emsali var mıdır? Elbette yoktur… Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz; O ümmi Zatın (asm) fiilleri, sözleri, hal ve hareketlerinden çıkan İslamiyet, her asırda milyonlarca insanın rehberi ve kaynağı, akıllarının muallimi ve mürşidi, kalplerinin nurlandırıcısı ve temizleyicisi, nefislerinin terbiyecisi ve ruhlarının gelişiminin ve yükselmesinin sebebi olması yönüyle misli olmamış ve olamaz. Öyleyse bu Zat’ın (asm) peygamberliğini kabul etmezsek, İslamiyet’i ve İslamiyet’in kalplerde, ruhlarda, akıllarda, nefislerde ve gönüllerde yapmış olduğu inkılâbı ne ile izah edeceğiz?
100
Cesareti, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Bir insanın, yalan bir davayı ortaya koyduğunu düşünelim. Bu yalan davasından dolayı birisi canına kast etse, elinde silah başına dikilse ve öldürmek istese; o yalancı adam davasını inkâr edip canını kurtarmak isteyecektir. Hatta belki yalvaracak, yakaracak ve yalancı izzetini de ayaklar altına serecektir. İşte Peygamberimiz’in (asm) davasının doğruluğuna yukarıdaki örnekten bakalım. Peygamberimizin (asm) tebliğ ettiği davası, eğer -haşa- yalan bir dava olsaydı; başına kılıç dayadıkları veya ordusu dağılıp yalnız kaldığı zamanlarda yine davasını haykırır mıydı? Elbette ki haykıramazdı. Peygamberimizin (asm) bu şekilde yaşadığı pek çok hadise ispat etmiştir ki, O’nun (asm) davası haktır; içerisinde hilenin zerresi bulunmamaktadır. Bu hadiselerden bir tanesini buraya alarak, detaylı bilgi almak isteyenleri siyer kitaplarına müracaat etmelerini öneriyoruz. Pek çok sahih hadis kaynağından bize nakledilen meşhur bir hadisedir. Peygamberimiz (asm) bir sefer esnasında kabilesinden uzak bir yerde dinlenmektedir. Gavres isminde cesur bir kabile reisi, kimseye gözükmeden, Peygamber Efendimizin (asm) yanına kadar ulaşmayı başarır. Elindeki kılıcı Peygamberimizin (asm) başının üstünde kaldırıp “Seni benim elimden kim kurtaracak?” diye bağırır. O anda uykudan uyanan Peygamberimiz (asm) hiçbir tereddüt, endişe ve korku hissetmeden, “Allah!..” diye cevap verir. Sonra da şöyle dua eder: “Allah’ım! Dilediğin bir şeyle beni ondan kurtar.” O anda Gavres, ansızın gaibden gelen ve sırtına çarpan bir darbe ile yere yuvarlanır. Bu defa elindeki çok güvendiği kılıncı Hazreti Muhammed’in (asm) eline geçmiştir. Şimdi sıra O’ndadır ve sorar: “Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?” Gavres pişmandır. “Beni kurtaracak kimse yok!..” der.Aman diler. Efendimiz (asm) daha birkaç saniye önce canına kasteden düşmanını affeder, gitmesine izin verir.1 İşte cesaret, işte büyüklük!.. 1 ) Buhârî, cihad 84; megâzî 31; Müslim, fezâil 13; Hâkim, el-Müstedrek, 3/29.
101
KURAN’IN EDEBİ MUCİZELİĞİ "De ki: And olsun, eğer bu Kur’ân’ın benzerini getirmek için insanlar ve cinler bir araya toplanıp da hepsi birbirine yardımcı olsalar, yine de onun benzerini getiremezler." (İsrâ Sûresi, 88) İnsanların en dâhi şairlerini ve edebiyatçılarını en harika hatiplerini, en büyük alimlerini muarazaya (karşılıklı sözlü mücadeleye) davet edip bin dört yüz senedir meydan okuyor. Onların damarlarına şiddetle dokunuyor. Muarazaya davet ettiği halde, kibir ve gururlarından başını semavata vuran o dâhiler, ona muaraza için ağız açamayıp, zilletle boyun eğdiler. Arap yarımadası halkı o asırda çoğunluk itibariyle ümmi idi. Yani tahsil görmemiş okuma yazması olmayan idi. Ümmîlikleri için, övünmelerini ve tarihi olaylarını ve güzel ahlaka yardım edecek atasözlerini, kitabet yerine şiir ve belagat (bir sözü düzgün olarak yerinde, etkili ve güzel bir şekilde ifade etme) kaydıyla muhafaza ediyorlardı. Manidar bir kelâm, şiir ve belagat cazibesiyle geçmişten geleceğe hafızalarda kalıp gidiyordu. İşte şu fıtri ihtiyaç neticesi olarak, o kavmin manevi ticaret çarşılarında en ziyade revaç bulan, rağbet gören fesahat (bir dilin doğru ve düzgün söylenişi, sözün lafız mana ve ahenk itibariyle kusursuz olması) ve belagat (fesahatin daha yüksek derecesi düşüncenin düzgün olarak süslü sözlerle anlatılması) metaı idi. Hatta bir kabilenin büyük bir şairi, en büyük bir milli kahramanı gibiydi. En ziyade onunla iftihar ediyorlardı. İşte, İslamiyetten sonra alemi zekalarıyla idare eden o zeki kavim, şu en revaçlı ve övünç vesileleri ve ona şiddet-i ihtiyaçla muhtaç olan belagatta yeryüzünden en ileride ve en yüksek mertebede idiler. Belagat o kadar kıymettar idi ki, bir şairin bir sözü için iki kavim büyük harp ederdi ve bir sözüyle barışıyorlardı. Hatta onların içinde “Muallâkat-ı Seb’a” (Yedi Askı) namıyla yedi şairin yedi kasidesini altınla Kabe’nin duvarına yazmışlar, onunla iftihar ediyorlardı.
102
İşte böyle bir zamanda, belagat en revaçlı olduğu bir anda Kur’an-ı Mucizü’l Beyan indi. Nasıl ki Musa aleyhisselam zamanında sihir ve İsa aleyhisselam zamanında tıp revaçta idi; mucizelerin mühimi o cinsten geldi. İşte o vakit. Arap belâgatçılarını en kısa bir suresine mukabeleye davet etti. “Kulumuza (Muhammed (s.a.v) indirdiğimiz Kuran’da bir şüpheniz varsa, onun benzerinden bir sure getiriniz.” (Bakara Suresi, 23) fermanıyla onlara meydan okuyor. Hem, der ki: “İman getirmezseniz lanetlenmişsiniz, Cehenneme gireceksiniz.” Damarlarına şiddetle vuruyor. Gururlarını dehşetli surette kırıyor. O kibirli akıllarını küçümsüyor. Onları önce ebedi idam ile ve sonra da cehennemde ebedi idam ile beraber dünyevi idam ile de mahkum ediyor. Der: “Ya karşılıklı sözlü mücadele ediniz, yahut can ve malınız helakettedir.” İşte eğer muaraza (karşılıklı sözlü mücadele) mümkün olsaydı, acaba hiç mümkün mü idi ki, bir iki satırla muaraza edip davasını iptal etmek gibi rahat bir çare varken, en tehlikeli, en zorlu harp yolu tercih edilsin. Evet o zeki kavim, o siyasi millet ki, bir zaman alemi siyasetle idare ettiği halde, en kısa ve rahat ve hafif bir yolu terk etsin, en tehlikeli ve bütün mal ve canını belaya atacak uzun bir yolu tercih etsin; hiç uygun mudur? Çünkü, şairleri birkaç harfle muaraza edebilseydi, Kuran davasından vazgeçerdi. Onlar da maddi ve manevi helâketten kurtulurlardı. Halbuki, harp gibi dehşetli uzun bir yolu tercih ettiler. Demek söz yahut yazı ile karşılıklı mücadele mümkün değildi, imkansızdı; onun için kılıçla karşılıklı mücadeleye mecbur oldular.
103
Peygamber Olarak Gönderildiği Toplum Üzerinde Yapmış Olduğu İnkılâplar O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Küçük bir topluluk düşünelim! Bu topluluk son derece inatçı ve âdetlerine son derece bağlı bulunsun ve bu âdetler onların damarlarına kadar işleyip, benliklerine nüfuz etmiş olsun. Biz de böyle bir toplulukta büyük bir hâkim olduğumuzu farz edelim. Acaba, büyük bir hâkim olmakla birlikte, çok çalışıp gayret göstererek, bu küçük ve inatçı kavimdeki kaç âdeti değiştirip, yerlerine güzel ahlakı tesis edebilirdik? Bu soruya cevap vermeden önce şunları da düşünelim: Bir baba, evladındaki kötü bir ahlakı onlarca nasihatine rağmen bazen değiştiremiyor. Bir öğretmen o kadar çabasına rağmen bazen bir öğrencinin kötü ahlakını yok edemiyor. Bunca kanun koyucu, şiddetli cezalara rağmen hırsızlık gibi bir suçu önleyemiyor. Bir doktor bir tiryakiye sigara gibi küçük bir alışkanlığı bile bıraktıramıyor... Şimdi acaba biz büyük bir hâkim olarak, bu inatçı ve âdetlerine bağlı topluluktan kaç âdeti, ne kadar zamanda kaldırabilirdik? Malumdur ki, sigara gibi küçük bir âdeti, küçük bir toplulukta, büyük bir hâkim, büyük bir gayretle, ancak geçici olarak kaldırabilir. Hâlbuki Hazret-i Muhammed (asm) küçük bir kuvvet ve küçük bir himmetle, birçok büyük âdetleri, hem de inatçı ve âdetlerine çok bağlı olan bir kavimden, az bir zamanda kaldırmış ve yerlerine öyle yüksek bir ahlakı yerleştirmiştir ki, bunun tarihte emsali yoktur. Dünya tarihinde hiçbir reformist, tüm toplumu onlarca ayrı alanda birden etkileyecek reformlar yapamamıştır. Yani örneğin siyaset, ekonomi, sanayi, eğitim, savaş ve benzeri alanlardan sadece bir veya birkaç tanesinde muvaffak olabilmişlerdir. Yine dünya tarihi şahittir ki, ideolojik bazı fikir akımlarının önderleri gibi en dahi insanlar bile muhataplarında sadece milliyetçilik, hürriyetçilik gibi birkaç hissi 104
tahrike muvaffak olmuşlardır. Her alanda muhatapları etkilemekte muvaffak olamamışlardır. Hâlbuki Hz. Muhammed, sanattan sağlığa, adaletten eşitliğe, cahiliye âdetlerinin kaldırılmasından onların yerine en yüksek ahlak kurallarının tesisine, pek çok fen ilimlerinden savaş ilimlerine kadar yüze yakın alanda reformlar yaptığı gibi; âdetlerine son derece bağlı olan o toplumu çok kısa bir zamanda öyle değiştirmiştir ki tarihte emsali yoktur. Peygamberimizin (asm) sadece bir sohbetinde birkaç dakika bulunmakla en medeni insanların seviyesine çıkan ve kendi kavim, kabile veya ülkelerine muallim olarak dönen bedeviler, bir deve güreşçisinden, devasa bir devleti adaletle idare eden Ömer’ler, hep Hz. Muhammed’in meydana getirdiği toplumun meyveleridir. İşte Hazret-i Muhammed’in (asm) Asr-ı saadetini görmeyenlerin veya göremeyenlerin gözüne Arap yarımadasını sokarak diyoruz ki, haydi yüzlerce filozofu, sosyologu alın ve oraya gidin, tam yüz sene çalışın, acaba O Zat’ın (asm) o zamana nispetle bir senede yaptığı icraatın yüzde birini yapabilecek misiniz?..
105
Eğiticilik Vasfı ve İnsanlara Öğrettiği Hakikatler, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Peygamberimizin (asm) çok sık nazara verilen bir sıfatı “ümmi” oluşudur. Ümmiliğinin üzerinde bu kadar çok durmamızın nedeni, O’nun (asm) ümmi olarak yaptığı icraatının her birinde ulaştığı başarıya, o konudaki ilim erbabının en uzmanlarının bile erişmesinin imkânsız olmasıdır. Bu yönü Efendimizin (asm) en büyük mucizelerindendir. Eğitim alanındaki icraatları da böyledir. Efendimizin (asm) özellikle medeni bir toplumu inşa ettiği Medine dönemine göz attığımızda, ashabını onlarca ayrı ilim dalında eğittiğini görmekteyiz. Bu ilim dallarının uzunca listesini İslam tarihi kitaplarına havale ederek, birkaç tanesini numune olması için buraya almak istiyoruz: “İman esasları, ibadetler ve ibadetlere ait konular, bazı âyetlerin tefsir ve izahları, toplum hayatına dair edepler ve güzel ahlak, sağlık ve tedavi, zuhur edecek fitne ve fesatlara dair haberler, dualar, Allah yolunda cihad, cihad hukuku, savaş taktikleri, alışverişe ve ticarete ait konular, anlaşma, sözleşme, borçlanma ve kefaletlere ait konular, şirketlere ait konular, ziraat ortaklığına ait konular, ortak mal ve arazinin idaresine ve taksimine ait konular, yitik şeylere ait konular, gasp ve yok etme suçlarıyla ilgili konular, şahitliklere ve beyyinelere ait konular, rehine konuları, kiraya ait konular, veraset ve mirasa ait konular, evlenme ve boşanma ile ilgili konular, hibeye ait konular, cinayetler ve diyetlere ait konular, suçlar ve mahiyetlerine göre uygulanacak cezalar, vergilere ait konular, davalarla ilgili hükümler, hâkimlik ve hâkimliğe ait hükümler...”1 ve daha sayamadığımız onlarca ilim dalına ait ortaya koyduğu hükümler... 1 ) M.Asıl Köksal, İslam Tarihi, Medine Dönemi, Bir Peygamber Şehri Olarak Medine, Peygamberimizin Meşgul Olduğu ve Ashabını Yetiştirdiği Başlıca Konular 106
İşte şimdi soruyoruz: Bir insanın tüm bu ilim dallarında mükemmel hükümler ortaya koyması ve insanları bu ilim dallarında eğitmesi mucize değil de nedir? Hem de ümmi bir Zatın (asm) yukarıda saydıklarımızdan her birisi için günümüzde fakültelerde, ilim adamları yıllarca ter dökmekte ancak yine de şaşmaz ve değişmez kurallar ve hükümler ortaya koyamamaktadırlar. Ancak Efendimizin (asm) İslam ile koymuş olduğu tüm hükümler on dört asırdır tazeliğini korumaktadır. İşte bu O’nun (asm) Allah’ın peygamberi olduğunun en açık delillerinden birisidir...
107
Düşmanlarının Çokluğuna Rağmen Vazifesini Başarıyla Yerine Getirmesi ve İslam Dininin Bütün Dünyada Yayılması, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. Hiçbir kuvvete dayanmayan ve tek başına yola çıkan bir zatın, son derece kuvvetli düşmanları arasında, kendi davasını korkmadan, tereddütsüz, telaş göstermeden ve son derece cesaretle tebliğ etmesi ve tebliğ ettiği dinin, bütün dinlerden üstün hale gelmesi mümkün müdür? Elbette hayır!.. Şimdi yine Hz. Muhammed’e (asm) bakıyoruz: O Zat (asm), tebliğ ve insanları hakka davette o derece metanet, sebat ve cesaret göstermiş ki, büyük devletler ve büyük dinler, hatta kendi kavim ve kabilesi, hatta amcası O’na (asm) şiddetli düşmanlık gösterdikleri halde, zerre kadar bir tereddüt, bir telaş, bir korkaklık eseri göstermemesi ve tek başıyla bütün dünyaya meydan okuması ve başarılı da olması ve İslamiyeti dünyanın dört bir yanına yayması ispat eder ki, tebliğ ve Hakk’a davette dahi misli olmamış ve olamaz. Etrafında bir avuç Müslümanın bulunduğu, henüz kendi kabilesinin bile kendisini dinlemediği zamanlarda, kalkıp dünyanın büyük devletlerini İslam’a davet etmesi, davasının hak olduğunun en büyük delillerindendir. Eğer -hâşâ- yalan bir dava olsaydı, dünyanın büyük devletlerini kendi aleyhinde kışkırtacak böyle bir şeye girişir miydi? Çünkü İslamı henüz kendi kabilesi bile kabul etmemiştir ve bu nedenle O’na (asm) defalarca savaş açmışlardır. Hem de tebliğ ettiği devletler Bizans, İran gibi o dönemin süper güçleridir. Milyonlarca askerleri bulunan dev ordulara sahiptirler. Kendisi ise şehir devleti durumundaki Medine’de, bir avuç Müslümanla sıkışmış durumda yaşamaktadır. O Zatın (asm) yalnızlığı ve zayıflığı ile beraber, böyle büyük bir kuvvet ve cesaret göstermesini, Allah’a dayanması ve O’na tevekkül etmesiyle izah etmezsek ne ile izah edebiliriz? 108
Peygamber Efendimizin (asm) nübuvvetinin en parlak delillerinden biri de, O’nun sadece bulunduğu zamana ve mekâna değil, bütün zamanlara ve mekânlara hitap eden bir dinle gelmiş olmasıdır. Efendimizin (asm) harika tebliği, mekânları aşarak tüm dünyaya yayılmıştır. Hazret-i Muhammed (asm), evrensel çağrısında başarılı olmuştur. Bugün büyük dinler, yavaş yavaş İslam karşısında erimekte, İslam’ın hakkaniyetine onlar da şahitlik etmektedirler.1
1 ) Bu konuda Rotterdam İslam Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Ahmet Akgündüz’ün tespit ettiği, Avrupa Kiliseler Birliği’nin, Hazreti Muhammedi (asm) peygamber kabul ettiğine dair tarihi belgelerini “Çandan Minareye Büyük İtiraf” isimli eserinde bulabilirsiniz. 109
Göstermiş Olduğu Binlerce Mucize, O’nun (asm) Nübüvvetine Delildir. • Avucunda küçük taşların zikir ve tesbih etmesi, • “(Ey Muhammed) attığın zaman da sen atmadın”1 ayetinin işaretiyle, aynı avucunda, küçücük taş ve toprak, düşmana top ve gülle hükmünde, onları bozguna uğratması, • “Ay yarıldı.”2 ayetinin açık işaretiyle, aynı avucunun parmağıyla ayı iki parçaya ayırması, • ve aynı el, çeşme gibi on parmağından suyun akması ve bir orduya içirmesi, • ve aynı el, hastalara ve yaralılara şifa olması, elbette o mübarek elin, ne kadar harika bir İlahi Kudret mucizesi olduğunu gösterir. Güya, dostları içinde o elin avucu küçük bir Sübhânî zikir meclisidir ki, küçücük taşlar dahi içine girse zikir ve tesbih ederler. Ve düşmana karşı küçücük bir Rabbânî cephaneliktir ki, içine taş ve toprak girse, gülle ve bomba olur. Ve yaralılar ve hastalara karşı küçücük bir Rahmânî eczahanedir ki, hangi derde temas etse, derman olur. Ve celâl ile kalktığı vakit, ayı parçalayıp, kàb-ı kavseyn yani iki yay şeklini verir. Ve cemâl ile döndüğü vakit, Kevser suyu akıtan on musluklu bir rahmet çeşmesi hükmüne girer. Acaba böyle bir zâtın birtek eli böyle harika mucizelere mazhar ve kaynak olsa, o Zâtın (asm), Kâinat’ın Yaratıcısı yanında ne kadar makbul olduğu ve dâvâsında ne kadar doğru bulunduğu ve o el ile biat edenler ne kadar bahtiyar olacakları, açıkça anlaşılmaz mı? 1 ) Enfal Sûresi, 8;17. 2 ) Kamer Sûresi, 54:1. 110
“Rahmânü’r-Rahîmden, Arş-ı Âzamdan gelen Furkan-ı Hakîmin kendisine indiği Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenatı adedince milyonlar salât ve milyonlar selâm olsun. Risaleti Tevrat, İncil ve Zebur’da müjdelenen; nübüvveti irhâsâtla, cinlerin hâtifleriyle, insanlık âleminin evliyalarıyla, beşerin kâhinleriyle müjdelenen; bir işaretiyle ay parçalanan Efendimiz Muhammed’e, ümmetinin hasenâtı adedince milyonlar salât ve selâm olsun. Davetine ağaçların koşup geldiği, duâsıyla yağmurun hemen iniverdiği, sıcaktan korumak için bulutların ona gölge yaptığı, bir ölçek yemeğiyle yüzlerce insanın doyduğu, parmaklarının arasından üç defa kevser gibi suların çağladığı, O’nun hürmetine Allah’ın, kertenkeleyi, ceylânı, ağaç kütüğünü, zehirli keçinin kolunu, deveyi, dağı, taşı ve toprağı konuşturduğu, Miracın sahibi ve gözünün asla şaşmadığı o mu’cize-i kübrâda ruyetullaha mazhar olan Efendimiz ve Şefîimiz Muhammed’e, Kur’ân’ın ilk indiği zamanın sonuna kadar onu okuyan herbir okuyucunun okuduğu herbir kelimenin hava dalgalarının aynalarına Rahmân’ın izniyle yansıyan bütün kelimelerinin bütün harfleri adedince, milyonlar salât ve selâm olsun. Bütün bu salâvatlardan herbiri hürmetine bizi bağışla, ey İlâhımız, bize merhamet et. Âmin.”
111
Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Kayıp Dünyalarda Allah'ın Mührü 2- Kadim Medeniyetlerde İlahi Sırlar 3- Dünyanın Yedi Harikasında Tevhidin İzleri 4- Mimari Eserlerde Rabbin Kitabesi 5- Gizemli Dünyalara Yolculuk Nur Ekspresi 6- Doğal Harikalar Diyarında Allah'ı Bulmak 7- Helak Olan Kavimlerde İbretlik Deliller 8- Türkiye Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 9- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 10- Rabbimizi Bize Gösteren Pencereler 11- Semâvât Âleminin Tefekkürü 12- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 13- Deizmi Çürüten Misaller 14- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 15- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 16- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 17- Ahiretin Kesin İspatı 18- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek Not: Listedeki kitapların ismini ve yanına Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ
112
113
Kültür, hikmet ve mizahın buluştuğu bu kitapta amaç, dünyamızın eşsiz güzellikteki gizemli yerlerine uğrayıp, gez dünyayı gör Allah-u Teala'yı deyip her yerde tecelli eden sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin varlığını ve birliğini akli mantiki ve ilmi delilleriyle gözler önüne sermektir. Tüm dünyaya hakim olan ateizm ve deizm dinsizlik felsefesinin ne kadar çürük temeller üzerine bina edildiğini ve bir uçurumun kenarından ebediyete göçmeye mahkum olduğunu göstermektir.