Umut İklimi Küresel Eylem Grubu İzmir 2012
Umut İklimi Üç yüzyıldır, endüstrileşmiş dünya fosil yakıtlar yakıyor. Kömür, petrol ve gaz milyonlarca yıl öncesinden yerde gömülü kalan ekosistemlerin kalıntılarıdır. Şimdi yer altından çıkartılıp buharlı makinalardan jet uçaklarına kadar çalışan her şeyde bunlar kullanılmakta. Pek çoğumuz vazgeçilmez yaşam tarzlarının yakıtı bunlar. Dünyanın ısısı atmosferlerde doğal olarak bulunan gazlar tarafından hassas şekilde dengelenir. Bu gazların varlığı gezegenin yüzeyinde yaşamı destekleyecek kadar sıcaklık yaratır. Fosil yakıtlar kullanmak karbondioksitin de aralarında bulunduğu bazı gazları açığa çıkartır ki bu durum bahsedilen doğal sera etkisini arttırır. Milattan sonra 1000 yılında atmosferdeki karbondioksit milyon birimde 270 birim kadardı. 1800 yılı civarında, insanların fosil yakıtlar yakması atmosferde izler bırakmaya başladı. Hızlı bir biçimde endüstrileşen toplumlar birdenbire yerkürenin ekosistemlerinin soğurabileceğinden daha fazla karbondioksit salmaya başladılar. Bilim dünyasının bunun sonuçlarını fark etmesi bir 150 yıl daha sürdü. Onlarca yıl süren tartışmaların ve reddetmelerin ardından, şimdi artık tablo net. Biz endüstrileşmiş ulusların mensupları iklimi değiştiriyoruz. Her yıl havada biriken karbon gezegenin yüzeyinde gitgide daha fazla ısı tutulmasına neden oluyor. Daha geniş ölçekte, bu durum küresel meteorolojik kalıpları ve okyanus akıntılarını etkiliyor. Kimse daha sonra tam ne olacağını bilmiyor. Grönland ve Antartika buzul örtüleri erimeye başladı, kıyı yerleşimlerini felaket getiren su baskını tehdidi ile karşı karşıya. Hava şartları eskisi gibi tahmin edilebilir değil ve kasırga, siklon gibi uç hava olayları gitgide daha sık ve tahrip gücü artmış biçimde
ortaya çıkıyor. Tüm ekosistemler hareket halinde. Değişen çevre şartlarına uyum sağlayamayan türlerin toplu yok oluşu tehdidi ile karşı karşıyayız. İnsan toplulukları ve tarım ağırlıklı olarak kıyı bölgelerinde yoğunlaşmışken, eğer deniz bu yoğun nüfuslu bölgeleri işgal ederse, yüz milyonlarca insan iklim mültecisi haline gelecek. Eğer bunun olmasına izin verirsek, aslında gerçekten geri dönüşü olmayan bir yola gireceğiz. İklim felaketini önlemek için henüz zamanımız var. Ancak önce sera gazı etkisi yapan gaz salımlarını bugünün seviyelerinin %20’sine geri çekmeliyiz. Bu fosil yakıt kullanımı safha safha bitirmek demek. En fazla kirleten ülkelerin, en büyük değişiklikleri yapmalarına ve bunun da en kısa sürede gerçekleşmesine ihtiyaç var. Karbon salımlarımız indirgerken, kirliliğin nereden geldiğini bilmeliyiz. Tek başına en büyük sera gazı salımı elektrik üretimi için fosil yakıt yakılmasından kaynaklanıyor. Tarım, ulaşım ve atıklara da önemli katkılarda bulunuyor. Yakmakta olduğumuz bazı yakıtlar diğerlerine göre daha fazla sera gazı salıyor. Verimliliğindeki iyileştirmelere rağmen, kömür yakıtların tamamı içinde en yoğun sera etkisine sahip olanı. Doğalgaz kömüre göre sera gazları bakımından daha idareli fakat yine de yenilenebilir olmayan bir fosil yakıt. İdeal olanı, rüzgara ve güneş gibi sıfır karbon salımı olan yenilebilir enerji kaynaklarına geçmek. Fakat bu kaynakların güvenilir olmadığı ve devasa enerji talebimizle baş etmek için çok küçük çaplı kaldıkları iddia ediliyor. Durumu daha da zorlaştıran, dünyanı hızla petrol ve gaz çıkartılması faaliyetinin en tepe noktasına erişmekte olduğu, bu fiyatları yükseltirken alternatif kaynakların aranmasını daha da acil kılıyor. Eğer işlerin eskiden olduğu gibi yürümesini istiyorsak, sera gazı salımına yol açmayan, geniş çaplı, merkezileşti-
2
rilmiş, tehlikesi ve güvenilir bir enerji kaynağına ihtiyacımız var. Bu Fransa’daki Cattenom nükleer enerji istasyonu. 4 reaktörü birden çalıştığında Batı Avusturalya’nın güney batısının tamamının elektrik ihtiyacını karşılamaya yetecek güç üretiyor. İşletim esnasında karbon salımı: sıfır.
Askeri nükleer reaktörle silahlar için malzemeler üretirken aynı zamanda yan ürün olarak çok büyük miktarda ısı açığa çıkartıyordu. 1950’lere gelindiğinde bu savaş dönemi modelleri, buhar türbinlerini döndürerek elektrik üretmek üzere tadil edildiler. İlk yeniden tasarımın küçük ölçekte nükleer denizaltılarda denemesinin ardından, bu reaktörler ölçekleri büyütülüp dünyanın ilk ticari nükleer güç santralleri olarak piyasaya sürüldüler. Bir yandan farklı ülkeler kendi nükleer silahlarını geliştirme çabasına girişirken, teknoloji tüm dünyaya yayıldı. Barışçıl nükleer enerji dönemi insanlığa müjdelendi.
Ticari nükleer endüstri bir avuç ülkede başlayıp 1980’lere dek hızla büyüdü. 2005’e gelindiğinde, 441 Bundan yüzyıl önce, İsviçre’de gösterişadet nükleer santral dünya elektrik üresiz bir patent memuru, sıradan madBir nükleer santralı 1 yıl timin yüzde 16’sını, toplam enerji arzıdeleri meydana getiren atomların kendilerinin olağanüstü miktarda saf çalıştırabilmek için 200 ton nın ise yüzde 6’sını sağlıyordu. Geri enerji içerdiğini fark etti. 20. yüzyılın uranyum yakıtına ihtiyaç var- kalanın çoğunluğu, gezegenin ısısını artbaşında bu enerji çıkartmak için atom- dır, bu yakıt çıkartılırken ge- tıran karbon yoğun fosil yakıtlar kullanıları parçalayacak makinalar mevcut ride 133 bin 200 ton atık larak üretiliyor. Geleneksel olamayan kayaç bırakılır. bir yakıttan böylesine devasa miktarda değildi, ancak teknolojinin Einstein’ın enerji elde edilebilmesi için, nükleer güç teorisine yetişmesi fazla uzun sürmedi. Anahtar element, en uç halde saflaştırıldığında uranyum ola- sahibi ülkeler yerkürenin tümünü kapsayan bir endüstriyel rak adlandırılan bir metal. Dünyada doğal olarak bulunan az kompleks kurdular. sayıda radyoaktif elementten bir tanesi. Bu demektir ki kaBu zinciri uranyum madenciliği ile başlıyor. Sıradan bir mararsız ve sönmeye meyilli. dende ya açık ocaklarda ya da yer altı tünellerinde uranyum Sönerken enerjisinin bir kısmını radyasyon ve atomik zerre- ihtiva eden kayaçlar kazılıp çıkartılır. Kayalar kamyonlarla cikler olarak bırakıyor. Bunu yaparken, uranyum farklı bir uranyum öğütücülerine taşınır, kaya ince bir toz haline geradyoaktif elemente dönüşüyor ki bu elementin kendisi de lene dek öğütülür sonra kimyasal işleme tabi tutulup uranpek çok değişim geçirdikten sonra zaman içinde atom bö- yum zerrecikleri ayrıştırılır. 1 ton sarı pasta, yani uranyum lünmesi neticesi en sonunda, kurşunun kararlı bir haline eri- oksit elde etmek için yaklaşık 660 ton kaya öğütülür ve ıskarşiyor. Eğer uranyum zenginleştirilme işlemine tabi tutulmuş, taya çıkar. Bir nükleer santralı 1 yıl çalıştırabilmek için 200 yeterince yüksek saflığa eriştirilmişse, her bir parçalanmanın ton uranyum yakıtına ihtiyaç vardır, bu yakıt çıkartılırken geride 133 bin 200 ton atık kayaç bırakılır. Bu radyoaktif kirli kayalar, maden ocağının hemen yanına devasa bendler halinde depolanır. Radyoaktif parçalanma ürünlerinden oluşan bir kokteyl içeren bu atık dağları doğal çevreden onbinlerce yıl boyunca yalıtılmalıdır. Uranyum madenciliği yüksek seviyede su kullanımı gerektirir. Ülkedeki en büyük su tüketicisi olan Güney Avusturalya’daki Olympic Dam madeni bir günde 33 bin ton su kullanır. Çıkartılan uranyum, zenginleştirme tesislerine gönderilir ve orada gaz haline dönüştürülüp daha ileri bir saflaştırmaya tabi tutulur. daha fazla atomik çarpışmaya yol açtığı, kontrollü bir zincir tepkime başlatılabiliyor. 2. Dünya Savaşının karanlık yıllarında, güçlü devletler bu gözle görünmez atomik tepkimeleri bir silaha dönüştürmek üzere birbirleriyle yarışa girdi. 1945 Ağustos’unda, ABD Hiroşima ve Nagasaki’yi atom bombalarıyla yok etti. Savaş bitmiş ve nükleer çağ başlamıştı.
200 ton sarı pastadan 24 ton nükleer yakıt elde edilir. Uranyumu daha ziyade zenginleştirmek mümkündür, bu süreç sonunda nükleer silah malzemesi elde edilir; zenginleştirme tesisleri nükleer silahların yayılmasında anahtar rolü oynarlar. Bu zenginleştirme sürecinin atık ürünlerinden biri “Seyreltilmiş Uranyum“dur. Yüzlerce tok seyreltilmiş uranyumdan yapılma bomba cephaneliklere doldurulmuş ve Kuveyt, Bosna, Irak ve Afganistan’a atılmıştır. Bu silahların saçtığı radyoaktif toz hem askeri güçler hem de siviller ara3
sında hızla kanser ve başka hastalıklarda belirgin artışlara sebep olmuştur. Zenginleştirilmiş uranyum yakıt imal tesislerine sevk edilip dikkatle nükleer yakıt çubukları imal edilir. Bu çubuklara reaktörlere yüklendiklerinde, nükleer tepkimenin oluşturduğu yüksek ısıdan elde edilen buhar türbinleri döndürür ve elektrik üretilmiş olur. Bir reaktördeki aşırı ısı, basınç ve radyasyon alanlarının mevcudiyeti işletmecilerden hassas mühendislik tecrübesi ve daimi bir tetiklik gerektirir. Bir yıl reaktör kalbinde kullanılan yakıt, artık bir zincirleme tepkimeyi besleyemeyecek hale gelir. Kullanılmış ve ışın saçan yakıt çubukları havuzlara alınır ve birkaç sene ısı kaybetmeleri beklenir, soğuduktan sonra reaktör yakınında yalıtılmış mekanlarda depolanırlar. Kullanılmış yakıt o denli yoğun bir radyoaktiviteye sahiptir ki tüm işlemler uzaktan kumanda ile yapılır. Bu malzemenin insanlar ve çevreden yüzbinlerce yıl izole edilmesi gerekir. Henüz bunu temin edecek bir yöntem bilinmemekte. Bir çözüm önerisi, yakıtı kararlı coğrafi oluşumlarda yerin derinliklerine inen tünellerde gömmeden önce kurşun, çelik ve bakır metal varillerde muhafazaya almak ve kazı tünellerini de uzaktan kumandalı robotlarla doldurup çıkmak. Fakat zamanla, atıklar bu muhafazalardan da sızacaktır. 60 yıl sonunda hala nükleer atık sorununa öngörülebilir çözüm bulunamamıştır. Az sayıda ülkede yeniden işleme tesisleri çalıştırılarak, tüketilmiş nükleer yakıttan plutonyum ayrılıyor. Teorik olarak bu iş, yeni nesil plutonyum yakan reaktörler için yakıt temin etmek amacıyla yapılır. Pratikte ise, çeşitli kazalar ve 100 milyar doları geçen yatırımın ardından, ticari olarak başarılı bir plutonyum reaktörü kurulmasını henüz başarana kimse çıkmadı. Bu sebepten halihazırda 270 ton’dan fazla ayrıştırılmış plutonyum, sivil tesislerin stoklarında birikmekte. Bu malzemenin sadece 4 kilogram’ını ele geçirmek bir kenti yok edecek bir bomba yapmaya yeterli. Nükleer enerji kullanımını genişletme planları dolaşımdaki nükleer maddelerin radikal bir biçimde artışına sebep olacak. Zaten, nükleer silahlara sınırlamalar getiren uluslararası güvenlik sistemleri de yavaş yavaş çözülüyor. Geçmiş on yılda, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı nükleer ve radyoaktif malzeme kaçakçılığını içeren 650’den fazla vaka rapor etti. 4
Nihayetinde, nükleer silahı olan güçler, soğuk savaş atıklarını sökme kararı almadıkça, madenden çıkartılan her bir ton uranyum, günün birinde bu silahların kullanılma riskini arttıran bir etki yaratmaktadır. Nükleer santraller ve yeniden işleme tesislerin işletimi artık güvenli olmamaya başladığında, en sonunda bunların dikkatlice sökülüp gömülmesi gerekir. Sadece İngiltere’de birkaç sivil ve askeri nükleer tesisin söküm işlemleri için tahmini fatura 90 milyar İngiliz Sterlini’dir. Maden süprüntülerinden tutun, seyreltilmiş uranyum’a, oradan tükenmiş yakıt çubuklarına kadar nükleer yakıt zincirinin her aşamasında radyoaktif malzeme ürer. Radyasyonun türü ve alınan dozun içerden ya da dışardan mı etki ettiğine bağlı olarak radyasyon bedenlerimi farklı biçimde etkiler. Düşük enerjili alfa veya beta radyasyon kaynaklarına karşı korunmak mümkündür. Fakat tozla birlikte solunduğunda ya da gıdalarla yutulduğunda bu radyasyon saçan parçacıklar akciğerlerimizde veya başka organlarımızda yerleşebilirler. Organlarımızda yerleşen radyoaktif kimyasallara, civardaki hücreleri yakın menzilden bombardımana başlar, bunun hücre duvarını delecek ve DNA’yı tahrip edecek gücü vardır. İçsel etkili radyasyona maruz kalmalar özellikle tehlikelidir, zira bazı izotoplar bedenin belirli kısımlarında birikir. (thyroid glan-iodine 131; muscle, soft tissue- cesium 137; lungs- radon decay products, plutonium; liver, blood-plutonyum; bones- strontium 90, radium 226, plutonium; testicles- plutonium). Bu durum ise kanserlere, organ yetersizliklerine ve bir sürü iyi anlaşılamayan ve radyasyona maruz kalınmasından seneler sonra ortaya çıkabilen rahatsızlığa sebebiyet verebilmektedir. Mart 1970’da Pennsylvania’daki Three Mile Island reaktörünün 2. ünitesi kaza sonucu soğutucu zaafiyetine uğradı ve reaktör eridi. Günlerce, santral işleticileri reaktör çekirdeğinin patlamaması için savaş verdiler. Böylece bir patlamanın önünü alabilmek için işleticiler yüzlerce ton radyoaktif gazı atmosfere saldı ve neticede santralı felaketin eşiğinden döndürdüler. o gün bugündür ABD’de hiçbir yeni santral siparişi verilmemesi ve yeni bir santral inşaa edilmemiştir. Nisan 1986’da, Ukrayna’daki Çernobil nükleer santralı mühendislerin test yaptıkları esnada patladı. Binlerce asker ve işçi erimiş yakıt çubuklarını söndürebilmek ve felaketi dizginleyebilmek için çabalarken olağanüstü radyasyon dozlarına maruz kaldılar. Radyoaktif duman tüm dünyaya yayıldı. Boşaltılan civar bölgelerde yaşayan 350 bin insan bir daha asla geri dönemeyecekler. Kansere yakalanma oranlarındaki ani yükselişler
2 milyon ton kaya toz haline getirilip, kimyasala işleme tabi tutulup devasa yığınlar halinde çöp olarak terk edilir. Buna ek olarak, zenginleştirme tesisleri ve nükleer yakıt zincirinin çeşitli safhalarının yarattığı bu muazzam karbon salımlarına bakarsak, zaman içinde nükleer santrallerin doğalgaz çevrim santralleri kadar çok sera gazı salımı yapacağını görürüz. Tüm bu sera gazı salımları hesaba katıldığında, nükleer enerjinin iklim değişimine çare olacağı iddiasında bulunulması hiçbir biçimde mümkün değildir.
ve tüm bölgeyi kapsayan çocuk ölümleri en çarpıcı sonuçlardı. Radyasyon bulaşmış bölgelerde 5.5 milyondan fazla insan hala yaşamlarını sürdürmekte. Nükleer endüstri Çernobil kazasını yegane bir durum olarak önemsizleştirmeye çalıştı. Ancak 2006 Ağustos’unda İsveç Forsmark santralında işleticiler ir başka reaktör erimesinin yarım saat kadar yakınına geldiler. Benzeri “az daha”lar Hindistan, Almanya ve ABD’de de yaşandı (Narora,Hindistan 1993; THTR-300, Almanya 1986; Davis-Besse, ABD 1985, 2002). Bunca olağanüstü tarihçesine rağmen, bazı kimseler nükleer enerjinin fosil yakıtlardan acilen vazgeçme yönünde oynayacağı bir rol bulunduğunu ifade ediyor. Avustralya dünya uranyum rezervlerinin %30’unu barındırıyor. Ülkede hiçbir nükleer santral bulunmadığı halde, dünyanın ikinci en büyük uranyum ihracatçısı (Rusya-3431 ton, Kazakistan4375 ton, Kanada-9519 ton, Avusturya 9519 ton, Diğerleri 12660 ton). Spekülasyon ve arz darlığı sebebiyle, dünya uranyum piyasalarında fiyatlar yükselme eğilimine girmiş durumda. Madencilik endüstrisi, artan fiyatlardan kazanç sağlamak, Güney Avustralya’daki Honeymoon madeninden başlayarak ihracatı arttırmak konusunda politikacıları yüreklendiriliyor. Bir keşif patlaması bekleniyor, ümit vadeden uranyum madenleri ülke çapında belirleniyor. Avustralya’da atılgan ve saldırgan bir kampanya ile zenginleştirme tesisleri ve sayısı 25’i bulabilecek nükleer santral inşa işine başlandı. Ve ABD’nin “Küresel Nükleer Enerji Ortaklığı” projesi adı altında Avustralya tekrar dünyanın yüksek radyasyonlu nükleer atıklarını göndermek için ideal yer olarak pazarlanıyor. İklim değişimi çağında, var olan enerji talebimizi olduğu seviyede tutabilmek için ödememiz gereken bedelin bu olduğu iddia ediliyor. Maalesef, nükleer endüstri ile ilgili bir bit yeniği daha var.
Pek çok insan iklim krizine çözüm aramak için başka tarafa bakıyor. Ne şans ki bu çözümler yanımızda yöremizde. Yenilenebilir enerji teknolojileri yelpazesi git gide genişliyor. Güneş, rüzgâr gibi aralıklı kaynaklar jeotermal, biomas, mikro hidro gibi taban kaynaklarla birleştiriliyor, kombine ısı ve güç sistemleri elde ediliyor. Bu yeni teknolojilere karşı kurumsal ve piyasa engellerinin kırıldığı ülkelerde, yenilenebilir enerjiye olan intikal harikulade olmuştur. Pek çok ülke ve eyalet iddialı yenilenebilir enerji hedefleri benimsiyor. Çin 2020’de %15’lik bir hedef koydu, Kaliforniya eyaleti ise 2017’de %20, Danimarka % 29, Portekiz %45, İsveç %60, Avusturya %78’lik hedefleri var. Yeşil enerji kaynakları enerji hakkında yeni düşünce biçimleri ile birleştiriliyor. Enerjinin etkin kullanımı, enerji sarfiyatının düşürülmesi anlamına geliyor, malum elektrik üretimine göre elektrik tasarrufu çok daha ucuza mal olur. Bize iklim değişimi ile radyoaktif bir gelecek arasında seçim yapmak gibi abes bir öneride bulunuluyor. Fakat zaten temiz enerji ile çalışan bir dünyaya ulaşmada hiçbir teknolojik engel bulunmuyor. Var olan engeller tamamen politik. Climate of Hope (copyleft) Yazar: Scott Ludlam
Nükleer yakıt zincirinin her safhası ucuz fosil yakıt bağımlısı. Fakat her geçen yıl, yüksek nitelikli uranyum tabakaları daha da tükeniyor. Gitgide daha fazla reaktör inşa edilirken ve cevher kalitesi düşerken çıkartılan nükleer yakıttan aynı miktara enerji elde edebilmek için üretim sürecine gitgide daha fazla enerji harcanması gerekecek. Bir reaktörü 1 yıl işletecek uranyum çıkartmak için yaklaşık 5