Dergi Değil 6. Sayı - Aralık 2015 Keyifli okumalar...

Page 1

DERGİ

DEĞİL SAYI 6

ARALIK ’15


ALİ S. AYŞE İREM BÜŞRA BAĞRIAÇIK HOSİYEN TEKÜR M. EMİN AKTAŞ ONUR TUTAR ÖZMEN ÇOBANOĞLU SİNEM ÇAKMAK UMUT ÖZAN İletişim dergidegil@gmail.com instagram.com/dergidegil twitter.com/DergiDegil facebook: Dergi Değil

Not: Yayın içerisindeki yazıların, şiirlerin ve görsellerin hiçbiri reklam amacıyla kullanılmamıştır.

İÇİNDEKİLER

DERGİ DEĞİL


06 09 12 14 18 20 24 26 30 32 35 40 42 44

Bülbülü Öldürmek, Harper Lee: Abdullah İNAN Kırık Masal: Uğur ÖNDÜM Ayın EN’leri Karga: Hosiyen TEKÜR Sallantılı Günlerden Bir Şiir Denemesi: M.Emin Aktaş Büyüklere Masallar:Mitoloi: Süleyman YILDIZ İllüstrasyon: Cihan KIRBIYIK İyi Uykular ya da Çok Yaşa: Burak ÖZBAYKUŞ İllüstrasyon: Sinem ÇAKMAK Yazma O Zaman Bekliyor İnsan: M.Emin AKTAŞ Gulyabani: Onur TUTAR Kızılcık: Ayşe İREM Sezgin KILIÇASLAN İllüstrasyon: Akın ALTINYILDIZ


DERGİ DEĞİL KOMİTE

ALİ S.

ONUR TUTAR

HOSİYEN TEKÜR

UMUT ÖZAN


DERGİ EMEKÇİLERİ

AYŞE İREM

BÜŞRA BAĞRIAÇIK

M. EMİN AKTAŞ

SİNEM ÇAKMAK

ÖZMEN ÇOBANOĞLU


BÜLBÜLÜ ÖLDÜRMEK, HARPER LEE ABDULLAH İNAN

Yıllar önce bir paragraf sorusunda rast geldiğim ve nerde geçtiğini hep merak ettiğim harika bir önsözle başlayan ve devamında da en az önsöz kadar keyif veren, nefis bir kitap. Bir baba, on yaşındaki oğlu ve altı yaşındaki kızıyla birlikte, hizmetçisi zenci Calpurnia’nın başrolünü paylaştığı kitap. Yazarın tek romanı bu. Maycomb kasabasında yaşayan Finch’lerin, Ewell’lerin, Cunnigham’ların yaşadığı mozaik bir yer. Alabama’da yaşanan insan ayrımcılığının her bir parçasını bu aile -mahallelerden birinde canlandırmış. Mesela Finch’ler oranın yerlileri sayılır ve Maycomb’da yaşayan bir aile olmalarına rağmen soyadlarının verdiği avantajları vardır. Saygınlıklarını başka türlü kazanma peşinde olmayan var olan bir asillik ve varlık(!)la oradadırlar. Ewell’lar mesela, varoşları gözümüzde canlandırır. Temizlik konusunda oldukça duyarsız, yaşamlarını sürdürmek için büyük bir çaba göstermeden günübirlik yaşayan, adları duyulduğunda insanlın tiksindiği ve korktuğu kişiler. Onlar da bunları avantaja dönüştürüp yaşamlarını toplumun onlara yüklediği imajın içini doldurarak geçiriyorlar. Cunnigham’lar, yoksul ve daha az şehirli duran topluluk. Ewell’ların bile onlardan üstün tutuluyor olmaları ne kadar aşağıda görüldüklerinin göstergesidir. Zencidirler. Sonradan gelmişlerdir. Kimsenin parası yanlarında kalmaz, kimseye kötülük yapmazlar. Karşılığını veremeyecekleri hiçbir iyiliği de kabul etmezler. İşlerinde güçlerinde olmalarına rağmen beyazların onları sıkıştırdıkları kalıplarda yaşamak zorunda kalıyorlar.

DERGİ DEĞİL


Hikâye, Scout Finch’in gözünden anlatılıyor. Onun dünyayı algılayış biçimi kitabın da akışını belirliyor. Abisi Jeremy Finch ondan büyük olmanın bazı ayrıcalıklarını kullanıyor olsa da yardımcı olmaktan da geri kalmıyor Scout’a. Arkadaşları Dill. Sadece yazın ortay çıkan iki kardeşin en iyi arkadaşları. Hatta Scout’a evlenme teklif etmiş ve birkaç yıl sonra da evlenmeyi kararlaştırmışlardır. Meridian’dan geldiğinde kendiyle beraber bir sürü haber taşıyıp getiren, oyun oynandığında en muzip rollerin altından kalkan, Boo Radley’i ortaya çıkarma girişimlerinin baş mimarı olan misafir çocuk. Çocukların babası Atticus Finch. Kasabanın tek avukatı. Çocuklarını annesiz büyütmek zorunda kalan, Finch Yurtluğunda yaşayan halalarının telkinleriyle, bakış açısıyla, aile geleneğinin fertlerine yüklediği rollerle değil kendi tarzında büyüten hatırı sayılan biri. Calpurnia’ya güveni dolayısıyla çocukları onun nezaretine bırakıp adliyedeki işlerine gönül rahatlığıyla gidebiliyor. İnsanlararası ayrımcılığın anlatıldığı, zencilerin her halükarda beyazların işleyişinde öğütüldükleri bir dava aracılığıyla anlatılıyor. Beyaz bir kıza tecavüz ettiği gerekçesiyle çolak bir zenci olan Tom Robinson’un yargılanması istenmektedir. Yargıç Taylor da işi olmamasına rağmen savunma avukatı olarak Atticus Finch’i atar. Finch’in onlara karşı takındığı insani tavır ve kasabanın genel bakışından farklı, vicdani tutumunun biliniyor olması bunda etkilidir. Atticus çevreden alacağı tepkileri bile bile davayı kabul eder. Mahkemenin sonucunda jüri tüm savunmalarına rağmen Atticus’un, beyazların tarafını tutar ve Tom’u elektrikli sandalyeye mahkûm eder. Tom ise buna katlanmayı reddedip kaçmaya çalışırken vurularak öldürülür.

|7


Burada asıl önemli olanlardan biri de tüm bunların altı yaşındaki bir çocuğun sözcükleriyle anlatılıyor oluşu ve çocuk zihniyle vicdan ve insaniyet arasındaki bağlantıyı bu şekilde bağlayışı. İnsan ayrımı konusu haricinde, 19. Yüzyılın ortalarında yaşayan bir kız çocuğunun toplumun ona dikte ettiği adaba ve davranış kalıplarına karşı çıkıyor oluşu da diğer bir ayrıntıdır. Mesela Scout pantolon giyer, küfreder, erkeklerle oyun oynar, onlarla yumruk yumruğa kavgaya tutuşur. Halası Alexandra’nın tüm tornacılık becerisine içten içe karşı çıkar ve fıtrata uygun olana meyleder hep. Tüm mahkeme süresince Atticus’un ne yapmaya çalıştığını kendince çözmeye çalışır. Çevreden aldığı bilgileri zihninde süzer ve kesin olmaya bazı kanılara varmayı da başarabilir. Neredeyse dört yıllık büyüme evresinde hem Jem hem de Scout’ın değişimleri ve gelişimleri de gözle görülür biçimde fark ediliyor. Okunması gereken, ufuk açıcı, çocuk gibi düşünmenizi sağlayan ve özlediğiniz temizliği vicdanınızda hissetmenizin fırsatını sunan keyifli bir kitap. Son olarak Robert Mulligan tarafından sinemaya aktarılan 1962 yapımı siyah-beyaz film uyarlaması da keyifle izlenebilir. Elbette öncelikli olarak iyi okumalar ve ardından iyi seyirler.

DERGİ DEĞİL


KIRIK MASAL UĞUR ÖNDÜM

Kırık bir masalım var size anlatacağım. “Yılları unutalım” diyordu gözleri. “Tüm ödenmemiş faturaları yırtıp atalım ve boynumuzun borcunu dünyaya takalım” diyordu. Öfkelenmişe benzese de sözleri, sakin bir meltem gibiydi nefesi. Sıcaklığı tazeliğine karışmıştı. Sadece bana döküyordu içini. Tüm yaralarıyla gördüm içindekileri. Saklamıyorum, öfkelendim. Sinirimden kudurmuş bir köpeğe döndüm. Ters yüz etsem de kendimi yüz bulamıyordum kendimden. En çok da o an kaybettim. Bütün sürgüleri sürmeli gözlere karşı o gün çektim. Yalnızlık senfonisini dinlediğim inziva günlerimin günlüğünü Wittgenstein’ın kitabını yaktığı gibi yaktım. Külleri ecnebiler gibi bir kavanoza koydum. Öldürdüğüm düşüncelerimi birkaç dua ile havaya savurdum. Üç, iki, bir, göz açıp kapandı ve bazı gözler bir daha hiç açılmadı. Sebebini araştıranlara şüpheci, araştırmayanlara gerici sebebini bulanlara da doktor dediler. İnsanlar küçük bir münakaşadan galibiyetle ayrıldı. O gün galibiyetin şerefine binlerce hayvan katledildi. O gün kazanan insanlar hayvanları da yendi ve yedi. Yedi bitirdi. Küçük meselelerin adamları ortalık yerde türemeye başladı. Normal insanların onları göremeyecek kadar küçük olduklarından her tarafı sardılar. Büyükler hantallığıyla kaldılar. Çocuklar hala maç yaptıktan sonra kirli çeşmeden akan suyu kana kana içiyorlardı. Hasat zamanı gelmiş tarlalardaki ruhsuzluk şehrin betonlarına yayılmaya başlayınca bir adam bunun çaresine bakmak için yola koyuldu. Bağdat dahil her yere giden bu adam ilacı bulamadan öldü.

|9


İllüstrasyon: Tomaso

DERGİ DEĞİL


Oradaki çocuklar kirli çeşmelerde kana kana su arıyorlardı. İnsanlar adamın ölümüne hiç telaş etmedi. Çünkü küçük meselelerin küçük adamları bu meselelerin kendilerini ilgilendirdiğini gece sivrisinek vızıltısı olarak insanlara söylediler. Bir iki kaşınan dışında karşı çıkan olmadı. Öyle bir gecede tek boynuzlu atın sahibi atını parasızlıktan hipodromda yarıştırmayı kabul etti. Cicili bicili elbiselere sahip kardan çocuklar burunları düşünceye kadar ağladı. Sonuç değişmedi. Olan ağlayan kardan çocuklara oldu. Hepsi kendi gözyaşından eriyip mahvoldu. Fısıldayan bir adam vardı kayalık bir yerde konuştuğundan kimse bir şey anlamıyordu. Yaşadığı yer daha önce kimsenin yaşamadığı bir kayalıktı. İnsan dilinde söylemek gerekirse kimsesizdi. Ama fısıldayan adamı oradan uzaklaştırmak istediler. Gitmeyince de kimsenin yaşamadığı kayalıktan irili ufaklı parçalar koparıp adama fırlattılar. Başına aldığı üç darbeyle oracıkta öldü. Yıllar sonra karşımda bu hikayeyi okurken yılları unutalım diyordu gözleri. Ben çoktan unutmuştum. Tüm bu yazılanları onun gözlerinden okuyup uydurmuştum. Nefesi hala sıcaktı ama biraz daha seyrekleşmişti. Söylemiyordu ama üşüyordu. Üzerine titredim ve onunla üşüdüm bütün gece. İlk konuşan kaybedecekti. Horoz kaybetti.

| 11


A Y I N ayın annesi: Gülten Akın

ayın kan gölü: Paris

ayın yönetmeni: Onur Ünlü

ayın kitabı: Sadık Hidayet Kör Baykuş

E N L E R İ


E N L E R İ ayın şarkısı: Mohsen Namjoo Ey Zavallı Gönlüm

ayın yazarı: Gogol ayın şiiri: Bıktığım Şeyler ve Yeşil Fanila Didem Madak

ayın filmi: Orlando, 1992

A Y I N

ayın bekleneni: mirketler


KARGA HOSİYEN TEKÜR Yeni bir ev, dumanı tüten telaşlar, yemeği dışarıdan yemeler... Aynaya baktığında gördüğün aynı ama ayna değişik. Başını koyduğun yastık aynı ama yatağın konumu farklı. Sancılı ve tatlı süreçler. Bir bakıma kaymaklı kadayıf yerken, kadayıfın yarısındayken kaymağın bitivermesi ve kalan kısmın burun kıvırarak yenmesi gibi. Tuvalete alışmak ve onunla bütünleşebilmekse belki de en zoru. Denir ki “Gidemediğin yer senin değildir.” Bunu yanlışlayamam ama eksik olduğu aşikar. Biraz daha kesinlemek, bir çiviyle sağlamlamak gerekirse sanırım rahatlıkla şunu söyleyebilirim “Sıçamadığın yer senin değildir.” Ha deyince taşınamıyor insan. Bir şeyler mutlaka eksik kalıyor ya da bazı şeyler eskisiyle devam etmekte. Çamaşır makinesini kurup çamaşırları yıkama sürecini nihayetlendirene kadar okula yakası zift bağlamış gömlekle gitmek gibi kimi çirkin zorunluluklar yükleyebiliyor insana. Ne kadar hızlı davransan da internetin nakil işlemleri bürokratik bir hamle kadar yavaşlayabiliyor ve cep telefonundaki paketler, delici bir aletin temas ettiği kısırlık bulgur paketinin boşalması kadar hızlı. Hele bu taşınma işlemi, bir de dönem ortasında yaşanıyorsa iyi bir ev bulmayı geç ev bulmak bile bir mesele haline dönüşüyor. Bu nedenle kabaca yaşanabilir stnadardındaki bir evin boş olduğu görülünce eli çabuk tutmak gerekiyor. Elimizi çabuk tuttuk ve gözümüzü yumduk, çünkü yummasaydık evi tutmayabilirdik. Çünkü ev eski ve dolaplar leştir. Bu dolaplar bir de mutfak dolabıysa, çitileme kat sayısını artırmak gereklidir

DERGİ DEĞİL


Sürekli dışarıda yemek yemenin verdiği huzursuzluğu ve yemek yapmak eylemindeki keyiften mahrumiyeti önlemek için yapılması gereken bazı şeyler var: öncelikle ham madde, sonralıkla ocak, kap kacak ve bunların muhafazaa edileceği dolap ile hepsinin kapsayan mutfağın düzene girmesi. Mutfağın düzene girmesi genelinde, dolapların silinmesi özelinde dümene geçiyorum ve hikaye başlıyor. Öğlencilik de güzel şeymiş aslında. İstediğin saatte kalkıp okula gitmek ve rahat rahat tıraş olup kahvaltını yapabilmek, saat gece on bire yaklaştığında gözlerin kapanayazması durumuna düşmemek gibi. Evdeki anca dördüncü günümüzde mutfak dolaplarını temizleme fırsatına eriştik. Geciktik diyemeyiz, taşınmak ruhen ve bedenen yoruyor insanı. Suyla karışan domestosun o nahoş kokusu ve “Ya zehirlenirsem?” tedirginliğine karşı balkon kapısını ardına kadar açıyorum. Kapıyı açınca bir kez daha İsmetpaşa Parkı’nın ve sitelerden fırlayan yeşilliklerin güzelliğine tanıklık ediyorum. Bunu bir de yedinci kattan yapmak ayrı bir haz yaratıyor. Kafamı balkondan aşağı çıkarıyorum minik bir korkuyla ve o çok güçlü kendini yerçekimine emanet etme hissini yenip dolapları silmeye başlıyorum buz dolabının hemen yanındaki üst kapaklarla. İki kapağı bitirdikten sonra balkona temiz hava almaya gidip zehirlenme ihtimalini en aza indiriyorum. Derken oksijen beynime kadar ulaşıyor ve bir şeyi eksik yaptığımı fark ediyorum: temizlik yapıyorum ama müzik çalmıyor. Odama gidip bilgisayarımı mutfağa taşıyorum ve internetin olmadığını gösteren o soluk renkli çubuklarla kar tanesi, birkaç gündür internetten mahrum olduğumuz gerçeğini yeniden hatırlatıyor. Pes etmiyorum.

| 15


DERGİ DEĞİL


Birkaç gün önce Hüseyin’deyken Paganini’nin bir albümünü indirdiğimi anımsıyorum, seviniyorum. On altı parçanın tümünü seçip açıyorum çünkü başlanan bir temizliğin bitiş saatini hiç kimse kestiremez, biliyorum. Sandalyeye çıkıyorum ve ocağın üstündeki adeta yağ bağlamış dolapla cebelleşiyorum. O kadar kirli ki bedenine sahip olabilirim ama ruhuna asla. Birkaç silişten sonra sarı bezim karaya çalıyor ve suyunu yenilemek için aşağı iniyorum. Aynı anda balkondan bir ses geliyor. Uzanıp bakıyorum; kombi dolabının üstünde bir karga. Biraz zaman geçiyor ve biri daha, biri daha derken balkonda yedi karga konuşlanıyor. Karga bu nihayetinde, görmüş geçirmiş hayvan. Hiçbirinin I. Dünya Savaşı’nı görmediğinin garantisini veremem. Bu küçük korkuyla, yine küçük bir tedbir alıyorum ve kapıyı aralık hale getiriyorum. Bir haftadır ortada yokken bir anda peyda olmalarının sebebini açıklayamıyorum ve aklımda bu soru işaretiyle birlikte çekmecelere girişiyorum. Bilgisayarın şarjı bitiyor ve kapanıyor, haliyle müzik de kapanıyor. Bu sessiziliği kısa bir süre içinde bir seslilik izliyor. Kargalar bir bir ayrılıyorlar balkondan. Arkalarından bakıyorum ve temiz hava bir kez daha aydınlanmamı sağlıyor: Sanırım kargalar da Paganini’yi çok seviyor.

| 17


SALLANTILI GÜNLERDEN BİR ŞİİR DENEMESİ M. EMİN AKTAŞ/MAHFÌ Bir ikindi vaktiydi Kelimeler bana geldiğinde, Yağmur duralı on dakika olmamıştı. Terziler kepenklerini kapamış Pazarlar boşalmıştı. Kapımda içeri girmeyi bekleyen kelimeler Gürültülü anlamlarından kaçmıştılar, Üryandılar. Sessizce aldım içeri Islanmıştılar. Teker teker kuruttum her birinin Duman kokusu sinmiş saçlarını Sildim bedenlerini, doyurdum karınlarını. İçlerinde genç olanlar, çocuk olanlar vardı, İçlerinde dış dünyaya yabancı olanlar vardı. Çekingendiler Bu her hallerinden belliydi. Büyükler her ne kadar alışkınsa da Küçükler korkularını gizleyemiyordu. Tedirginlikleri gözlerinden okunuyordu. Belli ki insanlar onlara kaba onlara sert Belli ki yine duygusuz yine gayesizdi.

DERGİ DEĞİL


İllüstrasyon: Fatih KAYA Onlar suskundu, ben suskun Onlar kızgındı, ben kızgın Onlar bitkindi, ben.. Ben varlığını yoklukta bulan Yokların sokaklarını adım gibi bilen, Yokların yoğu...

| 19


BÜYÜKLERE MASALLAR: MİTOLOJİ SÜLEYMAN YILDIZ Hepimiz çocukken masallar diyarıyla haşır neşir olmuşuzdur. Mitolojiyi de büyüklere masallar olarak açıklamak pek de yanlış olmaz. Tabii ki mitolojik öğelerin içerdiği kültürel, dini, tarihi ve hatta coğrafi bilgileri de hiçe saymamak gerek. Son zamanlarda mitoloji ile ilgilenmek, okumak, araştırmak, izlemek, öğrenmek başlı başına bir hobi olarak kabul görmeye başladı. Düzenlenen seminerler, kurslar da mitolojiye duyulan ve giderek artan bu merakın işareti. Mitoloji, doğrudan ilgi alanınıza girmiyor olsa dahi, diğer pek çok sanatsal hobiye ilham kaynağı olması açısından önemli. Bu yazımızda biraz mitoloji merakınızı perçinlemek, biraz da mitolojiye halihazırda ilgi duyanlara pusula tutmak amacıyla kolları sıvadık. Mitoloji sonsuzdur. Tıpkı mitoloji merakı gibi. Ne kadar okusanız, araştırsanız, “Tamam, artık ben Yunan, Roma, bilmemnere mitolojisine hakimim” deseniz de, gün olur teyzenin biri size bir efsane anlatıverir. Daha önce hiç duymadığınız, okumadığınız. Mitoloji bitmek bilmeyen bir anlama merakıdır insanoğlu için. Anlama ve yaratma. İnsan topluluklarının hayata, doğuma ve ölüme, bilime ve ilime, felsefeye ve etiğe, varoluşa, doğaya ve doğaüstü olaylara dair sorageldikleri sorulara verilmiş cevaplardır. Her toplumun cevabı başka başkadır. Mitolojik zenginlik de buradan gelir tam olarak. Mitoloji nedir? Ne değildir? Ne işe yarar? Mitoloji kelimesi, Yunanca “mithos”, yani söylenen ya da duyulan söz, ve “logos”, yani konuşma, kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur. Mitolojinin ürünleri, yani aktarılan sözler veya söylenceler, Doğu dillerinde efsane olarak adlandırılmış, Batı dillerindeyse mit olarak kullanılagelmiştir.

DERGİ DEĞİL


Kısaca mitoloji, kültürlerin mitlerinin bütününü anlatan bir terim anlamına gelmekle beraber, bu mitlerin incelenmesi, kayda geçirilmesi ve yorumlanması bilimidir. Tam Türkçe karşılığı ise “söylenbilim” veya “söylencebilimi”dir. Akademisyen, yazar ve nadir Türk mitologlardan Yaşar Çoruhlu mitolojiyi şöyle tanımlar; “Gelecekteki düşüncelerin esin kaynağıdır mitler. din, felsefe, sanat, düşler mitlerin büyülü kazanında pişer. Başka inançlarla etkileşimin sonuçlarını, büyük tarihsel olayların imgelere yansımasını, ölüm, doğum gibi temel yaşamsal deneyimlerin insanın kendine ve dünyaya ilişkin tasarımlarında nasıl dalgalandığını... Bütün bunları mitoloji olmadan anlayamazdık.” Albert Camus ise vakt-i zamanında “Mitler, hayal gücü onları canlı tutsun diye vardır,” demiş. Bu durumda mitoloji kültürlerin bilinçaltının, rüyalarının ve hayallerinin simgeselleştirilmiş halidir desek yanlış olmaz. Biraz da mitoloji ile ilintili terimlerden bahsedelim. Örneğin, “mitografi”. Mitografi, mitlerin veya mitolojik öğelerin araştırılması, açığa çıkarılması, derlenmesi ve yorumlanması işidir. Mitografi ile meşgul kimselere “mitograf ” veya “mitolog” denir. Genellikle mitologlar kültürel antropoloji, kültürel sosyoloji ve tarih alanlarında uzmanlaşmışlardır. Mitoloji ile ilgili araştırmalar yapacak olursanız “mitos” terimi ile de karşılaşırsınız. Mitos mitlerin toplamı, derlenmiş ve ilişkilendirilmiş hali demektir. Mitoslar da birleşir ve “mitoi” oluştururlar. Çağdaş mitoloji de var tabii. Kulaktan kulağa yüzyıllardır anlatılagelmiş efsanelere mitoloji diyorduk hani, çağdaşı nasıl olur bunun? Meşhur fantastik kurgu yazarı J. R. R. Tolkien buyurmuşsa neden olmasın? Tolkien mitolojinin bilinçli üretimine “mitopoeia” adını vermiştir. Bu terim günümüzde mitolojik öğelerden esinlenerek yaratılan popüler fantastik kurgunun bir türü olarak kabul ediliyor.

| 21


Mitolojinin alt dalları Mitolojiye yeni başlayanlar kendilerine bir yol haritası çizmek isterlerse eğer, mitolojinin alt dallarını inceleyerek işe koyulabilirler. Mitoloji denen öylesine devasa bir deniz derya kı, çeşitli türlerle ilgili kısa açıklamalara yer vermenin işinizi kolaylaştıracağını düşündük. • Ritüel mitleri dini uygulamaların yapılışını, anlamını, ruhani sistemi, tapınma ve ibadet eylemlerini açıklar. • Köken mitleri gelenek, isim, inanç, ritüel, nesne veya canlının kökenini açıklar. • Kült mitleri bir ilahın veya kutsal kabul edilen bir varlığın gücünü gösteren kutlamaları açıklar. • Prestij mitleri ilahlar, kutsal kabul edilen varlıklar veya topluluklar, kahramanlık hikayeleri ve şehirle ilgili efsanelerdir. • Eskatolojik mitler dünyanın sonunu ve hatta büyük finalden sonrasını anlatır. Kıyamet ile ilgili kavram, işaret ve olayları açıklar. • Teogonik mitler tanrıların oluşumundan, aile ilişkilerinden ve soy ağaçlarından bahseder. • Kozmogonik mitler evrenin oluşumu veya yaradılışına dair efsaneler içerir. • Antropogonik mitler ise insanın oluşumunu veya yaradılışını anlatan bir türdür. Bölgelere göre mitolojiler Yeni başlayanlar ayrıca ilgilerini çeken kültürlerin mitlerine odaklanarak da meraklarını giderebilirler. Mitoloji Yunan ve Roma’dan ibaret değil ki... İşinizi biraz daha kolaylaştırmak için kapsamlı ve zengin mitolojileri coğrafi bölgelerine ayırarak listeledik. Buyrun:

DERGİ DEĞİL


• Asya Mitolojisi: Budist mitoloji, Çerkes Mitolojisi, Hint Mitolojisi, Japon Mitolojisi, Pers Mitolojisi, Türk Mitolojisi • Avrupa Mitolojisi: Girit Mitolojisi, Katalan Mitolojisi, Kelt Mitolojisi, Roma Mitolojisi, Slav Mitolojisi, Yunan Mitolojisi • Avustralya Mitolojisi: Aborijin Mitolojisi • Güney Amerika Mitolojisi: Aztek Mitolojisi, İnka Mitolojisi, Maya Mitolojisi • Kuzey Amerika Mitolojisi: Eskimo Mitolojisi • Orta Doğu Mitolojisi: Arap Mitolojisi (genellikle İslam ve İslam öncesi olarak ikiye ayrılarak incelenir), İbrahimi Mitoloji (genellikle Yahudilik ve Yahudilik öncesi olarak ikiye ayrılarak incelenir ), Mezopotamya Mitolojisi (Sümer, Asur ve Babil Mitolojilerini içerir), Ezidi Mitolojisi, Kürt Mitolojisi Mitoloji nasıl öğrenilir? Mitolojinin keyfine varmanın yolu araştırmaktan geçiyor. Yazılı kaynaklar mitoloji meraklılarına oldukça geniş bir yelpaze sunması bakımından merakınızı gidermenin en iyi yollarından biri. Ayrıca pek çok belgesel ve kurmaca filmden de mitolojik bilgiler edinmeniz mümkün. Mitoloji meraklılarının oluşturduğu sosyal gruplar, düzenlenen seminerler, kurslar ve internet alemindeki sayısız ortam da sizi bekliyor. Son olarak, yaşadığınız veya ziyaret ettiğiniz şehirlerin arkeoloji müzelerini bir de mitoloji merakınızı yanınıza alarak ziyaret etmenizi öneriyoruz. Mitolojik repertuarınızı genişletecek tarihi kalıntılarla ve bunların işaret ettiği efsanelerle tanışın.

| 23



CİHAN KIRBIYIK


İYİ UYKULAR YA DA ÇOK YAŞA BURAK ÖZBAYKUŞ

Fotoğraf: Demet KÖROĞLU

DERGİ DEĞİL


Uyudun mu? Hadi bir şeyler anlat Konuş Vır vır et Birilerini çekiştir Ağrının şiddetini tarif et Ağrı'nın plakasını söyle Rakımı kaç mesela Ben rakımı buzsuz sek severim Ama soğuk olacak Ben sarılır ısıtırım sırtını Konuş be kadın dilini mi yuttun Bu saatte uyumazsın sen. Uyuma Bu saatler uyumak için değil Saatlerle bir alıp veremediğim yok Sadece uyumak saçma geliyor Saçma geldiği halde Uyumadığım için saçmalıyorum Sen de uyan ortaklık kuralım Anonim saçmalık ltd. Bir kişi saçmalayınca delilik diyorlar İkimiz bir saçmalığı savunabiliriz Uyan ve yaşasın örgütlü mücadelemiz Uyanmadığın her dakika Daha çok kan kaybediyor Bu saçma dava

| 27


Ay henüz tepedeyken ve karanlıkken Hala saklanabilir herşey Güneşle birlikte önüm arkam sağım solum Sobe Ebe Yok deve Hapsolmalı herşey Tüm günahlar dahil Sevapları başkaları düşünsün Onların işi zor Hesaplamak zorundalar iyiliğin kuruşunu Hangi tartı doğru söylerki; Bir kilo demirin bir karıncanın ölümünden daha ağır olduğunu Mesele manada yani Maddenin yapı taşları dökülmeye başladı Yağmurlar aktıkça yanaklara Hızla düştü ayak parmaklarına Cennetin üstünde annemin ayakları var. Hadi uyan artık Satıyorlar elimizde ne var ne yoksa Elimizde bir tek saçmalama özgürlüğümüz var Saklayalım onu bir taşın altına Her taşının altından olduğu İstanbul’u da yedi uyanıklar Uyan, yedirmeyelim barışı Yavaş yavaş aç gözünü

DERGİ DEĞİL


İyi geceler de Nasıl? İyi uyuyamaya bildin mi? de Ooo saat de epey erken Hiç bir yere geç kalmamak için muhteşem bir zaman Git kendine bir kahve koy Gelirken de sigaramı al halının altından, tozlanmasın Çok güzel uyuyordun yakamadım Şimdi tellendireyim iki nefes Nasıldım Hoşuna gitmediyse tekrar yapalım Kapat tekrar gözlerini Kahvenin geldiği toprakları düşün Kokusunu bile bilmedikleri Bu uyku kaçıran meredi toplayan Kaçakçı Kolombiyalı elleri Belki bir ilgisi vardır Bu kaçma kovalamacanın uyku ve uyuşturucu ticaretiyle. Kime söylüyorum Hoop uyuma Ya da hiç uyanma Ben bir delik bulup gizleneyim Kimseler görmesin deliliğin Gizli mabedini İyi uykular ya da çok yaşa.

| 29


SİNEM ÇAKMAK



YAZMA O ZAMAN BEKLİYOR İNSAN MUHAMMET EMİN AKTAŞ

Yazma, O Zaman Bekliyor İnsan! Eskinin beklemelerini özlüyorum! Beklemenin bekleme olduğu vakitleri yani, günlerce, aylarca hatta yıllarca süren beklemeleri özlüyorum. Kısa mesajların, sosyal medyanın bizlerden aldığı beklemeleri... “Neredesin” şeklinde atılan kısa mesajlara yarım dakika içinde döndüğümüz beklemeleri değil, “O gemi bir gün gelecek!” diye her gün el salladığımız beklemeleri özlüyorum. İşgal edilmemiş zamanları istiyorum. Sekiz yaşına dönmeyi ve bir kış gecesi ailemle izlediğim “Vizontele”yi yine aynı huzur ve heyecanla izlemek istiyorum. İki dakikada bir bildirim var mı diye telefonumu kontrol etmeden, telaşsız, umarsız gülmeyi, duygulanmayı istiyorum. Ertesi gün arkadaşlarıma izlediğim filmden aklımda kalan sahneleri anlatmayı, “krıstin ama ‘c’ ile yazılıyor, crıstin şeklinde” repliğini hatırlamayı istiyorum. Biliyorum imkansızı istiyorum.

DERGİ DEĞİL


Artık bunların hiç bir önemi kalmadı, istediğimiz filmin istediğimiz sahnesine hemen ulaşabiliyoruz. Bunu yaparken de telefonumuzu yanımızdan ayırmamıza gerek de yok! Zira her an bildirim gelme ihtimalini göz önünde bulundurmak zorundayız. Ama boş verin bunları, bu söylediklerim, değişen toplumun kaçınılmazı, sosyal eleştiride bulunmayı bırakalım. Eğer varsa vaktiniz, gelin sizlere “Vizontele” filmlerinden bahsedeyim. Yılmaz Erdoğan’ın muazzam eserlerinden. Samimiyetin, tatlı komik cehaletin, hayatın gerçekçi ve dramatik yönlerinin gözler önüne serildiği filmlerden.

| 33


İki binli yılların başındayız, ben sekiz ya da dokuz yaşındayım. Ülke yine çalkantılı. Malum koalisyonlar, ekonomik krizler falan. İnsanlar da memleketten pek farklı değil. Ama şimdiye nazaran daha konuşkan, daha bir hayat dolu. Ekranlara bağlı değiller yani! O zamanlar öyle bir zamanlar ki, ailece oturulup film izlemek bugünkü gibi anormal falan değil. Bugün ismini hatırlamadığım bir televizyon kanalında “Vizontele” veriliyordu, hem de “Tv’de İlk Kez” reklamıyla. Karar verdik, bu gece de bu filmi izleyelim dedik ve başladık izlemeye. Zaman nasıl geçti, annem sobayı kaç defa harladı bilmiyorum! Kendimi öylesine filme kaptırmışım ki, hiçbir şeyin farkında değilim. Filmdeki oyuncuların konuşmaları, giyimleri öylesine tanıdık ve sempatik ki, sanki hepsiyle kırk yıllık dostum, yarenim gibi, sanki o gece hepimiz o evde berabermişiz gibi. Filmin geçtiği şehir yaşadığım yerden farksız. İnsanlar dost, arkadaş, kardeş... Kimisinin deli, kimisinin de şeyh dediği “Emin” bisikletiyle “Hocam” dediği belediye reisinin yanına heyecanla geliyor, “Siti Hanım” demir leğende torunlarını yıkıyor. Ah Siti! Rifat’ın gitti de gelmedi askerden değil mi? Tam da “Vizontele”nin çalıştığı gün, Kıbrıs’ta şehit düştüğünü öğrendin değil mi? Susmak hakkın senin ve sus. Sustun da. Sonra köy imamının “şeytan icadıdır o” dediği Vizontele’yi oğlun Rifat’ın yerine gömdürdün. Hey Emin, Deli Emin! ellerin nasıl titredi kim bilir vizonteleyi gömerken. Sanki yarinden, sevdiğinden ayrıldın. Peki Rifat’ı seven o güzel ne yapsın? O sahiden ayrıldı yarinden, yetmedi başkası ile evlenmek zorunda kaldı! Şimdi söyle bana Emin, kimin derdi daha taydır? “Tubaa” deme bana Emin.

DERGİ DEĞİL


GULYABANİ ONUR TUTAR Tütüncü masasında uyukluyordu. İçeride gereğinden fazla ışık vardı, tütüncünün bu ışık altında uyuyabildiğine şaşırmadığımı söylersem yalan söylemiş olurum, ki bunu hiç sevmem. Tütüncü, kapının çıkardığı cıyak sesine uyandı ve böylece kısa,düz bir o kadar gösterişsiz alışveriş sohbeti başladı. -Buyurun? - İyi akşamlar Adıyaman tütününden istiyorum, beş liralık ver. -Yumuşak içim mi? Orta içim mi ? - Sert var mı ? -Var. -Sert olsun o zaman. Tütünümü alıp çıktım o küçük, bol ışıklı dükkandan. Yan tarafındaki dönerciden buram buram et kokusu gelmeye başladı. Tuhaf ama canım hiç istemedi. Tek yapmak istediğim bir süre yalnız kalmaktı. Gördüğüm ilk bara attım kendimi. Saat yarımı geçiyordu. Barda, hareketlerinden sevgili olduklarını anladığım çiftten başka kimse yoktu. Barın tenhalığından cesaret alarak tek kişilik masalar yerine üç kişilik geniş masaya oturdum. Barda, barmenden başka çalışan kimse kalmadığından ona seslenerek bir yetmişlik istedim. Çok geçmeden geldi biram. İlk yudumu aldıktan sonra tütünümden bir dal sarmak gibisi yok. ‘Bira ve tütün.. Tanrıların insanlara verdiği en büyük mucize değil de nedir?’ diye geçirdim içimden. Tütünden aldığım her nefesten sonra bir yudum bira, ben, masa, hoparlörde çalan saçma sapan bir müzik... Ben kendi halimde iç huzurumu yaşarken (körelme de denebilir buna) bardan içeri bir gulyabani girdi.

| 35


Üstü başı yırtık, paltosunun ön düğmeleri yanlış bağlanmış, gözlerinin altındaki mor halkalar neredeyse dudağına gelmiş, kaşları kirpikleriyle birleşmiş, bıyıkları tütünden sararmış bu adam, bardaki neredeyse tüm masalar boş olmasına rağmen benim tam karşı sandalyeme kuruldu. Ses etmedim. Elinde bir şişe uzo vardı. Uzoyu açıp bana uzattı. Önümdeki birayı kendine doğru çekti.

İllüstrasyon: Tomaso

DERGİ DEĞİL


-Seni bira iyi etmez. Al iç, Uzo. Senin ilacın bu. Bira olayı bende merak etme. Beni tanımamasına rağmen benimle senli benli konuşuyor, bana karşı emir cümleleri kuruyordu. Normalde tahammül edebileceğim bir durum değildi bu. Ama o an içimden terslemek gelmedi adamı. Hiçbir şeyi düşünmek istemiyordum. Ayrıca Uzo’yu severdim. Su katmadan bir yudum aldım.Ve gulyabani ile başladı düz, bir o kadar gösterişsiz sohbetimiz. -Uzo iyiymiş. Eyvallah. - Seni tütüncüden çıkarken gördüm. Bir tutam verir misin bana da? - Al buyur. Adam tütünü kağıda sarma girişiminde bulunmadı. Olduğu gibi ağzına atıp, çiğnemeye başladı.

| 37


-Genç adam, aklında bulunsun tütün içilmez. O içtiğin dumanı, tütün ciğnenir. Tütün, hayat gibidir. Hayatı öyle ciğerlerine dolduramazsın anca tütün gibi ağzında geveler durursun. Hayatın içinde yaktığı ateşin dumanıyla idare edersin. Çoğu zaman bunun farkında bile değildir insan. Sürekli koşturup durur bir yerle. Para için, kadın için falan falan işte. Mevkiler satın alınır ama hayatı nah alırsın. Sorsan herkes bulmuş yolunu. Aman işte yol dedikleri düzlüğün sonu da lağıma varıyor haberleri yok peh. Ha bu arada benim adım Gogol. Şu çantanın içindeki mavi kaplı kitabın yazarıyım. Benim için pek önemi yok da kendimi tanıştırayım dedim. Sonra ‘ne kaba herif ’ deme arkamdan. Ya da de çok umrumdaydı sanki. - Pardon? Gogol mu? Dalga mı geçiyorsun ? Tamam eyvallah, güzel konuşuyorsun, itirazım yok da. Sen kaç tane içtin bugün ? Ayrıca çantamdaki kitabı nereden biliyorsun ? - Sana ne ? Ya amma çok soru soruyorsun. Sohbet ediyoruz burada. Tartışmanın bir faydası yok. Karşımdaki adam kim olursa olsun fikri olan bir insandı. Üstelik Gogol deyince, Google diye anlayan insanlardan değildi. Saygı duyup konuşmasını dinlemeye devam ettim. -Sana demem odur ki genç adam, yaşamında hep yalnız kalabilirsin. İnsanları suçlama bu yüzden çünkü bu senin tercihin. Kim dedi adam sana, benim gibi kaçıkları oku diye ? Yaşayıp gitseydin. Herkesin güldüğüne gül, herkesin ağladığına ağla. Al sana toplumun ideal insanı. Ne diye kurcalıyorsun ? - İyi de ben şikayetçi değilim ki bu durumdan. Yalnızlık benim tercihim, biliyorum.

DERGİ DEĞİL


- O zaman güzel. İç iç , uzoyu elinde tutasın diye vermedim sana. Öyleyse bak ne diyeceğim, haziranın sıcağına, ocağın soğuna laf etmezsin. Seversin onları. Bir şekilde baş edersin onlarla. Ama sonbaharda ne halt yiyeceksin ulan ? Hayat sonbahar gibi işte hem sıcak hem soğuk ikisi bir arada. Ne giyeceksin ? Hayat, üstene ne giyersen giy, önünde sonunda seni ya pişirir, ya dondurur. Mesele onun karşısında ne yapacağın. Pes edip, gördüğün ilk kafeye girecek havaya göre bir şeyler mi içeceksin ? Yoksa yılmayıp yoluna devam mı edeceksin ? Tercih senin. - İkincisini yaparım. - Çok net cevaplar veriyorsun. Samimi misin yoksa goy goy mu yapıyorsun? -Öyle bir halim mi var ? - Yok, sinirlenme hemen. Üzüldüm sana, ne yalan söyleyeyim. Zor günlerin olacak çok zor günler... Ama benim yaşıma gelip, bir gencin karşısına gulyabani gibi oturunca içinden ‘iyi ki pes etmedim’ deyiverisin. Belli mi olur ? - Kardeş uyan. Kapatıyoruz. Barmenin sesiyle uyandım. Genç çift gitmişti. Saat ikiyi geçiyordu. Barda barmenden ve benden başka kimse yoktu. Birden aklıma, Gogol olduğunu söyleyen gulyabani geldi. -Ya benim masada yaşlı bir adam vardı. Nereye gitti o ? -Ne adamı kardeşim ? Bir yetmişlikle sarhoş mu oldun ? Kapatıyoruz birader. Uğraşamayacağım hiç. Ses etmedim tütünümü sardım. Hesabı ödedim. Çantamı koluma taktım. Yol boyu tütünümün dumanını içime çektim.

| 39


KIZILCIK AYŞE İREM Harflene harflene örülüyordu cümle ve seslenile seslenile içte yankı yapıyordu. Aklın yansısı halinde kağıtta mevcut oluyor ve yüreği elleyen parmaklar gibi uzuyordu. Aynaya bakınca gördüğün şey olmuyordu, dilde çevirdiğinde ağzında kalan tat oluyordu. Yiyordun, emiyordun; yutup yine sen oluyordun. Senden birkaç tane, içinde sen saklıyordun.

Bir gün sordular Hidayet'e, "Niçin yazarsın?"

"...ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir." dedi. "Duvardan eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme. İşte onun için denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır başkalarıyla bütün bağımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum." Bir kibrit çak. Damlamsı bir mum ışığında uzayıp giden duman gibi girift suretler belirir. Yalnızlığın karnından aydınlıkla kararan vücutlar doğar. İşte böyle bölünürsün teker teker... Kalabalık meydanında kendine çarpar durursun...ve Hidayet havagazıyla ölmeye niyetlenmiş olduğunda ışığını söndürmüş, gölgelerini, içinde biriktirdiği kör baykuşlarla toplayarak onları Allah'a emanet etmişti. Şimdi, suya batırıp boyaya buladığın fırçanın ucundan bir damla sallansın. Üşür gibi titresin ve aklığa leke sürsün. Tam da o sırada başından kopan bir saç teli ağır ağır ayaklarının dibine düşsün. Sağ elini kıpırdattıkça şirazesine çarptığın son basım siyah kitabın üstünde Cemal Süreya yazsın ve son yudumu soğumuş kahvenin, ağzı kırmızı dudaklarının iziyle imzalanmış kağıt bardağı şöyle bir köşede unutulup gitsin. Şakağını tut, gözlerini kapat ve kaşlarının ortasından alnını ikiye bölen bir çizgi yükselsin. Dur...ve resmimize bir bak! Tasavvur ettiğin gibi, kelimenin çizdiğidir edebiyat.

DERGİ DEĞİL


İllüstrasyon: Burak ALP

Bir kere zikredilince kapından sızan, hatırının döşeğinde kıvrılıp kalmış, sayıklayarak uyuyan kelimelerin... Yine bir gün hissinin aksi Mahfi'nin nazmına vurmuş. İkindide de yaşlar camlara saplanıyormuş. Çalınan zilin yanı başında çıplak, ıslak, aç, şairine muhtaç kelimeler... İçeri girmişler. Doymuşlar, kurumuşlar, mısralarda oturup soluklanmışlar. Şiirlenip kadın olmuşlar, şaraplaşıp kadehlere konmuşlar. Bir olgunluktur, pişmişliktir, yürümüş gitmiş dizgelerde... Mahfi, kelimelerine pek misafirperverdir. Yazmak, yazmak... Kızılcıktır. Edebiyatın mutluluğu buruk bir meyvedir, kimi zaman da kan kusup şerbetini içtiğin yalanıdır. Fakat marmelatı da çok güzeldir. Yüreğini, kekreliği şekerle gizli bir lezzete banıp göğsüne takıyorsun. Biz yazınca, sen okumaya sevdalanınca öyle oluyor. Şimdi nasıl anlatayım sana yazmayı, ne desem boş! Böyle, şey gibi... Ne bileyim, öyle bir şey işte...

| 41


SEZGİN KILIÇASLAN

Bugün bir çocuk tanıdım. Adını sordum Ali Eren diyemedi. Ama yaşını biliyor kerata, bir kerede dört dedi. Gerçi dördün ne olduğunu da bildiğinden emin değilim ama… Bir annesi vardı Ali Eren’in, bir de ömrünün yarısına sığdırdığı öksüzlüğü. Babası o henüz iki yaşındayken bir trafik kazasında, sola dönerken sola bakması gereken ama sola hiç bakmayan bir şoförün tamponunun on metre ilerisinde can verdi. Takdiri ilahi tabii, elden ne gelir(!) Mademki İlah sanayi devrimini takdir etmişti, Ali Eren’in öksüz kalmasında ne sakınca olabilirdi ki. Babası öldüğünde iki yaşındaydı Ali Eren, bir babanın ne demek olduğunu hiç bilmedi. Babasını hiç bilmeyen bir öksüzün baba yoksunluğu duyup duymayacağını bilmiyorum. Sonuçta doğuştan kör olan biri maviye ihtiyaç duymaz, onun gökyüzünü görmeye ihtiyacı vardır bütün ihtişamı ile fırtınalı, karlı ve gri olsa bile ama pek çok şeyin yoksunluğunu duyduğunu elini tutup bakkala götürdüğümde anladım. Çocuklara özgü o doyumsuzluğunun yanında bir arsızlığı da vardı. Hani her gördüğüne saldıran şu haşarı çocuklardandı. Fakat ne kadar arsız olursa olsun aldıkları üç kuruşu geçmedi garibimin. Hani bu kadar mı dediğimde kalakaldı. Dönerken sıkı sıkı tuttu ellerimi, aldıklarının hakkını vermek ister gibi, yola hiç çıkmadığından, evde hep uslu durduğundan bahsetti bana. … Mahmut Amca’yı da anlatmak istiyorum size bir de. Samsun’un sınır kasabalarının birinde kahveciydi Mahmut Amca. Beş yaşlarında tanımıştım ve ben tanıdığım sıralarda hiç çocuğu da yoktu sanırım. O sıralar her hafta giderdi babam o kasabaya mal almak için, bazen beni de götürürdü yanında. Beni Mahmut Amca’ya emanet edip kendi köylüleri gezerdi. Ocağın arkasına bir tabure atardı Mahmut Amca, beni de o tabureye oturtur, gözünün önünden ayırmazdı.

DERGİ DEĞİL


Babam bazen geç gelirdi, beraber yerdik yemeği; asla bitiremeyeceğim kadar çok ızgara et söylerdi hep. Benim içtiğim oraletle kolaları babamın hesabına katmaz, giderken bir öpücük almadan da salmazdı beni.Bir keresinde elimi tutup oyuncakçıya götürmüştü beni. O gün bana verdiği şeyin sadece plastik bir tabanca olmadığını bugün yeni yeni anlıyorum. O bana hayal edebileceğim, bu hayalin içinde polis olabileceğim, asker olabileceğim, kovboy olabileceğim; dünyayı da kainatı da insanları da kurtarabileceğim yepyeni bir bakış açısı vermişti. Mahmut Amca bana hayal gücümü verdi. Bugün Ali Eren’in elini tutup da bakkala götürürken, aslında Mahmut Amca olmak istediğimi fark ettim. Sadece o sene gördüm Mahmut Amca’yı, daha sonra da iki çocuğu olmuş sanırım. Ben askerdeyken de ölmüş. Ama eminim ki Mahmut Amca’nın ölümü, kuru bir yaprağınki gibi dağılıp gitmek olmayacak asla. Hiç görmediğim iki çocuğunda yaşamasa bile benim içimde bir yerlerde hep yaşayacak Mahmut Amca … Ali Eren’in hikayesi önemli. Hatta sizin okuduğunuz giriş-gelişmesonuçtan ibaret hikayelerden çok daha önemli. Çünkü Ali Eren’in hikayesi henüz yazılmadı. Ve sizler Ali Eren’in hikayesi içinde sıradan bir tip de olabilirsiniz, önemli bir karakter de ve hatta biraz gayret gösterirseniz kahraman olmanız bile mümkün. Unutmayın, kaderi yazmayı yalnız Tanrı’ya bırakırsanız, satır aralarında atladığı boşluklara düşebilirsiniz bir gün pekala.

| 43



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.