02
Şehir
Röportaj
77’lik DHA muhabiri Yüksel Balcı
Sarayönü’nün hafızası Fuat Atçeken
05
Selçuk İletişim Mayıs 2015 / Sayı: 152
14 Minyatür Sanatçısı Gülçin Anmaç
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
Teknoloji, çocuk oyunlarını da değiştirdi
Selçuk, baharla şenlendi
Z
amanın değişmesi, teknolojik gelişmelerle birlikte çocuklar ve çocukluk da değişiyor. Özellikle çocukların oynadığı oyunlar teknoloji ve şehirleşmeyle birlikte büyük bir dönüşüm yaşıyor. 21. yüzyılın başından önce doğanlar genellikle kendi çocukluğuyla şu anki çocukluk arasında çok fark olduğundan bahsederler. Mahalle kültürünün kalmadığını, eski çocukluk ve çocuk oyunlarının da bittiğini ifade ederler. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Elemanı Araştırma Görevlisi Dr. Gürcan Şevket Avcıoğlu ise bu durumu kentleşmenin artmasıyla oyun alanlarının azalmasına ve insanların artık birbirine güvenmemesine bağlıyor. Araştırma/İnceleme
Bisikletiyle birlikte hayata yolculuk
C
üzdanındaki banka kartlarını kırıp, son parasını da çocuklara dağıtarak bisikletle Türkiye turuna çıkan Gazeteci, Fotoğrafçı ve Gezgin Hasan Söylemez, Türkiye’nin sınır bölgelerini bisikletle gezdi. Kendisinin ‘beş parasız’ bir şeyler yapabildiğini vurgulayan Söylemez, herkesin kendi hayallerini gerçekleştirebilecek güce sahip olduğunu dile getirdi. Kendini iflah olmaz bir hayalperest olarak tanımlayan Hasan Söylemez, hayallerini sonuna kadar yaşadığını dile getirdi. Bisikletin kendisi için ne ifade ettiğini de büyük bir sevinçle anlatan Söylemez, bisikleti kendisi gibi yollarda tanıdığını ve bisikletin, dünyanın en günahsız ve en masum ulaşım aracı olduğunu dile getirdi.
Kültür/Sanat
Kadın gözüyle gazetecilik
S
elçuk Üniversitesi Sağlık, Kültür ve Spor Daire Başkanlığı tarafından organize edilen 10. Kültür ve Sanat Festivali, Rektörlük binasından başlayıp, Anıt Meydanı’na kadar süren “Kortej Yürüyüşü” ile başladı. Festivalde Mustafa Ceceli, Zara, Halil Sezai ve Ferhat Göçer, sahne alarak hayranlarına müzik ziyafeti verdi . Selçuk Üniversitesi’nde baharı müjdelemek için yapılan yürüyüşe Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel, Rektör Yardımcıları Prof. Dr. Mustafa Şahin, Prof. Dr. Mehmet Musa Özcan, dekanlar, öğretim elemanları ve birçok öğrenci katıldı. Yürüyüşte öğrenci toplulukları ellerindeki bayrak ve flamalarla renkli görüntülere sahne oldu. Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı öğrencilerinin enstrümanlarıyla renk kattığı yürüyüşe Selçuk Üniversitesi Halk Oyunları Topluluğu’nun renkli kıyafetleriyle sahneledikleri oyunlar dikkatleri üzerine çekti. Alâeddin Keykubat Kampüsü’nde devam eden festival, ünlü sanatçı Mustafa Ceceli’nin sahne almasıyla başladı. Festivalde, Türk Halk Müziği’nin sevilen seslerinden Zara, son zamanların en çok dinlenen sanatçılarından Halil Sezai ve pop müziğin başarılı ismi Ferhat Göçer sahne aldı. Ayrıca Selçuk Üniversitesi gündüz etkinliklerinde hem öğrenci topluluklarının düzenlediği etkinliklerle hem de özel kuruluşların gerçekleştirdiği yarışmalar ve çekilişlerle öğrencilere unutulmaz bir festival yaşattı.
REKTÖR GÖKBEL, ÖĞRENCİLERE SESLENDİ Selçuk Üniversitesi olarak Kültür ve Sanat Festivali’nin başlangıcını yaptıklarını söyleyen Rektör Prof. Dr. Hakkı Gökbel; “Selçuk Üniversitesi olarak sosyalleşmeye çok önem veriyoruz. Yıl içerisinde çoğunluğunu üniversitedeki öğrenci topluluklarımızın gerçekleştirdiği çok sayıda aktivite yapılıyor. Bu etkinliklerin gerçekleştirilmesinde emeği geçenlere teşekkür ediyorum” diyerek kortej yürüyüşüyle öğrencilere destek verdi. CECELİ, HAYRANLARIYLA SELÇUK’TA BULUŞTU Selçuk Üniversitesi’nin ev sahipliği yaptığı festival kapsamında Konya’ya gelen ünlü sanatçı Mustafa Ceceli şenliklerin açılışını yaptı. Soğuk hava ve aralıklarla yağan hafif yağmura rağmen, Ceceli’nin şarkılarıyla yaklaşık 20 bin öğrenci unutulmaz dakikalar yaşadı. Konser aralarında konuşan ünlü sanatçı eğlenceli tavırlarıyla hayranlarını güldürmeyi başardı. En sevilen parçalarını seslendiren sanatçı, seslendirdiği bazı şarkılarını öğrencilerle birlikte söyledi. Selçuk Üniversitesi öğrencileriyle bir arada olmaktan mutluluk duyduğunu dile getiren Mustafa Ceceli, “Festivallerde bir arada olmak beni mutlu ediyor. Herkesin enerjisi bu gece çok iyi görünüyor. Bu enerjinin hakkını bu gece verelim” diyerek konse-
re gelenleri eğlendirmeye devam etti. Yaklaşık 2 saat süren konser sonunda söz alan Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Musa Özcan, Festival’in coşkulu bir şekilde başlamasında rolü olan Mustafa Ceceli’ye teşekkür ederek günün anısına çiçek takdim etti. KAMPÜSTE ZARA RÜZGÂRI Alaeddin Keykubat Kampüsü çim sahada gerçekleştirilen festivallerin ikinci konuğu ise Türk Halk Müziği Sanatçısı Zara oldu. Zara, birbirinden güzel parçaları ve sahne performansıyla konsere gelenlere keyifli dakikalar yaşattı. Soğuk havaya rağmen Zara’nın birbirinden güzel şarkılarıyla eğlenen yaklaşık 15 bin öğrenci, unutulmaz bir gün yaşadı. En sevilen şarkıları seslendiren sanatçı, soğuk havaya rağmen hayranlarıyla bir arada bulunmanın mutluluğunu yaşadığını dile getirdi. Ünlü sanatçı Zara, “ Havanın soğuk olmasına rağmen burada ayrı bir atmosfer var ve çok enerjiksiniz. Bu gece hep birlikte bu enerjiyle eğleneceğiz ve festival coşkusunu doyasıya yaşayacağız” dedi.Konserin sonunda Rektör Prof. Dr. Hakkı Gökbel ve eşi Hatice Gökbel, sanatçı Zara’ya çiçek takdim ederek hatıra fotoğrafı çektirdiler.
Mesleğini Konya’da icra eden kadın gazetecilerden, uzun süre haber kameramanlığı yapan Yıldız Durak ve Kıdemli Gazeteci Yadigar Güneş ile kadın gazetecilerin yaşadığı sorunları ve farklı hayat hikâyelerinin mesleklerine yansımalarını konuştuk. Medya 12
www.selcukiletisim.selcuk.edu.tr (0332) 223 37 07
02/ Mayıs 2015
röportaj
selçukiletişim
“Ölünceye dek gazetecilik yapacağım”
İzmir’in Ödemiş ilçesinde Doğan Haber Ajansı Muhabiri olarak çalışan Gazeteci Yüksel Balcı, 77 yaşında olmasına karşın haber koşusunu sürdürüyor. 1938 doğumlu olan Balcı, 1960 yılında Hürriyet Haber Ajansında başladığı gazetecilikte 55 yılı ardında bıraktı. Öğretmen kökenli bir gazeteci olan Balcı, asayiş haberleri yapmamayı kendine ilke edindiğini ifade etti. Toplumsal sorunlara eğilen haberlere ağırlık verdiğini kaydeden Balcı, yazdığı haberlerden sonuç almayı amaçladığını dile getirdi. Ölünceye kadar gazetecilik yapacağını bildiren Balcı, “Elim kalem tuttuğu sürece bu işi yapacağım” dedi
Kıvanç UĞUR
Asıl mesleğiniz öğretmenlik. Yurdumuzun pek çok yerinde öğretmen olarak görev yaptınız. Gazetecilik mesleğine 1960 yılında başladınız. Gazetecilik mesleğine başlayış öykünüzü anlatır mısınız? Elbette. Bir dostumuz vasıtasıyla Hürriyet Haber Ajansı ile temas kurdum. Hürriyet Haber Ajansı beni muhabir olarak işe aldı. 1960 yılında sonradan ilçe olan, Manisa’nın Ahmetli beldesinde öğretmen olarak çalışıyordum. 1960 yılında gazetecilik yapmaya başladım. Ajansın Ahmetli Muhabiri olarak çalıştım. Ben, 1938 doğumluyum. Ankara Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nün Öğretmen Okulu haline getirilmesinden sonra, 1956 yılında buradan mezun oldum. Manisa’nın Gölmarmara ilçesinde öğretmenliğe başladım. Daha sonra Ahmetli, Ödemiş Birgi İlkokulu, Ödemiş 27 Mayıs İlkokulu, Zafer İlkokulu’nda çalıştım. 12 Eylül 1980 Askerî Müdahalesi’nden sonra Ödemiş’in Ovakent beldesine belediye başkanı olarak atandım. 3 yıl görev yaptım. Tekrar Zafer İlkokulu’ndaki görevime döndüm. 1988 yılında öğretmenlikten emekli oldum. 1999 seçimlerinde DSP’den İzmir milletvekili aday adayı oldum. Asıl mesleğiniz öğretmenlik olduğu için gazeteciliğe uyum sağlamakta güçlük çektiğiniz oldu mu? Biraz, gazetecilik anlayışınızdan söz eder misiniz? Şimdi tabii, ilk anda gazeteciliğin G’sini bilmiyordum. Deneyimsiz olduğum için haber yazımında ilk zamanlarda epey zorluk çektim tabii. Ben, Kırşehir’de doğdum. Ancak yoksul bir ailenin çocuğuydum. Altı yaşındayken babamı kaybettim. Annem beni yetiştirdi. O günden itibaren dar gelirli yurttaşlarımızın sorunları beni çok ilgilendirir. Gazeteciliğe başladıktan sonra sosyal sorunları öne çıkaracağıma dair kendi kendime söz verdim. Nedir? Halkın sorunları benim için en büyük sorundur. Bu sorunlardan netice alabilmek için uğraş vermeyi ilke edindim. Bir de yoksul insanları korumak benim ilkemdir. O günden itibaren kendime verdiğim bu sözü yerine getirdim. Ödemiş’e geldiğimde 1970’li yıllar idi. Ödemiş Cezaevi’ne ait bir araba yoktu o yıllarda. İki kilometrelik yolda insanlar, Ödemiş’in en önemli caddelerinde ellerine kelepçe vurulmuş, ayakları birbirine zincirle bağlanmış, yanında askerler şangır şungur gidiyorlar. Bir öğretmen olarak bundan utandım. Bu, insan haklarına aykırı bir şey. Bunu haberleştirmeye karar verdim. Öğretmenlikle gazeteciliği bir arada sürdürdüğüm için korku da var tabii. Sabahleyin kalktım, beni doğuya da sürseler bu konuyu haberleştirmeyi kafama koymuştum. Mahkûmların bu şekilde sevkiyatının fotoğrafını çektim ve oradan uzaklaştım. Ertesi gün Hürriyet gazetesinde manşetten yayınlandı haberim. Haberin başlığı ise “Burası Volga kıyıları değil, Ödemiş” idi. Ödemiş halkı, mahkûmların bu şekilde götürülüşünü adeta kanıksamıştı. Haberimin manşetten çıkmasına elbette çok sevindim. O yıllarda televizyon yok. Radyoyu açtım, saat 13.00 ajansında haberim okundu. Haber bitti, ardından İstanbul ve Ankara Baroları konuyla ilgili bildiri yayın-
ladı, bu da radyoda okundu. Ertesi gün saat 10.00’da Bolu Cezaevi’nden bir araç gönderdiler Ödemiş’e. O günden itibaren mahkûmlar cezaevine arabayla götürüldü. Bu, benim için çok önemlidir. 55 yıllık gazetecilik yaşamınızda unutamadığınız haberler var mı? Varsa bunlardan bahseder misiniz? Benim için, yazdığım haberlerle topluma yararlı olmak çok önemlidir. Ben cinayet haberi, intihar haberi, trafik kazası haberi yapmam. Elbette gazetelerde bu tür haberler de olacak ama ben, üçüncü sayfa haberlerini sevmiyorum. Yazdığım haberden sonuç alabilmek de benim için çok önemlidir. Size bir örnek vereyim. Bir gün bir doktor arkadaşım telefon etti. Kendisi hastanede operatör doktor. Gittim, ameliyathaneye çıktık. Jeneratör yetersiz geliyormuş, doktor, ameliyat esnasında hastanın midesini açmış, etraf karanlık. Adeta zindan gibi. Bunun üzerine mumla aydınlatılan ameliyathanenin fotoğrafını çektim, haber yaptım. “Ödemiş’te elektrik rezaleti” başlığıyla yayımlandı bu haber. Ben, haberi yapmakla kalmam. Fikrî takip sizin için önem taşıyor anlaşılan… Tabii. Habercilikte sonuna kadar gitmek esastır benim için. Yazdığım haber, Hürriyet, Milliyet ve Posta gazetelerinde çıktı. Ertesi gün, ben, halkın içine girdim. Bu işin herkesin başına gelebileceğini söyledim. Halktan destek buldum. “Devlet yapmazsa biz yapacağız” başlığıyla konuyla ilgili ikinci bir haber yaptım. İş gene bitmedi. Jeneratör aldıramadık daha. O zamanlarda Ödemiş’te belediye başkanı ANAP’lı idi. Gazete götürdüm kendisine. Bir gün bu hastaneye hepimizin muhtaç olabileceğini söyledim ve konuyu Ankara’ya bildirmesi gerektiğini söyledim. Işın Çelebi de bakandı o dönemde. O zamanın parasıyla 20 milyar para geldi ve hastaneye bir jeneratör geldi. Şimdi, üç hastaneye yeter. Yine, bir anımı daha anlatayım. İlkokul düzeyinde bir kitap okuma yarışması açıldı. Beşinci sınıfa giden bir öğrenci, 350 kitap okumuş. Büyük bir rakam. Bunun töreni var. Törene gittik, kaymakam, çocuğa altın taktı. Buraya kadar hiçbir şey yok. Normal bir haber. Ancak gerisi var. Çocuk, kitabı, yüzüne yaklaştırarak okuyor. Görme problemi yaşıyor. Doğuştan bir rahatsızlığı varmış annesinin ifadesine göre. Annesi okula getirip götürüyor. Sınıfta en ön sıraya oturtmuşlar. Buna karşın tahtayı göremiyor. Büyünce göz doktoru olacağını söylüyor bu çocuk. Ege Üniversitesi’nde Sait Eğilmez diye bir göz doktoru var. Göz nakli yapan bir doktor o dönemde. Bu Doktor, Sivaslı. Âşık Veysel’i görüyor ve onun görme engelli olmasından çok etkileniyor. Bunun üzerine göz doktoru olmaya karar veriyor. Çocukla doktorun hedefi aynı yani. Ben, olayı yakaladım. Hemen, Milliyet yazarı, eski Konak Belediye Başkanı Erdal İzgi’yi aradım. Konuyu aktardım. Haberi İzgi’ye gönderdim. Hürriyet’ten de Deniz Sipahi’ye gönderdim. Milliyet, doktorun ve öğrencinin resmini koyarak, “Ahmet’in tek umudu Sait Hoca’da” başlığını attı. Sait Hoca, “bulun bu çocuğu” diyor. Hoca, muayene etti. İki tane
editörden editörden On ikiye beş kala...
Y
gözlük verdi. Maliyetinin biraz yüksek olduğunu söyledi. Çocuğun annesi de temizliğe, gündeliğe giden bir kadın. Doktor, “Şanslısınız, Ramazan gününde geldiniz” dedi. Azizim, dünyada çok iyi insanlar var. Bir optikçiye telefon açtı. Durumu halletti. On beş dakika sonra gözlükler geldi. O olay karşısında duyduğum mutluluğun tarifi yoktur. Ben, genç gazetecilere haberden sonuç almadan olayların peşini bırakmamaları gerektiğini öneriyorum. Gazeteciliğe başladığınız 1960 yılından bugüne kadar bir hayli zaman geçti. Bu zaman diliminde gazeteciliğin geçirdiği değişimi ve dönüşümü nasıl yorumluyorsunuz? Biz eskiden haberin fotoğrafını çekiyorduk. Siyah kâğıda sarıp, zarfa koyup o şekilde gönderiyorduk gazeteye. Bugünkü bilgisayar teknolojisi falan hak getire. Bir gün geldi, bu devir sona erdi. Ya bu deveyi güdeceksin ya bu diyardan gideceksin misali, haberleri bilgisayarda yazmayı da öğrendik. Eğer bu işi yapacaksam bilgisayar öğrenmenin de zorunlu olduğuna kanaat getirdim. Genç arkadaşlarımdan bilgisayar konusunda yardım aldım. Eski gazetecilik anlayışıyla şimdiki gazetecilik anlayışı çok farklı tabii. Eskiden haberlerimizi dahi elle yazardık. Efendim, 77 yaşında olmanıza karşın halen muhabir olarak haber peşinde koşuyorsunuz. Bu çalışma azmini neye borçlusunuz? Ben, şuna borçluyum dostum: Evvela, gazetecilik mesleğini çok seviyorum. Çok sevdiğim bir meslek. Haberlerimi yazıyorum ve devamlı takip ediyorum. Bundan sonuç alıyorum. Eğitimcilikte insan yetiştiriyorsunuz. Onun ayrı bir mutluluğu var. Gazetecilikte de yazdığım haberlerden sonuç alma, sorunların çözümüne katkı sağlama mutluluğu var. İkisi de ayrı zevkli bir meslek. Gazeteciliği ne zamana dek devam ettirme arzusu içindesiniz? Ölünceye kadar gazetecilik yapmak istiyorum. Hatta bir kalp doktoru arkadaşım, “Yüksel ağabey, senin, haber yaparken ölmeni istiyorum” dedi. Elim kalem tuttuğu sürece bu işi yapacağım. Ben, gençleri de yetiştiriyorum. Onlara yön veriyorum. Son olarak, gazeteci adaylarına neler tavsiye edersiniz? Her şeyden önce kalemlerini satmamalarını tavsiye ederim. Rahmetli Sedat Simavi, “Kalemimi satacağıma kırarım” diyor. Ben bu sözü kendime düstur edindim. Kalemlerini satmasınlar bir. Bir de korkmadan, cesurca toplumsal sorunlara eğilsinler. Üçüncüsü, gazetecilikte fotoğraf çok önemli. Okur, gazetedeki fotoğrafa baktığı zaman konuyu anlayabilmeli. Haberde başlık çok önemli. Ben, haberi yazmadan önce başlığı düşünüyorum. Başlığı bulduktan sonra haber kendiliğinden yürüyor. Önce başlığı atmaya özen gösteririm. Farz edelim, bir haber yazacağım. Ertesi gün yazacağım haberin başlığını bir gece önceden kafama oturur. Hemen oturur o başlığı yazarım. Ertesi gün, içini doldururum.
azımın başlığı on ikiye beş kala... Böyle bir başlık seçtim çünkü mezuniyet gününün gelip çatmasına çok az kaldı. Zaman hiç durmadan akıp gidiyor. Dört yıl önce Selçuk Üniversitesi’ne kayıt yaptırmak için geldiğim gün, dün gibi hatırımda. O günlerde memleketinden ve ailesinden ayrılan her ‘çiçeği burnunda’ üniversiteli gibi dört yılın nasıl geçeceğinin hesaplarını yapıyordum. Şimdi dönüp arkama baktığımda ise dört yılın ‘su misali’ akıp geçtiğini görüyorum. Kuşkusuz, bu dört yılın ‘su misali’ akıp geçmesinde geçirilen güzel günlerin, dolu dolu geçen zamanın payı çok büyük. Bir üniversiteye, belki de bir kente veda edecek olmanın verdiği hüzünle belki geçen zamanı ‘durdurmak’ istiyorum. Biliyorum ki, bu mümkün değil... Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı ve dört yıl geride kaldı. İnsan yaşamında bazı ‘dönüm noktaları’ vardır. Üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin her daim belleklerde dipdiridir bu ‘dönüm noktaları’. İşte ben de Konya’da, Selçuk Üniversitesi’nde geçen bu dört yılımı kendim için bir ‘dönüm noktası’ sayıyorum. Çünkü bu üniversitede ve bu kentte çok şey öğrendim. Halen de öğrenmeye devam ediyorum. Üniversite yaşamı, insanın farklılıklarla tanıştığı, Türkiye’nin dört bir tarafından gelen, farklı kültürlere, farklı bakış açılarına, farklı değer yargılarına sahip bireylerin ‘insan ortak paydasında’ buluştuğu bir dönemdi bana göre. Bu dört yıl içeresinde ‘eskimeyecek’ dostlukların da temelini attım. Üniversite yaşamında sadece eğitim aldığım kurumun değil, aynı zamanda bu kentin de bir parçası haline geldim. İlk geldiğimde adeta ‘sudan çıkmış balığa’ döndüğüm bu kente veda etmenin ne denli zor olacağını düşünmeden edemiyorum. Yazımın başında da belirttim. Zamanı durdurmak olanaklı değil. Elden gelen tek şey, ‘veda gününe’ kadar geçirdiğimiz her günü dolu dolu yaşamak. Çünkü bu yıl itibariyle yalnızca Selçuk Üniversitesi’ne değil öğrenciliğe de veda edeceğim. Bambaşka bir kulvarda, bambaşka amaç ve isteklerle yaşam koşusu devam edecek. Ve pek çoğumuz yaşamın asıl gerçekleriyle bundan sonra yüzleşecek. Benim ve mezun olan tüm arkadaşlarımın zihninin bir köşesinde, hayat koşullarının ne denli zor olduğu gerçeği dursa da yaşamımızın bundan sonraki bölümünde de umutla, emin ve kararlı adımlarla geleceğe yürüyeceğiz. Herkesin hak ettiği noktalara ve daha güzel günlere ulaşması dileğiyle...
Kıvanç Ugur
Selçuk İletişim Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Adına Sahibi Prof. Dr. Ahmet KALENDER Genel Yayın Yönetmeni Prof. Dr. Ahmet Yalçın KAYA Yayın Danışmanı Doç. Dr. Caner ARABACI Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Arş. Gör. Emre OLKUN Basım Yılı: Haziran - 2015 Yayın Türü: Yerel, Süreli Sayı: 152 Adres: S.Ü İletişim Fakültesi Kampüs/Konya Tel: 0332 223 37 07 Faks: 0332 241 01 81 e-mail: selcukiletisim@selcuk.edu.tr Baskı: Selçuk Üniversitesi Basımevi Tel: 0332 223 37 44 Kampüs/Konya
Editör Kıvanç UĞUR Editör Yardımcısı Metin KÖSE Sayfa Sorumluları Melike İŞDAR Yusuf KARAKAŞ Numan BABACAN Mesut YILMAZ Hatice BABACAN Gökçen BEKTAŞ Muharrem YAĞIZ Gökhan KARAKURT Oğulcan KOÇ Kübra ABİ Özlem NALBANT Muhabirler Seda CEYLAN Malike ORMANCI Hüseyin CANDAN Mustafa ESER Ferhat KIZILTAŞ Gamze BAL Gamze UĞRAŞ Serdar KELEŞ Tuba YÖRÜK Sayfa Tasarımı Samet YALÇIN Kadir ŞAHİN Seren BAŞDOĞAN Doğan Can ÇELİK Şükrü ZENBEL Doğuş KARA
üniversite
selçukiletişim
İran Büyükelçisi Bikdeli, Rektör Gökbel’i ziyaret etti
Mayıs 2015
/03
Bahar Şenliğine Ferhat Göçer’li final Bu yıl 10’uncusu düzenlenen Selçuk Üniversitesi Kültür ve Sanat Festivali’ninin finalinde Sanatçı Ferhat Göçer sahne aldı. Şenliğin sonunda konuşan Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel, Göçer’in aynı zamanda doktor olduğunu anımsatarak, “Tıp bilgisi kadar müzik bilgisini de biliyoruz. Ellerinin mahareti kadar gırtlağının mahareti de var” dedi Seda CEYLAN / GAMZE UĞRAŞ
S İ
ran İslam Cumhuriyeti Ankara Büyükelçisi Alireza Bikdeli, Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel’i makamında ziyaret etti. Alaeddin Keykubat Kampüsü’nü de ziyaret ederek üniversite hakkında bilgi alan Büyükelçi Bikdeli, “Gerçekten de birçok alanda üniversitenizin çok önde olduğunu gördüm. Selçuk Üniversitesi’nin özellikle Fars Dili ve Edebiyatı eğitiminde önde olması gerekiyor” dedi. Bikdeli’nin ziyaretinden duyduğu memnuniyeti ifade eden Rektör Gökbel de, iki ülke arasındaki ilişkilerin geliştirilmesi için öğrenci değişimi, ortak bilimsel toplantılar gibi konuların önemli olduğunu vurguladı.
Selçuk’un Tiyatro Festivali’nde 6 Oyun izleyiciyle buluştu
S
elçuk Üniversitesi Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı öncülüğünde 3. Dilek Sabancı Tiyatro Festivali düzenlendi. Festivalin ilk gününde Selçuk Üniversitesi öğrencilerinin hazırladığı ‘Fehim Paşa Konağı’ isimli oyun sahnelendi. Festivalin açılış konuşmasını yapan Dilek Sabancı Devlet Konservatuvarı Müdürü Doç. Dr. Dilek Zerenler, “Festivalimizin hayata geçmesinde ve gelenekselleşmesinde desteğini gördüğümüz Sayın Dilek Sabancı hanımefendiye, Sabancı Vakfı’na ve üniversitemizin Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel’e sonsuz şükranlarımızı sunarız” dedi. Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel de, hayırseverlerin desteğinin yükseköğretim adına son derece önemli olduğunu vurgulayarak, Selçuk Üniversitesi’nin Sabancı Ailesi ile olan ilişkilerinin örnek nitelikte olduğunu dile getirdi.
Kabze ve Sağlam Selçuk’ta
elçuk Üniversitesi 10’uncu Kültür ve Sanat Festivali’nde Mustafa Ceceli, Zara, Halil Sezai ve Ferhat Göçer sahne alarak, hayranlarına müzik ziyafeti verdi. Alaeddin Keykubat Yerleşkesi’nde bulunan 19 Mayıs Stadyumu’nda gerçekleştirilen festivalin kapanışı Ferhat Göçer konseri ile gerçekleşti. ŞENLİKTE HALİL SEZAİ COŞTURDU Selçuk Üniversitesi 10. Kültür ve Sanat Festivali nedeniyle Alaeddin Keykubat Kampüsü’nde bulunan 19 Mayıs Stadyumu’nda gün boyu devam eden etkinliklerle festivali dolu dolu yaşayan öğrenciler, Halil Sezai konseriyle doyasıya eğlendi. Konserde en popüler şarkılarını seslendiren Halil Sezai, “Selçuk Üniversitesi’nde iki yılım geçti. Eski konservatuvar binasında iki yıl okudum. Evimiz Nalçacı’daydı. Hatta magazinsel haberlere de buradan cevap vermiş olayım. Etek giymemin sebebi de Mevlevi kültürüne olan bağımlılığımdandır” diyerek, Konya’ya ağaç dikilmesini çok istediğini de belirtti. Konserin sonunda Halil Sezai’ye çiçek takdim eden ve öğrencilerin coşkusunu paylaşan Selçuk Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Musa Özcan, “Selçuklu Devleti’ne yıllarca başkentlik yapan kültür şehri Konyamız’ın kadim üniversitesinde sizin gibi güzel insanları görmekten mutluyuz. Festivalimize hoş geldiniz. Müziğiyle, sesiyle bizlerle birlikte olup bu heyecanı bize yaşattığı için kendisine çok teşekkür ediyorum” dedi.
Selçuk Üniversitesi Düşleri İnşaa ve Medya Topluluğu’nun katkılarıyla Selçuk Üniversitesi Alâeddin Keykubat Yerleşkesi’nde lösemili çocuklar için kitap toplama etkinliği düzenlendi. Etkinlik kapsamında Amerikalı Müzisyen Allen Hulsey de sahne aldı
S S
heyecanımıza ortak olan Rektörümüze teşekkür ediyoruz” dedi. Festival’in sonunda Ferhat Göçer’e Selçuk Üniversitesi adına teşekkür edip çiçek takdim eden Rektör Prof. Dr. Hakkı Gökbel düşüncelerini şöyle dile getirdi: “Sevgili öğrencilerim ve değerli katılımcılar festivalimizin son gününde muhteşem bir ses ve harika bir yorum bizlerle birlikte oldu. Ferhat Göçer sizlerinde bildiği gibi bir doktor. Bir genel cerrah. Tıp bilgisi kadar müzik bilgisini de biliyoruz. Ellerinin mahareti kadar gırtlağının mahareti de var. Elbette tıbbiyeden doktor çıkar ama buna ek olarak böyle kabiliyetler, böyle güzel sesler çıkar.”Gökbel ayrıca, Selçuk Üniversitesi’nin 40. yıldönümünde festivalde öğrencileri yalnız bırakmadığı için Ferhat Göçer’e teşekkür etti. Konserini 10. Yıl Marşı ile bitiren Göçer, öğrencilerin coşkusuna hayran kaldığını da söyledi.
Selçuk, engelli çocuklar için Allen Hulsey’i ağırladı
Gamze UĞRAŞ
elçuk Üniversitesi Fair Play Topluluğu, düzenlediği Fair Play söyleşilerinin ilkinde Teknik Direktör Ertuğrul Sağlam’ı ve Torku Konyaspor’un Takım Kaptanı Hasan Kabze’yi ağırladı.Selçuk Üniversitesi Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen söyleşinin moderatörlüğünü Selçuk Üniversitesi Spor Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Salim Çağlayan yaptı. Söyleşide ilk sözü alan Sağlam, sporun kardeşlik olduğunun unutulmaması gerektiğinin altını çizerek, “En zor ve gergin zamanlarımızda bile rakiplerimize saygı göstermeye dikkat etmeliyiz” dedi. Hasan Kabze ise, Fair Play’in iyi bir birey olma yolunda gereksinim olduğunu belirterek, “İyi bir sporcu olmanın yanında iyi bir insan olmak önemlidir” dedi.
ŞENLİĞE FERHAT GÖÇER’LE MUHTEŞEM FİNAL Selçuk Üniversitesi’nin hem gündüz etkinlikleri hem de gece konserleriyle dolu dolu geçen 10. Kültür ve Sanat Festivali’nin son konuğu pop dünyasının sevilen sanatçısı Doktor Ferhat Göçer oldu. Gönüllere taht kuran şarkılarıyla öğrencileri kimi zaman hüzünlendiren kimi zamansa coşturan sanatçı, konserinde sahne performansıyla da hayranlarından tam not aldı. Sevilen parçalarını hayranlarıyla paylaşan Göçer, yaklaşık 2 saat boyunca konser alanını dolduran 25 bin kişiye unutulmaz anlar yaşattı. Konser sırasında Rektör Prof. Dr. Hakkı Göbel’i sahneye davet eden Göçer; “Böyle güzel bir üniversitede görev yaptığı için kendisini kutluyorum. Bugün enerjisi bol ve neşeli bir dinleyici kitlesiyle karşı karşıyayız. Bugün bizi yalnız bırakmayan,
elçuk Üniversitesi 30 Ağustos Salonu’nda düzenlenen konser için gelen Amerikalı Müzisyen Allen Hulsey’e hayranları büyük ilgi gösterdi. Etkinlikte, ‘Bir kitap da sen koy düşlerimize ortak ol’ sloganıyla çok sayıda kitap toplandı. Toplanan kitaplarla Selçuk Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Bölümü’nde kitaplık kurulacağı belirtildi. Konser sırasında şarkı aralarında konuşan Hulsey, uzun seneler New York’ta kaldığını söyledi. Hayatında farlılıklar yaşamak için İstanbul’un Cihangir semtine yerleştiğini belirten Sanatçı, babasının işi nedeniyle çocukluğunun bir kısmının Ankara ve Konya’da geçtiğini de anlattı. Ünlü müzisyen Konya’nın kalbindeki önemini şu şekilde ifade etti: “Belki 3 ay sonra Konya’ya taşınabilirim. Babamın mesleği nedeniyle kısa bir süre Konya’da yaşadım. Hoşgörü şehri olan Konya görmeyeli çok değişmiş. Burada benim dikkatimi
çeken şey yeşilliklerin ve ağaçların artması oldu. Bu da buradaki yetkililerin iyi çalıştığını gösteriyor. Konya gerçekten güzel bir şehir. Zaten musiki anlamda da önemli bir şehir olan hoşgörü şehrinin benim kalbimdeki yeri ayrıdır.” “ÇOCUKKEN HAYALİM ÇÖPÇÜ OLMAKTI” Engelli öğrenciler için kitap toplama etkinliği nedeniyle Konya’ya gelen sanatçı mesleki hayatıyla ilgili de değerlendirmelerde bulundu. İki yaşındayken New York’ta Konya’nın Meram ilçesi gibi bir yerde yaşadığını anlatan Amerikalı Müzisyen şöyle konuştu: “O zamanlar çöpleri toplamak için büyük elektrik süpürgeleri vardı. Onları her gün takip ediyordum. Sonra avukat olmaya karar verdim. Baktım ki sesim fena değil, müzisyen olmaya karar verdim. 2012 yılına kadar çeşitli gruplarla çalıştım. Kendi gruplarımla şarkı söyledim. Gramercy Theatre, Bowery Ballroom, Mercury Lounge,
Bowery Electric alanlarında konserler verdim. İstanbul’a gelince de Türkçe şarkılar yazmaya ve seslendirmeye başladım. Müzik benim için çok önemli.” “BENİM AMACIM ENGELLİ ÇOCUKLARA MANEVİ DESTEK OLMAK” Uzun yıllar çocuklarla çalışmayı sevdiğini kaydeden Amerikalı Müzisyen, kendi gözünde engelli çocukların yerinin ayrı olduğunu dile getirdi. New York’ta iken beş yıl engelli çocuklarla çalıştığından söz eden Hulsey, çalıştığı çocuklardan kiminin kanser hastası kiminin ise farklı zorluklar içinde bulunan çocuklar olduğunu bildirdi. Amacının engelli çocuklara manevi destek vermek olduğunu ifade eden Müzisyen, “Bugün, ‘Bir kitap da sen koy düşlerimize ortak ol’ sloganı ile bayağı kitap topladık. İşte, maddi olarak da çocuklara bu şekilde destek çıkmak beni mutlu etti” diyerek çocukların hepsinin iyileşeceğine olan inancını ifade etti.
04/ Mayıs 2015
üniversite
Selçuk Üniversitesi’nde ‘Rektörler Buluşması’
selçukiletişim
Mühendis adaylarından protez bacak projesi Selçuk Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Makine Mühendisliği Bölümü son sınıf öğrencileri Tevfik Burak Konyalı, Hüseyin Sancar, Mehmet Eraslan ve Ozan Akdoğan, 2008 Pekin Paralimpik Olimpiyatları’nda sporcuların kullandığı hem de diğer engellilerin günlük hayatlarında kullanabilecekleri protez bacağı Türkiye’de de üretmeye karar verdiler.
T S
elçuk Üniversitesi’nin 40. kuruluş yıldönümü etkinlikleri kapsamında Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Hakkı Gökbel’in moderetörlüğünde gerçekleştirilen programa, Selçuk Üniversitesi’nin eski rektörleri Prof. Dr. Halil Cin ve Prof. Dr. Süleyman Okudan katıldı. Üniversitenin kuruluşunun 9. yılında rektör olduğunu belirten Prof. Dr. Halil Cin, Konya’yı ve üniversiteyi dünyaya tanıtmak için birçok etkinlik yaptığını belirtti. Prof. Dr. Cin, gençliğin bugünün ve geleceğin teminatı olduğunu da vurguladı. Eski Rektör Prof. Dr. Süleyman Okudan da saygının ve sevginin öğretim üyelerinin birbiriyle iyi geçinmesini sağladığını kaydederek, rektörlüğü döneminde öğrenci topluluklarına önem verdiğinin altını çizdi.
Rektör Gökbel, sağlıklı yaşam için pedal çevirdi
S
ağlık Bakanlığı Konya Halk Sağlılığı Müdürlüğü tarafından öğrencilerin sağlıklı beslenmesi, hareketli yaşamasını teşvik etmek ve egzersiz yapmalarını sağlamak için Selçuk Üniversitesi’ne 100 adet bisiklet armağan edildi. 2010 yılında Başbakanlık genelgesiyle yürülüğe giren ‘Türkiye Sağlıklı Beslenme ve Hareketli Hayat Porgramı’ kapsamında, Sağlık Bakanlığı tarafından temin edilen bisikletler üniversite öğrencilerinin kullanımına sunuldu. Tören sonrası kaskını takan Rektör Prof. Dr. Gökbel, protokol üyeleri ve öğrencilerle birlikte kampüs içerisinde pedal çevirdi. Konya’nın bisiklet kullanımı açısından uygun koşullara sahip olduğunu vurgulayan Gökbel, öğrencilerin bisiklet kullanması için bir sistem kuracaklarını kaydetti.
Selçuk’ta Afrikalı öğrenciler günü
S
elçuk Üniversitesi’nde öğrenim gören Afrikalı öğrencilerin oluşturduğu Konya’daki Afrikalı Öğrenciler Birliği (Afrokonya), ilk kez ‘Afrika Günü’ düzenledi. Yoğun katılımın olduğu Afrika Günü’nde Afrikalı öğrenciler, Afrika ile ilgili düşüncelerini aktarıp, dans gösterilerinde bulundu. Selçuk Üniversitesi Yabancı Öğrenciler Koordinatörü Prof. Dr. Recep Akcan, yaptığı konuşmada, Selçuk Üniversitesi’nde 84 ülkeden bin 200 yabancı öğrenci olduğunu, öğrencilere hiçbir zaman yabancı gözüyle bakmadıklarını belirterek, mezun olan öğrencilerinin ülkelerine dönerek bakan, yönetici, eğitimci olarak iyi yerlere geldiğini bildirdi. Afrika’nın dünyanın geleceği olduğunu ifade eden Akcan, “Bu dünyayı sevgi ile yaşanabilir kılarız” diye konuştu.
Seren BAŞDOĞAN
ezlerine yeni bir bakış açısı kazandıran öğrenciler, 2011 yılından bu yana projeleri için çalıştıklarını belirterek, tamamen yerli malzeme kullanarak daha düşük maliyetle protez üretmek üzere çalışmaya başladılar. ENGELLİ VATANDAŞLAR DA KULLANABİLECEK Yapmış oldukları tezgahlardan farklı özellikte birden fazla protez yapılabilen “Vakum Destekli Reçine Transfer Kalıplama” (VARTM) tezgahını tasarlayan 4 arkadaş, temin ettikleri malzemelerle yaklaşık 2 yıllık bir çalışma sonucu protez bacak üretti. Öğrenciler, ürettikleri ürünü engellilerin kullanımına sunmayı amaçlıyorlar. Milli sporcuların yurt dışından yüksek maliyetle aldıklarına değinen Hüseyin Sancar, “Deneylerimizi gerçekleştirelim, ürünümüzü belli bir aşamaya getirelim ve bize sunulan imkânlar dâhilinde ticarileştirelim” diyerek, çalışmalara başladıklarını dile getirdi. Tamamen yerli malzeme kullandıklarından dolayı maliyetinin çok düşük olduğunu söyleyen Sancar, projenin hem halk hem de Sağlık Bakanlığı açısından büyük avantaj sağlayacağını düşündüklerini belirtti. Ürünü kullanmak üzere ilk olarak paralimpik olimpiyatlarındaki sporcular için tasarladıklarını belirten öğrenciler, daha sonra projelerinde karbon fiber malzeme kullanarak, sadece sporcular için değil diz altı ve üstü engeli olan vatandaşlarımızın da kullanabileceği şekilde geliştirdiklerini belirttiler. Kendileri için karbon fiber malzemenin birçok avantajı olduğunu ifade eden Hüseyin Sancar, normal protez kullanan bireylerin belli bir yürüme mesafesinden sonra ağrı hissettiğini ve koşamadığını dile getirdi. Sancar, ürünlerini engellilerin rahatlıkla kullanabileceği esneklikte ürettiklerini bildirdi. Protez yapımında kullanılan tezgâhı da kendilerinin ürettiğini açıklayan
Sancar, tezgâhlarında birden fazla ürün yapılabildiğini belirtti. ‘’ALDIĞIMIZ DESTEKLERLE BAŞARABİLECEĞİMİZE İNANDIK’’ TÜBİTAK’tan 2209 lisans bitirme proje desteği aldıklarını anlatan Sancar, bu desteğin sadece mezun olabilmek, tezgah ve ürün yapabilmek için geçerli olduğunu belirtti. Sancar, 2014 yılında Metalik Fikirler 3. Ar-ge Proje Pazarı (Türkiye İhracatçılar Meclisinin düzenlemiş olduğu) etkinliğine başvurduklarını ve bu proje ile Türkiye birinciliği elde ettiklerini söyledi. Öğrenciler ayrıca, Türkiye’nin sayılı üniversiteleri olan İstanbul Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin de katıldığı proje pazarında Selçuk Üniversitesi Makine Mühendisliği Bölümü olarak birinci oldukları için gurur duyduklarını ve bu dereceden sonra isimlerinin duyulmaya başladığını belirttiler. Öğrenciler, üniversitenin desteklerinden sonra genç girişimcilere Konya Teknokent’de maddi ve manevi olarak yanlarında bulunan Prof. Dr. Bayram Sade’nin de büyük destekçileri olduğunu ifade ettiler. Projeyi ortaya koyan öğrenciler, Kuluçka Merkezinde girişimcilere özel olarak tahsis
ettikleri ofislerinde çalışmaya devam ettiklerini ve Teknokent’in hizmetlerinden olan Ar-ge amaçlı alanında uzman bir danışmanın da fikir üretimlerinde destekçileri olduğunu söylediler. Projeleri üzerine İstanbul’da görüştükleri birkaç firma olduğunu bildiren öğrenciler, projeleri fikir aşamasında olduğu için üretim kazandırmadıklarını ifade ettiler. TÜRKİYE’DE BİR İLK OLACAK Öğrenciler, ilk defa yerli olarak Türkiye’de yapılmış olacak ürünün üretiminden yola çıkarak ayak, bacak ve diz olarak projeyi devam ettirdiklerini şu anda Türkiye’de üretilmeyenleri üreterek Türk halkına daha ucuza ve daha kaliteli olarak sunmak istediklerini projelerinin başarı kazandığının hayalini kurduklarını belirttiler. Tüm hayallerini gerçekleştirdiklerini ve önlerinde daha bir çok yol olduğunu ifade eden öğrenciler, yurtdışında görüştükleri birkaç şirketin olduğunu da belirttiler. Öğrencilerden Hüseyin Sancar gelecek projesinden bahsederken, geleneklerin dışına çıkıp protezin diz ayaktan sonrasını protez olarak yapmayı düşündüklerini dile getirdi. Sancar, protez bacağın Türkiye içinde daha uygun fiyatla satışa çıkarılması gerektiğini sözlerine ekledi.
Selçuk’un kütüphanesi en zengin kütüphaneler arasında Selçuk Üniversitesi dünya sıralamasında 2011 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde yükselişini sürdürüyor. Bu gelişim ivmesinin arkasındaki etkenlerden biri de üniversitede yapılan öğrenmeyi, araştırmayı ve akademik çalışmaları doğrudan destekleyen Prof. Dr. Erol Güngör Kütüphanesi.
SAHİP OLUNAN KOLEKSİYON: - Toplam Basılı Kitap: 150 bin 609 adet - Süreli Yayınlar: 440 adet - Görsel, işitsel materyaller: 3 bin 212 adet - Elektronik Kitap: 3 milyon 130 bin 146 adet - Elektronik Dergi(Tam Metin): 44 bin 734 adet - Elektronik Tez: 2 milyon 700 bin adet
Gamze BAL
S
elçuk Üniversitesi Alaeddin Keykubat Kampüsü’nde bulunan Merkez Kütüphane, 1977 yılında bilim adamı Prof. Dr. Hamdi Ragıp Atademir'in 26 bin ciltlik kişisel kitap koleksiyonunu Selçuk Üniversitesi'ne bağışlamasıyla kuruldu. Kütüphaneye, bu yüzden ilk başta ‘Atademir Kütüphanesi’ adı verildi. Kütüphanenin ismi 2001 yılında ‘Selçuk Üniversitesi Merkez Kütüphanesi’ olarak değiştirildi. Şimdilerde ise üniversitenin eski rektörlerinden Prof. Dr. Erol Güngör'ün adını alan kütüphane, koleksiyonuna her geçen yıl daha fazla eserler ekleyerek büyümeye devam ediyor. Prof. Dr. Erol Güngör Kütüphanesi sahip olduğu 150 bin kitaplık
arşivinin yanı sıra 6 bin 883 ciltten oluşan ve 1920'lerden 1990'lı yıllara kadar uzanan yerel ve ulusal gazete arşivini de bünyesinde barındırıyor. Bunların yanı sıra Yazma Eserler ile Türk ve Dünya sinemasının önemli film ve belgeselleri de kütüphanede hizmete açık. Bilginin basılı ortamdan elektronik ortama aktarılmasının yaygınlaşmasıyla üniversite kütüphanelerinin online veri tabanlarına sahip olması artık kaçınılmaz bir durum. Bu yüzden de Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanı Dr. Ali Özgökmen, online veri tabanı kullanıcılarının talepleri doğrultusunda online veri tabanlarına abonelik sağladıklarını ya da satın alındıklarını dile getirdi. 2011- 2014 yılları arasında toplam 21 bin 559 e-kitap satın alınarak bu koleksiyon Selçuk Üniversi-
tesi IP'leri üzerinden erişime açıldı. Kitaplara tam metin erişim imkânı sağlayan e- kitap koleksiyonu, limitsiz kullanım ve limitsiz indirme, limitsiz çıktı alma, kampüs dışı erişim ve mobil cihazlarda kullanım özellikleri içeriyor. Sahip olunan tüm bu online veri tabanları sayesinde üniversitede üretilen uluslararası yayın sayısı da belirgin bir şekilde artmış durumda. Şu an gelinen noktaysa Kütüphanenin, Türkiye'deki üniversite kütüphaneleri içerisindeki en zengin kütüphanelerinden biri sayılması. Bağış ve satın alma yoluyla koleksiyonunu daha da genişleten Kütüphane, 2013 yılından bu yana da hafta içi ve hafta sonu 24 saat açık bir şekilde gerek akademisyenlere gerekse de öğrencilere hizmet vermeye devam ediyor.
şehir
selçukiletişim
Yarım asırlık not
Mayıs 2015
/05
Yaklaşık 50 yıldır günü gününe not tutan 85 yaşındaki Fuat Dede, aynı zamanda ilerlemiş yaşına rağmen azimle çalışarak insanlara örnek bir hayat sürdürüyor Malike ORMANCI
K
onya’nın Sarayönü ilçesinde ikamet eden Fuat Atçeken, yaşadığı yerin bir tür hafızası. Günü gününe hiç aksatmadan not tutan Fuat Dede, Sarayönü ilçesinde olup biteni, kim doğmuş kim ölmüş, kim askere gitmiş gelmiş, o günkü hava durumu gibi her hadiseyi yazıyor. Bunun yanında kendi yaptığı işleri ve yaşadığı olayları da not defterine ekliyor. Yazma alışkanlığının babasından geldiğini ifade eden Fuat Dede, Sarayönü’nün yakın zamanına kaynak oluşturuyor. Not tutma alışkanlığının yanı sıra ilçenin tek anahtarcısı olan Fuat Dede boş durmayı hiç sevmiyor; Sarayönü halkına hizmet etmek için elinden geleni yapıyor.
“KENDİ DOĞUMUMU BABAMIN AJANDASINDA BULDUM” 1950’li yıllarda çalışmak için İstanbul’a gidip hastalanınca Sarayönü’ne geri dönen Fuat Dede, o tarihlerde not tutmaya başlamış. Babasının ajandalarını görüp heveslenerek yazmaya başlayan Fuat Dede, yanından ayırmadığı ajandasına günü gününe Sarayönü’nde olan olayları ve kendi yaptığı her işi yazıyor. İlerlemiş yaşına karşın hiç bir günü unutmadan not ediyor, yazdıkları ise arşiv niteliği taşıyor. Babasının 1933 yılında tuttuğu not defterini bulan Fuat Dede, ‘’Kendi doğum günümü buradan buldum. Babam 5 Temmuz günü oğlum Fuat dünyaya gözlerini açtı diye not düşmüş. Aynı şekilde bende kendi çocuklarımın
doğumlarını yazdım. Onlar da kendi doğumlarını yazdığım notlardan bulup okudular’’ dedi. Yaklaşık 50 yıl öncesinde taşra gibi küçük yerleşim yerlerinde önemli tarihlerin tam olarak önemsenmeyişi Fuat Dedenin yazdıklarını daha değerli hale getiriyor. SARAYÖNÜ’NDEKİ EKSİKLİKLERİ DOLDURUYOR Tarla işlerinden boş kaldığı zamanlarda bir şeyler yapmayı düşünen Fuat Dede, Sarayönü’nde hiç anahtarcı olmadığı, insanların anahtar işlerini halletmek için şehir merkezine gittiklerini farketmiş. Bunu aklına koyan Fuat Dede, ‘’Konya’da bir gün anahtarcı dükkanı gözüme çarptı. Anahtar-
cının önündeki makinayı görünce bundan alayım diye düşündüm. Sonra anahtarcıya bir anahtar yaptırarak nasıl yaptığını gözlemledim. Ben bunu yaparım diye düşündüm ve gerekli malzemelerle birlikte makinayı aldım. Sarayönü’ne gelince de anahtar yapmaya başladım’’ diye konuştu. Bu zamana kadar yaptığı anahtarlar konusunda hiç sıkıntı yaşamadığını ekleyen Fuat Dede, gelişen teknolojiyle birlikte mesleğini icra etmeye çalışıyor. Anahtarcılığın yanında okuma yazma bilmeyenlere de mühür kazan Fuat Dede, Sarayönü’ndeki eksikliklerin giderilmesi için elinden geleni yapıyor.
Konya’da Bollywood dans rüzgarı
İstanbul Bollywood etkinliklerinin katkısıyla Konya’da gerçekleşen Bollywood Dans Etkinliği kapsamında yapılan Hint dansı izleyenlerden büyük alkış aldı Yusuf KARAKAŞ
S
elçuklu ilçesi Bosna Hersek Mahallesi’nde bir mekânda gerçekleşen dans etkinliğine çok sayıda öğrenci ve vatandaş katıldı. Etkinlik hakkında Selçuk İletişim’e konuşan Merve Tuba Alkoç, Bollywood etkinliği kapsamında bazı çalışmaları hayata geçiren Oktay Çalı ile tanışarak Konya’da da böyle bir etkinlik gerçekleştirmek istediğini söyledi. İlk defa Konya’da bunu gerçekleştirdiklerini ve heyecanlı olduklarını dile getiren Alkoç, “Oktay bey bana eğer siz ayarlayabilirseniz biz geliriz dedi. Yaklaşık 2 ay önce hazırlıklara başladık. Önce sosyal medyada etkinliğimizi duyurmaya başladık. Hint kültürünü, bollywood sevenlerle buluşturmayı amaçladık. Bugüne kadar bir çok Hint filmi izledim ve ilgi duyduğum, sevdiğim bir eğlence aracıydı. İzlediğim bir filmde Aamir Khan’ın hayatını yaşadıklarını, güzellikleri izleyince etkilendim ve bir Bollywood sevgisi oluştu. Dans edecek küçük kardeşlerimiz Karaman’dan geldi. Daha büyük bir şey düşünüyorduk fakat İstanbul’dan davet ettiğimiz ekip bazı aksaklıklardan dolayı gelemedi’’ diye konuştu. Etkinliğin bir ilk olduğunu ve Konya’da bir önyargının olduğunu sözlerine ekleyen Merve Tuba Alkoç, “Bu önyargı aslında bilmemezlikten kaynaklanıyor. Hindistan
denilince kötü düşünülüyor. Ya da filmlerini bilmedikleri için de olabilir. Ağırlıklı olarak üniversite öğrencileri ilgi gösteriyor’’ dedi. “HİNDİSTAN VE TÜRKİYE DAHA FAZLA YAKINLAŞMALI” Selçuk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde okuyan Hindistan vatandaşı Mahmut Beyza Fatımi, iki buçuk yıldır Türkiye’de olduğunu ve aynı zamanda Mevlana Üniversitesi’nde çalıştığını ifade etti. Fatımi, Hint kültürünün Türkiye’de yeterince bilinmediğini savundu. Hindistan denilince herkesin aklına ilk olarak ineklerin geldiğini ve sanki sokaklarda, caddelerde ineklerin dolaştığı sanıldığını söyleyen Fatımi, “Maymunlara tapıyoruz sanılıyor. Daha doğru bir şekilde tanıtılması için bu tür etkinlikler yapılabilir. Konya’da ilk defa duydum ve katıldım bu etkinliğe. Türkiye’de birçok kente gittim. Hint kültürü büyük şehirlerde daha çok biliniyor. Türk sineması ve Bollywood’dan sevdiğim bir çok film var. En son Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmini izledim ve çok beğendim. Hindistan sineması da büyük bir atılım yaptı diye düşünüyorum. Özellikle sosyal konulara ağırlık veren filmler yapılıyor. Bunda tabii ki, Aamir Khan’ın yaptığı filmlerin payı çok büyük’’ dedi. Hindistan denilince her-
kesin aklına dans geldiğini ve sanki herkesin Hindistan’da dans ederek hayatını geçirdiği düşüncesi olduğunu söyleyen Fatımi, “Öncelikle şunu söyleyeyim; ben çok bilmem bu dans işlerini. Hindistan’da insanlar bir filme giderken eğlenmek isterler, çok ciddi ve sonu olumsuz, mutsuz biten filmler pek sevilmiyor. Bu yüzden filmlerde dans ve müzik ağırlıklı olur. Son olarak şunu da ekleyerek bitirmek istiyorum. Hindistan’da Türkiye çok fazla bilinmiyor. Sadece Müslümanlar biliyor ki o da Osmanlı’dan dolayı. Her iki ülkenin daha fazla yakınlaşmasını isterim’’ diyerek her iki ülke ile ilgili düşüncelerini paylaştı.
06/ Mayıs 2015
şehir
Şehit ailelerine Güneydoğu gezisi
selçukiletişim
Beyşehir’de ‘Deniz İşletmeleri’ kuruluyor Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Beyşehir ilçesinde, ‘Konya Deniz İşletmelerini kuracaklarını ve böylelikle Beyşehir Gölü’nde toplu ulaşımın sağlanacağının müjdesini verdi
S
eydişehir Kaymakamı Tuncay Sonel, şehit ailelerini Güneydoğu gezisine gönderdi. Sonel, uğurlama töreninde, göreve başladığından bu yana şehit aileleriyle yakından ilgilendiğini söyledi. Onları kendi ailesi gibi gördüğünü belirten Sonel, “Geçen yıl Trabzon ve Rize’ye uçak ile üç günlük geziye göndermiştik. Bu yıl da otobüs ile Adana, Gaziantep, Şanlıurfa olmak üzere dört günlük geziye gönderdik. Yeter ki onlar mutlu olsunlar ve bu güzel vatanımızın güzel yörelerini görsünler, yaşasınlar. Onlar için ne yapsak azdır. Bu geziler esnasında şehit ailelerimize ilgilerini esirgemeyen ve ev sahipliği yapan gönül dostlarımıza çok teşekkür ediyorum” dedi.
‘İslami Düşüncede Vasatilik’ konferansı
N
ecmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde ‘İslami Düşüncede Vasatilik’ konulu konferans düzenlendi. Konferansa Suriye İslam Alimler Birliği Başkanı Usame Abdülkerim Er-Rufai, İlahiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ramazan Altıntaş, Dekan Yardımcıları Prof. Dr. Hayri Erten ve Doç. Dr. Fikret Karapınar ile öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. İslam Ümmetinin Allah tarafından vasat bir ümmet olarak kılındığını ifade ederek, “İslam Ümmeti kendinden önceki gelen insanlara ve peygamberlere şahitlik etmekle mükelleftir’’ diyen Usame Abdulkerim Er-Rufai, Allah’ın kalplere vereceği iman nuruyla onları görmese de kıyamet gününde şahitlik edeceğini söyledi.
Yusuf KARAKAŞ
K
onya’nın Beyşehir ilçesinde, ilçe meclisi toplantısı kapsamında mahalle muhtarları ve vatandaşlarla bir araya gelen Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Yeni Büyükşehir Yasasının yürürlüğe girmesiyle birlikte ilçelere başlattıkları yeni yatırımlar hakkında bilgiler verdi. İlçede hayata geçirdikleri birçok yatırımdan söz eden Akyürek, İçerişehir Mahallesi’nde başlattıkları sağlıklaştırma projesi kapsamındaki çalışmaları anlattı. Bu bölgenin Konya’da kolay bulunabilir bir yer olmadığını dile getiren Akyürek, “1200’lü yıllardan kalma, yönetim ve beylik merkezi olan bölgenin tarihi Eşrefoğlu Camisi ile dikkat çekmek istiyorum. Tarihi han, bedesten ile biz İçerişehir’i topyekün ele alıyoruz. Burası bir yarım ada, yarım adanın tamamını ele alıyoruz. Tescilli yapıların tamamını restore edeceğiz. Tarihi dokuya uymayan yapıları satın alıp yıkacağız. Orayı bir tarih adası yapacağız” dedi. “BEYŞEHİR’E MARMARAY İSTİYORUZ” Beyşehir bölgesinde bedesten ile göl kenarının kendileri için olmazsa olmaz olduğunu dile getiren Başkan Akyürek, “Beyşehir Belediyesi’nin hazırladığı tüp geçit projesine de değinmeden geçemeyeceğim. Belediye
Başkanı Murat Özaltun Konya ziyaretinde Ulaştırma Denizcilik ve Habercilik Eski Bakanı Lütfi Elvan’a, ‘’Beyşehir’e Marmaray istiyoruz’’ demişti. Bakan Elvan’ın da bununla ilgili bir rakam telaffuz etmesiyle birlikte bu konunun orada tartışma konusu olduğunu ve tartışılmaya da devam edeceğini belirterek, Beyşehir’in tramvay konusundaki talebine de dikkat çekti’’ dedi. Beyşehir’in de fizibilite çalışması yürütülen ilçeler arasında olduğuna vurgu yapan Akyürek, bunun için çalışmanın sonucuna bakacaklarını söyledi. Konya’da devre dışı bıraktıkları tramvaylardan ilk 20’sini kardeş şehir olan Saraybosna’ya gönderdiklerini aktaran Akyürek, “Yürütülen fizibilite çalışmalarında belli yolcu sayısı, ihtiyaç olup olmadığı gibi belli uluslararası kriterlerin olduğu gibi, Ulaştırma Bakanlığı’nın da bu konuda hazırladığı ulaşım master planı çerçevesinde değerlendirmelerimiz olacak. Konya ile Beyşehir’i bütünleştireceğiz. Beyşehir’i Konya’nın banliyösü haline getirip bir çekim merkezi haline getirmek istiyoruz. Beyşehir’e öğlen balık yemeye gelen ziyaretçilerin, cesareti olması halinde İslibucak bölgesinde Anamas Dağı’nın tepelerine çıkabilecek’’ dedi. “BEYŞEHİR’İ PARLAYAN BİR İNCİ HALİNE GETİRECEĞİZ” Akyürek, “Biz çıktık, dağ yürüyüşü için çok
Toplu ulaşımda denetimler artırılmalı! Toplu ulaşım araçlarında keyfi davranışlara, kuralları hiçe sayan, onca uyarıya rağmen yaktığı sigarayı söndürmeyen şoförlere vatandaşların tepkisi dinmiyor
Demirağ’ın son kitabı okurlarla buluştu
G
azeteci-Yazar Dilaver Demirağ’ın son kitabı ‘Kıyamet Çanı’ okurlarla buluştu. Eserinde IŞİD’i yaratan tarihî, siyasî ve dinî zemini, Ortadoğu tarihi üzerinden işlediğini belirten Demirağ, ardından İslamcılık olgusunun doğuşunu ve Suudi Arabistan Selefiliği bağlamında Vahhabiliğin nasıl yaygınlaştığını ele aldığını dile getirdi. Demirağ, yeni kitaba “Suriye’de adaletin, özgürlüğün çocuklarına, bünyesinde Kürt, Arap, Türkmen, Asuri, Ermeni ve Süryani kökenli üyeleri barındıran, sadece kendisi için değil başkaları için de savaşacak kadar unuttuğumuz değerleri hayata geçirdiği için bu çağın soyluları olmayı hak eden Cephet El-Akrad’a. Özgür bir dünya sizin gibi soylularla kurulacak’’ ifadeleriyle giriş yaptığını bildirdi.
uygun mekanlar var. Beyşehir Gölünü seyrederek yükseliyorsunuz. Tepede Karagöl, aynı zamanda yine yürüyüş mesafesinde doğal göletler var. Kamp yeri olarak kullanılabilecek güzel alanlar var. Ayrıca tabii güzelliklerden de istifade etme imkanı oluşabilir. Tabii adalar hep benim kafama takılıyor. Yani ileride adaların birisine bir tesis yapmamız lazım. Beyşehir Gölü’nde çok sayıda ada var. Bir tanesine halkın istifade edebileceği bir tesis yapıp, aynı zamanda oranın ulaşımının da deniz yoluyla sağlamamız lazım” şeklinde konuştu. Konya Deniz İşletmeleri’ni kuracaklarını söylerken buna herkesin güldüğünü söyleyen Akyürek, “İnşallah bu dönemde bu hayata geçecek. Gölyaka’dan Beyşehir’e toplu ulaşımı göl yoluyla sağlayacağız. İlçe belediyemizle birlikte bu konuda da çalışma yürütüyoruz” dedi. Beyşehir Belediye Başkanı Murat Özaltun ise, Büyükşehir yatırımlarından dolayı Akyürek’e teşekkür ederek, “Önümüzde 4 yıllık bir süreç var. bu süreçte Beyşehir’i parlayan bir inci haline getirmek temel hedefimiz. Her zaman söylediğim gibi, Konya’nın denizi Beyşehir, Beyşehir’e yapılan bir projeyi sadece Beyşehirli kullanmıyor. Başka şehirlerden, hatta yurtdışından çok sayıda kişiye hitap ediyor Beyşehir. Büyükşehir Belediye Başkanımızla birlikte Beyşehir’i daha da ileriye taşıyacağız” ifadeleriyle sözlerine son verdi.
Yusuf KARAKAŞ
S
ürekli kural ihlali yapan ve trafikte vatandaşı zor durumda bırakan, trafik kazalarına da neden olan toplu ulaşım sürücüleri hem kendi hayatlarını hem de yolcuların hayatlarını tehlikeye sokuyor. Geçtiğimiz yıllarda Konya’da trafik kazasına en çok karışan araçl arın belediye otobüsleri ve dolmuşlar olduğu uzmanlar tarafından açıklanmıştı. Halen devam eden bu önemli soruna vatandaşlar artık bir çözüm bulunmasını istiyor. Vatandaşlar, dolmuş şoförlerine gerekli
eğitimin verilmesine rağmen uygulamada eksiklikler olduğuna dikkat çekiyor. Dolmuş ve belediye otobüslerinin yaptıkları hizmetin yanında Konya trafiğini alt üst ettiklerini, yolcuların canını riske attıklarını ifade eden vatandaşlar, kuralları uygulamadaki eksikliklerin giderilip kontrolden geçirilmesini istiyor. Şehir içi sefer yapan bazı minibüslerde çekilen görüntülerde , şoförün yolcuları hiçe sayarak sigara içmesi büyük tepkiye neden olurken, vatandaşlar trafikte araç kullanırken olmaması gereken bu görüntüler için yetkililerin denetimleri artırmalarını istedi.
“ŞOFÖRLER KAVGAYA HAZIR” Şoförlerin araç kullanırken uzun süren telefon görüşmeleri yaptıklarını, en ufak uyarıda kavgaya hazır olduklarını söyleyen ve günlük olarak toplu ulaşımı kullanmak zorunda olduğunu söyleyen Rumeysa Balcı isimli vatandaş, “Eğer son durağa varma süreleri çoksa bir şeridi bu dolmuşlar işgal ediyor, arkalarında onlara araba ile kağnı arabası gibi hareket ediyorlar, eğer son durağa varma süresi azalmışsa trafik kurallarını ihlal edip anormal hız yapıyorlar. Minibüs ağzına kadar doluyor hala müşteri alıyorlar, nefes almakta zorlanıyoruz. Özel araçların park yeri olarak kullandıkları dolmuş duraklarını kullanmayan şoförler müşteri el kaldırdı mı yolun ortasında, kavşakta, yeşil ışıkta durup yolcuyu alıyorlar. Kendilerini korna ile uyaran diğer araçlar umurlarında bile olmuyor. Zaten ileri gidilirse hemen bütün yolcuları bırakıp kavgaya iniyorlar” diye konuştu. Belediye otobüsü şoförlerinin de trafik canavarı gibi gittiklerini ifade eden Balcı, “Kocaman otobüs ile mahalle arasında o kadar hız yapıyorlar ki oturduğumuz yerde duramıyoruz. Hep aynı güzergâhta gidince, ‘bu yolu çok iyi bilirim bu yüzden kaza yapmam’ diye düşünüyorlar herhalde. Kural tanımıyorlar. Denetim gerek. Daha kötü bir trafik durumuyla karşılaşmamak için acele tedbir alınması gerekiyor’’ diyerek tepkisini dile getirdi.
araştırma - inceleme
selçukiletişim
Nisan 2015
/07
, i j o l o n Tek çocuk a d ı n ı r a oyunl i d r i t ş i ğ e d
klar likte çocu r elerle bir nla m u ş y li o e ı g ığ knolojik n oynad rı te la i, k s ıyor e cu ş a m ço y değiş zellikle nüşüm Zamanın ük bir dö ğişiyor. Ö y e ü d b a d te k k lu irli ve çocuk şmeyle b ve şehirle teknoloji
Numan BABACAN
21. yüzyılın başından önce doğanlar genellikle kendi çocukluğuyla şu anki çocukluk arasında çok fark olduğundan bahsederler. Mahalle kültürünün kalmadığını, eski çocukluk ve çocuk oyunlarının da bittiğini ifade ederler. Selçuk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Elemanı Araştırma Görevlisi Dr. Gürcan Şevket Avcıoğlu ise bu durumu kentleşmenin artmasıyla oyun alanlarının azalmasına ve insanların artık birbirine güvenmemesine bağlıyor. Çocukların toplumsal değişmelerden çok fazla etkilendiğini
Dr. Gürcan Şevket Avcıoğlu söyleyen Avcıoğlu, büyüklerin değişimlere karşı tecrübeleri, bilgileri ile bir tutum oluşturabildiğini ancak çocuğun korunaksız olduğu için değişimden fazla etkilenebildiğini ifade etti. “SOKAK OYUNLARI ÇOCUĞU HAYATA HAZIRLIYORDU” Kendisinin de sokakta büyüdüğünü dile getiren Dr. Avcıoğlu, çocukluğunda akşama kadar sokakta farklı oyunlar oynadığını söyledi. Sokağın çocukları hayata hazırladığına dikkat çeken Avcıoğlu, sokakta oynanan oyunların çocuğa bazı değerler yüklediğini
belirtti. Çocukların saklambaç, futbol, yakar top gibi oyunlarda paylaşımcılığı, takım ruhu, yardımlaşma gibi değerleri öğrendiğini ve ileride hayatına uyguladığını anlatan Avcıoğlu, bunun yanında sokak oyunlarının rekabeti, gücü kullanmayı, zekayı pratikleştirmeyi de olumlu yönde etkilediğine değindi. Günümüzde bu tür sokak oyunlarının kalmadığına işaret eden Avcıoğlu, birçok değerin değiştiğine dikkat çekti. Avcıoğlu şunları söyledi: “Bu değerlerin değişmesinin birçok sebebi var. Bunun en başında aile anlayışındaki değişiklik gelir. Aile toplumda eğitim, dini, ekonomik, sosyal vb. birçok işlevi yerine getirir. Günümüzde aile birçok fonksiyonunu başka kurumlara devrettiği için genel olarak aile içinde çocuk, psikolojik tatmin aracı olarak görülüyor.” Teknolojik oyunların sokak oyunlarına göre tam tersi etki oluşturabileceği uyarısında bulunan Avcıoğlu, çocukların teknolojiyi oyuncak edinmesinin şehirleşme, aile anlayışı ve aynı zamanda eğitim anlayışıyla alakası olduğunu hatırlattı. Teknolojiyi kullanmayı ne kadar küçük yaşta öğrenirsek geliştirme ihtimalimizin de daha yüksek olduğunu anlatan Avcıoğlu, çocukların teknolojiyi oyun oynamak için kullanması durumunda ailenin kontrol mekanizmasının devreye girmesi gerektiğinin altını çizdi. “ŞEHİRLEŞME AİLELERİ GÜVENSİZLİĞE SEVK ETTİ” Çocukların artık dışarıda serbestçe dolaşamadığını ifade eden Dr. Gürcan Şevket Avcıoğlu, ailelerin çocuklarının bilmedikleri yerlerde değil, gözlerinin önünde dolaşmasını istediğini aktardı. Anne ve babanın dışarıya karşı güvensizliğinin sebebinin mahalle kültürünün sona ermesiyle daha dar bir sosyal çevre oluşmaya başladığını belirten Avcıoğlu, şehirleşmenin insan topluluklarını karmaşıklaştırdığını dile getirdi. Bu karmaşa içinde çocuğun bilmediği, tanımadığı insanlarla karşılaşmasının istenen bir durum olmaktan çıktığını dile getiren Avcıoğlu, anne ve babanın çekinceleri nedeniyle çocuklarının dı-
şarıda oynamasını istemediğinin altını çizdi. Bunun dışında şehirleşmeyle oyun alanlarının daralması, site kültürüne doğru olan kayma da çocukların oyun anlayışlarının değişmesine neden oluyor. Sokakta istediği şekilde oynayamayan çocuklar evde tablet, cep telefonu, oyun setleri gibi teknolojik aletlerle zaman geçiriyor. Bu konuda konuşan Sosyolog Araştırma Görevlisi Dr. Gürcan Şevket Avcıoğlu şunları söyledi: “Kentsel dönüşümler, yoğun halde birlikte ama manevi olarak uzak yaşamayı beraberine getiriyor. Yapılan dönüşümle mahalle kültürü ortadan kalkıyor. Mahalle kültürü çocukların sokakta güvenle oynaması için çok önemlidir. Biz eskiden sokağa çıktığımızda ailemizin gözü önünde olmasak bile mahallede bizi tanıyan birçok kişinin gözetiminde olurduk. Bugün ise böyle bir durum söz konusu değil. Hal böyle olunca çocuklar daha dar bir çevrede yaşamak zorunda kalıyor ve teknolojik oyuncaklarla vakit geçiriyor.” “DEĞİŞEN OYUNLAR ARASINDA ÇOK FARK VAR” Teknolojinin hızlı gelişimi ve şehirleşmeyle birlikte değişen çocuk oyunları ve etkileri arasına büyük farklar bulunuyor. Eskiden oynanan oyunlara baktığımızda çocuklar futbol oynarken rekabeti, kazanma ve kaybetmeyi , takım olmayı öğreniyorlardı. Saklambaç oyununda strateji geliştirme ve pratik zekayla hızlı karar vermeyi, misket oyunuyla hedefi vurmayı , körebe oyunuyla farklı duyularıyla hareket etmeyi öğreniyordu. Yeni dönem oyunlarına baktığımızda çoğunlukla bilgisayar ve tablet pc oyunları oynandığı görülüyor. Çocuklar bu mecralarda genellikle savaş içerikli oyunlarla zihinlerini bulandırıyorlar. Amerika Birleşik Devletleri’nin başkenti Washington’da bulunan “Ulusal Medya ve Aile Enstitüsü”, bilgisayar oyunlarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkileriyle ilgili çarpıcı bir rapor hazırladı. Rapora göre başta ABD olmak üzere aileler, bilgisayar oyunlarındaki şiddet konusunda ne kadar
endişelenseler de, meselenin ciddiyetini kavramaktan çok uzak. Enstitünün her yıl düzenli olarak yayınladığı rapor, bilgisayar oyunlarının çocuklar için çok zararlı olduğunu ortaya koyuyor. Rapor, içerdikleri şiddet ve cinsellik nedeniyle 10 oyun konusunda aileleri ayrıca uyarıyor. Uzmanlar, oyunların üzerinde alıcıları uyaran yazılar bulunduğunu ancak ailelerin bunları çok fazla önemsemediğine dikkat çekiyor. Fakat satıcıların da, çocukların almaları yasaklanmış oyunları satmak konusunda özensiz davrandığı belirtiliyor. “SANAL OYUNLAR, ÇOCUKLARI UYUMSUZLAŞTIRIR” Değişen oyunlarla birlikte teknolojiye sarılan çocuklarda büyük sıkıntılar meydana gelebiliyor. Bu konuda çalışması bulunan Pedagog Adem Güneş, günümüz çocuklarının bu sorunla baş başa bırakıldığına dikkat çekiyor. Güneş, günümüz anne babalarının çocuklarıyla geçmişteki oyunları evinde oynamak, onlara öğretmek yerine kendi ellerine de telefon alarak çocuklara duygusal yoksunluk yaşattığını vurguluyor. Günümüzde eski oyunları dışarıda oynama şansı pek olmayan çocukların evde de ihmal edildiğini ifade eden Pedagog Güneş, böyle bir ortamda yetişen çocukların bazı sorunları olacağını anlatıyor. Kardeşini kıskanma, paylaşımsızlık, argo kullanımı, sanal dünyada yaşama gibi sıkıntıların ihmal edilen ve bilgisayar oyunlarına bağımlı olan çocuklarda sıkça görüleceğini belirtiyor ve bu oyunların çocukları topluma uyumsuz hale getireceğini söylüyor. Özellikle şiddet içerikli bilgisayar oyunların eski dönemde sokakta oynanan oyunlara göre çok fazla zararı olduğuna dikkat çeken Güneş, geçmişteki oyunların çocuğun kendini ifade edebilme, arkadaşlarıyla iyi ilişkiler kurabilme gibi yetilerini geliştirdiğini ifade ederken, bilgisayar oyunlarıyla büyüyen, elinden tablet, bilgisayar düşürmeyen çocuğun ileride insanlarla iletişimde daha fazla sorun yaşayacağını ekliyor.
08/ Mayıs 2015
araştırma - inceleme
selçukiletişim
‘Multimedia Yeni düzen habercilik: Journalism’ İlk kitle iletişim aracı olan gazetenin etkisi gün geçtikçe azalıyor. Tiraj kayıpları ve yaşanan dijital gelişmeler yazılı basının gün geçtikçe erimesine sebep oluyor. Yeni düzen habercilik olarak adlandırılan 'Multimedia Journalism' bu erimeye önayak olmuş durumda
Yrd. Doç. Dr. Altuğ Akın Metin KÖSE
M
ultimedia Journalism, kullanıcıların internet ve dijital araçlar yardımı ile önemli bilgileri kavramalarına ve çözümlemelerine yardımcı olacak yeni ve anlamlı yollar geliştirmektir. Yazılımcıların gazetecilere, gazetecilerin de yazılımcılara yaklaştığı bir süreçtir. İki tarafın bir araya gelerek ekip oluşturması ve emek harcayarak sonucunda katma değeri çok yüksek olan bir içerik üretmesidir; temeli veri gazeteciliğidir. Dünya’da birçok örneği olan Multimedia Journalism’in Türkiye’de örneği çok az. “MULTİMEDİA JOURNALİSM BÜTÜN İMKÂNLARI BİR ARADA KULLANIR” İzmir Ekonomisi Üniversitesi Medya ve İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Altuğ Akın, Multimedya gazeteciliğinin bütün imkanları bir arada kullandığını dile getirdi. İnternetin yaygınlaşmasıyla beraber teknolojik altyapının haber yapmak için sunduğu bazı imkânların olduğunu vurgulayan Akın, “Siz sadece metin, haber veya görüntüyle yayın yapacağım diyemezsiniz, çünkü bu platform bunların hepsini bir arada bulundurma imkânı veriyor. Habercinin bu imkanlardan hepsinden faydalanma şansı var. Dolayısıyla Multimedya Gazeteciliği, bu imkanların hepsi bir arada kullanılarak yapılan haber türüdür diyebiliriz” diye konuştu. “GAZETECİNİN YÜKÜ ARTIYOR” Her yayıncılık türünün kendi imkânlarını kullanarak habercilik yaptığını belirten Akın, “Mesela televizyonda görüntü, video imkanı var ve onu kullanırlar. Radyoda sadece ses var. Multimedya
habercisi ise bunların hepsini göz önünde bulundurmak zorundadır” ifadelerini kullandı. Farklı içerikleri sunarak haberin daha iyi şekilde verilebileceğini dile getiren Akın, “Yazının yanına fotoğraf yeterli olabilir ama bir de görüntü koyarsak daha etkili olur” dedi. Multimedya haberciliğinin dezavantajlarının olduğunu da söyleyen Akın, multimedya habercilik gazeteciye artı yük getirdiğini vurguladı. Önceden bir foto muhabirinin sadece fotoğraf çekerek mesleğini sürdürdüğünü şimdi ise bütün bir haberin tek kişiye yüklendiğini ifade eden Akın, bu durumu muhabir avantaja çevirip, kendini geliştirebileceğinin altını çizdi. “YAZILI BASININ ETKİSİNİ AZALTACAK” Multimedya haberciliğinin yazılı basının etkisini azaltacağını vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Altuğ Akın, “Bazı kesimler birkaç yıl içinde geleneksel gazetelerin tamamen biteceği görüşünde. İnternetle birlikte haberciliğin tamamen internet ortamına taşınacağını söyleyenler var. Bazıları da gazetenin köklü bir kitlesi olduğunu ve geleneksel gazeteciliğin bitmeyeceği görüşüne sahip. Ben doğru cevabın bu iki görüşün ortasında bir yerde olduğunu düşünüyorum” ifadelerini kullandı. Şu an Türkiye’deki gazete satışlarının 1970’lere oranla çok düşük olduğunu söyleyen Akın, bunun sebebini sadece televizyonla açıklamanın mümkün olmayacağını dile getirdi. Multimedya gazeteciliğinin diğer medya araçlarına zararı olacağını düşünmediğini belirten Akın, “mesela Hürriyet’in basılı satılandan çok daha fazla okuyucusu web sitesinde var. Bütün okuyucular artık web sitesinde, haberleri yazılı olarak okumuyor,
daha fazla materyal görüyor. Ben diğer medya araçlarının öleceğinden ziyade kendilerine yeni bir yol çizeceklerini düşünüyorum” şeklinde konuştu. “TÜRKİYE’DE ÖRNEĞİ ÇOK AZ” Multimedya gazeteciliğinin Türkiye’de çok az örneğinin olduğunu belirten İzmir Ekonomi Üniversitesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Burak Doğu, daha çok veri haberciliğinin yapıldığını belirtti. Multimedya haberciliğinde ciddi bir ekiple çalışmak gerektiğini vurgulayan Doğu, bunun Türkiye’de mümkün olmadığını dile getirdi. Dünya’da bu habercilik tarzına ciddi kaynaklar ayrıldığını hatta özel ekiplerin kurulduğunun altını çizen Doğu, Türkiye’de hala bu tarz habercilikten haberi olmayan kurumların olduğunu söyledi. Yeni olma vasfını yitirmeyen haberler veya araştırma inceleme haberlerinde Multimedya haberciliğinin kendini gösterdiğini ifade eden Doğu, Al Jazeere Türk sitesinde bu durumun güzel örneklerin olduğunu vurguladı. “MULTİMEDYA HABERCİLİĞİ DERSİNİ VERECEK HOCA YOK” Multimedya haberciliği dersini verecek hocaların olmadığını vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Altuğ Akın, “bizden eğitim vermemiz istendi. Bizde haber yazma, fotoğraf, etik gibi dersleri birleştirip bu şekilde vermeye çalışıyoruz” dedi. Ekip olarak daha verimli eğitim sunmaya çalıştıklarını dile getiren Akın, başka üniversitelerde de aynı eğitimin verildiğini ancak ekip olarak verilmediğini belirtti. Bu tür derslerin ayrı ayrı değil de bir arada verilmesi gerektiğini düşünen Akın, bir arada verilmesi durumunda haber üretimi noktasında daha fazla verim sağlanaca-
Yrd. Doç. Dr. Burak Doğu ğı kanısında olduğunu vurguladı. Medya üretiminin uygulamayla bir arada olduğu için zevk verdiğini söyleyen Akın, “biz medyada bulunmak isteyen öğrencilerin sıkı bir teorik eğitimin uygulamayla bir arada götürmesi durumunda daha iyi donanıma sahip olacağını düşünüyoruz” ifadelerini kullandı. “İLETİŞİM FAKÜLTESİ MEZUNU OLACAK KİŞİ GÖRÜNTÜ, SES VE METİNDE ÇOK İYİ OLMALIDIR” İletişim Fakültesi mezunu olacak kişini 3 şeyde kendisini çok iyi geliştirmesi gerektiğini vurgulayan Yrd. Doç. Dr. Altuğ Akın, “Bir tanesi görüntü, biri ses, diğeri de metin. Bu üçü ile ilgili teknik beceriye sahip olup bu kafayla düşünmek gerekiyor. Bir röportajı sadece metinle mi yoksa videoyla mı sunması gerektiğini düşünmesi gerekir” şeklinde konuştu. Hocaların bu konuda üzerine çok iş düştüğünü belirten Yrd. Doç. Dr. Burak Doğu ise, hocaların meseleye hakim olması durumunda öğrencileri de doğru yönlendirebileceklerini vurguladı. Öğrencilik zamanında belli alanlarda uzmanlaşmak gerektiğini düşündüğünü söyleyen Doğu, “Fotoğraf ve video tüm üniversitelerde öğretiliyor ama uzmanlaşmak için pratiğin fazla olması gerekir. Öğrenci ilgi alanıyla daha çok ilgileniyor. En iyisi bu aşamada iyi örneklere bakarak bizler neler yapabiliriz görmek gerekir” ifadelerini kullandı. Öğrencilere tavsiye olarak iyi örneklere sıklıkla bakılması gerektiğini vurgulayan Doğu, “vakti olanların bazı programları öğrenmesi gerektiğini düşünüyorum. Mobil cihazlarla hatta cep telefonuyla kendi ekiplerimizi kurarak bu işi yürütmeye çalışmak, deneme yapmak önemlidir diye düşünüyorum” cümlelerine yer verdi.
güncel
selçukiletişim
Mayıs 2015
/09
Türkiye’nin yeni serüveni: Nükleer Enerji Serdar Keleş
Bu ayki köşe yazımda herkesin bildiği gibi günümüzün baş düşmanı alkole yer vermek istedim. Toplumsal bir sorunumuz olan alkolle ne kadar mücadele içinde olduysak da o hep bir yolunu bulup bizi tuzağına düşürdü. Gençleri öldürmeye, boşanmalarına yol açmaya aileleri yıkmaya, toplumsal ilişkileri sıfırlamaya devam etti. Peki, alkol nasıl oluyor da bu kadar yıkıcı oluyor. Ya da hangi şartlarda artıyor bir düşünelim. Bu arada biz düşüne dururken kalemi Tolstoy’un ellerine vereyim. Tolstoy”un bu konuda bize yardımcı olacağına inanıyorum. Özellikle Şeytanın Hilesi adlı öyküsünde altı çizilmesi gereken birçok mesajla buluşturuyor bizi... Ve o güzel öykü: Yoksul bir köylü sabah erkenden çift sürmeye gitmiş, sabah çorbasını içmediği için yanına bir parça ekmek almıştı. Tarlada biraz çalıştıktan sonra yorulan köylü ekmeğini yemek için ağacın yanına gelince ekmeği yerinde bulamaz. Şaşıp kalır. Tuhaf şey der kendi kendine. “Etrafta kimsecikleri görmedim ama biri gelip ekmeği almış olmalı” diye düşünür. Bu işi yapan küçük bir şeytandı. Ekmeği almış bir çalının arkasında oturmuş, köylünün kızıp nasıl küfredeceğini beklemekteydi. Köylü biraz düşündükten sonra “Ne yapalım. Açlıktan ölecek değilim ya. Alanın ihtiyacı olmasa almazdi. Afiyetle yesin” demiş. Tekrar işe koyulmuş. Küçük şeytan ise köylüyü günaha sokamadığı için şaşırmış. Olup bitenleri büyük şeytana anlatmış. Büyük şeytan çok kızmış. Köylü oyuna gelmediyse suç sende. Demek ki işi beceremedin. Köylülerin hepsi böyle olursa biz ne yaparız. Sana 3 yıl veriyorum o köylüyü alt edemezsen seni okunmuş suya sokarım demiş büyük şeytan. Küçük şeytan korkup hemen yeryüzüne iner. Düşünüp bir çare bulur. İyi insan kılığına girip yoksul köylünün yanına işçi olarak girer. Köylüye kurak geçen yazlarda buğdayı bataklığa ekmesini söyler. Köylü de işçinin söylediğini yapar. O yaz tüm köylülerin ekini güneşte kavrulmasına rağmen köylünün buğdayına bir şey olmamış. Ertesi yaz işçi köylüye buğdayı dağa ekmesini söyledi. Köylü de yaptı. O yaz yağmurlu geçti. Herkesin buğdayı yok oldu. Ama köylünün buğdayına bir şey olmadı. Elinde biriken buğdayı ne yapacağını düşünür köylü. İşçi köylüye şarap yapmasını söyler. Köylü de buğdayları şarap yapıp, hem kendi içti hem de başkalarına içirdi. Küçük şeytan büyüğünün yanına gidip ekmeğin acısını çıkardığını söyler. Büyük şeytan köylünün evine gider. O sırada köylü bazı zenginleri evine çağırmış karısı da onlara şarap ikram ediyordu. O sırada kadın masaya çarpıp şaraplar dökülünce kocası buna kızıp karısına ağır küfürler etmiş. Küçük şeytan büyüğüne gördün mü? Artık küfretmekten çekinmiyor. Ev sahibi ve zengin köylüler bir miktar içtikten sonra önceden tatlı, saygılı olan konuşmaları yerine küfürlere daha sonra da kavgaya dönüşür. Birbirlerinin ağzını burnunu kanlar içinde bırakırlar. Sonra sokağa çıkıp bağırıp çağımışlar. Bizim köylü de o sırada bir su birikintisine düşmüş... Büyük şeytan çok sevinmiş. Aferin sana ekmeğin acısını iyi çıkardın. Anlat bakayım nasıl yaptın bu şarabı. Kurt-domuz kanı koydun onun için bu kadar vahşi oldular değil mi? Hayır diye cevap verir küçük şeytan. Hiç de öyle yapmadım. Yaptığım tek şey fazla buğday yetiştirmesini sağlamaktı. Bu hayvanların kanı zaten insanlarda vardır. Fakat sadece ihtiyaca yetecek kadar ekmek olunca ortaya çıkmıyor. Bu köylü eskiden küçük bir ekmek parçasını bile atmazdı. Fakat ekmeği çoğalınca nasıl eğleneyim diye düşünmeye başladı. Ben de ona şarap yapmasını söyledim. Köylü, Allah’ın nimetinden eğlenmek için şarap yapmaya başlayınca damarlarındaki kurt-domuz kanı kendini göstermeye başladı. Tolstoy’rz güzel öyküsü ışığı altında yürüdüğümüzde alkol genellikle kapitalist sistemin araçları haline gelen paranın, eğlencenin bol olduğu, ihtiyaç fazlası üretimin olduğu yerlerde daha yüksek oranda olduğunu söyleyebiliriz. Aynı öyküde olduğu gibi önce köylü, yoksul bir köy hayatını sürerken zamanla fazla buğdayı görünce nasıl değiştiğine şahit olduk. Karısına ağır küfürler, nefretler ve kavgalar... Ama dikkatimizi çeken en önemli nokta ise köylünün işçi olarak yanına aldığı kişiden farkına varmadan sırtından vurulmasaydı. Biraz düşündüğümüzde buna da çok da şaşırmamak gerek. Çünkü bazen en yakınımızda olan bize en çok zarar verendir. Alkol konusunda da durum böyle. Düşünün biraz alkol içiyorsanız eğer bunu en yakın bildiğiniz birine ya da arkadaşınıza borçlu olduğunuzu hemen hatırlayacaksınız. Bundan dolayı yanınızdaki iyi şeytancıklara dikkat etmekte fayda var.
Geçtiğimiz Nisan ayında temeli atılan Mersin Akkuyu Nükleler Güç Santrali ve yapımına 2017 yılında başlanılacak olan Sinop Nükleer Enerji Santrali, kamuoyunda tartışmaları da beraberinde getirdi. Nükleer Santraller hakkında Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Nükleer Fizik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rıza Oğul ile konuştuk
Kübra ABİ
Türkiye, bugünlerde Sinop’ta ve Mersin’de kurulması planlanan nükleer santralleri tartışıyor. Akkuyu Nükleer Güç Santrali, inşaasının tamamlanması durumunda Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali olacak. 14 Nisan 2015’te temeli atılan Mersin’dekiAkkuyu Nükleer Güç Santrali ve 2017 yılında inşaasına başlanacak olan Sinop Nükleer Enerji Santrali, kamuoyunda pek çok olumlu ve olumsuz eleştiriye yol açtı. Türkiye, Japonya ve Rusya tarafından yapılacak olan nükleer santralleri tartışırken biz de Selçuk Üniversitesi Fen Fakültesi Nükleer Fizik Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Rıza Oğul’la görüştük. Nükleer santralin ekonomik, teknolojik, stratejik ve çevre boyutlarının olduğunu dile getiren Oğul, “ Keşke yeryüzünde nükleer santraller hiç olmasaydı. Fakat, dünyada temiz enerji kaynaklarını kullanacak teknoloji henüz yetersiz. Umarım, bir gün insanlık için temiz enerji kaynakları yeterli duruma gelir ve sağlığımız için riskli nükleer reaktörlere ihtiyaç kalmaz” şeklinde konuştu. Prof. Dr. Rıza Oğul, Nükleer konusunda özetle şunları söyledi:“Nükleer enerji, Uranyum ve Plutonyum elementlerinin nötronlarla çarpıştırılması sonucunda ortaya çıkan bir enerjidir. Nükleer enerjiyi üretmek kömürden enerji üretmek kadar kolay değildir ve bu amaçla yapılan tesislere nükleer santral denir. Nükleer santrallerde Uranyum ya da Plütonyum yakıtları nötronlarla reaksiyona sokulur ve bu reaksiyon sonucunda bu elementlerin atom çekirdekleri ikiye ya da daha fazla parçacığa bölünürken yüksek enerji ortaya çıkar. Açığa çıkan nükleer enerji kömür enerjisinden milyon kat daha fazladır. Nükleer enerjilerin çoğu gama ışınları şeklindedir ve bu enerji ısı enerjisine sonra da elektrik enerjisine dönüştürülerek elektrik akımı şeklinde hizmete sunulur. Nükleer reaktörler, nükleer enerji üretimini sağlarken bir çok yan teknolojilerin ve ürünlerin üretilmesini de sağlar. Bunlardan en önemlisi nükleer tıpta, sintigrafik görüntüleme ve teşhis amaçlı kullanılan radyoaktif Talyum, Teknesyum, İyod ve Cobalt gibi radyoizotopların üretimidir. Türkiye şu anda bu radyoizotopların hastane ve endüstride kullanımı amacıyla yaptığı ithalata milyon dolarlar harcamaktadır. Ayrıca nükleer santraller önemli bir araştırma ve eğitim merkezidir. DÜNYADA 430 NÜKLEER SANTRAL ÇALIŞIR DURUMDA İlk nükleer reaktör kurma çalışmaları ABD’nin Chicago Üniversitesinde 1942 yılında başlatıldı ve saf Uranyumdioksit elde edildikten sonra grafit moderatörle birleştirilip reaktör çalışır hale getirildi. İkinci Dünya savaşı sırasında Uranyum ve Plutonyum’dan nükleer (atom) bombası yapımının başarılmasından sonra bu dev enerji kaynağının insanlık hizmetine sunulması gündeme getirildi. Yaygın elektrik enerjisi sağlayan ilk nükleer santral kurma çalışmaları 1951 yılında Moskova yakınlarındaki Obninsk bilim şehrinde başlamış ve 1954 yılında Obninsk nükleer santralinde elektrik
üretimi başlamıştır. Bu santral 2002 yılına kadar çalıştırılmıştır. Bugün dünyada 430 civarında nükleer santral çalışır durumdadır. “ TÜRKİYE, NÜKLEER ENERJİ ÜRETEN KONUMDA DEĞİL” Nükleer enerji miktarları enerji birimi olan Terawatsaat ile verilir. Dünyada üretilen nükleer enerjinin toplam 22 bin TWSt’inin 790’ını ABD, 405’ini Fransa, 160’ını Rusya, 132’sini G.Kore, kalanını da 30’a yakın diğer ülkeler üretmektedir. Toplam üretimin dünya ortalamasının yaklaşık yüzde 13’ünü nükleer enerji oluştururken Türkiye henüz nükleer enerji üreten bir ülke durumunda değildir. Planlanan Akkuyu ve Sinop nükleer santralleri devreye sokulursa o zaman 9-10 Megawat gücünde ve yılda 70-80 TWSt civarında nükleer enerji üretimi sağlanacaktır. Bugün dünyadaki reaktörlerin 100’e yakınının 2030 yılına kadar kapatılması planlanırken 200 civarında da yeni reaktör kurulması planlanmaktadır. Kapatılan reaktörlerin tamamına yakını son kullanma tarihleri geldiği için kapatılırken, Almanya ve Japonya gibi ülkeler mümkün olduğunca yeni nükleer reaktör planlaması yapmama eğilimindedir. “ENERJİ KAYNAKLARININ YETERSİZLİĞİ NÜKLEERİ KAÇINILMAZ KILIYOR” Japonya ve Almanya gibi ülkeler son kullanma tarihi gelmiş olan reaktörlerini kaldırdılar ve bir çoğunu da kaldırıyorlar. 40-50 yıl ömrü olan bu reaktörler zamanı gelince kaldırılmak durumunda ama yerine yenilerinin kurulması o ülkelerin kendi değerlendirmelerine bağlıdır. Bu konunun siyasal, stratejik ve ekonomik boyutları vardır. Bir de insan sağlığı ve çevre açısından değerlendirilir. Nükleer yakıtlar tutuşturulup fisyon reaksiyonuna sokulduktan sonra enerji üretilirken bu yakıtların atom çekirdekleri sıcak parçacıklara ayrılır ve bu parçacıklar radyoaktif ışınlar salmaya devam eder. Alfa, beta ve gama ışınları olarak sınıflandırılan bu radyasyon insan vücuduna solunum ve sindirim yoluyla veya doğrudan ulaşır ve dokuları öldürücü etkileri vardır. Bu nedenle nükleer yakıt atığı dediğimiz bu kısımların yaşam alanından uzak tutulabilmesi en büyük problemlerden birisidir. Bir de nükleer kaza (yakıt kontrolünün kaybedilmesi) olasılığı buna eklenince önemli bir korku ve tepki kaynağı oluşur. Ancak diğer taraftan, gelişen ve büyüyen ekonomiler enerji kaynaklarını da oluşturmak zorundadır. Doğalgaz, petrol ve hidroelektrik santral kaynaklarınız yetersiz kalıyorsa nükleer enerjinin gündeme gelmesi kaçınılmaz oluyor. “NÜKLEER, DIŞA BAĞIMLILIĞI BİTİRMEZ” Yapılan anlaşmalar gereğince gerek Akkuyu’daki santralde gerekse Sinop’taki santralde enerji üreten nükleer yakıt elemanları, bu yapımı üstlenen dış ülkeler tarafından hazırlanacaktır. Nükleer yakıt elemanı olan 235U doğada 238U ile ortak cevher halin-
de bulunur ve oranı yüzde 0,7’dir. Bu oranın yüzde 1’lerden yüzde 15’lere çıkarılması ile reaktör yakıt, yüzde 90’lara çıkarılması ile de nükleer (atom) bombası yapılabilir. Bu sürece bilinen deyimle uranyum zenginleştirilmesi denir. Uranyum zenginleştirilmesi ruhsatı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’nın iznine bağlıdır. Bu nedenle Türkiye, mevcut anlaşmalarla uranyum zenginleştirme tesislerini kurup yakıt üretecek ruhsata sahip değildir. Son yıllarda İran’la yaşanan sorun uranyumun zenginleştirilmesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle enerji açısından bağımsız duruma geleceğimiz söylenemez, ancak santrallerin kurulması için anlaşılan yabancı şirketlerden nükleer yakıt konusunda taahhütlerin alınması söz konusu olur. “NÜKLEER SANTRAL İŞLETMEK DİSİPLİN İSTER” Önemli miktarda enerji üretecek bir kaynaktır nükleer santraller. Bunun yanında eğitim ve araştırma yönünden çok önemli merkezlerdir. Yan teknolojilerin yanında sağlık merkezlerinin ve endüstrinin ihtiyacı olan radyoizotoplar reaktörlerde üretilir. Bunlar ekonomik açıdan da önemli bir girdi sağlar. Ayrıca, nükleer reaktörler çevreye, atmosfere termik santraller gibi zehirli maddeler (kükürt dioksit, karbondioksit, kurşun gibi ağır metaller) salmazlar. Sadece sızıntı ve kaza durumunda radyasyon yayarlar ve bu radyasyonun öldürücü etkileri vardır. Radyasyon varlığı beş duyumuzla algılanamaz, ancak uzmanları tarafından dedektörlerle anlaşılır. Ayrıca yıllarca gama radyasyonu yayan ölümcül nükleer atıklar çevre ve canlılar için bir tehdit unsurudur. Bu nedenle nükleer santral işletmek çok ciddi ve disiplin isteyen bir iştir. “TEMİZ ENERJİ KAYNAKLARININ YETERLİ HALE GELMESİ GEREKLİ” “Keşke yeryüzünde nükleer santraller hiç olmasaydı. Fakat, daha önce de belirttiğim gibi bu işin ekonomik, teknolojik, stratejik ve çevre boyutları var. Dünyamızın nimet ve külfetlerini adil oranda paylaşacaksak şu anda Türkiye’nin de en az 4 nükleer reaktörü olması gerekirdi. Ancak, kendi nükleer yakıtımızı kendimiz üretebileceksek (uranyum zenginleştirme işlemi) o zaman tekrar bir değerlendirme yapabilirdim. Bu noktada şu gerçeği de vurgulamadan geçemeyeceğim: Çok dillendirilen rüzgar ve güneş enerjileri gibi yenilenebilir enerji kaynakları günümüz ihtiyaçlarını karşılamada çok yetersiz kalmaktadır ve dünya toplam enerji üretiminin yüzde 10’unun çok altındadır. Bunun nedeni de güneş enerjisinin dünyamıza gelen miktarının yeterli olmasına rağmen bir yerde toplanıp güçlü güneş enerjisi santrallerinin kurulabilmesi konusunda teknolojinin henüz yetersiz kalmasıdır. Umarım bir gün insanlık için temiz enerji kaynakları yeterli duruma gelir ve çevre ve sağlığımız için tehlikeli ve riskli termik ve nükleer reaktörlere ihtiyaç kalmaz.”
10/ Nisan 2015
kültür - sanat
selçukiletişim
Minyatür sanatçısı Gülçin Anmaç: “Minyatür Aşktır” Muharrem Yağız
D
aha çok muhafazakâr kesimin sanatı olarak algılanan minyatür, aslında yozlaşmaya ve ayağı yere basmayan taklit dönüşümlere, zevksizliğe karşı duruştur; yaşama ve dünyaya saf bir çocuğun kirlenmemiş temiz bakışıdır. Minyatürler, sanat bakımından, kitaptaki konuyu açıklayan ve gerektiğinde en ince ayrıntılar üzerinde durulan resimlerdir. Gözden çok fikre hitap etmeyi ön planda tutmuştur. Resmin ön ve arka planında ve boy farkı ile görünmesi gerekenler, minyatürde, aynı boyda, fakat öndekiler üstte olmak üzere resmedilir. Minyatür Sanatının aşk olmadan yapılamayacağını, sığ derinliklerin, renklerinin cansız kalacağını, inilebilecek en son noktaya varmak gerektiğini ve gerçek sanatçı duruşunun sınırsız olduğunu belirten Gülçin Anmaç, minyatürlerinde içinden geçen hikâyelerini resmettiğini dile getirdi. HAYATA ÇİZGİ OLARAK BAKMAK Minyatür Sanatçısı Gülçin Anmaç, sanat yolculuğunu Selçuk İletişim Gazetesi’ne anlattı. Sanatla uğraşan insanların doğuştan itibaren bir el yatkınlığının olduğunu söyleyen Gülçin Anmaç, ilkokuldan itibaren kalemi elinden düşürmediğini belirterek, “Çevremdeki çoğu şeye çizgi olarak bakardım. Bu bir nevi sizin elinizde olan bir şey değil. Adeta öyle doğuyorsunuz” diye konuştu. Anmaç, usta-çırak ilişkisi içinde öğrendiğimiz bilgilerin somut olmayan bilgiler olarak geçtiğini, bu kıymeti bilip çizgiye hep geleneksel Türk sanatları geleneğinin devamı olarak baktığını dile getirdi. Üniversitede sosyal bilimler okurken, aynı zamanda resim eğitimi aldığını anlatan Anmaç, çok ince çalıştığımı söyleyen hocalarının yönlendirmesiyle minyatüre başladığını belirterek, “Öğrendikten sonra minyatüre âşık oldum. Hep
Gülçin Anmaç
Minyatür sanatının aşk olduğunu söyleyen Minyatür sanatçısı Gülçin Anmaç, “Eğer bir işin başındayken siz anlamadan gün ağarıyorsa, o iş değil aşk oluyor. Bir işi aşk ile yaptığınızda ise kazanç, hırs, hesap, çıkar gibi tüm maddi kavramların dışına çıkıyorsunuz. Benim sanat aşkım, hayata geçmeyi bekleyen fikirlerin baskısı ve üretme azmi ile birleşince güçlü bir isteğe dönüşüyor” dedi minyatür düşündüm. Çünkü resim altyapılıydı” cümlelerine yer verdi. Anmaç, minyatür öğrenmeden önce tekzip öğrenmek avantaj olduğunu, onunla Klasik Türk sanatlarının motiflerini, desen bilgisini öğrenildiğini ve böylece mimaride kullanılan öğelerin de anlaşıldığını belirtti. “ÇOK FAZLA HİKÂYE ANLATABİLİRSİNİZ” 20 yıldır minyatür yaptığını vurgulayan Anmaç, “Aslında minyatür resim sanatıdır. Çok farklı bir yere koymamak lazım. Kendi kuralları ayrı, tekniği Klasik Türk sanatları tekniği; boyamasıyla, fırça tekniğiyle, titizliğiyle, kullanılan kağıtlarıyla. Onun dışında kendi kuralları var, her şeyin çizgiyle belirlendiği, hududunun belirlendiği, boyanın net sürüldüğü, gölgenin olmadığı, perspektifin sınırlı olduğu bir sanat” sözleriyle anlattı. Anmaç, minyatürde kendi kurgusu dâhilinde bir sayfada istenildiği kadar hikayenin anlatılabildiğini, bunun minyatürü tercih etmesinde en önemli unsur olduğunu bildirdi. Minyatür tekniğiyle yapılan bir çizime eskiden kitap içi sanatı dendiğini belirten Anmaç, günümüz dünyasının minyatürü artık tablo olarak görmek istediğini söyleyerek, “Arz böyle olunca o talebe göre durumunuzu belirliyorsunuz. Bizim eserlerimiz de tablo haline döndü. Giderek bü-
yüyor. Artık ya karton üzerine arkenik gibi sulu boyalardan farklı boyalarla çalışmaya başladım. Bir de çini üzerine farklı çalışmalarım var. Minyatür animasyonlarda da kullanılıyor. Çizgisel ve konturlu olduğu için illüstrasyon, grafik tekniğine daha yakın olduğu için belgesellerde çok görülüyor. Sizin çizdiğiniz tasvirler hareketleniyor. Mevlana’nın hayatını konu bir belgesel için minyatürler yaptım. Sahabe hikâyeleri, aşk hikâyeleri, şehir mimarileri ve doğa konularında yoğunlaşıyorum” sözlerine yer verdi. “MİNYATÜR DİSİPLİN İSTİYOR” Minyatürde zamanın çok önemli olduğunu söyleyen Sanatçı, “Zihnimdekilerin yüzde birini yapamadım. Proje dosyam hemen hemen en geniş dosyadır. Gerçekleşmemiş dosya, yapılacaklar dosyası…Çok şey düşünüyorsunuz, çok çalışıyorsunuz, her şey çizgi, minyatür olarak gözüküyor ama onu oturup gerçekleştirme süreci minyatürde çok uzun” diye konuştu. Anmaç, şehir minyatürlerini çalışırken, bütün şehrin binalarının doğru yerleştirilmesi, doğru çizilmesi, kurgusu, rengi derken oturup çalışmanın bir ay sürdüğünü belirtti. İdeal bir minyatür için çok ince işçilik gerektiğini söyleyen Anmaç, “Minyatür kolay değil, fırçamı alıp da beş dakikada çıktım işi değil. Her aşamasında bir disiplin istiyor. Minyatürün bütün güzelliği ayrıntısında, doğanın, insanın, giyimin, objelerin ayrıntılarını atladığınızda hafif bir iş olarak kalıyor. Ve bütün bunlar hayalimizin çok azını gerçekleştirmemize neden oluyor” diye konuştu.
“DİPSİZ BİR KUYU GİBİ” Gülçin Anmaç, minyatürün dipsiz bir kuyu gibi olduğunu söylüyor. Anmaç,“Bir kapı açıyorsunuz, bu kapı 10 kapı daha açıyor. O kapıları açıyorsunuz bilgilenirken, o size yüzlerce kapı açıyor ve diyorsunuz ki ben hiçbir şey bilmiyorum. O yüzden ben kendinden emin olan, oldum diyebilenlere şaşırıyorum, ben öyle değilim. Öğreniyorum ve her öğrenmeden de son derece mutlu oluyorum. Dolayısıyla bugün kendimizi sanatta anlamlandıramayız. ‘Ben burada bunu yaptım’ demek size düşmüyor. Tarihe düşüyor” dedi. “BİNA YIĞINLARI ÇOK RAHATSIZ EDİCİ” Taleplere göre yaptığı çalışmalarda daha çok Türkiye’nin çeşitli önemli yapılarını çalıştığını vurgulayan Gülçin Anmaç, şehir mimarisi çalışmanın İstanbul’da çok zor olduğunu söyleyerek, “Çok estetik değil artık bu şehir, ilhamımızı kaçıracak kadar bir karmaşa, bina yığını var. Ben bu şehri çalışırken bitki örtüsünü yüzde 100 arttırdım, binaları yüzde 100 eksilttim. Birazcık ana binaları bıraktım ki gözle baktığınızda güzel bir şehir gözüksün. Böylece görsel olarak daha çarpıcı gözüküyor. Ama Levent, Maslak çalışacağınız zaman böyle bir şansınız yok. Gökdelenleri yığmanız gerek. Eski mekânı çalışırken rahatlatmak, önemli yapıları göstermek için; camileri, medreseleri, kiliseleri çıkarmak için sağını, solunu boşaltmak zorunda kalıyorsunuz. Bu yüzden doğayı çalışma bana daha cazip geliyor” cümlelerine yer verdi. “TARİHSEL KOPUKLUKLARIMIZ VAR” Minyatürün Uygular döneminden itibaren hayatımızda olduğunu belirten Anmaç, o dönemde önemli olayların kaydedildiği bir kayıt cihazının olmadığını, insanların iletişimlerini yazı ve minyatürle sürdürdüğünü açıkladı. Türk minyatürünün en parlak döneminin Osmanlı dönemi zamanında yaşandığını aktaran Anmaç, sonrasında cumhuriyetle birlikte bir kopuşun olduğunu, bunun da geleneksel Türk sanatlarını olumsuz yönden etkilediğini vurguladı. Anmaç, “Yurtdışına çıkıyoruz, işte Hindistan’dan gelen 8. nesil minyatürcü. Bizim için rüya gibi bir şey. Çünkü mesleğimizde, bir ticari kurumumuzda dahi bizde bu yok. 8. nesil bizde ne vardır açıkçası merak ediyorum. İran’dan geliyorlar 5.nesil minyatürcü, çok normal. Aile yaptıklarıyla soy ağacını sayabiliyor. Bunlar çok önemli. Usta çırak ilişkisiyle somut olmayan kültürün birikimleri size sevk edilerek devam ediyor. Bizdeki kopukluğun etkisiyle bu bilgiler tekrar toparlanmaya başlıyor” ifadeleriyle anlattı. Kültürün devamlılığı açısından minyatürü öğrenmek isteyen öğrencilere ders veren Anmaç, burada öğrencilere boya, konturleme onun dışında tarihi ile ilgili bilgilendirme, klasik minyatürleri öğrettiğini belirtti. Anmaç, öğrenme aşaması hakkında da şunları söyledi: “Yaprak, ağaçla başlarsınız doğaya, ondan sonra da dalga, bulut daha kompozisyon, figüratif öğeler girer, objeler, mimari girer ve giderek toplanır bir arada. Benim burada klasik minyatürleri göstermekten ziyade öğrencilerin kendi özgün minyatürlerinin nasıl olacağını anlatıyorum ki kendi çizimlerini yapabilsinler.” Minyatür Sanatçısı Gülçin Anmaç, geleneksel Türk sanatlarına verilen desteğin her geçen dönem arttığını, özellikle yerel yönetimlerin bu konuda desteklerinin önemli olduğunu da sözlerine ekledi.
kültür - sanat
selçukiletişim
Bisikletiyle birlikte hayata yolculuk Cüzdanındaki banka kartlarını kırıp, son parasını da çocuklara dağıtarak bisikletle Türkiye turuna çıkan Gazeteci, Fotoğrafçı ve Gezgin Hasan Söylemez, Türkiye’nin sınır bölgelerini bisikletle gezdi. Kendisinin ‘beş parasız’ bir şeyler yapabildiğini vurgulayan Söylemez, herkesin kendi hayallerini gerçekleştirebilecek güce sahip olduğunu dile getirdi Melike İŞDAR
H
erkesin hayalinde olan, ‘Şöyle bir Türkiye turuna çıkabilsem’ cümlelerini duyar gibiyim. Bazen paradan, bazen de hayatın karmaşasından bahaneler bulup erteleriz yolculukları. Bahaneleri gerçeğe dönüştürerek, birçok kişinin hayalini gerçekleştiren adam Hasan Söylemez. Yaptığı o kadar imrenilecek bir iş ki, gittiği her bölgenin kültürel değerlerini, çeşitliliğini, insanlarını ve yaşam tarzlarını tanıyarak, 8 aylık serüvenini ‘Hayata Yolculuk’ kitabında toplayarak, anılarını bizlerle paylaştı. İFLAH OLMAZ BİR HAYALPEREST Kendini iflah olmaz bir hayalperest olarak tanımlayan Hasan Söylemez, hayallerini sonuna kadar yaşadığını dile getirdi. Bisikletin kendisi için ne ifade ettiğini de büyük bir sevinçle anlatan Söylemez, bisikleti kendisi gibi yollarda tanıdığını ve bisikletin, dünyanın en günahsız ve en masum ulaşım aracı olduğunu dile getirdi. Doğaya hiçbir zarar vermediğini ve sağlıklı, ucuz ve çevreci bir ulaşım aracı olduğunu ifade eden Söylemez, “Bisiklet, bir iletişim aracıdır. Uzun yollarda insanlarla ve kendimizle tanışmamızı sağlar. Bisikletle zamanı yavaşlayarak yaşıyorsun, hızdan uzaklaştıkça yaşadığını hissediyorsun. Bir anda bisiklet en yakın arkadaşın oluyor. Bisiklet benim için, kimi zaman çocukluk, kimi zaman olgunluk, çoğunlukla öze dönüştür’’ dedi. Bisikletin, tek kişilik olduğunu ifade eden Söylemez, pedalı döndürdükçe çok kişilik olduğunu ve bisikletin, isyan, özgürlük, huzur ve mutluluk barındırdığını sözlerine ekledi. “CİNNETİM İYİ HUYLU” Türkiye’yi dolaşma arzusunu ateşleyen kıvılcımın bir cinnet anı olduğunu ifade eden Söylemez, bazı kişilerin cinnet geçirdiklerinde ya kendilerine ya da başkalarına zarar verdiklerini fakat onun cinnetinin iyi huylu olduğunu ifade etti. Cinnetinin, hem kendisi hem de başkaları için iyileşme dönemi olduğunu açıklayan Söylemez, “Yolculuk öncesi çok bunalmıştım. Her geçen gün kendimi daha çok yalnız, çaresiz ve mutsuz hissediyordum. Her şey üzerime geliyordu. Şehrin kaosu, beklentiler ve olumsuzluklar içimi kemiriyordu. Çevremde gördüğüm ve yaşadığım her şey bana çok yapay geliyordu’’ dedi. Yolculuktan önce mutsuz olduğunu ve yolculuğun mutsuzluğunu giderdiğini paylaşan Söylemez, yolculuğunu bisikletle yapamasaydı yürüyerek bile yapabileceğini bildirdi.
“BİRÇOK BEYAZ YALAN SÖYLEDİM” Ailesinden ve yakın çevresinden aldığı tepkileri de anlatan Söylemez, hiç kimsenin böyle bir yolculuğa çıkabileceğine inanmadıklarını ve bu yolculuğu ailesine çok farklı aktardığını söyledi. Söylemez, özellikle annesine, beyaz yalanlar söylediğini, televizyon veya gazetelerde kendisiyle ilgili bir haber gördüğünde inanmaması gerektiğini anlattı. Bunun yanı sıra, ailesine, işinden de istifa ettiğini söylemeyen Söylemez, “Bu yolculuğun işimin bir parçası olduğunu, yola paralı çıktığımı ve yanımda arkadaşlarım olduğunu söyledim. Hatta bir ambulansın da bizi takip ettiğini belirtmiştim. Babama, abime ve ablalarıma ise bütün gerçeği anlattım. Ablalarım başta şaka yaptığımı sandılar fakat ciddiyetimi fark ettiklerinde çok endişelendiler. Vazgeçmem için ikna etmeye çalıştılar ama kararlı olduğumu görünce kabullenmek zorunda kaldılar’’ dedi. Abisinin kendisini desteklediğini ifade eden Söylemez, babasının, “Boş işlerle uğraşmayı bırak işinin başına dön” diyerek çıkıştığını ifade etti. Babasının giderken, kendisine “kendine dikkat et oğlum” demesinin de bir güven cümlesi olduğunu ifade eden Söylemez, annesinin gerçekleri öğrendiğinde okuyup üfleyip elinde olsa, peşine bir imam bile takabileceğini söyledi. PEYGAMBER DEVESİYLE AKREP Yolculuğu boyunca karşılaştığı en ilginç insanlardan birini anlatan Söylemez, bu kişinin Olympos’ta dağ evinde yaşayan bir münzevi olduğunu ifade etti. Münzevinin evinde peygamber devesi ve akrep beslediğini ve bir gün kendisine düşünce gücüyle bisikleti hareket ettirebileceğini anlattığını kaydeden Söylemez, “Ciddi ciddi bir gün, bisikletimin karşısına geçip bunu yapmaya çalıştı. İki dakika sonra “Gördün mü gördün mü tekerlek döndü’ dedi. Sevinçten havalara uçacaktı neredeys”. Ne var ki, ben tekerleğin döndüğünü görmedim. Adam iki saat boyunca tekerleği nasıl döndürdüğünü coşkuyla anlattı. En sonunda “abi hazır tekerlekler de dönüyorken ben artık gideyim’’ dedim. Ben deliydim ama onun hunisi benimkinden farklı çalışıyordu’’ dedi. “NOTLAR, NOT OLMAKTAN ÇIKTI” Yolculuk esnasında kitap yazmayı hiç düşünmediğini fakat biriken notlarının not olmaktan çıktığı zaman kitap fikrini benimsediğini ifade eden Söylemez, “Bu notları gezi kitabı ya da günlük tarzında bir kitap olarak düşünmedim. Çünkü gittiğim şehirleri, güzergâhları notlarımda anlatmıyordum. Bu yüzden yolculuğu sindirmeyi ve yaşadıklarımın yıllanmasını bekledim. Dört yıl
bekledikten sonra bu kitap ortaya çıktı. Yollara düşmek zorunda kalan bir adamın yolculuk öncesi ve yolculuk esnasındaki ruh halini, insanları ve duyguları yazdım. Umudu ve mutluluğu yazdım’’ dedi. Kendisinin beş parasız bir şeyler yapabildiğini ve herkesin kendi hayallerini gerçekleştirebilecek güce sahip olduğunun da altını çizen Söylemez, kafalarda örülen para duvarının yıkılması gerektiğini, daha sonra hayallerin gerçekleşmesi için hiçbir engel kalmayacağını sözlerine ekledi.
Hasan Söylemez Kimdir? 2003 yılında yerel gazetelerde muhabir ve fotoğrafçı olarak gazeteciliğe başladı. 2004 yılında Milliyet gazetesi haber istihbarat servisine geçti. İstanbul Üniversitesi Eski Yunan Dili ve Edebiyatı bölümünde okurken bir taraftan da gazetecilik yapmaya devam etti. 2006 yılında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde, siyasi, ekonomi ve kültürel yayın yapan Türkiye'nin en büyük bölgesel haber gazetesi "Şark Haber" gazetesini kurdu. 2007 ortalarında başlayarak 2009 yılına kadar Star TV ve Kanal D'de ekonomi ve gezi programlarında haber muhabirliği ve program sunuculuğu yaptı. 2010 yılında yanına hiç para almadan bisikletle sekiz ay 10 bin km Türkiye'yi dolaştı. Yolculuğu tamamladıktan sonra basın danışmanlığı yapmaya başladı. 2014 yılında TRT1'de 30 bölüm yayınlanan belgesel haber programı ‘Yoldaki Haber’i hazırlayıp sundu. 2015 yılında "Hayata Yolculuk" adlı kitabını çıkardı. Halen televizyon programları ve basın danışmanlığı yapmaya devam ediyor. Bir taraftan da İstanbul Üniversitesi'nde Sosyoloji okuyor.
Nisan 2015
/11
12/ Mayıs 2015
medya
selçukiletişim
Kadın gözüyle gazetecilik Mesleğini Konya’da icra eden kadın gazetecilerden, uzun süre haber kameramanlığı yapan Yıldız Durak ve Kıdemli Gazeteci Yadigar Güneş ile kadın gazetecilerin yaşadığı sorunları ve farklı hayat hikâyelerinin mesleklerine yansımalarını konuştuk Yadigâr Güneş
Yıldız Durak
Dilek DOĞAN
2
0 yılı aşkın süredir Konya’da mesleğini icra eden Gazeteci Yıldız Durak, gazeteciliğe başlayış öyküsünden dönemin gazetecilik koşullarına kadar birçok değerlendirmede bulundu. 1994 yılında 32 yaşındayken alaylı bir gazeteci olarak mesleğe başladığını anlatan Yıldız Durak, ortaokulu bitirdikten sonra evlendiğini dile getirdi. Beş çocuk sahibi olduğunu ve eşinden ayrıldığını ifade eden Durak, beşinci çocuğu bebekken gazeteciliğe başladığını ifade etti. Çalışma konusunda ilkokul öğretmenlerinden yardım istediğini ve Türkçe öğretmeninin kendisini gazeteci olması yönünde teşvik ettiğini bildiren Durak, öğretmeninin bu önerisi karşısında oldukça şaşırdığını anlattı. Öğretmeninin kendisine, “gazetecilik senin damarlarında dolaşıyor” dediğini hatırlatan Durak, Türkiye’nin
ilk yerel televizyonu SUN TV’de mesleğe başladığını dile getirdi. İlk habere gittiğinde kanalda çalışanların kendisine inanamadıklarını ve çok yetenekli olduğunu söylediklerini kaydeden Durak, “Çok yönlü çalıştım. Teknik olarak çok zor koşullar altında çalışıyorduk. Ben sonra kameraman olmaya karar verdim” ifadelerine yer verdi. Mesleğe başladıktan sonra Milliyet Haber Ajansı Muhabiri olduğunu ifade eden Durak, o yıllarda Kanal D’ye görüntü geçmeye başladığını bildirdi. “KADIN GAZETECİ OLMAK DAHA MEŞAKKATLİ” O günlerin teknolojik koşullarından da söz eden Durak, kasetleri otobüslerle yetiştirdiklerini, haberleri ise daktiloda yazdıklarını ifade etti. Faksı çok yaygın bir biçimde kullandıklarına vurgu yapan Durak, “Bunların gerçekten ayrı bir hazzı vardı. Doya doya yapıyorduk gazeteciliği. Artık gazetecilik tek tipleşti ve şu anda can çekişiyor” ifadelerini kullandı. Gazetecilik mesleğinde zaman kavramı olmadığını da anımsatan Durak, “Cumartesi, Pazar diye bir şey yoktu. Gecenin üçünde, dördünde telsizden bir şey duyduğumuzda kameralarımız ve makinelerimiz omzumuzda habere koşardık. Kamera, fotoğraf makinesi ve telsizlerimiz bizim silahımızdı” dedi. Durak, özel haber ve atlatma haber yapmak için de çok çaba gösterdiklerini ifade etti. Gazetecilik mesleğinin çok meşakkatli olduğunu fakat kadın gazeteci olmanın daha meşakkatli olduğunu kaydeden Durak, “İster istemez kadın gazeteci de
erkekleşmek zorunda kalıyor. Gittiğimiz yerlerde herkes erkekti bu da davranışlarıma ve giyimime yansıyordu. Benim en zorlu bu meslekten kopamayız. Mesleğimizi çok severiz” cümlelerine yer verdi. Gazetecilerin mesleğe ara verseler de geri döndüklerini dile getiren Durak, “Gazetecilik bir zanaat. ‘Gazeteci olunmaz, gazeteci doğulur’ sözüne çok inanıyorum. Şu anda 53 yaşındayım ve ölene kadar da bu mesleği yapacağım” dedi. Gazetecilik mesleğinin kendisine çok güzel dostluklar kazandırdığını ifade eden Durak, “Bu meslek, 5 çocuklu bir kadının hayat mücadelesine yardım ederek terapi yaptı. Her gittiğim haberde kendime bir ders çıkarmamı sağladı. Gazetecilikte kadınlar engelleniyor önlerinin açılması gerekiyor. Öğrencilere tavsiyem sakın pes etmesinler. Pes ederlerse zaten yapamazlar. Geceleri gündüzleri olmadan her türlü zorluğa göğüs germeleri gerekiyor. Bu mesleği istiyorlarsa zaten gazeteci olarak doğmuşlardır. Ayrıca bu bölüme gelenlerin rastgele alındığı bir sistem değil, konservatuvarda da olduğu gibi yetenek sınavı ile alınması daha yararlı olacaktır. Sonuçta gazeteciler kamuoyunu bilgilendiriyor ve yönlendiriyor” ifadelerini kullandı. “MESLEĞİMLE GURUR DUYUYORUM” Gazeteciliğe 1991 yılında başlayan Yadigar Güneş ise, şu an Konya’da en eski sayılabilecek bir kadın gazeteci. Kadınların toplumsal hayatta çok kabul görmediği bir ortamda gazeteciliğe başladığını belirten Güneş, onlarca ve yüzlerce erkeğin içinde tek başına kaldıkları zamanlar olduğunu ifade etti. Güneş şöyle konuştu: “Kimi
zaman hapse düştük, kimi zaman polis copuyla karşılaştık, kimi zaman Başbakan ya da Cumhurbaşkanı korumalarının darbelerine maruz kaldık. Bütün bunların yanı sıra mahalle baskısı da yok değildi.” Mesleğe ilk başladığında mahalledeki bakkalın kendisine, “Kız çocuğu gazetecilik mi yapar? Evinde otur” dediğini hiç unutamadığını kaydeden Güneş, “Ama mesleği layıkıyla yaptığımı gördüklerinde memnun bile kaldılar” dedi. Gazetecilik mesleğini seçtiği için hiç pişman olmadığını belirten Güneş, mesleğe alaylı olarak başladığını bildirdi. “İyiki de alaylı olarak başlamışım” diyen Güneş, teoride öğrenilenleri stajyer olarak uygulamanın çok zor olduğunu savundu. Bir kimsenin içinde gazetecilik aşkı yoksa gazetecilik yapmanın imkânsız olduğunu vurgulayan Güneş, 25 yıllık meslek hayatında ‘Keşke bu mesleği yapmasaydım’ demediğini, mesleğiyle gurur duyduğunu ifade etti. Artık mesleğin layıkıyla yapılmadığını, bunun sonucunda gazetecilerin kamuya geçtiğini dile getiren Güneş, “Gazetecilik ticarete dönüştü. Kendini gazeteci olarak lanse eden ama konumunu kullanıp işi ticarete döken kişiler türediği için de mesleğin layıkıyla yapıldığına inanmıyorum. Bir gün çok mutlu olduğum bir haber yaptım. Bir ortaokulda doğuştan eli olmayan bir kız öğrenciyle tanıştım ona yardım kampanyası için öncülük yaptım. Kıza protez takıldı. Hiç aklımdan gitmiyor çok mutlu olduğum andı. O insanların mutluluktan beni kucaklarken hızla atan kalp atışlarını ve teşekkürlerini hala hisseder, hatırlarım” ifadeleriyle sözlerini sonlandırdı.
4G yerine 5G desteklenen bir karar Mesut YILMAZ
S Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın 4G ihale sürecine karşı yapmış olduğu açıklamada ''4G israf, 5G ye geçelim'' yaklaşımı, konu üstünde çalışan araştırmacılar tarafından da destekleniyor
elçuk Üniversitesi İleri Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa Ersöz konuyla ilgili yaptığı geniş çaplı araştırmadan sonra değerlendirmelerde bulundu. 4G ihalesinin iptal gerekçesini açıklayan Ersöz, bu gerekçelerle 4G’nin maddî bir israf konusunda emin olduğunu vurguladı. “Selçuk Üniversitesi İleri Teknoloji Araştırma ve Uygulama Merkezi olarak yaptığımız araştırmalar neticesinde, altyapı yatırımları, lisans ücretleri ve uyumlaştırma çalışmaları ile beraber 4G'ye geçişin toplam bedelinin 12-13 Milyar Dolar civarında olacağı belirtilmektedir. Bütün dünya 2020 için 5G teknolojisine odaklanmışken, 3G'ye oranla sadece hız avantajı sağlayacak 4G teknolojisine yüksek miktarlarda yatırım yapılması yerine 5G'ye yönelik Ar-Ge yatırımlarının desteklenmesi ve buna paralel olarak milli know-how’ımızın geliştirilmesini daha verimli buluyoruz” ifadelerini kullanan Ersöz, bilişim ve yazılım sektörlerinin gelişmiş ekonomilerde, her zaman itici güç olduğunu ve itici güç olmaya devam ettiğinin altını çizdi. Dünya üzerinden Hindistan, Güney Kore, İngiltere ve İsrail
G
gibi pek çok ülkenin 5G üzerine çalışmalar yaptığını anlatan Ersöz, Türkiye’nin bu sert rekabet ortamında yerini alabilmesi için 5G teknolojisine yapılacak Ar-Ge yatırımlarının büyük önem arz ettiğini dile getirdi.
törünün de bu sayede ateşleneceğini vurguladı. ICT sektörünün gelişmiş ekonomilerde itici güç olduğunu, olmaya da devam edeceğini dile getiren Ersöz, “Türkiye gelişmiş ülke seviyesini katma değeri en yüksek ürün olan ICT’de yakalayabilir” dedi.
“4G’NİN AVANTAJI HIZ” 4G altyapısı için 8-10 milyar dolara ihtiyaç olduğunu belirten Ersöz, “4G lisansları için ödenecek en az 3 milyar dolar da eklendiğinde 4G altyapısı 3 operatöre 11-13 milyar dolara mal olacaktır. Bu kadar yüksek bedel ödeyen operatörler henüz 3G yatırımının da karşılığını alamadan bu yük altında bırakıldığında 5G yatırımı için çok isteksiz olurlar, geciktirebileceği kadar geciktirmeye çalışabilirler. Bu da yine ileride 5G için de dışa bağımlı teknolojiye mahkum olma anlamını taşıyor” ifadelerini kullandı. 5G konusundaki çalışmalara bakıldığında 2020 yılında 5G’ye geçişin zorunlu olacağını kaydeden Ersöz, 4G’nin yatırımı çıkmadan 5G’nin yatırımlarının başlamak zorunda olduğunu ifade etti. “Bu bedelin yüzde 20’sini Türkiye’de 5G Ar-Ge çalışmaları için harcamış olsalar Türkiye’ye çok önemli bir know-how, katma değerli ürün ihraç imkanı ve önemli bir kalifiye insan gücü ile istihdam yaratmış olurlar” diyen Ersöz, ülkede yazılım sek-
“FİBER ALT YAPISI YETERSİZ” 4G yatırımları konusundaki en önemli dar boğazlardan birisinin de fiber alt yapısının yetersizliği olduğunu dile getiren Ersöz, özellikle mevcut durumda geçiş hakları ile ilgili ortaya çıkan ihtilaf ve gereksiz maliyetlerden dolayı alt yapı ve fiber yatırımları yetersiz olduğunu belirtti. Kentsel Dönüşüm Yasası benzeri bir yasa desteği ile eksik olan fiber altyapısı yatırımlarının tamamlanması gerektiğini bildiren Ersöz, önümüzdeki iki yıllık sürede bir konsorsiyum üzerinden yatırımların tamamlanarak sonrasında LTE Yatırımlarının bölgesel olarak devreye gireceğini dile getirdi. Benzer bir durumun ABD’de yaşandığını anımsatan Ersöz, “ABD 2G den 4G ye doğrudan geçiş yapmıştır. 3G kalitesini 2G yi destekleyerek yakalamış ve stratejisini 4G üzerinde kurarak avantaj sağlamıştır. Türkiye’de benzer şekilde 3G alt yapısını az bir yatırımla geliştirerek 4G hızını ikame edecektir” diyerek sözlerini sonlandırdı.
müzik
selçukiletişim
Mayıs 2015
/13
Bebek, çocuk ve müzik eğitimi larını etkileyerek, dikkatini yoğunlaştırmasına ve gözlem yeteneğinin gelişmesine yardımcı oluyor.
Çocuğun kişilik gelişiminde ve sosyalleşmesinde önemli bir yer tutan müzik, çocukların ve bebeklerin davranışlarını etkileyerek yeteneklerinin gelişmesine katkı sağlıyor
BEBEKLERE GÜNDE BİRKAÇ SAAT MÜZİK DİNLETİLMELİ Müziğin, eğitim aracı olarak kullanılmasının, çocuk açısından birçok olumlu yanı vardır. Bu sebeple bebeklere ve çocuklara günde birkaç saat müzik dinletilmesi gerekiyor. Müzik dinletisi, radyo, teyp, pikap, cd olabileceği gibi bireysel şarkı söyleme veya enstrüman çalmak da eğitim açısından uygundur. Bu tip eğitim çocuğun çok kısa zamanda kollarını, bacaklarını, vücudunu neşeli ve ritmik bir şekilde hareket ettirmesini sağlayacaktır. Bununla birlikte çocuk, ilk konuşma denemelerine de başlayabilir. Çocuk birkaç aylıkken yalnız müzik dinlemeyi becerebilir. Dinletilen müziği duyması yeterlidir ve büyüdükçe şarkı söylemesi, dans etmesi için cesaretlendirilmelidir. Bunun için de çocuğun, müzikle birlikte el çırpması, melodiye uygun hareketler yapması, müzik eşliğinde çocukla beraber dans etmek, yürümeye başladıysa, ellerinden tutarak döndürme, gibi birçok metotla eğitilebilir. Melike İŞDAR
M
üzik, çocuğun yaşantısında önemli bir yer tutuyor. Herkesin bildiği gibi müzik, çocuğun kişilik gelişiminde ve sosyalleşmesinde rol oynadığı gibi çocuğun müzik yoluyla duygularını anlatmasına da katkı sunuyor. Kuş sesleri, televizyon reklâmları, aletle çalınan müzik parçaları gibi deneyimlerle çocuk, çevresinde her zaman müziği buluyor. Ritim ve ses çalışmaları, doğa ve müziği dinleme, şarkı söyleme, söylediği şarkıyı dramatize etme yolları ile çocuğun bu müzikal çevreye itilmesine yardımcı olunmalı ve çocuk cesaretlendirilerek müziğe itilmeli. MÜZİK, ÖNEMLİ BİR EĞİTİM ARACI Günümüzde, her alanda eğitime duyulan gereksinim artıyor. Sanat yoluyla çocuğu eğitme, çocuk açısından da en önemli eğitim yollarından biri durumuna geldi. Müzik ve dans, sanat eğitiminin tekniklerinden biri olup, zihinsel süreçlerin birer ifadesi olarak tanımlanıyor. Müzik; çocuğun ruhsal yapısında, heyecanlı ve aşırı duygusallık ortamından, daha sakin bir ortama yöneltme bakımından önemli bir etken olarak biliniyor. Bunun yanı sıra müzik, çocuğa güvensizlik, saldırganlık, gerilim ve korku gibi olumsuz davranışlarını, yenmesi konusunda katkı sağlıyor. Müzik eğitimi, çocuğun kişilik gelişiminde davranış-
YETENEK, HER ÇOCUKTA DOĞUŞTAN VAR Çocukta müzik yeteneği doğal olarak başlar. Bebek, daha gözleriyle bir yere sabit olarak bakmadan önce bile sese karşı duyarlıdır. Doğumdan itibaren ses uyarıcısına tepki gösteren bebek, anne ve babasının ayak seslerini tanır. Ağlayarak ve ses tonunu yükseltip-alçaltarak mutluluğunu veya mutsuzluğunu belli eder. Evdeki olağan sesleri, aile bireylerinin seslerini, keyifli ve kızgın olduklarını fark eder. Bebek biraz büyüdükçe, sözcüklerden anlamlar çıkarır ve seslere karşı duyarlılığı azalır. Bazı araştırmacılara göre; çocukların şarkı mırıldanmalarını dinleyerek, orijinal dans ve oyunlara uyma çabalarını seyrederek, doğuştan müziğe karşı duyarlı olduklarını gözleyebiliriz. Müziğe karşı olan bu doğal yetenek, her çocukta doğuştan vardır. ÇOCUKLARIN MÜZİK UZMANI Müzik uzmanı her şeyden önce iyi bir müzik bilgisine ve tecrübesine sahip olmalıdır. Müzik programlarını, çocukların yaş ve gelişim seviyelerine göre hazırlayarak, odayı düzenleme, çevre organizasyonunu yapma, çocuklara dinletilecek plak ve bantları seçmek görevleri arasındadır. Müzik uzmanının ilk amacı, öğretimdir. Bu nedenle, her çocuk hakkında detaylı bilgiye ihtiyaç duyar. Onların tıbbi, psikolojik, eğitim ve aile geçmişleri hakkındaki raporlarını okur ve inceler. Çocuklara müzik aletlerini kullanmasını ve müziği dinlemesini öğretir. Ritim aletlerini kullanmaları için cesaret vererek, çocuklar
değişik sesleri çözümler ve yaşantısına katar. Bunun yanı sıra, ritim ve dans çalışmalarına programda yer vererek çocukları basit grup danslarına yöneltmelidir. MÜZİK, ÇOCUĞUN KENDİNİ BULMASINA YARDIMCI OLUYOR Çocuğun kendi benliğini keşfetmesi ve tanıma özelliği çok küçük yaşta başlar. Bu gelişimin olumlu olup olmaması çevresindeki kişilerin davranışına bağlıdır. Müzik, hareket ve edebiyat çocuğun bu yolda kendisini bulmasında en önemli yardımcılardır. Çocukların kendi isimlerinin geçtiği oyunlar oynanarak, her çocuk kendi ismiyle, kişiliği arasında bir yakınlık kurar ve kendini önemser. Ayrıca çocuklara ritmik oyunlara katılma, şarkı söyleme yolu ile düşüncelerini, yeteneklerini açıklama fırsatı verilir. Bilindiği üzere, çocuk problemlerin çözümüne katkıda bulunabildiği oranda kişilik kazanır. Bunu sağlamanın en kolay yolu ise müziktir. Bu tür oyunlar çocukların duyu-motor gelişim alanında da yararlıdır. MÜZİK VE MATEMATİK Çocuklara oyunlarla her şey daha kolay öğretilir. Hele de en çok zorlandıkları konu matematikse. Onlar için zor alan bu alanın aslında müzikle ilişkilendiğinde zor olmaktan çıkması da ele alınması gerekilen konular arasındadır. Çocuk; sayı kavramlarını, şarkılı oyunlar, parmak oyunları, ritmik sayı oyunları ile öğrenebilir. Bunlar, temel matematik kavramlarını oluşturur. Yüksek- alçak, hızlı-yavaş, büyük-en büyük, kare, üçgen, dikdörtgen şekillerini ritim ve şarkı yoluyla öğrenebilir. Haftanın günleri, aylar, mevsimler aynı metodla verilebilir. Bu bilgilerin hepsi birer ölçü birimidir. Yavaş yavaş ikili ve üçlü vuruşlara, vuruş ve ses ölçüsü gibi kavramlara girilebilir ki, bunlar matematiksel kavramlardır. “Şekil, zaman, sayı ve boşlukta yeri kaplama, üstünde, altında, yanında” gibi kavramlar şarkı ve ritmik oyunlarla çocuklara kolaylıkla öğretilebilir.
14/ Mayıs 2015
sinema
selçukiletişim
Çocuklar ilk kez sinemayla buluştu Selçuk Üniversitesi Üçü Bir Yerde Topluluğu, Konya’nın Karatay ilçesine bağlı İsmil Mahallesi’ndeki bir ortaokulda hiç sinemaya gitmemiş 35 çocuğu sinemayla buluşturdu
Özlem NALBANT
T
ürk sinemasının 100. Yılı nedeniyle Selçuk Üniversitesi Üçü Bir Yerde Topluluğu bir sinema projesi gerçekleştirdi. Topluluk, “Türk sineması 100 yaşında çocuklar sinemada” isimli proje kapsamında Konya’nın Karatay ilçesine bağlı İsmil Mahallesi’ndeki İsmil Cumhuriyet Ortaokulu’nda okuyan 5. ve 6. Sınıf öğrencisi 35 çocuğu sinemaya götürdü. İsmil’den araçlarla öğretmenleri eşliğinde alınan çocuklar önce sinemaya daha sonra yemeğe götürüldü. Yemeğin ardından Selçuk Üniversitesi’ne bağlı Üniversite Televizyonu’nu gezen çocuklar, radyo programına da katıldı. İLK DEFA SİNEMA GÖRDÜLER
çocukların yüzündeki mutluluğun inanılmaz olduğunu, bu projenin öğrencileri kadar kendilerini de çok mutlu ettiğini dile getirdi. Öğretmenlerden Hamza Öğüt ise bu tür projelerin daha yaygınlaşması gerektiğinin altını çizerek topluluk üyelerine çocuklar adına teşekkür ettiğini söyledi. “AMACIMIZ SANATSAL GELİŞİMLERİNE KATKI YAPMAK” Selçuk Üniversitesi Üçü Bir Yerde Topluluğu Başkanı Oğuzhan Duman, yaptığı açıklamada bu projeyi gerçekleştirmedeki asıl amaçlarının hiç sinemaya gitmemiş çocukların sanatsal gelişimlerine katkı sağlamak olduğunu ifade etti. Duman, düşüncelerinin hiç sinemaya gitmemiş çocuklara sponsorlar bulmaları halinde buna benzer sosyal sorumluluk projeleriyle çocukları sevindirmeye devam edeceklerini, kendilerine destek verilmesini istediklerini sözlerine ekledi. Etkinliğin sonunda İsmil Cumhuriyet Ortaokulu öğrencileri ve öğretmenleri topluluk üyeleri tarafından okullarına geri götürülürken, çocuklar topluluk üyelerinden okulu tekrar ziyaret sözü aldı. Topluluk üyeleri etkinlik sonunda öğrencilere kitap da hediye etti.
Topluluğun projesiyle hayatında ilk defa sinemaya giden çocukların heyecanlı oldukları görülürken, gazetemize konuşan çocuklar kendilerine yapılan sürprizden çok mutlu olduklarını söylediler. Sinemayı merak ettiklerini ve ilk defa gördükleri için heyecanlı olduklarını belirten çocuklar, izledikleri filmi çok beğendiklerini dile getirdiler. Yapılan etkinlik çocukların yanı sıra öğretmenleri de katıldı. Müdür Yardımcısı Ferhan Yavuz, çocukların içinde hiç Konya’nın merkezini ve sinema görmemiş olanların olduğunu ifade ederek,
şehir ortamını, üniversite ortamını göstererek motivasyonlarına katkı sağlamak, ileride daha iyi yerlerde bulunma düşüncesini akıllarına getirmek olduğunu anlattı. Duman, projeyi yürütürken çok sıkıntılar çektiklerine değinerek, araçları ve çocukların sinema, yemek masraflarını karşılayacak sponsorlar bulmakta zorlandıklarını ancak sonunda başardıklarını ve projeyi gerçekleştirdiklerini kaydetti. Üçü Bir Yerde topluluğu olarak sadece bu projeyle sınırlı kalmayacaklarının altını çizen Duman,
Vizyondakiler
Jurassic World
Ajan
Jam Hammond’ın başarısızlıkla sonuçlanan Jurassic Park denemesinin üzerinden tam 22 yıl geçmiştir. Nublar Adası’nda bu kez tam kapasiteyle çalışan, Hammond’ın hayal ettiği gibi bir dinozor tema parkı Jurassic Wold adıyla kurulmuştur. Ancak kuruluşunun üzerinden 10 yıl geçen parkta müşteri sayısı günden güne azalmaktadır. Parkı işleten şirket hedefleri yükseltmek için yeni bir dinozor türü yaratır. Ne var ki bu yeni tür, adayı ve adadakileri felakete sürükleyebilecek sonuçlar doğuracaktır.
Susan Cooper CIA’de masabaşı işi yapan analisttir. Başarılı operasyonların görünmeyen kahramanlarından biridir. Ancak önemli bir biyolojik silahla ilgili görevde partneri Bradley Fine ve İngiltereden gelen Rick Ford deşifre olunca, bu zorlu ve tehlikeli görevi yerine getirmek için Cooper gönüllü olur. Hiç alışık olmadığı bir durumla karşı karşıya kalan acemi ajan, dünyayı felaketten kurtarabilecek son isimdir.
spor
selçukiletişim
Mayıs 2015
/15
Tolga Dikmenli ile basketbol ve eğitimin arka yüzü İngiltere Futbol Takımlarından Arsenal’in eğitim sistemini basketbola yansıtarak ülke basketbolunda ses getirecek çalışmalara imza atan ve aynı zamanda Darüşşafaka Eğitim Kurumlarında da eğitmenlik yapan Koç Tolga Dikmenli ile basketbol-çocuk ilişkisinden basketboldaki yetersizliklere kadar ve ülke sporu için çok önemli sayılabilecek konuları konuştuk Ferhat Kızıltaş
17
yaşında antrenörlüğe başlayan Tolga Dikmenli, basketbol antrenörlüğünün yanı sıra Darüşşafaka Eğitim Kurumlarında Teknoloji ve Tasarım Öğretmeni olarak görev yapıyor. Dikmenli, İstanbul’un Kağıthane ilçesinde bulunan Osman Faruk Verimer İlkokulu’nun ‘İstanbul Panterleri Spor Kulübü Okul Basketbol Takımı’nı yardımcıları Kondisyoner Ekrem Bayram ve Taktisyen Ensar Yalçın ile birlikte çalıştırıyor. Henüz yeni kurulmuş bir basketbol takımı olan İstanbul Panterleri’nin minik takım oyuncuları, 8-12 yaş grubundan oluşuyor. Takım, antrenmanlarını da Kağıthane ilçesinin Çeliktepe semtinde bulunan Osman Faruk Verimer İlkokulu’nun Spor Salonu’nda gerçekleştiriyor. “BAŞARININ NEDENİ EĞİTİM SEVİYESİ” Koç Tolga Dikmenli, son yıllarda basketboldaki başarıların nedenini eğitim seviyesine bağladı. Basketbolcu büyüklerinin çoğunun üniversite mezunu olduğunu dile getiren Dikmenli, hepsinin sadece Beden Eğitimi mezunu olmadığını, aralarında doktor, inşaat mühendisi gibi meslek gruplarına mensup antrenörlerin de bulunduğunu vurguladı. Antrenörlerin kitap okuduğunu ve bilgileri oyunculara aktardığını anlatan Dikmenli, zaman içinde öğrencilerin eğitim seviyesinin düşmesi ve kolejlerin biraz daha arkasında kalmasının eğitimdeki zayıf karneleri olabileceğini bildirdi. Futbol ile basketbol arasında kıyaslanamayacak kadar bir uçurum olduğunu savunan Dikmenli, bunun nedeninin de Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın futbola verdiği katkı paylarının basketbola verilmemesi olduğunu ifade etti. Futbolun sokakta, çimde oynandığını buna karşılık basketbolun daha burjuva bir spor olarak görülmesinin basketbol oynanmasını biraz engellediğini anlatan Dikmenli, basketbolun biraz anne sporu olarak görüldüğünü söyledi. Çocukların iki taş ile kale oluşturup futbol oynayabildiğinin altını çizen Dikmenli, “Basketbol oynamak için temiz ayakkabı, elbise, pota ve spor salonuna ihtiyaç var. Bu yüzden bazı insanlar basketboldan uzaklaşıyor” ifadelerini kullandı. Bütün bu sorunların yanı sıra mevcut sistemin basketbol takımının lige çıkması için federasyona para ödemesi gerektiğini bildiren Dikmenli, “Ama futbol takımları bir üst lige çıktığı zaman federasyon onlara para veriyor. Tamamen ortada zıtlaşmış bir alan var. Biz isterdik ki, yurt dışındaki sosyal devletlerde olduğu gibi devletimiz bize spor yaptırabilmemiz için katkıda bulunabilse. Böylece
bizde çocuklara ücretsiz, daha kapsamlı, daha iyi bir şekilde spor yaptırabiliriz” diye konuştu. “SPORLA UĞRAŞAN ÇOCUKLAR ENGELLENMEMELİ” Türkiye’de spor derslerinin az olmasına da değinen Dikmenli, bu yüzden Avrupa’da ileri gitmenin zor olabileceğini dile getirdi. Sporla uğraşan öğrencileri, veliler ve dershaneler engellediği takdirde ülke olarak spor alanında gelişimin zor olduğuna dikkat çeken Dikmenli, “Çocuklara matematik dersi yaptırabilmek için
resim ve beden eğitimi dersinden alıyorlar ve daha sonra bu çocuklar matematik dersinde resim yapıp, sağa sola koşuşturmaya başlıyorlar ve ardından bu çocuklar niye ders dinlemiyor diye rehberlik öğretmenlerine götürüyorlar. Rehberlik öğretmenleri de çocuklar düzelsin diye resim ve beden eğitimi yaptırıyor. Anlayacağınız gibi bizde böyle bir kısır döngü var ve bu kısır döngüyü kıramıyoruz. Bu yüzden de en tepeye çıkma noktasında sıkıntılar yaşanıyor” cümlelerine yer verdi. “BİRBİRİMİZİ YEDİĞİMİZ İÇİN İLERLEYEMİYORUZ” “Biz birbirimizi yediğimiz için ilerleyemiyoruz ama Yugoslavya ekolüne baktığımız zaman tersi bir durum var” diyen Dikmenli, “Darüşşafaka Antrenörlerinden Candan Tekin, Yugoslavlar için bu durumla ilgili bir olaydan söz etmişti ve orada örneğin; bir takımda bir Yugoslav çok iyidir ve ikinci Yugoslav geldiği zaman ise takımın içinde
örgütlenmeler başlar. Daha sonra üçüncü Yugoslav geldiği zaman ise Yugoslav antrenör hemen gelir istifasını verip gider ve ona kulübü terk edeceksin derler. Yani onlar birbirini tutuyorlar. Bizde ise antrenörler aman alttan biri çıkmasın, ön plana çıkmasın, anlayışı var. Zaten şu anki duruma baktığınız zaman Türkiye’yi de Yugoslavlar yönetiyor. Fenerbahçe ve Anadolu Efes Basketbol Takımlarının başında Sırplar var” dedi. Takımdaki oyunculara eğitim verirken ‘not kriteri’ uygulamasını gerçekleştirdiklerini kaydeden Dikmenli, “Notu düşük olanları maçlarda oy-
natmıyoruz ve antrenmana almıyoruz” dedi. Ailelerle görüşüp bir not kriteri belirlediklerinin altını çizen Dikmenli, not seviyeleri düştüğü zaman antrenman sayılarını da azalttıklarından söz etti. Dikmenli, “Mesela biz aileler ile görüşüp, bir not kriterini belirliyoruz. Eğer oyuncularımız bu kriterin altına inerse, otomatik olarak maçlarda oynatmıyoruz. Not seviyeleri indiği zaman antrenman sayılarını da azaltıyoruz. Biz bu sistemi Amerika’daki sisteme benzetiyoruz. Bu örnekleri Amerikan şehir efsaneleri filmlerinde görürüsünüz. Bizim ülkemizde maalesef bunları gösterebilecek bir sinema kültürümüz yok. Onlar 4 takımlı küçük bir ilçe turnuvasını bile beyaz perdeye taşıyorlar ve bu filmler tüm dünyada gişe rekorları kırıyor. Bizde ise 1996 yılında o zaman ki adıyla Efes Pilsen’in kazandığı Koraç Avrupa kupasının bir filmi bile yok. Japonların, Amerikalıların yaptıklarını biz yapamıyoruz. Böylece alttan gelen nesile sporu aşılamada ve motive etmede
geri kalıyoruz” dedi. “OYUNCULARIMIZ DOKTOR KONTROLÜNDE” Kulüp doktorunun her haftanın sonunda çocuklarla beslenme üzerine konuştuğunu açıklayan Dikmenli, bunun dışında Balta Limanı Kemik Hastanesi’nde anlaşmalı oldukları Doktor Canan Demir’in de düzenli olarak oyuncuların tıbbi kontrollerini ve kan tahlillerini yaptığını dile getirdi. Oyuncuların vitamin değerlerine bakıldığını, boy-kilo oranı çerçevesinde kontrollerden geçirildiklerini söyleyen Dikmenli, “Aynı zamanda kendisi de devlet doktorudur. Devlet’ten böyle güzel bir katkı almak da bizim için mükemmel” ifadelerini kullandı. Türkiye’de yalnızca Anadolu Efes Basketbol Takımı’nın diyetisyen ile çalıştığını bildiren Dikmenli, bunun çok acı verici bir durum olduğunu kaydederek şunları söyledi: “Mesela bizim diyetisyen doktorumuz Fatma Elif Sezer. Şu anda yurt dışında yüksek lisansını yapıyor ve biz kendisine staj yapması için spor camiasının içinde bir kulüp aradık ve son anda Anadolu Efes’e gönderebildik. Diğer takımlarımızın hiçbirinde diyetisyen yok.” “SPOR ANLAYIŞIMIZDA SORUN VAR” 80 milyonluk bir ülke olimpiyatlarda sadece beş madalya kazanılabiliyorsa, her şehirde Beden Eğitimi Spor Yüksek Okulları bulunmasına karşın, bu okulları bitirenler işsiz kalıyorsa spor anlayışımızda sorunlar vardır” diyen Dikmenli, sözlerini şu şekilde noktaladı: “Bu sorunlar her yerde dile getiriliyor ama burada yılların tecrübesi Cavit Altunay bir önerisini dile getirmek istiyorum. Cavit Altunay’ın basketbol camiası için çok önemli biridir. Kendisi 2000 yılındaki bir yazısında bu sistemin düzelmesi için; ülkemizdeki bütün okullarda Amerika’daki gibi bir okul takımı olması gerektiğini ve bu takımların da spor kulüpleri olması takdirde sorunların çözüleceğini belirtmişti. Böylece herkes spor yapmaya başlayacak ve spor herkesin hayatında olacak. Aynen bütün dünyadaki insanların yaşamak için spor yapması gibi. Bizim ülkemizde dağ var, deniz var, tepe var, yollar var. Yani her şey var ama biz hiçbir şey bilmiyoruz. Şu anda elektrikler gitse, arabalar olmasa, ilkel döneme dönsek acaba kaçımız hayatta kalır? Çok az olur bu sayı .Çünkü spor yapmıyoruz. Hayatta kalmak için spor yapmalıyız. Bizim için spor yapmak yalnızca 20 dakika yürüdüm, 10 kilo verdim gibi bir şey. İnsanlar sporu böyle bir şey sanıyor. Bu olumsuzluklara rağmen biz yine de karanlığa isyan etmiyoruz, karanlığa bir mum yakıyoruz.”
Selçuk İletişim Mayıs 2015 / Sayı: 152
Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi Uygulama Gazetesi
95 yaşında bir çınar Ferhat KIZILTAŞ
95
YAŞINDA, İLK ÇOCUĞU ABDÜLMECİD, SON ÇOCUĞU ABDÜLHAMİT VE EŞİNİN ADI OSMAN’DI!
Fotoğraf bir devrin fotoğrafı... Fotoğrafların çeşit çeşit olduğu söylenebilir. Bazıları konuşuyor, anlatıyor, tasvir ediyor ve bilgi veriyor. Bazıları bağırıyor, çığlık atıyor. Bazıları da sessiz ve dingin... Konuşmayan, sadece var olan sessiz fotoğraflar, onlara bakacak gözleri bekliyorlar. Konuşmak yerine onlara bakanların konuşmasını, yorumlamasını ve anlatmasını istiyorlar. Onlara bakan, kendine göre bir hayat, bir ses veriyor. Bu fotoğraf konuşmuyor; Çünkü bakışlarda belki de çoğu şey anlatılıyor zaten. Lakin yine de fotoğraf, sadece fotoğrafın çekildiği o kısacık anı gösteriyor, ölümsüzleştiriyor ama hikâyesini anlatmıyor. Dolayısıyla o anı canlandırmak, ona yeni bir dil verebilmek için fotoğrafın hikâyesini bilmek gerekir. Fotoğraf bir çınar... 1920’de hayata gözlerini açıyor, merhaba diyor Serhat bölgesine. Keder, acı, mutluluk ve en önemlisi hasreti hep yüreğinde hissediyor. Sevdalıydı hayat arkadaşına, yoldaşına, Osman’ına... Hasret, elem ve mutluluk birbirine karışmış, ortaya bir aşk çıkmıştı. Bir romana konu olacak şekilde kaçıp evleniyor. Osman, Bahar’a, Bahar Osman’a kavuşmuştu. Serhat bölgesinde bahar mevsimi yaşanıyordu.
Bu aşkın güzel bir evi vardı. Ev dökük, harabe de olsa güzeldi. Orada ilk çocukları Abdülmecid dünyaya geliyor. Daha sonra sırasıyla Musa, İsa, Mehmet, Ahmet, Emine, Ali, Ömer ve son çocukları Abdülhamit dünyaya gözlerini açmıştı. Bahar ve Osman’ın 8 erkek,1 kız çocuğu olmuştu. Evet ev kalabalıklaşıyor ve şenleniyordu. Çocukları da yuva kurup evleniyorlardı.. Bu aşklar o kadar bereketliydi ki... Bahar 153 toruna sahip olmuş ve günden güne bu sayı artıyor ve torun toruna karışıyordu. Fotoğraf’a hasret dahil oluyor. Çünkü Bahar’ın o çok sevdiği sırdaşı, yoldaşı, hayat arkadaşı artık hayatta yoktu. Kader onun aşkını ondan almıştı. Bir çınar artık ruhen yalnızdı. Özlüyordu günden güne... Bahar’ın etrafı kalabalıktı ama o özlüyordu. Hasret derinleşiyordu ve yalnızlık bastırıyordu. Evet, o şu an Kızıltaş ailesinin en büyüğü ve çınarı. Adı gibi kendi ailesinin baharı o. Herkes onu seviyor ve büyük bir saygı duymaya devam ediyor. Çocuklarına, torunlarına bırakabileceği iki şeyi var; O da daima içinde barındırdığı ve hiç eksik tutmadığı sevgi ve aşk... Serhat Bölgesi, Iğdır ovasında hayata devam ediyor ve onun Aşk’ı hala o bölgede büyük bir saygıyla anılıyor. İleride belki de onun Aşk’ı ve yaşadıkları o bölgenin dengbejlerine(anlatan ve söyleyen) konu olacak. O büyük bir insanlık ve aşk örneği...