02
Çok yönlü bir sanatçı:
Zülfü Livaneli
Müzik
Röportaj
Gazeteci-Yazar Nuriye Akman
13
Selçuk İletişim Ocak-Şubat 2015 / Sayı: 149
14 Sinema Sanatçısı Mustafa Uzunyılmaz
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
“Her kentin kendine özel mimarîsi var”
Ali Şahin, Konya’nın gururu oldu
S
elçuk Üniversitesi’nde konuşan Kent Bilimci Prof. Dr. Ruşen Keleş, son yıllarda kentlerin görünüşünün son derece kötü bir duruma getirildiğini vurgulayarak, Konya’nın da bu konuda yüksek binalara teslim olduğunu dile getirdi. İstanbul ve Ankara gibi büyük ve kalabalık kentlerin beton yığınına dönüştüğünü anlatan Keleş, kentlere de tıpkı insanlara verildiği gibi kimlik ve TC Kimlik Numarası verilmesi gerektiğini savundu. Her kentin kendine özel bir mimarîsi olduğuna dikkat çeken Keleş, kent mimarîsinin bu kimliklerle koruma altına alınması gerektiğini ifade etti. Keleş, valilerin ve belediye başkanlarının sanata bakışının değişmesi gerektiğini belirtti. \ Şehir 6
Kan davalarında azalma görülüyor
T
emelinde sosyal ve ekonomik pek çok sebep bulunan ve toplumsal barışı önemli ölçüde zedeleyen kan davalarında son yıllarda azalma söz konusu. Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mahmut Kaya, kan davalarının temelinde genel toplumsal yapıyla bütünleşmeme, ekilebilir toprak azlığı ve dolayısıyla sık arazi anlaşmazlığı gibi nedenlerin olduğunu dile getirdi. Kan davası sürecinde insanların ekonomik etkinliklerden geri kaldığını, eğitim imkânlarından mahrum kalabildiğini ifade eden Kaya, değişen sosyal, ekonomik koşullar, kültürel norm ve değerlerin etkisiyle kan davalarında azalma söz konusu olduğunu belirtti. Araştırma/İnceleme 8
Bayan Futbol Takımı’nın hedefi ikinci lig
S
elçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksek Okulu Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümü’nde Öğretim Görevlisi ve Türkiye Taekwondo Milli Takımlar Teknik Direktörü Ali Şahin, yaklaşık 52 bin kişinin katıldığı anket sonucunda 2014 yılında dünyanın en iyi antrenörü seçildi. Dünyanın en çok takip edilen taekwondo sitelerinden MasTKD’nin 2014 yılının en iyilerini belirlemek için düzenlediği ankette yaklaşık 52 bin kişi oy kullandı. Antrenör-Erkek Kategorisinde yüzde 23’lük oy oranıyla ilk sırada Ali Şahin yer aldı. İkinci yüzde 22’lik oy oranıyla Meksika Milli Takımı’nın Güney Koreli Antrenörü Bang In Young olurken, yüzde 18’lik oy oranıyla Rusya Milli Takımı’nın Antrenörü Stanislav Khan ise üçüncü oldu.
HEDEF 2016 RİO DE JANERİO OLİMPİYATLARI Öğretim Görevlisi Ali Şahin, yaptığı açıklamada “2012 yılında zirve yapan Türk taekwondosunun başarılarını artırarak, bu sporu daha ileriye taşımayı hedefliyoruz. Uzun yıllar süren planlı çalışmalarımızın karşılığını 2012 Londra Olimpiyat Oyunları’nda 1 altın ve 1 gümüş madalya kazanarak almıştık. Şimdi bu başarıları korumak ve daha ileriye götürmek istiyoruz. 2016 Rio de Janeiro Olimpiyat Oyunları için süre azalıyor. Bu doğrultuda 2015 yılını en iyi şekilde değerlendirerek, ülkemizi en iyi şekilde temsile devam etmek istiyoruz.” dedi.
Yılında En İyi Bayan Sporcu İspanya’dan Eva Calvo Gomez, En İyi Erkek Sporcu Man of Isla’dan Aaron Cook, En İyi Bayan Antrenör Fransa’dan Myriam Baverel, En İyi Bayan Takımı Fransa, En İyi Erkek Takımı Meksika seçilirken, En İyi Bayan Hakem ödülüne Libya’dan Julie Dib, En İyi Erkek Hakem Ödülüne ise Avustralya’dan Maher Magableh layık görüldü.
SPORCULAR ve TAKIMLAR DA SEÇİLDİ Düzenlenen ankette Taekwonda’da 2014
Selçuk’tan köy okuluna yardım eli Selçuk Üniversitesi Etkileşim ve Uzlaşım Topluluğu ‘7 yaşında bir kardeşin olsa ne hediye ederdin?’ sloganıyla topladığı kırtasiye malzemelerini Erzurum Pasinler’de bir köy okuluna gönderdi. / Üniversite 03 Yerel gazete okuyana çeyrek altın Basın İlan Kurumu Afyonkarahisar Şubesi,
kentte yerel gazete okunurluğunu artırmak için ‘Gazete Oku Çeyrek Altın Kazan’ projesini yaşama geçirdi. / Medya 12
Konya İdman Yurdu Bayan Futbol Takımı, oynadıkları 6 maçın hepsini kazanarak devre arasına lider girdi. Attığı 49 golle dikkat çeken Bayan Futbol Takımı, ikinci lige çıkmayı hedefliyor \ Spor 15
www.selcukiletisim.selcuk.edu.tr (0332) 223 37 07
02/ Ocak-Şubat 2015
röportaj
selçukiletişim
Gazeteci – Yazar Nuriye Akman:
“Gazeteciliği röportajcı olmak için seçtim” Gazetecilik mesleğine 1982 yılında Milliyet gazetesi arşiv servisinde başlayan Nuriye Akman, 20 yılı aşkın bir süre Milliyet, Hürriyet, Sabah ve Zaman gazetelerinde unutulmaz röportajlara imza attı. 1998 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin röportaj dalında başarı ödülünü alan Akman’ın yayımlanmış dört romanı bulunuyor. Bir süre televizyon gazeteciliği de yapan Akman, Zaman gazetesinde köşe yazarı olarak mesleğini sürdürüyor. Gazetecilik eğitimi almaya başladığı zaman röportajcı olmayı hedeflediğini belirten Akman, röportajcılığın püf noktasının cesur olmak ve soru sorulan insana karşı kendisini borçlu hissetmemek olduğunu dile getirdi
Kıvanç UĞUR
G
azetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksekokulu mezunusunuz. Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisinden kamu yönetimi yüksek lisans derecesi aldınız. Çalışma yaşamınız, Sümerbank Genel Müdürlüğünde başladı. Bürokrasiden gazeteciliğe geçişiniz nasıl gerçekleşti? Sümerbank o vakit devlet dairesiydi. Halkla İlişkiler biriminde çalışıyordum ama kendimi asla memur olarak göremiyordum. Elbette ki gazetecilikteydi gözüm. Nihayet Milliyet gazetesinde gördüğüm bir iş ilanına cevap verdim. Mülakata alındım ve arşiv servisinde işe başladım. 12 Eylül’ün hemen ardından Milliyet gazetesinde işe başladınız. O günkü gazeteciliğin fotoğrafını çekmeniz istense ne söylersiniz? Biraz evvel de söylediğim gibi Milliyet’te önce arşiv servisinde çalıştım. Sonra “Milliyet Hizmetinizde” adıyla okur mektuplarında dile getirilen sorunları araştırıp cevap yazan bir bölüme geçtim. Muhabirlik ve yorumculuk yapmadığım için kişisel olarak sıkıntı çektiğimi söyleyemem. Tabii ihtilal yıllarıydı, açık ve yaygın sansür ve asker korkusu vardı. Gazeteler sık sık kapatılıyordu. Ben henüz çömez olduğum için macera dolu bir film gibi seyrediyordum olayları ve meslektaşlarımı. Biraz da kıskançlıkla tabii. Neden sahnede değilim diye… Mesleğe ilk başladığınız yıllarda röportajcı olma düşünceniz var mıydı? Gazetecilik okumaya başladığım an vardı bu fikir. Mesleği bu yüzden seçtim diyebilirim. Çünkü hep soru soran bir çocuktum. Ama kendime, ama başkalarına, soru formatında düşünmeyi seviyordum. “DUAYENLİK ZİHİN DÜNYAMDA YOK” 25 yıla varan röportajcılık yaşamınızda duayen ve marka bir isim olma yolunda hangi aşamalardan geçtiniz? Duayenlik ve marka olmak gibi kavramlar benim zihni dünyamda yok. Ayrıca zaman anlayışım döngüsel olduğundan ilerisi gerisi gibi aşamaları kavrayamıyorum. Her şey birdenbire oldu gibime geliyor. Şansım, galiba Emin Çölaşan’ın Hürriyet’te röportajcılıktan köşe yazarlılığına geçmesiydi. Ben haber müdürünün
sekreteri olarak başladığım Hürriyet’te bir süredir muhabirlik yapıyordum. Röportaj yapma izni istedim genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök’ten. Getirdiğim ilk işten sonra hayallerime kavuşmuştum. Sonrası çok çalışmak, çok yönlü okumak… Nuriye Akman, röportajı nasıl anlamlandırıyor, sizin röportaj anlayışınız nedir? Cesur olmak, aidiyetsiz yani borçsuz hissetmek soru sorduğun insana karşı. İşin püf noktası bu. Ama bazen sen böyle hissedersin de çalıştığın mecra buna uygun davranmaana izin vermez, o zaman röportaj olmaz o iş. Özgürlük birinci şartsa ikincisi hem dilde hem kavrayışta derinleşebilmek. İyi soru sormakla bitmiyor iş, psikolojiyi yönetmek ve dağlar kadar olan sözel malzemeyi anlamını yitirmeden özetleyebilmek… Bu ölçülerde hassasiyet gösterilmiyor ne yazık ki. Röportajcılık yaptığınız dönemde konu ve konuklarınızı seçerken hangi ölçütleri esas aldınız? Gündemde öne çıkanlar ile geri planda durup gündem yaratabilecekleri seçmeye çalıştım. Bazen de sadece kendi merak ettiklerimi seçtim. “SINIRILARI ZORLAMAK HEYECANLI” Gerçekleştirdiğiniz röportajların bir kısmını topladığınız “Mayın Tarlası” isimli eserinizin kapağında “sınırı zorlayan sorular” ifadesi yer alıyor. “Sınırı zorlayan soruları” sormak nasıl bir duygu? Bazen satranç oynamak gibi, bazen atla av kovalamak gibi. Heyecanlı kısacası. Zorluk işin zevk kısmıdır. Kuyudan su çıkarıyorsun. Karanlıkta bir mum yakıyorsun. Daha ne istersin. Konuklarınızın “sınırı zorlayan sorular” konusunda tepkisi ne oluyordu? Röportajı yarıda kesen konuğunuz oldu mu hiç? Oldu tabii. Defalarca. Demek ki her zaman psikoloji yönetilemiyor. Tasımızı tarağımızı toplayıp ağlayarak çıktığımız da oldu, savaşa devam ettiğimiz de. Zorlukla kolaylık iç içedir bazen biri bazen öteki öne çıkar. Medyanın mülkiyet yapısı, “sınırı zorlayan sorular” sormanıza engel teşkil etmedi mi? Ettiği de oldu, etmediği de. Elimizden gelenin
editörden editörden ‘10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nün ardından…
10
en iyisini yapmaya gayret ettik. İşin adı tuzu kaçmaya başladığında da çekildik kenara. Gerçekleştirmiş olmaktan gurur duyduğunuz veya “en iyisi buydu” diyebileceğiniz bir röportajınız oldu mu? Ayrım yapmıyorum. Gurur kelimesini çıkardım sözlüğümden zaten. Keyifse çalışmanın ta kendisidir. Keyif, insanlara bağlı değil. “GÖRÜNÜR OLMAKTAN HOŞLANMADIM” Röportajcılığın yanı sıra edebi bir kişiliğiniz de var. Yayımlanmış dört adet romanınız bulunuyor. Romanlarınızı yazarken röportajlardaki insan portrelerinden mi beslendiniz? Sadece onlardan değil, hayatta karşılaştığım tüm insanlardan diyelim. Daha doğrusu insanlık hallerinden. Yine de realist değil fantastiktir benim kitaplarım. Demek ki içimde bu yönümü açığa çıkarma özlemi varmış. Gazetecilik çok sert bir iş, edebiyatsa o sertliği dilediğin gibi yumuşatma imkânı sunuyor size. Yazılı basının yanı sıra televizyon gazeteciliği de yaptınız. Bu, sizin için nasıl bir deneyimdi? Televizyonculuk, gazetecilikten zor. Başarınız sizden çok başka faktörlere bağlı. Çok sevdiğimi söyleyemem. Görünür olmaktan hoşlanmadım. Sahiciliğiniz eksiliyor sanki. İster istemez rol yapıyorsunuz kamera önünde. Lazım değil bana… 25 yılı bulan röportajcılık serüvenini noktalayıp köşe yazarlığı yapmaya başladınız. Sizi, röportajcılığı bırakmaya sürükleyen etmen ne oldu? Sanırım, biraz evvel söyledim. Ülkenin koşulları nedeniyle soru soramaz hale gelmek. Bir de, artık kimsenin, cevaplarını merak etmemeye başladığımı fark ettim. Sürekli soru formatında düşünmek de dili zehirliyor. Düz cümleler kurmayı özlemişim diyelim… Son olarak, Nuriye Akman, genç gazeteci adaylarına neler öneriyor? Gazetecilik mesleğinin geleceğini nasıl görüyor? Gençlerin işi zor. Gazeteciliğin geleceği de pek parlak değil. Bu soruya olumlu yanıt verebilmeyi çok isterdim ama öyle bir zamanda yaşıyoruz ki ne desem yalan olacak. Yapılacak tek iş daha güzel günler gelinceye kadar kendilerini çok yönlü olarak yetiştirmeye devam etmeleri.
Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’nü geride bıraktık. Bu ayki köşe yazımda güç koşullar altında, toplumun haber alma özgürlüğüne hizmet eden gazetecilerin karşı karşıya kaldığı sorunları işlemek istedim. Gazetecilik, mesai kavramının olmadığı, zamanla yarışmanın işin nüvesini oluşturduğu bir meslek. Gazetecilerin kısa zaman içinde, hatasız ve eksiksiz bir biçimde kamuoyuna haber ve bilgi verme görevinin üzerine özlük haklarından yoksun çalışma gerçeği eklenince bu konu üzerinde yazmadan olmazdı. Birkaç yıl önce gazetecilere ‘yıpranma payının’ yeniden iadesi üzerine konuyla ilgili haber yapmak için Konya’daki gazetecilerle mülakat yapmıştık. Gazeteci büyüklerimizin çalışma koşullarıyla ilgili söyledikleri mesleğin ne denli güç koşullar altında icra edildiği hakkında hepimize fikir verir nitelikte. Bir gazeteci ağabeyimiz, “Birçok gazeteci 45 yaşını göremeden kalp krizinden öldü. 39 derece ateşle işe geldiğimi hatırlıyorum. Düğününüz, cenazeniz olmuyor” sözleriyle yerel ölçekte yayım yapan gazetelerin çalışanlarının bile ne denli zor koşullar altında çalıştığını ortaya koyuyordu. Başka bir gazetenin sorumlu yazı işleri müdürü ise “Emeğin bu denli ucuz olduğu bir dünyada yıpranma payının iadesi bir jest değil, olması gerekendir” diyordu. Bu yorumları uzatmam mümkün ama gereksiz. Sanıyorum, söylenenler, yerel, bölgesel, yaygın basın ayrımı gözetmeksizin tüm medya mensuplarının meslekteki zorlu yolculuğunu gözler önüne seriyor. Basın Sigortası’na tabi olmaksızın, yalnızca yol ve yemek parası karşılığı çalışan stajyer muhabirler gerçeği de ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ nedeniyle anımsanması gereken başka bir gerçek. Serbest piyasa ekonomisiyle medyanın bir ‘endüstri’ haline dönüşmesi, yani ticarî bir işletme kimliği kazanmasının da gazetecilerin sendikalaşma olgusuna büyük ket vurduğu inancındayım. Pek çok medya kuruluşunda gazetecilerin örgütlenme hakkının bulunmaması, işverenin elini daha da güçlendirirken, gazeteciler, akıllarının bir köşesinde her an ‘kapının önüne konma’ düşüncesini taşıyor. ‘İşsiz gazeteciler’ gerçeği, kanıksanan bir toplumsal gerçeklik haline geliyor. İşini yaparken sözel ve fizikî şiddete maruz kalan gazetecileri de unutmamak lazım. Bu ve benzeri durumların belleklerdeki tazeliğini koruyalım ki, toplum, medya emekçilerini ‘günah keçisi’ ilan ederken bir kez daha düşünsün.
Kıvanç Ugur
Selçuk İletişim Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet KALENDER Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Ahmet Yalçın KAYA Yayın Danışmanı Doç. Dr. Caner ARABACI Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arş. Gör. Emre OLKUN Basım Yılı: Şubat - 2015 Yayın Türü: Yerel, Süreli Sayı: 149 Adres: S.Ü İletişim Fakültesi Kampüs/Konya Tel: 0332 223 37 07 Faks: 0332 241 01 81 E-mail: selcukiletisim@selcuk.edu.tr Baskı: Selçuk Üniversitesi Basımevi Tel: 0332 241 18 47 Kampüs/Konya
Editör Kıvanç UĞUR Editör Yardımcısı Metin KÖSE Sayfa Sorumluları Melike İŞDAR Yusuf KARAKAŞ Numan BABACAN Mesut YILMAZ Gökçen BEKTAŞ Muharrem YAĞIZ Gökhan KARAKURT Oğulcan KOÇ Kübra ABİ Muhabirler Seda CEYLAN Özlem NALBANT Melike ORMANCI Doğan Burak TUNLU Mustafa ESER Ferhat KIZILTAŞ Gamze BAL Gamze UĞRAŞ Serdar KELEŞ Tuba YÖRÜK Tasarımı - Uygulama Doğan Can ÇELİK Şükrü ZENBEL Doğuş KARA Samet YALÇIN
üniversite
selçukiletişim
GİKAT ile Selçuk’ta ünlüler geçidi
Ocak-Şubat 2015
/03
76 yaşında mezuniyet sevinci yaşadı
Selçuk Üniversitesi Girişimcilik ve Kariyer Topluluğu tarafından bu yıl 11’incisi düzenlenen ‘Kariyer ve İletişim Günleri’ etkinliği İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Konferans Salonunda geçekleşti GENÇ SPİKERE YOĞUN İLGİ Kariyer günlerine katılan CNNTÜRK Haber Sunucusu Burak Törün'e öğrenciler yoğun ilgi gösterdi. Haber spikerlerinin çok farklı, ilginç bir hayatlarının olduğunun düşünüldüğünü söyleyen Törün, villalarda oturulduğunu, bizlerin de çoraplarının altının delik olabileceğinin düşünülmediğini ifade etti. Haber spikerinin ciddi, güvenilir, diksiyonunun düzgün olması gerektiğini belirten Törün, en önemlisinin de spikerin işini severek yapması olduğunu belirtti.
Gökhan KARAKURT
S
elçuk Üniversitesi Girişimcilik ve Kariyer Topluluğu tarafından 'Kariyer ve İletişim Günleri' etkinliği düzenlendi. 3 gün süren etkinliğe, Sağlıklı Yaşam Koçu Fırat Çakır, Türkiye’de ıslak mendili ilk üreten kişi olarak bilinen İşadamı Ataman Özbay, Genç Girişimci İsmail Hilmi Adıgüzel, CNNTÜRK Spikeri Burak Törün, Şarkıcı Serhat Bedük, Radyo Programcısı Talha Bora Öğe ve Oyuncu Bülent Çolak katıldı. Seminerlerde ünlü isimler, iş hayatlarından eğitim hayatlarına kadar birçok konuda tecrübelerini katılımcılarla paylaştı. "UZUN YILLAR MADDİ SIKINTILAR ÇEKTİM" Öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği Yaşam Koçu Fırat Çakır, hayat hikâyesinden bahsederek televizyonda çok popüler olarak görülse de uzun yıllar maddi anlamda sıkıntılar çekerek bu günlere geldiğini belirtti. Şems ve Mevlana arasında geçen bir konuşmayı ele alan kitabı okuduğunu ve hayatının değiştiğini ifade eden Çakır, "Hayatta karşımıza çıkan tesadüflere teslim olmak belki hayatımızı değiştirebilir. Bazen hayatın altüst olur derler ya, nerden biliyoruz hayatın altının üstünden daha iyi olmadığını" diye konuştu. "ÇALIŞMAKTAN HİÇBİR ZAMAN SIKILMADIM" Etkinliğe katılan ünlü Eczacı ve İşadamı Ataman Özbay, buraya geliş sebebinin öğrencilere bir şeyler anlatıp onlara dokunabilmek olduğunu söyleyerek, yanında
çalıştırdığı işçilerin okul yıllarında çalışıp çalışmadığına dikkat ettiğini ifade etti. Hayatın yaşamak olduğunu ve 26 yaşına kadar berbat bir hayat yaşadığını belirten Ataman, "İlkokulda kekemeydim ve bununla baş etmek için çok uğraştım sonunda başarılı oldum. Çalışmaktan hiçbir zaman bıkmadım ve sürekli mücadele ettim" ifadelerini kullandı. "MEDYA GENÇLERE YER VERMİYOR" Girişimci ve Marka Yönetimi Derneği kurucusu İsmail Hilmi Adıgüzel ise, her yerde kürsüye çıkarken ilk sözünün ‘Merhaba’ olduğunu ve merhabanın benden sana zarar gelmez anlamında olduğunu vurguladı. Adıgüzel, Aksaray’da katıldığı bir seminerde bir öğrencinin elini kaldırıp kendisine ‘Nasılsınız?’ sorusunun bile kendisi için önemli olduğunu belirtti. Adıgüzel, medyanın gençlere gereken önemi vermediğini belirterek buna yönelik çalışmaların artırılması gerektiğini ifade etti.
"ELEKTRONİK DEĞİL, NORMAL MÜZİK YAPIYORUM" Etkinlikte konuşma yapan Şarkıcı Serhat Bedük, elektronik müzik değil de normal müzik yaptığını belirtti. Müzik hayatının ilk yıllarında Serhat Bedük adını kullandığını ve Bedük isminin Orta Asya Türkçesinden gelen ‘Büyük’ anlamına geldiğini ifade eden genç şarkıcı, yapılan işi ciddiye alınmadığı takdirde bir süre sonra insanların sizi ve işinizi ciddiye almadığını vurguladı. Yapılan işin ne çok abartılmaması ne de çok basit görülmemesi gerektiğini vurgulayan Bedük, "Asla kendimi kimseden üstün görmedim" diyerek kişilerin sanat ve kişilik özellikleri bakımından eşleştirilmesini de doğru bulmadığını dile getirdi. İlk profesyonel seminerini burada verdiğini söyleyen Radyo Programcısı Talha Bora Öge ise, hayatta bu kadar aksilikleri yaşayan bir insanı ayakta tutan şeyin umut olduğunu dile getirdi. Radyoda çalışırken günlerce radyoda yatmak zorunda olduğunu anlatan Öge, iş arkadaşlarının bunu bilmemesi için sabah erkenden radyoda uyanıp dışarı çıkıyormuş gibi yaptığını sözlerine ekledi.
Selçuk’tan köy okuluna yardım eli Selçuk Üniversitesi Etkileşim ve Uzlaşım Topluluğu, '7 yaşında bir kardeşin olsa ona ne hediye ederdin?' sloganıyla etkinlik düzenleyerek, topladığı kırtasiye malzemelerini Erzurum Pasinler’de bir köy okuluna gönderdi Seda CEYLAN
S
elçuk Üniversitesi’nde faaliyet gösteren Etkileşim ve Uzlaşım Topluluğu, örnek bir uygulamaya imza attı. Topluluk, gerçekleştirdikleri 'Mankurtluk Sefaleti' adlı etkinlik öncesi oluşturduğu sosyal sorumluluk projesinde '7 yaşında bir kardeşin olsa ona ne hediye ederdin?' sloganıyla etkinliğe gelen izleyicilerden kırtasiye malzemesi istedi. Toplanan malzemeler, Erzurum’un Pasinler ilçesinde bir köy okuluna gönderildi. Topluluğun danışmanlığını yapan Yrd. Doç. Dr. Yağmur Küçükbezirci, bu etkinlikle hem doğudaki ihtiyaç sahibi çocuklara yardım etmeyi hem de yardımlaşma bilincini artırmayı hedeflediklerini vurguladı. "GENÇLERLE KARAR VERDİK" Topluluğun etkinlik kararını grup üyesi tüm gençlerle aldığını belirten Küçükbezirci, “Top-
S
elçuk Üniversitesi ile Konya Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası (SMMMO) arasında yaklaşık 2 yıl önce imzalanan ve oda üyelerine tezsiz yüksek lisans eğitimi imkânı tanıyan işbirliği anlaşması çerçevesinde tezsiz yüksek lisans eğitimini başarıyla tamamlayan 76 yaşındaki Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir Hayber Erkoç’a mezuniyet belgesini Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel ve SMMMO Başkanı İsmail Turan takdim etti. Düzenlenen törende kep atarak mezuniyet sevincini yaşayan 76 yaşındaki Hayber Erkoç, eğitimin yaşı olmadığını herkese gösterdi. Mezuniyet törenin ardından mezun olan 65 arkadaşıyla toplu fotoğraf çektiren Hayber Erkoç, arkadaşlarının ve törene katılanların tebriklerini kabul etti.
Selçuk’tan Polonya’da Türk gecesi
E
rasmus Programı çerçevesinde Polonya’da eğitim gören Selçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Devlet Konsevatuvarı öğrencileri, ‘Polonya ve Türkiye Çok Sesli Müziğin Olağanüstü Konseri’ isimli bir etkinlik gerçekleştirdi. Bir ‘Türk Gecesi’ne dönen etkinlikte, Türk müziğinin eşsiz eserleri Polonyalılar için seslendirildi. Gecede Âşık Veysel, Ali Ekber Çiçek, Turgay Erdener gibi sanatçıların eserleri dinleyicilerden tam not aldı. Polonya Wroclaw Karol Lipinski Müzik Akademisi’nin Konser Salonu’nda gerçekleştirilen etkinlik Türk kültürü ile Polonya kültürünün müziklerini bir araya getirdi.
Dünya Fair Play Konseyi’nden Selçuk’a şeref diploması ödülü
luluk başkanımızın inisiyatifiyle ekip organize oldu. Ulaşabildiğimiz kadar çok insana ulaşıp gönüllerden gelenleri topladık” diyerek toplulukta görev alan öğrencilerle birlikte hareket ettiklerini dile getirdi. Toplanan kırtasiye malzemelerinin Erzurum’un Pasinler ilçesindeki köy okuluna ulaştırıldığını ifade eden Küçükbezirci, bu projeyle hem çocukları sevindirdiklerini hem de gençlere yardımlaşma bilincini aşıladıklarını dile getirdi. Bu tür etkinliklere devam edeceklerinin altını çizen topluluk danışmanı Yrd. Doç. Dr. Yağmur Küçükbezirci, “Hiçbir konferans, hiçbir etkinlik, hiçbir bilgilendirme üstü kapalı kalmayıp başladığı gibi bitmeyecek. Her etkinliğimizin, her organizasyonumuzun altında muhakkak bir sosyal sorumluluk projesi var olacak. Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan her kişiden sorumluyuz ve tanımamız çok önemli değil, bir kişiye bir şey katabilirsek ne mutlu bize” ifadelerini kullandı.
"YARDIMLAŞARAK AŞILMAYACAK DUVAR YOK" Yardımlaşma fikrini ekip olarak oluşturduklarını söyleyen Etkileşim ve Uzlaşım Topluluğu Başkanı Süleyman Türk, etkinlik sonunda çok güzel şeyler topladıklarını ve köydeki çocuklara yolladıklarını anlattı. Türk, yardımlaşarak aşılmayacak duvar olmadığını, Pasinler İlkokulu’ndaki çocukların yalnız olmadığı düşüncesini yaşamanın paha biçilemez olduğunu ifade etti. Kampanyanın diğer topluluklara da ışık olmasını ümit eden Türk, yardımlaşmanın önemini anlamanın, harekete geçmenin topluluklar ve yapacakları etkinlikler için çok önemli olduğunu vurguladı. Projeye destek verenlere ve danışman hocalarına teşekkür eden Türk, yapacakları etkinliklerle sosyal sorumluluk faaliyetlerine devam etmek istediklerini sözlerine ekledi.
D
ünya Fair Play Konseyi, 2014 yılının değerlendirme toplantısında dünyada Fair Play ödüllerinin sahiplerini belirledi. Konsey Başkanı Dr. Jenö Kamuti, Türkiye’nin 3 dalda Fair Play Şeref Diploması Ödülü kazandığını açıkladı. Türkiye’de ilk defa Selçuk Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu bünyesindeki Fair Play Öğrenci Topluluğu, okul bünyesinde Fair Play dersleri açılmasına katkıları nedeniyle ödüle layık görüldü. Selçuk Üniversitesi, böylelikle konseyin 2014 yılı değerlendirmesinde Türkiye’den Fair Play Şeref Diploması ile ödüllendirilen tek üniversite oldu.
04/ Ocak-Şubat 2015
üniversite
Pakistan’la işbirliği ilişkileri devam ediyor
S
elçuk Üniversitesi ile Pakistan’ın Lahor kentinde bulunan University of Veterinary and Animal Science (UVAS) arasındaki işbirliği anlaşmalarıyla Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi, Pakistan’a model olacak. Lahor’da Rektör Prof. Dr. Hakkı Gökbel ve Rektör Prof. Dr. Talat Naseer Pasha arasında imzalanan anlaşma kapsamında UVAS öncülüğünde Pakistan’ın Bahawalpur kentinde kurulacak University of Veterinary and Animal Science’ın fiziksel yapılanmasının yanı sıra bu üniversitenin çekirdek personelin yetişmesi konusunda Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi rol model olacak. İşbirliği ilişkileri kapsamında Selçuk Üniversitesi Veteriner Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ahmet Güner de Lahor’u ziyaret etti.
Mühendislik Fakültesi’ne
örnek laboratuarlar
İ
nşaat sektöründe kullanılan yapı elemanlarının ısı iletim katsayıları, su tutma ve ses yalıtımı özelliklerini belirlemek için Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü bünyesinde üç yeni laboratuvar kuruldu. Laboratuarların kurulmasında önemli katkıları bulunan Prof. Dr. Kemal Altınışık, “TSE tarafından kapsamlı bir şekilde incelenen laboratuvarlar ‘Deney Hizmeti Alınabilecek Laboratuvar’ kapsamına alınarak başta Konya olmak üzere tüm Türkiye’nin hizmetine sunuldu” dedi. Projenin Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü’nde sanayinin büyük desteği ve Üniversitenin Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) desteği ile Konya ve tüm Türkiye’ye hizmet sunmaya başladığı aktarıldı.
selçukiletişim
“Devlet adamı kendisini değiştirmeyi hedeflemeli” Selçuk Üniversitesi Hitabet Sanatçıları Topluluğu tarafından düzenlenen ‘Devlet ve Devlet Adamlığı’ adlı söyleşide öğrencilerle bir araya gelen eski Samsun Valisi Hüseyin Avni Mutlu, devlet adamlığı üzerine düşüncelerini dile getirdi Seren BAŞDOĞAN
S
elçuk Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi'nde gerçekleşen söyleşide Hitabet Sanatçıları Topluluğu Başkanı Fatih Çelik, yaptığı açılış konuşmasında üniversitede yapılan etkinliklerde önemli isimleri aralarında görmekten gurur duyduklarını söyledi. Hüseyin Avni Mutlu'nun daha önce katıldığı etkinlikte davetini kırmayıp geldiğini belirten Çelik, katılımlarından dolayı Mutlu'ya teşekkür etti. Eski İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Selçuk Üniversitesi öğrencilerinin tatil gününde söyleşiye katılmalarından dolayı mutluluk duyduğunu ifade etti. Mevlana’nın şehrinde, güzel Konya’da, söze Mevlana ile başlamanın önemini belirten Mutlu, yüzü güzel yapanın göz, insanı insan yapanın da söz olduğunu vurguladı. “DEVLET ADAMLIĞININ TEMELİ SÖZDÜR” Hüseyin Avni Mutlu, güçlü bir insanın içindeki öfkeyi hiçbir şekilde dışarı yansıtmaksızın
Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Beslenme Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Hamurcu, suda bitki yetiştirilmesi hakkında açıklamalarda bulundu. Topraksız tarım konusunda 2007 yılından bu yana çalışma yaptıklarını bildiren Hamurcu, topraksız tarımla organiğe yakın ürünler elde edildiğini belirtti
Z elçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi, hekimlik mesleğinde bir günün anlatılacağı belgesel film projesi hazırlıyor. Hekimlik mesleğinin getirdiği yoğun iş temposunu anlatmak ve empati oluşturmak amacıyla hazırlanan belgeselin Proje Koordinatörlüğünü Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Oktay Sarı, yönetmenliğini ise daha önce pek çok belgesel film çalışması hazırlayan Hüdai Ateş üstlenecek. Yaklaşık 5 aydır ön hazırlık ve senaryo çalışmalarının yapıldığı filmin çekimlerine ise Şubat ayında başlanacak. Çekimlerinin büyük çoğunluğu Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde gerçekleşecek.
“GÖNLÜMÜZDEKİ BARIŞ HER ŞEYDEN ÖNEMLİ” Söyleşinin soru-cevap kısmında kendisine yönetilen bir soru üzerine Mutlu, Cumhuriyet tarihinde gençlerin çok önemli bir yere sahip olduğunu belirterek, bu zamana kadar gençlere emanet edilmiş birçok vatan olduğunu dile getirdi. Devlet olarak, gençlere yönelik hiçbir endişelerinin olmadığını kaydeden Mutlu, gençlerle aralarında bir bariyer oluşmasının mümkün olmadığını belirtti. Kuşaklar arasındaki farkın en aza indirgendiği çağımızda devleti gençlere emanet etmemenin yönetim ruhuna aykırı olduğunun altını çizen Mutlu, "Doğu ve Güneydoğu'daki kendi insanımızla aramızdaki bariyerler sonucu yaşadığımız sıkıntılardan dolayı bugün toplumu, inancı ve değerleriyle barışık bir halde olmazsak huzursuzluk yaşamaya devam ederiz" ifadelerini kullandı. Mutlu, gönüldeki barışın her şeyden önemli olduğunu ifade ederek, gençlerin bu anlayış doğrultusunda ülkeyi idare etmeleri gerektiğini sözlerine ekledi.
Selçuk’ta topraksız tarım
Selçuk Tıp, hekimlik belgeseli hazırlıyor
S
onu kontrol altına alarak sözünü sürdürebilmesinin bir güç olduğunu ve bu gücü kullanabilen iyi bir devlet adamı olacağını söyleyerek, devlet ve devlet adamlığının temelinin söz olduğunu vurguladı. Devlet yöneticilerinin aynı zamanda vizyon sahibi ve yenilikçi olması gerektiğini belirten Mutlu, devlet adamının dünyayı değil, kendini değiştirmeyi hedef alması gerektiğini ve başkalarını değiştirme çabasında olmaması gerektiğini dile getirdi. Hüseyin Avni Mutlu, "Kartallar ortalama 35-40 yıl yaşar. Bunun sonucunda kartal bir karar verme sürecine girer. Ya ölüp gidecek ya da 3-4 aylık bir yenilenme sürecine girip bütün pençelerini tüylerini yolup bir 35-40 yıl daha yaşamayı tercih edecek. Yani ikinci baharını yaşamış olacak. İşte devlet adamı da toplumu ileriye götürmek için böyle bir yenilenmeye tabi olmalıdır. Her zaman mütevazı olmalı, gelişmeye açık olmalıdır” diye konuştu.
Gamze UĞRAŞ
iraat Fakültesi Toprak Bilimi ve Bitki Beslenme Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Mehmet Hamurcu, hiç toprak kullanılmadan buğday, arpa, fasulye ve kavun gibi bitkileri yetiştirdiklerini dile getirdi. Toprak kullanmadan da bitki yetiştirebilmenin artık eskisi kadar zor olmadığını dile getiren Hamurcu, suda bitki yetiştirmenin topraksız tarım demek olduğunu belirtti. Topraksız tarımın, toprak kullanmadan farklı destek organları kullanarak, suyun içerisinde bitkinin ihtiyaç duyduğu besin çözeltilerinin verilip verim alınmasıyla gerçekleştirildiğinin altını çizen Hamurcu, bitkileri led ışıklarla kapalı bir odada yetiştirdiklerini ifade etti. “TARIM ALANLARININ DARALMASI TOPRAKSIZ TARIMI BAŞLATTI” Temelde topraksız tarımın başlangıç sebebini dünya nüfusunun hızla artmasına ve tarım alanlarının daralmasına bağlayan Hamurcu, tarımsal üretimde yanlış zirai uygulamaların verimlilik potansiyelinin azalmasına sebebiyet
verdiğini vurguladı. Son 10 yılın tarım alanlarının verimlilik potansiyeline değinen Hamurcu, “Potansiyel yüzde 23 azalmış durumda. Bunun sebepleri ise, yanlış ilaç ve gübre kullanımı, evlerin yapılması, tuzlulaştırma, yanlış su kullanımı, kuraklık ve biyolojik faktörlerdir” diye konuştu. "TOPRAKSIZ TARIMI DÜNYA ZORUNLU KILIYOR" Dünyada ciddi bir açlık tehdidi olduğunu söyleyen Hamurcu, bu tehdidi ortadan kaldırmak gerektiğini vurguladı. Topraksız tarımla artık insanların toprak kullanmadan üretim yapabilme fikrini benimsemeye başladığını ve bunda da başarılı olunduğunu ifade eden Öğretim Üyesi Hamurcu, “Topraksız tarımın avantajı, toprağa bağlı değilsiniz. Verim potansiyeli düşük bir alanda bu sistemi kurarak üretim yapabiliyorsunuz. İlaç kullanılmıyor, kalıntı kalmıyor ve hormon kullanmak zorunda kalınmıyor. Yani çok hızlı bir şekilde organiğe yakın ürünler elde ediliyor” ifadelerini kullandı. Toprakta tarım yapılan serada 35–40 ton ürün alınırken, su
kültüründe yetiştirilen serada 105 ton ürün elde edildiğini belirten Hamurcu, şuanda Hollanda ve Belçika'da tarımın kapalı sistem üretim yapılan yerlerde yüzde 95’inin topraksız tarımla yapıldığını dile getirdi. “BU SİSTEMLE BİR İLKİ GERÇEKLEŞTİRDİK” Projenin aşamalarını anlatan Hamurcu, kurdukları sistemlerin üniversite dışı kaynaklarla kalkındığını söyledi. Konya sanayisi ile irtibata geçtiklerini ve kendi kabinelerini yaptırdıklarını dile getiren Hamurcu, su kültüründe yetiştirilen bitkilerin kabin içerisinde olması gerektiğini ve daha kontrollü olması zorunluluğunu belirtti. Hamurcu sözlerini şöyle sonlandırdı: "Su kültüründe gelişme hızlı olduğundan dolayı sadece besin çözeltilerinin suyun içerisinde verilmesi gerekiyor. Ortamın nemini, sıcaklığını ve karbondioksit ışığını kontrol etmek gerekiyor. Bu şartları kontrol ettikten sonra bir kabin yapmamız gerekiyor. Orada bitkiyi istediğiniz şekilde yetiştirebilirsiniz. Biz yaptığımız otomatik sistemle Türkiye de bir ilki yaptık."
şehir
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/05
NEÜ-Cezaevi işbirliğiyle hayata tutundular Necmettin Erbakan Üniversitesi (NEÜ) ve Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu tarafından tutuklu ve hükümlüler için anlamlı bir proje hayata geçirildi. Bu çerçevede tutuklu ve hükümlülere yönelik çeşitli sosyal etkinlikler düzenlenirken, 20 ayrı konuda da konferans verildi Yusuf KARAKAŞ
MAHSUN KIRMIZIGÜL “SİNEMASI”
Yusuf KARAKAŞ
N
ecmettin Erbakan Üniversitesi ile Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu arasında imzalanan protokol gereğince, 18 yaş altı tutuklu ve hükümlülerin hayata tutunmalarının amaçlandığı yaklaşık 2 yıldır sürdürülen çalışmalar neticesinde hükümlü ve tutukluların sunum yaptıkları bir program düzenlendi. Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’nda düzenlenen ve Usta Öğretici Bekir Baba tarafından yapılan Çanakkale Savaşı temalı duvar resminin de açılışının yapıldığı programa, Konya Cumhuriyet Başsavcısı Bestami Tezcan, NEÜ Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker, NEÜ Genel Sekreteri Doç. Dr. Zekeriya Mızırak, Başsavcı Vekili Adem Önay, Cezaevi Savcısı Bekir Sıtkı Yıldırım, İl Milli Eğitim Müdürü Mukadder Gürsoy, E-Tipi Cezaevi Müdürü Yusuf Kafadar, Karatay Halk Eğitim Müdür Yardımcıları ve çalışanları ile hükümlü ve tutuklular katıldı. TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE KURS VE KONFERANS VERİLDİ Konya E-Tipi Kapalı Cezaevi Öğretmeni Süleyman Ertekin tarafından organize edilen ve sunulan program saygı duruşunda bulunulması ve İstiklal Marşı’nın okunmasıyla başladı. Daha sonra konuşan E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürü Yusuf Kafadar; NEÜ ile 2013 yılında
imzalanan protokol sonrasında gerçekleştirilen yemekli bir toplantının içeriğinden bahsetti. Bu toplantıda çocuk hükümlü ve tutukluların aileleriyle bir araya gelindiğini ve duygusal anların yaşandığını ifade eden Kafadar, “Çocukları suç işlemeye iten nedenler üzerinde görüş alışverişinde bulunarak sebeplerini de birebir ailelerinden öğrenme fırsatımız oldu. Yapılan protokol çerçevesinde 2 yıl boyunca çeşitli sosyal etkinlikler düzenlendi. NEÜ öğretim üyeleri 20 ayrı konuda tutuklularımıza konferanslar verdi. Yine üniversitenin Müzik Bölümü Halk Oyunları Topluluğu üç ayrı zaman diliminde burada gösteri sundu. 9 ayrı kurs düzenlendi. Bu kurslara 210 hükümlü ve tutuklu başvurarak 42’si başarılı oldu ve belge aldı. Halk oyunları çalışmaları ve resim sergisi halen sürmektedir. Protokolümüzün gelecek yıl da devam etmesi için görüşmelerimiz devam ediyor. Desteklerinden ötürü NEÜ Rektörümüz ile öğretim üyeleri ve çalışanlarına çok teşekkür ediyoruz” dedi. “ÖNEMLİ OLAN HATALARDAN DERS ÇIKARMAK” NEÜ Rektörü Prof. Dr. Muzaffer Şeker ise, her insanın hata yapabileceğinin altını çizerek, “İnsan beşer, şaşar ve hepimiz hata yapabiliriz. Burada önemli olan hatalardan ders çıkarabilmektir. Hataların çok farklı gerekçeleri olabilir. Bilerek, isteyerek ve kasten suç işlemek en kötü olanıdır. Hepimizin yanlışları olmaktadır,
olagelecektir. İnancımıza göre; eğer hatasız olsaydı kullar, melek sınıfına girseydi, bu imtihan dünyasında Allah yeniden hata yapacak kullar yaratırdı ki tövbe etsinler, mağfiret dilesinler ve hatalarından pişman olsunlar diye. Biz böyle inanıyoruz. Bunu en iyi anlatan Hz. Mevlana’nın memleketindeyiz. ‘Gel gel ne olursan ol yine gel’ ve her ne kadar kendisine atfedilmese de meşhur olan sözü, ‘40 kere tövbeni bozmuş olsan da gel’ diyerek insanların hata yapabileceğini ve dönmesi için de fırsat oluşturulması gerektiğini ifade etmiştir” dedi. Dışarıda veya içeride olmanın biraz zihinsel bir durum olduğunu söyleyen Rektör Şeker, “Dışarıda olup da kendisini hayata mahkûm etmiş dünyaya küsmüş insanlarımızın yanı sıra içeride olan fakat hayata kendini bağlayan, kendini geliştiren, yetiştiren üniversite mezunu olanlar var. Arkadaşlarımızın yaptığı ön çalışmalarla imzalanan protokolle başarılı bir çalışma gerçekleştirildi. Umarım, devamı gelir. Emeği geçen akademisyen hocalarımıza ve bu fırsatı veren kurum müdürü ve arkadaşlara kalbî teşekkürlerimi sunuyorum. Programı ortaya koyanların yanı sıra sizlerin de bu programlardan faydalanmak istemesi, gönüllü ve talipkâr olması da ayrıca çok önemli. Gösterdiğiniz teveccühten ötürü sizlere de teşekkür ediyorum. Programın hayırlı olmasını ve devamını diliyorum” ifadelerini kullandı.
İHH’dan Afrika’ya su kuyusu İHH İnsani Yardım Vakfı Konya Şubesi, yardımseverlerin katkısıyla şiddetli kuraklığın yaşandığı Afrika ülkeleri Çad, Gana ve Somali’de 4 su kuyusu açtı Yusuf KARAKAŞ
İ
nsan Hak ve Hürriyetleri (İHH) İnsani Yardım Vakfı Konya Şubesi, susuzlukla mücadele eden Afrika ülkeleri Çad, Gana ve Somali’de 4 su kuyusu açtı. İHH İnsani Yardım Vakfı Konya Şubesi Basın Koordinatörü Selim Tosun, AA muhabirine yaptığı açıklamada, bazı Afrika ülkelerinde temiz suya büyük ihtiyaç duyulduğunu söyledi. Bu ülkelerde insanların çeşitli hastalıklarla mücadele ettiğine dikkat çeken Tosun, “Bu hastalıklar nedeniyle her sene binlerce insan hayatını kaybediyor. Suya erişimin yetersiz olması birçok hastalığı beraberinde getiriyor. İçme suyu sağlayan kuyuların açılması, çocuk ölümlerinin önüne geçiyor.
Ayrıca suya ulaşmak için kilometrelerce yürümek zorunda kalan insanların günlük hayatlarını da kolaylaştırıyor” dedi. Tosun, İHH’nin 2005’ten beri bölgede yüzlerce su kuyusu açtığını ifade ederek, şöyle konuştu: “Afrika’da su kuyusu yaptırmanın yanında cami, mescit, yetimhaneler yaptık. Katarakt ameliyatları gerçekleştirdik ve yetimlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere birçok projeyi hayata geçirdik. Bölgede su kuyusu açmaya devam ediyoruz. Son olarak toplanan yardımlarla Çad, Gana ve Somali’de 4 yeni su kuyusu daha açtık. Bu kuyulardan binlerce kişi istifade edebiliyor. Gerçekleştirdiğimiz faaliyetler bölgede Müslüman kesimi Hristiyanlaştırmaya yönelik çalışmalara da engel oluyor.”
2014 yılını 61 milyon seyirci sayısı ile tüm zamanların rekorunu elinde tutarak kapatan Türk sineması, görünen o ki, 2015’i de iyi geçirecek. Daha önceki yıllarda sinemanın yılı istenilen seyirci sayısı ile kapatmadığı zaman bir kurtarıcı yönetmen yetişirdi bu kimi zaman Şahan Gökbakar, kimi zaman da Çağan Irmak veya son yıllarda adından sıkça söz ettiren Mahsun Kırmızıgül. Hepsinin ortak noktaları elbette filmlerinin milyonlarca seyirciyi salonlara çekebilmesi. Bu ayki yazımızda özellikle de müzik camiasından sinemaya geçen Mahsun Kırmızıgül’e yer ayırmak istedim.
***
Mahsun Kırmızıgül’ün merakla beklenen filmi ‘Mucize’ 1 Ocakta gösterime girdi. Mahsun Kırmızıgül, müzik sektöründen sonra sinemaya atıldığı ve ilk yönetmenlik deneyiminden bu yana beklenilenin aksine seyircilerin ilgisi ve beğenisiyle karşılaşıyor ama bunun yanında “Türkücüden yönetmen mi olur?” diyen eleştirmenlerin de çok sert eleştirilerine maruz kalıyor. Tüm bu eleştirilere rağmen Kırmızıgül kısa sürede ‘Beyaz Melek’, ‘Güneşi Gördüm’ ve ‘New York’ta Beş Minare’den sonra şimdi de ‘Mucize’ filmi ile sinemada ısrarcı ve kalıcı olduğunu ve tıpkı o ünlü şarkısında dediği gibi ‘Yıkılmadım ayaktayım’ demeye devam ediyor. Bunu sadece sinemada değil yaptığı birkaç tane TV dizisinde de gösteriyor.
***
Kısa sürede dedim çünkü sinemaya ilk 2007’de ki filmiyle adından söz ettiren Mahsun Kırmızıgül şimdiler de ‘Mahsun Kırmızıgül filmleri’ diye bir adlandırma yapmamıza neden oldu. Üstelik bu 2007’den bu yana uzun metrajlı beşinci filmi. Bunu Şerif Gören, Ertem Eğilmez, Yavuz Turgul gibi isimler için da anlarım da 6–7 yıl içerisinde bu noktaya gelmek çok önemli. Film, 1960 darbe sürecini yaşayan Türkiye’yi beyaz perdeye taşıyor. Ege’de yaşayan ve öğretmenlik yapan Talat Bulut, zorunlu şark görevinden dolayı doğuda bir köye öğretmen olarak atanıyor. Köyde yokluk içinde okumayı, eğitimi dört gözle bekleyen çocukların hikâyesi… Filmin değindiği diğer konu ise töre, kader ve en önemlisi de bedensel engelliler konusu. Bu yönleriyle toplumsal ve pedagojik ögeler de içeren film, yine birçok konuyu tartışmaya açıyor. Bunlardan ilki; ‘engelli’ çocuklara ve vatandaşlara toplumsal eğilim ve onların topluma / hayata kazandırılması. Film engelli vatandaşlara nasıl yaklaşmamız noktasında önemli bilgiler veriyor. Hatta bu vesileyle ilerleyen günlerde özel gösterimler yapılabilir ve ardından oyuncuların ve filmin yönetmeninin de katılabileceği paneller düzenlenebilir. Ya da bu alanda yapılan projelere gönüllü olarak farklı mecralarda destek verebilirler.
06/ Ocak-Şubat 2015
şehir
selçukiletişim
Konya yüksek yapılara teslim oldu Selçuk Üniversitesi’nde konuşan Kent Bilimci Prof. Dr. Ruşen Keleş, son yıllarda İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük kentlerin beton yığınına dönüştüğünü ifade ederek, “Konya da bu konuda yüksek binalara teslim oldu” dedi Yusuf KARAKAŞ
İ
ktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi konferans salonunda konuşan Kent Bilimci Prof. Dr. Ruşen Keleş, son 10 yılda inşaat sektörünün ekonominin itici gücü haline getirildiğini, ciddi anlamda sanayi yatırımlarının ön plana çıkarılması gerekirken tam tersine yok edildiğini söyledi. İnşaat sektörünün elbette önemli bir sektör olduğunu belirten Keleş, “Bu sektöre yapılan yatırım farklı sektörleri de canlandırır, hareketlendirir ve peşinden sürükler. Ekonomiye olan katkısı inkâr edilemez. Ama bir ölçüsü olmalıdır. Güçlü ekonomisi olan Avrupa ülkeleri bile bu sektöre yüklenmeden dolayı 2008-2009 yılında çok ciddi bir bunalıma girdi. Umarım, Türkiye bir inşaat balonuna dönmez’’ sözleriyle ekonomi politikalarını eleştirdi. 2012 yılında çıkarılan ve 24 maddeden oluşan Kentsel Dönüşüm
Kanunu içerisinde kıyı ve boğazlarla ilgili önemli maddeler olduğuna değinen Keleş, bir başka önemli konunun ise Koruma Kanunu olduğunu ifade etti. Keleş, sözlerini şöyle sürdürdü: “2012 yılında yapılan bir değişiklikle Doğa Koruma Kurulları, Kültür Koruma Kurullarından ayrılmıştır. Bu bir ihtisaslaşma olarak görülse de birçok yerde bütünlük içindedirler. Atatürk Orman Çiftliği de doğal ve kültürel varlıklar arasında mutlaka değerlendirilmelidir. Çünkü burası, 1937 yılında Atatürk’ün milletine bağışladığı önemli bir toprak parçasıdır. Ancak 1950 yılında Atatürk Orman Çiftliği’nde yol, köprü yapılması için özel bir yasa çıkartıldı. 2006 yılında çıkartılan 5524 sayılı yasa Türkiye’nin 2003 yılında taraf olduğu Avrupa konseyinin 2000 yılında peyzaj maddesine aykırılık taşımaktadır. Bu, anayasanın 37.maddesiyle çelişen bir durumdur.”
“KENTLERİN SİLUETİ BOZULDU” Yıllardır kentleşme kanunu ve gecekondu kanunuyla ilgili dersler okuttuğunu söyleyen Prof. Dr. Keleş, yasada gecekondunun kişinin rızası olmadan arazisi üzerine yapılan yapıya gecekondu denildiğinin belirtildiğini ifade etti. Türkiye’nin 1971 yılında bir askeri darbeyle karşılaştığını hatırlatan Keleş, “1973 yılında Atatürk Orman Çiftliği’nde bin 176 hektarlık arazi Ankara Belediyesine ‘hâl’ yapmak amacıyla veriliyor. Yasa, Millî Güvenlik Kurulu tarafından çıkarılıyor fakat Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk yasayı veto ediyor’’dedi. Son yıllarda kentlerin siluetlerinin çok kötü bir duruma getirildiğini ve Konya’nın da bu konuda yüksek binalara teslim olduğunu söyleyen Keleş, İstanbul ve Ankara gibi büyük ve kalabalık kentlerin birer beton yığınına dönüştüğünü söyledi. Kentlere de tıpkı insanlara verilen kimlik ve TC numaralarının olması gerekti-
ğinin altını çizen Keleş, “Her kentin kendine özel bir duruşu, bir mimarisi var ve bunlar bu kimliklerle anayasal güvence-koruma altına alınmalı. “YÖNETİCİLERİN SANATA BAKIŞI DEĞİŞMELİ” Bunun dışında valilikler ve belediye başkanlarının çeşitli kurumların sanata bakışının değişmesi gerekir. Kentler en çok zararı bu yöneticilerden görüyor. Fransa’da bir idarecilik okulu var. Valiler sadece o okuldan mezun olurlar ve bir kenti nasıl yöneteceklerini iyi bilirler. Aldıkları eğitimde ders programlarının başında kültür, sanat ve çevre dersleri var ve bunlar zorunlu derslerdir. Tabii, sadece yöneticiler değil sivil toplum kuruluşları ve halk bizzat itici güç olmalıdır bu konularda’’ diyerek konunun hassasiyetine vurgu yaptı.
“Eski stadyum alanı iyi değerlendirilmeli” Yusuf KARAKAŞ
Konya Valisi Muammer Erol, eski stadyum alanının her geçen gün genişleyen Yüksek Hızlı Tren sebebiyle büyük bir değer haline dönüştüğünün altını çizerek, bu alanın Konya’nın hem ekonomisi hem de vizyonu için en mükemmel şekilde değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı
K
onya Valisi Muammer Erol, Yeni Haber gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Lokman Koyuncuoğlu’na gazetenin yeni binasına taşınması sebebiyle hayırlı olsun ziyaretinde bulundu. Vali Erol ziyarette yaptığı açıklamada, Konya’yı 2015 yılında bekleyen en önemli projelerden birinin, yeni stadyumun yapılmasıyla açığa çıkan eski stadyum alanının nasıl değerlendirileceği konusu olduğunu belirtti. Muammer Erol, “Bu alan Yüksek Hızlı Tren, Mevlana ve şehir merkezini temel aldığınızda hem şehir için hem de Yüksek Hızlı Trenle dışarıdan gelen misafir-
lerin karşılaşacağı ilk nokta olması nedeniyle iyi değerlendirilmesi şehrin en önemli konularından biri olmalı. “HIZLI TREN, ÖNEM KAZANDIRDI” Hızlı Trenin ülkemize her geçen gün biraz daha yayılmasıyla bu bölgenin önemi daha da artacaktır. Sınırlarımızı aştığını düşündüğünüzde önemi daha da artıyor ki sınırlarımızı da aşacak gibi görünüyor” diye konuştu. Bu nedenle bu bölgenin en iyi şekilde değerlendirilmesi gerektiğine inandığını kaydeden Erol, projeyi sadece bu alanla da sınırlamadan, daha büyük düşünerek, dünyanın en büyüğü, Türkiye’nin en büyüğü bu
diyebileceğimiz bir “anıt eser” ile değerlendirilebileceğinin altını çizdi. Erol, böyle bir projenin Konya’nın vizyonunu yükseltmenin yanında ticaretine ve ekonomisine de büyük katkılar sağlayacağını belirtti. KONYA’NIN LİMANLARA ULAŞIMI SAĞLANMALI” Konya’nın öncelikle ne tür bir turizm beklentisi içinde olduğuna karar vermesi gerektiğini ifade eden Erol, projenin öncelikle buna göre şekillenmesi gerektiğini kaydetti. Uygulanacak projelerde Konya’nın dokusuna, atmosferine göre hareket edilmesi durumunda büyük başarılara imza atılacağına inandığını belirten Erol, “Bu güzel şehir büyük potansiyele sahip, bunu maksimum düzeyde değerlendirmeli ve önümüzdeki döneme her yönüyle damga vurmalıdır. Türkiye’nin ve Konya’nın hedeflerine ulaşması için herkes elinden gelenin fazlasını yapmalı ki büyük eserler ortaya konsun ve büyük Türkiye hedefine ulaşabilelim” diye konuştu. Konya’nın konumu itibariyle kesişen yollar üzerinde olduğunu belirten Vali Muammer Erol, “Konya kesişen yolar üzerinde olduğundan konumu itibariyle sanayisiyle ticaretiyle projeler geliştirilip limanlara ulaşım gerçekleştirilmelidir. Konya’da nitelikli iş gücü olmadan 2015 hedefini gerçekleştirmesi zor görünüyor. Sanayileşmede ulaşılan rekor son limitlerdedir. Konya sanayisi ileri teknoloji ürünleri üretmesi için Konya’nın hizmet sektöründe eksiklikleri giderilmelidir. Bu durumda Konya’nın turist sayısında da artması gerekiyor. Buna bağlı olarak Konya’nın genel dokusuna uygun turist çekebilecek organizasyonlar ve faaliyetler oluşturulmalıdır. Bu sebeple inanç turizmi başta olmak üzere Konya’nın Mevlana ve diğer kültürel özellikleri ön plana çıkarılmalıdır” diye konuştu.
araştırma - inceleme
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/07
Geçmişten günümüze sömürü yöntemi:
Mankurtluk
Kültürel ve kişisel sömürünün eski adı olan mankurtluk, günümüzde de farklı şekillerde devam ediyor. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin, günümüzde Batılılar gibi düşünmenin, eğlenmenin ve hareket etmenin Mankurtluk olduğunu dile getirdi Numan BABACAN
Mankurtluk deyince Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un ‘Gün Olur Asra Bedel’ romanı akla geliyor. Romanda Aytmatov, Kırgızların Ruslar tarafından nasıl sömürüldüğünü ve benliklerinden ayırıldıklarını anlatıyor. Mankurtluk konusunda çalışmaları olan Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nurullah Çetin
ile mankurtluğun ortaya çıkışı ve günümüzdeki yansıması hakkında konuştuk. Mankurtluğun kişinin kimlik bilincinin, benliğinin yok edilmesi olduğunu ifade eden Çetin, bunun amacının kolayca sömürebilmek olduğunu vurguladı. Tarih boyunca Türklerin mankurtlaştırılmaya çalışıldığına değinen Prof. Dr. Çetin, “ Çinliler tarihte bunu Türklere uygulamış, daha sonra batılılar Osmanlı’ya uygulamış ve günümüzde de süregeliyor” diye konuştu. ‘‘MANKURTLAŞAN KİŞİ KÖLELEŞİYOR’’ Mankurtluğun eski bir Kırgız efsanesine dayandığını ifade eden Çetin, bu efsanenin Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel romanında şöyle anlatıldığını söylüyor: “Juan Juan kabilesi Kırgızistan’ın Sarı Özek bölgesine saldırıyor ve orada yakaladığı güçlü erkekleri yakalıyor, çeşitli işkencelerden geçiriyor. Saçlarını tek tek yoluyor ve yeni kesilmiş sıcak deve derisini ters şekilde kafasına geçiriyorlar. Kızgın güneşte bekleyen deri kuruyor ve o kişinin beynini sıkıyor, hafızasını kaybediyor. Kişi hem kendi kişisel hafızası yani adını, atasını hem de milli hafızasını yani mensup olduğu dini, dili, ırkı unutuyor. Ondan sonra köleleştirmek isteyen kişi kendini efendisi olarak tanıtıyor ve istediğini yaptırıyor.” Aytmatov’un romanda Rusların Orta Asya Türklerini nasıl mankurtlaştırmak istediğini anlattığına da değinen Çetin, Rusların Türklere dillerini, dinlerini, atalarını unutturmak için çalıştıkları ve unutturduklarının anlatıldığından bahsediyor. Türk milletinin tarihten aldığı Türk-İslam isminin değiştirilerek homo ekonomikus yani sıradan insan yapılmaya çalışıldığını dile getiren Prof. Dr. Çetin, “Bu günümüzde de böyledir. Komünist, sosyalist gibi isimlerle bizi asıl ismimizden uzaklaştırmak istiyorlar.
İşte bu da günümüzde mankurtlaştırmaktır” diyerek gençlerin bu şekilde sömürüldüğüne dikkat çekti. ‘‘GÜNÜMÜZÜN MANKURTLUĞU BATILILAŞMAKTIR’’ İlk zamanlardan süregelen mankurtluğun günümüzde de devam ettiğini söyleyen Prof. Dr. Nurullah Çetin, eğitim kurumlarında, basın organlarında, eğlence sektöründe ve siyasi ilişkiler-
de batı dünyasının bize ait değerleri yok ettiğini belirtti. Onun yerine batılı değerlerin kabul ettirilmeye çalışıldığını dile getiren Çetin, Türkiye’de pek çok iş yerinin isminin İngilizce yazıldığını, batılılar gibi eğlenmek, düşünmek ve yaşamanın ve onların tarzında şeyler yemek, içmek veya giymenin de mankurtluk olduğunu vurguladı. Batılı ülkelerin özellikle Müslüman ülkeler üzerinde büyük bir mankurtluk isteği olduğuna değinen Çetin, özellikle gençler üzerine yoğunlaşıldığını ve batılı tarzdaki yaşantının gençlere empoze ettirilip gelecek nesillerin kendileri gibi olmasını sağlamayı istediklerinin altını çizdi. Çetin şöyle konuştu: “Batılı emperyalist devletler başta Müslüman ülkeler olmak üzere kendilerinden güçsüz ülkelerde sürekli sömürü yaptılar ve kendi kültürlerini yayarak orada kalıcı oldular. Ülkemizde de bunu sürekli denediler ve halen bir şekilde kendi kültürlerini aşılamaya çalışıyorlar. Geçmişte nasıl kişi bazı işlemlerle köleleştiriliyor, kimliğinden kopuyorduysa şimdi de aynı şekilde kimliğimizden kopup batılı olmamız isteniyor.” Bu tür mankurtlaşmadan ancak kendi kültürümüzü daha iyi yaşayarak kurtulabileceğimizi savunan Çetin, gerekli eğitimi her ferdin alması gerektiğini vurguladı. ‘‘EN BÜYÜK GÖREV AYDINLARA DÜŞÜYOR’’ Gençlerin kendi başlarına bu kültür emperyalizminin farkına varamayacağını anlatan Çetin, “ Onlar her türlü etkiye açıktır. Dışarıdan ne gösterilirse onu alırlar” diyerek gençlerde farkındalık sağlamak için asıl görevin gerçek aydınlara düştüğünü ifade etti. Aydınların gerçeği gösterecek, telkin edecek ve yaşatacaklarını belirten Prof. Dr.
Çetin, aydınların verecekleri eğitimlerle batının mankurtlaştırma hedeflerini gençlere açık şekilde göstermesinin gelecek açısından çok önemli olduğunu söyledi. Bunun dışında kendi kültürümüzü yansıtan filmler, diziler ve etkinliklerin de yapılabileceğine değinen Çetin, devletin de bu konuda büyük bir görevi olduğunu aktararak devletin kurumlarını kullanarak gençlere kendi kültürümüzü en iyi şekilde tanıtması gerektiğini anlattı. Gençlerin de kendileri üzerinde sorumluluğu olduğunu, kendi kültürlerini, benliklerini ve geçmişlerini iyi araştırması gerektiğini belirten Prof. Dr. Çetin, gençlerin medyada veya sosyal medyada gördükleri şeyleri iyi incelemesi, sorgulaması, kültürümüzle bağdaşıp bağdaşmadığını irdelemeleri gerektiğini dile getirdi. Gençlerin giyim kuşamında da son dönemlerde batılılaşma olduğunu aktaran Çetin, “Bize ait bir giyim tarzımız, müziğimiz var. Ama gençlerimiz batılı tarzda giyinip, yabancı müzikler dinlemeye başlaması, konuşurken yabancı kelimeler kullanması batılıların isteğiyle gençlere fark ettirilmeden aşılanıyor. Ailelerin ve gençlerin dikkatli olması gerekir” dedi. Prof. Dr. Nurullah Çetin’in “Mankurtluk Külahı” isimli kitabında Mankurtluk ve Kültür Emperyalizmi üzerine değerlendirmeler yapılıyor. Kitapta, Türk milletinin mankurtlaşma süreci, mankurt aydın tipi, mankurtluğun dünden bugüne bütün tezahürleri anlatılıyor. Prof. Dr. Çetin, mankurtluğu kitapta şöyle anlatıyor: “Mankurtluk külahıyla perdelenmiş robotlar; şaşı tarih, çarpık bir kültür, yoz edebiyat ve hayat anlayışıyla, beynelmilel bir sürü olma peşinde. Külah perde gibi gözünüzü örter, kulaklarınızı kapatır, gönlünüze iner. Alışmışsınızdır, zamanla siz yenilerini imal
ve kalıplara hapsetme, silme emeli olduğunun altını çiziyor.
etmeye, kafanıza geçirmeye başlarsınız. İlerlediğiniz geliştiğiniz zannıyla, aynı külahı biteviye bir diğeriyle değiştirir; külah kapmada yarışırsınız.” Çetin, Mankurtluğun, kâinatın en şerefli varlığı olan insanın önüne çekilmiş devasa bir set olduğuna değinirken, Müslüman Türk’ü izsiz, sözsüz ve güçsüz bırakmak, kendi çizdikleri sınırlara
lacağına makalesinde yer veriyor. Mankurtluk ve kültür emperyalizminin özellikle gençler arasında, sosyal medya yoluyla yayıldığını, gençlerin kendi öz kültürlerinden bu yolla uzaklaştırıldıklarına dikkat çeken Aydın, bu konuda ailelerin, öğretmenlerin ve aydınların gençleri yönlendirmeleri, rol model olmaları gerektiğini ifade ediyor.
‘‘EN ÖNEMLİ MANKURTLAŞTIRMA ARACI MEDYA’’ Gazeteci-Yazar Ramazan Aydın mankurtlaşma konusunda yayınlanan makalesinde, günümüzde güçlü toplumların mankurtlaştırma operasyonlarında kullandıkları en önemli aracının medya olduğunu söylüyor. Bunun yanında sinemanın da önemli bir araç olarak kullanıldığını ifade ediyor. 20. Yüzyılın ortalarından itibaren iletişim alanında etkili bir döneme girildiğini aktaran Aydın, internetle ortaya çıkan sosyal medyanın hızla yaygınlaşan ve gün geçtikçe önemi artan bir kitlesel mankurtlaşma yöntemi olduğuna dikkat çekiyor. Uluslararası güçlerin hedefi olan ülkelerde öncelikle medya sektörünün ve politikacıların zihinsel olarak mankurtlaştırıldıklarını ifade eden Aydın, makalesinde şunları belirtiyor: “ Temelde medya üzerinden yürütülen bu süreçte, daha sonra da ülkelerin özel durumları ve şartlarına bağlı olarak, diğer etkili kesimlere yönleniyor ve nihayet, toplumun kahir ekseriyeti mankurtlaştırılıyor. Özellikle Türkiye gibi ülkelerde medya faaliyetleri, başta sosyolojik açıdan olmak üzere, bilimsel açıdan incelenmesi ve araştırılması halinde, ortaya fevkalade ilginç neticelerin çıkacağı açık.” Bütün meselenin toplumsal total enerjinin ne yönde kullanılacağının kontrol edilmesi olduğunun altını çizen Ramazan Aydın, bu nedenle geri kalmış ülkelerde toplumsal ilgi ve dikkatin kendileri için öncelikli olması gereken konulardan uzaklaştırılarak, uluslararası güçlerin belirledikleri konulara ve istikametlere yönlendirildiğini belirtiyor. Aydın, böylece, hedef ülkelerin tüm kaynaklarının, uluslararası güçlerin çıkarları için kullanılmasının kolaylaştırı-
08/ Ocak-Şubat 2015
araştırma - inceleme
selçukiletişim
Cahiliyeden günümüze acı bir gelenek:
Kan davaları T
Cahiliye döneminden günümüze süregelen bir gelenek olan kan davalarının temelinde, sosyal ve ekonomik pek çok sebep yatıyor. Toplumsal barışı zedeleyen kan davalarında geçmişe göre azalma söz konusu
Numan BABACAN
ürkiye’nin kanayan yaralarından olan kan davaları geçmişten günümüze etkisini her dönemde sürdürüyor. Kan davalarının sosyolojik analizini yapan Harran Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mahmut Kaya, kan davasının bir kimsenin ailesinden veya akrabalarından birini öldüren bir kişiyi veya onun akrabalarından birini, öldürülenin kanına karşılık olarak öldürme geleneği olarak tanımladı. Aşiret kültüründe kan davasının sadece maktulün ailesi ile katil arasında yaşanmadığını belirten Yrd. Doç. Dr. Kaya, bunun maktul ve katilin mensup olduğu aşireti de içeren geniş gruplar arası yaşanan ve yıllarca devam eden bir öç alma olayı olduğunu dile getirdi. Kaya, kan davasını şöyle açıklıyor: “ Güç ve iktidar uğruna girişilen şiddetli bir mücadele, ekonomik temelli bir rant çatışması. Küçük sosyal gruplarda bir savunma mekanizmasıdır. Saldırı ve savunma olarak bir akrabalık dayanışması. Araplar, Slavlar, Türkler, Romalılar, Kürtler, Asya ve Avrupa gibi birçok yer ve toplulukta görülmüş.” ‘‘KAN DAVASINDA AİLE ŞEREFİ ÖN PLANDA’’ Kan davalarının temelinde genel toplumsal yapıyla bütünleşmeme, ekilebilir toprak azlığı ve dolayısıyla sık arazi anlaşmazlığı gibi nedenlerin olduğunu dile getiren Kaya, en önemli nedenin aile ve aşiret şerefi olduğunun altını çizdi. Devlet otoritesinin zayıflığı, telkin ve teşvik kültürü, kız kaçırma ve sosyal değişme sürecinde yaşanılan değer bunalımlarının kan davalarında diğer etkenler olduğuna değinen Yrd. Doç. Dr. Kaya, “Kan davalarının sürekliliğinde ‘makul’ denen akıllı adamlar, ‘mezin’ denen büyük adamlar, ‘risipi’ denen ak sakallılar gibi arabulucu aktörlerin rollerinin işlevsiz kalması da etkilidir diyebiliriz” diye konuştu. Kan davasının şiddet içeren bir eylem olduğu için her iki tarafa da zarar verdiğini vurgulayan Kaya, toplumsal barışın bozulduğunu, öç alma âdeti nedeniyle tüm akrabaların yıllarca eli tetikte tedirginlikle beklediğini anlattı. Kan davası sürecinde insanların ekonomik etkinliklerden geri kaldığını, eğitim imkânlarından mahrum kalabildiğini ifade eden Yrd. Doç. Dr. Mahmut Kaya, bazen davalıların her şeyini bırakıp başka illere göç etmek zorunda kaldığını söyledi. ‘‘GEÇMİŞE GÖRE AZALMA VAR’’ Türkiye’nin birçok yerinde kan davalarının olduğuna değinen Kaya, bu olgunun geçmişte Doğu, Güneydoğu ve Karadeniz bölgelerinde görüldüğüne dikkat çekti. Değişen sosyo kültürel şartlar ve teknolojik gelişmelerden sonra kan davalarının ülke sınırları dışına çıkabildiğini ifade eden Kaya, hasımların ülke dışına çıkması durumunda dahi teknolojik imkânlarla kan davasının izinin sürüldüğü ve öç alınabildiği örneğini verdi. Kan davaları ile ilgili sağlıklı istatistik bulunmadığına değinen Kaya, kesin bir rakam olmamasına rağmen genel gözlemlere dayalı bir değerlendirme yapıldığında geçmişe nazaran bir azalma olduğunun altını çizdi. Kaya, son dönemlerde bu tür olayların düşük bir seviyede seyretmesinin nedenlerini şöyle anlattı: “Bunda değişen sosyal, ekonomik koşullar, kültürel norm ve değerlerin etkisi söz konusudur. Aşiret yapılarının çözülmeye başlaması, artan bireysellik, hak, hukuk bilinci, kamu
otoritesinin daha da artması, kan davalarının olumsuz sonuçlarına yönelik eğitici faaliyetler de azaltıcı faktörler olarak sıralanabilir. Ayrıca ceza hukukunda adam öldürmenin kasten tasarlayarak ve kan gütme amacıyla yapılmasının ağırlaştırılmış müebbet hapis olarak düzenlemesi, söz konusu durumun azalmasında önemli etken olarak görülüyor.” Sorunun tamamen bitmediğini dile getiren Kaya, özellikle kırsalda halen kan davası vakalarının gerçekleştiğini, çözüm olarak eğitim olanaklarının arttırılması, ateşli silahlara yönelik tutarlı politikalar, adil bir tapu politikasının uygulanması, kitlelere yönelik eğitim ve hukuk bilincinin geliştirilmesi gerektiğini sözlerine ekledi. ‘‘BASİT MESELE BÜYÜYÜP OLAYA DÖNÜŞTÜ’’ Şanlıurfa’da kan davalı olduğu akrabalarıyla ilin valisi ve şehrin önde gelenlerinin çabalarıyla barışan bir ailenin önde gelenlerinden olan Ali Çetindağ, şimdi basit gibi gördükleri meseleleri
Ali Çetindağ
dava zamanında büyüttüklerini ve ölümle sonuçlanan bir olay yaşadıklarını belirtiyor. 2009 yerel seçimlerinde köydeki muhtarlık seçimi için kavga ettiklerini ifade eden Çetindağ, kan davasıyla gelen mağduriyeti şöyle anlatıyor: “Kan davalısı olduğumuz aile kendi akrabalarımız, aynı köyde yaşadığımız komşularımız. Muhtarlık olayının öncesinde bir arazi anlaşmazlığı nedeniyle aramız açılmıştı. Muhtarlıkta da karşılaşınca seçim günü aradaki bazı kötü niyetli insanların kışkırtmasıyla kavga ettik, ölü ve yaralılarımız oldu. Daha sonra köyden taşındık ve şehirde mağdur olduk, topraklarımızı süremedik, parasız kaldık. Şehirde de birbirimizin yüzüne ve akrabalarımızın yüzüne bakamaz olduk. Birbirimizi her gördüğümüzde öldürmek istedik. Büyüklerin araya girmesiyle barış yaptık ama yine de akrabalarımızla konuşmuyoruz ve köyümüzden ayrıyız.” Yaşananlardan her iki tarafın da büyük zarar gördüğünü anlatan Çetindağ, geçmişte yaşanan durumun hayatlarında büyük yaralar açtığını, özellikle çocukların çok etkilendiğini dile getiriyor. Yaşadıkları mağduriyetin kendilerine büyük bir ders olduğunu söyleyen Ali Çetindağ, kendisinin de bir süre hapis yattığı olayda mahkeme yollarında gidip gelmeye devam ettiklerini, kan davasına girişen diğer aileleri de kendilerini örnek vererek davadan vazgeçirmeye çalıştıklarını aktarıyor. ‘‘CAHİLLİĞİMİZİN KURBANI OLDUK’’ Aynı olayda bulunan ve ailenin en büyüğü konumundaki Müslüm Babacan, olaydan önce uzun süre karşı tarafta bulunan akrabalarıyla konuşmadıklarını ve dışarıdan gelen bazı kişilerin kışkırtmasıyla kinlerinin arttığını anlatıyor. Babacan, küçük bir meseleyi farkında olmadan büyüttüklerini ve bunun ölümle sonuçlanarak kan davasına dönüştüğünü söylerken, cahilliklerinin kurbanı olduklarının altını çizdi. Bu olayda iki tarafın da büyük zarar gördüğünü belirten Babacan şöyle konuşuyor: “Kadınlar ve çocuklar çok zarar gördü. Uzun süre etkisindeydik ve yıllar geçmesine rağmen bir araya geldiğimizde o olayı konuşuruz. Hapiste halen gençlerimiz var, mezara girmiş bir insan ve ardında bıraktığı çocukları var. Bu olaydan herkes zarar gördü, çevremizde gördüğümüz ve çok uzun yıllar süren kan davalarında da aileler adeta yok oluyor. Bir cahillik edip
kibrimize yenildik ama büyük dersler çıkardık. Kimsenin kan davasına bulaşmadan kardeşçe yaşamasını dilerim.” Yaşadıkları olayda güvenlik güçlerinin de otoritesinin az olduğunu ifade eden Babacan,
Müslüm Babacan askerin kavga durumunu bilmesine rağmen seçim günü köye gelmediğini, olaydan sonra da çok fazla irdelemediğini anlatıyor. Kendilerine benzer kan davalarının bölgede sık yaşandığını hatırlatan Babacan, yeni yetişen gençlerin eğitim aldıkça daha akıllı çözümler bulduğunu, kan davalarının en önemli etkeninin eğitimsizlik olduğunu sözlerine ekliyor.Kendilerine benzer kan davalarının bölgede sık yaşandığını hatırlatan Babacan, yeni yetişen gençlerin eğitim aldıkça daha akıllı çözümler bulunduğunu, kan davalarının en önemli etkeninin eğitimsizlik olduğunu sözlerine ekliyor. Türkiye’nin her tarafında kan davalarından insanlar öldürülürken yakın tarihte en akılda kalan olay ise 2009 yılında Mardin’in Mazıdağı ilçesinde kan davası nedeniyle bir düğün evinin taranması sonucu içinde çocukların da olduğu 44 kişi hayatını kaybetmişti. Bu olay uzun süre ülkenin gündeminde yer alırken, kan davalarının acı yüzünü ortaya koyuyordu.
güncel
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/09
Charlie Hebdo saldırısına kınama Selçuk Üniversitesi öğrencileri, Fransa’da 12 kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlanan, mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıyı kınadı
F
Kübra ABİ
ransa’nın önemli mizah dergilerinden biri olan Charlie Hebdo, İslam peygamberi Hz. Muhammed’in karikatürünü çizdikten sonra büyük tepki toplamıştı. Charlie Hebdo’ya düzenlenen silahlı saldırı sonucunda 12 kişi yaşamını yitirmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ülkede gerçekleşen en büyük kanlı saldırı olarak tarihe geçen olayı, Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerine sorduk. Gazetecilik Bölümü Öğrencisi Aslıhan Örün Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıyı değerlendirdi. Örün, “Kendisi gibi düşünmeyene yaşama şansı tanımayan bu zihniyetin benzerlerini biz daha önce Türkiye’de de gördük. O yüzden çok uzaklara gitmeye gerek yok diye düşünüyorum. Charlie Hebdo
dergisine yapılan saldırı bize gösterdi ki bu gibi grupların ne yazıya ne çiziye tahammülü var. Kaleme silahla cevap verecek kadar acizler. Bu saldırıyı herkesin ortaklaşa bir şekilde kınaması gerekiyor” ifadelerini kullandı. Halkla İlişkiler Bölümü Öğrencisi Melike Yüksel ise, yapılan saldırıyı insanlık adına olmaması gereken bir saldırı olarak gördüğünü belirtti. Yüksel, “Fransa’nın saldırıdan 3 gün önce Filistin’i devlet olarak tanıyabilirim dedikten sonra böyle bir olayın olması da Müslümanlar adına üzücü bir durum” diye konuştu. Gazetecilik Bölümü Öğrencisi Gökçen Bektaş da, Fransa’da yaşanan olayı şiddetle kınadığını ve bu vahim olayı gerçekleştirenlerin din katili olduğunu dile getirdi. Gazetecilik Bölümü Öğrencisi Cumali Maviş saldırıyı, “Basının belli durumlarda başka toplumların değer-
İslami güzellik yarışmasına tepki çığ gibi
lerine hakaret veya mizahi söylem geliştirmesi yine o toplumlarca yapılan saldırıların etik olmadığını ve basının bu gibi düşünce ifadeleri yüzünden alaşağı edilmesini değil de üsluba yatkın bir şekilde uyarılması gerektiğini düşünüyorum” sözleriyle değerlendirdi. Gazetecilik Bölümü Öğrencisi Şener Cüre ise, Charlie Hebdo’ya yapılan saldırıyı, “Ben bu saldırı olayında dış güçlerin parmağı olduğunu düşünüyorum. Çünkü Fransız istihbaratı en iyi istihbarat teşkilatlarından bir tanesi ve kesinlikle bu saldırının olacağından haberi vardı. Yine Müslümanları kışkırtma ve onları karalama oyunu, yeni bir İkiz Kuleler senaryosu. Bakalım şimdi Fransa petrol için bulduğu bahaneyle hangi ülkeye girip katliam yapacak” diye değerlendirdi.
Öğrencilere yatay geçiş müjdesi
Miss World’e tepki olarak düzenlenmeye başlanan Dünya Müslüman Güzellik Yarışması’nı eleştiren Kur’an Hocası Sadegül Arslan, İslam’ı doğru tanıtmanın yarışmayla mümkün olmayacağını belirterek, “İslam’ın kadının obje olarak sergilenerek tanıtılmasını uygun bulmuyorum” dedi Kübra ABİ
lk kez 2011 yılında Endonezya’da düzenlenen Dünya Müslüman Güzellik Yarışması (Muslimah World), Miss World’e tepki olarak ortaya çıktı. 2014 yılında Endonezya’da düzenlenen yarışmaya 6 ülkeden yaklaşık 500 başörtülü genç kız başvurdu. Kur’an okuma sınavından
ri’nde görevli olan Hafız, Kur’an Hocası Sadegül Arslan, İslam’ı doğru tanıtmanın bu yarışmayla mümkün olmayacağını belirtti. Arslan, “Yüz, kaş, göz bunları göstermek elbette haram değil fakat dikkat çekmek kötüdür. Giyim tarzı da bu konuda önemlidir. İslam’a göre fiziksel olarak dikkatleri üzerinde toplamak doğru değildir”
geçen 20 genç kız finalist oldu. İran, Malezya, Brunei, Bangladeş, Nijerya gibi ülkelerden gelen finalistler jüri üyeleri tarafından İslami bilgilerle değerlendirilmeye tabi tutuldu. Yarışmanın amacının ise, Miss World’ün pornografik içerikli olmasına tepki göstermek ve Müslümanlığı Dünya’ya doğru tanıtmak olduğunu söyleyen Organizatör Eka Şanti, modern dünyada dini hayatı nasıl dengelemek gerektiğini göstermek amacıyla yarışmayı düzenlediklerini açıkladı. Radikal İslamcılar tarafından da tepki çeken yarışma, Müslüman ülkelerde tartışma konusu oldu. Zonguldak’ın Ereğli ilçesinde Diyanet İşle-
sözlerine yer verdi. Kadının obje olarak sergilenip dikkat çekmesini sağlamak yerine dinî kurallar içinde topluma örnek olan kişinin zaten gerekli ilgiyi çekeceğini dile getiren Arslan, yarışmayı düzenleyenlerin İslam’ı tam olarak bilen insanlar olmadığını, eğer Müslümanlığı bilselerdi böyle bir yarışmaya ihtiyaçlarının kalmayacağını vurguladı. Gerçekte İslam’ı savunan insanların kendilerini bu tarz yarışmalarla göstermek istemeyeceklerini belirten Arslan, “Ben bir ilahiyatçı olarak İslam’ın bu şekilde bir yarışmayla ve kadının obje olarak sergilenerek tanıtılmasını uygun bulmuyorum” ifadelerini kullandı.
İ
Kübra ABİ
Ü
niversitelerde, 2014–2015 Eğitim ve Öğretim Yılı bahar döneminde öğrencilere yatay geçiş hakkı verileceği duyuruldu. YÖK’ten yapılan yazılı açıklamada, 20142015 eğitim öğretim yılı bahar döneminde öğrencilere yatay geçiş hakkı verilmesi konusunun Genel Kurul’da görüşüldüğü ve bu hakkın verilmesi yönünde karar alındığı
bildirildi. Yapılan yazılı açıklamada, “Türkiye’deki yükseköğretim kurumları, diledikleri takdirde, sadece yurt içindeki yükseköğretim programlarına kayıtlı öğrencilerin başvuru yapabilmesi için 2014 kontenjanının yüzde yirmisine kadar yatay geçiş kontenjanı ayırabileceklerdir” ifadelerine yer verildi. Öğrenciler, yatay geçiş şartlarını ve bahar dönemi başvurularına ilişkin esasları YÖK’ün internet sitesinden detaylı öğrenebilecek.
#ÖzgecanAslanİçin
10/ Ocak-Şubat 2015
kültür - sanat
selçukiletişim
Konya’nın ilk kadın dergisi:
Zarafet
Konya’nın ilk kadın dergisi unvanına sahip olan Zarafet dergisi, modadan güzelliğe, pratik bilgilerden, yemek tariflerine, şehirdeki mekânlardan, kültür-sanata kadar birçok konuyu kadınlar için ele alıyor. Sadece bu şehrin kadınlarına ve onların ihtiyaçlarına özel hazırlanması ise Zarafet’i, diğer kadın dergilerinden ayırıyor. Genel Yayın Yönetmeni Ayşegül Karaca ile derginin yayın hayatında başlama öyküsünden yayın içeriğine, hedef kitlesinden okurların beklentilerine kadar pek çok konuyu konuştuk Melike İŞDAR
Konya’nın ilk ve tek kadın dergisi unvanına sahipsiniz. Bize derginin içeriğinden bahseder misiniz? Konya’nın ilk kadın dergisiyiz ama sanıyorum iyi bir şey yaptık ki, artık tek değiliz. Taklitlerimiz çıktı. Şehrimizin tüm kadınlarını kucaklayan bu şehrin kadınlarına ve ihtiyaçlarına özel gerçek bir yaşam dergisiyiz. Modadan güzelliğe, örnek alınacak gerçek yaşam hikâyelerinden sağlığa, psikolojiden pratik bilgilere, kariyerden yemek tariflerine, şehirdeki mekânlardan, haberlere, trendlere, dekorasyona, teknolojiye, en yeni çıkan ürünlerden seyahate, kültür-sanata kadar kadını ilgilendiren tüm konuları kadınımıza sunan bir dergiyiz. Dergimiz, bu şehrin kadınlarının dostluk, arkadaşlık ve kaynaşma imkânı bulabileceği, şehri takip edebileceği, okurken keyif alabileceği ve konularıyla gerçek bir kaynak olan, sadece Konyalı kadınlara özel yaşam rehberidir. Her 2 ayda bir yayınlanan, özenle tasarladığımız grafik çizgisi, kâğıt kalitesi, özgün ebadı, fırsatları, club kartı, konu ve konuklarıyla sürekli geliştirdiğimiz yüksek bir çizgiye sahip Zarafet. Neden kadın dergisi? Konya’nın kadın dergisine ihtiyacı var mı? Güzel Konya’nın, Konyalı kadına dair daha pek çok şeye ihtiyacı var. Umarım, zamanla hepsi gerçekleşir. Şehrimizde kadınımıza her alanda tam bir rehber olacak ve doğru kılavuzluk yapacak aynı zamanda bilgi kaynağı olacak, şehri takip edebileceği, şehirde ne kim nerede nasıl haber alabileceği takip edebileceği ayrıcalıkları ve fırsatları yaşayabileceği sadece kadına özel bir platforma ihtiyaç vardı. Dergimiz çıktıktan sonra da bunu destekleyen çok güzel yorumlar aldık. Tebrik edildik, takdir aldık, desteklendik. Bundan dolayı da çok mutluyuz.
Sizin de bildiğiniz gibi birçok kadın dergisi var. Zarafet’i diğer kadın dergilerinden ayıran nedir? Niçin Zarafet? Çünkü Zarafet, sadece bu şehrin kadınlarına ve ihtiyaçlarına özel hazırlandı. Aynı zamanda Zarafet Club gibi şehrin ayrıcalıklarından ve fırsatlarından yararlanabileceği çevrimiçi bir platforma da sahip. Şehrin kadınlarıyla iletişim içindeyiz ve onlara çok yakınız. Diğer kadın dergilerinde sahip olabileceği tarzdaki bilgilere sahip olurken yanında aslında daha çok ihtiyacını karşıladığı yaşadığı şehirle ilgili kadına dair her türlü bilgiye habere de aynı anda ulaşabileceği bir dergi. Ve bir kere Zarafet okumanız ve zarafet kart ayrıcalığından yararlanmanız “Neden Zarafet?” sorusuna iyi bir cevap olacaktır. Derginin kadrosu ile ilgili bilgi verir misiniz? Dergimizde şu an 9 kişi çalışıyoruz. Bu 9 kişi yanında bize her sayı destek olan, bilgi birikimlerini paylaşan alanında uzman değerli dostlarımız, danıştığımız yardımcı meleklerimiz ve yazarlarımız, ortak çalıştığımız fotoğrafçılarımız var. Kadromuzda üniversite hayatına devam eden arkadaşlarımız da var. Buradan da iletmiş olalım. Bize katılmak isteyen tüm üniversiteli arkadaşlarımıza kapımız açık, ister gelip çalışsınlar, isterlerse play station
oynasınlar… Gelin tanışalım kaynaşalım çalışalım. Sıcak, samimi ve özverili bir ekibiz. Biraz da hedef kitlesinden bahsedebilir miyiz? Konya’da yaşayan, daha doğrusu yaşadığı şehri yaşayan şehirli kadının, Konyalı kadının dergisi bizim dergimiz. Genç, yaşlı, evli, bekâr, öğrenci, ev hanımı, açık-kapalı, muhafazakâr, modern, diyet yapan, eğitimli, gibi hedef kitlesinde hiçbir ayrım yapmıyoruz. Sadece biz dergimizde konularımızı harmanlarken ve Zarafet club aracılığı ile sunduğumuz fırsatları hazırlarken, bizimle aynı ruhu paylaşan herkesin okuduğunda kendine uygun duyguyu ve bilgiyi bulabileceği, doğru kılavuzluk yapan, okuruna keyif veren, bir ortamı yakalamaya çalışıyoruz. Ne istediğini bilen, hayatını kendi yönlendiren, yaşadığı şehri kadınca takip etmek isteyen, yeni deneyimlere açık, kendine önem veren kadınlarımıza ulaşmayı hedefliyoruz. Okuyucu bu dergiyi nasıl temin edebilir? Dağıtımı nasıl yapılıyor? Dergimiz şu an için 2 bin kadar basılıyor. Eve, dağıtım firmaları aracılığı ile ücretsiz gönderiyoruz. Zamanla sayı daha da artacak. Abonelerin yanı sıra, şehrimizdeki en popüler ve en seçkin mekânlarına
da gönderilmektedir. Bu mekânlar arasında kafeteryalar ve restoranlar, kuaför ve güzellik salonları, butikler, alışveriş merkezleri, özel hastane ve klinikler, sinemalar, oteller, spor salonları gibi sosyal aktivitelerin yoğun olduğu yerler bulunmaktadır. 2 ayda bir çıkan ve yılda 6 sayı üretilen dergimize 444 4 350 telefonumuz aracılığı ile ya da zarafatedergisi.com, karacamedya.com.tr sitelerinden istek yaptıkları takdirde gönderiyoruz. Çok yakında bazı satış noktalarında da yer alacağız. Biraz da kişisel sorulara geçecek olursak bize kendinizi tanıtır mısınız? Eşim Mehmet Zahit Karaca ile kurduğumuz reklam ajansı olarak hizmet verdiğimiz Karaca Medya’nın kurucu ortağıyım. 13 yaşında bir bilgisayar firmasında başladığım iş hayatıma şu an Zarafet dergisinin genel yayın yönetmeni olarak devam ediyorum. Konya Selçuklu Teknik Lise Bilgisayar bölümünü birincilikle, Selçuk Üniversitesi- Bilgisayar Programcılığını yüksek şeref derecesiyle bitirdim. Bunun yanında Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi lisans mezunuyum. Selçuklu Teknokent’te bir araştırma-geliştirme projesi yürüttüm. 17 yıldır sayısını hatırlamadığım web projeleri ve reklam projeleri içerisinde çalıştım. Oğlumun doğumu nedeniyle bir yıl ara verdiğim işime ajans olarak dergi sektörüne adım attığımız Zarafet dergisiyle tekrar döndüm. Daha önce danışmanlık yaptığım ve özel ilgi alanlarımdan biri olan güzellik, estetik, kozmetik, moda ve sağlık konularındaki deneyimlerimizi ve bilgi birikimimizi aktarabileceğimiz güzel bir platform oldu. Bu şehirde yaşayan güzel Kadınlarımıza hemen bir Zarafet club kart edinip şehrin ayrıcalıklarından yararlanmayı ve bir Zarafet dergisi alıp keyifle okumalarını tavsiye ediyorum.
Selçuk İletişim’den yolu geçen bir yazar:
Emine Şeyma Yıldız
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nden mezun olan Emine Şeyma Yıldız, ‘İhanetin Gözyaşları’, ‘Töre sizsiniz’ ve ‘Vasiyetimdir; Kimse Onu Sevmesin’ adlı yapıtlarının ardından dördüncü kitabının müjdesini vererek, “Beni takip etsinler. Çok dolu, bomba bir kitap geliyor” dedi Gökçen BEKTAŞ
Ç
ocukluğundan beri yazmaya ilgili olduğunu söyleyen Yıldız, üniversite yıllarında yazdığı üç kitabının temelini lise yıllarında attığını belirterek “Lise son sınıfta uluslararası bir kompozisyon yarışmasında dereceye girmiştim. Yarışma sonunda cesaretlenerek ‘Ben yazmalıyım’ dedim ve kitabıma başladım” dedi. Yazmanın kendisi için hayattan kopmak anlamına geldiğini belirten Yıldız “İkinci öğretim olduğum için ilham kaynağım gecelerdi. Ama artık çalışmaya başladığım için o kadar geç vakte kadar yazamıyorum” diyerek yazmaya zaman ayırmakta güçlük çekse de kitabı bitirdikten sonra hafiflediğini söyledi. Kitabı bitirip okurlarına ulaştırdığı zaman “Acaba beğenilecek mi?” kaygısını hep yaşadığını belirten yazar, “Ben kitabı yazarken
yaşıyorum. Kimi zaman anne, kimi zaman baba, kimi zaman ise bir katil oluyorum. Bu duyguyu okuyucuya hissettirmek çok önemli” diyerek yazarların aslında çok karaktere sahip olduğunu belirtti.
cümledir. Kitabımdaki erkeğin yerinde olmayı çok isterdim. Gerçek hayatta eğer gözlerimi kapasaydım bunu hiç çekinmeden söylerdim” diyerek kahramanlarının kendisinden bir parça olduğunun altını çizdi.
“YAZMAK, İKİLİ BİR RUH HALİ” Yıldız, yazarlık serüveni boyunca farklı rollere girmenin kendisinde ikili bir hayat yarattığını söyleyerek “Kitap yazarken ben gerçek dünyada yaşamıyorum. Duymuyorum görmüyorum hissetmiyorum bu dünyayı. Kendi kurduğum dünyamda ve kahramanlarımla yaşıyorum. Kitap bitince gerçek hayata adım atıyorum” dedi. ‘Vasiyetimdir; Kimse Onu Sevmesin’ isimli kitabındaki Çağatay karakterinin aslında kendisi olduğunu söyleyen genç yazar, “Kahramanım son nefesini verirken, “Vasiyetimdir; Kimse Onu Sevmesin” diyor. Bence bir kadına söylenebilecek en güzel
“DUYGUSAL OLMASAM YAZAMAZDIM” Akrep burcu olmasının duygusallığıyla yakından ilgili olduğunu ve bunun yazarlığına büyük katkı sunduğunu ifade eden Yıldız, “Bu kadar duygusal olmasaydım bu satırların hiç birini yazmazdım. Kahramanları konuşturamazdım” diyerek okuyucularına vermek istediği mesajı duygusallığı sayesinde verdiğini belirtti. Son olarak bugünlere gelmesinde Selçuk Üniversitesi’nin payının büyük olduğunu vurgulayan yazar, “Ben çok çekingen bir insandım, Selçuk İletişim sayesinde çekingenliğimi yendim ve açıldım” diyerek fakültedeki hocalarına teşekkür etti.
kültür - sanat
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/11
Japon sevgisi sınır tanımıyor Selçuk Üniversitesi’nin yeni topluluklarından Japon Kültür Topluluğu, birbirinden renkli etkinliklerle Japon kültürünü üniversite öğrencileriyle buluşturuyor. Topluluğun başkanı Elif Yılmaz, sınırları aşıp öğrenci değişim programını düşündüklerini söyledi
S
Muharrem YAĞIZ
elçuk Üniversitesi Japon Kültür Topluluğu ülkemizde son dönemlerde artan Uzakdoğu hayranlığının bir sonucunda kuruldu. Topluluğun Başkanı Elif Yılmaz oluşuma katılmak için Konya Japon Kültür Merkezi’nde Japonca dersi aldığını, Uzakdoğu sporlarının, animeler ve mangaların ilgisini çektiğini bu sayede de topluluğa gönül verdiğini belirtti. Topluluğun geçen dönemin sonunda kurulduğunu ve üye işlerinin uzun sürmesi nedeniyle asıl aktifliğini bu dönemlerde kazandığını söyleyen Elif Yılmaz, “O zaman kurucumuz vefat ettikten sonra ne yapalım, devam ettirelim mi? diye konuştuk. Buradaki Japon Dili ve Edebiyatı bölümünden hocalarla da istişare halindeydik. Üniversitede de bir bağlantımız olsun, o şekilde başlayalım diye karar verdik” dedi. Kurulma aşamasında insanların topluluğu garipsediğini belirten Yılmaz, “Bizim amacımız sadece kültürel etkinlikler değil biraz daha ileri aşamalarda değişim program düşünüyoruz. Buradan oraya öğrenci gönderebilir miyiz, oradan buraya öğrenci gelebilir mi? Bunların altyapısını oluşturmaya çalışıyoruz. Bunun için tabi topluluğun tanınması lazım. Oradaki üniversitelerle bağlantıyı gerçekleştirirsek o köprüyü hayata geçirmeyi planlıyoruz” diye konuştu. “MİKADO OYUNUNA BÜYÜK İLGİ VAR” İlk tanışma toplantısında Japon kültürünü tanıtan slaytların gösterildiğini, Aikido gösterisini yapıldığını sonra dönemin bittiğini dile getiren Başkan Yılmaz, bu dönem açıldığında Bosna Parkı’nda resmi olmayan bir piknik yaptıklarını, en çok ilgi çeken oyunun Mikado olduğunu söyledi. Yapılan etkinliklerden bahseden Yılmaz, “Anime, Japon film gösterimlerimiz var. Japon kıyafetleri
giydirme, Japon oyunları, hediye dağıtımı o türler şeyler yapıyoruz. Japon misafirlerimiz geliyor. Dövüş sanatları gösterimimiz var. Kendama Şampiyonası düzenledik. İkinci dönem için ise bahar şenliklerinde Cosplay etkinliği planlıyoruz. Kıyafetli baloda Japon animelerdeki karakterlerin canlandırması şeklinde düşünüyoruz. Ve tabi ki ekstra film gösterimleri de olacak” şeklinde konuştu. “JAPONLAR ÇOK SAYGILI” Japonların en belirgin özelliği saygılı olmaları olduğuna bunun belki zorunluluktan kaynaklandığını belirten Yılmaz, “Nüfusları Türkiye’nin iki katı, yüzölçümü daha az. O kalabalıkta birbirlerine mecburiyetten saygılı olmak zorundalar. Yoksa çok büyük kargaşa çıkar. Artık bu yaşam şekli haline gelmiş durumda. Diğer ülkelere göre güvenli bir ülke. Çok yüksek seviyede iş ahlakları var. Bir yere 8.00’de diyorlarsa 8’e 10 kala oradalar. 8’de işlerinin başındalar. Türkiye’de geldiklerinde en çok şaşırdıkları şey 8.00’de randevu verilirken, 8.30’u bulması” dedi. Japonların sevilmesinde çekik gözlü olmasının yanında, onlarla ülke siyaseti olarak da herhangi bir kötü bir şey yaşanmadığını aktaran Yılmaz, “Etrafındaki komşularla siyasi kötü şeyler olabiliyor. Fakat Uzakdoğu’yla çok büyük sorunlar yaşanmıyor. Abdülhamit zamanında bir iki defa ilişkiye girilmiş onda da iyi ilişkiler yaşanmış. O zamandan beridir sempati var” diye konuştu. Türk kültürüyle Japon kültürünün eski zamanlarda bazı noktalarda benzeştiğini söyleyen Elif Yılmaz, Osmanlı döneminde anne babaya, birbirlerine olan saygılar, bağlılıkların olduğunu belirtti. Yılmaz, Japonların kesinlikle evlerine ayakkabıyla girmediğini, temizlik kültürlerinin bir Avrupalı’ya göre iyi olduğunu da sözlerine ekledi.
Çağdaş sanatın içinde bir sanatçı:
Tahsin Vural onya’nın Bozkır ilçesinde dünyaya gelen 1940 doğumlu Tahsin Vural, 1962 yılında Ankara Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fen Bölümü’nden, 1979 yılında Ankara Hukuk Fakültesinden mezun oldu. İlkokuldan bu yana hayatından resmi eksik etmeyen Vural, resmin eğitimini almadığını, kendi çabaları ve merakı ile resimde ilerlediğini dile getirdi. Resim sanatını bireyin kendisini dışavurum sanatı olarak tanımlayan Vural, ressamlığı ticarî bir amaç gütmeden yaptığını dile getirdi. Geçimini ressamlık yaparak temin etmediğini belirten Vural, bu sebeple, bazen fırçanın uzun süre bıraktığı yerde kaldığını ifade etti. “EĞİTİMLE SANATKÂR YETİŞMEZ” Resmin hayatına giriş öyküsünü de anlatan Vural, her insanın yaratılırken bazı yeteneklerle doğduğunu belirtti. Vural, “Birisine bakarsın fevkalade resim yapar, diğerine bakarsın muhteşem bir sesi vardır. Eğitimini almadan 4–5 yaşındaki çocuk çok iyi resim yapabiliyor çünkü onun yaratılışında bir nüve vardır” dedi. Resmin öğretilebilir olduğunu fakat öğretmek suretiyle sanatkâr yetişmeyeceğini de söyleyen Vural, “Alınan eğitim ve öğretim o yeteneğin üzerine bir takviyedir, hızlandırmadır. Ben hiç resmin eğitimini almadım. Lisede resim
“İLK SERGİMİ 1962’DE AÇTIM” İlk sergisini Konya’da 1962 yılının Şubat tatilinde belediyenin evlendirme salonunda açtığını söyleyen Vural, “Fazla büyük bir yer değildi. Şimdi düşündüğümde hem sayısal bakımdan hem de kalite bakımından pek de yeterli bir çalışma değildi. Sergimde klasik ve soyut resimler vardı. Hatta o zaman bir gazeteci de gelmişti. Benim soyut resimlere dedi ki, “Sen bana bunu bedava versen eve götürüp asmam.” “Niye” dedim? “Bana deli derler” dedi. “Peki, nasıl olacak?” dedim “Nehir olacak, su akacak, ağaçlar olacak, dibinde de bir
K
Kendema Oyunu
Elif Yılmaz
Konya’nın Bozkır ilçesinde dünyaya gelen, 74 yıllık yaşamında eğitimcilik, hukukçuluk ve ressamlık gibi birçok işle uğraşan Tahsin Vural, resim sanatını bireyin kendisini dışavurum sanatı olarak tanımladı
bölümüne ayrıldık ama daha çok resim alanında ilerlemem kendi çabalarım, merakım ve zevkim ile olmuştur” dedi. İlkokulda resimle tanıştığını kaydeden Tahsin Vural, okulda çoğu zaman resim alanında ilk beşin arasında olduğunu ve yılın sonunda resim sergisi olduğunda sınıfın bir duvarının komple kendisinin resimleriyle dolu olduğunu ifade etti. Ortaokulu ilçede okuduğu için resim öğretmeninin olmadığını belirten Vural, resim derslerine matematik, tarih gibi diğer dallardan öğretmenlerin girdiğini dile getirdi. Konya Lisesi’ne gelince müzik, Almanca dersi ya da resim derslerinin seçmeli olarak yer aldığını anlatan Vural, kendisinin baştan beri neyi seçeceğinin belli olduğunu ve resim bölümünü seçtiğinde ilk yağlı boyayla lisede tanıştığını ifade etti.
Melike İŞDAR
Mikado Oyunu
çoban oturmuş olacak. ‘‘Kaval da çalacak mı dedim?” “Öyle olacak” dedi. “Kasap dükkânlarına git orada bulursun” dedim. O tip resimleri görmüşsünüzdür çalakalem yapılmış resimlerdir. Benim soyut resimlerimi vaktiyle çalakalem resimlerle kıyaslamışlardır” dedi. İkinci sergisini Konya Kültür Müdürlüğü’nün resim salonunda açtığını söyleyen Vural, üçüncü sergisini ise Eskişehir’de açtı. Eskişehir’de belediye kültür müdürlüğünün salonunda resimlerini sergileyen Vural, Eskişehirli insanların Konya’daki insanlara göre daha zevk sahibi olduğunu dile getirdi. Eskişehir ve Konya’daki sergilerine çok gelen olduğunu dile getiren Vural, “İki şehri kıyasladığımda Eskişehir’deki ilgi çok fazlaydı. Yakın çevremden de tespit ettiğim kadarıyla halk klasik resim seviyor ama Eskişehir’de mesela soyut resimleri inceleyen kişiler dikkatimi çok çekti. Hatta Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen, üç tane eserimi aldı. Bu durum çok hoşuma gitmişti” ifadelerini kullandı. “BAZEN FIRÇA YÜRÜMEZ” Sergilerinden bu yana bazı rahatsızlıklarından ötürü çalışmalarına sadece üç beş tane resim eklediğini ifade eden Vural, daha çok kışın ve geceleri çalışabildiğini söyledi. Vural, kış mevsiminde gece diliminin daha uzun olduğunu ve geceleri daha verimli çalışabildiğini belirtti. Vural,
“bazı devreler kısa bazı devreler ise daha uzun ara verdim. Tuvalin karşısına geçtiğimde bazen fırça yürümez gitmez. Öyle zamanlarda çalışmanın bir anlamı yoktur” dedi. Eserlerini ticari amaçla yapmadığını belirten Vural, bu sebeple günlerce fırçanın bıraktığı yerde kalabildiğini sözlerine ekledi. “49 METREKARELİK ATATÜRK POSTERİ YAPTIM” Resme âşık olduğunu ve resmi sanat için icra ettiğini ifade eden Vural, her çalıştığı ortaokul ve lisede binaya asılan Atatürk posterlerini kendisinin yaptığını söyledi. Vural, “Görev yaptığım, her okul binasının dışında bulunan Atatürk posterlerini ben yaptım. En son emekli olduğum Erbil Koru Lisesi’nde 49 metre karelik Atatürk Posterini yaptım. Yaparken, pastel boya, kuru pastel, sulu boya ve yağlı boya kullandım. Hiç unutamadığım eserlerimden birisi bu posterdir” dedi.
12/ Ocak-Şubat 2015
medya
selçukiletişim
86’lık bir “çınar”: Ahmet Çobanoğlu Dilek DOĞAN
İletişimcilerin işsizlik sorunu devam ediyor… Türkiye’de şu anda sayısı 70’leri aşan İletişim Fakültesi ve her yıl 10 bin dolaylarında mezun var. Ülkemizde İletişim Fakültesi mezunlarının meslekî varlığının üzerinden 40 yıl geçmesine karşın mezunlar hala mağdur. Mezunlar, hiçbir yasal düzenleme yapılmaksızın özel sektör çalışanı adı altında nitelendiriliyorlar. Kamu kurum ve kuruluşları İletişim Fakültesini tanımaksızın mezunları işsizliğe sürüklüyor. Medya, İletişim Fakültesi öğrencilerinin ve mezunlarının işiyken hiç alakası olmayan meslekten kişiler televizyonlarda, gazetelerde, radyolarda çalışıyor. Bu da İletişim Fakültesi öğrencilerinin ve mezunlarını önünü tıkıyor ve umutsuzluğa itiyor. Mezunları yasal olarak muhatap alan kimse yok. Bu kadar çok İletişim Fakültesi açmakla iş bitmiyor bir de bunun sonunu düşünüp istihdam alanının oluşturulması gerekiyor. Ama maalesef Türkiye’de İletişim Fakültesi mezunları istihdam sorunu yüzünden ya asgari ücretle bir işe giriyor ya da yeniden üniversite sınavına hazırlanıyor. Sonuç olarak, kendi işini yapamıyor ve mağdur oluyor. Zaten şu anda ülkemizde medyada çalışan İletişim Fakültesi mezunları oranı yüzde 5 olarak gösteriliyor. Aslında ülkemizde İletişim Fakültesi mezunlarının büyük mağduriyeti var ama onların bu durumu düzeltmeleri için de yapmaları gereken birçok şey olmalı. İstihdam sorunlarına çözümler üreterek bu çözümler yetkili mercilere bildirip sorunların çözülene kadar bu işin üstüne düşmeleri gerekiyor. Yasalar önünde kendilerini kabul ettirip çözümler için birlikte hareket etmeliler. İstihdam sorunun çözülmesi için birçok çözüm yolu var. SORUNLARIN ÇÖZÜME KAVUŞMASI İÇİN YAPILMASI GEREKENLER 1-Öcelikli olarak İletişim Fakültesi mezunları Bakanlıklarda ya da bakanlıklarla ilgili kurumlarda çalışabilir olmalıdır. 2-Medya Okuryazarlığı Dersi ve Medya Okuryazarlığı Öğretimi İletişim Fakültesi mezunlarının işidir ve bu mesleği onlar yapmalıdır.3-Halk Eğitim Merkezleri vb. yerlerde medya ve iletişimle ilgili dersler verilmeli ve bu alanda İletişim Fakültesi mezunları görevlendirilmelidir. 4- TRT personel alımında direkt olarak İletişim Fakültesi mezunlarını almalıdır. İlgisiz fakültelerden kişileri personel olarak alıp İletişim Fakültesi mezunlarını mağdur etmemelidir. 5- Ajansların bile mesleki formasyonlu İletişim Fakültesi mezunlarıyla çalışması gerekiyor. 6-İletişim Fakültesi mezunlarının sektördeki meslek statüsünü belirleyecek meslek yasasına ihtiyacı vardır. Bu yasalar sayesinde İletişim Fakültesi mezunlarının bir statüsü olacak ve kendilerini psikolojik olarak rahatlatacaktır. İletişim Fakültesi öğrenci ve mezunları sorunlara yönelik çözümler üretmelidir. Daha iyi ve uygulanabilir çözümlerle istihdam sorununu en aza indirmelidirler. İletişim Fakültesi öğrencileri ve mezunları gelecekleri için, kendi mesleklerini doya doya yapmaları için, gerçekten yasaların onları tanıyabileceği bir ortam yaratmak için ellerinden gelen her şeyi yapmalıdır. Yasaların ve kişilerin İletişim Fakültelerini ve onca işsiz kalan mezunu tanıması dileğiyle.
Konya’nın Sesi gazetesinin kurucusu, 1977–1980 yılları arasında Konya Milletvekilliği yapan Ahmet Çobanoğlu, 86 yaşında bir çınar. Serbest ticaret ve müteahhitlikle uğraşan, 1970’lerde gazete yayıncılığı yapan Çobanoğlu, siyaset ve gazetecilik yaşamını Selçuk İletişim’e anlattı Kıvanç UĞUR
1
929 yılında Konya’da dünyaya gelen Ahmet Çobanoğlu, 1946’da henüz askere bile gitmeden Demokrat Parti’de Ocak Başkanı olduğunu dile getirdi. Askerden geldikten sonra, Bucak Başkanlığı ve İl Genel Meclis Üyeliği görevlerinde bulunduğunu belirten Çobanoğlu, bu dönemde yaşı tutmadığı için İl Genel Meclis Üyeliğinin düşürüldüğünü ifade etti. Daha sonra yaşı tutunca Belediye Meclis Üyeliğine seçildiğini anlatan Çobanoğlu, 27 Mayıs 1960 Askerî Müdahalesi’ne kadar bu görevde kaldığını söyledi. 1960 İhtilalından önce Demokrat Partili bazı milletvekillerinin antidemokratik uygulamaları gerekçe göstererek partiden ayrıldıklarını anlatan Çobanoğlu, bu dönemde Demokrat Parti’den ayrılarak Fevzi Lütfü Karaosmanoğlu’nun genel başkanlığını yaptığı Hürriyet Partisi’ne katıldıklarını dile getirdi. “VATAN CEPHESİ, TÜRKİYE NÜFUSUNUN ÜÇ KATIYDI!” 1958’de Hürriyet Partisi’nin CHP’ye katıldığını bildiren Çobanoğlu, 1950’li yıllarda yaşanan ‘Vatan Cephesi’ olayıyla ilgili açıklamalarda da bulundu. “Vatan Cephesi olayları yaşandı. Demokrat Parti’ye girenlerin yayını yapılırdı 24 saat radyoda. Yabancı basın da bunu yazdı, ulusal basın da bunu yazdı. Vatan Cephesi’ne girenlerin sayısı, Türkiye nüfusunun iki üç katı olmuş!” ifadelerini kullanan Çobanoğlu, 1970’li yıllarda Konya’nın Sesi gazetesinin çıkarılış
öyküsünden de söz etti. Konya’daki siyasî çalışmaları sırasında, kentte birkaç yerel gazetenin bulunduğunu fakat CHP eğilimli gazete bulunmadığını belirten Çobanoğlu, “CHP’nin basını olmadığı için ben, bir gazete çıkarmak için CHP İl Başkanlığına müracaatta bulundum. İl yönetimi, partinin, gazete çıkaracak imkânı olmadığını söyledi. Ben, kendi imkânlarımla gazete çıkardım. Sabri Altun ve ortaklarının matbaası vardı, gazeteyi onlar basacaktı. 1976’da gazete, yayın hayatına başladı” diye konuştu. “MUHALİF YAYINLARI BIRAKMAMIZ İSTENDİ” Konya’nın Sesi gazetesinin o yıllarda muhalif bir yayın politikası benimsediğini aktaran Çobanoğlu, “Yazarlarımız, muhalefetlerini çok sert cümlelerle yapıyorlardı. Bu durum, Emniyet’teki birinci şubenin dikkatini çekmiş. Birinci Şube Müdürü, beni bir gün bir dostun yazıhanesine çağırdı. Aşırı muhalif yayınları bırakmamızı istedi. ‘Eğer böyle devam ederse gazete kapatılır’ dedi” cümlelerine yer verdi. 12 Eylül’e giden süreçte oğlu Ali Naci Çobanoğlu’nun bıçaklanarak öldürüldüğünü anlatan Çobanoğlu, 1977 Genel Seçimlerinde CHP’den Konya milletvekili seçildiğini dile getirdi. O dönemin siyasî ve toplumsal koşullarıyla ilgili de değerlendirmelerde bulunan Çobanoğlu, Türkiye’de her gün 20–30 kişinin öldürüldüğünü anlattı. Çobanoğlu, “Sendikacılar, gazeteciler, milletvekilleri öldürülüyordu. Bu arada meclis çalışamaz hale düştü. Kanun çıkaramıyor, komisyonlar çalışmıyor.
Meclis farklı, senato farklı yapılara sahipti. Ve maalesef Türkiye, tam bir kargaşanın içine girdi. Ardından 12 Eylül hareketi oldu” diye konuştu. “BÜTÜN SİYASÎLERİN PAYI VARDI” Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreçte dönemin bütün siyasî aktörlerinin payı olduğunu dile getiren Çobanoğlu, 12 Eylül 1980 sabahı yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Ben o sırada Yalova’nın Çınarcık ilçesindeki yazlığındaydım. Meclis resmiyette çalışıyordu ama Cumhurbaşkanını seçememişti. Kanun çıkaramıyordu. Kısır bir meclisti zaten. Yalnızca Salı, Çarşamba, Perşembe günleri çalışıyor. 12 Eylül sabahı, Çınarcık’ın ilk belediye başkanının abisi arayıp, ihtilal olduğunu söyledi. Duygulandım tabii, böyle olmaması gerektiğini düşündüm.” Bu dönemi anlatan ’12 Eylül’ün Getirdikleri ve Götürdükleri’ adlı bir yapıt kaleme aldığını belirten Çobanoğlu, ihtilaldan sonra aktif siyasî yaşamına son verdiğini söyledi. Gençken politikaya heveslendiğini söyleyen Çobanoğlu, “Bizim zamanımızda, politika, fikir düzeyinde, ideoloji düzeyinde yapılırdı. Fakat daha sonraları politika, bir getirim aracı haline geldi. Türkiye’nin demokratik yapısının sağlıklı olmaması, Türkiye’deki torpil geleneğinin sürmesi, insanı politika yapmaya imrendirmiyor. Aksine bunu nefretle karşılıyorum. Şimdi bana bunu verseler yapmam. Genç iken heveslendik, seçildik. Türkiye’de bugün hakkaniyet ölçüsü içerisinde iş dahi bulunamıyor” ifadeleriyle sözlerini sonlandırdı.
Yerel gazete okuyana çeyrek altın Afyonkarahisar Basın İlan Kurumu, kentte yayınlanan yerel gazetelerin okunurluğunu arttırmak için ‘Gazete Oku Çeyrek Altın Kazan’ projesini hayata geçirdi Mesut YILMAZ
A
fyonkarahisar'da Basın İlan Kurumu Şube Müdürlüğü öncülüğünde yaşama geçirilen ‘Gazete Oku-Çeyrek Altın Kazan’ projesiyle en fazla yerel gazete okuyan ve okutanlara çeyrek altın verilecek. Projeyle kentteki yerel gazete okuma kültürünün teşvik edilmesi amaçlanıyor. Proje kapsamında Basın İlan Kurumu tarafından oluşturulacak bir heyet her ay kahvehanelere giderek yerel gazete okutan bir abone esnafa ve yerel gazete okuyan bir vatandaşa çeyrek altın verecek. Basın İlan Kurumu heyeti, rastgele seçilen bir kahvehaneye giderek, kahvehanede yerel gazete okuyan bir kişiyle okuduğu gazeteler, köşe yazıları ve manşetler üzerine sohbet edecek. Yerel gazete okuyan kişi Basın İlan Kurumu heyetini ikna edebilirse yerel gazete gazetelerden toplanan gelir ile alınan çeyrek altını hem kendisine hem de kahvehane sahibine kazandırabilecek. “YEREL GAZETELERDEN TAM DESTEK” Basın İlan Kurumu Afyonkarahisar Şube Müdürü Selami Çalışkan, Afyonkarahisar Kahveciler ve Çay Ocakları Esnaf Odası ile görüşerek söz konusu projeyi başlattıklarını dile getirdi.
Projeyi 2015 yılı Ocak ayından itibaren yaşama geçirdiklerini anlatan Çalışkan, Ocak ayı sonunda çeyrek altın kazanların belli olacağını ifade etti. Bir konferans esnasında ‘Gazete Oku-Çeyrek Altın Kazan’ projesi düşüncesini Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Mehmet Atalay’a ilettiğini bildiren Çalışkan, Atalay’ın projeye çok sıcak baktığını ve destek olduğunu dile getirdi. “PROJE, HER İLDE UYGULANABİLİR” Projeden haberdar olan Şanlıurfa, Ordu ve Samsun illerindeki yerel gazetelerin, projenin kendi illerinde de uygulanmasını istediklerini belirten Çalışkan, projeye Afyonkarahisar’da yayımlanan 10 yerel gazetenin hepsinin katılıp, tam destek verdiğini kaydetti. Projenin yerel gazete okuma oranını artırmaya yönelik bir çalışma olduğunun altını çizen Çalışkan, böylelikle yerel gazetelerin tirajlarının da yükseleceğini ifade etti. Afyonkarahisar Valiliği’nin düzenlediği kitap okuma etkinliğinin yanında bir etkinlik olarak gösterilen projenin kahvehanelerde oturan insanların boş zamanlarını güzel bir biçimde değerlendirebileceği bir aktivite olduğunu belirten Çalışkan, projenin her ilde uygulanabilecek ve olumlu sonuçları olabilecek bir proje olduğunu sözlerine ekledi.
müzik
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/13
“Müziğe besteci olarak devam edeceğim”
‘Güneş topla benim için’ der bazen, oradan ‘Yiğidim aslanım orada yatıyor’a geçer, hemen ardından da, hepimizin bildiği; ‘Bir Şafaktan Bir Şafağa’ diyerek gönüllerimize taht kurar o güzel sesiyle Zülfü Livaneli. Ulusal ve uluslararası pek çok ödülün sahibi olan Livaneli’nin eserleri Joan Baez, Maria Farantouri gibi sanatçılar tarafından da yorumlandı. Şu sıralarda kitap çalışmalarına yoğunlaştığını belirten Livaneli, müzik çalışmalarına besteci olarak devam edeceğini dile getirdi
Melike İŞDAR Malike ORMANCI
M
üzik hayatının profesyonel olmadığını ifade eden Zülfü Livaneli, müzikle yakından ilgilendiğini fakat esas olarak kendisine seçtiği bölümün edebiyat olduğunu belirtti. Eğitiminin de bu yönde olduğunu söyleyen Livaneli, “Türkiye’ye 12 Mart darbesi gelmişti. Darbe Türkiye’deki aydın hareketi yok etmek istedi. Tezleri, ‘Türkiye’deki sosyal uyanış ekonomik gelişmenin önüne geçmiştir dolayısıyla durdurulması lazım’ gibi saçma sapan bir düşünceydi. O dönemde Ankara’daydım. Bizim çevremizde kim varsa hepsini askeri cezaevlerine attılar. Hayatlarımızı yok etmeye çalıştılar. Benim de o dönemde müziği öne çıkarmam gerekti ve yurtdışına gittim. Orada geçim yolum müzik oldu” dedi. Yurt dışında teorik müzik eğitimi aldığını ve film müzikleri yaptığını anlatan Livaneli, müzikle hayatını kazandığını ve orada yaptığı albümlerin korsan kasetler olarak Türkiye’ye gelip çok ünlü olduğunu ve kendisinin bu ünden haberinin olmadığını sözlerine ekledi. “İSVEÇ’TEN TÜRKİYE’Yİ SEYRETMEK İLGİNÇTİ” Yirmili yaşlarda ve o dönemde İsveç’te olmanın, Stockholm’de eğitim almanın çok önemli olduğunu vurgulayan Livaneli, “ İsveç’de, bize hiç benzemeyen bir toplumun içinde olmak ve oradan Türkiye’yi seyretmek çok ilginç oldu. Kişiliğimin ve sanatımın oluşmasında çok önemli bir rol oynadı. Sadece İsveç değil orada Yunanlı, Avrupalı, Amerikalı onlarla karşılıklı görüş alışverişinde bulunup müziğimi geliştirme olanağı buldum. Onları da Türkiye’ye aktardım” dedi. O dönemlerde çok sesli bir koro ile müzik yapmanın kolay olmadığını söyleyen Livaneli, çok sesli müziğe ilk başladıklarında herkesin çok şaşırdığını, “Olur mu böyle?” dediklerini de sözlerine ekledi. LİVANELİ’DEN ‘LİVAN SAZ’ Sohbetimiz sırasında Livan Saz’ı sorduğumuzda gülüyor Livaneli. O enteresan bir şey diyor ve hikâyesini paylaşıyor bizimle. Tesadüf sonucu Anadolu’nun dede perdesi denilen eski bir alevi saz çalma biçimini öğrendiğini söyleyen Livaneli, “Dede perdesi sazın aslıdır. Ben Alevî değilim ama çok ilgimi çekti ve ilk albümümü bununla yaptım. İnsanlar şaşırdı, bu nasıl bir saz diye ama şimdi çok yaygın. Konserlerde oturarak saz çalmak sahneye hâkimiyeti kaybettiriyor. Bunun için ben de ayağa kalkıp çalmaya başladım. Ayağımı bir yere koyup çalardım ama rahatsız ediciydi. Sonunda arkasındaki yuvarlaklığın engel olduğunu düşündüm ve düz yaptırıp gitar gibi boynuma asarak
kullandım. Patent meselesi filan, ismi ne olsun dediler. Ben de olsa olsa ‘Livan saz’ olur dedim ve öylece ismini bulmuş olduk” dedi. TÜRKİYE’NİN EN KALABALIK KONSERİNİ VERDİ Ankara Hipodrom Meydanı’nda 1997 yılın-
da sayısı 500 bini aşan bir kitleye konser veren Livaneli, “O dönem hipodrom konserleri geleneği başlamıştı. O alanda benim verdiğim beşinci konserdi. 97’de doruk noktasına geldi. 500 binden fazla insan vardı. Ama önemli olan oraya insanların gelmesi değil. Oraya gelen insanların tek tek
bütün şarkılarımı söylüyor olması önemliydi. Bu durum beni daha çok ilgilendirdi” dedi. Bu şarkıların yapıldığında belki o insanların hatta babalarının bile doğmadığını söyleyen Livaneli, şarkıların bu ülkenin mayasına, harcına, müzik tarihine mal olduğunu da belirtti. “HAYATIMDA EDEBİYAT DAHA BÜYÜK YERE SAHİP” Hayatında müziğin çok önemli bir yer tuttuğunu ama edebiyatın daha büyük bir yere sahip olduğunu belirten Livaneli, müzik çalışmalarının en yoğun olduğu dönemde bile kitaplarını, edebiyat çalışmalarını elden bırakmadığını vurguladı. Müzikle ve edebiyatla düşüncelerini anlatmaya çalışan Livaneli, “Kitaplara daha çok ağırlık veriyorum ve büyük bir okur kitlesi oluştu. Türkiye’de çok ilginç 1970’li, 1980’li yıllarda bir kitap yayınlardık. Kitap 2 bin basılırdı. Buna karşılık bir kaset 200 bin, 500 bin basılırdı. Şimdi işler tersine döndü. Benim ‘Kardeşimin Hikâyesi’ adlı kitabım 332 bin sattı. ‘Serenad’ da öyle. Bunlar bir ülke için çok büyük sayılar. Demek ki Türkiye’de büyük bir okur-yazar kitlesi oluştu. Buna çok seviniyorum. Benim kitaplarım Batıda da yayınlanıyor. Yabancı yayıncılarım bu rakamlara şaşırıyor. Bu rakama korsanları da katarsanız daha da artıyor” dedi. Müzik ve edebiyatla iç içe olan Livaneli, hayranlarının müziğini seviyoruz ama “Kitap da nereden çıktı?” gibi yorumlarına karşılık edebiyatla ilgilenerek çok yönlü oluşunun başlarda aleyhine olduğunu söyledi. Hayranlarının üst üste çıkan romanlarını okumasıyla satışlarında patlama olduğunu ifade eden Livaneli, bu başarıyı okunurluk açısından ele aldığını dile getirdi. “MÜZİĞE BESTECİ OLARAK DEVAM EDECEĞİM” Müzik çalışmalarına daha çok besteci olarak devam edeceğini söyleyen Livaneli, yaklaşık bir buçuk yıldır, yazdığı bir kitap için ortalıktan çekileceğini ifade etti. Kitabının Mart-Nisan gibi çıkacağını belirten Livaneli, kitabı yazma aşamasını da bizimle paylaştı. Kitabı öncelikle kafasında hazırladığını, değişik konular ve karakterler düşündüğünü söyleyen Livaneli, karakterleri beyninde yaşattığını, 3–5–10 yıl bunlar üzerinde düşündüğünü sonunda o insanları ve o dünyayı tanıyor hale gelerek yazma sürecinin başladığını ifade etti. Bugüne kadar birçok üniversiteye gittiğini söyleyen Livaneli, Selçuk Üniversitesi’ne ilk defa geldiğini ve buradaki enerjinin çok hoşuna gittiğini belirtti. Son olarak Livaneli, Selçuk Üniversitesi’nden önemli insanların çıkacağına emin olduğunu sözlerine ekledi.
14/ Ocak-Şubat 2015
sinema
selçukiletişim
“İnsan, oynadığı rolle özdeşleşir” Sinema Sanatçısı Mustafa Uzunyılmaz, 7 yaşından beri tiyatro alanında kendisini geliştirmeye başladığını belirterek, sinema sanatçılarının kendilerini, oynadıkları rollerle özdeşleştirdiğini dile getirdi
S
Gamze UĞRAŞ
inema Sanatçısı Mustafa Uzunyılmaz, oyunculuğa başlama öyküsünden oyunculuk anlayışına, uzun ve kısa metrajlı filmlerden sinemanın geleceğine kadar pek çok konuda Selçuk İletişim’e değerlendirmelerde bulundu. Uzunyılmaz, küçüklüğünden beri tiyatroya ilgisinin olduğunu dile getirdi. Kendisinde artist olma ışığını gördüğünü belirten Uzunyılmaz, 7 yaşından itibaren kendisini bu yönde geliştirmeye başladığını belirtti. Öncelikle çeşitli tiyatro oyunlarında rol aldığını bildiren Uzunyılmaz, daha sonra tiyatro eğitimi almaya başladığını ifade etti. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi öncülüğünde düzenlenen KISA-CA Film Festivali hakkında da değerlendirmelerde bulunan Uzunyılmaz, Selçuk Üniversitesi’nin diğer senelerde olduğu gibi bu sene de başarılı çalışmalarda rolü olduğunu belirtti. “OYUNCULUK DEDİĞİMİZ ŞEY SAHTEKÂRLIKTIR” Oyunculuk kelimesinin dilde dolaşan çok basit bir kelime olmadığını kaydeden Uzunyılmaz, çoğu insanın oyuncu kelimesinin ne anlama geldiğini bilmediğinin altını çizdi. “Oyuncu sözcüğünü genelde hepimiz kullanıyoruz. Ama bu çok yanlış bir düşünce yapısı. Oyuncu dediğimiz şey bana göre yalancılık ve sahtekârlıktır. Bu yüzden oyuncu yerine artist demek daha doğrudur” ifadelerini kullanan Uzunyılmaz, oyunculuk sözcüğünün kirlilik yaratan bir şey olduğunu da vurguladı. Günlük hayatta da, televizyonda olduğu gibi düşünen, araştıran, sorgulayan ve cevaplar arayan biri olduğunu dile getiren Uzunyılmaz, “Zaten insanlar oynadıkları rollerle özdeşleştirir kendini” diye konuştu. Günlük yaşamında çok kitap okuduğunu da anlatan Uzunyılmaz, bundan zevk aldığını dile getirdi.
“SELÇUK ÜNİVERSİTESİ DİĞERLERİNDEN FARKLI” Selçuk Üniversitesi’ne altıncı kez geldiğini belirten Uzunyılmaz, Kısa-CA Film Festivali’ni çok beğendiğini ifade etti. Selçuk Üniversitesi iletişim Fakültesi mezunu Mehmet Emre Gül’ün ödüllü yapıtı 'Benden Önce' kısa filmini çok başarılı bulduğunu bildiren Uzunyılmaz, öğrencilerin yapıtlarında gerçek hayattan kesitlere yer vermesinin önemli olduğunu ve Selçuk Üniversitesi'nin bunun üzerine düştüğünü dile getirdi. Uzunyılmaz, Selçuk Üniversitesi’ni bu bağlamda farklı bulduğunu ve ileriki yıllarda çok daha güzel yapıtlara imza atacaklarından emin olduğunu vurguladı.
"UZUN VE KISA METRAJLI FİLMLER BİR BİRİNDE ÇOK FARKLI" Uzun ve kısa metrajlı filmlerin çok farklı yapıtlar olduğundan bahsederek konuşmalarına devam eden Sinema Sanatçısı Uzunyılmaz, her iki metrajlı filmin çok önemli olduğunu ve insanı farklı duygulara çektiğini dile getirdi. Konuşmasından sonra son zamanlarda Konya’yla özdeşleşmiş filmlerde rol almasının sebebini Konya’daki film sektörünün gelişmesine dayandıran Uzunyılmaz, “Konya çok zengin bir bölge ve buraya ciddi anlamda yatırımların yapılmasını düşünüyorum. Genel olarak bakmak gerekirse
Türkiye'de sinemaya verilen önem gittikçe azalıyor. Bu da beni çok üzüyor. Eskiden yapılan filmlerle alay edenler şimdiki filmleri göz önüne alıp bir kez daha düşünsünler. Biz hayatımızda bir şeyleri kaybedince anlıyoruz değerini. Türkiye'deki sinemanın gelişmesi için öncelikle kalbimize oyunculuk sevgisini aşılamalıyız. Sonrasında devamı gelir zaten” cümlelerine yer verdi. Uzunyılmaz, sinemasever gençlerin iyi bir gelecek için ve en önemlisi de mutlu olmak için hayallerinin peşinden koşmalarını ve bunun için ellerinden ne geliyorsa yapmaları gerektiğini sözlerine ekledi.
VIZYONDAKILER
eler
rman Sihirli O Kırmızı Başlıklı Kız, Sindrella, Rapunzel gibi klasikleşmiş pek çok çocuk masalının farklı kahramanları aynı filmde buluşsa ve bir cadı onları eğitse! Klasik Grimm karakterlerini farklı bir tarzda ve üstelik müzikal türünde beyazperdeye taşıyan film, bir cadı tarafından lanetlenen bir fırıncı ve eşinin hikayesini klasik masallarla bağlıyor. Chicago ile tanınan Rob Marshall’ın Broadway uyarlaması müzikalinde bütün masalların iç içe geçtiği bir Disney evreni 20 Şubat'ta sinemaseverleriyle buluşuyor. Filmin yönetmeni Rob Marshall, başrollerinde ise Oscarlı oyuncu Meryl Streep, Johnny Depp, Chris Pine, Emily Blunt ve Anna Kendrick gibi pek çok gözde isim yer alıyor.
eorisi Her Şeyin T
Film, modern bilim ve teknoloji tarihini değiştiren İngiliz fizikçi ve teorisyen Stephen Hawking'in hayatından bir kesiti ele alıyor. Odak noktası olarak Hawking'in 1965 ve 1991 yılları arasında evli kaldığı ilk eşi Jane Wilde ile olan ilişkini konu alan filmde, öğrencilik yıllarında başlayan ilişkilerine, birlikte bilim adına yaptıklarına ve hastalık teşhisiyle yaşadıkları sarsıntılara tanık olacağız. Belgesel türündeki film 27 Şubat'ta seyircisiyle buluşuyor. Filmin yönetmen koltuğunda 'Man on Wire', 'Project Nim' ve 'Shadow Dancer' filmlerinin Oscar ödüllü yönetmeni James Marsh bulunurken başrolleri Felicity Jones, Eddie Redmayne ve Emily Watson paylaşıyor.
Çekmec anbul
2: İst Filozofu Mandıra
İlki 2014 yılının Nisan ayında gösterime giren ve yaklaşık 1 milyon seyirciyi sinema salonuna çekmeyi başaran Mandıra Filozofu Filminin devamı niteliğindeki yapım, bu sefer İstanbul’u ve İstanbulluları hedef alıyor. Bodrum’un Çökertme köyünde, kendi halinde ve bir lokma bir hırka yaşayan başkahraman Mustafa Ali, her geçen gün büyüyen İstanbul şehri üzerinden modern dünya ile hesaplaşıyor. Film, 13 Mart’ta izleyicisiyle buluşuyor. Devam filminin senaryosu yine Birol Güven’e ait. Filmin yönetmen koltuğunda ise başrolde de seyrettiğimiz Müfit Can Saçıntı oturuyor.
Deniz 32. yaşını kutladığı doğum gününün gecesinde kanlar içerisinde hastaneye kaldırılır. Hayati tehlikeyi atlatan Deniz’i yoğun bir psikolojik süreç beklemektedir. Rehabilitasyon evresinde sık sık geçmişe döner ve ruhunda, çok derinde kilitli kalmış çekmeceleri açar. Kız çocuğuna nasıl davranacağını tam kestiremeyen bir anne-babanın evinde ergen cinselliğini yaşamaya çalışan Deniz’in ruhunda o günlerden gelen yaralar bir bir ortaya çıkacaktır… Kız çocuk cinselliğine korkusuz bakışı ve 25 yıla yayılan gerçek bir hikâyeyi konu alan film,6 Mart'ta izleyicisiyle buluşuyor. Yönetmenliğini Zenne filmiyle yurt içi ve yurt dışında pek çok ödül almış olan M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın beraber üstlendiği filmin oyuncu kadrosunda Ece Dizdar,Tilbe Saran, Taner Birsel ve Nilüfer Açıkalın, Pınar Töre, Tuğrul Tülek, Burak Altay, Gizem Erdem yer alıyor.
spor
selçukiletişim
Ocak-Şubat 2015
/15
Bayan Futbol Takımı ikinci ligi hedefliyor Konya İdman Yurdu Bayan Futbol Takımı, oynadıkları 6 maçın hepsini kazanarak devre arasına lider girdi. Attığı 49 golle dikkat çeken Bayan Futbol Takımı, ikinci lige çıkmayı hedefliyor
Oğulcan KOÇ
A
bdullah Yaman tarafından temelleri atılan Konya İdman Yurdu Bayan Futbol Takımı, Antrenör İbrahim Özalp ile başarıdan başarıya koşuyor. Bu sene ligin ilk yarısında yaptığı 6 maçın 6’sını da kazanan Bayan Futbol Takımı attığı 49 gol ile dikkatleri üzerine çekiyor. Kurulduğu günden beri 150 bayan öğrenciye eğitim veren takım, hiçbir ücret talep etmeden gençlerin spor yapmasına imkân sağlıyor. Şu anda 40 tane aktif bayan sporcusu olan Konya İdman Yurdu, hızla ilerlemeye devam ediyor. BAYAN FUTBOLCU OLUR MU? Zihinlerde yer eden bu sorunun cevabını en güzel şekilde veren Konya İdman Yurdu, erkeklere taş çıkartan oyunları ile bu algıyı zihinlerden söküp atıyor. Takım oyuncuları ilk başlarda ailelerine futbol oynayacaklarını söylediklerinde olumsuz cevap alsalar da içlerindeki futbol aşkı onları yıldırmadı. Elde ettikleri başarılar ve ısrarları sonucunda aileler de çocuklarına
destek vermeye başladı. Başarıları duyan 15 öğrenci velisi de, çocukları kendi elleriyle Bayan Futbol Takımı’na getirdi. “İKİNCİ LİGİ HEDEFLİYORUZ” Oyuncularının yaş ortalaması 15–22 arasında olan ve şimdiye dek bulunduğu ligde hiç mağlup olmayan takım, bir üst lige çıkmayı hedefliyor. Konuyla ilgili Selçuk İletişim’e konuşan Antrenör İbrahim Özalp, öncelikli hedeflerinin başarılı olmak ve topluma faydalı gençler yetiştirmek olduğunu dile getirdi. Takım olarak iyi bir seri yakaladıklarını kaydeden Özalp, başarılarının sürekli olması için ellerinden geldiği kadar çalışmaya devam ettiklerini ifade etti. Öncelikle üst lige çıkmak istediklerini bildiren Özalp, gençlerin kendilerini yetiştirmesi için üniversiteye girmelerini de son derece önemsediklerini bildirdi. “İÇLERİNDE FUTBOL AŞKI VAR” Bayanların da erkekler gibi futbol oynayabileceğini Türkiye’ye gösterme telaşında olduklarını anlatan Özalp, takımın haftada iki
Konya, Arena’yı sevdi Ferhat KIZILTAŞ
B
ilindiği gibi ‘Süleyman Seba Süper Lig Sezonu’ stadyumların dolmaması gibi sıkıntılarla başlamıştı. Maçların seyir zevkini de düşüren bu olay, sporseverleri ciddi anlamda üzüyordu. Birçok takımın taraftarlarına bu durumun nedenlerini sorma fırsatı buldum ve neredeyse çoğunluk aynı fikirdeydi. Stadyumların boş kalmalarını en başında pahalı bilet fiyatları ve Passolig’e bağladılar. İlk yarısı sona eren ligimizde sadece bir takımın taraftarı stadını doldurdu. Özellikle derbi maçlarının bile kapalı gişe oynanmadığı bu sezonumuzda, Konyaspor taraftarı stadını doldurarak futbolseverlerin ve otoritelerin takdirini topladı. Görsellik bakımından da birçok takımın taraftarı 42 bin kişilik kapasiteye sahip TORKU Arena Stadyumuna hayran olduklarını dile getirdiler.Geçen aylarda oynanan, Konyaspor-Galatasaray ve Konyaspor-Beşiktaş maçlarının ardından Konyaspor taraftarlarıyla kısa bir sohbet gerçekleştirdik. Taraftarlar aynı zamanda, ucuz bilet fiyatlarından dolayı Konyaspor yönetimini tebrik etti.
gün antrenman gerçekleştirdiğini dile getirdi. Antrenman zamanlarının sporcuların okulları ve hava koşullarına göre belirlendiğini aktaran Özalp, “2013 yılında Türkiye dördüncüsü ve 2014 yılında Yıldızlar kategorisinde Türkiye beşincisi olan gençler, emeklerinin boşa gitmediğini en iyi şekilde gösteriyor” dedi. Antrenör İbrahim Özalp, takımın yaşadığı güçlüklere de değindi. Konya İdman Yurdu’nun gönüllü bir kuruluş olmasından dolayı sporcuların ve idarî ekibin çeşitli zorluklarla karşılaştığını kaydeden Özalp, “Maddî açıdan sıkıntı yaşasalar da hiçbir zaman çalışmaktan vazgeçmeyen takım, bunu içindeki futbol aşkına bağlıyor” sözlerine yer verdi. “GÖNÜLLÜ DESTEĞİYLE AYAKTAYIZ” Maç öncesindeki hazırlıklar hakkında da bilgi veren Özalp, oyuncalara hiçbir zaman gol için oyun oynamaları gerektiği yönünde telkinde bulunmadığının altını çizdi. Aksine yeteneklerinin farkında olmaları ve oyundan keyif almaları yönünde öğrencileri motive ettiğini anlatan Özalp, “Bu işte gerçekten yetenekliy-
seniz ve iyi bir takımsanız başarı zaten gelir. Kafanızdaki tek düşünce gol olmamalıdır” diye konuştu. Grupta diğer takımlardan iyi durumda olduklarını söyleyen Özalp, “Yarım sezon boyunca kalemizde tek gol gördük ve rakip fileleri 49 kez havalandırdık. Bundan dolayı çok iyi motive olmuş durumdayız” ifadelerini kullandı. Konya İdman Yurdu’nun kurucusu Abdullah Yaman da, takımın tamamen gönüllük esasına dayalı olduğunu belirtti. Hiçbir maddî gelirlerinin olmadığını vurgulayan Yaman, bazı gönüllü kimselerin destekleriyle çalışmalarını sürdürdüklerini anlattı. Belediye’den destek almadıklarını dile getiren Yaman, belediyeden kendilerine destek beklediklerini ifade etti. Gençlik ve Spor Bakanlığı Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan, Konya Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürü Ömer Ersöz ve Konya Amatör Spor Kulüpleri Federasyonu Başkanı Remzi Ay’a desteklerinden ötürü teşekkür eden Yaman, Konyalı sporseverlere kendilerine destek olmaları, maçlarını izlemeye gelmeleri çağrısında bulundu.
Selçuk İletişim Ocak-Şubat 2015 / Sayı: 149
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Karın iki yüzü… Gökhan KARAKURT
B
u yıl karın yüzünü erken göstermeye başlamasıyla birlikte ortaya çok farklı manzaralar çıktı. Kar yağışı, beraberinde getirmiş olduğu birçok olumsuzluğun yanında özellikle çocuklar ve öğrenciler için vazgeçilmez eğlence aracı oldu. Sadece eğlenmek isteyenler değil, fotoğraf severler de soluğu dışarıda aldı. Birbirinden ilginç ve güzel manzaraları kadrajlarına sığdırmak isteyen fotoğraf severler çektikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşarak karın getirmiş olduğu mutluluğu paylaştı. Soğuk ve kar yağışlı havaların eğlendirdiği insanlar kadar mağduriyet yaşattığı insanlar da var. Tabii, tüm bu güzelliklerin yanında bir de karın çilesini ve zorluğunu yaşayanları da unutmamak gerekir. Belki öğrenciler ve çocuklar için doyasıya eğlence, kartopu savaşı, tatil olabilir ama bir de karın soğuk yüzü var. Sıcak yataklarından sabah erken kalkıp işyerine gitmeye çalışan insanlar, kar temizlemek için çalışan belediye işçileri ve en önemlisi evsiz, yurtsuz insanlar çok da hoşnut olmasa gerek karın yağmasından. Çünkü dondurucu soğukta çalışmak ve sokaklarda yaşamak zulüm gibi gelir insana. Kardan etkilenen insanların dışında hayvanları unutmamak gerekir. Sokak hayvanları kar nedeniyle yiyecek bulmakta zorlanıyor. Duyarlı insanların bunu göz ardı etmemesi gerekir. Yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen çoğunluğu öğrencilerden oluşan Konya’nın Bosna Hersek Mahallesi’nde insanlar sokaklara dökülerek karın tadını çıkardı. Kimisi kardan adam yaptı, kimi kartopu oynadı, kimisi de bisikletiyle gezmeye çıkarak karın verdiği mutluluğu doyasıya yaşadı. Gündüzleri pırıl pırıl bir beyazlıkla eşsiz görüntüler sunan kar, gece yağınca da ışıklar altında güzelliğini bir başka şeklide gösteriyor.