engindergi-s22

Page 1

EnginDergi Y覺l: 2011 - Say覺: 22


Fotoğraf: Engin Enginer

"Hayatta ne yapacağını pek çok insan bilir ama bildiğini yapan insanların sayısı çok azdır." Anthony Robbins


İçerik; Sy.04) Sevginin Gücü – Engin Enginer Sy.04) Hayatı Yaşama Kılavuzu – Neyzen Ahmet Hamdi Erdoğmuş Sy.06) Hayatında Fark Yarat – Tuğçe Büyükabacı Sy.08) Hayatınızın 5 Dakikasını 'Aşk'a Ayırır mısınız? - Ceren Ataş Sy.10) Söylenecek Her Söz İki Kişiliktir – Ece Çekiç Sy.11) Yağmur ile Rüzgar ile Gelenler – Serenay Öztürk Sy.12) Sonbahar – Emine Doğan Sy.13) Sendeki Ben – Ayşe Yılmaz Sy.13) Kaçak – Işık Yavuz Sy.13) Sorular – Sezin Dirier Sy.16) Sevgililer Günümüz Artık Perşembe – Tuncay Ünaydın Sy.18) Koyun Olmak mı Kolay, Sürüden Farklı Olmak mı? - Evren Kır Sy.19) Yaşamın Kareleri; İstanbul'un Sokaklarından – Bora Eke Sy.26) Mekanın Cennet Olsun – Kezban Şahin


Sevginin Gücü Bu ay yazmayı bir türlü beceremedim. Defalarca yazıp, ardından sildim. İnsanların duyguğu bunca üzüntü ve sıkıntının arasında içimden hiçbir şey yazmak gelmedi. Duygu ve düşüncelerimi nasıl aktaracağımı bilemedim. Benim tek bildiğim: “Sevginin sevdasına üstün geldiğinde, dünya huzur bulacak.”

gücü,

güç

"When the power of love overcomes the love of power, the world will know peace." Jimi Hendrix

Engin Enginer

Hayatı Yaşama Kılavuzu Ben… Hayallerimin tekrar canlanması, içsel derinliğimden gelen o heyecanı ve yaşadığım o küçük mutlulukları bir daha izlemek ve tekrar hafızamda canlı tutmak adına gözlerimi kapıyorum. Oysa Sen... Benim uyuduğumu düşünebilirsin. Öyle rahatladığım an ki o an O üzerime yapışan zaman Kalkıyor olanca hızıyla an ve an Ya gözlerim açıldığındaki gerçekler Korkuyorum yine beni nereye çekecekler


Titriyorum üşüyorum bu nasıl bir bekleyiş Bu kaçıncı istasyon hangi durakta in diyecekler Bu hayat sahnesinde biçilen rolüme Ne kadar yeteneklisin mi diyeceksin Görüyorsun işte oyunum yine aksadı Böyle bir oyunu şaşırmadan kaç oyuncu oynadı Düşlerim yorgun gerçeği arıyorum O engin denize sormadan dalıyorum Evet evet gerçek ve düşlerim biribirine yabancı O aşk şarabını ben içince kanıyorum. Ya onlar… Hangi gerçeği sorguladılar. Bu kadar mı boş bir hayat anlayışları var. Günümüzde sorumluluk duygusu değil mi bize insani değerlerimizi hatırlatan. Bu çilekeş ve dertli hayatı bir daha anlamak ve ne olduğunu bilmek istiyorum. Hz. Mevlana'nın dediği gibi, "İçime düşünce sen, Kapıyı arkadan kilitledim." "Duyduğum ses ney sesi değildir O neyzenin feryadının nameleridir." "Sen bakmasını bil de Dikende gülü gör, dikensiz gülü herkes görür." Bu beyitler beni gerçekten çok etkiledi. Beni yaşamaya, yaşamın anlamını kavramaya bir daha bağladı. Herkesten her şeyden farklı olmak ayrıcalıklı olmak egomuzun daima ön planda tutulması bizi bencil ve haris bir insan yapmaya yeterlidir. Bizlere düşen; sadece iyi bakmasını bilirsek, inanıyorum pek çok güzellikleri görebiliriz. Yoksa farklı olan bir şeyi görmek bir ayrıcalık değil. Hayatın tüm zorluklarından ve dağınıklığından bir parça mutluluk çıkarabilmektir aslolan. Hz. Mevlana'nın dediği gibi zorlukların ve çirkinliklerin içinden güzeli görebilmenin yaşama olan bağlılığımızı artırıp bizi daha mutlu kılacağı şüphesizdir. Hayallerimizi ve mutlu olabileceğimizi hep ön planda tutabilmek işte hayatı yaşama kılavuzu bu olsa gerek. Sizleri daha iyi, yaşanabilir bir hayat için selamlıyorum.

Neyzen Ahmet Hamdi Erdoğmuş


Hayatında Fark Yarat Her gün yaptığın rutin işlerden sıkıldın mı? Geleceğe yönelik somut adımlar atarak, hayatında fark mı yaratmak istiyorsun? O zaman şu an, tam da doğru yerde bulunuyorsun. Hadi, hemen şimdi hayatın rutinlerini kırmaya başlayalım. Her zaman kolaylıkla evinizi, arabanızı, işinizi değiştiremezsiniz. Fakat, küçük adımlar atarak hayatınızda farklı etkiler yaratabilirsiniz. Mesela, iş yerinizde her gün kullandığınız kupanızı değiştirin. Sevdiğiniz bir renkte farklı bir kupa alın. Aracınızın koltuk yüzlerini yeniletin. Ve yahut evinize çok hoş bir aksesuar alın. Kısacası, kendinize yeni bir şeyler armağan edin. Televizyonu hayatınızdan mümkün mertebe çıkarmaya çalışın. Çevrenize, sevdiklerinize daha çok vakit ayırın. Onlarla organizasyonlar ayarlayın. Bunların, illa da büyük bütçeli buluşmalar olmasına da gerek yok. Piknik yapın. Evde buluşmalar ayarlayın. Aile oyunları oynayın. Yeter ki hayatınızla ilgili anıları, yalnız başınıza biriktirmeyin. Göreceksiniz ki; bu anıları biriktirdiğiniz insanlarla, daha sağlam dostluklara imza atmış olacaksınız. Televizyonu hayatımızdan çıkardığımıza göre, yerine sevdiğimiz filmleri koyabiliriz. Bunaldığınız bir günü, komedi filmiyle güzel bir şekilde sonlandırın. Tek başınıza olmak istemiyorsanız; film geceleri yaparak arkadaşlarınızla ya da ailenizle de bu fırsatı değerlendirin. Daha çok "lütfen" kelimesini kullanın. Ricada bulunan bir insanı, çoğu kimse reddedemez. Siz de insanlarla ilişkilerinizi iyileştirmek için, bu kelimeyi daha sık kullanın. Hayat amacınızı düşünün. Neler yapmak istediğinizi, neler hedeflediğinizi bir bir kağıda yazın. Bu yazdıklarınızı akıl süzgecinden geçirip, kendi ideallerinize ulaşın. Monotonluk kimi zaman yapacak bir iş bulamamak kimi zaman da aynı işleri tekrarlamaktan olur. Bir amaç için çalıştığınızda ise; yaptığınız her iş monotonluktan çıkacaktır. Çünkü her adımda amacınıza yaklaşmanın heyecanını yaşarsınız. Uykularınızı bile kaçıracak bir hayat amacınız olmalı.


Unutmayın ki, hiç kimse size gelip hayat amacınızı söylemez. Ya da iki dakikalık bir testle bunun sonucunu öğrenemezsiniz. Onun için oturun ve bunun üzerinde düşünün. Bu sihirli sorunun cevap anahtarı sadece sizde. Onu içinizde aramalısınız. Hayatınızda planlı olun. Vaktinizi boşa geçirmeyin. Ömür akıp gidiyor. Yaşadığınız her an, aldığınız her nefeste ölüm saatinize biraz daha yaklaşıyorsunuz. Silkelenin ve hayatınızın kontrolünü elinize alın. Zaman size değil; siz zamana hükmedin. Kurslara katılın. Erkek ya da bayan hiç fark etmez. Sevdiğiniz bir hobi ile ilgilenin. Daha da ötesi bu hobinizi geliştirmek için kurslara gidin. Belki, hobiniz size şu an vakit ayırması zor, külfetli bir iş gibi gelebilir. Fakat üzüldüğünüz, kızdığınız ya da can sıkıntısından bunaldığınız bir anda cankurtaran gibi olacaktır. Hobinizle uğraşarak bedeninizi ve ruhunuzu bambaşka bir yere kanalize edersiniz. Bu da vücudunuzun ve sinirlerinizin gevşemesine yardımcı olur. Onun için, kendinizi oyalayacak uğraşılar bulun. Kendinize sözler verin ve bu sözleri tutun. Örneğin: Fazla kilolarınızdan kurtulmak ya da sigarayı bırakmak için kendinize söz verin. Daha da önemlisi, bu sözünüzü tutun. Dikkat ederseniz; kilolu hanımlar ya da beyler ideallerindeki kiloya düştükleri zaman, müthiş bir değişim yaşarlar. Çünkü bedenlerinde olan değişim, ruhlarını da tetikler. Tuttuğu sözü yerine getirmenin hakkı gururuyla da tavırları değişir ve kendilerine olan güvenleri artar. Siz de hayatınızdaki olumsuz noktalarla ilgili kendinize sözler verin ve bu sözleri de tutun. Kendinize olan saygınızı ve özgüveninizi yükseltin. Her şeyden önemlisi kendinizi çok ama çok sevin. Her zaman gülümseyin. Kendi hayatınızı yaşayıp, kendi kaderinizi şekillendirin. Başkalarının belirlediği kurallarla yaşanmış bir hayatı seçmeyin. Cesur olun. Kalbiniz size doğru yolu gösterecektir. Ölmeden önce hayat kumsalına adınızı yazın. Bu dünyaya ayak izinizi bırakın. Farkı siz yaratın.

Tuğçe Büyükabacı


Hayatınızın 5 Dakikasını 'Aşk'a Ayırır mısınız? "Biliyorum, onu seviyorum. Nasıl bilmeyeyim ki, onu her gördüğümde nefesim kesiliyor, mideme ağrılar giriyor, yanaklarım kızarıyor, her yer çok sıcak oluyor. Şu lanet bara geliyorum yirmi gündür, karanlığın içinde onu görebilmek için. Gördüğüm geceler sabaha kadar uyuyamıyorum, uyusam rüyamda görüyorum, uyumasan aklımdan çıkartamıyorum. Bu akşam bir farklı bakıyorum yüzüne, her yerini inceliyorum. Evet, gördüğüm en güzel suret bu işte. Keşke bir de gamzesi olsaydı. Yok yok, gamzesi olmaması iyi. Ben bir insana verebileceğim bütün aşkı harcadım zaten onda, gamze de olsa kafayı yerdim herhalde." "Ahh yine gelmiş... Neden bana bakıyor hep? Bakışları da... Hay aksi, neden her konuşmamın sonunda dayanamayıp çeviriyorum kafamı ona doğru. Hemen de gözgöze geliyoruz. Hiçbir şey yapmıyor sadece bakıyor öyle, n'asıl anlatsam, bir annenin evladına baktığı gibi bakıyor bana. Gözlerimden giriyor sanki ve tüm ruhumu okşuyor. Gözlerine bakma isteğimi neden durduramıyorum? Saçları, gözleri, dudakları, burnu ve duruşuyla sanki benim bir parçam, benim etimden, benim kanımdan gibi... Elimi yüzüne sürsem ne düşünür acaba? Gidip sarılsam çok mu aptalca olur? Ne saçmalıyorum ben ya hu, hiç tanımadığım ve ne olduğunu bilmediğim birisi o. Kendimi toplamalıyım. İçimden bunlar geçiyor ama engellemeliyim." "Bakışlarımdan rahatsız mı oluyor acaba? Bir tepki vermiyor ki anlayayım, sürekli gözlerini kaçırıyor. Beni yanlış anlasın istemem. Bir bahane bulup yanına gitmeliyim. Hiç de bana göre bir şey değil ama, başka çarem yok... Aaaa, dışarı çıkıyor hem de tek. Eğer arkadaşları bana bakmazsa hemen gideceğim peşinden. Evet, tam istediğim gibi bakmıyorlar. Ne güzel yürüyor öyle, bir eli cebinde ötekisi ayaklarının ritmine denk bir şekilde boşlukta sallanıyor; ama kafası hep dik. Hep bir meydan okuyuşu var onun duruşunda. Fakat nereye gidiyor böyle, ben niye gittim peşinden, nasıl yaklaşacağım, ya kovarsa? Bu sorular beni bitirecek!" "Evet, geldi peşimden ama ya şimdi? Ne yapacağım ki böyle. Kendimi çok basit biri gibi gösterdim ona, kahretsin. Şuradan midye falan alıp bara geri mi dönsem, hani onun için çıkmadım anlasın bunu. Her gün en az beş kişiyle karşılaştığım bu yolda şimdi neden kimse çıkmıyor karşıma? Neden bu kadar heyecanlıyım sanki, arkamda yürüyor diye şu kalbimdeki his, ne kadar garip ne kadar saçma... N'asıl olur da onu tanıyor gibi hissedebiliyorum? Acaba dönüp baksam mı, belki hala arkamda değildir. Hayır, biliyorum, orada!" "Ne yalan söyleyeyim, ayağı kayıp düşünce resmen sevindim. Canı acıdı diye üzüldüm ama ona yaklaştım diye sevincim daha fazla. Omzuna dokununca titredi sanki, benim gibi. Ve o sureti bu mesafede görmek,


çok güzel. Yok, yüzüne bir gamze şart. Ama ben ona gamzesiz aşık oldum. Bir dakika, oldum mu?" "Rezil oldum, rezil. Şu yola koyduğunuz küçük, kare taşları neden dümdüz değil de girintili çıkıntılı yerleştirirsiniz ki! Neyse... Hem utanıp hem sevinmek böyle bir şey işte. Nasıl geldi hemen öyle, o kadar yakın mıydı acaba bana? Elimi tutuyor, aa sıcacık ve yumuşacık. Hiç bırakmak istemiyorum... Gözleri yakından ne kadar güzelmiş, ela mı acaba? İyi ki düşmüşüm, diyorum ya hayret!" Elini hiç bırakmadı onun, o da gözlerini hiç çekmedi ondan. Büyülendi sanki, baktı baktı... Öpmek istemedi, yaklaşmak istemedi. Sanki dokunsa büyü bozulacak gibi. Öylece durdular saat 02.45'te. Tam konuşacakken yumuşacık eliyle ağzını tuttu ve: "Sesini çok merak ediyorum ama şimdi değil, konuşma." dedi. Kafasını salladı o da. Yürüdüler tam iki saat boyunca, el ele, konuşmadan, bakışarak. Sonra oturdular bir kaldırıma. Ne bir ağacın altına ne de deniz manzaralı bir yere. Öyle ara sokakta sessiz ve pis bir kaldırım taşına. Olmayan manzarayı değil, birbirlerini izlediler. Güneşin yavaş yavaş etrafı aydınlatmaya başladığı dakikalarda onun ağzından sözler dökülürken, onun ise gözlerinden yaşlar döküldü aniden: Şimdi ölsem, tam şuan. Gözlerin gözlerimde kalsa hep. Elin hiç terk etmese elimi. Eğer şimdi ölürsem, kalbimin bu atışlarının sahibi hep sen olarak kalırsın. Kimse dokunamaz elime ve kimse ulaşamaz gözlerim en derinlerine. Başkası söyletemez bu cümleleri, yaşatamaz bu duyguları. Keşke şimdi ölsem, işte tam bu en büyük mutluluğu seninle paylaştığımız an. Çünkü sensiz olmak da var hayatta...

Ceren Ataş


Söylenecek Her Söz İki Kişiliktir... Söylenecek sözler vardır bazen… Bilirsin ki hep iki kişiliktir o sözler, ama hep "tek kişilik" söylenmiş sayarsın ya kendini… "O" varmış gibisine sözler… Onun adına söylenmiş sözler… "Öyle düşünüyordur…" dersin! Bilirsin ki aslında hep iki söylenecek bütün sözler! Ama…

kişiliktir

Gidersin, gidilir bazen… Tek kişiliktir gidişlerin, ama ya içinden gidişlerin hep "iki kişilik…" değil midir? Susulur bazen... İçinde konuşulanlar hep haklı "tek kişiliktir." Öyle sanırsın! Öfkeler kızgınlıklar, kırgınlıklar hep tek taraflı kalır ya… O cümleler de artık açıktır ayıptır, acıtır söylenecek her kelime artık her iki kişilik katildir… Öncesi, sonrası daha sonrası… "Biz" derken! "ben", "sen" olunan sonralar… Geçer dediğin, zamandan kaçılan sonralar Bilirsin… Tanıdıklara anlatılan "şimdiler" vardır ya… Bilirsin ki! Tanımadığın o kimselere de anlatılmak istenilen sonralar vardır aslında… "O" seni bilmeden! İçindekilerini bilsin istersin sadece… … Aslında… Kendinle yüzleştiğin kadardır yüzün…


Kendini haklı gördüğün kadardır suçlu gördüğüne olan eşitliğin… Aslında! "Onun", "bunun", "şunun" hakkında! "Öyledir", "şöyledir" dediğin kadardır yargıların… İşte bu yüzden söylenecek her söz "aslında" iki kişiliktir.

Ece Çekiç

Yağmur ile Rüzgar ile Gelenler… Sonbahar rüzgarları dışarıda, içerisi ise hiçbir zaman sıcak değil!!! Yüreğim donar adeta bu mevsimde. Rüzgarlar sanki hüznü de beraberinde getirir. Gökyüzü, yaşam, insanlar, etrafımdaki tüm nesneler aniden solar, yavaş yavaş renklerini kaybeder. Soluk, ruhsuz günler beni beklemektedir. Her yıl böyle olmuştur; kimseye anlatamam, hayata devam ederim. Çevremden bazı konularda destek alırım. Hayatın zorluklarıyla kendimce mücadele ederim, görevlerim vardır onları tamamlarım. Arada yorgun düşerim, dinlenirim. Ama yüreğimdeki, beynimdeki kargaşa hiç bitmez. Çeşitli rollere bürünürüm. Geçmişe dair ve bugünkü yaşadıklarımı bu yaşlarımda daha iyi anlıyor, farkına varıyorum. Ne zaman geri gelmekte ne de kaybettiklerim… Kayıplar epey olmuş, dönmeyeceklerini biliyorum. Bir kısmı bu dünyadan göçüp gitmiş olanlar, diğerleri de yaşamakta olup bana çok uzakta kalanlar. Acılar, hüzünler hep aynı düzeyde kalıyor. Hiçbir azalma olmuyor. Unutmak yok benim için!!! Sadece kendini telkin etme var. İnsan hafızasını kaybetmedikçe de o bellekten en küçük ayrıntı bile silinmiyor. Yağmur ve rüzgarlar neler taşımış, getirmiş bana ancak bu kadarını ifade edebildim. Daha hangi fırtınalar beni bekliyor bilemiyorum. Tek bildiğim doğru: Her ne olursa olsun şükretmektir. “- Şükür, şükür, çok şükür…” (Sonbaharın tüm etkilerine inat.) Ve ruhum ancak böyle dinlenebiliyor, huzur buluyor.

Serenay ÖZTÜRK

10.10.2011


Sonbahar Yine sonbahar... Mevsimlerden Ekim, Kasım... gidiş mevsimi... Sevgiliden gidiş, adresi olmayan bir şehre, bir bilet alıp en zamansızından terkediş sevgiliyi gitmek... kaçar gibi soluksuz, plansız, ansızın gitmek... ruhundan öteye sanki (+) sonsuzdan (-) sonsuza gider gibi... sonsuzlukta kaybolur gibi... sonra ardından cevaplanamamış türlü sorular.. giden midir terkeden yoksa kalan mı?? terketmek... içinde sitemi, küskünlüğü barındıran görünüşte güçlü ama bi o kadar aciz kelimecik. insan neden terkeder? kimdendir bu kaçış? kimedir? bilir mi terkeden aslında sadece bedenin adım aldığını? aslında ruhun, aklın, kalbin terkettiği o mekanda o zamanda, o renkte kalacağını.. ben bildim... asıl marifetin terketmekte değil de, dönmemeyi bilmekte olduğunu bildim...

Emine Doğan


Sendeki Ben Bir ağustos akşamı, Esen rüzgarlar gibi, Savrulurken benliğim, Kalbinin kıyısına iliştir beni. Bir filmi izlerken, Ya da bir şarkı mırıldanırken, Dolarsa eğer gözlerin, Gözyaşı damlası kıl beni. Yıldızlar belirdiğinde semada, Bir ışık yanarsa hani, Yalpalayarak yürürüm ya sana, Teninin kuytusunda bul beni. Bir sızı duyarsan derinden, Özlersen eğer sesimi, Kendini bulmuş gibi san ki, Sen zannet beni.

Ayşe Yılmaz

Kaçak

'01

Aklımdaki cümleleri bıraksam boşluğuma doldurur mu bir çay bardağı kadar içimi... Kaybettiklerimi anlatsam karanlık bir kuyuya beni de alır mı yanı başına.. Sessizce dursam çoğu zaman sanki biri koparmış gibi dilimi Tüm sesler dile gelir konuşur mu sessizliğimi.. Ve sen ben olsan görsen gözlerimden kendini Acaba hisseder misin bendeki sensizliğin acıtası kimsesizliğini..

Işık Yavuz

Sorular

-1-

Cevaplanmayı bekleyen onca soru varken neden ilk “Beni aldattın mı”yı seçtiğini gerçekten bilmiyorum.. Asla öğrenemeyeceğim de. Ama madem ki bundan sonra geçirdiğim her dakikada sana karşı tamamen(!) dürüst olmaya söz verdim, söyleyim:


“Evet.” Cevabın şaşırtıcı olmadığını biliyorum. Bir kez de benden duymak/okumak “Biliyordum” hissini uyandıracak ve sen bir anlık ferahlık hissedeceksin, bravo! Ama ‘gerçek’ yavaş yavaş dolacak zihnine, merak etme… Acısını tadacaksın aşkın… Küfürler savuracak, gözyaşları içinde geçmişi haykıracaksın boş duvarlara.. Beni ne kadar sevdiğini, tenime değen parmaklarının nasıl da kirlendiğini vuracaksın yüzüme. Yap, hiç durma. “Evet, seni aldattım.” Açıkçası bunu kaç kere yaptım, ben de bilemiyorum. Bir hayli fazla olduğundan şüphen olmasın. Zaten bir şeyi yaptığında, ancak devamını getirmezsen kendini suçlu hissedersin. Çoğaldıkça yapılan, onu görmezden gelmek de bir hayli kolaylaşır. En azından ben böylelikle bakabildim yüzüne. Ancak böyle yeniden sana dokunabildim, ancak böyle yeniden sevebildim seni… Başka tenler, başka elleri tadarak geldim sana. Bana dokunmana, ancak ben bir başka bedene dokunduktan sonra izin verebildim… "Evet, seni aldattım." Sanma ki ardımda bıraktığım bedenlerden herhangi biri daha güzeldi senden, ya da daha şehvetliydi öpüşmeler… Kesinlikle değildi. Sana milyonlarca kere söyledim. Bitmez tükenmez mektuplarımda zilyonlarca kere yazdım: Hiçbir insanı seni arzuladığım kadar arzulamadım ben. Kimseyi seni öptüğüm gibi öpmedim dokun(a)madı bana. Asla izin vermedim.

ve

asla

kimse

senin

gibi

“Peki neden lanet olası?” Haklısın. Bunu bilmek de en doğal hakkın şu dakikadan sonra. “Çünkü istedim.” Bu yaşanılanların senin bana bir şekilde eksilttiğin ilgin ya da bana bir süreliğine hissettiremediğin sevginle hiçbir ilgisi yok. Bu gibi bahaneler ardına sığınanların, daima zavallı olduklarını düşünmüşümdür zaten. İstersin ve yaparsın. Kaç kadeh içtiğinin ya da kendini ne kadar boktan hissettiğinin hiçbir önemi yoktur. Yapmayı istemişsindir, önüne sunulan fırsatı kaçırmayasın gelir. O kadar..


Ben de bir gün bedenimi çağıran bir bedene cevap verdim, hepsi o.. “Seni aldattım, defalarca.” Ama hiçbir zaman sana yalan söylemedim.. Şimdi düşünüyorum da.. O zamanlar seni aldatıp aldatmadığımı sorsaydın, büyük ihtimalle yine “evet” diyecektim. Belki bugünkü gibi olmayacaktı cevabım, belki gözyaşları içerisinde dizlerine kapanıp senden af dileyecektim ama asla inkar etmeyecektim.. Çünkü seni, seni bırakıp gidebilecek kadar çok seviyorum ben.. Bir klişeyi kenara itip, gerçekten yalnızca sana ait olacak bir kadına yer açacak kadar çok seviyorum.. “Evet, seni aldattım sevgilim.” Kendimden başka kimseye ait olamadığım için aldattım seni... Seni bırakabilmek için.. Seni ömrüm boyunca sevebilmek için..

Sezin Dirier


Sevgililer Günümüz Artık Perşembe Biliyorum 14 Şubat olduğunu. Hepimiz biliyoruz. Sevginin günü o. Shakespeare hayranı olunca dikkatimi çekti. Modern Çağ’ın Romeo ve Juliet'i. Benham Ganji ve Nahal Sahabi. İki genç aşık. Biri Romeo, diğeri juliet.. İranlılar. Hani şu hepimizin rejiminden nefret ettiği İran… Benham üniversitede mühendislik okuyor. Nahal öğretmeni.. Biri yirmi iki, diğeri yirmi sekiz yaşında…

ise

anaokulu

Benham’ın ev arkadaşı aktivist. 2009 seçimlerinde Ahmedinecat karşıtı eylemlerde yer alıyor. Haliyle 31 Temmuz akşamı Benham’ın evine baskın düzenleniyor… Benham ve arkadaşı içeriye alınıyor. Benham içerdeyken Nahal’ın evine de baskın düzenleyip onu da alıyorlar… İçeride, bu kelimeyi kaldırabilecek kalbim olmasa da kendini rejimin her hangi bir organizması zanneden ahlaksızlar Benham ve arkadaşına TECAVÜZ'de bulunuyorlar… Çoğunluğun desteklediği bir politikada, yapacak tek şey küçük bir hareket başlatmaktır. Arap Baharı bu şekilde doğmuştur. İnsanoğlu kendisini yönetebilecek bir mekanizmaya ihtiyaç duyar. Oysa ki, bilmez kendini yönetenlerin, kendisi olmadığını. Küçük ama detaylı birkaç kuralla insanlığı korkutan bu yapı, kendini sorgulamaktan aciz bir mekanizma olmaktan ileriye gidemez. Gençleri bir hafta sonra serbest bırakıyorlar. Nahal kendini toparlıyor ama işler Benham için pek de yolunda gitmiyor. Benham aslında arkadaş canlısı, güler yüzlüydü. Dışarı çıkınca tanınmaz haldeydi. İşkencenin ve tecavüzün verdiği psikolojik etki ile ne arkadaşlarının aramasına karşılık veriyor ne de dışarıya çıkıyordu. Nahal da sevgilisinin bu durumuna bloğunda yazdığı şu altı kelimeyle karşılık veriyordu: ‘Birini çok seversen ölümden döner mi?’


Birini çok seversek ölümden döner mi ? Henüz küçükken babamdan öğrendiğim bir söz vardır. ‘Gitmek isteyenin önünde dağlar duramaz.’ diye. Ben o gün babama gitmek istediğimi söylediğimde, gitmemi istemediği halde, ne kadar çaresiz olduğunu bu cümleyle anlatmıştı bana. Benham, bu psikolojik durumun etkisiyle 1 Eylül Perşembe akşamında ilaç içerek ruhunu bedeninden ayırdı. Yeniden kavuşmak umuduyla Nahal’ı beklemeye başladı. Umutlarımız bize yol gösterir mi? İçimizde onca yaşama ve başarma arzusu varken. Nahal bu durumu acı verici olarak gördü. İçinde Benham’a duyduğu sevgi ve onunla yeniden birlikte olma arzusu, 1 Eylül Perşembe akşamı canına kıyan Benham’ın beklediği yere gitme arzusunu doğurdu. Olması gereken zamanda, Benham’ın ölümünden dört hafta sonra Nahal da bloğunda yayınladığı şu sözlerle veda etti bizlere: "Bugün Perşembe. Haydi, Benham. Gel beraber, bir daha Perşembe günü dans edelim." Bir kitaptan öğrenmiştim bu sözü, ‘İnsan, günlük hayatında tüm insanlığı yok edebilecek kadar kin ve nefretle yaşar.’ Öğrendiklerim beni bu yanılgıyla baş başa bırakıyor. Neden bu rejime karşı herkes bu kadar tepkiliyken, orada yaşayan halk bu tip olayları görmezden geliyor. Bu bildiğimiz, nesillerdir var olan, aşkın temel ürünü. Bildiğimiz sevgi. Aşkı anlayabilmek için bize üniversite eğitimi veriliyor mu? Hayır. Verilmemeli de... Tecrübelerimiz bu konuda bilgi sahibi olmamızı sağlıyor zaten. Şimdi sormak istiyorum bu yazıyı okuyan herkese. Benham ve Nahal’ın gerçekten intihar ettiğine inanıyor musunuz? Bana göre bu düpedüz CİNAYET.

Tuncay ÜNAYDIN


Koyun Olmak mı Kolay, Sürüden Farklı Olmak mı? “Dünya üç beş bilgisizin elinde Onlarca bilgi güya kendilerinde Üzülme; Eşek Eşeği beğenir: Hayırlar vardır sana kötü demelerinde.”, demiş Hayyam rubaisinde... Bu zamanda az dostun olsun, daha iyi... Herkesle uzaktan hoş beş edip geçmeli... Can gözünü açınca görüyor ki insan... En büyük düşmanıymış en çok güvendiği... Hayyam’ın bu zamanlar diye bahsettiği zamanlar 15. yüzyıl. Ya şimdiki zamanlarda yaşasaydı Hayyam bu şiir artık ne vahim bir hale gelirdi... Ama insanı ne zaman yıldırabiliyor hayattan, ne de yediği kazıklar yeniden güvenmekten, sevmekten... Hayyam da yılmamış hiç bir zaman sevmekten… Milletçe sürü psikolojisinden kurtulamıyoruz. Tıpkı koyun gibi illa ki bizi güdecek bir gücün peşinden koşuyoruz. Neden her şeyimiz aynı, hep birbirimize benziyoruz? Aslında bu sorunun yanıtı kendi içinde saklı bence. Neden her şeyimiz aynı, çünkü farklı olduğunuzda ötekileştiriliyorsunuz... Eğer farklıysanız, farklılıklarınızı kamufle etmek adına çok uğraş vermeniz gerekiyor... Bu durumda iki seçeneğiniz var ya aynı olmak, sürüye katılmak ya da farklı olmak bunu kamufle etmek... İki seçenek de zor... Çünkü farklıysanız, farklısınızdır... Bunu değiştiremez, seçemezsiniz. O zaman hayat sizin için daha da zorlaşır, sürüye ayak uydurmak bir işkenceye dönmeye başlar ve toplumdan, sürüden kendinizi dışlarsınız. Gün geçtikçe kamuflaj da zorlaşır, kendinizi gizleyemez, maskelerden bunalırsınız... Düşünce ve davranışlarını belli bir çerçeveye kilitliyor ve onun içinde yaşıyor insanlar... İçinde bulunduğu sosyal çevrelerle aynı tarz konuşmaya, düşünmeye, aynı şekilde eğlenmekten, aynı tarz giyinmeye kadar kendilerini aslında onlara empoze edilen yaşam tarzının içinde buluveriyorlar. Zamanla, özünü sorgulamadan bütün bunların tesis ettiği değerler ve inançlar penceresi oluşturup, hayata o pencerenin ön yargıları ile yaklaşılıyor... Farklı düşünen, davranan, konuşan insanları yadırgayıp, farlılıkların getirdiği zenginliği görebilmek yerine dışlamaya ve hatta mümkünse kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. Kendine özgü olmayı, kendi güdülerini törpüleyerek sosyal kaygılarla potansiyelini, derinliklerini keşfetmeyi, kendi kendine engellemeye başlıyor insanlar. Sonrada farkında olmadan kaplumbağanın sırtındaki kabuğu benzeri bir “konfor alanı” yaratıp, meydan okuyacağımıza kendimizi kabuğumuzun içine çekiveriyoruz.


Yaratıcılık, evrimin kendi kendini devam ettirme içgüdüsünün bir uzantısı. Doğaya ayak uydurmanın ve hatta onunla başa çıkma çabasının bir neticesi. Sonuç olarak yaratıcılık özümüzde var. Ancak zaman içinde çok çeşitli sebeplerle “unutuyor ya da unutturuluyoruz”. Önce dış etkenlerden etkileniyor sonra da bunları içselleştiriyoruz. Tek çözüm kalır geriye, tek seçenek... Kaçmak ve maskesiz yaşamak. Farklılaşmak, ötekileşmek, dünyaya diğerlerinin bakmış olduğu pencereden bakmayı reddedip kendi pencerenizi açmak... Mış gibi yapamaz, kendinizden kaçamazsınız... Koyun olmak mı kolay, sürüden farklı olmak mı?

Evren Kır

Yaşamın Kareleri; İstanbul'un Sokaklarından Sabahın erken saatlerinde Beyoğlu'nda gezen bir evliyanın gözüne takılan bazı kareler...

- Bu insanlar aşağıda ne yapıyorlar? (Kedi)


– Galatasaray Lisesi'nin yanından aşağıya sallanınca


– Beni gördünüz mü?



- Cezayir Sokağında bir kadeh şaraba ne dersiniz?


– Yaşam mı yoksa ölüm mü?


– Taşı toprağı altın İstanbul'un bir su birikintisi bile nelere kadir!


Fotoğraflar: Bora Eke

Bora Eke

Mekanın Cennet Olsun Hayatın bitişi ince bir çizgi.. kirpikle göz arası kadar... kapatıp açana kadar ömrümüz.. İzleyip durduğum manzarada gözüm hep bir yere takılı kalıyor.. bu dünya ile bağlantısını kesmiş ve gerçeğine kavuşmuş insanların dünyasına.. Ölüm..! çok soğuk bir kelime.. uğradığı her evi ya da her yeri kasıp kavurur.. acı bırakır, gözyaşı bırakır, dinmeyen bir sancı bırakır.. Hiç korkmadım ölmekten bugüne kadar... ama ölümden korktum.. sevdiğim birine dokunacak diye korktum.. evet biliyorum takdir-i ilahi bu ve herkesin yaşayacağı bir gerçek.. ama yaklaştıkça yakınımdakilere daha da korktum.. zordur bir sabah sevdiğin birinin yokluğuyla uyanmak.. zordur aradığın telefona alo diyememesi zordur bir daha sevdiğin yemeği pişirememesi ve zordur bir daha anne diyememek..


Bugün sevdiğim dostlarımın annesini kaybettik.. gerçeğine kavuşmuş olması bir gerçek ama gözlerde takılı kalan ve hiç gitmeyecek olan bir gözyaşı insana acı veriyor.. her yerde acının kokusu, sel olmuş gözyaşları.. uzağa takılı kalan gözler .. anılar, yaşanmışlıklar akıldan geçip gidiyor.. Hem harika börek yapardı bir de dondurmayı severdi.. o anne işte.. hep kızdığımız, bağırdığımız, hiç haklı olmayan.. ama mis gibi kokan ve kucağı şefkatle açık olan.. tüm yorgunlukları alır bir gülümseyişi.. yemek yiyişi bile bir şaheser gibidir.. kimse onun kadar güzel olamaz ve kimse onun kadar güzel kokamaz.. zordur bir daha anne diyememek.. zordur işte... Hakkınızı helal edin herkese.. ve herkesi affedin.. çünkü bir sabah ya da bir akşam ya da bir gün kimin bir daha dönmemek üzere gideceği belli olmuyor.. kırmayın, incitmeyin ve küsmeyin çünkü hangi görüşmenin son olacağını bilmeden yaşıyoruz.. ve ölüm girdi mi araya hep en son anın pişmanlığı kalıyor insanda.. **Mekanın cennet olsun Rabia teyzem...

Kezban Şahin

..EnginDergi.. Ekim 2011 sayı-22 www.engindergi.com bilgi@engindergi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.