Önsöz Bu eserimizde ilk çağlar hariç; orta, yeni ve yakın çağlarda inşa edilen mimari eserlerden bahsedip, duvarlarında asılı olmasa da aslında var olan bir kitabeden bahsedeceğiz. Malabadi Köprüsü’nün mimarını altındaki derede oturmuş oltasıyla balık tutarken görmesek de, onun taşlarının itinayla biri tarafından dizildiğini aklen gördüğümüz gibi; Teleskobumuzla yıldızları seyrederken hâşâ, Allah’ı göklerde bir yerde oturarak görmesek de, tüm kainatın ve içindeki mahlukatın üstün bir akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından itinayla yaratıldığını aklen görürüz. İnsanoğlunun inşa ettiği mimari eserlere bakıp, Kainat Sarayı’nın duvarında tevhid delilleriyle asılı duran Rabbin Kitabesi’ni görüp okumaya hazır olun.
SELİMİYE CAMİİ – EDİRNE Osmanlı İmparatorluğu’nun eski başkenti Edirne’de, şehrin siluetini taçlandıran Selimiye Camii, 1568 – 1574 yılları arasında Sultan II – Selim adına yaptırılmıştır. Teknik mükemmelliği, boyutları ve estetik değerleriyle döneminin ve sonraki zamanların en muhteşem eseri olan Cami ve Külliye, Mimar Sinan’ın ustalık dönemi eseri, mimarlık sanatının en görkemli örneklerinden biri ve insan dehasının bir başyapıtı olarak kabul edilmektedir.
2
Şimdi boş bir araziye Selimiye gibi bir cami yapmayı düşünüp, oraya camide kullanılacak tüm malzemeleri yığsak; taşları, demirleri, kurşunları, keresteleri, harçları… Bir kasırganın bu malzemeleri savurarak tesadüfen Selimiye Camii gibi bir başyapıt yapmasını düşünebilir miyiz? Selimiye Camii’nin mimarını, mihrabın önünde ses akustiğini ayarlamak için nargile içerken görmesek de, caminin üstün bir hendese ve cebir ilmine sahip biri tarafından inşa edildiğini gayet iyi biliriz. Nasıl ki inşaat malzeme deposuna isabet eden bir kasırga tesadüfler sonucu bu camiyi meydana getiremiyorsa, tüm evrenin galaksiler, yıldızlar, güneş, dünyamız ve içindeki bitki, hayvan ve insan gibi başyapıtların da tesadüf rüzgârlarıyla, plansız olaylarla ve doğadaki bilinçsiz güçlerle meydana gelmesi mümkün olamaz. Ancak fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş üstün bir akıl sahibi Allah tarafından yaratılabilir. Teleskobumuzla yıldızları seyrederken hâşâ, Allah’ı göklerde bir yerde oturarak görmesek de, tüm evrenin ve içindekilerin üstün bir akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratıldığını gayet iyi anlarız. “Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur.” Prof. Sir Fred Hoyle, matematik ve astronomi profesörü. Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
3
HARRAN EVLERİ – ŞANLIURFA Şanlıurfa Harran’ın en çok ilgi gören tarafı, bindirme tekniğiyle yapılmış külah biçimindeki konik çatılı kerpiç evleridir. Harran ilçesinin güney kesiminde yoğunlaşan bu evler eski kent kalıntıları üzerine yaklaşık 150 – 200 yıl öncesi yapılmışlardır. Bu bölge 1979 yılında Arkeolojik ve Kentsel sit alanı olarak ilan edilmiş ve böylece sayıları bine yaklaşan bu evler koruma altına alınmıştır. Şimdi bu Harran Evleri’nin önüne samanlı balçıktan insan heykellerini yapıp diksek ve oraya gezi ve incelemeye gelen yabancı profesörlerden oluşan heyete desek ki; “Bu evleri 150 – 200 yıl önce atalarımız yapmış ama
4
heykeller yere toprağa dökülen samanların rüzgarların savurmasıyla, yağmurların ıslatmasıyla binlerce yılda kendiliğinden oluştular!” Heyettekiler diyecektir ki: “Bana bak sen aklından emin misin? İstersen git Mardin Emineddin Darüşşifası’na şadırvanın başında biraz su, bülbül, musiki sesleri dinle belki şifa bulursun!” Ama aynı profesörler dünyanın en önde gelen üniversitelerinde, dünyanın en seçkin beyinlerine kerpiç heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı insan vücudunu anlatırken sık sık “kendiliğinden, tesadüfen, doğa harikası” gibi inkâr kelimelerini söylemekten çekinmezler. Bunların alayını Mardin’e gezi var diye toplayıp doğruca darüşşifaya götürerek “Bana bak siz aklınızdan emin misiniz?” deyip şadırvanının başında su, bülbül, musiki sesleriyle tedavi edilmeleri uygun düşmez mi?
5
DİVRİĞİ MUCİZESİ - SİVAS Anadolu Selçuklu Devleti’ne bağlı Mengücek Beyliği döneminde inşa edilmiştir. Ulu Cami, Süleyman Şah’ın oğlu Ahmet Şah tarafından, Darüşşifa ise eşi Melike Turan Melek tarafından yaptırılmıştır. 1228 yılında başlanıp 1243 tarihinde tamamlanan yapı kompleksinin baş mimarı Ahlat’lı Hürrem Şah’tır. Başta taç kapılar olmak üzere, külliyenin bir çok yerinde bulunan, Ahlatlı ve Tiflisli ustaların ellerinden çıkan, taş işçiliğinin en nadide ve en ince örneklerini yansıtan harikulade motifler tüm dünyanın ilgi ve dikkatini çekmektedir. Taş kapılara nakşedilen binlerce yaprak, çiçek ve ağaç motifleri, geometrik şekiller ve büyüleyici eseri görünce Evliya Çelebi şöyle demiştir: “Methinde diller kısır, kalem kırıktır.” Görenleri kendisine hayran bırakan bu muhteşem abide eser, sanat tarihçileri tarafından “Divriği Mucizesi”, “Anadolu’nun Elhamrası”, “Asya’nın Tac Mahali” gibi ifadelerle tanımlanmıştır. Şimdi biri dese ki; “Cennet Kapı’daki o muhteşem cennet bahçesi gibi taşa işlenmiş çiçek motifleri, sert kuzey rüzgârlarının esmesi sonucu taşları aşındırarak, gökteki güneş ışınlarını yansıtarak, yağan fırtınalı yağmurlar ıslatarak, çakan şimşekler lazer gibi taşları yontarak doğa harikası olarak oluştu!” Buna yeryüzünde hiçbir akıl sahibi mümkün diyebilir mi? Az ötede yemyeşil Divriği Ovası’na gitseniz; ağaçlar pembe beyaz çiçek açmış, erguvanlar, leylaklar, zambaklar, papatyalar, laleler, menekşeler, nergisler, ismini bilmediğimiz daha nice çeşit çiçekleri görüp bu cennet bahçesi gibi toprağa işlenmiş ve taşa işlenenlerden binlerce kez daha mükemmel, renkli, desenli, sanatlı, hoş kokulu ve canlı bu çiçeklerin sanatkârı kim diye hiç düşünüp takdir ettiniz mi? Yoksa kuzey kapıdaki birinin dediği gibi kara toprağın, sarı güneşin, mavi göklerin, beyaz bulutların tesadüf rüzgârlarıyla bir araya gelip bu sanatlara vakıf olabileceğini mi hep düşündük? Cennet kapısının önüne işlenmemiş taştan bir kapı koysak, yüz tane kör, sağır, düşüncesiz ve cahil insanı önüne getirip, ellerine çe6
kiç, keski gibi aletleri versek, haydi cennet bahçesi gibi işleyin desek, herhalde taş kapıyı yıkıp, tuz buz edip cehenneme çevirirler. İşte kör, sağır, düşüncesiz ve cansız, üstelik eli, kolu, çekici olmayan; ilim, irade, kudret, şuur, akıl ve hayattan yoksun olan tabiat ve tesadüfler nasıl bu işlere ve sanata sahip olabilsin? Divriği Ovası'nda açan bu ağaç ve çiçekler ancak Alim-i Mutlak, Kadir-i Mutlak, Hayy u Kayyum bir Zat’ın eseridir. Yeryüzünde özellikle Avrupa, Amerika, Güney Afrika, Rusya ve Uzakdoğu’da bu “Divriği Mucizesi'ne” inanacak bir akıl sahibi hiç kimse yok mu? Dünyanın çoğuna hakim olan bu körlüğün, bu akıl tutulmasının anlatımında diller kısır, kalem kırıktır! 7
SANAT GALERİSİ Geleneksel el sanatlarıyla kumaş üzerine çiçek desenlerinin yapıldığı bir atölyeyi geziyoruz. Bayanlar önce şablon kağıtlara, kimisi de doğrudan keten kumaşlar üzerine kurşun kalemler ile muhtelif çiçek desenleri çizdiler. Sonra paletlerinin üzerine döktükleri kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor renkli boyalara samur fırçalarını sürüp kumaşlara çizdikleri desenleri hassas rötuşlarla boyamaya başladılar. Neticede kumaşlarda harika ve rengarenk gül, menekşe, karanfil, lale, sümbül gibi çiçekler oluştu. Yan taraftaki hanımlar da kumaşlara rengarenk kuşlar, balıklar, ağaçlar, kelebek ve tavus kuşları çizdiler. Daha sonra eserleri bir sanat galerisinde sunmak için sergi açtılar. Gelen ziyaretçiler hayranlıkla tablolara bakıp sanatkarlarının hünerlerini takdir ettiler. Hiç kimse bu harika tablolar için boyaların tesadüfen kumaşların üzerine sel gibi dökülüp kendiliğinden oluştuğunu iddia etmedi. Sonra ziyaretçiler başka bir sanat galerisini gezmeye gittiler. Açık hava galerisinde bir kır gezisine! Yemyeşil otlar arasında lale, sümbül, menekşe, papatyalar rengarenk açmıştı. Erguvan ağaçları, leylaklar, zambaklar ayrı bir güzellik oluşturuyordu. Şu pembe beyaz açan kiraz ağacındaki renkli kuşlar da ne böyle? Kelebekler daldan dala uçuşuyorlar. Ha ha? Şu tavus kuşunun kanatlarındaki ihtişamı görüyor musunuz? Bol bol fotoğraflarını çektiler, dere kenarındaki çay bahçesinde akvaryumdaki renkli balıklara bakarak çaylarını yudumlayıp çekip gittiler. 8
Hiç kimse bu harika tabloların Rabbimizin güneş paletine döktüğü kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor boyaları kudret fırçasıyla yerdeki tuvale aktardığını düşünmedi ve Sanatkâr’ın hünerlerini takdir etmediler. Nasıl bu el sanatları galerisinde duvarlara asılı tablodaki resimler, boyaların tesadüfen kumaş üzerine dökülmesiyle kendiliğinden oluşamazsa, bu kumaştaki desenlerden binlerce kez canlı, parlak ve göz alıcı olan şu kainat galerisinin toprak ve gökyüzü tuvallerine asılı şu tablolardaki canlıların desen ve renklerinin de kendiliğinden oluşması imkansızdır. Canlılardaki bu harika estetiği ve renk sanatını, ortadan Alim-i Mutlak, Kadir-i Mutlak, Cemil-i Zülcelal olan Allah’ı ekarte edip, güneş ışınlarının farklı boylarda kırılıp yansımasına, pigmentlere ve tesadüflere havale etmek, Afrika’nın yağmur ormanlarında yaşayan Pigmeliler kadar ilkel düşünüp akılsızlıktır ve şirk katmaktır ve renk körlüğüdür. Yarın mahşer gezisinde, Kololo kabilesinin bireyleri gibi suratlarımızı renkli kök boyalarıyla rengarenk boyayıp ateş üstünde yamyam dansı yaptırırlarsa hiç şaşırmayalım. Ardından nağmeler eşliğinde rengarenk cennet bahçelerine gönderileceğini zannetme. Gideceğin yer belli, yerli diliyle Mosi-oa-Tunya! Nedir o bilir misin? Gümbürtüsü tâ uzaklardan duyulan Gümbürdeyen Duman! Onların çoğu Allah'a iman etmezler de ancak şirk katıp-dururlar. (Yusuf Suresi,106)
9
SÜMELA MANASTIRI – TRABZON Trabzon’un Maçka ilçesine bağlı ve Maçka’ya 17 kilometre uzaklıktaki Altındere Milli Parkı içinde, yeşillikler arasında sivrilen Karadağ üzerinde sarp bir tepeye adeta bir kartal yuvasını andırır şekilde kurulan Sümela Manastırı, bu görünüşü ile insanları kendisine hayran bırakmaktadır. Manastırın içindeki tavan ve duvarlar, İncil’de geçen sahneleri anımsatan birçok fresklerle süslüdür ve renk renk değişik konularla resmedilmişlerdir. Birgün Temel ile Dursun Sümela Manastırı’nı gezmeye giderler. Kilise içinde fresklerle süslü duvarlardaki resimlere bakarken Temel Dursun’a der: “Ula Tursun! Ha pu papazlari buraya kim çizdi da? Ula Temel ne pileyum. Bak saaa anlateyum cahil kalma. Ha penum büyük dedem yıllar önce buraya boya badana yapmaya gelmiş. Karşılığında iki tavuk, üç kaz, beş ördek istemiş. Ha pu papaz onların yerine pi domuz saaa demiş. Cemal dedem celallenip bre gavur sen oni kendun ye deyip çarıklarıyla boya kutularına pi tekme atınca, boyalar lapur yere, dedem de köye gelmiş. Anlayacağun kilisenin yarıklarını boyayacağına kendi çarıklarını boyamış. 10
Ula Temel! Ha punlari baa niye anlatiysun da? Ula Tursun hele pi dinle: Yere tökülen boyalar da ha pu kuzeyden poyraz, ha pu güneyden lodos, bizim köyden karayel, fırtına, tipi esmesiyle uçuşup ha pu duvardaki tipitipler oluşmuş. Ula Temel cidenun çarıklarında da ha pu tipitipler oluşmuş mu? Onu sorma pilmeyrum da. Ula Temel lazız ama ha puna kanacak kadar da kaz değiliz. Senin bu anlattıkların bizim doğan uşakları leyleklerin getirdiği masalına benzer. Evet, nasıl bu iki boyutlu insan suretlerinin bir ressamı varsa, manastırın içindeki bu fresklere hayran hayran bakan üç boyutlu insanları da şekil ve suretlendiren bir sanatkarı vardır. O Sanatkar da bizden kendisine iman etmemizi ve başta beş vakit namaz kılmamızı istiyor. Domuzluk yapıp inkar edersek, yarın mahşerde Temel’in dedesi gibi bize celallenmezler mi? Yere dökülen boyalar misali, sel gibi akan unsurların (hava, su, toprak, ışık) toplanmasıyla ve tesadüf rüzgarlarıyla bu kainatın ve içindeki canlıların kendiliğinden oluştuğunu üniversite amfilerinde söyleyen profesörlerin karşısına Dursun’u çıkaracaksın; “Ula proseför! Dur pi dakka, lazız ama ha puna kanacak kadar da kaz değiliz. Senin cidenun çarıklarında da ha pu tipitipler oluşmuş mu?” desin. 11
YAYLA ŞENLİĞİ Bir harmana gitsek, etrafı toz, toprak ve saman yığınlarıyla karışmış olduğunu görürüz. Binlerce yıl geçse de tesadüf rüzgârlarıyla toz, toprak ve samanlar yağmurla birlikte karışıp mükemmel bir insan suretini, heykelini oluşturamaz. Sadece çamurlu bir yığın oluşur. O harmanın yanına on bin kişi gelmiş yayla şenliği yapmaya. Kimisi horon tepiyor yerde testi kırıyor, diğerleri onları izliyor, kimisi de güreşen boğaları izliyor. O harman yerinde birden fırtınalı bir yağmur çıksa, şimşekler çaksa; toz, toprak ve samanlar havada uçuşup birden o meydanda kerpiçten horon tepen insan suretleri ve güreşen boğa heykellerine bürünse ve dirilip horon tepmeye ve boğalar çılgınca böğürüp güreş etmeye başlasalar, o an binlerce kişi yaşanan tüm bu mucizeler karşısında şaşkınlıklar içinde secdeye varmazlar mı? Kıyamet mi kopuyor diye boğalar gibi böğürüp sağa sola kaçışmazlar mı? Az önce yayla camiinde ezan okundu yirmi kişi namazda saf tuttu, binlercesi horon başında saf tuttu. 12
Çamurlu toprak ve saman karışımı kerpiçten suretlere mucize deyip, bunlardan binlerce kez mükemmel ve her an binlercesi etten ve kemikten yaratılan bu mucizeler karşısında hayrete düşüp kulluk vazifemizi yapabiliyor muyuz? Nasıl camit ve şuursuz toz zerreleri, samanlı balçıkla karışıp tesadüf rüzgârlarıyla kendiliğinden kerpiç insan ve hayvan suretlerine dönüşemezse, aynen öyle de bu toz zerreleri gibi camit ve şuursuz atomlar da tesadüfen hücrelere, dokulara, organlara derken bu canlı suretlerine dönüşemez. Yaratanı tanıyıp Yaratanın emri dairesinde yaşayalım. Dünyaya asıl gönderiliş gayemizi iyi bilelim. Saflarımızı sık ve doğru yerde tutalım. Yayladaki testi gibi alışkanlık ülfet perdesini kırıp, hakikatleri görmek için illâ boğa gibi müthiş böğüren İsrafil aleyhisselamın surunu işitmemiz mi gerekecek?
13
UZUNKÖPRÜ – I – EDİRNE Uzunköprü İlçesi’nde Ergene Nehri üzerinde, Osmanlı Devleti’nin altıncı padişahı Sultan II. Murat döneminde, Mimar Muslihiddin tarafından, 1427 – 1443 yılları arasında inşa edilmiştir. 1270 metre uzunluğu ve 174 kemeri ile dünyanın günümüze ulaşan en uzun taş köprüsü olma özelliğine sahiptir. Bu ihtişamlı köprü, Orta Asya’dan Balkanlara kadar geniş bir coğrafyada farklı kültürleri bünyesinde toplayan Osmanlı’nın, sanat ve estetik anlayışından motifler de taşımaktadır. Köprünün kemerlerinde, genellikle kilit taşı üzerinde yer alan bezeme öğelerinde geometrik motifler, insan başı, fil, aslan, ceylan, kartal, ağaç, çiçek, lale gibi figürler işlenmiştir. Köprüye doğru at arabasına saman sapları yükleyip üstüne oturmuş bir vatandaş yanında içki şişesi, köpeği arkasında geliyorken ona desen; Hemşerim dur bir dakika! Aga bu dolmuş değil. Hemşerim bir şey arıyorum bana yardımcı olur musun? Ne arıyorsun be agam paranı mı düşürdün?
14
Köprünün korkuluklarına eğilip desen gel buraya bakalım. Boşuna arama aga dereye düştüyse bulamazsın. Üstüne bir bardak rakı çek. Hele bir gel, hemşerim be, bu taşlara işlenen bu aslan, ceylan, kartal, lale, çiçek kabartmalarını kim işlemiş onu arıyorum. Az önce sizin gibi biri geçti ona bu köprüyü kim yapmış dedim, dedi hemşerim bunu kimse yapmadı. Ergene’nin hırçın suları taşları sürükleyerek ha burada çarpa çarpa kendiliğinden oluşmuş. Ya bu kabartma heykeller dedim, dedi onları da Trakya’nın sert ayazı yontmuştur. O kafasını taşa çarpmış yontulmamış hergele seninle kafa bulmuş. Hiç bu köprü kendiliğinden oluşur mu? Eski taş ustaları yapmış bunu. Onu diyende benim beygir kadar akıl yoktur. Hemşerim sen diyorsun ki, bu köprünün bir mimarı, bu taşa işlenen insan, aslan, kartal ve çiçeklerin bir yontucusu vardır. Doğru mu? Doğrudur. Peki gördün mü? Görmeye ne hacet be agam her şey ortada gün gibi görünüyor. Hiç bunlar kendiliğinden oluşabilir mi? Peki bu köprüyü kim ve niye yapmış? Aga be onu ecdadımız, bizler manda gibi çamura batmayalım da karşıya geçelim diye yapmış. Peki seni beni, bu beygiri, yanındaki köpeği, havada uçuşan kuşları, şu merada otlayan inekleri, şu çiçek açan ağaçları kim ve niçin yontmuştur diye onların yontucusunu hiç uzun uzun düşündün mü?
15
UZUNKÖPRÜ – II Aga be sen Ergene gibi derin konuşmaya başladın. Bu gibi şeylerle bizi boğma. Kafamız zaten kıyak, kayık gibi bizi iyice batağa batırma. Hemşerim korkma bunlarla batmazsın aksine bataktan çıkıp ayılırsın. Nasıl bu köprünün bir mimarı, taşlarına işlenen kabartma suretlerin bir sanatkarı varsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu kainat, şu dünya ve içindeki tüm mahlukatın da bir Mimarı, bir Sanatkarı vardır. O Yaratıcı her gün şu minarelerden beş defa işittiğin Allah’tır. Niye? Manda gibi çamura batmayalım diye. Yani Cehennem ateşine dalmayıp, Sırat Köprüsü’nden rahat geçelim diye. Buradaki gibi elinde şişeyle mi geçmeyi düşünüyorsun? Bak bu at arabasına tepeleme yüklemişsin samanları geçiyorsun. Ya o köprüden geçerken sırtındaki yükünde bir saman çöpü kadar salih amelin olacak mı, yoksa ısırgan ve diken dolu bir yükle mi geçmeyi mi düşünüyorsun?
16
Aga be yeter! Anlatıp korkutma bizi hortlak gibi, bunları düşünürsek olacağız çaylak gibi! Zaten yaşıyoruz küspe gibi, hayatımız desen sünepe gibi, aklımız olmuş çöplük gibi, yaşıyoruz öyle sümsük gibi, anlayacağın olmuşuz düdük gibi. Bırak atın ölümü olsun arpadan, bunları düşünürsek iyice olacağız kafadan. Korkma kafayı üşütmez, aksine güneşlenir, aydınlanırsın. Muradın ısınmaksa bu köprünün çıkışında Muradiye Camii’ne git tövbe et, namaz kıl, ısınma hareketlerine başla. Aga be yaşlanınca kılarız. Yaşın kaç? Elli. Başın olmuş kelli felli, karnın mekik çekmekten olmuş göbekli, ağzında dişlerin dökülmüş kalmış tekli, yarına çıkacağın ne belli, daha ne bekliyorsun be terelelli? Şimdi bu Murad aga öğüt alıp Muradiye’ye gitmeye murad edeceğine, eski hamam eski taş deyip, bu taştaki yontmalardan bir yontu çıkarmazsa, atın ölümü arpadan olsun deyip saman gibi yaşarsa, ötede odun gibi yontulup Şaman gibi yanmaz mı? Peki tüm dünyadaki insanların çoğunun akılları bozuk para gibi köprüden dereye mi düşmüş ki, çoğu gaflet çamuruna batıp her şeyi bulanık düşünüyorlar, hakikatleri net görmeyip dini bozuk yaşıyorlar. Bir an önce Uzunköprü’deki tarihi hamama götürülüp iman sabunuyla uzun uzun ovulup yıkanmaları gerekir. Meşhur süpürgeyle kalplerindeki kirleri iyice süpürüp, iman halvetlerini ayna gibi parlatıp içinde iman meyvelerini teşhir etmek gerekir.
17
BİR HAKİKATİN KONUŞMASI Günler sonra bu köprüden yeniden geçtim. Karşıdan at arabasıyla gelene sordum, “Murad agayı tanır mısın?” dedim. “Bak derenin kenarında alem yaparlar.” dedi. Yanlarına gittim dokuz kişilerdi. Davul zurna eşliğinde içki içip eğleniyorlardı. “Beni tanıdın mı?” dedim. “Tanımaz olur muyum be, seni köprünün bir ucundan ta öbür ucunda görsem yine tanırım. Arkadaşlar bu size anlattığım köprünün üstünde bana vaaz veren Salih kardeş, ama bizim gibi kazmalara tesir etmedi.” Yanındakilerden biri dedi; “Hoca soframıza geleceksen gel buyur ye, iç, eğlen ama bizlere de karışma. Sen kendi yoluna, biz kendi yolumuza.” Sonra dedi; “Bak şu yakınımızda otlayan ineği görüyor musun? Şimdi ona; “Be inek sen bu dünyaya niye geldin? İçki içmez oyun bilmezsin, pavyona gitmez hovardalık etmezsin. Gündüz çayıra, gece ahıra, söyle niye bu dünyaya geldin be inek, ot gibi yaşamaya mı?” desek dedi ve o sırada da mucize eseri inek dile gelse; “Mooo! Kim demiş ben boşuna gelmişim? Ot yerim Rabbimin izniyle süt veririm. Etimi kesersiniz köfte, biftek, sucuk olur. Otlu peynirimi yerseniz diller tutuk olur. Gübremden mis gibi domates, biber, salatalık olur. Sizin gibi hıyarlar yese ürünler yazık olur. Derimden ayağına papuç, beline kemer, sırtına gocuk olur. Bak ben olmasaydım pantolonların düşer arkan açık olur. Ya sizin gibi sığırcıklardan söyle ne cacık olur?
18
Etiniz yenmez, ızgara kebap olmaz. İşkembe, tuzlama, kelle paça desek bi kap olmaz. Saçınızdan örgü örülmez, kazak, çorap olmaz. Derinizi yüzseler davul, zurna, pikap olmaz. Zurnanın deliği, sazın teli, dümbeleğe çap olmaz. Sizin gibi kalaslardan bir baltaya sap olmaz. Ne işe yararsınız desem suale cevap olmaz. Cürmünüzü saymaya kalksak buna hesap olmaz. “Asıl siz niye geldiniz bu dünyaya be köftehor; sizden ne kaşar olur, ne peynir ne de lor!” dese ve ben de uzun uykudan uyansam.
19
MAHMUT BEY CAMİİ – KASTAMONU Anadolu Selçuklu Devleti’nin parçalanmasından sonra kurulan beyliklerden biri olan Candaroğulları Beyliği döneminde 1366 yılında Kastamonu Kasaba Köy’de inşa edilen Mahmut Bey Camii, Anadolu’daki ahşap tavanlı ve ahşap destekli camilerin ender örneklerinden biridir. Özellikle ibadet mekanındaki ahşap bölümlerin hiç çivi kullanılmadan geçme tekniğiyle birleştirilmesi ve ahşap yüzeyler üzerindeki “Kalem işi” adı verilen süslemeler yapıyı benzerlerinden ayıran en önemli özellikleridir. Anadolu Türk Mimarisi’nde nadir görülen alçı mihrabı ile birlikte üstün bir sanatsal anlayışın örneği olan ahşap kapı kanatları, Mahmut Bey Camii’ni öne çıkaran diğer özelliklerdir.
20
Bak senin vücudunda da hiç çivi kullanılmadan kemikler oyma geçme tekniğiyle eklemler ve kaslar vasıtasıyla birbirlerine bağlanmış. Camiyi yapan usta keresteleri tek tek ölçüp biçmiş ve yerlerine geçirmiş. Senin vücudundaki uyluk, kamış, kaval, omur, göğüs gibi 206 kemik de hepsi ayrı ayrı ölçüp biçilmiş ve yerlerine geçirilmiş. Biri uzun bir kısa açıkta kalan kalmamış. Bak kapının menteşelerini yağlamasak gacır gucur öter, sürtünme ve aşınmaması için de eklemler yağlama vazifesi yaparlar. Kemikleri birbirine değdirmezler. İnsanların eklem yerleri bir ömür boyunca yaklaşık 100 bin kilometre yol alıp hareket ettikleri halde, gacır gucur ötmezler, bakıma ve yağlanmaya ihtiyaç duymazlar. Galeriye gidip son model bir otomobil aldın. Motorunu her on bin kilometrede yağlamazsan aşınır ve bozulur. Paran da çöpe gider. Arabanı her on bin kilometrede yağlayacaksın diye selektöre kağıt asıyorsun, kulağına da bu kağıttan asmaya hiç gerek duydun mu? Hayret ve takdir edeceksen, biraz da kendi vücuduna bak ve sanatkarın olan Rabbini hamd-ü sena et. Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. (Yusuf Suresi, 105)
21
BODRUM KALESİ – MUĞLA Bodrum Kalesi, Saint John Şövalyeleri tarafından Zephyirion olarak bilinen eskiden ada, ancak günümüzde yarımada konumundaki bölgeye inşa edilmiştir. Bodrum Kalesi, Şövalyeler Dönemi’nin orijinal plan ve karakterini korumakta ve Gotik mimari özelliklerini yansıtmaktadır. Kale, Anadolu’da St. John şövalyelerine ait iyi korunmuş tek örnektir. Ayrıca dünyanın en iyi korunmuş Orta Çağ anıtlarından biridir ve yekpare bir miras olarak ayaktadır. Şimdi denizin ortasında kayalık bir ada görsek, adanın ortasında bu taşlardan yapılmış Bodrum Kalesi gibi antik bir kale görsek ve etrafında surlar bulunsa ve surların üstünde ellerinde kılıç, yay, ok, mızrak tutan taştan şövalyeler olsa, bunların hiçbir zaman sert dalgaların ve rüzgarların adadaki kayaları binlerce yıl aşındırarak; taşları savurarak tesadüfen, kendiliğinden oluştuğunu iddia edemeyiz. Bu kalenin mimarını surların dibinde bir sandalda balık tutarken görmesek de onun taşlarının akıl sahibi biri tarafından özenle dizildiğini gayet iyi biliriz. Evrimciler, günümüzden beş milyar yıl önce bazı atomların tesadüfen bir araya gelerek kusursuz bir plan yaptıklarına
22
inanırlar. Bu hayali senaryolara göre, cansız ve şuursuz atomlar rastgele bir arada bulunurken rüzgarın, fırtınanın, tipinin, şimşeklerin, ultraviyole ışınlarının ve depremlerin yardımıyla her biri kusursuz tasarım harikaları olan canlıları oluşturmuşlardır. Nasıl bu kaleyi, surları ve heykelleri denizdeki dalgaların tesadüfen oluşturması imkansızsa ve bunları yapan bir akıl varsa, öyle de çok hassas ölçülere sahip tüm evrenin; yıldızlar, güneş, gezegenler, dünya ve içindeki bitki, hayvan ve insanların da cansız ve akılsız atomların, unsurların bir araya gelerek kendi kendilerine tesadüflerle savrularak oluşması imkansızdır. Ancak üstün bir ilim, hikmet, güç ve irade sahibi Allah tarafından atomlar hareket ettirilip bir araya gelebilirler. Kusursuz sistemlere sahip tüm kainatın ve içindeki canlıların tesadüfen oluştuklarını iddia etmek, Selimiye Camii, Tac Mahal, Mausoleum gibi mimari eserlerin, taş kütlelerinin rüzgarların etkisiyle zaman içinde kusursuz mimari eserlere dönüştüğüne inanmaktan çok daha mantık dışı ve akılsızcadır. “Çok küçük sayısal değişiklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur. Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.” Prof. Dr. Paul Davies, Fizik Profesörü “İçinde yaşadığımız dünya ve bu dünyanın kanunları; biz insanların yaşamalarına en uygun biçimde Allah tarafından yaratılmıştır.” Prof. Dr. Edward Boudreaux, New Orelans Üniversitesi, Kimya Profesörü Gökten yere her işi O evirip düzene koyar...
(Secde Suresi, 5)
23
SAFRANBOLU EVLERİ – KARABÜK Safranbolu evleri, Karabük iline bağlı Safranbolu ilçesinde, 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı kent yaşamının ve tarihi dokunun günümüze kadar kaldığı bir ilçemizdir. Genelde iki ya da üç katlı binalardan oluşur. Ahşap çatkılı, taş ve kerpiç örgülü duvarlar beyaz badanalıdır. Geniş ocaklar evde dikkat çeker. Ahşap kapı ve tavan süslemeleri görülmeye değerdir. Evlerde haremlik selamlık bir tasarım vardır. Mutfak ile salona açılan kısımda döner dolap bulunmaktadır. Döner dolap vasıtasıyla mutfakta hazırlanan yiyecekler bu dolaba konur, erkek misafirlerin bulunduğu tarafa dolap çevrilerek yemeğe ulaşılır. Safranbolu evlerinin dış kapısında kalın, büyük ve tok ses çıkaran bir demir tokmak ve hemen yanında ya da içinde daha küçük, ince ve tiz ses çıkarak demir tokmak vardır. Gelen misafir erkek ise kalın tokmağı vurur, ev sahiplerinden erkek olan kapıyı açar. Bayanlar ise ince tokmağı vurur, tiz kapı sesini duyan ev sahiplerinden bayanlar kapıyı açar. Şimdi şehri gezmek için üç tane erkek üniversite talebesi gelse, beş günlük peşin para verip konaklamak için Cinci Hanı’na gitse, han sahibi dese; “Çocuklar bu gece han size emanet, ben Karabük’e gidiyorum, sizden başka kalan yok, girişteki odayı size veriyorum. Allah’a emanet olun.” Dışarıda fırtına, kar, tipi, rüzgar vuvvv! diye felaket esiyor. Kentte elektrikler kesilmiş. Bu gençler de her vuvvv sesini duydukça hanın isminden işkilleniyorlar. O sırada mahallenin delisi, Deli İbram bembeyaz çarşaflara bürünüp hanın kapısını bam güm bam güm diye yumrukluyor ve ağacın arkasına saklanıyor. Gençler korkudan perdenin aralığından dışarıya bakıyorlar ama ortada kimse yok. Tekrar ramazan davulu gibi kapı bam güm bam 24
güm, gençler de cümbüş teli gibi titreyip hafifçe bakıyorlar ortada kimse yok. Sahne 3-5 sefer tekrarlanırken, camın önünde Deli İbram beyaz çarşaflar içinde birden heyt! diye bağırsa, bu beş harfliler de üç harfliler geldi diye korkudan cadı gibi bağırıp odanın dolaplarına kendilerini haremlemezler mi? Geceyi yatay konumda değil, dikey konumda sabahlamazlar mı? Gün doğunca kalan paraları hibe edip handan ve şehirden rüzgar gibi tozattırmazlar mı? Peki ben bunu size niye anlattım? Hep delil mi sunacağım, biraz da size bir deli sunayım istedim hepsi bu! Şaka! Şaka! Şimdi Deli İbram gibi delilik yapsam ve buraya gelen turistlere; Safranbolu evleri şu karşı ormandaki kerestelerin, taş ocağındaki taşların, harman yerindeki kerpiçlerin, kireç taşı madeninde kaynatılan kireçlerin, Rüstem Usta’nın toprak fırınında pişen kiremitlerin vuvvv! gibi esen rüzgarlarla alabora olup buraya istiflenmesiyle kendiliğinden oluştular!” desem, Turistler “Vavvv! Gerçekten mi?” deyip “Siz kafayı mı üşüttünüz? Üç günlüğüne buraya geldik. İyice bizi delirtmeyin. Yoksa gece bizim gibi Cinci Hanı’nda mı kaldınız? İsterseniz gidin bir ruh hastanesine akılınızı çekaptan geçirin!” demezler mi? Bu Çin, Japon, Kore’den gelen Uzakdoğulu turistlere desen; “Nasıl bu görünen harika konak, tesadüf rüzgarlarının değil akıllı bir ustanın eseridir. Öyle de bir konaktan çok daha harika dizayn edilen bu evren, dünya ve içindeki dengeler ve canlılar tesadüflerin değil bir akıl ve tasarımın sonucudur. O tasarım sahibi de âlemlerin Rabbi olan Allah’tır, siz de gelin buna iman edin!” Turistler Vuvvv! deyip benden, Deli İbram’dan kaçan gençler gibi peşin peşin uzaklaşmazlar mı? Ötede han sahibiyle Deli İbram sipaleleri fifti fifti bölüşmezler mi? Deli Cemil sizlere eski bir masal anlatıp Safranbolu şakası yapmaz mı? 25
DİYARBAKIR SURLARI VE HEVSEL BAHÇELERİ Bölgede hüküm süren medeniyetlerin, kültürlerin ve dönemin ihtiyaçları doğrultusunda şekillenerek özgünlüğünü ve 7 bin yıllık tarihsel varlığını sürdüren Diyarbakır Kalesi, Surları ve Burçları hâlâ orijinal ve özgün kültür varlıkları olarak yaşamakta, Dünya tarihi için önemli bir evrensel miras özelliğini korumaktadır. Diyarbakır’ın sebze deposu olarak bilinen tüm şehrin sebze ve meyve ihtiyacını karşılayan Hevsel Bahçeleri, Dicle Nehri kıyısında, Diyarbakır Kalesi ile nehir vadisi arasında yer alan yaklaşık 7 bin dönümlük verimli topraklardan oluşur. Otuzdan fazla uygarlığın izlerini taşıyan bir bölgede 8 bin yıl gibi çok uzun süredir bahçe olarak var olmasıyla, tarımsal değerinin dışında, kültürel ve tarihi olarak da özgün bir yere sahiptir. Şimdi tanıtım için Hevsel Bahçeleri’nde yetişen domates, patlıcan, biber, hıyar, soğan, marul, karpuz, armut, kabak, mısır gibi ürünlerin balmumundan benzerleri yapılıp surların duvarlarına asılsa bunların tesadüfler sonucu değil mutlaka akıl sahibi biri tarafından yapıldığına kesin kanaat getiririz.
26
Şimdi surların üstünü toprakla doldursak ve tanıtım için Hevsel Bahçeleri’nde yetişen bu ürünleri eksek ve boy gösterseler, gelen turistlere; “Doğanın bizlere sunduğu Hevsel Bahçelerimizde yetişen bu ürünleri afiyetle yiyiniz!” diye ilan assak hıyarlık yapmış olmaz mıyız? Şimdi balmumundan yapılıp surun duvarına asılan domates, biber, patlıcan, kabak, mısır gibi ürünleri görünce “Bunları mutlaka akıl sahibi biri yapmıştır.” diyoruz da, bunlardan binlerce kez mükemmel, sanatlı ve yenilebilen asılları için mutlaka ilim sahibi biri tarafından yaratıldıklarına kesin kanaat mi getiririz? Yoksa kabak kafalılık yapıp bunları toprak, tabiat, tesadüfler gibi bilinçsiz güçlere havale ya da taksimat yaparak, gözleri kapalı her yeri sargılı Mısır’daki mumyalardan daha mumya, camid ve şuursuz olup, aklımızı, ruhumuzu ve bedenimizi kendi kendimize mumyalaştırmış olmaz mıyız? Yarın Cehennem kazanlarının içinde bizleri Zebaniler ellerinde odun kaşıklarıyla dövüp, domates gibi salçamızı kaynatmazlar mı? Acı biber gibi yakıp, tatlı canımızı patlıcan gibi kızartmazlar mı? Ey kendini tohum gibi gaflet zarının içine hapsetmiş olan gafil! Ne zaman üzerini saran gaflet zarını delip, iman suyuyla beslenip, Kur’an ahkamıyla yeşerip, sünnet ile filizlenerek Tuba gibi dal ve budak salacaksın?
27
CUMALIKIZIK KÖYÜ – BURSA Osmanlıların Bursa'da ilk yerleştikleri bölgelerden olan Cumalıkızık, 180'i halen kullanılan, bazılarında ise koruma ve restorasyon çalışmalarının yapıldığı toplam 270 ev ile Osmanlı sivil mimarisinin en görkemli köy yerleşimini günümüze ulaştıran Cumalıkızık, son yıllarda ülkemiz yanında tüm dünyada da tanınmaya başlamıştır. Taş döşemeli dar sokaklar boyunca uzanan mor, mavi ya da sarı renklere boyanmış, kerpiç, tahta ve taş karışımı evleri gördüğünüzde, köyün korunmuşluğu karşısında hayrete düşersiniz. Şimdi desek; “Uludağ’ın kuzeyindeki dik eteklerinden gelen sel sularının taşıdığı kütük yığınları, taşlar ve balçık bu alandaki setlerde toplanıp zamanla kendiliğinden Cumalıkızık evleri ve konaklarına dönüştü!” Buna hiçbir akıl sahibi “Mümkündür.” diyemez. Ama sel gibi akan unsurların taşıdığı kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiat yığınlarının zaman setlerinde birleşip kendili28
ğinden bu evler ve konaklardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı Cihan konağını, tavanındaki yıldızlar avizelerini, tabanındaki binlerce bitki ve çiçek motiflerinden oluşan yeryüzü halısını ve üstünde gezinen hayvanat ve insan misafirlerini sel gibi akan unsurların taşıdığı bu camid yığınlarla oluştuğunu dile getiren bu camidleri yarın Zebaniler kızıp toplanarak dillerine kazık geçirip ateş bozkırlarında göçebe gibi diyar diyar gezdirmezler mi? Cehennem yarlarına, derelerine göçüp kayan bu kayıklar nice zaman Uludağ’ın zirvelerindeki karlarda serinlemek için kızak yapmayı hayal etseler, fidye de verseler onlara bu kıyağı hiç kimse yapmaz! Selvilerin altında ayaklar altında çiğnenmeden evvel, gel nefsini çiğne, benliğini kır, Yeşil Camii’nin içindeki nefis çiniler adedince tövbe, istiğfar et, belini kırıp rüku ve secde et! Kubbedeki alem gibi alametin olsun ki, Allah da sana mahşerde selamet versin! 29
ANİ HARABELERİ – KARS Ani Antik Kenti kalıntıları, Kars’a 48 km. uzaklıkta yer almaktadır. Arpaçay Nehri kenarında konumlanan kentin kuruluşu MÖ 350-300 yıllarına dayanmaktadır. Eski kervanların geçit yolu üzerinde olan Ani, zamanın en büyük ticaret merkezlerinden biri olup, kalesi güvenlik amacıyla kurulmuştur. Ani Kenti’nin en parlak dönemi 10. yüzyıldır. Bu dönemde şehir yerli Hristiyan beyliğinin başkentliğini üstlenmiş, pek çok kilise ve sivil binayla donatılmıştır. Bu yapıların bir kısmı hâlen ayaktadır. Kars gibi Ani de jeopolitik durumu dolayısıyla bir çok devletin istilasına ve yıkımına uğramıştır. 1064 yılında Selçuklu Sultanı Alparslan Ani’yi alarak onarmış, kenti Selçuklu soyundan olan Şeddatoğulları’na bırakmıştır. Şeddatlılar Ani’de Türk Selçuklu mimarisinin en güzel örneklerini oluşturan camiler, hamamlar, saraylar, konutlar, pazar yerleri ile kenti zenginleştirmişlerdir. Ani, bu dönemde doğunun en güzel kentlerinden biri olmuş, ticaret ve kültür merkezi haline gelmiştir. 14. yüzyılda meydana gelen bir deprem sonucu kent büyük ölçüde yıkıma uğramış, ticaret yollarının da değişmesi sonucu, bir daha eski konumuna ulaşamamıştır. Ani’de Arpaçay’a bakan dik yamacın üzerinde Selçukluların Anadolu’da ilk yaptırdıkları yarı yıkık bir cami bulunuyor. Şeddatoğulları’ndan Ebu Süca Menuçehr tarafından 1072 yılında yaptırılan Menuçehr Camii’nin gözcü kulesi olarak da kullanılan 99 basamaklı minaresinin külah kısmı yıkık, şerefesi altında renkli taşlarla yazılmış Allah yazısı okunmaktadır.
30
Şimdi Menuçehr Camii’nin gözcü kulesi olarak kullanılan minaresine çıkıp, Firavun gibi göklere bakarak, hani Allah nerede göremiyorum diyen ey arpa akıllı yabani! Ömür kervanı geçti, uhrevi ticaret yolculuğunda bir arpa boyu kadar yol alamadın. Göklere boşluğa bakma, bak Allah’ın isim ve sıfatları Arpaçay deresinde tecelli ediyor! İçinde yüzen alabalıklarda, üstünde kurulan İpek Yolu köprüsünde, üstünden geçen kervanda, kervancıların taşıdığı ipek kumaşların renkli desenlerinde, çevresinde uçuşan kelebeklerin kumaş gibi desenli ipek kanatlarında, kervanı taşıyan develerde, su içmeden bir ay çölü aşan hörgüçlerinde, kervancıların dilinde, yüreğinde, beyninde, damarlarında uzun yollar kat eden iskelet, eklem ve kas sisteminde, kervancılara gece yol gösteren yıldızlarda… Her nereye baksan Allah’ın isim ve sıfatlarının tecellileri orada. Yani Allah’ın kusursuz yaratma sanatıyla yarattığı tüm evren ve içinde barındırdığı canlı cansız tüm mahlukat aklî, mantıkî ve ilmî sayısız delilleriyle Rabbimizin varlığını ve birliğini bizlere gökteki yıldızlar gibi parlak gösterir. Bakmasını bilen gözler bu gök kubbenin altındaki her yerde renkli taşlarla yazılmış Allah yazısını okur. Allah’ı görmek için 99 basamaklı gözlem kulesine çıkmaya gerek yok. Her nereye baksan 99 isminin tecellileriyle Allah sana kusursuz yaratma sanatını gösterip, Kendisini tanıtıyor. Sen de O’nu imanla tanı ve ibadetle sev. Bak kervanda deve yük taşıyıp kendi vazifesini yapıyor. Sen de asli vazifen olarak iman etmezsen, O’nun önünde secde etmezsen deveden daha deve olmaz mısın? Yarın mahşerde kervan meşalesini taşıyan Firavunların, Nemrutların arkasında Ateş Yolu kervanına kendini dâhil ettirmez misin? Ateşgede Tapınağı’nda baş rahiplerle beraber konaklamaz mısın?
31
GELENEKSEL MARDİN EVLERİ Mardin kenti, temel yapı malzemesi olarak kolay işlenebilen sarı kalker taşının kullanıldığı, çeşitli motiflerle bezenmiş geleneksel evleriyle ünlüdür. Mardin evlerinin en önemli özelliği taş işçiliğidir. Bölgedeki çok sayıda ocaktan çıkarılan sarı kalker taşı, yapı üretimine egemen olmuş, kapı ve pencereleri, sütuncuklar, kemerler… değişik motiflerle süslenmiştir. Mardin’deki evler, kalenin eteklerinden ovaya kadar birbiri üzerine yükselen teraslar şeklinde, tepenin güney tarafına yapılmıştır. Kentin dar ve merdivenli sokaklarına araçlar giremediği için çöp toplama işi sigortalı eşeklerle yapılmaktaymış. Şimdi hep birlikte bir Mardin evinin odalarını geziyoruz. İlk odaya bakıyoruz ki duvarlarındaki raflara kırmızı, mavi, sarı ana renklerle; yeşil, mor, turuncu ara renklerin bulunduğu boya şişeleri dizilmiş. Yere de boydan boya boş bir kumaş serilmiş duruyor. İkinci odaya bakıyoruz, aynı şekilde raflarda boya şişeleri duruyor ama yerdeki bezin üzerinde elma ağacı altında ip atlayan bir kız çocuğu ve yanında kanatlarını açmış tavus kuşu resmi çizilmiş. Acaba hiçbir yönle imkan ve ihtimal var mı ki, o yerdeki harika tablo gibi resim, akıllı bir ressamın fırçasının hassas rötuşlarıyla, ince ince dokunuşlarıyla değil de, boya şişelerinin garip bir tesadüf veya fırtınalı bir havanın çarpması sonucu yere devrilip, boyaların akıp gitmesiyle toplanıp kendiliğinden o resmi oluştursunlar. Acaba bundan daha saçma, imkansız ve mantıksız bir şey olabilir mi?
32
İşte bu misal gibi her bir bitki, hayvan ve insan suretleri çok hassas rötuşlarla dokunmuştur ki, eğer kör sebeplere, unsurlara dayandırılsa ve sebepler icat etti denilse, aynen kumaştaki resmin, şişelerin devrilmesinden vücud bulması gibi, yüz derce akıldan uzak, imkansız ve batıldır. Allah’ın hadsiz bir hikmet ve sınırsız bir ilim ve her şeyi kuşatan irade ile vücuda gelen yeryüzü kumaşında nakşettiği resimden binlerce kez mükemmel, sanatlı, üç boyutlu ve canlı sayısız bitki, hayvan ve insan suretlerinin, dünya odasına dizilen hava, su, toprak, ışık atomlarının bulunduğu ana şişelerle; rüzgar, dalga, şimşek, radyasyon sebeplerinin bulunduğu ara şişelerin hudutsuz sel gibi akan yüzlerce maddi unsurların akıp toplanmasıyla oluştuğunu iddia eden bedbaht, o harika resmin kendi kendine şişelerin devrilmesinden çıkıp oluşmuştur diyen deli saçmalayıcısı sarhoş ahmak, Mardin sokaklarında çöp toplayan eşeklerden daha fazla eşektir. Şimdi ilk odaya tekrar giriyoruz. Raflarda boya şişeleri, yerde de boş bir kumaş serilmiş duruyor. İçeriye dünyanın en usta ressamları girdiler. Acaba bu canlı, şuurlu ve usta ressamlar, fırçalarıyla beze dokunmadan, hiç temas etmeden sadece uzaktan yakından boyaları yere sıçratarak, hassas rötuşlar ve ince ince dokunuşlar isteyen o harika resmi yapmalarını istesek bunu başarabilirler mi? Kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiata, hadsiz bir cehalete bürünüp akıl, şuur, bilinç ve can isnat etsek bile; eli, kolu, fırçası ve teması olmayan tabiat, heykeltıraş gibi nasıl bu hadsiz harika canlıların her biri ayrı ayrı şekil ve suretlerini oluştursun? Akıl ve şuur sahibi usta ressamların yapamadıklarını, resimlerden binlerce kez mükemmel, hikmetli, sanatlı ve canlı suretlerini bu kör, sağır, düşüncesiz ve camid tabiata isnad eden bu Mardin evleri gibi taş kafalı bu kör, sağır, düşüncesiz ve camidler, yarın mahşerde daracık sokaklarına cehennem yükü taşıyan sigortalı eşeklere dönüşmezler mi? Primlerinin dolmasını hiç beklemesinler, eşekleri orada, buradaki gibi emekli etmezler! 33
AHLAT MEZAR TAŞLARI – I – BİTLİS Van Gölü kıyısında yer alan MÖ 900’e uzanan Ahlat yerleşimi, Selçuklu dönemi taş işçiliği, inanışları ve yaşam biçimini en güzel şekilde yansıtan mezar taşları ile yaşayan bir kültür hazinesidir. Ahlat Selçuk Mezarlığı’na ilkbaharda gelirseniz, mezar taşlarının arasında pembe beyaz açan badem ağaçlarını ve az ötede çiçek gibi açan armut, kiraz, dut ağaçlarını görür ve adeta “İşte bak Allah’ın rahmet eserlerine, yeryüzündeki ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir.” (Rum Suresi, 50) ayetini okursunuz.
34
Ama kışın gelseniz ölmüş kurumuş kemik gibi kalan odunları görürsünüz. Evet kışın ölmüş kurumuş kemik gibi odunları, her baharda yaprak, çiçek ve meyve açtırarak yeniden yeşertip dirilten Allah, bu mezar taşlarının altında bekletilen odun gibi kemikleri de, mahşer baharında yeniden yaprak, çiçek ve meyve açtırarak, kaşıyla, kirpiğiyle, parmak uçlarına kadar yeşillendirip hesaba çekmek üzere diriltecektir. Armut piş ağzıma düş yok. Bu hakikatleri kavramak için biraz çabalamak lazım. Put gibi yerimizde boş oturmayıp ayet ve hadisleri okumak lazım.
35
AHLAT MEZAR TAŞLARI-II İbn Mes’ud’dan nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Kıyamet gününde insanoğlu şu beş şeyden hesaba çekilmedikçe Rabbinin huzurundan bir yere kımıldayamaz: Ömrünü nerede ve nasıl geçirdiğinden, gençliğini nerede yıprattığından, malını nereden kazanıp nerede harcadığından, bildiği ile amel edip etmediğinden.’’ (T2416 Tirmizi, Sıfatu’l-kıyame,1) Kitabı sol tarafından verilene gelince, o: Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim! Keşke onunla (ölümümle) her iş olup bitseydi! (Hakka Suresi,25-27) Şeddad b. Evs’ten nakledildiğine göre, Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Akıllı kişi kendisini hesaba çeken ve ölümden sonrası için çalışandır. Aciz kişi ise arzularına uyup bir de Allah’tan (bağışlanma) umandır.” (T2459 Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 25) Onlar orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! diye feryad ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur. (Fatır Suresi, 37) Esma bnt. Umeys el-Has’amiyye’nin işittiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “…(Gaflete) dalan, gülüp oynayan, kabirleri ve toprak altında çürümeyi unutan kul ne bedbahttır! Azan,
36
haddi aşan, nereden geldiğini ve nereye gittiğini unutan kul ne bedbahttır!...” (T2448 Tirmizi, Sıfatü’l-kıyame, 17) Nihayet onlardan (müşriklerden) birine ölüm gelip çattığında: “Rabbim! der, beni geri gönder; ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş(ve hareketler) yapayım.” Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır. (Mü’minun Suresi, 99100) İbn Ömer anlatıyor: “Resulullah (sav) ile birlikte idim. Ensardan bir adam gelerek Hz. Peygamber’e (sav) selam verdi. Sonra şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Resulü! Müminlerin hangisi daha faziletlidir!’ Hz. Peygamber, ‘Ahlak bakımından en güzel olanları.’ buyurdu. Sonra adam, ‘Müminlerin hangisi daha akıllıdır?’ diye sordu. Hz. Peygamber, ‘ Ölümü en çok hatırlayanları ve ölümden sonrası için en güzel şekilde hazırlananları. İşte onlar en akıllı olanlardır.’ diyerek cevap verdi.” (İM4259 İbn Mace, Zühd, 31) Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum, der. Artık o, meyveleri sarkmış yüce bir cennette hoşnut kalacağı bir hayat içindedir. (Hakka Suresi, 19-23) Ben öyle tahmin ediyorum ki, Ahlat Selçuklu Mezarlığı’nda yatan 6 bin 208 kişinin çoğuna kitaplar sağ tarafından verilecektir. Ya biz kitapsız solak salaklar, kitapları malum taraftan görünce; "Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim" demez miyiz? Allah korusun!
37
ALANYA TERSANESİ – ANTALYA 1228 yılında Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad tarafından yaptırılmıştır. Kemerli beş gözden oluşan tersanenin denize bakan cephesi 56,5 metre, derinliği 44 metredir. Daha önce Karadeniz kıyısında bir tersane yaptıran Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad, Alanya Tersanesi ile “iki denizin sultanı” unvanını almıştır ve o dönemde Venedik ile ticaret anlaşmaları yapılmıştır. Tersane 1960’lı yıllara kadar tersane olarak kullanılmıştır. Alanya Tersanesi’nin önünde denizin dibinde batık bir gemi görsek; demirleri paslanmış, kaportası çürümüş, camları patlamış, mengene direği bükülmüş, her yeri yıkılmış, dökülmüş, çürümüş, yosun tutmuş, balıklara yuva olmuş… Biri dese ki; “Bu gemi, denizin dibinde evrim geçiriyor. Demir, çelik, ham petrol ve madenler binlerce yılda tesadüfen buluşmasıyla ve kimyasal reaksiyonlara girmesiyle şimdilik bu hale geldi. Hele sabret binlerce yıl sonra kendiliğinden Alanya Limanı’na demir atmış, her yeri gıcır gıcır parlayan lüks bir yata dönüşerek… Desek ki binlerce yıl daha beklesek bir Boeing-747 uçağına da dönüşebilir mi? Ona değil uzay gemisine bile dönüşebilir yeter ki zamanın mucizevi ellerine bırakalım. Bataklık içindeki cansız ve şuursuz atomların tesadüfen gelişen olaylar sonucunda, kendi kendilerini düzenleyip protein ve canlı hücrelere dönüşüp, kendi içindeki etkileşimlerle yani yağan yağmurlar, çakan şimşekler, ultraviyole ışınlarıyla yıllar sonra bataktan çıkan balıklara, timsahlara, zürafalara, kaplanlara, geyiklere, kuşlara, kartallara, insanlara, bilim adamlarına dönüşmesi aynen bu hurda yığını batık geminin zaman
38
içinde limana demirlemiş lüks bir yata ve diğerlerine dönüşmesine benzer. “İddia ediyorum ki ne tesadüfler ne prebiyotik doğal seleksiyon, ne de fiziksel-kimyasal gereklilik, ilk hücredeki bilginin kaynağını açıklayamaz. Hücrede akıllı tasarımın kanıtlarını görürsünüz.” Prof. Dr. Steven Meyer, Whitewort Üniversitesi, Felsefe Profesörü Soru şudur: Bana evrimle ilgili tek bir şey söyleyebilir misiniz, gerçekten doğru olan bir şey? Bu soruyu Doğa Tarihi Müzesi’ndeki tüm jeoloji ekibine sordum ve aldığım cevap tam bir sessizlik oldu… Sonrasında tüm yaşamımın, evrimin açık bir gerçek olduğuna inanarak aldatılmakla geçtiğini fark ettim. Colin Patterson, İngiltere Doğa Tarihi Müzesi Paleontoloğu, Evolution (Evrim) adlı kitabın yazarı.
39
SELÇUKLU KERVANSARAYLARI Anadolu’da Batı-Doğu yönünde uzanan Denizli-Doğubayazıt güzergâhında 30’dan fazla önemli han ve kervansaraylar bulunmaktadır. Orta Asya’daki göçebe Türk boylarının geleneksel yaşam biçiminden esinlenerek Selçuklu Dönemi kültür ve mimarisinde önemli bir yer tutmuş olan kervansaraylar ve hanlar en çok bu dönemde çeşitlenmiş ve Anadolu mimarisini etkilemiştir. Ülkemiz sınırları dışında Asya’ya da uzanan bu güzergâh üzerinde yer alan 30’dan fazla kervansaray ve hanlar Denizli-Doğubayazıt kervan yolu örneklenerek UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne aday gösterilmektedir. Yıllar önce bu İpek Yolu’na çıkan batılı bir düşünür, Akşehir Konya civarından geçerken Argıt Hanı’ndan konaklar. O sırada eşeğine ters binmiş hanın önünden geçerken Nasreddin Hoca’yı görür, dikkatini çeker. Bu kim der, Nasreddin Hoca olduğunu öğrenince, namını duyduğu bu hocayı gördüğüne çok sevinir, dur bi hocanın dünyevi ilmini ölçeyim deyip sorular sormaya başlar. Ama ne hoca gâvurca bilir, ne de adam Türkçe bilir. Sadece el kol işaretleriyle konuşurlar. (Hoca ile filozofun soru ve cevap konuşmalarını Köyname kitabında okuyabilirsiniz.) Şimdi şöyle düşünebilir miyiz? İpek Yolu’na çıkan kervandaki insanlara doğa acıyıp onlara şefkat gösterdi. Gece güven içinde kalacakları, soğuktan korunacakları hanlar inşa etti. Şimdi şöyle düşünebilir miyiz? Ebed Yolu’na çıkan kervandaki insanlara doğa acıyıp onlara şefkat gösterdi. Kendi ihtiyaçlarını karşılamak için uzuvlar verdi. Yürümek için ayaklar, tutup çalışmak için eller, görmek için gözler, duymak için kulaklar, mide için ağız, diş, dil, tükürük salgısı, yutak, mide borusu, asitler, ince ve kalın bağırsak ve müştemilatını verdi. İnsan vücudundaki tıbbi mucizeleri saymaya kalksak 22 ciltli Ana Britannica Ansiklopedisi’ni geçer. 40
Nasıl mürekkebin masaya dökülmesiyle kendiliğinden bu bilgi ve yazılar vücuda gelemezse, yine nasıl bir sanayi bölgesindeki fabrikalar bir hurda yığınına isabet eden bir kasırganın demirleri savurarak kaza sonucu kendiliğinden oluşamazsa, insan vücudundaki bu binlerce fabrika misilli organlar, sistemler ve içindeki olağanüstü bilgiler de kör, sağır, düşüncesiz ve camid doğanın bize acıyıp yaratmasıyla veya tesadüflerle değil, sonsuz ilim, kudret, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin emri ve iradesiyle oluşmuştur. Aksini söyleyenler yarın mahşerde sırattan geçerken hocadan enseye tokadı yiyen şaşkın gibi, ensesine zılgıtı yiyince dönüp eksenini şaşırmaz mı? Cehennemi boylamaz mı? Bre yezit, bre kâfir deyip bu kerizlere döne döne cevizli baklavayı yedirmezler mi?
41
SİLVAN MALABADİ KÖPRÜSÜ – DİYARBAKIR 1147 tarihli kitabesine göre, Timurtaş bin İlgazi bin Artuk tarafından Artukoğulları Döneminde inşa ettirilen ve 12. yy. Selçuk Dönemi anıtsal, mühendislik-mimarlık başyapıtlarından olan tarihi Malabadi Köprüsü, 40,86 metre açıklığındaki sivri ana kemeri ile dünyanın günümüze ulaşan en büyük kemer açıklığına sahip taş kemer köprüsüdür. Malabadi Köprüsü, üzerinde bulunan insan, güneş ve aslan figürlü kabartmaları ve bünyesinde bulunan barınağı ile özgün ve az sayıdaki köprü örneklerindendir. Bu anıtsal köprünün mimarını altındaki Batman Çayı’nda oturmuş oltasıyla balık tutarken görmesek de onun taşlarının itinayla biri tarafından dizildiğini aklen görürüz. Şimdi delinin biri, bu köprünün üstüne çıkıp; “Ey insanlar! Ben bu köprünün mimarını göremiyorum, öyleyse bunun mimarı yoktur. Batman Çayı’nın taşları taşımasıyla, rüzgârların savurmasıyla zamanla kendiliğinden oluşmuştur. Görmediğinize değil bana inanın!” dese,
42
bu deli saçmalayıcısını bu Artuklular’ın torunları kulağından tutup dereye atmazlar mı? Bu batığı bisküvi gibi çaya batırmazlar mı? Ya da barınağa sokup tutuklamazlar mı? Yarın mahşerde bu aklı tutuk artıkları, Sırat Köprüsü’nden geçerken cehennem batağına boylatmazlar mı? Elleri, kolları boyunlarına bağlı ateş barınağına sokup tutuklamazlar mı? Günümüzde Medeniyetler Köprüsü’nün üstüne çıkmış binlerce basireti tutuk deli saçmalayıcıları, bu kâinat ve içindeki her bir yapı taşı muntazam dizilmiş mahlûkatın Yaratıcısı’nı adeta gözleriyle köprünün altında arayıp görmedikleri için inkar bataklığına saplanmışlar ve tüm bunları sel gibi akan unsurların ve tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu zamanla kendiliğinden oluştuğunu haykırıyorlar. Dünyanın yedi ayrı bölgesinde, yedi milyarı aşkın insana bu hurafeyi bilim kılıfı altında dinletiyorlar. Gözleri kör, kulakları sağır, kalpleri ölmüş, basiretleri tutuk insanlar gaflet uykusuna dalmış uyuyorlar. Yok mu Malabadi Köprüsü’nün üstüne çıkıp tüm dünyaya ve insanlığa, bu kâinatın ve içindeki mahlûkatın bir Mimarı, bir Yaratıcısı olduğunu haykıracak sesi gür yiğitler!
43
İSHAK PAŞA SARAYI – AĞRI Doğubeyazıt’ın 7 km. güney doğusunda, Eski Bayazıt’a ve ovaya hâkim, yüksek bir tepenin üzerine kurulmuş, pek çok bölümleri olan kompleks bir saraydır. 1784’te 99 yılda tamamlanmıştır. Anıtsal taç kapı, avlulara çıkan diğer kapılar gibi kabartma, süsleme ve zengin bitki motifleriyle Selçuklu sanatının özelliklerini taşır. Saray, tarih ve sanat tarihi yönünden eşsiz bir değere sahiptir. Sarayın kuzey cephesinde dışa sarkan dört ahşap konsolda üstte kanatlı ejder, onun altında arslan, en altta insan figürleri yer almaktadır ki, çok ilginç ve sanatkaranedir. İshak Paşa Sarayı, görkemli özel mimari yapısı, anıtsal taç kapıları, haremi, selamlığı, cami ve yüzlerce odası ile görülmeye değer bir şaheserdir. Sanki bir saray değil, tüm heybetiyle canlı bir tarih, her tarafı sır dolu bir efsanedir. Bu görkemli yapının mimarı meçhuldür, onun için halk, sarayın yapımı ve tarihi hakkında bir çok efsane anlatır. Kartal yuvasını andıran ve çevresiyle ahenk oluşturan bu muazzam yapının oluşumuyla ilgili Kaf Dağı efsanesi gibi bir masal anlatıp desek ki; “Doğa zor şartlarda yaşayan doğunun bu doğru insanlarına bir vefa borcu olarak, Ağrı Dağı’nın eteklerindeki taşları depremlerle sallayıp yuvarlayarak, doğunun sert rüzgârlarıyla savurup yağan yağmurlarla, çamurlarla sıvayarak bu anıtsal yapıyı inşa edip, armağan etti.”
44
Kartal yuvasını andıran ve çevresiyle ahenk oluşturan bu muazzam gezegenimizin ve içindeki mahlûkatın oluşumuyla ilgili evrimciler üstündeki kitabeyi okumadıkları için Kaz Dağı efsanesi gibi bir masal anlatıp dediler: “Günümüzden beş milyar yıl önce bazı atomlar, tesadüfen bir araya gelip, kusursuz bir plan yaparak, rüzgâr, şimşek, radyasyon, ultraviyole ışınları ve depremlerin yardımıyla doğal seleksiyon ve mutasyonlarla her biri kusursuz tasarım harikaları olan canlıları oluşturdular.” Evet, kusursuz sistemlere sahip tüm kâinatın ve içindeki canlıların tesadüfen oluştuklarını iddia etmek, İshak Paşa Sarayı’nın Kaf Dağı efsanesi gibi kendiliğinden oluştuğuna inanmaya benzer. Ha Kaf Dağı efsanesine inanan saflar, ha Kaz Dağı efsanesine inanan kazlar! Netice aynı iki tarafın da akılları efsunlanmış.
45
ALAHAN MANASTIRI – MERSİN Evliya Çelebi'nin "Ustasının elinden yeni çıkmış gibi duruyor" diye anlattığı Alahan Manastırı, Mut'un 20 km. kuzeyinde, 1300 metre yükseklikte ve Göksu Vadisi'ne bakan dik bir yamaca oturtulmuştur. Hıristiyanlığın Kapadokya ve Likonya'da (Konya) yayılması sırasında bu yeni dini kabul edenlerin takibe uğraması, inanmayanlar tarafından öldürülme korkusu, Hz. İsa'ya (as) inananları dağlık bölgelerdeki mağara kaya oyuklarında ibadete zorlamıştır. St. Paul ve yine Tarsus'ta yaşamış Hıristiyan öncülerinden Barnabas ile birlikte Hıristiyanlığı yaymak için Konya-Kapadokya ve Antalya-Antakya'ya kadar maceralı yolculuklar yapmıştır. İşte bu iki Hıristiyan Aziz'in gezileri sırasında konakladıkları her yerde anılarına mabetler yapılmıştır. Alahan Manastırı bunlardan biridir. 440-442 yıllarında yapılmış olduğu tahmin edilen Alahan Manastırı Külliyesi, Batı Kilisesi, Manastır, Doğu Kilisesi, kayalara oyul46
muş keşiş odacıkları ve çevredeki mezarlardan oluşmaktadır. Kilise binaları, Ayasofya ile ortak mimari özellikleri taşımaktadır. Süslemesinde usta bir taş oymacılığı görülür. Narteksten ana mekâna geçilen kapının atkı ve yan dikmeleri kabartmalarla süslüdür. St. Paul, St. Pierre figürlerinden başka bir çelengi taşıyan altışar kanatlı Cebrail, Mikail'in simgesel yaratıkları ezişi, kükreyen aslan, kartal ve öküz sembolleri, İncil yazılarının tasvirleri, üzüm salkımları, asma yaprakları ve balık motifleri zengin bir şekilde tasvir edilmiştir. Şimdi, Hz. İsa (as)’ın yolunda giden bu iki azizin aksine bu kâinatın ve içindeki mahlûkatın tesadüflerle oluştuğuna inanıp âlemlerin Rabbi olan Allah’ı inkâr eden Darwin ve yolunda giden komünizm ve faşizmin yoldaşları, insanlığa hakikati gösterdik diye yarın aslan krallar gibi karşılanıp, el üstünde taşınıp kartallar gibi havaya uçurulacağını düşünürlerken, ateş mabedinin sütunlarına bağlanıp, öküz sembolleri gibi kabartmalar ile işlenmezler mi? İncir ağaçlarının koyu gölgeliklerinde asma yapraklarının altında üzüm salkımlarını yerken kendilerini tasavvur ederken balıklama cehennemi boylayıp, nanayı yemezler mi? 47
İSMAİL FAKİRULLAH TÜRBESİ – SİİRT Siirt İli’nin Aydınlar (Tillo) İlçesi sınırları içerisinde yer alan türbe, İsmail Fakirullah’ın vefatından sonra talebesi İbrahim Hakkı Hazretleri tarafından 18. yüzyılda yaptırılmıştır. İbrahim Hakkı Hazretleri hocası İsmail Fakirullah’ın vefatı üzerine “Hocamın başucuna doğmayan güneşi neyleyim?” diyerek astronomi ve mimari açıdan büyük bir bilim harikasına imza atmıştır. Hocasının defnedildiği türbenin yanı sıra 8 köşeli ve 10 metre yüksekliğinde bir kule yapan İbrahim Hakkı Hazretleri, türbenin doğusuna harçsız taşlarla bir duvar inşa etmiştir. Gece ve gündüzün eşit olduğu ekinoks günlerinde (21 Mart ve 23 Eylül) kalenin arkasındaki vadiden yükselen güneş bu duvara çarpmaktadır. Işık sadece duvarda bulunan pencereden geçmektedir. İleride bulunan tepeden kırılan ışık, türbenin penceresinden içeri girerek, İsmail Fakirullah Hazretleri’nin mezarının başını aydınlatmaktadır.
Şimdi Tillo’da karanlık bir gecede dürbinli gözleriyle semâvât âlemini temaşa ederken İbrahim Hakkı Hazretleri’ni kulede görsek ve desek; “Ya eyyühel Üstad! Şu karanlık semada gördüğün pırlanta hakikatlerden biraz anlat ki, biz fakirler de nasiplenelim!” Bismihisubhanehu! Bu âlem şehrinde dünya sarayının damındaki yıldız lambaları, bir kısmı … küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket ettikleri halde intizamını bozmuyor, birbirine çarpmıyor, sönmüyor, yanmak maddeleri tükenmiyor. Okuduğunuz 48
kozmoğrafyanın dediğine göre, küre-i arzdan bir milyon defadan ziyade büyük ve bir milyon seneden ziyade yaşayan ve bir misafirhane-i Rahmaniyede bir lamba ve soba olan güneşimizin yanmasının devamı için her gün küre-i arzın denizleri kadar gaz yağı ve dağları kadar kömür veya bin arz kadar odun yığınları lâzımdır ki sönmesin. Ve onu ve onun gibi ulvi yıldızları gaz yağsız, odunsuz, kömürsüz yandıran ve söndürmeyen ve beraber çabuk gezdiren ve birbirine çarptırmayan bir nihayetsiz kudreti ve saltanatı, ışık parmaklarıyla gösteren bu kâinat şehr-i muhteşemindeki dünya sarayının elektrik lambaları ve idareleri bu meşher-i a’zam-ı kâinatın sultanını, münevvirini, müdebbirini, sâni’ini, o nurani yıldızları şahit göstererek tanıttırır. Tesbihatla, takdisatla sevdirir, perestiş ettirir. Ey semavat âleminin ibretli nazarı! Durma daha fazla anlat ki, kafamızdaki inkar karanlıkları hakikat yıldızlarıyla aydınlansın.
ف بَ َن ْي َناهَا َو َزيَّ َّناهَا … الخ َ الس َٓم ِء َف ْو َق ُه ْم كَ ْي َّ اَ َفل َْم يَ ْنظُ ُ ٓروا اِ َل
Yani âyet-i kerîme, nazar-ı dikkati semanın ziynetli ve güzel yüzüne çeviriyor. Tâ dikkat-i nazar ile semanın yüzünde fevkalâde sükûnet içinde bir sükûtu görüp, bir Kadîr-i Mutlak’ın emir ve teshiriyle o vaziyeti aldığını anlasın. Yoksa eğer başıboş olsa idiler birbiri içinde o dehşetli hadsiz ecram, o gayet büyük küreler ve gayet süratli hareketleriyle öyle bir velveleyi çıkarmak lâzım idi ki kâinatın kulağını sağır edecekti. Hem öyle bir zelzele-i herc ü merc içinde karışıklık olacaktı ki kâinatı dağıtacaktı. Yirmi camus, birbiri içinde hareket etse ne kadar velveleli bir herc ü merce sebebiyet verdiği malûm. Halbuki küre-i arzdan bin defa büyük ve top güllesinden yetmiş defa süratli hareket edenler, yıldızlar içerisinde var olduğunu kozmoğrafya söylüyor. İşte sükûnet içindeki sükût-u ecramdan, Sâni’-i Zülcelal’in ve Kadîr-i Zülkemal’in derece-i kudret ve teshirini ve nücumun ona derece-i inkıyad ve itaatini anla. Not: Semâvât âleminin hakikat yıldızlarıyla daha fazla aydınlanmak isteyenleri “Semâvât Âleminin Tefekkürü” adlı kitabı ibret nazarıyla okumalarını tavsiye ediyorum.
49
SEMÂVÂTTAKİ İNTİZAM Âmiriyet ve hâkimiyetin muktezası; rakip kabul etmemektir, iştiraki reddetmektir, müdahaleyi ref’etmektir. Onun içindir ki küçük bir köyde iki muhtar bulunsa köyün rahatını ve nizamını bozarlar. Bir nahiyede iki müdür, bir vilayette iki vali bulunsa herc ü merc ederler. Bir memlekette iki padişah bulunsa fırtınalı bir karmakarışıklığa sebebiyet verirler. Madem hâkimiyet ve âmiriyetin gölgesinin zayıf bir gölgesi ve cüz’î bir numunesi, muavenete muhtaç âciz insanlarda böyle rakip ve zıddı ve emsalinin müdahalesini kabul etmezse; acaba saltanat-ı mutlaka suretindeki hâkimiyet ve rububiyet derecesindeki âmiriyet, bir Kadîr-i Mutlak’ta ne derece o redd-i müdahale kanunu ne kadar esaslı bir surette hükmünü icra ettiğini kıyas et. Demek, uluhiyet ve rububiyetin en kat’î ve daimî lâzımı; vahdet ve infiraddır. Buna bir bürhan-ı bâhir ve şahid-i katı’, kâinattaki intizam-ı ekmel ve insicam-ı ecmeldir. Sinek kanadından tut, tâ semavat kandillerine kadar öyle bir nizam var ki akıl onun karşısında hayretinden ve istihsanından “Sübhanallah, mâşâallah, bârekellah” der, secde eder. 50
Eğer zerre miktar şerike yer bulunsa idi, müdahalesi olsa idi
لَ ْو كَانَ ٖفيه َِٓم اٰلِ َه ٌة اِ َّل اللّٰهُ لَف ََسدَ تَاâyet-i kerîmesinin delâletiyle nizam bozulacaktı, suret değişecekti, fesadın âsârı görünecekti. Halbuki: ِ صخ َاس ًئا َو َ َ فَا ْرجِ ِع الْ َب ُ َ ص كَ َّرت ْ َِي َي ْن َقلِ ْب اِلَ ْيكَ الْ َب َ َ ص ه َْل تَ ٰرى ِم ْن ُفطُو ٍر ۞ ثُ َّم ا ْرجِ ِع الْ َب ٖ ٌ۞ ُه َو َحسري
delâletiyle ve şu ifade ile nazar-ı beşer, kusuru aramak için ne kadar çabalasa hiçbir yerde kusuru bulamayarak, yorgun olarak menzili olan göze gelip onu gönderen münekkid akla diyecek: “Beyhude yoruldum, kusur yok.” demesiyle gösteriyor ki nizam ve intizam, gayet mükemmeldir. Demek intizam-ı kâinat, vahdaniyetin kat’î şahididir. 1 “Halbuki gökte ve yerde, Allah’tan başka ilâhlar bulunsaydı, oraların nizamı bozulurdu.” (Enbiyâ Sûresi, 21/22) 2 “(Yedi kat göğü birbiriyle tam uyum içinde yaratan O’dur. Rahman’ın yaratmasında hiçbir nizamsızlık göremezsin.) Çevir de bak gözünü görebilir misin bir kusur? Sonra tekrar tekrar gözünü çevir de bak, gözün bulamadığından bir kusur, eli boş ve bitkin geri döner.” (Mülk Sûresi, 67/3-4) 51
SAİNT PİERRE KİLİSESİ – HATAY St. Pierre Kilisesi, Asi Nehri’nin batısında, Hac Dağı’nın batı eteklerinde yer alır. Doğal bir mağara olup, eklemelerle kiliseye dönüştürülmüştür. İsa aleyhisselamın 12 havarisinden biri olan St.Pierre (Aziz Petrus), Antakya'ya MS 29-40 tarihleri arasında gelmiş ve Hıristiyanlığı yaymaya çalışmıştır. İlk dini toplantının yapıldığı bu kilisede cemaat ilk kez Hıristiyan adını almış. Bu yüzden St. Pierre Kilisesi Hıristiyanlığın ilk kilisesi olarak bilinir. 1963 yılında Papa VI.Paul tarafından Hıristiyanlar için hac yeri ilan edilmiştir. Özellikle Aziz Petrus’un ilk Papa olarak kabul edilmesinden dolayı Katolik inancının Dünya’ya yayılmasında bir merkez konumunu kazanmıştır. Şimdi bu mağaranın derinliklerinde kazılar sonucu İncil’in ilk nüshası bulunsa, Karbon-14 ile yaş tayini yapılıp 2.000 yıl önce İsa aleyhisselamın ağzından çıkan orijinal sözler olduğu anlaşılsa, Vatikan’a incelemesi için verilse; Troya hazinesinden de değerli bu tahrif olmamış İncil’de yıllarca karanlıklarda gizli kalan hakikatler aydınlığa çıksa, 52
“Bir vakit Meryem oğlu İsa şöyle dedi: ‘Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın Resulüyüm, önümdeki Tevratın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek bir Resul’ün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed’tir.’ Sonra O onlara açık delillerle gelince ‘Bu apaçık bir sihir’ dediler.” gibi yüzlerce Peygamberimiz Muhammed aleyhisselatü vesselama işaret eden delilleri okuduklardan sonra; Papa eline kılıç alıp tebasıyla Roma’daki Kolezyum’un arenasına girse, gladyatör gibi kılıncını tüm Hristiyan dünyasına karşı kaldırıp dese: “Ey Nasraniler! 2.000 yıl önce Hac Dağı’nın eteklerinden gelen yüce bir sese kulak verin: “Hz. İsa dedi; Eğer beni seviyorsanız, emirlerimi tutun.” “Benden sonra gelecek bir Resulün müjdecisi olarak geldim ki onun ismi Ahmed’tir.” “Ey kitap ehli! Ben ve tebam İsa Mesih’i seviyoruz, emirlerini tutuyoruz ve müjdelediği Muhammed aleyhisselatu vesselama inanıyoruz ve O’na tabiyiz. Sizler de gelin hak olan İslam dinine tabi olun!” dese ve kendisiyle beraber tüm tebası şehadet getirse; ardından gök yarılsa İsa aleyhisselam mucizeleri ve nübüvvet delilleriyle yeniden yeryüzüne indirilse, Ruh’ul Kudüs ile desteklenip inkarcı Hristiyanların içinde sakladıkları küfürlerini tek tek söyleyip materyalist, esbabperest, darwinizm ve ateizm fikirleriyle cüzzamlı gibi hastalıklı ruhlarını ve bedenlerini ferasetli dokunuşlarıyla tek tek tedavi etse, dinsizlik batağına saplanmış o kör gözleri basiretli dokunuşlarıyla hakikate açsa, mucizevi nefesiyle, telkinleriyle sağır kulakları vahye aşina kılsa, hayat fışkıran nefesiyle, hikmetli sözleriyle ölü kalplerin dirilmesine vesile olsa, tüm Batı ve Hıristiyan dünyasını İslam dinine tabi olmaya çağırsa. Acaba bu yüce sese bunların çoğu kulak verip tabi olarak İslam inancının tüm dünyaya yayılmasına on iki havari gibi yardımcı mı olurlar, yoksa burun kıvırıp asi olarak bu salih çağrının karşısına dokuzlu çete gibi geçip ellerindeki tüm imkanları kullanarak kitlelere seslenip yeryüzünde bozgunculuk yapmaya mı çalışırlardı? Allah’u a’lem. 53
CHARLES KÖPRÜSÜ – ÇEK Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da, 15. yüzyılın başında tamamlanan kemerli köprünün üstünde dizilmiş 30 tane barok üsluplu insan heykeli vardır. Her gün birçok insan, bir sanat harikası olan heykellere hayranlıkla bakarak bu tarihi köprünün üstünden geçerler. Köprünün mimarını köprüdeki kulede oltasıyla balık tutarken görmesek de, onun taşlarının itinayla dizildiğini gayet iyi biliriz. Hiç kimse diyemez ki; “Tâ uzaklardan, Tuna Deltası’ndaki taşların, sel sularıyla sürüklenip taşınmasıyla Vltava Irmağı’na geldi. İnsanlara faydamız olsun diye bilinç gösterip üst üste dizilerek şehrin iki yakasını birleştirdiler. Çok yükseklere çıkan taşlar da sert rüzgarların yontup aşındırmasıyla heykellere dönüştüler!”
54
Her gün bir çok insan bu tarihi köprünün üstünden geçip heykellere hayranlıkla bakarken, heykellerin yanında gülümseyip poz veren turistler, kendilerine bakıp; “Ya bizim Sanatkarımız kim böyle?” diye düşünebilen binde bir çıkar mı acaba? Nasıl heykeller tesadüfen oluşamazsa ve onları yontan bir sanatkarı varsa, bu heykellerin yanında poz veren ve onlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı olan insanları yaratan, yontan, şekil ve suret veren kör tesadüfler değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Yaratıcımızı hiç akla getirmeyip heykel gibi taş kafalı olursak, yarın mahşerde Sırat Köprüsü’nden geçerken gülümse deyip çığlık maskesi gibi poz verdikten sonra bir tekme atıp cehennem lavlarına yollamazlar mı?
55
KIZIL MEYDAN – RUSYA Moskova’daki Kremlin ve St.Basil Katedrali’nin muhteşem sanat ve mimarisi, insanı derinden etkilemektedir. Kızıl Meydan, Kremlin’le yakından bağlantılıdır. Güney ucunda Ortodoks sanatının en güzel anıtlarından biri olan ünlü soğan kubbeli St.Basil Katedrali’nin rengarenk süslemeli kubbeleri ve duvarları; estetik, sanat ve deha ürünüdür. Hiç kimse diyemez ki, kubbe ve duvarlardaki döşemeler tesadüfen bu katmanları oluşturdu, yine hiç kimse diyemez ki kubbe ve duvarlardaki renk kompozisyonu katedralin tepelerinden boya kutularının devrilmesiyle akıp kendiliğinden oluştu. Şimdi de bu tavus kuşu ve kelebeklerin kanatlarındaki renk kompozisyonuna bu papağanların, kanaryaların, flamingo gibi sayısız kuşların rengarenk bezeli kanat, gaga ve tüylerindeki estetik ve sanatsal görünümlerine, akvaryumda yüzen balıkların rengarenk ve uyumlu desenlerine bir bak. Tarlalarda rengarenk açan ayçiçeklerine, lale, orkide gibi binlerce çiçeklerin ayrı bir estetik, sanat ve motiflerle bezeli taç yapraklarına ve içlerindeki sanata bak! Kuşların tüyleri, balıkların pulcukları, çiçeklerin şekilleri adeta bir çatının kiremitleri gibi uyumlu ve düzenli dizilmişlerdir. Kiremitler, tesadüf rüzgarlarıyla kendiliğinden bir çatıya muntazam dizilebilirler mi? Ve üstlerindeki rengarenk desenler, adeta tepelerinden boya kutularının tesadüfen dökülmesi gibi kendiliğinden oluşabilir mi? Veya cansız ve şuursuz güneşin, tabiatın elinde fırçası mı var ki, her biri ince, hassas ve ayrı rötuşlar gerektiren bu milyarlarca harika tablolar oluşabilsin? Boyaların tesadüfen tuval üzerine dökülmesiyle manzaralı tablolar oluşamadığı gibi, bu harika desenler de kendiliğinden oluşamaz. Ancak bilinçli rötuşlar sayesinde oluşabilir.
56
İki boyutlu cansız birer kopya olan tablolardaki görüntülerin dahi tesadüf eseri oluşması imkansız bulunurken; üç boyutlu, canlı ve kıyas olmayacak mükemmellikteki asılları için kör tesadüflerin veya tabiatın etkisi nasıl düşünülebilir? Bu mantık çöküşü ve gaflet örtüsü nasıl izah edilebilir? Yoksa bu insanların beyin soğanlarındaki hipofiz salgıları boyaların tesadüfen yerlere dökülmesi gibi aşağılara mı döküldü ki, hiç bu ulvi hakikatleri düşünmüyorlar da, süfli şeyleri çok düşünüyorlar?
57
KELEBEK VE TAVUS KUŞLARINDAKİ SANAT Bir damın kiremitleri gibi itinayla dizilmiş kelebeğin kanadındaki pulcuklar ve üzerindeki renklerin ve desenlerin çeşit çeşit motiflerle süslü olarak yaratılması adeta bir ressamın fırçasıyla ince rötuşlarla dokunması ve resmetmesi gibidir. Mağazalarda gördüğümüz ipek kumaşların üzerindeki renkler ve desenler nasıl tesadüfen değil, ilmik ilmik itinayla işlenip renkleniyorsa, öyle de bu ipek gibi kanatların üzerindeki renkler ve desenler de tesadüfen değil Allah'ın gaybi kalemiyle fırçasıyla ilmik ilmik itinayla işlenip renklenmiştir. Boyaların tesadüfen kumaşların üzerine dökülmesiyle desenlerin oluşamadığı gibi, kelebeğin kanatlarındaki bu harika motifler de kendiliğinden değil, Allah'ın kudret kalemiyle çizilip hikmet fırçasıyla resmedilmiştir.
58
Akıl ve şuur sahibi en usta ressamları toplayıp, ellerine su bardağı gibi çeşitli boya kavanozlarını verip önlerine de kumaşlar sersek ve desek, hiç fırça kullanmadan sadece boyaları uzaktan yakından savurarak tavus kuşunun tüylerindeki tablo gibi o harika desenleri taklit edin. Bunu resmedebilmeleri acaba hiç mümkün müdür? İsterseniz su bardaklarının içine boya mürekkeplerini doldurun ve duvara yıllarca yorulmadan savurun acaba belli bir ölçü, düzen ve simetri gerektiren o tavus kuşunun tüylerindeki motifleri, desenleri, benekleri taklit edip resmedebilir misiniz? Kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiata yüz derece cehalete soyunup akıl isnat etsek bile, tabiatın eli, kolu, fırçası mı var ki, ince ince rötuşlarla dokunsun, tavus kuşunun tüylerine renk renk, öbek öbek o harika motifleri resmedebilsin? Akıl ve şuur sahibi ressamlar bile buna muvaffak olamazken, kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır ve şuursuz tabiat bu maharete nasıl vakıf olabilsinler? 59
LESHANLI DEV BUDA HEYKELİ – ÇİN Çin’de Sichuan Eyaleti’nde bir tepenin yamacına oyulan, 8. yüzyıldan kalma 71 metre yüksekliğinde (yaklaşık 25 katlı apartman yüksekliğinde) dev Buda heykeli, dünyanın en büyük Budasıdır. Her gün bu heykeli görmeye binlerce ziyaretçi gelmektedir. Şimdi buraya gelenlere; “Sert esen rüzgarların binlerce yıl kayayı aşındırıp şekillendirmesiyle bu heykel kendiliğinden oluştu.” desek bu dev gibi yalana hiçbir Çinli, Japon, Koreli, Uzakdoğulu inanmaz. Çünkü onlar da gayet iyi biliyorlar ki, tesadüflerin eline sınırsız zaman ve sınırsız malzeme versek de değişen hiçbir şey olamaz. Yani bir yere tahta, çivi, çekiç koysak binlerce yıl geçse de akıl sahibi bir usta olmadan tesadüfler sonucu bir sehpa oluşamaz. Arazinin ortasına blok bir kaya koysak, yanına da çekiç, keski gibi yontu aletlerini bıraksak, akıl sahibi bir ustanın hassas rötuşları olmadan tesadüf rüzgarlarının esmesi sonucu kendiliğinden Davud Heykeli gibi bir sanat harikası oluşamaz. 60
Ama bu heykelden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı kendi suretlerinin bir Yaratıcı tarafından yaratıldığını, kendilerine şekil ve suret verenin kör kuvvetlerin, serseri tesadüflerin ve sağır tabiatın değil, üstün bir ilim sahibi Allah olduğunu söylesek şaşkın şaşkın bakınır. Buna neredeyse hiçbir Uzakdoğulu inanmaz. Çünkü gaflet sisi tüm toplumu sarmış, hakikati göremiyorlar. Tesadüf saçmalıkları her yeri tsunami gibi kasıp kavurmuş dev bir mantık çöküntüsü içindeler. Hakikatleri düşünemiyorlar, söylense de anlayıp idrak edemiyorlar. Gözleri görüyor ama basiretleri kör, akılları bağlanmış. İşte bu heykelden binlerce kez mükemmel bir ölçü ve düzen içinde yaratılan kendi vücutlarının icadını sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah'a vermeyip; mizansız kör kuvvetlerin, maksatsız serseri tesadüflerin, şuursuz zulmetli tabiatın camid ve karışık ellerine veren hakikate uzak doğuluların dev bir mantık çöküntüsü! Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzerine toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma. (En'am Suresi, 35)
61
DAVUD HEYKELİ - İTALYA Yılda sekiz milyon turist Michalengelo’nun 1504 yılında tamamladığı “David” heykelini görmek için İtalya Floransa’ya gelir, hayranlıkla bakarlar ve sanatkârını takdir ederler. Michalengelo tek parça halinde bir mermer bloğu ince rötuşlarla oyarak, beş metre boyundaki heykelini hapsolduğu yerden çıkarmış ve sanatını göstermiştir. Şimdi biri dese; “Bu heykel arazinin ortasında duran bir kaya kütlesinin, sert rüzgârların binlerce yıl esmesiyle kayayı aşındırarak kendiliğinden oluştu biz de alıp müzeye koyduk!” Aklı başında dünyada 7 milyar insandan bir kişiyi bile bu saçmalığa inandırabilir miyiz? Dünya’nın dört bir yanından gelen turistler heykelin sanatkârını takdir ediyorlar buna mukabil aynada kendisine bakınca tahminen sadece kendisi ile alakadar oluyorlar. Hâlbuki kendi yaratıcısı ve sanatkârı olan Rabbini düşünmeleri icap etmez mi? Peki bunu düşünen kaçta kaçıdır acaba? Binde biri mi yahut milyonda biri mi? Heykelin yanında durup hayran hayran izleyen turiste desen, “Hey seni yaratan, şekil ve suretlendiren sanatkârın bir Allah var, ona iman et.” What? What? der şaşırır gider ya da tuhaf tuhaf bakar. Heykelin sanatkârını takdir edip, kendi sanatkârını sağır tabiata, kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, camit ve şuursuz sebeplere isnad etmek veya hiç alakadar olmamak tam bir akılsızlık ve tam bir ihanettir. Bunun da cezası ahirette çok çetin ve vahim olacaktır.
62
Bakın benim de gözlerim var ve hem de görüyor, onun ise görmüyor. Bakın kulaklarım duyuyor, ağzım konuşuyor. Parmağımı ani uzatıp heyt! desem irkilmez ben de ise refleks var, kalbim hızlı atar. Bakın akciğerlerim nefes alıyor onun ise almaz zaten yok ortadan ikiye bölsek mermer blok çıkar. Benim ise içimde mükemmel sistemlerle işleyen iç organlarım var. Hangimiz daha sanatlı, hikmetli ve harika? Yıllarca tıp fakültelerinde okuyup bir de ihtisas yapıyor doktorlar gözü, kalbi, beyni… daha iyi anlayıp öğrenebilmek için. Binlerce sayfa kitaplar okuyorlar Allah’ın sanatındaki detayları kavrayabilmek için. Arkadaşım dişin uzmanlığına hazırlanıyordu. Yayınevinden kitapları almış eve taşımak için hamal tutmuş. Heykele bakıp heykeltıraşı bir defa takdir ediyorsa insan aynada kendisine bakıp sanatkârı olan Allah’ı binlerce defa takdir etmesi gerekmez mi? İşte 7 milyar insanın çoğuna hâkim olan bir akıl tutulması var. Dinsizlik, inkâr ve gaflet büyüsü her yeri sarmış. Dalalet, safsata, kibir, inat, görenek gibi şeytani hilelerle insanlar inkâr ve küfür bataklığına saplanmışlar ve hakikati göremiyorlar. Gözler kör değil, basiretler kör olmuş, akıllar bağlanmış. And olsun cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler… İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
63
ESKİ ŞİBAM KENTİ – YEMEN Şibam’daki kerpiç apartmanlarda son derece gerçek üstü bir hava vardır. Çölün tam ortasında kübist heykeller gibi görünmektedir. Müstahkem bir surla çevrili olan 16. yüzyıldan kalma 500’den fazla 7-8 katlı topraktan yapılma zamanın kerpiç gökdelenleri için Batılılar kente "Ortadoğu'nun Manhattan'ı Çölün Chicago'su" derler. Bu apartmanların önündeki çöle 7-8 tane ardı sıra giden devenin ve onları çeken kervancı adamın kerpiçten heykelleri yapılsa, bunları gören Batılılara; “Bu kerpiç evler ve heykeller yıllarca esen çöl rüzgarlarının kumları, toz ve toprağı savurup, çiseleyen yağmurlarla ıslanarak kendiliğinden zamanla oluştu!” deseler, Batılılar diyecektir; “Bana bak biraz fazla kafa otu çiğnediniz galiba, hiç tesadüfen çöl rüzgarlarının esmesiyle bu sanat eserleri oluşabilir mi?” Araplar da Batılılara dese;
64
“Bana bak! Sizler de biraz fazla kafa otu çiğnediniz galiba. Hiç yerdeki atom zerrelerinin tesadüf rüzgarlarının savurması sonucu bu kainat ve içinde her biri sanat eseri olan mahlukat kendiliğinden oluşabilir mi? Bu giden develerin, onları çeken kervancının, şu uçuşan kuşların, şu yerdeki kaktüslerin, ağaçların sanatkarını nasıl sonsuz akıl sahibi Allah’a değil de, tesadüflere ve tabiata havale edebilirsiniz? Yarın Cehennem bozkırlarında kaktüsleri katır kutur çiğneyen bu inkarcılara; “Bozkırın katırları, çölün develeri” denmez mi? “Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur.” Prof. Sir Fred Hoyle, matematik ve astronomi profesörü. Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
65
TAC MAHAL – HİNDİSTAN Dünyanın yeni yedi harikasından biri olan, dünyanın efsanevi aşk hikayelerinden birisine sahip sarayların tacı, aşkın sembolü ve sanatın mücevheri Tac Mahal, 1631 ile 1648 yılları arasında Agra’da Babür İmparatoru Şah Cihan’ın emriyle 1631’de ölen en gözde hanımı Mümtaz Mahal’in anısını ebedileştirmek için anıt mezar olarak yapılmıştır. Tac Mahal’in yapımında parlak, ince, mavi damarları olan beyaz mermerler kullanılmıştır. Dört bir yanı beyaz mermerden çiçek süslemeleriyle süslendirilmiş ve hat sanatıyla işlenmiştir. Tac Mahal’in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında, ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet oldukça iri inci vardır. Tac Mahal, gün içinde farklı renklere bürünür. Gün doğumu ile beraber pembemsi ve en güzel rengini gösteren Tac Mahal kısa bir süre sonra beyaz görünümüne geçer. Ayışığı ile beraber de altın rengini alır. Mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünen yapı, romantik görünüşüyle herkesi büyülüyor. Dış tasarımındaki çiçek motifleri, mermerlerin içi oyulup titizce kesilerek minicik taşların, mermerlerin içine teker teker yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Her gün güneşin yedi ayrı rengiyle sulanan mücevherler arasında açan bu çiçeklerle, adeta ebedi bir cennet bahçesi tasviri yapılmıştır.
66
Şimdi buraya ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlere desek; “Nasıl bu beyaz mermerlere işlenen çiçeklerin bir nakkaşı varsa, bahçedeki kara topraklara işlenen ve rengarenk açan şu çiçeklerin de bir Nakkaşı olmalı. Nasıl bu harika yapının bir sanatkarı varsa, şu harika dizayn edilen kainatın ve dünyanın da bir Sanakkarı olmalı. Doğadaki bilinçsiz güçlere ilahlık verip, kainat ve içindeki tüm mahlukatı yaratan ve daima gözetip kollayan bir Zat’ın kusursuz sanat eserlerini doğa ve tesadüflere havale edeceğinize, gelin sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah’a iman edelim.” Yarın cennet bahçelerinde açan bir çiçek olmayı akıldan uzak görüyorsanız gelin şu Tac Mahal’in duvarlarında açan çiçeklerin arasında hat yazısıyla mücevher gibi parlayan şu Kur’an ayetlerine bir kulak kabartalım: “İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş? De ki: ‘Onları ilk defa yaratıp inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 77-78-79)
67
EL HAMRA SARAYI – İSPANYA İspanya’nın Endülüs Bölgesi’ndeki Granada Kenti’nde yer alan, Arap-Mağrib mimarisinin dünyadaki en büyüleyici örneklerinden biri olan El Hamra Sarayı’nın temeli 1232 yılında Muhammed bin Ahmer zamanında atılmış, sonraki dönemlerde yapılan ilavelerle genişletilmiştir. Yapımı yıllar süren, yüzlerce Berberi işçi, mimar, usta ve sanatkârın elinden çıktığı, İslam sanat ve mimarisinin zirveye ulaştığı El Hamra Sarayı’nın her bir taşına Rabbin büyüklüğünü unutmamak için “La galibe illallah” yazılmıştır. Saray, İspanya’da yedi asır var olan (756-1492) Endülüs kültür ve medeniyetinden günümüze ulaşabilen çok az sayıdaki eserden biridir. Şimdi, bu sarayın yüzer kapalı kapıları var olduğunu düşünelim. Bir tek kapının açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
68
İşte, iman hakikatleri o saraydır. Her bir delil, bir anahtardır. İspat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla, o iman hakikatlerinden vazgeçilmez ve inkar edilemez. Şeytanın gizli bir hilesi, iman hakikatlerine dair yüzer ispatlı delillerin hükmünü, inkarına işaret eden bir emare ile kırmak ister. Şeytan bazı sebeplere dayanarak, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir, ispat edici bütün delilleri gözden düşürür; “İşte bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde bir şey yoktur!” der, kandırır. Arif ol, kapalı kapılara bakıp geri dönme! Açık olanlardan gir! Tarık bin Ziyad gibi yak gemilerini ilerle, yeni yeni kapılar fethet! Göreceksin ki açtığın her kapı, sana bu iman sarayının eşsiz güzelliklerini gezdirecek ve her baktığın yerde “La galibe illallah” yazısını okutacaktır.
69
AİT BEN HADDOU – FAS Karlı Atlas Dağları’ndan Sahra Çölü’ne uzanan etkileyici bölgede yamaçlara konuşlanmış, yüksek duvarlarla çevrili toprak binalardan oluşan köy adeta Fas’ın Hollywood’u. Soddom ve Gomorroh, Arabistanlı Lawrence, Günaha Son Çağrı ve Gladyatör gibi birçok ünlü filmlerin hepsi burada çekilmiş. Şimdi burada film çekerken, çoğunluğu ateist ve dinsiz bu Batılıların arasına bir rol icabı çölün içinden bir bedevi devesiyle kumları savurup gelse; “Ey ecnebiler, paranızı boşuna bu köyün muhtarına vermeyin, o hak etmiyor. Çünkü, bu köyün toprak evleri çöl rüzgarlarının tozu toprağı savurup yağmurlarla balçık haline gelmesiyle tesadüfen kendiliğinden oluşmuştur. Yani, her şey doğal seyrinde gelişti. Paranızı verecekseniz gidin çölün kumlarına savurun dolarlarınızı ben de gidip toplayayım!” dese, film ekibindekiler diyecektir: “Ey çöl adamı, istersen gel bi komedi filmi çekelim bu anlattıklarını orada da anlat ki âlem biraz gülüp eğlensin!” Be akıllılar! Ben size buradaki toprak evlerin kendiliğinden oluştuğu senaryosunu anlattım bu saçmalığa gülüp geçtiniz. Çünkü ortada belli bir plan ve tasarım var, mutlaka bir planlayıp tasarlayıcısı olmalı demek istediniz. Ya şu kainat ve içindeki mahlukatta, ya sizlerde hiçbir plan ve tasarım yok mudur ki, kâinatı ve kendi yaratılışınızı çöl rüzgarları gibi kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, camid tabiata isnad edip Allah’a iman etmiyorsunuz.
70
Bakın, hepimizde iki tane göz var. Asyalı, Avrupalı, Afrikalı hiç farketmez. Kulaklar, burun, ağız, kaş, kirpik, el, kol, ayak, bacak hep aynı yerde montajlanmış. Demek ki bir fabrikadan çıkmış. Bakın evlerin pencereleri öne bakıyor, kapıları girişte, çatının üstünde olsaydı hikmetsiz ve gayesiz olurdu. Sizin de gözleriniz önde yaratılmış, ya ensenizde olsaydı ya da midenizde? Gözünüzün yerinde de iki tane böbrek olsaydı? Ya ağzınız yediklerinizin çıktığı yerde olsaydı ya da yer değiştirselerdi, halimiz nice olurdu hiç düşündünüz mü? Hiç düşündünüz mü ki, doğa, tabiat, tasadüfler dediğiniz bu kör, sağır, düşüncesiz ve camid sebepler; bu mükemmel, hikmetli ve sanatlı işleri akledip yapabilsinler? Kainattaki ve vücudumuzdaki bu kusursuz hikmet, düzen ve sanat, hep bizleri bilip tanıyan, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin eseridir. Gelin sizler de O’na iman edin. Bu günahınıza son çağrı olsun. Gelin mantığınızla dövüşmeyin, boşuna kendinizi aldatmayın. Tabiat ve tasadüfleri kendinize put yapmayın yoksa sonunuz Lut kavmi gibi feci olur. “Ey insan! ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertip etti.” (İnfitar Suresi, 6-8)
71
FASİLİDES’İN SARAYI – ETİYOPYA On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, surlarla çevrili kraliyet şehri Gonder, başkenti MS 1636 yılında buraya taşımış olan Etiyopya İmparatoru Fasilides’in ikametgahıydı. 1640’ların sonlarında, Fasilides buraya muhteşem bir kale inşa ettirdi. Bu bina, yakınlarda restore edilen Fasilides Sarayı’dır. Devasa kuleleri ve kale burçlarındaki heybetli, mazgallı siperleriyle sanki Ortaçağ Avrupası’ndan bir parça, Etiyopya’ya taşınmış gibi duruyor. Şimdi, buraya ziyarete gelen turistlere deseniz; “Bu yüce saray, İmparator Fasilides’e bağlılıklarının bir nişanesi olarak, İmparatorun katırları, sığırları ve develeri tarafından dağlardaki taşları yontup işleyerek inşa edilmiştir. Yapımında hiç bir insan müdahale etmemiştir!”
72
Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz. Diyecektirler; “Bu İmparatorun katırları, sığırları ve develerinin aklı, şuuru ve bilinci mi var ki bu işleri akledip düşünüp yapabilsinler!” Bu saraydan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu kainat sarayı ve içindeki mahlukat müzeyyenatının oluşumunda sonsuz bir ilim sahibi olan Allah’ı inkar edip, kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiata ilahlık isnad eden bu zavallılara ne demeli? Aslında katır, sığır ve develer tabiat ve tesadüflerle kıyaslandığında bir tık daha önde, en azından canlılar. Ama küllüm kör, sağır, düşüncesiz ve camid bu tabiat ve tesadüflere hâşâ yaratıcılık vasfını isnad eden bu küllüm idrakleri kör, sağır, düşüncesiz ve camid inkarcılara yarın mahşerde tüh sizlere Fasilides’in katırları, sığırları ve develeri kadar olamadınız, yuh sizlere Kalirides’in eşekleri demezler mi?
73
RİO DE JANEİRO- BREZİLYA Rio, Brezilya’nın başkenti değildir ama belki dünyadaki en önemli şehirlerden biridir ve dünyanın en gözde turistik mekanlarından biridir. Sugarloaf Dağı ve Cristo Redentor Heykeli’yle dünyanın en simgesel görüntüsüne sahiptir.
74
Büyük plajları, müziği, gece hayatı ve ünlü karnavalı da ilgi çekici diğer özellikleridir. Huzur arayan insanlar için pek uygun olmayan bu şehirde hayat çok hızlı akmaktadır. Tabii ki Rio ile ilgili en ünlü şey iki hafta süren karnavaldır. Üç kutsal kitapta da tasvip edilmeyen içki, kumar, zina gibi ahlaki çöküntünün had safhaya ulaştığı, insanların çırılçıplak sokaklara dökülüp içki ve danslar eşliğinde çılgınca eğlendikleri; tepelerindeki İsa heykelinin bir sanatkarı olduğunu gayet iyi bildikleri halde, bunlardan binlerce kez mükemmel, kendi kalıplarını tabiat ve tesadüflere havale eden, Yaratıcı’yı hiç düşünmeden bir hayat geçiren, nefsani arzularının esiri olan bu süfli düşünceli, lama akıllıları yarın mahşerde ateş üstünde samba müziği eşliğinde adrenalin dolu bir karnaval beklemez mi? “Rabbim bizi dünyaya geri gönder, yaptıklarımızdan başka orada salih amellerde bulunalım” demelerinden evvel onlara insanlık haysiyetine yakışan hak dinin tebliğ edilmesi gerekmez mi? İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 18) ayetine bizlerin de muvafık düşecek eylemlerde bulunmamız gerekmez mi? Rio’ya hâkim bir tepeden bakan Kurtarıcı İsa Heykeli mi onları dinsizlik bataklığından, ahlaki çöküntüden kurtaracak be heykel kafalı miskin! Hani sahabelerde ve ecdadımızdaki o hicret aşkı, cihad ruhu! Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran Suresi, 110)
75
AHŞAP KİLİSE - RUSYA Rusya’nın Onega Gölü’ndeki Kizhi Adası’nda “Kizhi Pogost” ahşap kiliseleri, yerel mimarinin başyapıtı olarak tanınır. Hiç çivi kullanılmadan tamamen ahşaptan yapılan üç yapıdan oluşmaktadır. 22 kubbeden oluşan 37 metre yüksekliğindeki Transfiguration Kilisesi’nin 1714 yılında yapımının bitiminde marangoz başının, baltasını göle fırlatıp zaferle şöyle bağırdığı söylenir: “Böyle bir kilise hiç yapılmamıştır, hiçbir yerde yoktur, asla da olmayacaktır!” Şimdi burayı ziyarete gelen bir Rus’a deseniz; kiliseye ibadete mi geldiniz? Yok ziyarete. Gelmişken ibadet de etseydiniz? O eskilerin masalı, Darwin her şeyi açıklamış, Yaratıcı’ya inanmaya gerek yok, bunlar hayal ürünüdür. Deseniz; “Bence bu kilise yıllar önce şu ormandaki ağaçların çakan şimşekler düşen yıldırımlarla devrilip, sel sularıyla buraya sürüklenmesi sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Yani bir ustası yoktur.” Delikanlı şaka yapıyorsun herhalde. Hiç tesadüfen bu harika kilise kendiliğinden oluşabilir mi? Senin kafa tahtalarının çivisi mi çıkmış? 76
Siz de şaka yapıyorsunuz herhalde. Hiç kendi vücudunuza ya da şu muntazam kainata ibret gözüyle baktınız mı? Bak sizin vücudunuzda da 206 adet kereste gibi kemik hiç çivi kullanılmadan oyma çakma tekniğiyle vücut binanıza muntazaman yerleştirilmiş. Hiç bunun ustasını düşündünüz mü? Nasıl bir kasırganın ahşap malzeme deposundaki keresteleri savurarak kaza sonucu bu kiliseyi oluşturması mümkün değilse, vücudundaki kereste gibi kemiklerin de tesadüf rüzgarlarıyla savrulup kendiliğinden oluşması mümkün değildir. Nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bu ahşap kiliseyi meydana getiremiyorsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da plansız olaylarla sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün değildir. Dahası kainat ve içindeki mahlukat bu kiliseyle karşılaştırma yapılamayacak kadar sayısız detayla donatılmıştır. Ey tavariş! Senin bu kasırga misalin çok mantıklı ve tutarlı. Zihnimdeki köhne fikirleri rüzgar gibi kasıp savurdu. Keşke bu misalleri sizler yıllar önce Kremlin’in önündeki kilisede Duma’ya karşı haykırsaydınız, baştakiler de duysaydılar bunları. İnkarcı masallarla topyekûn bir milleti dinsizlik bataklıklarına gömmeseydik. Bizler çara kadar dindar bir millettik. Ne zaman çekiç ve orak geldi dinimizi yıkıp biçtiler. Rus milletinin ahlakını enkaza çevirdiler. “Din afyondur” dediler görüyorsun ortada ayık gezen yok. Herkes votka müptelası olmuş. Gençlerimizin çoğu madde bağımlısı, yetişkinler de maddeperest, kalmamış Allah’a iman eden bir hakikatperest. Aklın yolu birdir. Bu millete bir asır boyunca bu kainatın ve içindekilerin kör tesadüfler ve rastlantılar sonucu oluştuğu masalını anlatan bunlar gelsinler bu dört asırlık ahşap yapının kendiliğinden oluşabileceği teorilerini bilimsellik kılıfı adı altında anlatmaya çalışsınlar. Buna muvaffak olabilirlerse ki olamazlar, bundan çok daha zor işlere kalkışıp bu kainatın ve içindeki mahlukatın bir Ustası yoktur desinler. Ey tavariş! Sana eşşed sıpasiba, çok teşekkürler. Ben şimdi anladım ki, bu ahşap kilise gibi bu kainatın ve içindeki mahlukatın tesadüfen oluştuğunu söyleyen keresteler tam bir eşşek sıpasıdır. 77
ÖZGÜRLÜK ANITI – ABD New York’un ünlü iki simgesi Özgürlük Anıtı ve Ellis Adası, Özgürlük Heykeli Ulusal Anıtı’nı oluşturuyor. Tarihsel ve simgesel önemiyle, Amerika’nın bu iki sembolü, Amerika’nın herkes için özgürlük, bağımsızlık ve adalet ülkülerini hatırlatma görevi görüyor.
78
Fransız Hükumeti tarafından 1876’ya kadar Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yüzüncü yıl dönümünü kutlama amacıyla bir heykel tasarlamakla görevlendirilen heykeltıraş Bartholdi, Eyfel Kulesi tasarımcısı Eiffel ile birlikte dev, bakır bir anıt yapma çalışmalarına başlamış. Heykel 1884 yılında tamamlanmış ve New York Limanı’na 1885’te 214 kasa içinde 350 parça halinde ulaşmış. Kaide 1886’da tamamlanmış ve heykel aynı yılın Ekim ayındaki açılışına kadar dikilmiş. Şimdi desek; “Bu heykel, New York Limanı’na yanaşan gemilerin dev dalgalarla alabora olmasıyla içinde muhtelif ebatlarda istiflenen bakır parçaları denize dökülüp dalgalarla adaya taşınması sonucu tesadüfen, kendiliğinden oluştu!” Bu saçmalığa yerlisi göçmeni hiçbir Amerikalı inanmaz. Ama bu Özgürlük Heykeli’nden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı ve her biri mükemmel bir ölçü ve düzenle insan vücuduna monte edilen et ve kemik aksamlarının icadını üstün ilim sahibi bir Yaratıcı’nın yerine kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat gibi doğadaki bilinçsiz güçlerin ellerine veren, akılları inkârcı felsefenin tuzağına mahkûm olmamış neredeyse yüzde bir Hıristiyan Amerikalı bulunmaz.
79
Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Kayıp Dünyalarda Allah'ın Mührü 2- Kadim Medeniyetlerde İlahi Sırlar 3- Dünyanın Yedi Harikasında Tevhidin İzleri 4- Mimari Eserlerde Rabbin Kitabesi 5- Gizemli Dünyalara Yolculuk Nur Ekspresi 6- Doğal Harikalar Diyarında Allah'ı Bulmak 7- Helak Olan Kavimlerde İbretlik Deliller 8- Türkiye Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 9- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 10- Rabbimizi Bize Gösteren Pencereler 11- Semâvât Âleminin Tefekkürü 12- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 13- Deizmi Çürüten Misaller 14- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 15- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 16- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 17- Ahiretin Kesin İspatı 18- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek Not: Listedeki kitapların ismini ve yanına Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ
80
Malabadi Köprüsü’nün mimarını altındaki derede oturmuş oltasıyla balık tutarken görmesek de, onun taşlarının itinayla biri tarafından dizildiğini aklen gördüğümüz gibi; teleskobumuzla yıldızları seyrederken hâşâ, Allah’ı göklerde bir yerde oturarak görmesek de, tüm kainatın ve içindeki mahlukatın üstün bir akıl sahibi, alemlerin Rabbi olan Allah tarafından itinayla yaratıldığını aklen görürüz. İnsanoğlunun inşa ettiği mimari eserlere bakıp, Kainat Sarayı’nın duvarında tevhid delilleriyle asılı duran Rabbin Kitabesi’ni görüp okumaya hazır olun.