TAŞ MİMARLIK VE İÇ MEKAN TASARIMI STONE ARCHITECTURE AND INTERIORS
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
YÜZEYDE TAŞ SURFACES IN STONE
RUSYA: SERGEI TCHOBAN KUVEYT: AL HAMRA TOWER MILANO: ZAHA HADID PORTEKiZ: QUINTA DO VALLADO THUS SPOKE THE MARBLE
Spring / Summer 2012 - 2013 natura_ad_woman_model.indd 1
06.06.2012 16:10
16:10
BAŞLARKEN / EDITOR’S NOTE Natura Yayın Kurulu Başkanı Chairman of Editorial Committe İstanbul Maden İhracatçıları Birliği adına Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Özer Istanbul Mineral and Metals Exporters Association, CEO Mehmet Özer
GÖKHAN KARAKUŞ
AVRASYA bölgesinden taş mimari ve tasarım iki yıldır Natura’nın odak noktası oldu. Editoryal takımımız mermer, granit ve bu coğrafyadan diğer doğal taş türlerinden en ilgi çekici tasarımları size getirmek üzere gayretle çalıştı. Doğal taşın günlük hayata estetik, teknik, üslupsal ve ekolojik etkisini inceleyen konu başlıkları seçtik. Yer verdiğimiz projelere dönüp baktığımızda, doğal taşın değişim çağında süreklilik ve denge sağlayan bir unsur olarak önemini iyice fark ediyoruz. Doğal taş tam da doğası gereği sahip olduğu dayanıklılık ve sürdürülebilirlik özellikleriyle geçmiş ve gelecek, doğa ve insan ve belki de en önemlisi bireyler ve çevreleri ile bağlantı sağlıyor. Doğal taşın bu bağlantı kurma becerisi Sergei Tchoban’ın işlerinde net olarak ortaya çıkıyor. Tchoban St. Petersburg’daki projelerinde taş dekorasyon ve detaylarıyla doğrudan ve hemen ayırt edilebilen bir modern mimari ortaya koyuyor. Kentsel ve tarihi çevreden türetilen okunabilir, insan ölçeğinde dekoratif taş elemanlarıyla Tchoban’ın moden mimarisi bu binaları günümüz Rus toplumuyla doğrudan ilişkilendiriyor. Benzer bir yaklaşım Zaha Hadid Architects’in Milano’daki tasarım haftası için tasarladıkları pavyon ve mermer panellerde görülüyor. Skidmore, Owings & Merrill’ın Kuveyt’teki Al Hamra kulesi okunabilir mimariye olan bu ilgiyi dev boyutlara taşıyor. Kireçtaşından dev, kıvrımlı, göz kamaştırıcı cephesi yapısal ve çevresel parametrik stratejilerle tasarlanan bina Arabistan’da hakim geometrik desen ilgisine de karşılık veriyor. Son olarak, Milano tasarım haftası sırasında Natura’nın da sponsoru olan İMİB tarafından organize edilen ‘Ve Mermer Dedi Ki’ sergisinde tasarım ve zanaatin Türk mermerinde nasıl sentezlendiğini görüyoruz. Geleneksel taş işçiliği tekniklerini kullanarak yapılan üstün çağdaş mimari örneklerini arayışımız Lübnan’In tepelerinde Youssef Tohme ile, İspanya, Santiago de Compostela’da Victor López-Cotelo ile, Datça’da Mehmet Kütükçüoğlu ile sürüyor. Bir başka konuda usta Türk mimar ve şairi Cengiz Bektaş’ın mimarlığı ve edebiyatını inceliyoruz. Bektaş’ın 30 yıllık mimarlığına baktığımızda görüyoruz ki doğal taşın günlük hayata olumlu etkisine olan ilgisi hiç azalmamış. Aynısı bizim için de geçerli. 4 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Architecture and design in stone from the Eurasian region has been the focus of Natura in the past two years. Our editorial team has worked diligently to bring to our readers the most intriguing designs in marble, granite, natural stone as well as other stone types from this geography. Our topics have been in a variety of areas covering the aesthetic, technical, stylistic and ecological impact of stone in everyday life. As we look back at the projects we have written about we notice the importance of stone as an element that brings continuity and stability in a time of change. Stone by its very nature is durable and sustainable providing a link between the past and the present, nature and man, and perhaps most importantly individuals and their environment. An example of the ability of stone to create connections can be found in the work of architect Sergei Tchoban. Tchoban has in his projects in St. Petersburg produced modern architecture that through its decoration and detailing in stone is recognizable and direct. Tchoban’s modern architecture with readable, human scale decorative stone elements derived from the urban and historical environment relates these buildings to Russian society today in a direct manner. A similar strategy can be seen in the work of Zaha Hadid Architects who in their pavilion and marble panels designed for design week in Milano, 2012 have produced a unique combination of decoration and architecture. Taking this interest in readable architecture to a massive scale is Skidmore, Owings and Merrill’s Al Hamra Tower in Kuwait. It’s vast, curving and flaring façade of limestone is designed using parametric strategies that are structural and environmental but also responds to the interest in geometric pattern in Arabia. And lastly, we feature the important synthesis of craft and design in Turkish marble shown in the “Thus Spoke the Marble” exhibit organized by Natura’s sponsors the Istanbul Mineral Exporters’ Association during Milan design week 2012. Our pursuit of contemporary architecture using traditional stone masonry methods continues with projects in this issue by Youssef Tohme in the mountains of Lebanon, Victor López-Cotelo in Santiago de Compostela, Spain and Mehmet Kütükçüoğlu in Datça, Turkey. Importantly for us we also feature the literature and architecture of Turkish master architect Cengiz Bektaş. Bektaş has throughout his productive career endeavored to balance traditional methods of construction with contemporary needs. In Bektaş’ architecture over 30 years we see his occupation with the positive impact of stone on everyday life has never wavered, a feeling we equally share.
Yayın Kurulu Editorial Commitee Mehmet Özer, Ahmet Keleş, Hasan Can Çoker, Erdoğan Akbulak, Erol Efendioğlu, Arslan Osman Erdinç, Candan Özlütürk, Ertuğrul Doğuç Coşkun Kırlıoğlu, Fatih Özer, Nergis Büyükkınacı, Engin Yalçın, Kadir Ceryan Genel Koordinatör General Director Coşkun Kırlıoğlu Yayın Direktörü Editorial Director Gökhan Karakuş Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Editor in Chief Özlem Alkan K. ozlem@emedya.net Art Direktör / Art Director Özgür Çakır Editör / Editor Gözde Kavalcı Yönetim / Management Emedya İletişim Sanayi ve Ticaret Ltd. Abdülhakmolla Sokak 19 Arnavutköy İstanbul 34345 /TURKEY Tel: (212) 359 82 88 info@emedya.net Renk Ayrımı / Color Separation Studio Tel : (0212) 283 90 12 Baskı, Cilt / Printing Stil Matbaacılık İbrahimkaraoğlanoğlu Cad. Yayıncılar Sok. No:5 Seyrantepe / İstanbul Tel: (0212) 281 92 11 www.stil.com.tr Yayın Türü / Publication Type Yerel - Süreli / Local - Periodical Haziran 2012 - July 2012
MEHMET ÖZER / İstanbul Maden İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Istanbul Mineral Exporters’ Association Chairman of the Board of Directors
DEĞERLI OKURLARIMIZ, İstanbul Maden İhracatçıları Birliği olarak, Türk doğal taşlarının gerek yurt içinde gerekse uluslararası platformlarda bilinirliğini artırmak ve marka imajını yükseltmek, dolayısıyla ihracat rakamlarımızı da artırarak ülke ekonomisine katkı sağlamak misyonuyla hareket ediyoruz. Bu doğrultuda her zaman kendimizi yenilemeye, ilgi çekici projelerle doğal taşlarımızın estetik güzelliğine ve kalitesine vurgu yapmaya çalışıyoruz. Hedeflerimize paralel olarak Nisan ayında hayata geçirdiğimiz iki önemli etkinliğimiz oldu. Milano Tasarım Haftası kapsamındaki sergimiz ve Amerika’nın Orlando şehrinde gerçekleşen Coverings Fuarı’na katılımımız sektörümüz ve birliğimiz için çok önemliydi. Birliğimiz, Ege Maden İhracatçıları Birliği ile işbirliği halinde 17-22 Nisan tarihleri arasında çok değerli bir etkinliğe imza attı. “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir) adlı sergimizle, Anadolu mermeri dünyanın en prestijli tasarım etkinliği olan Milano Tasarım Haftası’na çıkarma yaptı. Sergimizde, 6 farklı ülkeden dünyaca ünlü 9 tasarımcı Anadolu mermerleri ile yaptıkları tasarımlarla adeta şov yaptı. Milano’dan sonra sergimizin ilk durağı İstanbul olacak. Şu an onun hazırlıklarını yapıyoruz, yakında sizleri sergimize davet edeceğiz. Nisan ayı içindeki bir diğer etkinliğimiz ise Amerika’da 17-20 Nisan tarihleri arasında gerçekleşen Coverings International Tile, Stone&Floorings Fuarı’na 11. kez katılımımız oldu. Dünyanın en büyük doğal taş pazarlarından biri olan Amerika’nın en büyük fuarına 17 Türk firmasının milli katılımını organize etik. Türkiye standı için ayrılan alan, küresel krizdeki düşüşün ardından sürekli büyüyerek bu yıl 455 metrekareye ulaştı. Türk doğal taş sektörü özellikle son 10 yıl içerisinde, büyük bir atılım gerçekleştirdi ve 2000 yılında 189 milyon dolar olan ihracatını, 2011 yılında 1,7 milyar dolara çıkardı. Geniş renk, desen çeşitliliği ve kaliteli ürünleriyle mermer – traverten ihracatında İtalya’yı geride bırakarak dünya pazarlarında liderliği ele geçiren Türkiye, en büyük pazar olan Amerika’da düzenlenen fuara özel önem veriyor. Binlerce kişinin ziyaret ettiği fuarda biz de Türkiye olarak yeni pazarlarla tanışma imkânı bulduk. Türkiye’de ise Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve İstanbul Kalkınma Ajansı işbirliğiyle yürüttüğümüz proje kapsamındaki “Doğal Taş Kullanımında Ezberleri Bozmak” isimli tasarım yarışmamızda sona yaklaştık. Yarışmamıza katılmak isteyen öğrenci arkadaşlarımızdan 11 Mayıs’a kadar eserlerini teslim etmelerini istemiştik. Gelen tasarımlar ve yarışmamıza gösterilen ilgi bizleri çok mutlu etti. 8 Haziran’da İstanbul Modern’in güzel atmosferinde gerçekleştireceğimiz ödül töreninde kazananları açıklayıp ödüllerini takdim edeceğiz. Sizleri de ödül törenimizde görmek ve desteğinizi hissetmek bizleri onurlandıracaktır. İMİB olarak projelerimizle ilgili yeni gelişmeler ve güzel haberlerle yine karşınızda olacağız. Gelecek sayımızda görüşmek üzere… 6 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
DEAR READERS, One of the most important goals of our sector is to increase the awareness of Turkish stones which add significant value to architecture and design to become the choice of international architects and designers. This is not an easy goal of course. It requires time and considerable effort. We as Istanbul Mineral Exporters’ Association have always and in all contexts tried to ensure that Turkish natural stones reach the status they deserve globally. In April our Association in cooperation with Aegean Mineral Exporters’ Union is organizing a very important event. From April 17 to 22nd, building on the strength of Anatolian marble we will proudly be presenting an exhibition entitled, “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” at the world’s most prestigious design event, Milano design week at the Zona Tortona. At this exhibition, visitors will have the opportunity to see the designs in marble of 9 designers from 6 countries. Also in April our other exhibition from the 17th to 20th will be at the Coverings International Tile, Stone & Floorings fair in the U.S.A. We are organizing the national participation of 17 Turkish firms in this the largest stone fair in the biggest market for natural stone. As Istanbul Mineral Exporters’ Association our goal is of course to increase the exports of natural stone from Turkey. At the same time we are endeavoring to increase the awareness of Turkish natural stone to make it the choice of designers. When we achieve these goals, we are simultaneously helping to improve the international awareness of Turkey, increase the size of our sector, to create new employment opportunities and contribute to Turkey’s economy. While pursuing all of these activities we have not forgotten efforts in education and public awareness in Turkey. We organized a symposium entitled “Creative Industries, New Visions” in cooperation with the Mimar Sinan Fine Arts University, Istanbul and the Istanbul Development Agency, that took place on March 30th, 2012, in the Sedad Hakkı Eldem Auditorium at the University. 300 students, sector representatives and academicians attended this noteworthy symposium. One of the important phases of our “Creative Industries, New Visions” project is our “Breaking Conventions in the Use of Natural Stone” design competition. Students wishing to participate in the competition have until the 11th of May to submit their works. In the framework of this competition we are calling for young designers to create practical, easily produced, original designs and products in natural stone that can be used in daily life for shopping centers, airports, exterior cladding, bathrooms and outdoor areas. On the 8th of June we will present the winners of this competition. As always we will strive to inform you of all the projects we are realizing and new developments in line with the goals of Istanbul Mineral Exporters’ Association.
MAYIS - HAZİRAN 2012 / MAY - JUNE 2012
İÇİNDEKİLER 14
38 12 Haber: Yaratıcı Endüstrilerde Farklı Vizyonlar 14 Sergi: ‘Ve Mermer Dedi Ki: Yol Seni Değiştirir.’ 20 Tasarım: Zaha Hadid Architects ile Citco’nun Milano’daki pavyonu 30 Portre: Cengiz Bektaş PROJELER: 38
Akoura: SC Evi Quinta do Vallado Şaraphane ve Oteli Tchoban Etkinlik takvimi
114
8 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
50 Kuveyt: Al Hamra Tower 60 Datça: Çağlar Evi 70 Peso da Régua: 86 Santiago de Compostela: Puenta Sarela 94 Portfolyo: Sergei
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 113
CONTENTS
20
50
94
12 News: Different Visions in Creative Industries 14 Exhibition: ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’ 20 Design: Citco with Zaha Hadid Architects 30 Portrait: Cengiz Bektaş PROJECTS: 39 Akoura: SC House 50 Kuwait City: Al Hamra Tower 60 Datça: Çağlar House 70 Peso da Régua: Quinta do Vallado Winery and Hotel 86 Santiago de Compostela: Puenta Sarela 94 Portfolio: Sergei Tchoban 114 Events calendar
10 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Haber/News
‘YARATICI ENDÜSTRILERDE FARKLI VIZYONLAR’ İSTANBUL MADEN İHRACATÇILARI BIRLIĞI ‘YARATICI ENDÜSTRILERDE FARKLI VIZYONLAR’ PROJESIYLE GENÇ MIMAR VE TASARIMCILARLA BULUŞUYOR. ‘DIFFERENT VISIONS IN CREATIVE INDUSTRIES’ ISTANBUL MINERAL EXPORTERS’ ASSOCIATION JOINS YOUNG TALENTS IN DESIGN AND ARCHITECTURE WITH ‘DIFFERENT VISIONS IN CREATIVE INDUSTRIES’.
Genç mimar ve tasarımcılar ile sektör temsilcilerini bir araya getirmeyi ve Türk doğal taşlarını daha yakından tanıtmayı amaçlayan ve bir yıl sürecek ‘Yaratıcı Endüstrilerde Farklı Vizyonlar’ projesi genel düzeyde mimarlık, iç mimarlık ve endüstriyel tasarım bölümlerinde okuyan öğrencileri, bu meslek dalları ile ilgilenen kişileri ve doğal taş sektörü temsilcilerini hedeflerken, özelde Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde mimarlık, iç mimarlık ve endüstriyel tasarım bölümlerinde okuyan 30 genç mimar ve tasarımcının mesleki eğitimini desteklemek üzere düzenleniyor. Bilgi-iletişim çağının sonucu olarak karşımıza çıkan teknolojik gelişmeler günümüz yaşam biçiminin giderek yapaylaşmasına neden oluyor. Bu yapaylık özellikle de mekanlarda kendini hissettiriyor. Doğal malzemelerin yerine önerilen pek çok ürün her geçen gün daha çok yaşam alanına yerleşse de, doğal olanın sağladığı işlevsel ve estetik çeşitliliği ne ölçüde karşıladığı tartışmalı... Doğal taş da gelişen endüstriyel yöntemlerle, benzerlerinin sıkça üretildiği malzemelerin başında yer alıyor. Kaliteli doğal taş rezervine sahip, pek çok ülkeye doğal taş ihraç eden ülkeler arasında üst sıralarda yer alan ülkemizde, doğal taşın mimari ve tasarım alanında bilinçli kullanımının yaygınlaştırılması önemli bir gereklilik. Doğal taş malzemenin farklı tasarım alanlarında kullanımını desteklemenin, endüstriyel, mekansal ve tasarım boyutlarıyla çok yönlü kazanımları da beraberinde getireceği kesin. Bu amaçla, İstanbul Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen Yaratıcı 12 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
‘Different Visions in Creative Industries’, a project aiming to introduce young designers and architects with industry representatives as well as providing indepth information on Turkish natural stones will be actively carried out in various events throughout the year 2012 in Turkey. The project will provide support for the education of 30 students in the Architecture, Interior Design and Industrial Design departments of Mimar Sinan Fine Arts University. New technologies of the fast-paced informationcommunication era result in a more artificial way of living, especially in buildings and interior spaces. Although artifical alternatives replace natural materials in living spaces, their functional and aesthetic value is questionable. Natural stone is among the materials that has been widely replaced by these artificial alternatives. Thus in a country like Turkey, which has vast natural stone reserves, it is essential to expand the use of natural stone in architecture and design. One of the events organized by Istanbul Mineral Exporters’ Association and Mimar Sinan University
Endüstrilerde Farklı Vizyonlar projesi kapsamında İstanbul Maden İhracatçıları Birliği ve Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık Bölümü tarafından düzenlenen etkinliklerden biri, 29-30 Mart tarihlerinde düzenlenen ‘Doğal Yaşam – Doğal Taş Sempozyumu’. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sedad Hakkı Eldem Oditoryumu’nda gerçekleştirilen sempozyumun öncelikli amacı “Doğal Taş” malzemesinin sağladığı avantajları mekansal boyutta çok yönlü olarak irdelemek ve yeni tasarım yöntemleri ile farklı estetik söylemlere yer açmak; bunun yanı sıra, sektörle tasarımcıyı buluşturarak ilgili disiplinlerde konunun tartışılmasını ve son gelişmeleri paylaşmak… Akademik ortam içerisinde endüstriyel paydaşlarla meslek insanları ve öğrencilerin bir araya gelmesi de geleceğe yönelik hedeflerin belirlenmesi açısından ayrı bir önem taşıyor. Açılış konuşmalarını MSGSÜ Rektörü Prof. Dr. Yalçın Karayağız, MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü Başkanı Yrd. Doç. Dr. Saadet ve AYTIS ve Maden Sektör Kurulu Başkanı Ahmet Keleş’in yaptığı sempozyumda, Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Karadeniz Teknik Üniversitesi ve Yakın Doğu Üniversitesi gibi çeşitli üniversitelerden akademisyenlerin bildirileri sunuldu. Cengiz Bektaş, Gökhan Karakuş ve Prof. Dr. Faruk Çalapkulu’nun da davetli konuşmacı olarak yer aldıkları sempozyuma yaklaşık 300 kişi izleyici olarak katıldı. Sempozyumda, iki gün boyunca belirlenen tema kapsamında bilim kurulu tarafından değerlendirilerek seçilen bildiriler tartışıldı. Konu ile ilgili panellerin de yer aldığı etkinlikte “Artıktan Artıya” konulu workshop çalışmasında, öğrenciler tarafından üretilen tasarımlar sergilendi. ‘Doğal Taş Tasarımında Ezberleri Bozmak’ adlı yarışma ise mermer, traverten, granit gibi doğal taş artıklarının tasarımda değerlendirilmesine ve sürdürülebilir ürünlerin tasarlanmasına katkı sağlamayı, Türk doğal taş ve mermer endüstrisinin tasarım kalitesini ve çağdaş Türk tasarımını desteklemeyi, başarılı öğrencileri desteklemeyi, geleceğin tasarımcılarını sektörle buluşturmayı ve başarılı tasarımları ödüllendirmeyi amaçlıyor. 64 tasarımın yer aldığı yarışmanın birincisi, TWEAK adlı bisiklet parkı tasarımlarıyla, MSGSÜ Endüstriyel Ürün Tasarımı Bölümü’nden Yusufhan Doğan, MSGSÜ İç Mimarlık Bölümü’nden Mustafa Özkurt ve Haliç Üniversitesi Mimarlık Bölümü’nden Ali Can Erdal oldu. Ekip 12 bin TL ödül aldı. Ödül töreninde; ikinciye, üçüncüye ve mansiyon sahiplerine de çeşitli para ödülleri verildi.
“DOĞAL TAŞ KULLANIMINDA EZBERLERI BOZMAK” YARIŞMASINI KAZANAN TWEAK BISIKLET PARKI. THE WINNER OF THE DESIGN COMPETITION: TWEAK
Interior Design Department with this aim was ‘Natural Life - Natural Stone Symposium’. The symposium took place at Mimar Sinan Fine Arts University on March 29 and 30. The main objective of the symposium was to analyze the advantages of using natural stone in spaces and enable new ways of aesthetic expression, as well as forming a platform for a productive discussion between designers and industry representatives. The symposium which was attended by 300 visitors hosted many renowned speakers as well as an exhibition of students’ designs. Another event within the ‘Different Visions in Creative Industries’ project is the ‘Breaking Conventions in the Use of Natural Stone’ competition. The competition aims to support the design of sustainable products created using scraps of natural stone. It will also support succesful students in their education and careers. The winners of the competition were Yusufhan Dogan (MSGSÜ Department of Industrial Design), Mustafa Özkurt (MSGSÜ Department of Interior Design) and Ali Can Erdal (Halic University Department of Architecture) with their bicycle park ‘TWEAK’. The winning design was selected from 64 entries and received an award of 12,000 TL. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 13
Sergi/Exhibition
14 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Türk mermeri Milano’da
İSTANBUL VE EGE MADEN İHRACATÇILARI BIRLIKLERI TARAFINDAN DÜZENLENEN VE DOKUZ ÜNLÜ TASARIMCININ ESERLERININ YER ALDIĞI “THUS SPOKE THE MARBLE: THE JOURNEY ALTERS YOU” (VE MERMER DEDI KI: YOL SENI DEĞIŞTIRIR) SERGISI MILANO TASARIM HAFTASI’NIN KALBI ZONA TORTONA’DA IZLEYICILERLE BULUŞTU.
THUS SPOKE THE MARBLE THE EXHIBITION ‘THUS SPOKE THE MARBLE: THE JOURNEY ALTERS YOU’ ORGANIZED BY THE ISTANBUL MINERAL EXPORTERS’ ASSOCIATION (IMIB) AND THE AEGEAN MINERAL EXPORTERS’ASSOCIATION (EMIB) SHOWCASED WORKS DESIGNED BY RENOWNED DESIGNERS AT ZONA TORTONA DURING THE MILAN DESIGN WEEK.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 15
Sergi/Exhibition
DEMIRDEN DESIGN / CELEBRATION
ALFREDO HÄBERLI / ENLIGHTENMENT
T
ürkiye’nin eşsiz renk ve desen çeşitliliğine sahip doğal taşlarının uluslararası arenadaki marka imajını güçlendirmeyi hedefleyen İstanbul ve Ege Maden İhracatçıları Birlikleri; dünyaca ünlü 9 tasarımcı tarafından gerçekleştirilen eserlerle çok özel bir sergiye imza attı. Türk ve yabancı tasarımcıların ellerinde yeniden hayat bulan eserler; Milano Tasarım Haftası’nın kalbi Zona Tortona’da 17 - 22 Nisan tarihleri arasında izleyicileriyle buluştu. “Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You” (Ve mermer dedi ki: Yol seni değiştirir) adlı sergide dünyaca ünlü dokuz tasarımcının Anadolu mermeri ile yaptıkları “yolculuk” temalı tasarımlar sergilendi. Türkiye’den Emre Arolat, Can Yalman, Ayşe Birsel (Birsel + Seck) ve serginin küratörlüğünü de üstlenen Demirden Design’ın tasarımlarının bulunduğu sergide, dünyanın önde gelen tasarımcıları İspanyol ikili El Ultimo Grito, Richard Hutten, Werner Aisslinger, Alfredo Häberli ve James Irvine de eserleriyle yer aldı. Mermerin “hikâye anlatıcı” rolünü üstlendiği serginin mekan tasarımı, kurumsal kimlik ve küratörlüğünü İstanbullu tasarım stüdyosu Demirden Design gerçekleştirdi. Sergi kapsamında, Türk ve yabancı tasarımcılardan Anadolu mermerinin, mimarinin farklı platformlarında yenilikçi kullanımına referans oluşturacak eserler tasarlamaları istendi. Sanatçılar hayat yolculuğunda yaşadığımız duygusal süreçleri tasarımlarıyla görselleştirdi. Altı ülkeden dokuz tasarımcının oluşturduğu bu eserler, sergi ismini referans alan patikalarla birbirine bağlanarak sergilendi. Bu şekilde serginin ilettiği 16 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
W
orld-renowned designers, Werner Aisslinger, Emre Arolat, Birsel + Seck, the El Ultimo Grito duo, Alfredo Häberli, Richard Hutten, James Irvine and Can Yalman, showcased their work in Thus Spoke The Marble: The Journey Alters You, during the Milan Design Week and Salone del Mobile - an exhibition that will travel to a series of other international key destinations after its Milan premiere. Organized by the Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) and the Aegean Mineral Exporters’ Association (EMIB), and curated by major Turkish design studio, Demirden Design, the project is groundbreaking in that its ambitions reach far beyond those of a purely commercial display. Spread over 900 square-metres of the famous Superstudio Più Art Garden and while demonstrating and exploring the numerous ways in which Turkish marble can be used in both architecture and interior design, the installations by the participating designers revealed the material’s symbolic and spiritual power. Demirden Design asked the designers to reflect on the deep-seated emotions that emerge over the course of an inner journey and to use this as a starting point for
WERNER AISSLINGER / LOVE’S GAZEBO
içsel yolculuk metaforu temsil edilerek çerçevesi büyük ölçüde bu içsel yüzleşme ve deneyselliğe odaklandı. Tasarım dünyasının kalbinin altı gün boyunca Milano’da attığı Tasarım Haftası’nda etkinlikler şehir merkezindeki Zona Tortona’nın sokaklarında gerçekleştirildi. Thus Spoke the Marble Sergisi’nin mekânı ise Zona Tortona’nın tapınağı haline gelen Superstudio Più Binası oldu. Sergi, Superstudio Più Binası’nın Sanat Bahçesi’nde, 900 metrekarelik açık alandaki dokuz platform üzerinde yapılandırılmış büyüleyici bir alanda ziyaretçileri karşıladı.
MERMER VE HAYAT: HER ADIMDA IKISI DE YENIDEN ŞEKILLENIYOR Sergi kapsamında, her tasarımcı hayat yolculuğumuz boyunca bizi şekillendiren duyguları, 12 metrekarelik platformlar üzerine işledi. Tasarımcılar, Anadolu
RICHARD HUTTEN / EXCITEMENT
an installation that would communicate them. Its symbolic title: ‘Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You’ thus invites visitors on a journey of rediscovery, revealing the narrative qualities of the material. As well as being a perfect location for rest and relaxation, it also intends to be a place of insight, discussion, and meditation. The exhibition also hooks onto a tradition of over four thousand years, in which Turkish marble from across Anatolia has been the basic material for great works of art and architecture, from classical antiquity to Byzantine, Ottoman and modern times. It will also illustrate the creative revival that has characterized the country in recent years, and its design and architectural scene in particular. Thus Spoke the Marble: The Journey Alters You was built across nine platforms, each carrying an installation, and linked by wooden and iron pathways, representing the metaphor of the inner journey. The projects exhibited include a ‘Marble Rosarium’ by Berlin-based architect and designer Werner Aisslinger, a stunning arrangement of marble slabs crafted into the shape of flowers and combined into a playful secret garden space, whereas the leading Dutch designer Richard Hutten invited visitors on a somewhat uncomfortable walk inside a crate entirely covered with polychromic marble that reproduces worlds and symbols from the realm of imagination. The Anglo-Spanish duo El Ultimo Grito (Rosario Hurtado and Roberto Feo) has created an installation where visitors could sit or lie down on a gently sloping piece of marble, while James Irvine challenged gravity by MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 17
Sergi/Exhibition
mermerinin mimarideki özgün ve yaratıcı kullanımına yönelik örnek mekanlar oluşturdu. Bu mekanların her biri, ahşap yollarla birbirine bağlanan dokuz platform üzerinde yer aldı. Mermer bu mekanların bazılarında metal, ahşap ve demir gibi destekleyici malzemelerle zenginleştirildi. Bahçenin genelinde bir rota oluşturan ve mekanları birbirine bağlayan yollar ise içsel yolculuğu sembolize etti. Sergi çerçevesi büyük ölçüde bu içsel yüzleşme ve deneyselliğe odaklandı. Serginin öne çıkan çalışmalarından birine imza atan Werner Aisslinger, ‘Mermer Kameriye’ ile çiçek formlarını mermer ile yorumladı ve alternatif bir gizli bahçe yarattı. Tanınmış Hollandalı tasarımcı Richard Hutten, ziyaretçileri hayal güçleri ile yaşamı yeniden yorumlamaya davet ettiği polikromik mermerlerle kaplanan tasarımıyla, ziyaretçileri keyifli bir gezintiye çıkardı. Anadolu mermerinin ziyaretçilerini ağırladığı mermer bahçenin sürprizlerinden bir diğeri ise İspanyol ikili El Ultimo Grito’nun (Rosario Hurtado ve Roberto Feo) tasarımıydı. Sergiyi gezenler, İspanyol tasarımcıların yarattığı hafif eğimli mermer üzerine oturma, uzanma ve soluklanma fırsatı buldular. Büyük ilgi gören bu mekanda, sınırsızlığın vurgulandığı bir peyzaj oluşturuldu.
keeping a heavy tabletop suspended in the air. The Istanbul Mineral Exporters’ Association (IMIB) and the Aegean Mineral Exporters’ Association (EMIB) are professional non-profit associations which deal with all export activities in the mineral sector of their regions. The Istanbul Mineral Exporters’ Association was founded in 1976 and has 3200 members and the Aegean Mineral Exporters’ Association was founded in 1991 and has 1400 members. With this exhibition, they aim to communicate the importance that the Turkish natural stone industry gives to design and innovation while strengthening the notion of the country as a powerful manufacturing centre for these precious materials. Demirden Design was founded in 1994 by Mehtap Obuz, Demir Obuz and Sema Obuz, and develops graphic-, product, brand, event and exhibition design. In 2009, the studio created ilio, a highly successful and innovative tableware brand.
CAN YALMAN / RECOLLECTION
EL ULTIMO GRITO / VISTAS
18 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
ÖNDE / FRONT: JAMES IRVINE / SUSPENSE ARKADA / BACK: EMRE AROLAT / FINALITY
BIRSEL + SECK / UNITY
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 19
Sergi/Exhibition
Mermerde hiper-arkaizm
ZAHA HADID ARCHITECTS MILANO’DAKI 2012 SALONE DEL MOBILE’YE PARALEL OLARAK GERÇEKLEŞTIRDIKLERI BAHÇE PAVYONUNDA MERMER, ZANAAT VE PARAMETRIK TASARIMI BIR ARADA KULLANIYOR.
20 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
HYPERARCHAISM IN MARBLE ZAHA HADID ARCHITECTS FUSE MARBLE, HANDCRAFT AND PARAMETRIC DESIGN IN A GARDEN PAVILION IN MILAN DURING THE SALONE DEL MOBILE 2012 YAZI-TEXT: GÖKHAN KARAKUŞ, FOTOĞRAF-PHOTO: CITCO’NUN İZNİYLE, COURTESY OF CITCO
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 21
Sergi/Exhibition
PAVYON IÇERISINDE BULUNAN ÜÇ PANELE AIT DESENLER, YAPININ IÇ HATLARINA GÖRE ŞEKILLENDIRILMIŞ. THE DESIGNS OF THE PATTERNS OF THE THREE MARBLE PANELS ARE BASED ON THE SURFACES OF THE PAVILION STRUCTURE.
Z
anaat, malzeme ve tasarımın bileşimi uzun zamandan beri mimarlığın temelini teşkil ediyor. Batı’da ve Doğu’da modernizm öncesi dönemde yapı malzemeleri en küçük evlerden dev kent ölçeğine kadar el işçiliğiyle bir arada mimaride kullanılıyordu. Batı dünyasında 18. yüzyıldan itibaren makine ve teknolojiye verilen önem, mimarinin zanaat yönünü büyük ölçüde azalttı. Binalar yaşam makinelerine dönüştü. Fabrikalar, ofis binaları, toplu konutlar ve alışveriş merkezleri ve oteller gibi yeni ticari yapı tipleri, mimari pratiğin endüstriyel üretim etrafında standardize olmasına sebep oldu. Bu kitlesel endüstriyel yaklaşım, sistem tabanlı mimarlığın ve buna paralel olarak yapı malzemelerinin değişimine yol açtı. 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu otomatikleşen çalışma biçimini karşılamak üzere mimarlıkta bilgisayar destekli yöntemler ortaya çıktı. Önce mühendislik ve inşaatta ihtiyaç duyulan hesaplamalarda kullanılan bilgisayar desteği, bilgisayar destekli tasarımın (CAD) görsel ve grafik yazılım araçlarında vazgeçilmez hale geldi. 20. yüzyılın sonunda bu proses daha da gelişti, üç boyutlu modelleme ve render yazılımları tasarımcılara nesneleri üç boyutlu bir uzayda modelleme ve görselleştirme olanağı verdi. Hesaplama ve tasarım entegrasyonunun günümüzdeki durumuna ulaşması, yazılımın tasarım sürecine uygulanmasıyla gerçekleşti. Matematiksel ve geometrik hesaplamayla bu tür ‘parametrik’ mimaride yaratılan yeni stil eğilimleri hala geçerliliğini koruyor.
22 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
T
he union of craft, material and design has long been the basis for architecture. In the pre-modern period in the West as well as East building materials were fashioned by hand into architecture from the smallest domestic constructions to vast urban settings. From the 18th century on in the Western world, the emphasis on machinery and technology reduced the craft aspects of architecture significantly. Buildings became machines for living. Factories, office buildings, mass housing and new commercial building types such as shopping malls and hotels standardized architectural practice around industrial production. Systems based architecture and in parallel building materials, were transformed by this mass industrial approach. From the latter part of the 20th century, computer driven methods of architecture arose to meet the demands of this highly automated way of working. First, the computer assisted in the calculations needed for engineering and construction. Later it became central to the set of visual and graphic software tools of architecture in computer assisted design or CAD.
PARAMETRIK YÖNTEMLERLE TASARLANAN DESENLER DIJITAL ÜRETIM YÖNTEMLERI VE EL IŞÇILIĞI ILE ORTAYA ÇIKARTILMIŞ. THE PATTERNS ARE PRODUCED USING A COMBINATION OF PARAMETRIC DESIGN, DIGITAL MANUFACTURING AND HANDCRAFT.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 23
Sergi/Exhibition
24 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Bu yaklaşımın önde gelen temsilcilerinden biri Londra’dan Zaha Hadid Architects. Hadid ve firmanın ortağı ve yöneticisi Patrick Schumacher son 20 yılda parametrik, yazılımla programlanmış tasarımı pratiklerine sıklıkla dahil ettiler. Son zamanlarda dijital tasarıma bilgisayar destekli üretim proseslerini de eklediler. Matematik ve hesaplamanın mimari tasarım ve üretimde koordineli olarak kullanımı mimari metodolojinin gelecekte alacağı yön açısından önemli bir adım oluşturuyor. Bu tasarım yaklaşımın barındırdığı potansiyeli mimarların Milano’daki Salone del Mobile 2012 sırasındaki ‘Secret Garden’ sergisi kapsamında sergiledikleri ‘Citco ve Zaha Hadid Architects’ adlı pavyon ve mermer panellerde görmek mümkün. Bu pavyon ve üç mermer panel, Zaha Hadid Architects’in dekoratif mermer tasarımlarıyla dikkat çeken İtalyan mermer şirketi Citco ile işbirliği sonucunda gerçekleştirilmiş. Pavyonun kıvrımlı formu Zaha Hadid Architects’in son dönemlerdeki işleriyle doğrudan alakalı. Alanı tanımlayan akıcı hatlar ekibin mimarinin temeli olarak soyut geometrilere verdiği önemi ortaya koyuyor. Çimento levhalar arasındaki çelik yapı, Abu Dhabi Performans Sanatları Merkezi ve Roma’da henüz tamamlanan MAXXI: XXI Yüzyıl Sanatları Müzesinin iç mekanlarında görülen lineer ve kontürlü yapıların daha küçük, sınırlı bir versiyonu. Pavyonun tasarımında doğal çevre üzerine daha derin bir düşünce mevcut. Yükseltilmiş zemini ile pavyon bahçeden farklılaşsa da kıvrımlarının doğal çevresindeki ağaçlar ve yeşilliklerle ilişki kurması
AKIŞKAN BIR FORMA SAHIP OLAN PAVYON, MILANO’DA SAKIN BIR BAHÇENIN DOĞAL DOKUSU IÇERISINDE KONUMLANDIRILMIŞ. THE DYNAMIC, FLOWING FORMS OF THE PAVILION ARE SET IN A QUITE GARDEN IN MILAN.
At the end of the 20th century this process was advanced further as 3D modeling and rendering software allowed designers to graphically model and render objects in a computerized three-dimensional space. The process of integrating computation and design reached its present iteration when computer programming or scripting was applied to the design process. Mathematical and geometric calculation generated new stylistic tendencies in this type of “parametric” architecture that is still being pursued today. One of the leading protagonists of this approach has been Zaha Hadid Architects of London, England. Over the last 20 years, Hadid and her partner the firm’s Director Patrick Schumacher have thoroughly integrated parametric, scripted design into their practice. Of late they have started to further incorporate digital design with computerized manufacturing processes. This coordinated use of mathematics and computation in the design and production of architecture is an important step in the future direction of architectural method. We can clearly see the potential for this design approach in their recently completed pavilion and marble panels entitled, “Citco with Zaha Hadid Architects” shown as part of the Secret Garden exhibit during the week of the Salone del Mobile, 2012, in Milan, Italy. Zaha Hadid Architects in cooperation with Citco, an Italian marble company known for the design and production of detailed decorative marble surfaces, have designed and produced the pavilion structure and it’s three marble panels. The curving form of the Pavilion is directly related to the work of Zaha Hadid Architects in previous decades. It’s sweeping, flowing lines defining space exhibits the practices continuing interest in abstract geometries as the MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 25
Sergi/Exhibition
26 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
PANELLERDEKI MERMER DOKUSU, OYMA VE DELME YÖNTEMLERIYLE ŞEKILLENDIRILMIŞ. THE PUNCTURING AND ENGRAVING OF MARBLE PRODUCES THE TEXTURE OF THE PANEL.
hedefleniyor. Çıkıntılı pavyonun açık alanlarından görünen ağaç gövdeleri ve dallarla elementler arası katmanlar oluşturuluyor. Tasarımcılar bu şekilde bahçenin dokusuyla, pavyonun ana bölümü olan 3 mermer panel arasında bağlantı kuruyor. Tasarımda kullanılan mermerler Zaha Hadid Architects tarafından “ Enerji jeolojiye uygulandığında… yinelenen büyüme ve erozyon döngüleri geliştiren… doğal alemdeki organizasyon sistemlerinin karmaşık güzelliğinden türetilmiş.” olarak tanımlanıyor. Her ne kadar doğadan ilham almış olsa da bu tasarımın en başarılı bölümü insan elinden çıkması. Citco’nun mermerdeki engin tecrübesinden gelen tasarım ve üretim becerisi Zaha Hadid Architects’in gelişmiş parametrik tasarım stratejileriyle birleşince gerçekten ilgi çekici bir sonuç ortaya çıkıyor. Dijital üretim, el üretimiyle koordine ediliyor. Mermer parçaları ayrı ayrı water-jet tekniğiyle kesildikten veya öğütüldükten sonra elle cilalanıyor ve paneli ortaya çıkaracak şekilde monte ediliyor. El ve makinenin son ürünün temel parçalarını oluşturacak şekilde bir arada kullanıldığı bu proses, pavyonun duvarlarını kaplayan bu hayli karmaşık ve çarpıcı deseni ortaya çıkarıyor. Bu güçlü desen girinti ve çıkıntılarıyla, mermerin özgün bir uygulaması sayesinde pavyonun kıvrımlı formunu takip ediyor. Modern mimari burada zanaat ve teknolojiyi buluşturarak malzeme, matematik ve el becerisini, ilginç bir şekilde modernizm öncesi çalışma biçimlerine yakın bir şekilde bir araya getiriyor. Dalgalı dokuları ve genişleyen desenleriyle panellerin karmaşık yüzey geometrileri ancak zanaat ve hesaplamanın sözkonusu bileşimi ile mümkün. Mimarlar doğanın formlarının etkisine dikkat çekse de, bu formlar ancak insan elinin becerisiyle hayat bulabiliyor. Doğadan alınan ilham tasarımcıların yaklaşımında belki önemli bir faktör,
basis of architecture. The steel structure clad in cement boards is a smaller more constrained version of the linear and contoured structures such as the design for the Abu Dhabi Performing Arts Center or the interiors of the recently completed MAXXI: Museum of XXI Century Arts in Rome. Here in the pavilion’s design there has been a further reflection of the natural environment. While this pavilion with its raised base is distinct from the lush garden an effort has been made to integrate its contours with the trees and foliage of the natural setting. There is a layering of elements as the tree trunks and branches are visible through the open spaces of the cantilevered pavilion. In this way, the designers have in the pavilion’s architecture tried to mediate between the organic textures of the garden setting and the pavilions principal feature, the 3 marble panels produced by Citco. These panels in Nero Marquina, Carrara bianco and Radica Etruscan Grey marble are described by Zaha Hadid Architects as “…derived from the intricate beauty of organizational systems in the natural world. …when energy is applied to geology–developing a geometric set of repeated growth and erosion cycles.” While nature is the influence it is perhaps the hand of man that is the part of the more successful part of this design. With Citco and its many years of experience in marble as a partner, we see here an intriguing mix of their design and production skills with Zaha Hadid Architects advanced parametric design strategies. Digital manufacturing is coordinated with production made by hand. The individual marble pieces were water-jet cut or milled then hand polished and assembled into the finished panel. The process is a combination of hand and machine each an integral part of the final product that has resulted in this highly intricate and explosive pattern covering the walls of the pavilion. Jutting in various directions the incised and articulated pattern moves around the curving shape of the pavilion in a unique application of marble. In its merger of handcraft and technology, modern MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 27
Sergi/Exhibition
MERMERIN HER KATMANDA FARKLILAŞAN DOKUSU, MATEMATIKSEL HESAPLARLA OLUŞTURULMUŞ. MATHEMATICS WAS USED IN THE GENERATION OF A UNIQUE TEXTURED PATTERN.
PROJE / PROJECT: Citco with Zaha Hadid Architects PROGRAM: Salone del Mobile 2012’de 3 mermer rölyef ve pavyon / 3 marble reliefs and pavilion at Salone del Mobile 2012 YER / LOCATION: Milano, İtalya / Milan, Italy TARİH / DATE: 2012
ama Zaha Hadid Architects’in Citco mermeriyle bu çalışması ancak insanoğlunun soyut geometrik desenleri tahayyül etmesi ve bunları fizikselleştirmesi ile mümkün olabiliyor. Modernizm öncesi zanaatle benzerlik gösteren, teknoloji ile geleneksel desen oluşturma tekniğinin bir arada kullanımında, tasarımda ileri hesaplamayla bu geleneklerin buluşturulması önemli bir rol üstleniyor. ‘Hiperarkaik’ adını verdiğim bu yaklaşım, geometri desen ve formun, geleneksel zanaat teknikleri ile sentezi. Milano’daki pavyonda da görüyoruz ki, fiziksel yaratım için gereken teknik beceriyi ortaya koyan insan elinin hüneri olmasa, bu tür desene dayalı geometrik tasarım da mümkün olamazdı. İnsanın kendisi, hem form hem de kavram olarak, burada gördüğümüz karmaşık organizasyon sistemlerini üretebilen organik ve doğal bir güç. 28 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
architecture here combines materials, mathematics and craft in a way that is ironically closer to pre-modern ways of working. The intricate surface geometries of these panels with their expanding patterns and undulating textures are only possible in this combination of craft and computation. While the architects point to the influence of the forms of nature in these forms it would perhaps be better to relate the hand of man in their creation. Biomimesis, being inspired by nature, is perhaps an important factor in the designers approach but it seems that the marble of the Citco with Zaha Hadid Architects Pavilion could only be achieved by the ability of man to conceive of abstract geometric patterns and then make them physical. We see in this work a similarity to pre-modern ways of handcraft with their emphasis on technique combined with patternmaking. In this case there is the important role played by advanced computation in design merging with these traditions. This approach which I have termed “hyperarchaic” is the synthesis of geometry, pattern and form with traditional methods of handcraft. In the marble panels in Zaha Hadid Architects and Citco’s pavilion in Milan we see that in fact if it were not for the capabilities of man’s hand, the technical prowess required for their physical creation, that this type of pattern based geometrical design would not be possible. Man his himself an organic, natural force capable of the generation of complex organizational systems as both form and concept that we see exhibited here.
Portre/Portrait
Mimarca doğal taş CENGIZ BEKTAŞ 30 YILLIK MIMARLIK SERÜVENINDE, DOĞAL TAŞIN IFADE GÜCÜNDEN YARARLANARAK YEREL MIMARIYE ÇAĞDAŞ YORUM GETIREN BIR USTA.
NATURAL STONE IN ARCHITECTURE IN HIS 30 YEARS OF PRACTICE MASTER ARCHITECT CENGIZ BEKTAŞ HAS USED THE EXPRESSIVE POWER OF NATURAL STONE TO BRING A CONTEMPORARY PERSPECTIVE TO REGIONAL ARCHITECTURE YAZI-TEXT: GÖZDE KAVALCI,GÖKHAN KARAKUŞ, FOTOĞRAF-PHOTO: CENGIZ BEKTAŞ
T
ürkiye’de yerel mimari ile ilgili sayısız çalışmalar yapan ve bunları yayımlayan Cengiz Bektaş, her çalışmasında bölgesel mimari özellikleri ve yerel yapılarda kullanılan malzemeleri incelikle ele aldı. Doğal taş kullanımının detaylarını içeren birçok kitabına ek olarak 2005’de, Mimarca Doğal Taş’ı da tarih öncesi çağlardan itibaren mermer kullanımı üzerine, şairane bir içerikle ortaya çıkardı. Bir malzeme olarak mermeri ve mermer ile inşa edilen tüm yapıları, antik çağlardan beri insanların yaşamlarını bir sonraki döneme aktarmaktaki en önemli araçlardan biri olarak kabul eden Bektaş, kitabında efsanevi bir şekilde ele aldığı malzemeyi, özellikleri, nerelerde kullanıldığı, nereden çıkartıldığı, taşınması, ustaları ve kendi algılayış şekli dahil olmak üzere detaylı bir şekilde sunuyor. Onlarca yıldır, yerel mimarinin çağdaş bir şekilde yorumlanmasının Türkiye’deki ilk örneklerini ortaya koyan mimarın, Muğla’da bulunan iki projesi de bakış açısının ve araştırmalarının gerçek ölçekteki birer yansıması. Bektaş, çok sayıda yayını ve Cumhuriyet Dönemi’nden itibaren gerçekleştirdiği yapılarıyla, mimarlığın bir meslek olarak çağdaş hayat içerisinde farklılaşan konumuna alternatif bir varoluş sergiliyor. 30 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
O
ne of Turkey’s best-known modern architects and writers, Cengiz Bektaş has devoted his life to a series of important research books on vernacular architecture in Turkey focusing on regional distinctions in materials and techniques. Combining his research with a parallel pursuit of poetry, in 2005 he published a book entitled Natural Stone In Architecture that mixed his poetic literary style with his research on stone and marble in the cultures of Anatolia since prehistoric times. This book uniquely combining Bektaş’ literary and architectural interests traces the use of marble in architecture from the classic period into the present. He uses examples that show how different types of stone found in Turkey have established continuity in architecture and design. His detailed “poetic analysis” concentrates on how one period’s efforts flow into the next through detailed examination of stone types, specific applications, geographic sources, modes of transportation, and the craftsmen and masonry culture surrounding this legendary material. Bektaş’s own architectural works in stone have been a part of his practice since the late 1960s. His first foray into the contemporary application of traditional masonry techniques in the Aegean in a Hotel in Bodrum, Muğla, in 1974, shows his architectonic and expressive interest in stone. His recent Stone House in the village of Kötekli, Muğla, applies his vision of a modernized vernacular with an ecological vision. These two buildings along with his strident efforts to raise the awareness of architecture and tradition in everyday life present an alternative idea of the social role of the architect in our transformative times.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 31
Portre/Portrait
SUYU SONSUZLUK KAVRAMIYLA ILIŞKILENDIREN BEKTAŞ, BODRUM VE KUZGUNCUK’TAKI ESERLERINDE HITIT DÖNEMINDEN ILHAM ALIYOR.. RELATING WATER TO THE CONCEPT OF INFINITY, BEKTAŞ WAS INSPIRED BY THE HITITE PERIOD IN HIS WORKS IN BODRUM AND KUZGUNCUK.
CENGIZ BEKTAŞ’IN KITABI ‘MIMARCA DOĞAL TAŞ’TAN…
FROM ‘NATURAL STONE IN ARCHITECTURE’, CENGİZ BEKTAŞ, 2005
Önce mermer, Anadolu’da, insan elinde dillendi binlerce yıldır. Koşullara direnip bugünlere kalabildiğinden, insana insanı kesintisiz anlatıyor. Bu anlatısını sürdürebilmesi için, bugün de, kendisine sevgiyle dokunacak usta elleri arıyor, ülkemizin her yerinde ... Adı Anadolu’nun daha eski dillerinde ne deniyordu bilmiyorum. Bir yerlerde de bulamadım. “Mermer” sözcüğü, çoğu dillerde olduğu gibi, dilimize eski Hellenceden kalmış: Marmaro Marmara Denizi’nin, oradaki Marmara Adası’nın adı da bu sözcükten geliyor. Aslı billurlaşmış kireç taşı. Özelliği İşlenebilirlik, dayanıklılık, koruyuculuk, yalıtıcılık, bir de iyi parlatılabilmesi… Gerçekte mermer olmamalarına karşın parlatılabilen başka taşlara da mermer denilebiliyor günlük yaşantımızda... Nerelerde kullanılıyor? Özellikleri, onu kullanmaya zorluyor yaptıranı da, yapanı da... Bugüne dek bütün yapı işlerinde kullanılmış. Koca koca mermer bloklarla duvarlar yapılmış; daha küçükleriyle de... Kolonlar, kirişler, kemerler, kubbeler yapılmış... Duvarın som mermerden yapılması çok pahalıya gelince, kaplama olarak kullanılmış... Duvar kaplaması, yer kaplaması (döşeme)... Rengiyle, suyuna ya da dikine kesilerek damarların oluşturduğu soyut biçimleriyle, kesimle elde edilen ayrı parçalarının bir araya getirilmesiyle oluşturulan desenlerle, insanın gözünü okşarmış durmuş kaplamalarda... Dün de içini titretmişler insanın bugün de titretiyorlar... Şunca çağı aşıp gelmelerinden besbelli, yarın da titretecekler... Oylum içinde daha bir okşanır olmuş mermer... Açık ocaklar,
Before Marble was shaped by the inhabitants of Anatolia for thousands of years. Because it resists change, it exists in our time, marble reflects the humanity of the past to the humanity of the future without distortion. In order to continue its tale into the present, marble in every part of our country expects to be carved by skilful hands with compassionate care. Its name I do not know what its name was in the ancient languages of Anatolia. I was unable to find its origins. The word ‘marble’ was derived from the old Hellenic Greek language. The name of the Marmara Sea and the Marmara Island located there also originated from this word. Its origin in this crystallized limestone Its characteristics Easy to carve, durable, protective, insulating and also highly polishable. It is very common to call other stones that can shine “marble” although they are not real marble. Its use Its characteristics have always motivated man to use it. It has been used in all construction settings. For example, walls were constructed with huge marble blocks whereas columns, beams, arches and domes were constructed with smaller ones. Because of the cost of construction of walls with pure marble was too high it began to be used as cladding material, as pavement and on the walls. By combining different colors of marble together and by means of cross cut and vein cut one can create different surface alternatives and many other variations can be represented. Not only walls and floors, but also stairs and stair rails are possible as well ... Marble as a recess, as an oven, on a table, on a board for leveling off a measure of grain looks so beautiful, even as “doors for heaven” as in the Hagia
32 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
masalar, silmeler, Ayasofya’da olduğu gibi cennet kapıları bile... Biblolar, vazolar, küllükler, çiçeklikler... Yapılmış da yapılmış…Hamam mermersiz düşünülebilir mi? Mezar da öyle... İskender’in diye bilinen lahdi düşünün ya da bir Osmanlı mezarını... Şadırvanlar, çeşmeler, havuzlar... Ne zamandan beri kullanılıyor mermer? Anadolu’da insanların yaptıkları ilk el baltaları mermerden... Bulunabilmiş kanıtlara göre Anadolu’da mermerin işlenmeğe başlanması M.Ö. 6000 yıllarına dek iniyor. Çatalhöyük (VIA) katmanında bulunan “İki Tanrıça” M.Ö. 6000 yıllarından... Daha sonra Beyce Sultan’da bulunan Kadın İdol’ü, küçük heykelcikler, ak mermerden av kuşu, diz çökmüş tanrıça, M.Ö. 1900 yıllarından Asur tecim yerleşimi (koloni) döneminden Kültepe’de bulunmuş su mermerinden yapılmış idoller de o dönemden... Benim yaptıklarım Ben de seviyorum mermeri, hele bir de suyla birlikte olunca... Bu nedenle kuşkusuz, onu yalnız duvarda, yerde, balkonda kullanmadım. Geleneğin de yol göstermesiyle değişik arayışlarım da oldu…Yaptıklarımda sevgiyi bulmanız beni en çok sevindirecek. Sophia. Moreover everyday objects, vases, ashtrays and many other things are made of marble. Can one imagine a Turkish hamam without marble? Gravestones are also made of marble, Ottoman graveyard, fountains, pools are all made of marble. Where is it extracted? Marble exists in almost every part of Turkey but the most popular places, known by their rich marble reserves, are in the western parts of Turkey. In ancient times about 2000 B.C., marble quarries existed in many places in Anatolia such as Afyon, Marmara Island, Bandırma, Balıkesir, Ayaş, Mugla, Yalova, Akhisar, Manisa. One can list many places in Anatolia where marble is abundant. However, 90 of marble exists from Afyon to Marmara Island. At present, it is known that there are more than three hundred different kinds of marble in Turkey How long has marble been used in Anatolia? Axes made by the first man in Anatolia are made of marble. It is said that the use of marble in Anatolia goes back to 6000 B.C. The “Two Goddess” found at Çatalhoyük are from 6000 B.C. ... Then the female idol figures, small statues and the other objects found at Beyce Sultan are from 1900 B.C. There are marble quarries which have been operated since 2000 B.C. We know very well that Marmara marbles were used by Greeks. My efforts I also love marble, I love it more if it is combined with water. Therefore, I have doubtless used marble not only on the floor, wall and counters but also I searched for alternative places of use. This was mainly due to my preferences for tradition. I would be happy if you notice my affection for marble in my work. What I have imagined so far was mostly carved by many different skillful artisans such as Mustafa and Osman from Ankara, Ali Kavrem and Dursun from Istanbul. They all cut and carved marble. I am thankful to all of them but the master stonemason Veli did the most of the work. I really appreciate all the work they have done and I am sure they will be remembered with respect and appreciation for ever. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 33
Portre/Portrait
BODRUM’DA INŞA EDILEN YAPIDA, YIĞMA TAŞ DUVARLAR ÜZERINDEKI AĞIRLIĞI DAĞITMAK IÇIN HATILLAR KULLANILMIŞ. HORIZONTAL BEAMS EMBEDDED INTO THE STONE WALLS WERE USED TO STRENGTHEN AND SUPPORT THE REINFORCED CONCRETE FLOOR BEAMS.
YAYGIN YATIM EVI, TÜRK MAHALLESI, BODRUM, 1974
HOTEL COMPLEX, TÜRK MAHALLESI, BODRUM, 1974
Cengiz Bektaş’ın modern mimariyi Ege bölgesinin yerel mimarisiyle birleştirme deneyimlerinin ilki 1974’de Bodrum’daki bir otel projesi ile gerçekleşti. Önce Ege köylerinden ilham alan yaya patikalarının arasında bir yapı dizisi olarak planlanan projede, doğal taştan taşıyıcı duvarlar betonarme kirişlerle bir arada kullanılıyor. Taş duvara yerleştirilen yatay kirişlerin üzerine oturtulan bu çapraz kirişler genel yapıyı destekleyerek kuvvetlendiriyor. 40 cm’lik taş duvarlar inşaat sırasında taş ustalarının mimarlar tarafından dikkatle takibiyle asgari kalınlıkta tutulmuş. Maalesef projede sadece Yönetim Binası mimarın ekibiyle hayata geçirilmiş. Bu proje Bektaş’ın yapısal ifade gücü yüksek betonarmeye yönelik güçlü arkitektonik uygulamasının Ege yerel mimarisiyle işlevsel ve estetik entegrasyonunun ilk önemli sentezini oluşturuyor. Bu tarz ileriki yıllarda Ege ve Akdeniz bölgesinde çalışan pek çok mimar için bir referans noktası teşkil etmiştir.
Cengiz Bektaş’ initial experience with merging modern architecture with the vernacular architecture of the Aegean region occurred in 1974 in a project for a hotel in Bodrum. Initially planned as a series of buildings with pedestrian walkways inspired by the Aegean villages of Turkey, the hotel was constructed using a combination of natural stone load baring walls with reinforced concrete beams. These cross beams were placed on top of horizontal beams embedded in the stonewall to strengthen it and support the overall structure. The 40 cm stonewalls were kept to a minimum thickness during construction through the careful supervision of the the stone masons by the architects. Unfortunately this project saw only the Administrative Building realized with the cooperation of the architect’s team. It would be the first important synthesis of Bektaş’s strong architectonic application of structurally expressive reinforced concrete integrated functionally and aesthetically with the Aegean vernacular. This style would be a benchmark for many Turkish architects working in the Mediterranean region in the following years.
34 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
BODRUM YAYGIN YATIM EVI / BODRUM HOTEL YERİ/LOCATION: BODRUM, Türkiye/Turkey PROJE TARİHİ/PROJECT DATE: 1974 UYGULAMA TARİHİ/CONSTRUCTION DATE: 1974 TOPLAM İNŞAAT ALANI/TOTAL CONSTRUCTION AREA: 125 m² YARDIMCI MİMAR/ASSISTANT ARCHITECT: Kayhan Bakan, Şule Öz, Erol Günoz BEKTAŞ, EGE YÖRESEL MIMARISININ ÇAĞDAŞ BIR ŞEKILDE YORUMLANMASINDA, DOĞAL TAŞ ILE BETONARMENIN BIR ARADA KULLANILMASININ ILK ÖRNEKLERINI ORTAYA KOYUYOR. BEKTAŞ’ DESIGN MERGING NATURAL STONE MASONRY WALLS AND REINFORCED CONCRETE WAS HIS FIRST CONTEMPORARY TRANSFORMATION OF AEGEAN VERNACULAR ARCHITECTURE.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 35
Portre/Portrait
TAŞ EV / STONE HOUSE YERİ/LOCATION: Muğla, Türkiye/Turkey PROJE TARİHİ/PROJECT DATE: 2007 UYGULAMA TARİHİ/CONSTRUCTION DATE: 2008 TOPLAM İNŞAAT ALANI/TOTAL CONSTRUCTION AREA: 50 m² YARDIMCI MİMAR/ASSISTANT ARCHITECT: Y. Mimar Eda Erkan Altunbaş YAPIMCI/CONSTRUCTION COMPANY: İnş. Müh. M. Ragıp Aykutluğ, Mra Yapı San. Ve Ltd. Şti.
MUĞLAKÖTEKLI’DE BULUNAN TAŞ EV, TAMAMEN DOĞAL TAŞ VE SEDIR AĞACI KULLANILARAK INŞA EDILMIŞ. THIS STONE HOUSE FOUND IN MUĞLA-KÖTEKLI WAS MADE ONLY OUT OF STONE AND CEDAR.
TAŞ EV
STONE HOUSE, KÖTEKLI VILLAGE, MUĞLA 2008
Güney Ege’nin en etkileyici köşelerine sahip olan Muğla ilinde, Kötekli’de yapılan Taş Ev, Bektaş’ın mimarlık prensiplerini özetleyen bir çalışma niteliğinde. Proje, Bektaş’ın kendisine tamamen doğal (kendi deyimiyle ağısız/zehirsiz) gereçlerle küçük bir ev yapmak istemesi ile başlamış. Duvarlar, hatta çatının bile taş malzeme ile yapılması öngörülmüş. Bodrum’da başka bir ev için daha önce aylarca taş ustası aradıktan sonra, Bektaş sonunda Bozdoğanlı Dursun Usta’yı bulmuş. Daha önce kendisinden Afrodisyas Müzesinde’de yararlanmış ve işçilikte bazı sorunlarla karşılaşmasına rağmen, bir ustayı kendisi ile çalıştırmaya alıştırmışken, taş evi gerçekleştirmeye girişmiş. Yerkesik beldesinden getirilen taşlarla duvarı ördürürken, bu kez başında durmuş ve tam olarak istediği gibi olmasına dikkat etmesini sağlamış. Ancak haftada sadece bir gün yapım yerinde durabilmesinden dolayı, diğer günlerde duvarın eninde iki taşıın yüzeyde kullanıldığını, ancak birbirine ısırtmadan taş kırıklarıyla, harçla doldurulduğunu farketmiş. Yoğun bir yağmur duvarın içini su ile doldurup, sonra da bütün duvarı ıslatınca Bektaş oraları söktürüp, derzleri sıkılaştırmış. Yine de taş yapıdan vazgeçmemiş, usta için yapı yerine 1/20 ölçekli çizimlerine ek olarak bir de 1/20 maket bırakmış ve istediklerini bu şekilde anlatabilmiş.
Bektaş’ recent Stone House in the Kötekli village in Muğla in the Southern Aegean reflects the architectural principals he has developed over the years to adapt traditional building into contemporary life. The origins of this house are based on his desire to completely use organic materials in a construction that contained no poisonous materials. Taking into account this goal as well as his knowledge and application of vernacular techniques in stone in Turkey, the walls and even the roof of this house are in natural stone. The complete building shows an advance of his architecture in stone with this additional ecological dimension. The key to the realization of this building is based on the architect’s detailed dialogue and interaction with the stonemason. The placement of each stone in the configuration of the walls to ensure that the individual stones lock into each other was intended by the architect to be executed with utmost care. After an initial failure on the part of the stonemasons to adequately realize the density of the stone, parts of the wall were redone with the architect’s supervision using a more
36 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Yerel mimarinin özellikleri ile bağdaşlaşacak şekilde, yalın bir geometriye sahip olan yapının duvarları ve çatı örtüsü, Muğla-Yerkesik taşı ile yapılmış. Taş haricinde malzeme olarak sadece doğal bırakılmış ahşap (sedir ağacı) tercih edilmiş. Sonuç olarak mimarın en baştan amaçladığı gibi, küçük alanda çekirdek ailenin bütün gereksinimlerini karşılayacak bu yapı, hiçbir zehirli gereç kullanılmadan tamamlanmış. Bektaş’ın hem mimari tasarımını hem de uygulama için birlikte çalıştığı ustanın eğitimini üstlendiği yapı, duvar ve çatıda bütünsel bir ilişki içerisinde kullanılan doğal taş sayesinde, fiziksel olduğu kadar görsel anlamda da kuvvetli bir etkiyi taşıyor. CENGIZ BEKTAŞ’IN 1974’TE TASARLADIĞI VE BODRUM’DA YER ALAN OTEL MIMARIN MODERN DOĞAL TAŞ MIMARISININ BAŞLANGICINI OLUŞTURUYOR . THE BODRUM HOTEL FROM 1974 WAS THE BEGINNING OF BEKTAŞ’S MODERN NATURAL STONE ARCHITECTURE
taut amalgam of stone and cement. The architects in addition to providing 1/20 scale drawings also provided the stonemasons with a 1/20 scale model. The back and forth dialogue with the stonemasons resulted in elegant, thin stonewalls with highly articulated stone surface textures. Natural stone from the Muğla-Yerkesik area was used to cover all surfaces of the house. The only other material was the cedar used for the beams thus ensuring that no non-organic poisonous materials were used in the building’s construction. In this way the physical as well as the design aesthetic of the Stone House present the next step in the architects continuous efforts to adapt the architecture of the Aegean to contemporary needs without sacrificing their ethical basis. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 37
Projeler/Projects: Akoura
Dualite mimarisi
LÜBNAN’DA HER ALANDA OLDUĞU GIBI MIMARI VE KENTSEL ÖLÇEKTE DE HIZLI DÖNÜŞÜM RÜZGARLARI ESIYOR. YAŞANMAMIŞ GIBI YAPMAYI EN KESTIRME ÇÖZÜM OLARAK GÖREN YÖNETIM BEYRUT’U BAĞLAMDAN MAHRUM ULTRA LÜKS BINALARLA DONATIRKEN, YOUSSEF TOHME GIBI GENÇ MIMARLARIN GEÇMIŞI TÜM IZLERIYLE DEĞERLI BIR MIRAS OLARAK ELE ALDIKLARI YAPITLARI ÜLKENIN MIMARI GELECEĞI IÇIN UMUT VAAT EDIYOR.
THE ARCHITECTURE OF DUALITY:
YOUSSEF TOHME’S SC HOUSE IN THE MOUNTAINS OF LEBANON AFTER MANY YEARS OF WAR, LEBANON IN THE PAST TWO DECADES HAS BEEN IN THE PROCESS OF HEALING THE DAMAGE INFLICTED ON ARCHITECTURE AND THE URBAN FABRIC THROUGH A TRANSFORMATION REFLECTED IN MANY ASPECTS OF THE ECONOMY AND POLITICS OF THE COUNTRY. AS CERTAIN SEGMENTS OF LEBANESE SOCIETY HAVE ACTED AS THIS PERIOD HAD NEVER HAPPENED BUILDING NEW HIGH-END LUXURY BUILDINGS WITH A LACK OF CONTEXT AND IDENTITY, A GROUP OF YOUNG LEBANESE ARCHITECTS HAVE CHOSEN TO SEE THE CONFLICTS OF THIS PERIOD AS AN IMPORTANT INHERITANCE TO BE EXPLORED IN ALL ITS REALISTIC DETAIL. YAZI-TEXT: YASEMIN ŞENER
SC HOUSE, BEYRUT DAĞLARININ COĞRAFI DOKUSUYLA BAŞARILI BIR ŞEKILDE ILIŞKILENDIRILMIŞ MODERN BIR YAPI. SC HOUSE IS A MODERN CONSTRUCTION SUCCESSFULLY INTEGRATED INTO THE MOUNTAINOUS OUTSKIRTS OF BEIRUT.
38 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 39
Projeler/Projects: Akoura
LÜBNAN GELENEKSEL KONUTLARININ BELIRGIN ÖGELERINDEN OLAN ORTA AVLU, YAPIDA DOĞAL DOKUYA ENTEGRE BIR ŞEKILDE YER ALIYOR. THE INTERIOR COURTYARD, A STANDARD FEATURE OF THE TRADITIONAL LEBANESE HOUSE, IS JOINED WITH NATURAL ELEMENTS.
40 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
T
arih boyunca yaşanan istila ve göçler nedeniyle oldukça renkli bir etnik yapıya sahip olan Lübnan’ın nüfusunun yarıdan fazlası yabancı uyruklu. Bu etnik çeşitlilik, sosyal hayata ve şehirlere de yansıyarak, Lübnan kentlerinin mimari yapısını da ister istemez etkilemiş. Geçmişte yaşanan iç savaş ve istilaların bıraktığı yıkımı hafızalardan silmek isteyen yönetim lüks konut ve otel projeleriyle temiz bir sayfa açmaya çalışıyor. Yıllar süren Avrupa himayesinde kendi kimliğinden çıkarılan bu ülkenin bağımsızlığını elde ettikten sonra yenilenmek ve savaşın izlerini silmek için yine Avrupa kökenli yatırımcılara ve şirketlere yönelmesi, geçmişi unutup, travma yaşanmamış gibi yapması muhalif kesim tarafından hayli ironik bulunuyor. Beyrut şehrini modern bir unutuşun merkezi şeklinde yeniden inşa etme yolunu seçen bu anlayışa en sert eleştiriler ise Lübnanlı sanatçılar ve mimarlardan geliyor. Mimarlık eğitimini Fransa’da, “l’Ecole d’Architecture Paris-Villemin”de alan Lübnanlı genç mimar Youssef Tohme de ülkesindeki yeniden yapılanmayı sorgulayan genç mimarlardan biri. Bir süre AREP’te çalıştıktan sonra Jean Nouvel’in Beyrut’taki Landmark ve Louvre Abu Dabi Müzesi projelerinde yüksek sorumluluklarla görev alan Tohme, 2008 yılında kendi ofisini kurdu ve global ölçekte pek çok önemli projeye imza attı. “Her zaman bu ülkede mimarlığın ve planlamanın geleceği hakkında kafa yormuş bir mimar olmama rağmen birkaç sene önce Lübnan’a döndüğümde kendimi başka bir ülkeye gelmiş gibi hissettim”, diyen Youssef Tohme 15 yıl süren savaşın yarattığı sosyolojik, kültürel ve mimari açığın kapatılması için Lübnan’da olağanüstü bir hızla dönüşüm yaşandığını dile getiriyor. Tohme’ye göre bu dönüşüm sırasında evrimsel bir adım maalesef ıskalanmış. Kaybedilen bu zamanı telafi etmek için birçok modelin Avrupa ülkelerinden ithal edildiğine ancak geç kalmışlık hissiyle ithal edilen bu
AVLU, DAĞ MANZARASINA KARŞI KONUMLANDIRILMIŞ ALTERNATIF BIR YAŞAM ALANI OLUŞTURUYOR. THE COURTYARD CREATES AN ADDITIONAL LIVING SPACE FACING THE MOUNTAINOUS VIEW.
F
or thousands of years the geography of Lebanon has been the scene of migration and invasion creating an ethnic mix with over half of the population originating from outside of the country. This ethnic diversity is today reflected in the make-up of society and the urban fabric of Lebanon’s cities. The traces of recent military conflict and invasion have been largely ignored by economic interests directed at building high-end residential and tourism buildings that would turn a page from this period. Ironically having broken away from European rule in the early part of the 20th century to gain its independence, Lebanon after the civil war turned to European investors and companies to erase the marks of war, to forget and wash away the trauma in a way that has been made an issue with opposition political viewpoints. Beirut today in this way turned into a city that is being reconstructed as a “center of forgetfulness” raising objections primarily from Lebanese artists and some architects. One of these critics is the young architect Youssef Tohme who has recently arrived in Lebanon after education and professional experience in France opening his Y.TOHME/ARCHITECTS & associates in 2008 with a young team in Beirut and an offshore team in Paris. Born in 1969, Tohme has been back and forth between both countries. He graduated from the French university of architecture, L’Ecole d’Architecture Paris-Villemin where he would later teach theory classes from 2004. In 2001-2002 in Paris, he worked as a chef architect on the redesign study of the Gare d’Austerlitz train station at J-M. Duthilleul and E. Tricaud’s firm AREP. A year later he became an assistant chief architect at Atelier Jean Nouvel Paris on the The Landmark, a large mixed use project in Beirut which would see him active in Lebanon for the first time as a professional. In 2004 continuing with Nouvel in the Middle East he became a chief architect on the Louvre Abu Dhabi Museum in its preliminary phase. In parallel, he worked in Lebanon in collaboration with Beirut practice 109 Architectes on the project “Campus de MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 41
Projeler/Projects: Akoura
modellerin tam olarak sorgulanmasına zaman bulunamadığını düşünen mimar bu durumun ülkeyi kültürel asimilasyonun eşiğine getirdiğine inanıyor: “Bugün içinde bulunduğumuz noktada tarihsel mirasımızı, kültürümüzü, coğrafyamızı, ithal ettiğimiz modelleri ve savaşın geride bıraktıklarını -kimilerinin yapmaya çalıştığı gibi- yaşanan tahribatın izlerini yok saymayan bir miras olarak bütün halinde ele almamız gerektiğini düşünüyorum.” Projelerinde teorik ve teknik açıdan derin araştırmalara yer veren, insanın dünya ile ilişkisini sorgulayan, bu ilişkiyi yeniden yorumlayan, kurgulayan ve uyarlayan Youssef Tohme’nin portföyünde “A Project Romania” gibi kentsel ölçekteki projelerin yanı sıra konut ölçeğinde daha spesifik işler de önemli bir yer tutuyor. Lübnan’da Akoura bölgesinde, yüksek dağların kayalıklarıyla çevrili bir tepede konumlanan SC Evi de bunlardan biri. Tüm ufku alabildiğine kaplayan sarp dağların ve köyün bulunduğu vadiye bir konsol halinde uzanan bu ev, benzersiz manzarayı 180 derece açıyla kucaklayarak adeta içine alıyor. Bir avlu etrafında konumlanan betonarme yapının vadiye bakan cephesi manzaraya doğru tamamen boşaltılırken, diğer üç cephe taş duvarlarla koruma altına alınmış. Birkaç küçük açıklık haricinde neredeyse sağır duvar olarak nitelendirilebilecek bu taş cepheler doğayla hemhal olarak yapıyı tam anlamıyla kamufle ediyor. “Bu ev ceketinin yakalarını kaldırmış bir adama benziyor. Arkadan bakıldığında birşeylerden saklanmış gibi görünürken, önden dünyaya tamamen açık bir şekilde duruyor” diyen Youssef Tohme buna dualite mimarisi adını verdiklerini de özellikle vurguluyor. Youssef Tohme’nin mimarisini ve SC Evi’ni anlayabilmek için öncelikle Lübnan’daki konut mimarisinin temellerine göz atmak gerekiyor. Güneşten ve ışıktan bir dünya, hem gözalıcı hem de mütevazi renkler, 42 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
ÇARPICI DAĞ ORTAMINA ENTEGRE EDILEN YAPI, KESKIN HATLARIYLA ÇAĞDAŞ KIMLIĞINI ORTAYA KOYUYOR. THE RIGID LINES OF THE BUILDING RETAIN ITS CONTEMPORARY CHARACTER IN THE JAGGED MOUNTAINOUS SETTING.
l‘innovation, de l’économie et du sport à Beyrouth (USJ)” which is currently under construction. About his return Tohme remarked that “As an architect who has always thought about the future of architecture and planning in Lebanon, when I returned here a few years ago I thought I was in a different country.” In order to cover the scars of the 15 year war there had been a social, cultural and architectural transformation that had occurred at a rapid pace. According to Tohme this quick transformation missed the chance to evolve from the events of the war towards a more sustainable engagement with its reality. In order to make up for lost time, many different models were imported from European countries by Lebanese architects without the opportunity to question the basis of these architectural types creating a situation where the country is on the threshold of wholesale assimilation into this European culture. Tohme declares, “I believe we need to take into account our current situation in the light of our historical inheritance, culture, geography, imported models, and to treat and accept the traces of the war as an important historical inheritance in opposition to what is going on now by those who are ignoring this past.” In this way, Tohme’s approach is grounded in larger reflections on society, territories and literature. As a member of a younger generation of internationalized regional architects he questions individual relationship with the larger world, reinterpreting, appropriating and then adapting these ties to architectural problems and projects. In his portfolio that includes urban scale projects such as his “A Project Romania” plan to individual residences there is always an application of a distinct theoretical and architectural strategies. One of these residential projects is the SC House, 2012, located outside Beirut in the Akoura area of Lebanon situated on a hill surrounded by gigantic rocky mountains. The house was positioned on site benefiting from 180-degree view toward the horizon through a cantilever on the valley and framing, through a huge internal patio, this horizon and the distant view of the rocky mountains. The SC Project has 3 stone facades melting with the environment and a concrete internal finishing framed by an open concrete patio creating multidirectional views of the landscape while maintaining an important privacy factor from the interior. The house is portrayed as a person hiding behind his coat as seen from the back. The stone facades in this case acts as the coat, shielding and protecting from the landside while fully opening up towards the void in front and the horizon in the distance. Tohme calls this strategy an architecture of duality. In order to understand Tohme’s architecture for the SC House it is important to look at residential architecture in Lebanon. This is an architecture set in a world of light and sun that is characterized by its striking yet modest colors, simple forms, elegant proportions, courtyards and outdoor living spaces and above all the use of stone. These are the principals of the traditional residential architecture of Lebanon that has for years in a very direct and practical way provided a sheltered yet open context for a humble and simple lifestyle in the rocky and steep geography of the country. The use of stonewalls and terracing to create living spaces in harmony with the landscape has been a strategy applied by Lebanese builders for many years. This harmony between man and nature is a central principal of traditional Lebanese architecture in stone. This architecture also provides outdoor MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 43
Projeler/Projects: Akoura
KONUTUN YIĞMA TAŞ DUVARLARI YEREL INŞA YÖNTEMLERINI TEMEL ALIYOR. THE NATURAL STONEWALLS ARE BASED ON LOCAL MASONRY TECHNIQUES.
basit formlar, zarif oranlar, iç avlu ve taş malzeme... Bunlar geleneksel ‘Lübnan Evi’nin değişmez niteliklerinden bazıları. Oldukça mütevazi ve sade bir yaşam tarzı sunan bu evler kendilerine hem güvenlik ve hem de özgürlük sunan sarp ve engebeli bir doğal çevrede konumlanıyor. Kayalık zemini doğaya zarar vermeden teraslandırarak kendilerine daha kullanışlı yaşam alanları oluşturan Lübnanlılar yarattıkları basit ve rafine mimari dilde yaşadıkları bölgenin malzeme potansiyelinden, yani taştan sıklıkla yararlanıyorlar. Mimarinin doğa ile uyumu geleneksel Lübnan evinin tasarımındaki en önemli unsurlardan biri. Bölgenin ılıman iklimi Lübnan halkının yılın altı ayında açık havanın tadını çıkararak yaşamalarına imkan tanıyor. İklim, doğanın bu coğrafyadaki dramatik görünümüne heyecan ve ilham verici güzellikler katıyor. Bu da neden dışa açılan, manzarayı ve doğayı kutsayan, yazın serin esintilerini ve kışın ılık güneşini kendi içine alan bir mimarinin benimsendiğini gayet anlaşılır kılıyor. Geleneksel Lübnan mimarisinde sıklıkla uygulanan, ortada üzeri tenteyle örtülü yarı açık avlu ve onun etrafında konumlanan kapalı mekanlardan oluşan plan şemasına yeni nesil konut projelerinde de rastlamak mümkün. Evin kalbi niteliğindeki yarı açık avlu tüm dağılımın sağlandığı bir çekirdek görevi yapmasının yanı sıra, yaz sıcaklarında açık yaşama alanı olarak da Lübnanlıların hayatlarını kolaylaştırıyor. Youssef Tohme de geleneksel Lübnan mimarisinin taş malzeme ve yarı açık iç avlu kullanımı gibi değerlerinden vazgeçmeyen isimlerden biri. SC Evi’nin giriş katında yaşama ve uyuma fonksiyonlari birbirinden tamamen uzaklaştırılarak iç avlunun iki zıt kenarına paralel bir şekilde yerleştirilmiş. Avlunun vadiye bakan tarafı seyir terasına açılırken, dışa kapalı olan üçüncü kenar boyunca giriş, hol, misafir tuvaleti ve bar fonksiyonları sıralanmış. Evin daha alçak kotta bulunan yaşama bölümü, salon, yemek odası, mutfak ve bardan oluşuyor. Daha yüksek kottaki uyuma bölümü ise ebeveyn yatak odası, çocuk yatak odası ve misafir yatak odasını barındırıyor. Tüm yatak odalarının içinde kendi özel banyoları, ebeveyn yatak odasında ilave olarak bir de giyinme bölümü bulunuyor. Bodrum kat ise görevli odası, depo, yakıt, jeneratör, elektrik ve kazan dairesi ile su depolarını barındırıyor. Son sözler yine Tohme’nin: “Lübnan’ın durumunu düşündükçe aklıma Giacometti’nin “Walking Man” heykeli geliyor. Heykelde neredeyse bir deri ve bir kemik kaldığı halde yürümeye ve gelişmeye devam eden bir adam tasvir edilir. Lübnan da benim için biraz böyledir. Ve ben bu gerçekliği mimariye aktarmaya çalışıyorum. Bu da bir yapının dantel bir elbiseye benzerken aynı anda savaşta delik deşik olmuş bir binayı da anımsatabileceğini düşündürüyor bana. Tıpkı gülen ya da ağlayan bir yüzü dondurduğunuzda elde ettiğiniz ifadelerin birbiriyle tıpatıp aynı olduğu gibi... Kısaca, mimarlığımın yaşadığımız hayatı temsil etmesi gerektiğine inanıyorum.” 44 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 45
Projeler/Projects: Akoura
spaces for living during the six months of temperate weather found in this climate. Climate in this area has in this way dramatically affected the shape of architecture. Buildings open to the exterior, embracing nature and the vista, the wind in the summer, sunlight in the winter, is the meaningful rationale behind this architecture. In the SC House all these principals are applied in a subtle yet direct way in the houses’ plan. There is the central courtyard with a canopy to protect from the sunlight during the day but open to the wind and sky at night. In the plan, spaces for living and rest are set on either side of this courtyard towards the view while functional spaces such as the entrance, guest bathrooms and bar are set back towards landside. These two arms of the plan are divided in section on two distinct levels with bedrooms and these living spaces distinct from each other. The SC House reflects Tohme’s interest in reinterpreting programs and materials. In this case the dramatic and unique location on a steep escarpment presents an opportunity to reinterpret the setting in the mountains of Lebanon in a contemporary version of traditional vernacular prototypes. The resulting spare and direct engagement with the landscape is closely aligned with Tohme’s goals of using the context in a straightforward and honest way. For Tohme, the harsh, rugged mountains are the foil to the SC House’s rigid lines as much as the traditions of Lebanese domestic architecture. 46 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
İKI KATLI EVIN ÜST KATI YAŞAM ALANI ALT KATI ISE SERVIS ALANI OLARAK PLANLANMIŞ. THE TWO-FLOOR BUILDING CONSISTS OF A GROUND FLOOR LIVING AREA AND SERVICES ON THE LOWER FLOOR.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 47
Projeler/Projects: Akoura
AVLUNUN VE ODALARIN ÖNÜNDEN UÇURUMA DOĞRU UZANAN PLATFORM, ÇARPICI BIR ETKI YARATIYOR. THE CANTILEVERED TERRACE EXTENDS THE COURTYARD AND LIVING AREA TOWARD THE SWEEPING VIEW.
48 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MİMAR / ARCHITECT: Youssef Tohme - Y.TOHME/ARCHITECTS&associates YER / LOCATION: Akoura, Lübnan / Lebanon YIL / YEAR: 2012 (inşa halinde / under construction) PROGRAM / PROGRAMME: Konut / Residential MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş / Natural stone ALAN / AREA: 300 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Anastasia Elrouss (Associate Architect), Muhammad Mahdi (Project Architect), Christophe Hurgon (Consultant Architects)
GÜÇLÜ BIR GEOMETRIYE SAHIP OLAN YAPI, DAĞIN IÇERISINE ADETA GÖMÜLEREK ZEMIN ILE BÜTÜNLEŞIYOR. THE ROBUST GEOMETRY OF THE STRUCTURE IS EMBEDDED WITHIN THE MOUNTAINSIDE FUSING THE TWO.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 49
Projeler/Projects: Kuveyt/Kuwait City
İşlevsel heykelsilik 412 METREYLE KUVEYT’IN EN YÜKSEK YAPISI OLAN VE TIME DERGISI TARAFINDAN 2011 YILININ EN YENILIKÇI BULUŞLARI ARASINDA GÖSTERILEN AL HAMRA FIRDOUS TOWER, AKIŞKAN FORM VE ASIMETRIK GEOMETRISIYLE DIKKAT ÇEKIYOR.
FUNCTIONALLY SCULPTURAL STANDING AT 412 METERS, THE LATEST PARTICIPANT IN THE ARCHITECTURAL BATTLE OVER THE GULF SKYLINE IS THE SKIDMORE, OWINGS & MERRILL (SOM) PROJECT AL HAMRA FIRDOUS TOWER. AL HAMRA IS CURRENTLY THE TALLEST BUILDING IN KUWAIT BUT SOM’S DESIGN DECISIONS REGARDING MATERIAL USE, PRODUCTION METHODS AND ARCHITECTURAL GEOMETRY ARE THE REAL FACTORS THAT PROVIDE THE BUILDING ITS UNIQUE LOOK. YAZI-TEXT: ERAY ÇAYLI, FOTOĞRAF-PHOTO: PAWEL SULIMA / TIM GRIFFITH
50 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
K
örfez ülkeleri mimarlığındaki gökyüzü hakimiyeti mücadelesinin son katılımcısı, bir Skidmore, Owings & Merrill (SOM) projesi olan Al Hamra Firdous Tower. Aralık 2011’de yapımı tamamlanan Al Hamra, sahip olduğu 412 metre yükseklik ve 77 katla Kuveyt’in en yüksek yapısı olurken aynı zamanda Körfez bölgesinin en yüksek iş merkezi ve beton binası unvanlarını da ele geçirdi. Ancak binayı gerçek anlamda özgün kılanlar arasında, ‘en yüksek yapılar’ listelerindeki sıralamasından çok daha kalıcı özellikler var. Bunların başında da SOM’un Al Hamra’yı tasarlar ve inşa ederken aldığı, malzeme kullanımı, üretim yöntemleri ve mimari geometriye ilişkin kararlar geliyor. Al Hamra’nın hikayesi, binayla aynı isme sahip emlak şirketinin Kuveyt’te Basra Körfezi’ne hâkim konumdaki bir araziye çok katlı bir iş merkezi inşa ettirmek için düğmeye basmasıyla başlıyor. Söz konusu iş merkezi her ne kadar başta 50 katlık bir yapı olarak planlansa da, binanın temel atma çalışmaları sürerken Kuveyt makamlarının bölgedeki yapılaşma izinlerini çok daha yüksek katlı yapıların inşasına olanak tanıyacak şekilde genişlettiği haberi geliyor. Bu haber üzerine, şirket elinde bulundurduğu araziye inşa edeceği binanın 70 küsür kata sahip olmasında karar kılıyor. Al Hamra’nın yüksek katlı binalar konusundaki rüştü dünyanın öncü gökdelenlerinden One Chase Manhattan ve halihazırda dünyanın en yüksek yapısı olan Dubai’deki Burj Khalifa’ya uzanan bir sicil ile ispatlı olan SOM ile irtibata geçmesi de böylece gerçekleşiyor.
A
l Hamra’s story began when the real estate developers of the same name decided to construct a tall office building on their Kuwait City land by the Gulf. Although the first idea was to erect a 50-story building, plans changed while Al Hamra’s foundations were still being laid as Kuwait officials revised zoning regulations to allow for much taller construction. Upon this revision, the developers started planning toward a building of over 70 floors, and contacted SOM, whose experience in the league of supertall buildings extends from one of the league’s pioneers One Chase Manhattan up to Dubai’s Burj Khalifa, the world’s tallest building to date. Although a name as big as SOM was put in charge, this did not mean that the client’s demands for the new building would be overshadowed. Among these were specific requests regarding the size and configuration of floor plans. Taking into account these demands as well as environmental factors such as wind, sunlight and heat, SOM came up with a unique architectural design that chiseled out a quadrant of the façade on each floor. Hence was born Al Hamra’s figure, which looks like a curved piece of cloth wrapped around a monolith. While some say the building’s striking silhouette resembles the ‘adishdasha’ the traditional dress which covers the body of Kuwaiti men down to their ankles according to representatives from SOM this is purely coincidental. They note that the building’s overall geometry was the result of a computer-aided design process based on parametric principles. These principles were contingent not only on customer requests’ such as the specific views of the Gulf each floor was desired to have, but also on
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 51
Projeler/Projects: Kuveyt/Kuwait City
52 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Her ne kadar SOM gibi tecrübeli bir isimle anlaşılsa da, projeyi finanse eden Al Hamra şirketinin inşa edilecek binaya ilişkin istekleri süreçte ilk günden itibaren belirleyici oluyor. Bunların arasında kat planlarının ne boyutta olacağı ve nasıl düzenleneceğine ilişkin belirgin talepler de bulunmakta. Söz konusu taleplerle birlikte rüzgar ve güneş gibi çevresel etkenleri de hesaba katan SOM, binanın dış çeperinden her bir katta birer çeyrek daireye denk gelecek bir açıklığı içeren özgün bir mimari tasarımla çıkageliyor. Al Hamra’nın görece alışılageldik bir geometriye sahip yekpare bir kulenin etrafını saran asimetrik bir örtüden oluşan mimarisinin ardında işte böyle bir süreç yatıyor. Her ne kadar Al Hamra’nın çarpıcı silüetini Kuveytli erkeklerin vücutlarını bileklerine kadar örten geleneksel giysi ‘adişdaşa’ya benzetenler olsa da, SOM yetkilileri bu benzerliğin tamamen rastlantısal olduğunu söylüyor. Binanın nihai şekline ilişkin bilinen bir gerçek varsa bu da, parametrik ilkelere dayanan, bilgisayar destekli bir tasarım sürecinin sonucunda ortaya çıktığı. Söz konusu parametrik ilkeler belirlenirken her bir katın sahip olması istenen manzara gibi ‘müşteri istekleri’ kadar, güneş ışınlarının binaya vuruş açısı ve rüzgarın bina üzerine yapacağı yük gibi çevresel etkenlerin gündeme getirdiği ihtiyaçlar da büyük rol oynuyor. Batı, doğu ve kuzeye bakan cepheleri çoğu günümüz gökdeleninde olduğu gibi camla kaplı olan Al Hamra’nın güney cephesine hakim olan malzemenin ise alışılmadık biçimde beton olduğu görülüyor. Hiç şüphesiz ki, Al Hamra’nın geometrisini özgün kılan da, güneye bakan bu cephenin diğer cephelerden farkının bina kabuğuna bir eğri boyunca tepeden tırnağa açılmış bir yarık etkisi kazandırması. Söz konusu yarık, binanın zemine yakın katlarındaki işyerlerinin
AL HAMRA, CAM VE TAŞ MALZEMELERLE KAPLI KIVRIMLI CEPHESIYLE, KUVEYT’IN EN YÜKSEK BINASI OLARAK ŞEHIRDE YER ALIYOR. THE CURVING GLASS AND STONE CLAD AL HAMRA TOWER IS THE TALLEST BUILDING IN KUWAIT.
environmental factors like the wind load the building is expected to bear and the angle with which sun rays strike the building. While similarly to most of today’s supertall buildings Al Hamra’s western, eastern and northern façades are glass-covered, the material dominating the southern façade is concrete. It is this very façade which renders Al Hamra’s geometry unique, for this is where the building appears as though it bears a rift along a vertical curve on its shell. Stretching from the building’s southwestern lower corner on the edge of the retail podium, this curve goes all the way up to the southeastern corner of Al Hamra’s apex, seemingly exsecting a quadrant of the glass façade on each floor. This feature enhances the building’s view of the Gulf while also minimizing the sun’s effect on Al Hamra’s inhabitants and reducing the building’s heat loss. Another measure taken to keep the sun’s impact under control are the meticulouslycalculated angles of the holes piercing through the 1.5-meter-thick concrete walls of the building’s southern façade. The architecture of most skyscrapers depends on the heavy use of steel. But the material in the foreground of Al Hamra’s design is concrete, which is a relatively unconventional preference for skyscraper architecture. Indeed, the use of such material in a project which is expected to be at the forefront of the architectural scene is not risk-free. For, concrete is associated not only with industrialization but also with outmoded 20th century architectural movements such as modernism and brutalism. Despite all these risks concerning Al Hamra’s ‘reputation’, the specific way in which SOM have employed concrete proves to successfully eschew such negative connotations often ascribed to the material. Many have indeed acknowledged SOM’s efforts of putting concrete to a contemporary and innovative kind of use, which has in turn lent Al Hamra its fluid form and asymmetrical geometry. Among the project’s admirers is the renowned magazine Time, who have named Al Hamra Firdous Tower one of ‘the 50 Best Inventions of the Year’ 2011. Standing at 412 meters with 77 floors above ground, Al Hamra acquired upon its December 2011 completion the titles of the tallest building in Kuwait, and of the tallest all-office skyscraper and the tallest concrete structure in the Persian Gulf (also known as the Arabian Gulf) region. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 53
Projeler/Projects: Kuveyt/Kuwait City
olduğu podyumu taşıyan güneybatı köşesinden başlayarak çatıdaki güneydoğu köşesine doğru kademeli olarak ve her katın dörtte birini açıkta bırakacak şekilde dönen bir eğri doğrultusunda ilerliyor. SOM bu sayede, Al Hamra’nın sahip olduğu Körfez manzarasını zenginleştirirken, bölgenin yakıcı güneşinin bina sakinleri üzerinde yapacağı etki ve binanın ısı kaybını da en aza indirmeyi amaçlıyor. Tasarımın, güneşin yapacağı etkiyi kontrol altına alma amaçlı bir diğer özelliğiyse binanın güney cephesini oluşturan beton örüntünün kalınlığı bir buçuk metreyi bulan duvarlarına açılan deliklerin dikkatle hesaplanmış açıları. Yüksek katlı yapıların büyük çoğunluğunun yoğun çelik kullanımına dayalı bir mimariye sahip olduğu bilinir. Ancak, Al Hamra örneğinde, gökdelen mimarisi için alışılmadık bir malzeme olan betonun başrolde yer aldığı görülüyor. Söz konusu malzemenin, mimarlık dünyasında ses getirmesi beklenen böylesi iddialı bir projede kullanılmasının aslında riskli bir tercih olduğu söylenebilir. Zira beton, adı çoğunlukla sanayileşmeyle birlikte anılan, modernizm ve brutalizm gibi geçtiğimiz yüzyıldan kalma ve bugün artık demode adledilen mimarlık akımlarıyla ilişkilendirilen bir malzeme. Al Hamra’nın inşasında betonun tercih edilmesinin projenin
ALT DUVARLAR KIREÇTAŞI KAROLARLA KAPLANIRKEN, ÜST KATLARDA AĞIRLIĞI AZALTMAK IÇIN FILE ÜZERINDE ÖĞÜTÜLMÜŞ KIREÇTAŞIYLA OLUŞTURULAN KAROLAR KULLANILIYOR. LIMESTONE TILES CLAD THE LOWER WALLS WHILE A LIGHTER THIN MESH COVERED WITH CRUSHED LIMESTONE IS USED ON THE HIGHER FLOORS TO REDUCE WEIGHT.
54 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
The 400-meter concrete structure which constitutes Al Hamra’s southern façade was built in a four-month process in which 500,000 tons of concrete were cast in fifteen different phases. The reason for the immense length and exhaustiveness of this process had to do with the heat released during the hydration of cement. Combined with the climate conditions of the desert, this heat was likely to jeopardize concrete’s strength and durability. The phasing of manufacturing helped reduce this risk, while nocturnal work shifts and the adding of fly ash (a by-product of coal combustion) into the grout were among other measures taken to prevent high temperatures which would weaken the material’s durability. Concrete is used not only in the tower section of Al Hamra, but also in the lamellae—a group of load-bearing supports—which are placed at points where the building meets the ground. A material already deemed conventional, concrete once again appears as having been used innovatively in the construction of these lamellae. With an overall look that resembles the Gothic flying buttresses, these supporting elements provide a gradual transition from Al Hamra’s northern façade down to the ground. Transferring the building’s load evenly onto its foundation, these elements have also
GÜNEY CEPHESI TAMAMEN KIREÇTAŞI ILE KAPLI OLAN BINA, RÜZGARIN VE GÜNEŞIN YAPI ILE OLUŞTURACAĞI ILIŞKI DÜŞÜNÜLEREK TASARLANMIŞ. THE DESIGN OF THE BUILDING WITH ITS SOUTHERN FAÇADE CLAD IN LIMESTONE RESPONDS TO THE WIND AND SUN CONDITIONS OF KUWAIT CITY.
‘imajı’ açısından barındırdığı tüm risklere rağmen, SOM’un söz konusu malzemeyi kullanma biçimi, benzer olumsuzlukları bertaraf edebilecek nitelikte. Binanın sahip olduğu akışkan form ve asimetrik geometriyi elde edebilmek adına başvurduğu betondan yenilikçi ve güncel bir kullanım çıkartan SOM’un bu çabasının farklı çevrelerce de takdir edildiği görülüyor. Bunların arasında, Time dergisinin Al Hamra Firdous Tower’ı 2011 yılının en yenilikçi buluşları arasında sayması başta geliyor. Al Hamra’nın güney cephesinde yer alan yaklaşık 400 metre yüksekliğindeki beton örüntünün yapımının ardında, 500 bin ton betonun tam 15 ayrı safhada döküldüğü dört aylık bir süreç yatıyor. Üretim sürecinin böylesine uzun ve zahmetli olmasının nedeni, beton elde edilirken kullanılan çimento ve suyun karıştırılması sırasında açığa çıkan ısı. Söz konusu ısının, özellikle çöl gibi aşırı sıcak ortamların yaptığı etkiyle de birleştiğinde, betonun dayanıklılığının düşmesine neden olabildiği bilinmekte. Üretimin kademeli olarak gerçekleştirilmesi bu istenmeyen etkiyi kontrol altında tutmaya yararken, dökümün geceleri yapılması ve kömür kurumunun harca katılması betonun dayanıklılığını zayıflatabilecek yüksek sıcaklıkların önlenmesine yardımcı olan diğer etkenler olarak öne çıkıyor. Betonun yalnızca Al Hamra’nın kule kısmında değil, onun yerle buluştuğu noktalara yerleştirilen payandalarda da kullanıldığı görülüyor. Söz konusu taşıyıcı birimlerin inşası sırasında da bugün artık geleneksel addedilen bu malzemeden özgün ve yaratıcı bir biçimde faydalanıldığı söylenebilir. Genel hatlarıyla Gotik mimaride sıkça karşılaşılan uçan payandaları anımsatan söz konusu birimler, binanın zeminle buluştuğu bölüm olan giriş katının kuzey cephesine yerleştirilmiş. Böylece temele binecek yükün dengeli bir şekilde dağıtılması söz konusu olurken, lobinin derinliğinin artırılması ve giriş katının tavan yüksekliğinin de yaklaşık yirmi beş metreyi bulması sağlanmış. Payandaların lobi katının zeminiyle buluştukları her bir yüzeyin alanıysa yarım metrekareyi bulmakta. SOM’un, Al Hamra’nın inşasında betonu kullanırken bu malzemenin
allowed for increased depth and height (nearly 25 meters) at the lobby on ground level. SOM have made a considerable effort to prevent any preconceptions or historical connotations which might be stimulated by their use of concrete. A case in point is the south façade, which the designers have clad in limestone. This entails that the limestone used in the project amounts to that which is enough to cover an area of around 450 soccer fields. The walls of Al Hamra’s entrance hall are also clad in the same type of stone. What makes these walls unique is the particular method in which they have been clad. Known as trencadis’, this method predominantly employs shardlike pieces which then give a handcrafted look to surfaces clad with this method. Thanks also to this method, Al Hamra’s southern façade bears a striking contrast to the smooth glass surfaces of its other three façades. A special finish has also been applied to the lamellae, whose concrete surfaces could have otherwise come across as crude. These surfaces have been whitewashed in a specific kind of paint that helps increase the building’s durability against Kuwait’s demanding climate. Al Hamra is divided into three vertical zones, which are accessed by an express elevator departing from the ground floor. Local elevators provide the transport between the individual floors within these three zones. Another express elevator carries inhabitants and visitors up to the building’s topmost floor. Plans are in the making to launch a restaurant and bar on this floor, which owes its habitability to SOM’s wise decision to place the cooling towers atop the lower retail podium MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 55
Projeler/Projects: Kuveyt/Kuwait City tetikleyebileceği ön yargıların ve yapabileceği tüm tarihsel çağrışımların önüne geçmek için kayda değer bir çaba sarfettiği görülüyor. Firma, örneğin binanın güneye bakan cephesini çıplak haliyle bırakmayarak kireç taşıyla kaplıyor. Bu da, projede yaklaşık dört yüz elli futbol sahasını kaplayacak kadar kireç taşı kullanıldığı anlamına geliyor. Al Hamra’nın yaklaşık yirmi beş metre yüksekliğindeki giriş katının duvarlarının da binanın güneye bakan cephesinde kullanılan taşın aynısıyla kaplı olduğu fark ediliyor. Söz konusu duvarları farklı kılansa, üzerleri kireç taşı kaplanırken kullanılan ‘trencadis’ adlı yöntem. Kaplandığı yüzeye kırık parçaların oluşturduğu bir mozaik görüntüsü kazandıran söz konusu yöntemin, binanın bu bölümünü yakından görme şansı bulanlarda adeta bir zanaatkarın elinden çıktığı hissini uyandırdığı belirtilmekte. Bu kaplama yöntemi, aynı zamanda, güneye bakan cephenin diğer cephelerde kullanılan camın pürüzsüzlüğüyle çarpıcı bir zıtlık teşkil etmesine de yol açıyor. Binanın kuzey cephesinin zeminle buluştuğu bölümde yer alan uçan payanda benzeri taşıyıcı birimlerin yapımında kullanılan betonun normalde sahip olduğu kaba etkinin de özel bir beyaz boya yardımıyla azaltıldığı görülüyor. Söz konusu boya, estetik kaygıları gidermenin yanı sıra Kuveyt’in zorlu iklim şartları karşısında binanın dayanıklılığının artırılması amacına da hizmet ediyor. Dikey eksende üç bölgeye ayrılmış olan Al Hamra’nın ziyaretçileriyle sakinlerinin söz konusu bölgelere ulaşırken birkaç çeşit asansörü kullandığı görülüyor. Zemine en uzak olan yukarıdaki iki bölgeye ekspres asansörler aracılığıyla ulaşılırken, bölgelerin içerisindeki katlara ayrı ayrı ulaşma imkanı, bu iki bölgenin her birinin kendi içindeki yerel asansörlere aktarma yapılmasıyla mümkün oluyor. Bir diğer ekspres asansör ise ziyaretçileri ve bina sakinlerini doğrudan Al Hamra’nın zirvesine taşıyor. Restoran ve bar
LOBI, DIŞ CEPHE TASARIMININ ÖZELLIKLERINI IÇERIYE YANSITIR NITELIKTE. THE LOBBY BRINGS THE CONCRETE STRUCTURE OF THE BUILDING VISIBLY INTO THE INTERIOR.
56 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
olarak değerlendirilmesi planlanan bu en üst katın kullanışlı bir alan olarak korunmasının, Al Hamra’nın soğutma kulelerinin binanın en tepesi yerine, zemine yakın bölümünde yer alan işyerlerinin olduğu podyumun çatısına yerleştirilmesi sayesinde sağlandığı belirtiliyor. Gökdelenleri mimari tasarım açısından çığır açıcı kılanın, sahip oldukları heykelsi nitelik olduğu düşünülür. Bu niteliğinse, genelde söz konusu yapıların mimarlarının ya da finansörlerinin estetik kaygılarından beslendiğine inanılır. Körfez bölgesinin en yeni gökdelenine bakılırsa, ‘heykelsilik’ kimi zaman mimarların ya da sermayedarların egolarından çok, belirli ihtiyaç ve işlevlerin gündeme getirdiği bir nitelik de olabiliyor. Çevresel özelliklerin ve projeye ilişkin ekonomik beklentilerinin tasarım üzerinde belirleyici etki yaptığı Al Hamra Firdous Tower’ı biricik ve tekrar edilemez kılan da işte bu tür bir işlevsel heykelsilik.
rather than at the rooftop of the tower. Skyscrapers are often considered architecturally unique due to their sculpturelike qualities. Such qualities may be believed to derive primarily from the aesthetic preferences of the architects and sponsors of these buildings. The youngest supertall of the Gulf region, however, suggests that what renders these buildings sculpturelike does not always have to do with the egos of individuals as with specific needs and functions. A response to environmental factors and long-term investment plans, a functionally sculpturesque design is what lends Al Hamra Firdous its uniqueness and unrepeatability.
YAPININ ANA ISKELETI, DIŞINA BENZER BIR ŞEKILDE PARAMETRIK OLARAK TASARLANMIŞ. THE STRUCTURE OF THE BUILDING LIKE THE EXTERIOR FAÇADE IS BASED ON PARAMETRIC DESIGN.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 57
Projeler/Projects: Kuveyt/Kuwait City
58 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
AL HAMRA, ÇEVREYE DUYARLILIK VE ESTETIK BAĞLAMINDA ORTA DOĞU MIMARISI IÇIN YENI BIR ADIM. WITH ITS ECOLOGICAL STANCE AND DISTINCT AESTHETIC, THE AL HAMRA TOWER PRESENTS A NEW STEP IN MIDDLE EASTERN ARCHITECTURE.
MİMAR / ARCHITECT: Skidmore, Owings & Merrill LLP YER / LOCATION: Kuwait City, Kuveyt/ Kuwait YIL / YEAR: 2011 PROGRAM / PROGRAMME: İş merkezi / Business center MALZEMELER / MATERIALS: Kireç taşı, cam, beton / Limestone, glass, concrete ALAN / AREA: 195.000 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Al-Jazera Consultants (Associate Architect), Gary Haney-AIA, Peter Magill-AIA, Carl Galioto-FAIA, Donald R. Williams-AIA, Aybars Asci, Mark IgouAIA, Dean MacKenzie, Samuel Ness, Eric Van Epps, James Mallory, Noppon Pisutharnon, Yasemin Koloğlu, Souraya Daouk, Tobias Schwinn MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 59
Projeler/Projects: Datça
Mimar’ın Evi DATÇA YARIMADASINDA, BÖLGEDEKI YÖRESEL TAŞ MIMARIYI TEMEL ALAN VE ÇAĞDAŞ BIREYIN TÜM IHTIYAÇLARINI KARŞILAYACAK ŞEKILDE TASARLANAN EV, ÇARPIK YAPILAŞMANIN HIZLA ARTTIĞI TURIZM BÖLGELERI IÇIN ILHAM VERICI BIR ÖRNEK NITELIĞINDE...
THE ARCHITECT’S HOUSE THE TURKISH AEGEAN’S DATÇA PENINSULA IS THE SETTING FOR THIS INSPIRED HOUSE DESIGNED USING THE REGION’S MASONRY ARCHITECTURE TECHNIQUES TO MEET THE NEEDS OF ITS CONTEMPORARY RESIDENTS IN A CONTEXT WHERE RISING CONSTRUCTION IN TOURISM HAS DAMAGED THE ENVIRONMENT. YAZI-TEXT: GÖZDE KAVALCI
G
üney Ege’nin dikkat çekici doğal ve tarihi özellikleriyle öne çıkan ve Muğla ilinde bulunan Datça yarımadası, antik çağlarda Knidos adıyla biliniyordu. Limanlarıyla bir ticaret merkezi olarak önem kazanan kent, aynı zamanda kültür ve sanat alanlarında da oldukça ileriydi. M.Ö. 2000 tarihine kadar uzanan Knidos buluntuları, kentin tarihteki önemini açıklar nitelikte. Datça bugün halkın turizm ve tarım ile geçindiği, sayısız tarihi buluntusu ve Özel Çevre Koruma Bölgesi ilan edildiği için doğal özelliklerini hala koruması sebepleriyle metropol hayatının keşmekeşinden sıyrılmak isteyen birçok şehirlinin tercih ettiği bir bölge. Marmaris’ten uzanan ve yaz mevsiminde geçici olarak yoğunluk yaşayan yarımada, bazıları için kalıcı bir destinasyon da olabiliyor. Yüksek mimar Okan Çağlar ve eşinin de uzun yıllar süren yoğun iş hayatından ve Kalamış’ta bir apartman dairesindeki kent yaşamlarından sonra, emekliliklerini geçirmek istedikleri yer eskiden yazlıklarının da bulunduğu Datça olmuş.
K
nown as Knidos in ancient times, the Datça peninsula located in the Turkish state of Muğla is characterized by its natural Mediterranean environment and extensive history. In the classical period the city was known for its busy trading port as well as being famous for its advanced culture and art. The excavated ruins of ancient Knidos from 2000 B.C. attest to the city’s importance in history. Today, the local economy of Datça based on tourism and agriculture is also the choice for urbanites who want to escape the frenzy of the city for a region which has maintained its natural beauty because of its status as a Special Environmental Protected Zone and its numerous ancient sites. The peninsula stretching from Marmaris especially crowded during the summer months is also a year round residence for some. This was the case for architect Okan Çağlar and his wife Nurçin who after many years working in the busy environment of Istanbul moved after their retirement from their apartment in the Istanbul district of Kalamış to Datça where they previously 60 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 61
Projeler/Projects: Datça
YAPI, DOĞAL TAŞTAN ÖRME DUVARLARIYLA YÖRESEL KONUTLARDAN ILHAM ALIYOR. THE BUILDING’S MASONRY WALLS ARE DERIVED FROM THE LOCAL RESIDENTIAL VERNACULAR.
İlçe merkezinin sırtlarında Datça’nın sembolü olan Esen Ada’yı, limanı, denizi ve Simi’yi gören, güneye bakan bir arsa arayışındaki çift, hayatlarını geçirecekleri ev için tüm zamanlarını titizlikle bu işe ayırmışlar. Şartlara uygun, istedikleri gibi olan arsayı bulur bulmaz aldıktan sonra, Okan Çağlar’ın yüksek mimar olmasının da katkısıyla taş duvarlı eski Datça evlerini ve 19.yy başlarında inşa edilmiş olan Mehmet Ali Ağa Konağı’nı fotoğraflayarak bir takım projeler üretmeye başlamışlar. Tasarımlar tam olarak içlerine sinmeyince ise, Çağlar’ın geçmişte beraber çalışmış olduğu mimar Burcu Kütükçüoğlu’nun eşi olan Mehmet Kütükçüoğlu’na ulaşmış ve gerekli tüm belge ve planlarını da vererek proje tasarımını Kütükçüoğlu’nun ellerine bırakmışlar. Mimar Kütükçüoğlu, yöresel mimari özellikleri göz önünde bulundurarak yapının genelini taş, beton ve ahşap malzemeleri dengeli bir biçimde kullanarak tasarlamış. Malzemeleri kullanırken, özellikle birleşim noktalarında malzemelerin iç içe geçmesi sağlanarak, detaylandırılmış ilişkileri ile bir süreklilik amaçlanmış. Yapının neredeyse tamamını saran taş duvarlar, yapının cephelerine geleneksel Datça evlerinin izlerini yansıtırken Akdeniz ikliminin kavurucu sıcaklarının, yapının içerisine nüfuz etmesini engellemek görevini de üstlenmiş. Yerel mimari ile olan ilişkisi temel olmak üzere, yapıyı her yönüyle kendilerine uygun bulan Çağlar, tasarımın birebir uygulanmasını sağlamak için inşaatı bizzat kendisi uygulamış.
62 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
had a summer residence. They conducted an exhaustive search for a plot in the center of Datça on the sloped hillsides that had views of the iconic Esen Island in the Bay, the marina and sea vista towards the Greek Island of Simi. As soon as they found a location that fit their needs they started to design their new house based on a merger of the stone masonry techniques of their existing summer house and the 19th century Mehmet Ali Ağa Mansion in Datça. When the designs they produced didn’t meet their own expectations they turned to the Istanbul architect Mehmet Kütükçüoğlu from Teğet Mımarlık, the husband of Burcu Kütükçüoğlu, an architect that had previously worked with Çağlar. Handing over all of their designs and plans to Kütükçüoğlu, the young architect went about creating a balanced design in stone, reinforced concrete and wood that emphasized the masonry techniques of the Aegean. In the use of materials the design aimed to create continuity in the connections between these building surfaces. The primary feature of the building are these stone walls that reflect the traditional vernacular architecture
EGE’NIN EN ÇARPICI BÖLGELERINDEN DATÇA’DA BULUNAN EV, ILÇENIN SIRTLARINA DAYANARAK GÜNEYE DOĞRU BAKIYOR. THE HOUSE IS LOCATED ON THE DRAMATIC SLOPING LANDSCAPE OF THE AEGEAN DISTRICT OF DATÇA FACING SOUTH TOWARDS THE SEA.
of Datça while functionally protecting the interior of the building from the scorching Mediterranean summer heat. Çağlar himself directed the construction of the building in order to accurately apply the design based on the foundations of the regional architecture. Intending to live in this house for the rest of their life, every detail was especially planned for long-term needs. They planned their living areas on one floor to ensure accessibility during older age while creating independent rooms for their children’s crowded families and a guest house for visitors. Design was organized to the most intricate detail such as the organization of the living floor in the upper level because of his wife’s fear of animals, leaving the garden floor for the private suites for the children, closed garage, laundry room, storage and utilities. The primary living area of the couple on the upper floor in the shape of a U has at its center a pool in the middle. Glass walls surrounding the pool provide sunlight to the interior living areas while securing the same sea view as this outdoor patio. Upon entering the house, the visitor is treated to this view of the MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 63
Projeler/Projects: Datça
Ömür boyu yaşamayı düşündükleri bu ev ve evde ihtiyaç duyabilecekleri her şey özenle planlanmış. Yaşlılıklarını düşünerek yaşama alanlarını tek katta toplarlarken, çocuklarının eşleriyle geldiklerinde kalabilecekleri bağımsız odalar ve misafirlerin kullanması için ise bir konuk evini projeye dahil etmeyi de uygun görmüşler. Tasarım problemleri son derece detaylıca düşünülürken, Nurçin Çağlar’ın (yılan, böcek, vb korkusu sebebiyle) bahçe ile aynı düzlemde yaşamak istememesi üzerine çiftin yaşama alanları yapının üst katında, çocukların müstakil süitleri, kapalı otopark ve ütü odası, depo gibi teknik alanlar da bahçe katında konumlandırılmış. Üst katta bulunan ve çiftin gündelik yaşamını geçireceği alan, U şeklinde bir plana sahip ve U’nun tam merkezinde ise bir havuz bulunuyor. Havuzu çevreleyen mekanların havuza bakan cephelerinin boydan boya cam olması, yaşama alanlarına gün ışığının girmesini maksimum seviyede sağlarken, aynı zamanda havuzun baktığı manzaranın ev içerisinden de görünür olmasını sağlıyor. Bu sayede, kapıdan girildiğinde ilk olarak havuz ve deniz manzarası kişiyi karşılıyor. Havuzun mekanın kalbinde bulunması, yani avlunun tamamen su ile dolu olması, yatak odasından salona, mutfaktan terasa yüzerek ulaşmayı da mümkün kılıyor. Özellikle kapalı, yarı açık ve açık olarak tasarlanan yaşama alanları içerisinde terasın kullanım değeri, bölgede uzun süren yaz ve bahar ayları sebebiyle oldukça yüksek. Havuzla bütünleşen terasta, barbekü ve açık mutfak yemek düzenini kolaylaştırırken, terastaki yemek masasının üzerinde bulunan üç metrelik konsol uçan çatı güneşi engelleyerek açık alandan uzun süre faydalanmaya yardımcı oluyor. Yılın ortalama 300 gününün güneşli geçtiği yarımadadaki evin ısıtması zeminden gerçekleşiyor ve kış güneşinden faydalanmak amacıyla güneş enerjisi ile de destekleniyor. Bununla birlikte yağmur sularının ve bahçe sulamalarının drene edilerek sarnıçta biriktirilip tekrar kullanılması, projenin tasarımında doğal ve çevresel ögelere özen gösterildiğinin bir göstergesi. Yapının bölgesel yapı özelliklerini temel alan ve aynı zamanda çağdaş kullanıcı ihtiyaçlarını karşılayan mimarinin yanında, bahçeye dışarıdan getirilerek dikilen 240 yıllın zeytin ağacı ve 30 yaşlarındaki maymun tırmanmaz ağacı da dikkat çekici nitelikte. Dış alanlarda havuz ve ağaçlara ek olarak mermer heykeller de yerleştirilmiş. Evin yapımında, arsa arayışından tarihi araştırmalara, proje tasarım çalışmalarından tasarım amaçları belirlemeye kadar aktif bir şekilde 64 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
DIŞ MEKANDA DOĞAL TAŞ KULLANILIRKEN, IÇ MEKAN DEKORASYONUNDA TAŞ OLARAK MERMER TERCIH EDILMIŞ. NATURAL STONE IS USED IN THE EXTERIOR WHILE MARBLE IS FOUND IN THE INTERIOR.
pool and the sea beyond. With the pool completely covering the center of the house, this courtyard filled with water only allows access from the living rooms to the bedroom and the kitchen to the terrace through the pool. In the context of the design of the enclosed, half open and completely open living areas the terrace area is the most valuable considering the long summer and spring months. This pool merged with the terrace provides a convenient barbecue and open kitchen space joined to the outdoor dining area covered by the cantilevered roof for longer use during the day. The house’s slab based heating is powered by solar energy available from the 300 days of sunlight of the peninsula. The ecological and environmental features of the house are also found in the recycling of rain and garden water through an underground storage tank. In addition to the architecture responding to the local vernacular and contemporary needs the other interesting feature is the planting of a 240 year old olive tree and a 30 year old silk floss tree. Marble sculptures complete the exterior ensemble of pool and landscaping. In the building of the house, due to the historical research undertaken in the search for a plot and in the active role they played in the direction of the construction, the couple has become a resource for architects and potential homeowners in the Datça area who often come to visit. The couple who have spent extensive time and energy on the project have enjoyed the new relationships and friendships realized in the passing on of their experiences. The couple who from the beginning have been completely satisfied with life in the stone house spend their time cultivating an ecological garden in the house’s yard. The houses technological systems also provided the
BAHÇEDE BULUNAN ÇARPICI AĞAÇLARA EK OLARAK, DIŞ MEKANA MERMER HEYKELLER DE YERLEŞTIRILMIŞ. MARBLE STATUES COMPLEMENT THE DISTINCTIVE OLIVE AND SILK FLOSS TREES OF THE GARDEN.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 65
Projeler/Projects: Datça
BAHÇE KATINDAN TERASA TIRMANAN MERDIVEN, TAŞ DUVARLA GÜÇLÜ BIR ILIŞKI YARATIYOR. THE COMBINATION OF STONEWALLS AND STAIRCASE CONNECTING THE GARDEN TO THE UPPER TERRACE CREATES ROBUST RELATIONS.
rol alan Çağlar çiftinin kapısını, Datça’ya gelen bazı mimarlar ve bölgede yeni ev yapma aşamasında olan diğer kişiler de yapıyı gezmek için zaman zaman çalıyorlar. Bu sürece oldukça fazla zaman ve emek harcayan çift, bu sayede bir çok kişiyle tanışıp arkadaşlıklar kurdukları gibi, deneyimlerini paylaşmaktan da oldukça memnun. Başından beri her aşamaya özenle yaklaşan çift, elde ettikleri sonucun ihtiyaçlarını tamamen karşıladığı taş evlerinde yaşamaktan son derece memnunlar ve evlerinde geçirdikleri zamanı bahçelerinde organik tarımla ilgilenerek de değerlendiriyorlar. Oksijen oranının yüksekliğiyle bilinen bölgede, sağlıklı yaşamaya özen gösterdikleri gibi, yaz aylarında havuzu spor için kullanıyor, yatak odalarında havuza karşı yerleştirdikleri koşu bandında yürüyüp pilates yapıyorlar. Yapının diğer bir özelliği, teknolojik yeniliklerden maksimum derecede faydalanmaya olanak veren bir altyapıya sahip olması. Evdeki bir çok fonksiyona evin dışarısında herhangi bir yerdeyken de iPhone veya bir bilgisayar aracılığı ile müdahele edilebiliyor. Aydınlatmayı, panjurları, perdeleri, kapıları, ısıtmayı, soğutmayı, bahçe sulamasını açıp kapayabilmek, ısıları düzenleyebilmek, arızaları, jeneratörün yakıt seviyesini, kamera görüntülerini görebilmek birçok kullanım kolaylığı sağlıyor. Mimar Kütükçüoğlu, kullanıcı kontrolündeki bu tip teknolojik fonksiyonların yanı sıra, sistemin kendi içerisinde hava şartlarına göre çalışmasını da otomatik kontrol mekanizması ile gerçekleştirmiş. Yağmur veya fırtına esnasında sistemin panjurları indirmesi, eve su basmasına izin vermeden çok az bir su ile alarmı çalıştırıp kendi kendine ana vanayı kapatması gibi özellikler ileri yaşlarda da kullanıcı için kullanım kolaylığı ve güven sağlayıcı nitelikte. Ege ve Akdeniz bölgelerinde turizm sebebiyle oluşan ve hızla artan çarpık yapılaşma dahilindeki binlerce yazlık arasında, Datça’daki bu müstakil taş ev bölgesel mimari özellikleri ve kullanıcı ihtiyaçları göz önüne alındığında ne kadar başarılı bir sonuca ulaşılabileceğinin bir kanıtı. Coğrafyadaki mimari özellikleri araştırarak yapı tasarımı için temel alan ve bu esnada kullanıcının detaylı ihtiyaçlarını karşılarken ileri teknolojiden de yararlanan Kütükçüoğlu, tasarladığı Mimar’ın Evi’nin varoluşuyla yarımadaya bir değer katıyor. 66 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
added convenience of remote control from a mobile telephone or computer. Lighting, curtains, shutters, doors, heating, cooling, automatic plant watering, interior temperature control, generator fuel levels, security cameras are all accessible by this system. The architects have also programmed the building to automatically adjust interior conditions based on exterior weather and temperature. For example, during heavy rain and storms the shutters automatically close while any threat of rain water flooding the house can be controlled by alarms that close the main pipes of the house. This private stone house in Datça shows the success that can be achieved in an emphasis on regional architecture and user needs in the midst of the excessive construction resulting from the growth of the tourism industry in the Aegean and Mediterranean coastline line of Turkey. The architect Mehmet Kütükçüoğlu in his Architect’s House has succeeded in producing a significant architectural addition to the peninsula through research of the traditional architecture of the Aegean geography guided by user needs and the conveniences of present-day technology.
DENIZ VE LIMAN MANZARASINA BAKAN KONUTTA, BÖLGE IKLIMINDEN DOLAYI AÇIK ALAN KULLANIMINA ÖNEM VERILMIŞ. A VARIETY OF OUTDOOR LIVING SPACES IDEAL FOR THE AEGEAN CLIMATE FACE THE VIEW TOWARDS THE SEA AND MARINA.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 67
Projeler/Projects: Datça
YAPININ ÜST KATINDA TAM ORTADA BULUNAN HAVUZ, GELENEKSEL BÖLGE EVLERININ ORTASINDA BULUNAN AVLULARIN YERINI ALMIŞ. THE POOL IN THE MIDDLE OF THE UPPER FLOOR TERRACE TAKES THE PLACE OF THE COURTYARDS FOUND IN TRADITIONAL HOMES.
MİMAR / ARCHITECT: Mehmet Kütükçüoğlu Teğet Mimarlık YER / LOCATION: Datça-Muğla, Türkiye / Turkey YIL / YEAR: 2011 PROGRAM / PROGRAMME: Konut / Residence MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş, ahşap, cam / Natural stone, wood, glass ALAN / AREA: 1250 m2 68 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 69
Projeler/Projects: Peso da Régua
KAYRAK TAŞI ILE KAPLI BINA, IÇERISINDE BULUNDUĞU ÇEVREYE ENTEGRE BIR ŞEKILDE DOĞANIN IÇERISINDE YER ALIYOR. THE EXTERIOR CLADDING IN SLATE IS IN TUNE WITH THE NATURAL LANDSCAPE.
70 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Portekiz bağlarına yolculuk:
Quinta do Vallado Şaraphanesi QUINTA DO VALLADO ŞARAPLARININ BETON VE TAŞTAN OLUŞTURULAN YENI TESISLERI KENDISINI ÇEVRELEYEN TEPELIK MANZARAYLA BIRLIKTE, AYRILMAYAN IKI GERÇEKLIK ARASINDA BIR ILIŞKI TANIMLIYOR.
A JOURNEY THROUGH THE PORTUGAL VINEYARDS
THE QUINTA DO VALLADO WINERY
QUINTA DO VALLADO WINERY’S NEW FACILITIES IN CONCRETE AND STONE DEFINES AN INTEGRAL RELATIONSHIP BETWEEN TWO REALITIES INCORPORATING THE IMPACT OF THE SURROUNDING HILLY LANDSCAPE. YAZI-TEXT: AYLIN KARTAL, FOTOĞRAF-PHOTO: ALBERTO PLÁCIDO
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 71
Projeler/Projects: Peso da Régua
YAPI CEPHELERINDE KULLANILAN IŞLENMIŞ KAYRAK TAŞI VE ÇEVRESINDE YER ALAN IŞLENMEMIŞ DOĞAL TAŞ, BIRLIKTE DENGELI BIR KOMBINASYON OLUŞTURUYOR. THE SMOOTH SURFACES OF THE PROCESSED SLATE WALLS ARE IN BALANCED CONTRAST TO THE ROUGH TEXTURES OF THE NATURAL STONE PAVEMENT.
Q
uinta do Vallado Şarapları’nın, önemli bir şaraphane olmasının yanı sıra bölgede bir simge olarak da uzun bir geçmişi var. Quinta do Vallado’nun şarapçılık geçmişi 1716 yılına kadar uzanıyor. Bugün üzerinde konumlandığı topraklar, Douro Vadisi’nin “Grande Dame”ı ve şarap üreticisi olarak bilinen Dona Antonia Adelaide Ferreira’ya ve onun soyunun devamı olan ailesine ait. Portekiz’in ünlü şarap bölgesi, Regua tarihi merkezinin yakınındaki, Quinta do Vallado üzüm bağları, şaraphanesi, konuk evi ve otel yapısı, Corgo Nehri’nin iki yakasına yayılarak Douro Vadisi’ni karşılayan noktada bulunuyor. Yaklaşık 38 hektarlık alanı kaplayan arazinin 26 hektarlık bölümünü üzüm bağları oluşturuyor. Şaraphane sıklıkla ele alınmayan bir yapı tipolojisi. Şaraphane yapımı söz konusu olduğunda, günümüz şaraphane sahipleri ve işletmecileri tamamen yeni baştan bir tesis inşa ettirmek yerine mevcut olan tesislere yapılacak olan, ekleme, yenileme, söz gelimi havalandırma sistemini değiştirme ya da fermantasyon mekanlarını mahzenlerin içine çekme gibi ekleme ve yükseltmeleri tercih ediyor. Bu bağlamda, mimari üretimi Porto ve Portekiz kaynaklı Vieira de Campos tarafından ele alınan, mevcut şaraphanenin ihtiyaçlarına cevap veren yeni konstrüksiyonları kapsayan Quinta do Vallado şaraphanesi uzantıları, çevresi ile uygun bir entegrasyon gerçekleştiriyor. Yeni konstrüksiyonlar topografik planın işaret ettiği dik teraslı araziden ilham alınarak meydana getiriliyor. Projenin tamamı, fermantasyon deposu, fıçı deposu ve resepsiyon ilaveleri ile önceden mevcut olan alanların tamamlanmasından oluşuyor. Douro gibi eşsiz ve şaşırtıcı bir manzaraya herhangi bir müdahalenin çok hassas olması gerekiyor. Bu yüzden, ilk mesele, manzaraya saygı gösterirken projenin ayırt edici kimliğinin nasıl vurgulanması gerektiği... Yeni oluşturulacak yapı topluluğu adına gerçekleştirilecek her müdahalenin, çevreye ve yapı topluluğuna ifade ve değer katarken, inşaat programı dâhilinde de isabetli olması gerekiyor.
72 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
T
he Quinta do Vallado Winery has a long history as both an important winery, as well as an iconic status in the region. The winemaking references of Quinta do Vallado dates back to 1716. The territory once belonged to the legendary Dona Antonia Adelaide Ferreira, known as the “Grande Dame” of the Douro Valley for cultivation of Port wine in Portugal, and still belongs to the family of her descendants. Portugal’s famous wine region, the Douro Valley in the north of the coutry, near the historical center of Regua, the Quinta do Vallado vineyards, winery, guest house and hotel spread across both banks of the Corgo River at the very point where it meets the Douro. The hilly property covers an area of approximately 38 hectares of land 26 hectares of which are vineyards. The winery is a building typology that only gets mentioned when it comes to the development of new wine sector technical production. Today’s winery owners prefer remodeling the existing facilities and adding or upgrading systems such as the ventilation, moving the fermentation space into the cellars instead of making entirely new facilities. Under similar circumstances, the extension of the Quinta Do Vallado winery, carried out by Francisco Vieira de Campos from the architectural practice of Guedes + De Campos from Porto, Portugal, responds to the need to combine the new constructions with the existing winery, while guaranteeing suitable integration into the surrounding landscape. As the topographical plan indicates the new constructions draw part of their inspiration from the contours of the steep terraced land. The project represents the completion of
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 73
ÇEVREDEN ILHAM ALAN YAPI, MANZARA ILE DOĞRUDAN ILIŞKI IÇERISINDE. THE IRREGULAR FORMS OF THE EXTERIOR SKIN GENERATE VIEWS TO THE SURROUNDING LANDSCAPE.
74 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Quinta do Vallado için oluşturulan genişletme projesinde güncel bir tasarım diliyle oluşturulan üretim ve eğlence alanlarının yapılanmasına yönelik müdahalelerin önceden var olan yapılarla entegrasyonu da ek bir mesele olarak ortaya çıkıyor. Bu konulara yönelik amaçların birleşmesi büyük bir teknik hassasiyetle, yalın formlar ve yalın malzeme kullanımı ile sonuçlanıyor. Manzaraya yönelik bu minimal etki, aynı zamanda aynı tasarrufla farklı cazip mekanlar yaratmak için de kullanılıyor. Yeni strüktürlerin tasarımı, şarapçılık ve şarap üretim sisteminin gereksinimleri tarafından dikte ediliyor. Üretim sisteminin tamamının anlaşılması, büyük ciddiyet, disiplin ve zaman gerektiriyor. Mimarlar yapıları arazinin topografyasını gözeterek planlıyorlar. Yeni birimler yapay doğalarını ilan ederek, önceden var olan yapılar ile hem tezat, hem de denge oluşturuyorlar. Genel kitle paralelkenar formundaki büyük fıçı deposu ve içte kemerli bir alandan oluşuyor. Bu oluşum, iyi bir ısı yalıtımı performansına olanak sağlıyor. Duvarlarda kullanılan dirençli olmayan malzeme havalandırma boşluğu ve alt yapı tüneli gibi doğal bir havalandırma sistemi oluşturuyor. Büyük fıçı deposu başlı başına özerk bir karakter sergiliyor. Diğer taraftan, Douro’nun teraslı
DOĞAL TAŞIN HAM YAPISI VE IŞLENMIŞ KAYRAK TAŞININ DÜZGÜN HATLARI, BIRLIKTE GÜÇLÜ BIR KONTRAST OLUŞTURUYOR. THE HORIZONTAL STACKED SLATE AND THE RAW, IRREGULAR PATTERNS OF THE NATURAL STONE DOMINATE THE EXTERIOR ENVIRONMENT.
the previously existing facilities with the addition of the fermentation warehouse, the hogshead warehouse and reception area. In a landscape as unique and astonishing as Douro, any intervention must be very precise. That’s why the first challenge was to underline the distinctive identity of the project while carefully respecting the landscape. Each gesture had to be incisive, adapting itself to the given program while realizing an expressiveness that could value both the built complex and the surrounding landscape. The expansion project for Quinta do Vallado included two areas of intervention, for production and leisure and an additional challenge: to maintain and to integrate the pre-existing buildings in a new complex with a clearly contemporary vocabulary. The unification of all these purposes needed great technical precision and resulted in great simplicity, both in the use of material and in the creation of forms. This assured minimal impact on the landscape while the same economy of means was used to create distinctive attractive spaces. The new structures design was strictly dictated by the production requirements of a gravity system of winemaking. Understanding the whole production system required great seriousness, discipline and also time. The architects therefore had to plan the building while taking heed of the topography of the land. The new volumes merge into the landscape by declaring their artificial nature creatingv tension and balance between the previous buildings and topography. The parallelepiped mass of the hogshead warehouse forms an arch space at the interior. This formation provides a MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 75
Projeler/Projects: Peso da Régua
ŞARAPHANE, KESKIN TASARIMINA RAĞMEN IÇERISINDE BULUNDUĞU COĞRAFYA ILE KUSURSUZ BIR UYUM OLUŞTURUYOR. THE SHARP, ANGULAR FORMS OF THE WINERY’S VOLUMES ARE IN HARMONY WITH THE LANDSCAPE OF THE HILLY GEOGRAPHY.
topografyası göz önünde bulundurulduğunda, manzarayla ilişki kuruyor. Bu nedenle yapı, mevcut terasın bir parçası gibi zemine gömülüyor ve aynı zamanda bir kaya oluşumu ya da fiziksel bir bariyer gibi mevcut terasın bir parçasına dönüşüyor. Proje, yapıda kullanılan antik kemer formu konseptiyle yapı ve altyapıyı birleştirmeyi amaçlıyor. Tüm birimler, iç yüzeylerinde pürüzlü bitirilmiş betondan oluşturuluyor. Yapıların dış yüzeyi tamamıyla gri renkli taş ile kaplanıyor. Uzun dikdörtgen formdaki parçalar halindeki yanık killi şistin çağdaş bir biçimde yorumlanmasıyla duvarlara soyut, geometrik ve neredeyse jeolojik bir şekil kazandırılıyor. Aynı malzeme çatı kaplamasında daha geniş bir formda kullanılıyor. Uzaktan beton görüntüsü veren yapılara yaklaşıldıkça doğal taşın karakteri ortaya çıkıyor. Doğal taş ile bitirilmiş yüzeylerin, yerel ve ham doğal taş ile kombinasyonu ilginç bir karışım ortaya koyuyor. Yapı, kendi bünyesinde form ve tekniği sentezlerken; insan üretimi ve doğa arasındaki bağlayıcılık görevini de taş üstleniyor.
QUINTA DO VALLADO ŞARAPHANESİ / QUINTA DO VALLADO WINERY MİMAR / ARCHITECT: Guedes + DeCampos, Francisco Vieira de Campos YER / LOCATION: Peso da Régua, Portekiz / Peso da Régua, Portugal YIL / YEAR: 2008-2011 PROGRAM / PROGRAMME: Quinta do Vallado Şaraphanesi’nin genişletilmesi, mevcut mahzenin uzatılması ve yeni binaların inşa edilmesi: fermantasyon deposu, büyük fıçı deposu ve resepsiyon/ Enlargement of the Quinta do Vallado Winery, extension of the existing cellar, construction of new buildings: fermentation warehouse, hogshead warehouse and reception MALZEMELER / MATERIALS: Bütün hacimler betonarme, iç mekânlarda pürüzlü beton, dış kaplamarda yerel yanmış killi şist / All the volumes are built in concrete with a rough finishing in the interior. On the outside the buildings are coated with local burnt shale OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 4142 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Mariana Sendas, Cristina Maximino, Inês Mesquita, Luís Campos, Adalgisa Lopes, Francisco Lencastre, Joana Miguel, Tiago Souto e Castro, Ana Leite Fernandes, João Pontes, Miguel Brochado 76 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
space that allows optimal heat insulation performance. The usage of the non-resistant material on the walls creates the possibility of the existence of a ventilation space, as well as an infrastructure tunnel and a natural ventilation system. The hogshead warehouse is itself fairly autonomous yet on the other hand integrates with the landscape, taking into account in its forms the topography of the Douro’s terraced landscape. Therefore, the building is embedded in the ground, becoming a part of an existing terrace like a rock formation and also a physical barrier. The project combines the structure and infrastructure with the concept of an ancient arch form, a mix of archetype and design. Structurally all the volumes are built in concrete with a rough surface finish in the interior. On it’s exterior the buildings are clad completely in stacked grey stone. The local burnt shale in long rectangle is worked in a contemporary way to achieve an abstract, geometric almost geologic shape on the walls while a wider tile of the same slate is used on the roof. From afar, the new facilities appear to be fully concrete, but as you approach their stone character is revealed. The stone relates to its material setting yet shows the interests of the winemakers to take their place in the progress of their craft in the modern age. Finished natural stone surfaces are combind with local raw natural stone in a intriguing mix. The building’s synthesis of form and technique is with the important part played by stone as the glue between nature and man’s creations.
FIÇI DEPOSUUN DIŞ FORMU DÜZ YÜZEYLERE SAHIPKEN, IÇ ALANIN FORMUNU GELENEKSEL MAHZENLERDE BULUNAN TONOZ YAPISI VERIYOR.
QUINTA DO VALLADO ŞARAP OTELİ / QUINTA DO VALLADO WINE HOTEL MİMAR / ARCHITECT: Guedes + DeCampos, Francisco Vieira de Campos YER / LOCATION: Peso da Régua, Portekiz / Peso da Régua, Portugal YIL / YEAR: 2010-2012 PROGRAM / PROGRAMME: Yeni otel yapısı / New hotel building MALZEMELER / MATERIALS: Betonarme ve arduvaz / Concrete and slate OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 1020 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Inês Mesquita, Mariana Sendas, Cristina Maximino, Adalgisa Lopes, Ana Leite Fernandes, Luís Campos, João Pontes, Joana Miguel, Francisco Lencastre, Tiago Souto e Castro, Miguel Brochado
WHILE THE EXTERIOR ENVELOPE OF THE WINE STORAGE ROOMS IS STRAIGHT AND ORTHOGONAL, THE INTERIOR RETAINS THE TRADITIONAL VAULTED SHAPE.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 77
Projeler/Projects: Peso da Régua
Doğal taş ve beton:
Natural Stone and Concrete
Wine Hotel Quinta do Vallado FOTOĞRAF-PHOTO: FERNANDO GUERRA | FG+SG
Ş
araphaneler, artık sadece şarap tatma ve satın alma mekânları olmadığından birçoğu, çeşitli turizm deneyimleri, restoranlar, konaklama, turlar, piknik tesisleri ve dinlenme tesisleri gibi hizmetler sunuyor. Rioja şarapları, Frank Gehry’nin Hotel de Marques de Riscal inşaatına milyonlarca yatırım yapmaya karar verdiğinde, birçokları projeye aktarılan para miktarına şaşırdı. Ancak bu durum, şarap turizminin dünya pazarındaki büyümesine dair örneklerden sadece biri. Günümüzde şarap mahzenleri, tüketici ve ziyaretçilerin, ürün ve üretici ile etkileşim kurduğu, şarap bölgesinin sunduğu zengin çeşitliliklerin yaşandığı bir yere dönüşüyor. Quinta do Vallado’daki yeni otel yapısı projesi, Francisco Vieira de Campos tarafından gerçekleştirilmiş. Daha önce, altıncı nesilden şarap üreticisi Joao Ferreira Alvares Ribeiro, ailenin 18. yüzyıldan kalma, hardal renkli malikânesinin zemin katını, rustik tasarımlı, beş odalı bir konuk evine dönüştürmüş.
KAYRAK TAŞI ILE KAPLI CEPHELERDE, BETONARME HATILLAR BINANIN KIVRILAN FORMUNU PEKIŞTIRIYOR. THE EXTERIOR WALLS ARE OF STACKED SLATE STONE AND EXPOSED REINFORCED CONCRETE BEAMS.
78 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
T
he harmonious combination of natural stone and concrete in the architecture of the winery Hotel of Quinta do Vallado attracts oenophiles to this historic corner of Portugal. Wineries are no longer simply venues to taste and purchase wine. Many offer a tourism experience and services such as restaurants, accommodation, tours, picnic facilities and recreational facilities. When a Rioja winery decided to invest millions in the construction of the celebrated Frank Gehry Hotel de Marques de Riscal, many were amazed at the amount of money that was poured into the project. Yet this is just one example of the growth that is being seen around the world in wine tourism. Today’s cellar is a place where consumers and visitors can interact with the product, the winemaker and experience the rich diversity that a wine region has to offer.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 79
Projeler/Projects: Peso da Régua
80 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
ŞEKILLENDIRILMIŞ TOPOGRAFYA IÇERISINDE YER ALAN BINA, KATMANLI FORM ILE ILIŞKILENDIRILEREK KONUMLANDIRILMIŞ. THE BUILDING’S DOMINANT HORIZONTAL VOLUMES ARE INSERTED INTO THE TERRACED AND SLOPING LANDSCAPE.
Bir havuzla sonlanan konuk evi, kepenkli kapıları ile çakıl taşlı yola açılıyor. Konuk evinin yanında bu yıl mart ayında tamamlanan sekiz odalı modern otel yapısı yer alıyor. Yapı, zemin üzerinde keskin bir eğri çizen, uzun ve etkileyici killi şistten oluşturulan etkileyici duvar görünümüyle modern bir ifade sergiliyor. Doğal mimari ile karakterize olan çevredeki manzaranın güçlü etkisi düşünüldüğünde Dünya Mirası olarak tekil bir karaktere sahip olan bu alanda, yeni bir hacim eklemeye yönelik çözüme odaklanan otel projesi, yere keskin bir eğri çiziyor. Bu ilişkide, neyin var olup neyin var olmadığına dair iki gerçeklik arasındaki çatışmalı ilişki, iki geometri ve iki zaman kavramı, projenin gerilimini oluşturuyor. Şarap turizmine yönelik otel programı, mekânsal ve biçimsel olarak engel tanımlıyor. Mekânlar,
The project for the new hotel building at Quinta do Vallado, carried out by Francisco Vieira de Campos from the architectural office Guedes + De Campos, fits as it was proposed for the new winery in a strategy that balances the need for expansion of the production facilities of Quinta do Vallado. Previously, João Ferreira Álvares Ribeiro, the sixthgeneration Portugese winemaker has converted the ground floor of the family’s 18th century ocher colored manor house which culminates with the swimming pool into five guest rooms in rustic style with shuttered doors opening onto a gravel path. Meanwhile the more recent eight room hotel building completed in March 2012, situated next to this guest house, displays a more modern design approach integrating the long and impressive wall in shale which draws a sharp curve on the ground. Given the strong impact of the surrounding landscape, characterized by a natural architecture that gives the
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 81
Projeler/Projects: Peso da Régua
ayrı ayrı, ışık, manzara ve ferahlık gibi fonksiyonlar açısından değerlendirilmiş. Bu amaçla cephede kullanılan geniş pencerelerle, yapı neredeyse tamamen çevreye açılıyor. Otelin iç tasarımı yerel gelenek ve minimalist yalınlığı harmanlıyor. Açık, güçlü çizgiler dışarının görünümü için yeterli derecede açıklığa izin veriyor. Yemek alanı ve lobi peyzaj manzarasına sahip. Zemin ve duvar yüzeylerinin büyük çoğunluğunda beton ve arduvaz kaplama ile elde edilen doğal taş uygulaması görülüyor. Duvar yüzeylerinde grinin farklı tonları tercih edilirken, zeminde daha koyu gri tonlar kullanılıyor. İç mekanlarda doğal ahşap mobilyaların yoğun kullanımı ve detaylar, projenin bir bütün olarak doğal karakterini tamamlıyor. Otel sahiplerinin efsanevi Dona Antonia Adelaide Ferreira’ya gönderme yapan aile mirası,
area a singular character as a World Heritage site, the hotel project focuses on solving the insertion of a new volume conditioned by a long and impressive wall in shale, which draws a sharp curve on the ground. From this relationship, between what exists and what does not exist, we can see the tension of the project, confrontational relationships between two realities, between two geometries, between two times. The program of the wine tourism hotel defines a great restraint that is both spatial and formal. The large windows allow the building to be almost completely open to its environment. The spaces are drawn by the function of their use, of the light, of the views and, and above all, the sense of well-being connecting mind and body. The interior design of the hotel enhances the local tradition and family heritage of its owners descendants of the legendary Dona Antonia Adelaide Ferreira, “Ferreirinha”, through photographs and sculptures made by the family. Similarly the names of the rooms relate to the names of the land owner.
DOĞANIN TAM ORTASINDA BULUNAN OTEL, GELENEKSEL VE ÇAĞDAŞIN ILIŞKISINDE OLMASI GEREKEN DENGE NOKTASINDA. THE HISTORIC AND CONTEMPORARY BUILDINGS OF THE HOTEL ARE CONFIGURED IDEALLY IN THE HILLY SETTING OF NORTH PORTUGAL.
82 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 83
Projeler/Projects: Peso da Régua
İÇ MEKANDA TERCIH EDILEN TAŞ VE AHŞAP MALZEMELER, DOĞAL ALGIYI GÜÇLENDIRIYOR. THE COMBINATION OF NATURAL STONE AND WOOD SURFACES INCREASE THE IMPACT OF THE NATURAL SURROUNDINGS.
kendileri tarafından yapılan heykeller ve fotoğraflar aracılığıyla vurgulanıyor. Benzer şekilde odaların isimlerinde mülk sahiplerinin isimleri kullanılıyor. Konstrüksiyonda bir önceki uzantı olan şarap tesislerinde kullanılan mimari yaklaşımın benzeri kullanılmış. Ham beton ve doğal taş arduvaz gibi materyaller, geometrik tasarımı sabitleyerek yüzeylerin duyusal niteliklerini sergilerken bu yeni otelin temasını oluşturuyor. Yapının dışına kaplanan uzun dikdötgen formundaki yerel yanmış arduvaz bir jeolojik oluşum etkisi verirken, yapının tüm çevresinde akan, uzun, kalın, beton kiriş ile bütünlük sağlıyor.
84 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Of the construction as in the previous extension of the winemaking facilities a similar architectonic approach was explored. The raw materials, concrete and slate, fix the geometry and the sensory qualities of its surfaces, becoming the augmented synthesis and the theme of this new hotel. The local burnt slate cut in long rectangles is stacked almost as a geological formation complemented by the long thick concrete beams that flow around the building. In the interior, strips of slates in shades of grey are fused with larger more dark grey stones used as flooring. The interiors also have extensive use of natural wood furniture and details that complete the natural tendencies of the project as a whole.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 85
Projeler/Projects: Santiago de Compostela
86 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Galiçya, granit ve yerele saygı MIMAR VICTOR LÓPEZ COTELO’NUN İSPANYA’NIN GALIÇYA BÖLGESINDEKI METRUK BIR DERI TABAKHANESINI ELDEN GEÇIREREK GERÇEKLEŞTIRDIĞI PUENTA SARELA KONUT PROJESI MÜDAHALE ETTIĞI TESISE DEĞER KATARKEN AYNI ZAMANDA YEREL BAĞLAMIN ÖZELLIKLERINE SAYGI DURUŞUNDA BULUNUYOR.
GALICIA, GRANITE AND RESPECT FOR THE LOCAL DESIGNED BY VICTOR LÓPEZ COTELO, THE PUENTE SARELA RESIDENTIAL COMPLEX IS THE REVITALIZATION OF A DERELICT TANNERY IN THE NORTHERN SPANISH CITY OF SANTIAGO DE COMPOSTELA. THE PROJECT, WHICH STARTED IN 2005 TO BE COMPLETED ONLY IN 2009, WAS THE RESULT OF A LONG PROCESS WHOSE LABORIOUSNESS CAN BE TRACED VIA ARCHITECTURAL DESIGN. YAZI-TEXT: ERAY ÇAYLI, FOTOĞRAF-PHOTO: LLUÍS CASALS
İ
spanya’nın kuzey kentlerinden Santiago de Compostela’daki Puente Sarela konut tesisi, mimar Victor López Cotelo’nun metruk bir deri tabakhanesini elden geçirerek gerçekleştirdiği bir proje. 2005’te başlamasına rağmen ancak 2009’da tamamlanan projenin ardındaki sürecin bu denli uzun olmasının nedenlerini mimarın tasarım yaklaşımı üzerinden de okumak mümkün. Derin bir kültüre ve tarihe sahip bir bölgenin yanı başındaki eski bir endüstriyel tesisi değerlendirmek gibi zorlu bir görevle karşı karşıya kalan López Cotelo’nun tasarımı, acelecilik ve tepeden inmecilik kolaycılığına kaçmıyor. Mimarın titizlikle yürüttüğü proje, müdahale ettiği tesise büyük değer katarken aynı zamanda yerel bağlamın özelliklerine de bir saygı duruşu niteliğinde. Santiago de Compostela, İspanya’nın kuzeyindeki özerk Galiçya bölgesinin başkenti olan önemli bir şehir. Ayrıca Katolik hac rotalarının en başında gelen ‘Hazreti Yakup Yolu’ da bu şehirde sonlanıyor. Söz konusu rotanın sona erdiği nokta olan 900 yıllık Santiago de Compostela Katedrali, bugün kentin tarihi merkezinde yer almakta. Santiago’nun eski şehir merkezinde ayrıca Gelmírez Sarayı, Rajoy Sarayı ve San Jerónimo Koleji gibi diğer tarihi binalar da yer alıyor. Tüm bu nedenlerden dolayı mimarlık tarihi açısından da büyük öneme sahip olan Santiago’nun tarihi kent merkezinde yer alan yapıların çoğunun inşasında kullanılan ana malzemeyse yerel bir granit taşı. Bu taş bölge için öyle büyük bir öneme sahip ki, şehrin kalbinde yer alan meydan, Katedral duvarlarını ören taş ustalarının emeklerinin hatırasına Praza do
S
antiago de Compostela, the capital of the autonomous region of Galicia, is one of the most important cities in northern Spain. This is also where the renowned Catholic pilgrimage route ‘the Way of St. James’ comes to an end. The specific destination of this route, the 900-year old Santiago de Compostela Cathedral, is situated in the town’s historical center. Also located here are other important buildings such as the Gelmírez Palace, Rajoy Palace and San Jerónimo College. Lending Santiago de Compostela its architectural significance, these buildings at the heart of the city’s historical center are predominantly made of the local granite. So important is this material for Santiago that the city’s main square is named Praza do Obradoiro (Workshop Square) to the memory of the stonemasons who had once set up shop there. Spain’s architectural scene has had a lively last two decades, and Santiago de Compostela has been no exception. The historic center of this important northern Spanish city has been revitalized through a number of architectural projects. In addition to these cultural-historical strategies, there have been architectural attempts to make the city also a hub of contemporary culture. Foremost among these is the
ESKI SANAYI BINASININ AĞIR TAŞ DOKUSU ILE BIRLIKTE KULLANILAN FARKLI TAŞLAR ARKITEKTONIK YÖNTEMLERLE BIRLEŞIYOR. THE REHABILITATED INDUSTRIAL BUILDINGS OF AN OLD TANNERY ARE CONFIGURED IN AN ARCHITECTONIC EXPRESSION IN HEAVY NATURAL STONE LAYERED UNDERNEATH A LIGHT ALUMINUM STUCTURE.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 87
Projeler/Projects: Santiago de Compostela
KÜLTÜREL VE TARIHI DOKUSUYLA BILINEN BÖLGEDEKI SANAYI YAPISI, CAM MALZEMENIN YALIN KULLANIMIYLA YENI BIR FORMA ULAŞTI. THE OLDER INDUSTRIAL BUILDINGS ARE TRANSFORMED THROUGH A COMBINATION OF STONE AND LIGHTWEIGHT STRUCTURE IN GLASS.
Obradoiro yani ‘Atölye Meydanı’ ismini taşıyor. Geçtiğimiz 20 yılda mimarlık açısından oldukça hareketli bir dönem geçiren İspanya’da, Santiago de Compostela’nın da söz konusu seyirden nasibini aldığı söylenebilir. Kuzey İspanya’nın bu önemli kentinin tarihi merkezinin geçtiğimiz yıllarda elden geçirilerek yenilendiği biliniyor. Bu yenileme projelerinin haricinde, bölgeyi çağdaş anlamda da bir çekim merkezi haline getirmek için büyük mimarlık projelerine başvurulduğu görülmekte. Bunların başında, ünlü mimar Peter Eisenman’ın Galiçya Kültür Kenti (Cidade da Cultura de Galicia) adlı yaklaşık 142 bin metrekarelik bir alana yayılan ve konser salonu, kütüphane, arşiv, müze ve galeri gibi altı ayrı binadan oluşan projesi geliyor. Bu devasa kültürel tesisin 1999’da başlayan ve ancak 2011’de kısmen tamamlanabilen inşaatı, İspanya’da bu yıllar zarfında yaşanan ve ülkeyi hala etkilemekte olan ekonomik sıkıntılara dikkat çekenler tarafından ağır eleştirilere maruz kaldı. Ancak eleştiriler ekonomik nedenlerle sınırlı değil ve Eisenman’ın “mimarlık ancak kendi kendine gönderme yapan bir dildir” olarak özetlediği mimari yaklaşımını da hedef
88 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
famous architect Peter Eisenman’s Cidade da Cultura de Galicia (The City of Culture of Galicia), a massive project spreading out over 142,000 m2 and consisting of six different buildings that host concert halls, museums, archives, and art galleries. Having started construction in 1999 only to be completed in 2011, this gigantic project has been subject to harsh criticism by those who point to Spain’s troublesome last decade marked by economic hardship. However, the criticism is not limited only to matters of economy, but also targeted Eisenman’s architecture, specifically his understanding of the practice as “a language that refers only to itself.” Many argue that the starchitect’s project fails to pay respect to the local context to an extent it deserves. Eisenman’s design, on the other hand, refers in its own way to the locale, as it is based on a superimposition of the street layout of Santiago de Compostela’s old town center onto an empty land on Mount Gaiás in the fringes of the city. . Limited to a formal gesture, such reference to the local context does not suffice to circumvent the critique of detachment the project is often subjected to. Today, Eisenman’s project is named alongside Frank Gehry’s Guggenheim
alıyor. Ünlü mimarın önemli karakteristik özelliklere ve derin bir tarihe sahip olan yerel bağlama hak ettiği düzeyde saygıyı göstermediği iddia ediliyor. Zira Eisenman’ın tasarımı Santiago’nun tarihi kent merkezinin sokaklarının bir haritasını şehrin dışındaki Gaiás Tepesi’ndeki bir arazinin üzerine bindirmesinden oluşuyor. Kentin dokusu ve tarihiyle kurulan ilişki sadece böyle biçimsel bir seviyede olunca projenin yüzeysellik eleştirilerine maruz kalması da kaçınılmaz olmuş. Eisenman’ın projesi bugün, Frank Gehry tasarımı Guggenheim Bilbao ile birlikte, İspanya’da kimilerinin ‘para mezarlığı’ olarak adlandırdığı ve artık geride kalmış olmasını umduğu bir dönemin mimarlığı olarak görülüyor. İşte Victor López Cotelo’nun eski bir deri atölyesini elden geçirerek etkileyici bir konut tesisine dönüştürdüğü Puente Sarela projesi mimarlık açısından hareketli olduğu kadar tartışmalı da olan böylesi bir bağlama yapılan bir müdahale niteliğinde. Santiago de Compostela’nın tarihi kent merkezinde olmasa da onun hemen yanındaki bir arazide gerçekleştirilen proje, tasarladığı güncel kullanım senaryosunda yerel bağlamın mimari özelliklerinden yoğun biçimde besleniyor. López Cotelo, ortaçağdan sanayi devrimine kadar uzanan farklı tarihsel katmanlarla ilişkiye girmek durumunda olduğu bu projede, kendisine teslim edilen eski yapıların karakterini koruyup onları yerinde ve saygılı müdahalelerle fiziksel anlamda kuvvetlendiriyor. Metruk bir deri atölyesi ve çevresindeki araziyi canlandırma amacındaki proje, endüstriyel
Bilbao as the architecture of a period that Spain would be better off leaving behind, dubbed by some as a ‘cemetery for money’. It is in such a vibrant and contested architectural paradigm into which Victor López Cotelo intervenes with his transformation of a derelict tannery into an impressive residential complex. Built on land by the old town center of Santiago de Compostela, Puente Sarela makes use of the locale’s existing architectural features to create a contemporary use scenario. Dealing with a ruinous industrial site by the old center of a town with deep history and culture, López Cotelo’s design avoids a hasty top-down approach. Instead, the architect has chosen to take his time and work meticulously to enrich the existing context through a respectful intervention. Having to relate to several local histories stretching from the Middle Ages to Industrialization, López Cotelo’s design preserves the characteristics of the existing buildings while materially strengthening them through respectful interventions. Aiming to revitalize this abandoned site and its surroundings, the project interprets typical elements of industrial architecture and the Galician countryside in a manner that is as MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 89
Projeler/Projects: Santiago de Compostela
90 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
FARKLI DOKULAR VE PATIKALAR, ESKI YERLEŞIM ALANLARINDAKI GIBI MIMARIYI PEYZAJ ILE BÜTÜNLEŞTIRIYOR. THE COMPLEX’S SURFACES AND PATHS, HALFWAY BETWEEN INDUSTRIAL AND RURAL, REST ON THE NEW LANDSCAPE TERRACES COVERED WITH VEGETATION.
yapıların tipik bileşenleri ve Galiçya kırsalının karakteristik özelliklerini çağdaş bir dille saygılı bir biçimde yorumluyor. Eski deri atölyesinin kalın granit duvarlarına sadece güçlendirilmeleri amacıyla hafif strüktürlerle müdahale eden Victor López Cotelo, tesise yaptığı tüm benzer eklemelerde elinden geldiğince yerel granit taşını kullanmaya çaba gösteriyor. Mimar, başka malzemeler kullanması gerektiğinde ise graniti gölgede bırakmayacak niteliğe sahip cam ve galvaniz sac gibi görsel ve dokunsal olarak hafif malzemeleri tercih ediyor. Mimarın bu yaklaşımının izlerini, sıfırdan inşa ettiği az sayıda yapıdan biri olan daire bloğu üzerinden sürmek mümkün. Cotelo, söz konusu yapının zemininde yöreden elde ettiği taşları geri dönüştürerek kullanırken cephesini camdan yapılma hafif bir gövdeden ve çatısını da galvaniz sacdan üretilmiş bir sistemden oluşturmuş. Mimar, eski deri imalathanesinin kendisine sunduğu yapıları iki ana grup altında toplayarak değerlendiriyor. Bunlardan birincisi nehir kıyısında bulunan ve bir dizi taş sütundan oluşan çarpıcı bir görsel karaktere sahip olan fabrika. İkincisiyse daha yüksek bir arazide yer alan eski değirmen ve değirmencinin konutu. Mimarın projede yerel granit taşını kullandığı durumların bir örneği de bu iki yapı grubunu birbirine bağlarken başvurduğu peyzaj düzenlemeleri. Cotelo’nun dış mekânlarda titizlikle hesaplayarak inşa ettiği yürüyüş yolları, arazinin farklı seviyelerdeki kesimlerini tesisin kırsal karakterini öne çıkararak birbirine bağlarken yeni ile eskiyi başarılı bir biçimde ilişkilendiriyor. Mimarın bu iki yapı grubunun tarihine saygı duruşu niteliği taşıyan mimari müdahalesi, endüstriyel mimarinin kendine has karakterini ön
contemporary as it is considerate. Puente Sarela makes every effort to use local materials whenever possible. Intervening into the massive granite walls of the old buildings only when their reinforcement is required, Victor López Cotelo strives to use the local granite in all of his additions to the site. When the use of other materials is inevitable, the architect prefers glass and galvanized steel whose visual and tactile lightness helps to avoid overshadowing the granite. A case in point is the new apartment block Cotelo has added to the site. Cladding the block’s floor with recycled stone obtained locally, the architect employs a lightweight glass body to make part of the building’s façade and covers it with a galvanized roof. Victor López Cotelo’s design interprets the existing buildings under two main groups. The first comprises the riverside workshops whose grid of stone pillars lends them striking architectural significance. The second group consists of the mill and the miller’s house which are located on relatively higher terrain. Another case where the architect has employed the local granite is the landscape design connecting these two different building groups. Making use of this varied rural topography, Cotelo’s meticulously calculated stone paths link these different complexes while also meaningfully relating the present to the past. The architect’s respectful architectural intervention also intends to foreground the unique characteristics of the industrial architectural heritage. A project that bridges the old and the new in a respectful manner, the Puente Sarela residential complex has qualities already lauded by many. A case in point is the twelfth ‘International Award Architecture in Stone’, which the project was awarded in 2011 by Marmomacc, the International Trade Fair for Stone Design and Technology. Organized biannually since 1987, the award’s MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 91
Projeler/Projects: Santiago de Compostela
plana çıkarmayı amaçlıyor. Eski ve yeniyi mütevazı bir biçimde bir araya getiren bir proje olan Puente Sarela’nın bu niteliği farklı çevrelerce de takdir edildi. Bunların arasında, Uluslararası Taş Tasarımı ve Teknolojisi Fuarı ‘Marmomacc’ tarafından 2011’de düzenlenen 12. Uluslararası Taş Mimari Ödülleri’ de var. 1987 yılından beri iki yılda bir düzenlenen ve jürisinde Alessandro Mendini, Thomas Herzog ve Juan José Lahuerta gibi tanınmış mimar, tasarımcı ve sanatçıları barındıran bu saygın ödüle layık görülen tasarımlar 13 ülkeden gelen 27 proje arasından seçiliyor. Ödülü Victor López Cotelo’ya takdim ederken, projeye ilişkin jürinin de dikkat çektiği özellik “Galiçya’nın başkentinde yakın geçmişte gerçekleştirilen diğer mimari projelerin aksine, sadece kendini referans alan bir mimari anlayıştan kaçınması”. Yerel granit taşından faydalanma biçimi ve yaptığı mimari müdahalelerin mütevazılığına bakılırsa Puente Sarela, gerçekten de, mimarlığın herhangi bir yerel bağlama değer katabilmesinin ancak onun kültür ve tarihine yapılacak saygılı göndermelerle mümkün olabileceğini savunan yeni bir yaklaşımın habercisi.
AKDENIZ BÖLGE MIMARISININ TIPIK ÖZELLIKLERINE BAĞLI OLARAK, IÇ VE DIŞ MEKANLARIN ARASINDAKI HAFIF ILIŞKI MEKANDA YER ALIYOR. MEDITERRANEAN ARCHITECTURE IS THE BASIS FOR SPACES THAT ACT AS A BUFFER BETWEEN EXTERIOR AND INTERIOR.
jury includes renowned designers, architects and artists such as Alessandro Mendini, Thomas Herzog and Juan José Lahuerta, who were presented 13 projects from 27 countries to choose from. Listed among the reasons behind the jury’s decision is Puente Sarela ‘s success in “escaping from the self-referencing nature of several recent architectural works built in the capital of Galicia.” The project’s modest interventions using the local granite indeed prove that enriching a locale through architecture is possible only insofar as its culture and history are respectfully referred to. 92 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
MİMAR / ARCHITECT: Victor López Cotelo YER / LOCATION: Santiago de Compostela, İspanya / Spain YIL / YEAR: 2009 PROGRAM / PROGRAMME: Konut / Residential Complex MALZEMELER / MATERIALS: Yerel granit, cam, galvaniz sac / Local granite, glass, galvanize
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 93
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
Detay ve malzemedeki eşsizlik MIMARI UYGULAMALARI; MODERN MIMARLIK DILI, PEYZAJ VE KENTSEL BAĞLAMDA TITIZ BIR IŞLEYIŞ VE BÖLGEYE ÖZGÜ GELENEKLERIN BIRLEŞIMI OLARAK DIKKAT ÇEKEN, BERLIN NPS TCHOBAN VOSS’UN YÖNETICISI VE MOSKOVA SPEECH TCHOBAN & KUZNETSOV MIMARLIK OFISININ YÖNETICI ORTAĞI SERGEI TCHOBAN, TÜM ÜRETIMLERINDE MIMARIDE VAZGEÇILEMEZ BIR DINAMIK OLAN DETAYIN ÖNEMINI VURGULUYOR.
94 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
ORIGINALITY IN DETAIL AND MATERIAL THE ARCHITECTURE OF SERGEI TCHOBAN, DIRECTOR AND PARTNER OF THE NPS TCHOBAN VOSS (BERLIN) AND MANAGING PARTNER OF THE SPEECH TCHOBAN & KUZNETSOV (MOSCOW) ARCHITECTURAL STUDIOS, IS NOTABLE FOR THE COMBINATION OF A MODERN ARCHITECTURAL LANGUAGE AND A CONSIDERATE TREATMENT OF LANDSCAPE AND URBAN CONTEXT. TCHOBAN’S DESIGN USING THE TRADITIONS OF A PARTICULAR PLACE, EMPHASIZES THE IMPORTANCE OF DETAIL AS AN ESSENTIAL DYNAMIC IN ARCHITECTURE. YAZI-TEXT: AYLIN KARTAL, FOTOĞRAF-PHOTO: ALEXEJ NARODITSKY, YURI PALMIN
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 95
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
G
eçtiğimiz ay İstanbul Yapı Endüstri Merkezi’nde bir konferans veren Sergei Tchoban konferansın başında “uzun zamandır mimarlar için mimarlık yapıyoruz” diyordu. “Detaya olan ilgimizi kaybettik. Her şeyi büyük formlar, büyük planlar, büyük tasarımlar olarak düşünüyoruz ama artık insan ölçeğinde hiç düşünmüyoruz. Tıpkı 200 yıl öncesinde olduğu gibi dokunuşun ve duyguların aynı olduğu en küçük öğelere geri dönmemiz gerekli”. Tchoban’ın düşüncelerinin ilgi çeken bir devamı Hal Foster’ın “Tasarım ve Suç” kitabında 1900’lerin Gesamkunstwerk’inin günümüzdeki güçlü yankılarını vurguladığı; her yüzyıl sonu başka yüzyılı çağrıştırır şeklindeki ifadesiyle anlam kazanıyor. Foster’ın topyekün tasarım ve 2000’ler üzerindeki eleştirel perspektiflerini bir yana bırakırsak, gerçekten de 19. yüzyıl sonu mimarlık estetiği en son detaya kadar tasarımın ve bireyselliğin vurgulandığı, bu gün topyekün tasarım olarak tanımlanan etkinliğin ta kendisiydi. 19. yüzyıl uygulamacılarının yazınsal üretimleri incelendiğinde bunların, Tchoban’ın mimari üretimi ve söylemi üzerindeki potansiyel rolünü açıklığa kavuşturabilmek olanaklı. 1800’lerin sonunda John Ruskin dönemin teorisyenleri içinde tasarım ve süsleme konusunu felsefi açıdan ele alan en önemli aktörlerden biriydi. “Venedik’in Taşları”nda tarihsel mimari üzerinde gözlemlediği her süslemeyi kataloglayan ve değerlendiren Ruskin, süslemenin mimari için kaçınılmaz bir öğe olduğu yargısına varıyordu. Ayrıca, doğal olarak renkli malzemeler yapının dokusunun önemli parçalarından biriydi. Bunun ötesinde süsleme, genel etkiyi daha zengin ve tatmin edici boyuta taşımak için de uygulanmalıydı. Ruskin’in söylemlerinin yanı sıra Sergei Tchoban’ın mimarisinde; Ruskin sonrası sanatçıları, sanatçı-zanaatkârları, tasarımcıları, mimarları ve sanatçımimarlarının yeni formlar ve konuların kabulü, sanayileşmiş toplumun olumsuz etkilerine karşı yeni bir estetik anlayışı, çevre, iç mekân, dış mekân, teknik bileşenler arasında birliktelik ve uyum gibi özellikler keşfedilebiliyor. Ruskin’in çağdaşlarından William Morris mimariyi uygun malzeme ile uygun yapı üretme sanatı olarak tanımlar. Malzeme konusundaki bu hassasiyet yüzyıl sonra Tchoban’ın üretimlerinde yankılanıyor. Tchoban, mimari üretimlerinde modern kaplama malzemeleri yerine estetik görünümü ve dayanaklılığı açısından doğal taşı tercih ediyor. Taş zamanın olumsuz etkilerine karşı koyabilen ve yıllar boyunca gösterişini koruyabilen bir
96 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
S
ergei Tchoban who gave a lecture at Istanbul YEM on 26 April, focusedthe his lecture on the theme of bringing together architecture and detail and his projects for the German and Russian market. At the beginning of his lecture he said: “For a long time we’ve made architecture for architects” adding that there has been little interest in detail in architecture. “We have lost our love of the detail. We think of everything in big forms and big plans and designs, but we don’t think any more about the human scale. We need to come back to the small elements, where your touch and your feelings are the same as they were 200 years ago”. The compelling sequel to Tchoban’s thoughts, in his book “Design and Crime” Hal Foster, underlines that the turn of one century calls up others in order to analyze 1900’s Gesamtkunstwerk’s strong echo in the present. Apart from Foster’s critical perspectives on total design and the style of 2000s the turn of the century architectural aesthetics were the domain of the individual, designed to the last detail. In today’s world known as “overall design”. When we look at the writings of the 19th century practitioners we can clarify their potential role in Tchoban’s architectural production and discourse. At the end of the 1800’s John Ruskin was more genuinely philosophical on the subject of decoration than any other theorist. In “The Stones of Venice” he elaborated his discussion by cataloging every type of ornament he had observed in historical architecture and assessing its relative merits. Overacting all other considerations was the conviction that decoration is an indispensable aspect of architecture. Color as an inherent property of materials should be part and parcel of the fabric of a building, especially in the creation of patterns with colored materials. But beyond that ornament should be applied to make the general effect richer and more satisfying. In Sergei Tchoban’s architecture one discovers the Post-Ruskin artists, artistcraftsmen, designers, architects and artist-architects quality as well as ready acceptance of new forms and subjects. The result is a desire for a new aesthetics which would counter the threatening unfriendly implications of growing industrial society with a unity with environment both internal and external and the technical components combined with the organic. One of the Ruskin’s contemporaries William Morris defines architecture as the art of building suitably with proper material. This consciousness on material echoes in Tchoban’s works after a hundred years. Unlike modern finishing materials Tchoban prefers to work with natural stone for its beauty and durability. Stone is a material which does not worn out by the negative effects of time. It remains spectacular
ST. PETERSBURG’DAKI DENİZ EVİ, ARKAPLANDA KLASIK BIR HISSIYAT TAŞISA DA, MODERN BIR IFADEYE SAHIP. HOUSE BY THE SEA, ST. PETERSBURG: THERE IS A LINGERING NEO-CLASSICISM FEELING TO THE BUILDING’S MODERN EXPRESSION.
KONUTLARDAN OLUŞAN SITENIN ANA HACIMLERI BIRBIRINDEN AYRI ŞEKILDE ELE ALINMIŞ VE BENZER PANEL SISTEMLERI BINALARA GÖRE FARKLILAŞTIRILMIŞ. DIFFERENT APPLICATIONS OF THE STONE AND ALUMINUM FAÇADE SYSTEM ARTICULATE THE SURFACES OF THE RESIDENTIAL BUILDINGS.
malzeme. Tchoban’ın söyleminde ve üretiminde bunların haricinde “kaplama malzemesi” başlığı altında iki açıdan yerele yönelik bir bilinç de ağır basıyor: Birincisi özellikle kış sezonunda Rusya’da hakim olan sert iklim koşulları, kaplama malzemesi olarak sert kireç taşı ve Jura mermer gibi doğru seçimlerin yapılmasını zorunlu kılıyor. İkincisi bölgedeki güneş ışığının yetersizliğiyle bire bir orantılı olarak rengin etkisi ve yumuşak renkli taşların seçimi önem kazanıyor. Tchoban, taş ile çalışırken onun desen ve yapısına odaklanmayı sevdiğini belirtiyor. Kireçtaşı ve traverten gibi Türk taşları da farklı özellikleriyle ilgisini çekiyor. St. Petersburg ‘da doğan Sergei Tchoban, Rus Sanat Akademisi’nden mezun olduktan sonra bir sergi projesi için 1991 yılında Hamburg’a gitti ve daha sonraları ortağı olacağı NPS mimarlık ofisi için çalışmaya başladı. Tchoban 2003 yılından beri Almanya’daki üretimlerine paralel olarak Rusya’da da faaliyet gösteriyor. Halen Moskova’daki SPEECH Tchoban & Kuznetsov’un yönetici ortağı olarak görev yapıyor. Tchoban’ın en önemli projeleri arasında Peter Schweger ile gerçekleştirdikleri Moskova’daki Federasyon Kulesi, 2005’de “German National Stone Award ile ödüllendirilen Berlin’deki Dom Aquaree ve St. Petersburg’daki European Embankment master planı sayılabilir. 2010’da 12. Venedik Mimarlık Bienali’nde Rus Pavyonu’nun küratörlünü üstlenen Tchoban, Duravit için de bir banyo serisi tasarlıyor. Amerikan Mimari İllüstratörler Birliği’nin üyesi olan Tchoban, sanat ve kültürle de ilgileniyor. Çoğu kendi jenerasyonu mimarların aksine mimarlık vizyonunu ve kişisel görüşlerini klasik bina yapıcıları gibi kâğıt ve kalem ve fırça kullanarak ifade etmeyi tercih ediyor. Tchoban’ın kendi mimari projelerinin arka planını oluşturan düşünceleri ve tasarım süreçlerine odaklanan çeşitli yayınları bulunuyor. Tchoban’ın mimarisi sadece geçmişe değil, sanayi toplumunun kötü tasarım klişelerinin uzağındaki geleceğe de öykünüyor. Üretimlerinde, yalın ve modern formlar ya süslemenin altında yatıyor ya da detaylar ve süslemeler formu benzersiz kılıyor.
over the years. Furthermore under the general rubric of “finishing material”, a strong sense of regional consciousness is displayed; particularly with two aspects: One is the severe climatic conditions during winter period in Russia. It is only possible to use stone as a finishing material particularly in terms of choosing the right ones like solid limestone and Jurassic marble. The other, the effect of color, due to the lack of sunlight in the region, mild colored stones are preferred. Tchoban, while working with stone, likes to focus on its pattern and structure, its natural qualities and its ability to formulate the walls, massive and dense. Turkish stone as well as limestone and travertine attracts his attention with its interesting features. Sergei Tchoban, born in St Petersburg and was educated at the Russian Academy of the Arts. He relocated to Hamburg in 1991 for an exhibition project and started to work with architectural studio NPS, which he soon joined as a partner. Since 2003, parallel to his work in Germany, he has been actively engaged in design work in Russia. He is the managing partner of the SPEECH Tchoban & Kuznetsov (Moscow) architectural office. Tchoban’s most famous projects include the Federation Tower in Moscow together with Peter Schweger, the Dom Aquaree in Berlin awarded with the High Commendation of the German National Stone Award in 2005 and the master plan for the European Embankment project in St Petersburg. In 2010, Sergei Tchoban was chosen as the curator of the Russian pavilion at the 12th Architectural Biennial in Venice and has now designed a bathroom range for Duravit. In addition to his profession as an architect, Tchoban is a member of the American Society of Architectural Illustrators. He has been continuously engaged in art and culture, also regularly capturing his very own personal views and architectural visions in the traditional manner of the classical master builder, using pen, brush and paper, unlike his generation. His publications mainly focus on the ideas and images behind his own architectural projects to explore the design process. Tchoban’s architecture not only looks to the past, but rather to the future, free from the clichés of poor design of the industrial world. Simple and modern forms are hidden beneath the decoration or where the details, decoration and choice of material makes the form unique. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 97
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
MİMAR / ARCHITECT: NPS Tchoban Voss, EGP Evgeny Gerasimov and Partners YER / LOCATION: St. Petersburg, Rusya / St. Petersburg, Russia YIL / YEAR: 2004-2008 PROGRAM / PROGRAMME: Apart otel ve konut kompleksi, sağlık merkezi ve yeraltı otoparkı / Apartment hotel and residential complex with wellness area and underground car park MALZEMELER / MATERIALS: Betonarme strüktür ve duvar, kalıp taş cephe, ahşap ve alüminyum pencere / Reinforced concrete structure and masonry, molded stone facade, wood and aluminium windows OTURMA ALANI / FLOOR AREA: yaklaşık 28.000 m2 / approx. 28.000 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: P. Olufs, C. Heimermann, S. Meyn, A. Landgraf, K. Grubert, Ph. Gubkin, C. Strauss, I. Markov
St. Petersburg şehir merkezinin kuzeyinde yer alan “Deniz Evi” apart otel ve konut kompleksi, birbirinden ayrı konumlanan S şeklinde bir çerçeve içinde düzenlenen 12 yapıdan oluşuyor. Yapı kompleksi her biri kendi karakterinde iki farklı alan sergiliyor. Ağaçlıklı cadde ve Grenby kanalı ekseninin bir uzantısı olarak çeşmelerle zenginleştirilmiş gezinti yeri kompleksin merkezini oluştururken, diğer bölüm gözlerden uzak, sakin yaya yolları ve yeşil alanlar ile zenginleştirilmiş rekreasyon alanı özelliği gösteriyor. Gezinti alanının sonunda kompleksin sakinleri için düzenlenen spa ve sağlıklı yaşam merkezleri bulunuyor. Yapıların cephe çözümlemelerinde modern mimari ve St. Petersburg’un tarihsel özelliklerinin karışımı görülüyor. Evgeny Gerasimov ve ortaklarının işbirliği ile gerçekleştirilen projede taş, başlıca kaplama malzemesi olarak kullanılıyor. Fransız, İtalyan ve Akdeniz bölgesinin genel karakteristiklerinden olan jaluzi ve kepenkler dekoratif unsurlar olarak pencereler arasındaki taş yüzeyler üzerine işlenerek keskin yatay yivlerin yarattığı ışık-gölge kontrastı cephelerin sanatsal görünümüne özel bir yorum katıyor.
FARKLI HACIMLERDEN OLUŞAN BINALARIN CEPHELERINDE, TAŞLAR FARKLI DOKULARA SAHIP. EACH PANEL ON THE STONE CLADDING OF THE FAÇADE IS ARTICULATED BY DIFFERENT PATTERNS AND TEXTURES.
98 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
Situated at the north of St. Petersburg city centre, the apartment hotel and housing complex “House by the Sea” consists of twelve individual buildings arranged in an S-shaped frame. The complex exhibits two different spaces each with its own character. The promenade, a tree-lined avenue, with fountains as an extension of the Grebny Canal axis, forms the centre piece of the complex; the other space is a secluded, quiet recreation zone with pedestrian paths and green spaces. Situated at the end of the Promenade, a fitness and wellness centre is available to the residents. The facade solutions of the complex are a blend of modern style and historical features of St. Petersburg. Stone used as the main finishing material in the project realized with the Evgeny Gerasimov and Partners. Architectural characteristics of French, Italian and Mediterranean region like venetian blinds, window shutters are rendered in decorative elements in stone on the planes between windows. Light and shadow contrast created by sharp horizontal flutes adds a unique interpretation of the artistic image of the facades.
“DENIZ EVI”, KONUT KOMPLEKSI, ST. PETERSBURG. RESIDENTIAL COMPLEX “HOUSE BY THE SEA”, ST. PETERSBURG.
BINALARIN YÜZEYLERI, CAM VE DOĞRAMALARLA DETAYLI BIR ILIŞKI IÇERISINDE. THE INTERRELATED SURFACES OF THE BUILDING ARE DESIGNED IN A COMBINATION OF STONE AND GLASS.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 99
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
GÖRKEMLI BIR CEPHEYE SAHIP YAPIDA, CAM YÜZEYLER TAŞ DOKU DESENLERININ OLDUĞU FILMLERLE KAPLI. THE GLASS PANELS OF THE FAÇADE CONTAIN THE DIGITAL PRINTS OF TRADITIONAL RUSSIAN ARCHITECTURAL DECORATION.
100 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
LANGENZIPEN İŞ MERKEZİ, ST. PETERSBURG LANGENZIPEN BUSINESS CENTER, ST. PETERSBURG
St. Petersburg kentsel alanının Wilhelminian üslubunun hakim olduğu Petrograd bölümünde, endüstriyel ve ticari topluluk içinde konumlanan çekirdeksiz, boş, dört katlı çelik konstrüksiyondan oluşan, 1965’te inşa edilmiş eski fabrika yapısı için, var olan çelik konstrüksiyondan faydalanılarak modern teknoloji ve malzeme kullanımı ve yapay olmayan reprodüksiyon ile yere özgü niteliklerin korunması göz önünde bulundurularak konut ve ticari amaca yönelik bir tasarım hedefleniyor. Yapının genel kübik kütlesi, düşey ve yatay kuşak pencereler ve cam paneller modernizme gönderme yapıyor. Cephede pencerelerin arasındaki yüzeyleri kaplayan 4 metre yüksekliğinde saydam olmayan sıcak sepya renklerdeki cam paneller üzerinde yer alan amfora, sütun, girland gibi baskı motifler, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında çeşitli taş malzemedeki İon ya da Korinth başlıklı anıtsal pilastr ve sütunların hakim olduğu Wilhelmian tarzının karakteristiğini oluşturan komşu bölge dokusu ile bütün bir kombinasyon oluşturuyor. Yapının rastgele yerleştirilmiş dikey pencereli, kısmen açık kısa cepheleri, otantik doğal taş ile kaplanarak, tasarım açısından St. Petersburg’un geleneksel güvenlik duvarlarına atıfta bulunuluyor. Güneybatı cephesinde konumlanan filigran köprü komşu yapı ile bağlantı sağlarken, dört panorama asansörü dikey gelişimi vurguluyor. Modernliğini saklamayan bir modern yapı oluşturulurken tasarım anlayışı ile aynı zamanda geçmişte kalmış fakat çevrede hala varlığını sürdüren bir yapı kültürüne saygı gösteriliyor. Bu yapıya karşılaştırmalı bir bakış getirmek için bir sonraki “Granatny 6” konut kompleksinin süsleme programında, geleneksel Rus motiflerinin modern tasarım içinde nasıl geliştiği okunabiliyor.
A coreless and empty 4-storey-steel construction of the former factory built in 1965 is situated in the industrial and commercial ensemble of the Wilhelminian style urban district of St. Petersburg, the so called “Petrograder Side”. The idea of the architect is to create a residential and commercial building from the existing steel construction, which will be reflecting the genius loci by using modern technologies and materials, but avoiding artificial reproduction. The cubic overall mass of the building, the vertical and the horizontal band windows and glass panels make reference to modernism. The planes between the windows are faced with 4 meters high, non-transparent glass elements in warm sepia colors with prints with amphora, column and garland motives that create an entire combination with the neighboring urban fabric characterized by the Wilhelmian style of the end of the 19th century and of the early 20th century which features colossal pilasters and columns with Corinthian or Ionic capitals in different types of stone. The partially opened short sides with the randomly scattered vertical windows are coated with authentic natural stone which refers to the St. Petersburg’s traditional fire walls. A filigree bridge located between the south-west-facade and neighboring building provides a connection and four panorama elevators assure the vertical development. A modern building is being created, which is not hiding it’s modernity, and at the same time showing respect to the surrounding design rules of one bygone but still present building culture. A comparative glance at this building and later residential complex “Granatny 6” illustrates how the ornamental theme evolved into a modern design which combines traditional Russian architectural decoration. MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 101
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
KÜTLESEL VE SOYUT BIR MIMARIYE SAHIP OLAN MODERN YAPI, NEOKLASIK DOKUNUŞLAR IÇERIYOR. THE MASSIVE, ABSTRACT MODERN BUILDING RETAINS A SLIGHT NEOCLASSICISM LINKED TO ITS RUSSIAN CONTEXT.
102 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
PENTHOUSE
MİMAR / ARCHITECT: NPS Tchoban Voss YER / LOCATION: St. Petersburg, Rusya / St. Petersburg, Russia YIL / YEAR: 2006 PROGRAM / PROGRAMME: Konut ve ticari yapı / Residential and commercial building MALZEMELER / MATERIALS: Çelik konstrüksiyon, saydam olmayan cam ve doğal taş cephe kaplaması / Steel construction and natural stone facade cladding OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 12 000 m2
GROUND FLOOR
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 103
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
“GRANITNY 6” KONUT KOMPLEKSI, MOSKOVA RESIDENTIAL COMPLEX “GRANATNY 6”, MOSCOW Granitny bölgesinde yer alan konut kompleksinde, yalın bir form iç mekan ve cephelerdeki süslemelerle kombine ediliyor. Tchoban’ın bu projedeki temel amacı, konut kompleksini çevreye tamamen uyumlandırmak olarak özetlenebilir. Bu alan çevredeki birkaç tarihi yapı ve 20. yüzyılın ortalarında faaliyet gösteren ve tasarımlarında süslemeye geniş yer veren Sovyet mimar Andrey Burov’un Mimarlar Merkezi için yaptığı etkileyici giriş ile kayda değer özelliğe sahip. Konut kompleksinin tasarım sürecinde projenin yöneticileri olan Sergei Tchoban ve Sergey Kuznetsov buradaki mimari gelenekten etkileniyor. Yalın kübik formlar ve taş üzerine oyma süslemeli cepheler, yapı kompleksinin mimari ifadesini oluşturuyor. 7751 metrekarelik cephe kaplamasında, Jura kireçtaşı ve Nero Impala granit kullanılıyor. Kesme taştan oluşturulan süslemelerin cephelerde yaratacağı ışık ve gölge oyunlarının zamanla derinlik kazanarak daha da belirgin hale gelmesi bekleniyor. İkizkenar yamuk bir alan üzerinde konumlanan konut kompleksinin hacimsel ve mekânsal kompozisyonu, içinde yer aldığı çevrenin ölçeği ve oranı koşulunda modern tarzda. Farklı boyut ve yükseklikteki bloklar L şeklinde bir çerçeve içinde yer alıyor ki, bu oluşum gürültüden korunan bir iç avlu sağlıyor. Tüm kompleks dokuz, altı ve dört katlı, toplam üç bloktan oluşuyor. Bloklar vitray camdan oluşturulan geçitler ve ortak olarak paylaşılan zemin altı mekân ile birbirine bağlanıyor. Cephelerde üç farklı süsleme motifi taş, cam ve metal olmak üzere üç farklı malzeme için şematize ediliyor. Dışta kullanılan süsleme öğeleri giriş, lobi, daire gibi iç mekânların tasarımına da yansıyor.
104 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
CEPHELERDE KULLANILAN TAŞ DESENLERINE EK OLARAK, CAMLAR DA DESENLI FILMLER ILE KAPLI. THE DECORATIVE PATTERNS IN STONE ON THE FAÇADE REPEATED IN THE GLASS PANELS.
The residential complex in Granatny lane is characterized by the simplicity of the forms in combination, unusual for modern architecture, ornamental decoration of the facades and interiors. Tchoban’s major thrust in this project rests in the intention to fit the complex into its surroundings. This area with its several old buildings and Central House of Architects with its impressive portal created by Andrey Burov (a Soviet architect of the middle of the 20th century who largely used ornament as an element of design) at a remarkable location. This architectural tradition impressed the authors of the project (Sergei Tchoban, and Sergey Kuznetsov) during the development of the design process. Simple cubic forms and richly decorated facades with their carved ornamentation in stone formulate the architectural statement of the residential complex. Jurassic limestone and Nero Impala granite are used in the facade facing of 7751 square meters. Ornaments cut in the stone create prominence and depth that will become apparent with the course of time filling the facades with the play of light and shadow. The complex is located on a trapezoidal site. Volumetric and spatial composition of the complex is fulfilled in the modern style but considering the scale and proportions of the surrounding development. Blocks of different sizes and heights are attached to a L shaped frame. This formation provides an inner courtyard protected from street noise. The whole complex consists of nine, six and four floored blocks. The blocks are connected with each other by stained glass passages and a shared underground space. The number of floors of two blocks is induced by the fact that they side with low floors historical development included in a protective zone. Three distinct ornamental motifs are schematized by different materials on the facades: stone, glass and metal. Moreover, the outer decoration spills over into the design of inner spaces as the lobbies as well as in the apartments.
İLUSTRASYONLARI ILE ÜNLÜ OLAN TCHOBAN, TASARIMLARINI GERÇEKLEŞTIRMEDEN ÖNCE DETAYLI ÇIZIMLER YAPIYOR. TCHOBAN USES DETAILED ILLUSTRATION TO ESTABLISH HIS DESIGN STRATEGY.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 105
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
TAŞ ÜZERINDEKI DOKULAR FARKLI ÖLÇEKLERDE, HEM IÇ HEM DE DIŞ MEKANLARDA UYGULANMIŞ. THE TEXTURED PATTERNS OF THE STONE DECORATION ARE APPLIED UNIFORMLY ON THE EXTERIOR AS WELL AS INTERIOR.
106 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
BIRINCI KAT PLANI / FIRST FLOOR PLAN
MASTERPLAN
MİMAR / ARCHITECT: SPEECH Tchoban & Kuznetsov, Sergei Tchoban and Sergey Kuznetsov YER / LOCATION: Moskova, Rusya / Moscow, Russia YIL / YEAR: tasarım süreci 2004-2007, tamamlanma 2010 / design process 2004-2007, completion 2010 PROGRAM / PROGRAMME: Konut kompleksi / Residential complex MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş, Jura kireç taşı ve Nero Impala granit cephe kaplaması, Moca Cream kireç taşı duvar kaplaması ve pencere pervazı; iç mekânlarda doğal taş, Black Galaxy granit zemin kaplaması, Black Galaxy granit merdivenler, ahşap, metal ve cam / Natural stone; Jurassic limestone and granite Nero Impala facade facing, limestone Moca Cream walls and windowsills; in the interiors natural stone, granite Black Galaxy floor, granite Black Galaxy stairs and wood, metal and glass OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 12 550 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Andrew Perlich, Julia Kotlyar, Vyacheslav Kazul, Vladimir Shalyavsky, Theodore Stolyarov, Kozyrev Anastasia, Anastasia Sokolnikova
KESITLER / SECTIONS
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 107
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
OFIS YAPISI, LENINSKY PROSPEKT, MOSKOVA OFFICE BUILDING ON LENINSKY PROSPEKT, MOSCOW Sergei Tchoban ve Sergey Kuznetsov, Lenisky ve Udaltsov caddelerinin köşesinde yer alan ofis yapısı için farklı bir köşe çözümü sunuyor. Ofis yapıları için klasik sayılabilecek cam ağırlıklı konstrüksiyonların aksine, bu yapının cephe kaplamalarında “Deniz Evi” konut kompleksinde kullanılan tasarımın benzeri niteliğinde, oluklu, masif Brazilya kireç taşı kullanılıyor. Bu görünüm cephelere önemli ve dinamik bir nitelik kazandırıyor. Yapı dikkat çekici plastik çözümlerinin yanı sıra, bir ofis yapısı için önem teşkil eden Avrupa standartlarında enerji verimliliği, gelişmiş mühendislik teknolojileri ve teknik detaylara yönelik uygulamalarıyla da özel bir örnek. Cephede yer alan yukarıya doğru uzanan çıkmalı pencerelerin dalgalı tasarımı yapıya heykelsi bir etki kazandırırken bu dalga teması tasarımın tamamını domine ederek yapının giriş, lobi, ofisler gibi iç mekânlarında da kendini gösteriyor. Ofis mekânlarının içindeki açık plan konsepti ise ritim sağlıyor. Sergei Tchoban and Sergey Kuznetsov provide an original angular solution to the office building on the corner of Leninsky and Udaltsov Streets. Rather than the glass skin idea which is typical for office structures, this building’s facade is faced with corrugated massive Brazilian limestone slabs similar to the design of the “House by the Sea” residential complex. This appearance provides a more prominent and dynamic quality for the facades. The building stands out not only for the elegant plastic solutions but also by the combination of the most progressive methods of engineering and technical equipment complying with European standards of energy efficient design. Wave-like bay windows extending to the top gives the building a special sculptural effect. The wave theme dominates the overall design and projects out in the interior spaces like entrance, lobby and offices. The open plan concept of the office space exhibits a rhythm. 108 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
TAŞ PANELLERIN KULLANILDIĞI CEPHE, BÜTÜNSEL BIR YAPIDA, NADIR KARŞILAŞILAN VE DETAYLI BIR TASARIMA SAHIP. THE STONE PANELS OF THE FAÇADE ARE A RARE EXAMPLE OF A HIGHLY DECORATED SURFACE IN A MODERN BUILDING.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 109
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
TAŞLAR, YAPININ YUVARLAK HATLARINA UYGUN ŞEKILDE KESILIP DETAYLANDIRILMIŞ. STONES DELICATELY SHAPED INTO CURVING FORMS ARTICULATE THE SHAPE OF THE FACADE.
110 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
ANITSAL BIR ALGIYA SAHIP YAPI, NEOKLASIK VE MODERNIN BIR SENTEZI NITELIĞINDE. THE MONUMENTAL BUILDING OCCUPIES A PLACE BETWEEN MODERN AND NEO-CLASSIC ARCHITECTURE.
MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012 • NATURA 111
Portfolyo/Portfolio: Sergei Tchoban
BIRINCI KAT PLANI /FIRST FLOOR PLAN
MİMAR / ARCHITECT: SPEECH Tchoban & Kuznetsov, Sergei Tchoban and Sergey Kuznetsov YER / LOCATION: Moskova, Rusya / Moscow, Russia YIL / YEAR: 2005-2011 PROGRAM / PROGRAMME: Ofis yapısı / Office building MALZEMELER / MATERIALS: Doğal taş, Brezilya kireç taşı, cephe kaplaması / Natural stone, Brazilian limestone, facade facing OTURMA ALANI / FLOOR AREA: 17 596 m2 TASARIM EKİBİ / DESIGN TEAM: Andrey Perlich, Tatiana Varyukhina, Anastasia Kozyreva, Tatiana Lokteva, Evgenia Murinets
KESITLER SECTIONS
112 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
2012 Etkinlik Takvimi / 2012 Event Calendar
TENDENCE / 24-28 AĞUSTOS, AUGUST 24-28, FRANKFURT
Ev ve hediye sektörünün senenin ikinci yarısında düzenlenen en önemli uluslararası fuarı olan Tendence’e dünyanın her tarafından gelen 2,000’in üzerinde katılımcı 9 kata yayılan salonlarda en son ürünlerini sergiliyor. Tendence is the most important international consumer goods trade fair in the second half of the year for the home and gift sectors. Over 2,000 exhibitors from all over the world come to showcase their latest products in nine hall levels.
ICFF / 19-22 MAYIS, MAY 19 – 22, NEW YORK MAISON & Uluslararası Çağdaş Mobilya Fuarı’nın OBJET / 07sürdüğü dört gün boyunca 145,000 m2’lik Javits Merkezi, 25,000 11 EYLÜL, iç mimar, mimar, perakendeci, tasarımcı, üretici, temsilci, dağıtımcı SEPTEMBER 07ve geliştirici tarafından doldurulacak. 11, 2012, PARIS Halktan ziyaretçiler ise fuara, ICFF›in herkese açılacağı 22 Mayıs günü katılabilecek. North America’s premier showcase for contemporary design, the ICFF annually draws those in pursuit of design’s latest trends to an encyclopedic exhibition of upto-the-moment offerings, as well as a series of fun, and edifying programs and a packed schedule of supplementary exhibits and features.
EXPOSTONEEXPOKAMEN / 19-22 HAZİRAN, JUNE 19-22, MOSKOVA, MOSCOW
Doğaltaşın işlenmesi, uygulamaları ve kullanımına yönelik olmasıyla Rusya’daki belli bir alana odaklı en büyük uluslararası fuar olan EXPOSTONE, aynı zamanda Dünya doğal taş endüstrisinin de en prestijli etkinliklerinden biri olarak 12 yılı aşkın süredir doğal taş firmaları ile alıcıları buluşturuyor. EXPOSTONE is the main and the biggest international fair in Russia for mining, processing, treatment and use of natural stone. For more than 12 years it gathers the representatives of domestic and foreign companies dealing with mining, processing and application of natural stone in a single space.
Maison&Objet dünyada ev modası ve tasarımı alanında çalışan progesyonellerin buluşma noktası. Halka kapalı gerçekleştirilen Maison&Objet, sektörün alıcı ve tedarikçilerine yeni iş bağlantıları için olanak sağlıyor. Maison&Objet will take place at the Paris-Nord Villepinte Exhibition Centre, targeting professionals from the field of home fashion and design. Maison&Objet which is not open to the general public, will serve as a unique opportunity for buyers and suppliers to establish new business contacts.
100% DESIGN/ 19-22 EYLÜL, SEPTEMBER 19-22, 2012, LONDRA, LONDON İngiltere’nin en önemli tasarım etkinliği 100% Design’In bu yıl gerçekleşen 18.sinin bu güne kadarki en başarılı organizasyon olması bekleniyor. Geçen yıl 18 binin üzerinde ziyaretçi çeken fuar, yeni yetenekleri, taze fikirleri ve yaratıcı tasarımları bir araya getiriyor. 100% Design 2012, the UK’s leading and most visited contemporary design event is in its 18th year and is set to be the most successful ever staged. Last years event attracted over 18,000 visitors and 100% Design 2012 is set to remain the essential event for the industry diary.
114 NATURA • MAYIS-HAZİRAN / MAY-JUNE 2012
INDEX / 24-27 EYLÜL, SEPTEMBER 24-27, DUBAI
Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın en büyük, en eski ve en yenilikçi sektör etkinliği INDEX, 20,000 m2’lik alanda 45 ülkeden 900’ü aşkın sergisiyle mekan tasarımcıları ve mimarlara en yeni tasarım ve ürünlere ulaşarak yeni trendleri keşfetme ve sektördeki en iyi örnekleri tartışma olanağı sunuyor. The INDEX International Design Exhibition is the MENA region’s biggest, longest-running and most innovative trade event. With more than 900 exhibitors from 45 countries occupying 20,000 square metres of exhibition space, it is the premier event for sourcing the newest and most innovative designs and products.
MARMOMACC 2012 / 2629 EYLÜL, SEPTEMBER 2629, VERONA
Doğal taş sektöründe dünyada düzenlenen en büyük organizasyon olan“Marmomacc tüm sektör için vazgeçilmez bir etkinlik konumunda. Fuarın Türkiye milli katılım organizasyonu bu yıl İstanbul Maden İhracatçıları Birliği’nce üçüncü kez gerçekleştirilecek. Marmomacc 47th International Trade Fair for Stone Design and Technology International fair for operators in the marble sector, from machinery to instrumental products, from blocks to more complex stone processing, for professionals in construction and contract sectors as well as designers and decision makers seeking success in an increasingly specialised and competitive context.
NATURAL STONE / 18-21 EKİM, OCTOBER 18-21, ISTANBUL Natural Stone fuarı 4 gün boyunca tüm dünyadan mermer, granit ve doğal taş üreticilerini alıcılarla bir araya getiriyor. CNR Expo tarafından bu yıl 9.su düzenlenen fuara mimarlar, inşaat mühendisleri ve müteahhitler katılıyor. For 4 days, Natural Stone will constitute a unique platform for stone, marble and granite suppliers with buyers from all over the world. Entering into its 9th edition, the show will be attended by architects, civil engineers, developers, marble handlers.
DESIGN MIAMI / 12-17 HAZİRAN, JUNE 12-17 BASEL/ 5-9 ARALIK, DECEMBER 5-9, MIAMI BEACH
Tüm dünyadan tasarım dünyasının en etkili koleksiyoner, galeri sahibi, tasarımcı, küratör ve eleştirmenlerini tasarım kültürü ve sektörünü kutlamak üzere bir araya getiren Design Miami her yıl Art Basel’e paralel olarak Basel ve Miami’de düzenleniyor. Design Miami is the global forum for design. Occurring alongside the Art Basel fairs in Miami, USA each December and Basel, Switzerland each June, Design Miami has become the premier venue for collecting, exhibiting, discussing and creating collectible design.