EnginDergi Y覺l: 2013 - Say覺: 40
Fotoğraf: Güvenç Aydoğan
"Ağaç ne kadar yüksek olursa olsun, yaprakları yine de yere dökülür." Çin Atasözü
İçerik; Sy.04) Tek Kollu Judocu – Engin Enginer Sy.06) 90'larda Çocuk Olmak – Tınaz Çokkeskin Sy.07) EFT (Engin Film Tavsiye) Sy.08) Aşk altıncı his mi? - Mehmet Sağlam Sy.10) Özgün Apart Otel Sy.11) EnginSözlük Sy.11) Fıkra: İyi ki Kalkmışım Sy.12) Aşka Fısıldayan Kadın – Sema Kahveci Sy.13) Söylesene Sevgilim – Tuğçe Büyükabacı Sy.13) Kaçak '18 – Işık Yavuz Sy.14) Siyahın Işığı – Neyzen Ahmet Hamdi Erdoğmuş Sy.16) Çanakkale Ruhu – Serenay Öztürk Sy.16) Bu Vatan Hepimizin – Pınar Şahin Sy.18) Nilgün's Styling Page – Nilgün Hepyalçın Sy.20) Sen Gittin ya... – Kezban Şahin Sy.21) Kitap tavsiyesi; Nietzsche Ağladığında – Irvin Yalom Sy.22) Astroloji ve Burçların evleri
Tek Kollu Judocu Bu ay sizlere oldukça beğendiğim ve pek çok sohbet ortamında çevremdekilerle paylaştığım anonim bir hikayeyi aktarmak istiyorum. Bu hikayeyi ilk kez 2002 senesinde sevgili ve saygıdeğer hocam İsmail Karasu'dan dinlemiştim ve sonrasında yüzlerce kişiye aktardım. Beni oldum olası etkileyen bir öykü olmuştur. *** Japonya'da bir çocuk 9-10 yaşlarındayken trafik kazası geçirir ve sol kolunu kaybeder. Oysa çocuğun en büyük hayali günün birinde çok iyi bir judocu olmaktır. Sol kolunu kaybetmekle birlikte, bu hayali de yıkılan çocuğunun büyük bir depresyona girdiğini gören baba, Japonya'nın ünlü Judo ustalarından birisine giderek yapılacak bir şeyin olup olmadığını sorar. Hoca: "Getir çocuğu, bir bakalım" der. Ertesi gün baba-oğul varmışlar hocanın yanına. Hoca çocugu süzmüş ve "Tamam" demiş. "Yarın gel, çalışmalara başlıyoruz." Ertesi gün çocuk geldiğinde hocası ona bir hareket göstermiş ve bu hareketi çalış demiş. Çocuk bir hafta aynı hareketi çalıştıktan sonra hocasının yanına gitmiş. "Bu hareketi ögrendim başka hareket göstermeyecek misiniz?" diye sormuş. Hocanın cevabı: "Çalışmaya devam et" olmuş. 2 ay, 3 ay, 6 ay derken çocuk okuldaki bir yılını doldurmuş... Çocuk bu bir yıl boyunca hep o aynı hareketi tekrarlamış. Hocanın yanına tekrar gitmiş: "Hocam bir yıldır aynı hareketi yapıyorum bana başka hareket göstermeyecek misiniz?" "Sen aynı hareketi çalışmaya devam et oğlum. Zamanı gelince yeni harekete geçeriz..." diye yanıtlamış hoca. 2 yıl, 3 yıl, 5 yıl derken çocuk judodaki 10. yılını doldurmuş. Bir gün hocası yanına gelip. "Hazır ol!" demiş. "Seni büyük turnuvaya yazdırdım. Yarın maça çıkacaksın!" Delikanlı şok olmuş. Hem sol kolu yok hem de judoda bildigi tek hareket var. Ünlü judocuların katıldığı turnuvada hiç bir şansının olmayacağını düşünmüş; ama hocasına saygısından ses çıkarmamış. Turnuvanın ilk günü delikanlı ilk müsabakasına çıkmış. Rakibine bildigi tek hareketi yapmış ve kazanmış. Derken, ikinci maç, üçüncü maç,
çeyrek final, yarı final ve final. Finalde delikanlının karşısına son yılların yenilmeyen şampiyonu çıkmış, tam bir üstat. Delikanlı dayanamayıp hocasının yanına koşmuş. - Hocam hasbelkader buraya kadar geldik ama rakibime bir bakın... Bende ise bir kol eksik ve bildiğim tek bir hareket var. Bu kadar bana yeter, çıkıp rezil olmaktansa izin verin turnuvadan çekileyim. - Olmaz demiş hocası. Kendine güven, çık dövüş. Yenilirsen de şerefinle yenil. Çaresiz çıkmış müsabakaya. Maç başlamış. Delikanlı yine bildiği o tek hareketi yapmiş ve tak! Yenmiş rakibini, şampiyon olmuş. Kupayı aldıktan sonra hocasının yanına koşmuş: - Hocam nasıl oldu bu iş? Benim bir kolum yok ve bildiğim tek bir hareket var. Nasıl oldu da ben kazandım? - Bak oğlum, sen 10 yıldır o hareketi çalışıyordun. O kadar çok çalıştın ki, artık yeryüzünde o hareketi senden daha iyi yapan hiç kimse yok. Bu bir, ikincisi de o hareketin tek bir karşı hareketi vardır, onun için de rakibinin seni sol kolundan tutması gerekir! O da sende yok. ***
İronik olsa da insanların eksiklikleri bazen en güçlü yanlarına dönüşebilir. Yeter ki bu eksiklik kafamızda olmasın... Kişiler de aynı işletmeler gibi kendilerine SWOT analizi uygulayıp kendilerini daha detaylı keşfetmeyi deneyebilirler. Ek bilgi: SWOT Analizi, bir projede ya da bir ticari girişimde kurumun, tekniğin, sürecin, durumun veya kişinin güçlü (Strengths) ve zayıf (Weaknesses) yönlerini belirlemekte, iç ve dış çevreden kaynaklanan fırsat (Opportunities) ve tehditleri (Threats) saptamak için kullanılan stratejik bir tekniktir. Bu yöntem 1960'larda Harvard Üniversitesi'nin profesörleri olan Learned, Christensen, Andrews ve Guth tarafından geliştirilmiştir. (Kaynak: Vikipedi) Ayrıca bir konuda en iyi olmak ne kadar çok tekrar yaptığımız ile yakından ilgilidir. Albert Einstein'ın da değindiği gibi, aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar almayı beklememeliyiz. Yaşamımızda sürekli tekrarladığımız hareketleri ve zamanımızı nasıl değerlendirdiğimizi gözden geçirmenin zamanıdır...
Engin Enginer
90'larda Çocuk Olmak... Herkes için, kendi şahit olduğu dönem özeldir. Özellikle de çocukluktan gençliğe geçiş olan dönemler... İşte benim için de 90'ların yeri hep ayrı olmuştur. Türk POP müziğinin ilk adımlarını atıığı yıllardır 90'lar. Yonca Evcimik'e “Abone” olurken, Tayfun'a “Hadi Yine İyisin”, Burak Kut'a “Benimle Oynama” der, Hakan Peker'e “Hey George! Versene Borç” şeklinde takılıp, Tarkan'a “Kıl Oldum Abi” deyip trip atardık. Televizyon programları da bir başkaydı o zamanlar... Susam Sokağı'na uğramışken, Perihan Abla'nın oradan geçer, Alf'e selam verirdik. He-Man, Tsubasa, Power Rangers, Ninja Turtles biz erkeklerin ilgi alanıyken; Şeker Kız Candy, Heidi, Beverly Hills kızların ilgi alanını oluştururdu. Tom&Jerry, Taş Devri, Mickey, Donald ve Goofy hepimizin ortak beğenileriydi. Abiler ve çoğunlukla ablalar, gençlik dizilerine takılır; Alcanzar, Hayat Ağacı, Gençlik Rüzgarları, Evimiz Hollywood'ta, Manuela vb. dizilerden bol bol sohbet malzemesi çıkarırlardı. Ve tabiki anneler... Onlar içinse; özellikle “yemek hazırlama saatlerine” denk geldiğinden, yemekte kullanacakları sebzeleri tepside, TV karşısında soymak suretiyle, “Yalan Rüzgarı, Cesur ve Güzel, Marimar” vazgeçilmezler arasındaydı. Bugün, “Ölsem giymem.” dediklerimiz, o zamanların şıklık yarışındaki en önemli parçalardı. Hafızamızdaki tozları biraz silkeleyelim: İşte okurken; “Evet yaaa hatırladııım.” diyeceğiniz o kombinler: Topuktan geçmeli taytlar, streç kot pantolon, üzerlerine, akla hayale gelmeyecek desenlerdeki bol kazaklar, özellikle erkeklerin tercih ettiği, yüksek belli pantolonlar, yine kızların vazgeçilmezi renkli bilezikler, emzik, yıldız, anahtar şeklinde kolyeler, renkli apartman topuk sabolar, şort etekler ve tabiki annelerin her türlü ortama uyum sağlayan, her rengi mevcut olan kadife, payetlerle işlenmiş vatkalı eşofmanları. Sokakta oynamak diye bir şey vardı o zamanlar. Okuldan çıkmanın, ödevi erken bitirmenin ve tabi ki tatillerin bir anlamı olurdu. Amaç ortak: Sokakta, mümkün oldğunca çok oynamak. Yaz aylarında geç saatlere kadar hemen her sokaktan çocuk seslerinin, kahkahalarının, geldiği son yıllardı 90'lar. Yakar top, saklambaç, renkli istop, futbol, kızlar için ayrıca seksek, lastik, evcilik ve daha niceleri... Biz erkekler, biriktirdiğimiz tasolarla birbirimize hava atmaya çalışırken, kızlar ise Barbie'nin o pembe dünyasında kaybolurlardı. Cupri Sun, Calippo, Cola şeklinde jelibon, Balık Kraker, Şemsiye Çikolata, içinden taso çıkan cipsler, Çokomel, Eti Puff, şişe Coca Cola ve Fanta,
lezzetin doruk noktalarıydı. Özellikle kızlar, “arkadaşlarının, kalpleri kadar temiz olan sayfayı kendilerine ayırdıkları için teşekkür ettikleri” hatıra defterlerinin arasında, itinayla düzleştirdikleri Çokomel kağıtlarını biriktirmeye bayılırdı. 90'larda çocuk olduysanız, mutlaka en az bir kez üzerinde güğüm olan sobanın yanında, mavi leğende yıkanmışsınızdır. Şimdiki gibi teknolojik oyun çeşitliliği o zamanlarda yoktu tabi. Bizim çocukluğumuzun efsaneleri; ateriler, gameboylar ve sanal bebeklerdi. Mario'nun prensesi kurtarması, Ken'in “aduket” çekerek Zangief'i yenmesi en büyük zaferlerdendi. Ve efsane pazar günleri... Annelerin büyük çabalarıyla dersler biter, kuruması için önceden yıkanmış önlükler, çoraplar ve ütülü gömlekler, kalorifer ya da sobanın yakınına, sandalyelere asılır, banyolar yapılır ve ailece izlenen Bizimkiler dizisinin ardından, yataklara geçilirdi. Şimdilerde albümlere bakarken, o zamanki hallerimizi görüp her ne kadar “Ayyy halimize baaak, iğreeeeenç!” desek de 90'lar ve o yıllarda yaşanılanlar, bize hep; ”Keşke geri dönebilsek.” dedirtecek. Öyle ya da böyle 90'larda çocuk olmak bence büyük bir ayrıcalıktı...
Tınaz Çokkeskin
EFT Life of Pi (Pi'nin Yaşamı) [2012]: Ang Lee'nin yönetmenliğinde sıra dışı bir öykü ve muhteşem görsellikte sahneler. WALL-E [2008]: 700 yıl boyunca üretildiği işi yaptıktan sonra, aslında ne için varolduğunu anlayacak olan Wall-E, akademi ödüllerinde en iyi animasyon filmi oscarına sahip. Matchstick Men (Üçkağıtçılar) [2003]: Obsesif-kompulsif dolandırıcı Roy, profesyonel bir şekilde çalışmaktadır. Fakat, önceden varlığından haberdar bile olmadığı kızı Angela ortaya çıkınca hayatının kontrolünü kaybetmeye başlar. Fight Club (Dövüş Kulübü) [1999]: Sıradan hayatının girdaplarında bunalımlar geçiren bir sigorta müfettişi olan Jack'in hikayesi sinema tarihine geçen bir yapıt haline geldi. Schindler's List (Schindler'in Listesi) [1993]: Gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan ve Steven Spielberg'in en önemli yapıtları arasında sayılan film en iyi film dair 7 dalda oscar ödülüne sahip.
Aşk altıncı his mi? Beyin üzerine yapılan araştırmalardan birine göre, birbirlerine âşık çiftlerin beyinleri tek bir beyin gibi çalışmaya başlıyor! Yani ikinci bir beyni kendi beynimizle paralel bağlantı ile birleştirme... Bence bu, harika bir haber! :-) “En son teknolojiler kullanılarak yapılan nöron devreleri analizleri sonucunda elde ettiğimiz bulgular, âşık çiftlerin aralarında altıncı bir his olduğunu kesinkes ortaya koydu!” diyor Sydney Teknoloji Üniversitesi araştırmacılarından Doktor Trisha Stratford. “Araştırmalar ilerledikçe, altıncı bir hisle iletişim kurulabileceğine dair ipuçlarının daha da belirginleşeceğini ve bunun yeni bir devrim yaratabileceğini sanıyoruz.” diye de ekliyor Trişa Hanım. Bayan Stratford -ayrıca- “Acaba aşka düşmüş çiftler birbirlerinin düşünceleri yanında neler hissettiklerini de bir tür telepati biçimde anlayabiliyorlar mı?” sorusunu da sorup yanıtının peşine düşmüş ve 15 çiftten oluşan gönüllü bir denek grubu oluşturmuş, ekibiyle birlikte hepsinin kalp atışlarını ve beyinsel aktivitelerini incelemiş. Bu araştırmada, birbirinden ayrılamayacak kadar birbirini seven âşık çiftlerin beyinlerindeki etkinliklerin ayrıntılı MR (eMaR) filmleri çekilmiş. MR imgelerinde, beyin sinyallerinin neredeyse aynı frekans ve aynı dalga boyunda olduğu ve fizyolojik olarak ikiz kabul edilecek kadar benzeştiği görülmüş.
Bu bulgu; beyinden ayak başparmaklarına kadar uzanan sinir sistemlerinin olağanüstü bir uyum içinde çalıştığı ve böylece beyin ve bedenlerindeki düşünce ve duyguların aynileştiği anlamına geliyormuş. Yaptıkları sonunucu araştırmada ise, birbirini çok iyi tanıyan çiftlerden erkek olan aynalı cam arkasına alınmış ve eşinin kendisine sorulan bir soruya ne cevap vereceğini soru sorulurken sesli olarak söylemesi istenmiş. Yüzlerce kez ve farklı çiftlerle yapılan bu deneylerde de çok yüksek oranlarda başarı sağlanmış. Nörolog Bayan Stratford araştırmanın en çarpıcı bulgusunu da şu sözlerle açıklıyor: “Bu araştırmayı yaşlılar yurdunda da yapmayı ve oralarda kurulmuş çok sıkı arkadaşlıklar arasında böylesi bir altıncı hissin veya duygudaşlığın gelişip gelişmediğini plânlıyoruz. "Adına bilinç değiş-tokuşu da diyebileceğimiz o karşılıklı beyin okuma sürecinde, tüm sinir sitemini idare eden beyindeki o bölgenin yaşlı çiftlerde de aynı anda atıp atmadığını görmek istiyor, araştırmalarımızı böylece derinleştiriyoruz...” Bu araştırmayı okuduğumda 20’li, 30’lu ve 40’lı yaşlarımda yaşadığım üç aşk süreci geçiverdi gözümün önünden. Her üçünde de sevgilimin sanki zihnimi okuyormuş gibi bir duyguya defalarca kapıldığımı ve benim de ona bu duyguyu aktardığımı çok net hatırladım. Demek ki onca “kablosuz iletişim” âşık olduğum kadınların keskin zekâlarından veya dikkatlerinden kaynaklanmıyor; aradaki elektrokimyasal iletişim bağlantısı sayesinde oluşuyormuş! Bu gerçeği onlarca yıl sonra keşfettiğime hem sevindim hem de geç kaldığım için epeyce üzüldüm! Kendimi sürekli ona doğru koşarken bulmam ve sevgilimin beyni ile benimkinin tam bir eşleme içinde çalışması yüzündenmiş demek, onun her kusurunu hoş görmem... Salt o ânları yaşamak için olsa dahi tekrar âşık olmaya değer bence! Hatta bu bilinç içinde yaşanacak bir aşkın çok daha haz verici, daha doyurucu ve eşsiz olacağını da hayal edebiliyorum şu anda! Günün sorusu: Ruh ikizini arayan insanlar acaba düşüncelerini ve duygularını altıncı hisleriyle anlayacak kişiyi mi arıyorlar, ne dersiniz?
Mehmet Sağlam
***
Özgün Apart Otel Özgün Apart Otel, tatilinizi geçirmeniz için tavsiye edebileceğimiz güzel bir ortam. Bodrum'un en uzun ve en geniş sahillerinden birine sahip olan Ortakent Yahşi Yalısı'nda bulunan Özgün Apart Otel, odalarında sunduğu imkanlar ve konfor ile size evinizin rahatlığını yaşatmaya çalışıyor. Denize 110 m. uzaklıktaki Özgün Apart'ta, 17x7m'lik yetişkin ve 4x4m'lik çocuk havuzu bulunmaktadır. İletişim e-Posta: info@ozgunapart.com Telefon: +90 (252) 348 42 44 GSM: +90 (505) 695 11 04 Adres: Kargı Cd. Taşlık Burnu Sk. Çapa Tatil Köyü Yanı No:13 Yahşi Yalısı, Ortakent, Bodrum, MUĞLA www.ozgunapart.com
***
EnginSözlük Engelli, doğuştan veya sonradan meydana gelen hastalıklar, sakatlıklar (vücudun görsel / işlevsel / zihinsel / ruhsal farklılıkları)'dan ötürü, toplumsal / yönetsel tutum ve tercihler sonucu yaşamın birçok alanında kısıtlanan, engellerle karşılaşan kişi demektir. İnternet, dünya genelindeki bilgisayar ağlarını ve kurumsal bilgisayar sistemlerini birbirine bağlayan elektronik iletişim ağıdır. TDK, İnternet sözcüğüne karşılık olarak "Genel Ağ", Oktay Sinanoğlu ise "Örütbağ" adını önermiştir. İnternet yerine zaman zaman sadece "Net" sözcüğü de kullanılır. INCOTERMS, Uluslararası Ticaret Odası (ICC) tarafından uluslararası ticarette kullanılan terimlerin bir standatda kavuşturulması amacıyla uygulamaya konulan bir programdır. İlk olarak 1936'da yayınlanmış INCOTERMS, zamanla uluslararası ticarette yaşanan değişikliklere bağlı olarak revize edilmiştir. Günümüzde geçerli olan versiyon ise 1 Ocak 2011'de uygulamaya giren INCOTERMS 2010, 4 ana başlık altında toplanan 11 terimden oluşmaktadır. Çıkış: EXW (Ex Works) Navlun Ödenmemiş: FCA (Free Carrier), FOB (Free On Board), FAS (Free Alongside Ship) Navlun Ödenmiş: CFR (Cost And Freight), CIF (Cost, Insurance And Freight), CPT (Carriage Paid To), CIP (Carriage And Insurance Paid To) Varış: DAP (Delivered At Place), DAT (Delivered At Terminal), DDP (Delivered Duty Paid)
Fıkra; İyi ki Kalkmışım Bizim Temel uyuyormuş. Birden yataktan düşmüş, kalkmış yeniden yatağına yatmış. Biraz sonra bir daha düşmüş ve sevinerek mırıldanmış: – Ula, iyi ki kalkmışım yoksa üstüme düşecektim...
Aşka Fısıldayan Kadın Aşka fısıldayan kadın sağır oldu. Devam etti ama kısık sesle konuşmaya. Devam etti hayatını değiştirmeden nefes almaya, hissettirmeden kimseye aldı o nefesini. Artık kendi içinde aklında bağırmaya başladı. O kadar fazla bağırıyordu ki küçük görünen büyük dünyasında; kendi kulaklarını kapatıyordu sağır kadın. İsyan etmedi. Olsun dedi, aşk hata yapsa da ona o en güzelini en hakkıyla yaşanması gereken aşkı yaşadı kalbinde aklında beyninde nefes aldığı her anda. İsyan etmedi, çünkü karşılık beklemiyordu. Tabi bekliyordu da kendi duygular azalmıyordu sadece, yani karşıdaki sevginin az oluşu ya da daha farklı oluşu azaltmıyordu gencin aşkını. Nedenlere takılmış durumdaydı sadece şu aralar. Neden ben böyle düşünürken o öyle düşünüyor ki, neden ben affederken o en ufak bir şeyde bu kadar acımasız oluyor ki, neden neden… Daha da niceleri, yazmaya kalksam cilt olur bu nedenlerden sadece… Kız fısıldadı aşka. Şunları dedi gecenin bu vaktinde; “Ey aşk! Öyle heybetli öyle büyüksün ki, şu an içim inanılmaz acı dolu, içim inanılmaz aşk dolu, içim seninle dolu. Karmaşığım aşk! Anlat bana, ne bu yaşadığım? Kalbim evet pırpır aklım gördüğüm her şey onun sureti, içtiğim suda kazandığım parada hayal ettiğim her şeyde o var, peki acı aşk neden bu denli dost! Batsın bu dostluk. Aşk lütfen yalnız gel bana. Yalnız sen gel. Seni en saf halinle yaşayım. Konuşmayalım gerekirse, konuşturma bizi, ne de olsa gözlerimiz yetiyor bize…” Aşk cevap vermek istedi… “Aşka fısıldayan kız, aşıksın anladım ama aşk sana böyle yakışmaz. Ben sana böyle yakışamam. Bana lütfen sen yalnız gel acıyı dostunu bırak gel diyorsun. Bu ne bencil düşünce. Ben sana sen yalnız kalma diye sevdiğin adamla senin aranda köprü olmak için, yalnızlığını akmak için geleyim ki çıkarsız hiçbir şey beklemeden, sen de bana tek sadece sen gel bana de! Yakışmadı sana bu söylem. Benim amacım beni acı dostumla kabul edecek kişilere köprü olmak. Aşkın yalın halini kim napsın. Ben sadece iki kişi gelip doğurduğumuz güven güzellikler huzurlarla dolu yaşamı teklif ediyorum her saniye milyon insana… Ama bana biri kalkıp da acı olunca yapamam dayanamam derse bozuşuruz burada, aşkı acıyla seven gerçek aşıktır.”
Ey aşk!! Öylesine haklısın ki… Bencil düşündüm. Ben seninle anlamlıyım ne dersem diyeyim, aşk kızma bana, acı gelince yanıma aklım beynim bulanıyor, bir tuhaf oluyorum.
Sema Kahveci
Söylesene Sevgilim Tutabilir misin yıldızları ellerinle? Takip edebilir misin parıltılarını? Üşenmeden, çekinmeden savaşabilir misin? Benim için... Bizim için... Tuttuğumuz yıldızlar için... Yoksa ağır mı gelirdi tüm bunlar? Korkarak yaşamak mıydı tercihin? Ben her gün yeni savaşlar kazanırken Sen karanlığına mı sığınırdın sevgilim? Böyle yarım mı bırakırdın her şeyi? Sanki hiç yaşanmamış, tükenmemiş gibi... Hep tek parçası eksik bir yapboz gibi... Söylesene sevgilim, sen hep böyle kolay mı vazgeçerdin?
Tuğçe Büyükabacı
Kaçak '18 Gözlerim kararırken görüyorum yüzünü Biraz bulanık ve umutsuz Gücümün sonuna kadar mücadele ediyorum amansız uykuyla Mağlup oldugun her savaş gibi, düşüyorum kanlı yarınlara Beni çekip alan sadece toprak değil ki.. Yüreğin sanki bir mezar bana Üzerime atılan her toprak parçası eşlik ediyor yalnızlığıma Uyan da süzüleyim gözlerindeki aydınlıga Kor bir özlemle bağlanırım belki sana Ya da ölümlerimi anlatan bir şarkıyla..
Işık Yavuz
Siyahın Işığı Herhangi bir gecenin karanlığında yalnız kaldığımız zaman içimizi saran bir korku, bir endişe, bizi bu karanlığın içine çeken bir güç bütün bir benliğimizi büsbütün kuşatır. Bu karanlık ve yanlızlık korkusu genelde tüm insanların içine işlemiş ve irademizin dışında gelişen bir olgudur. Karanlık şuuraltımızda hep var olan ve olmaya devam edecek bedenimizin ve zihnimizin verdiği bir tepkidir. Çünkü karanlık insanların ölümün o soğuk nefesini daha iyi bir ifade ile bir kabir toprağı gibi bizi örtmesini hatırlatır. Karanlık ve siyah daima yok olma kaybolma ve tükenmişlik olarak bizi hep içine çeker. Şimdi size yazacaklarım inanıyorum ki karanlığın ve bir siyah rengin insanda ne kadar önemli olması gerekliliğidir. Hz. Mevlana Mesnevi'de varlık alemi, hayal alemi ve yokluk alemi olmak üzere üç alemden söz eder. Bunlardan ilki ikincisine ikincisi de üçüncüsüne kıyas edilerek görüş bildirilir. Bunlardan ilki yani varlık aleminde bedeni duyularımız zaten geçicidir. Her an değişiklik olan şu varlık aleminde bütün sınırlıklı olmaları halleri ile bu beş duyumuz iş görmeye çalışmaktadır. Varlık aleminin ötesine bakıldığında bu beş duyu organımız “canda” olmak üzere bir beş duyu organı daha ihtiva eder. Varlık alemindeki beş duyularımız kapatılmadan bu candaki duyularımız açılamazlar. Bu can duyularımızın algılanması ise verilerin can aynasından yansıması ile olacaktır. O halde Mevlana'ya göre yapılacak iki şey vardır. Birincisi bedeni duyuların kapatılması ki onları tüm pisliklerden kurtarmaktır. İkincisi can aynasının kirlerden ve paslardan temizlenmesidir. Can duyularının sözünü anlamak için Hz. Mevlana rüyalarımızdaki görüşümüzü ve duyuşumuzu örnek verir. Bunlar gündelik dilimizde konuşulan can gözümüzle bekler veya can kulağımızla dinleriz sözleridir. Mevlanaya göre kainatın dönüşü bir musiki nağmesidir ve onu can kulağımızla duyabiliriz. Bu anlattığım bilgileri şayet kendim bir Neyzen alarak ney sazının üzerine aktarıp o sazı anlatmak istersem dokunma duyumuz ve diğer dört duyumuza karşılık gelen tüm deliklerini kaparsak yani neyin üzerinde bulunan yedi deiliği kapattığımız zaman elde ettiğimiz ses sol sesi veya rast sesi olur. Rast kelime anlamı olarak son derece doğru ve övülen anlamını ihtiva eder. Biliyoruz ki doğru bir noktayı diğerine bağlayan en kısa yoldur. Bu doğru Mevlevilikte bir başka adla anılır ki onun adına 'hatt-ı istiva' denilir. Şeyhin postundan semahanenin karşı tarafına gittiği varsayılan hayali olan ve gözle görülmeyen bir çizgidir ki varlık alemini yokluk alemine bağlar. İşte Ney de böylelikle dervişin içsel seyahatinin sembolü olur. Duyuların kapatılması bu alemin eşiğidir. Nitekim ortaya çıkan karanlıktır ve ab-ı hayat, ölüler ülkesinde karanlıklarda yani siyahta gizlidir. İşte 'ney gibi bir zehiri ney gibi bir panzehiri kim gördü' beyiti bu ölüm yolu ile dirilişi anlatır.
Peki böyle bir karanlıkta yolumuzu nasıl bulacağız; Hz. Mevlana bedeni duyuların karşısına can duyularını koyarak beden duyguları his nuru ile can duyuları ise Allah nuru ile algılandığını Mesnevi şerifte anlatır. Şu yaşadığımız dünya renkler ve şekillerden oluşur. Fakat Hz. Mevlana renksizliğin peşindedir. His nuru parçalandığı zaman tüm renkler ihtişamı ile ortaya çıkar. Hiç bir rengi bünyesınde barındırmayan renk ise siyah renktir. İnsanın içsel seyehatinde rehber olacak nur, renksiz yani siyahtır. Bu bizi tasavvuf anlayışında nur-u siyah kavramına götürür. Yani karanlığın ışığı anlamına gelir. Gündüz aydınlanan dünyamızda akşam ve geceye doğru gün batımında tüm çıplaklığı ile mahremiyet içimize işleyerek samimiyet, saflık, sadelik bizi kuşatır. Dışsal dünyamız kapanıp, içsel yolculuğumuz başlar. Bu yüzden dış duyularımızın algılamadığı sevgi, düşünce, merhamet gibi insanda olması gereken en önemli hasletler ortaya çıkar. Nur-u siyah ortaya çıkmakla bir insanın günün ışığında aklına gelmeyen bu kavramlar o karanlığın ve siyahın içinde hep ön plandadır. Gecenin karanlığında nasıl bir ışık bize yol gösterirse o artık bizim bir kılavuzumuzdur. Nur-u siyahın bu kaynağı siyahın çıkış noktası olan 'süveyda'dır. Süveyda kalbin ortasında bulunan kara bir benektir. Yürekteki bu siyah nokta süveydanın yeridir. Yani sevginin aşkın muhabbetin yeridir. İşte bu nokta iç güneşimizin doğduğu yer yani GÖNLÜMÜZdür. Bu ilahi güneş tüm inanan insanların içine doğar. Mehmet Akif'in Leyla'sı gece anlamına gelen leyl kökünden gelir. Sadelik, saflık hep bu karanlıkta doğar. İşte dervişin seyehati o tarafa bu tarafa değil kendi içine doğrudur. Allah'ın aks-i sedası süveyda noktasına vurmuştur. Böylece Beytullah (Kâbe) insanının kalbinde bulunur. Rahmet gökten değil yerden yağar ve edilen tüm dualar ve yakarışlar göklere doğru değil kalplere doğru açılır. Zamandan ve mekandan münezzeh olan ALLAH, ayet-i kerimede “yüzünüzü ne tarafa çevirirseniz Allah'ın yüzü o taraftadır.” dediği için o yüzden bu dönüşün merkezinde kendimizi, kendimizin merkezinde kalbimizi, kalbimizin merkezinde de süveydayı buluruz. İşte semazenlerin dönmesi Allah'ın aynası olan bu noktanın tavaf edilmesidir. Tasavvufi bakış açısı, karanlık ve siyah kavramının aslında ne kadar önemli bir kavram olduğunu gösteriyor bize. Karanlık, bir yok oluş değil, yeni bir doğuş olarak karşımıza çıkıyor. Allah'a kavuşmak, yok olabilmenin temel kavramı düşüncesinde bizi tekrar doğmaya ve varlık aleminde olmaya itiyor. Böyle bir konunun gönüllerde iz bırakması adına sizleri selamlıyorum. Sağlıklı kalın inşallah.
Neyzen Ahmet Hamdi Erdoğmuş
Çanakkale Ruhu Yeni neslin gençleri biliyor musunuz? Aynı fedakarlığı yapar mısınız? Günümüzde basit günlük görevlerinden kaçan bir nesil yetişirken bunu düşünmem bile ne saçmalık.. Bir ümit benimkisi. Bizler büyüklerimizin anlatmış olduğu o güzel ve anlamlı hikayelerle büyüdük. Bilinçli ve vatansever yetiştik. İyi ki onlar bize anlatmış, bizler de anlamasak bile kulak vermişimiz. Dinlemişiz ki duyarlılığımızı korumuşuz. Hayatın farkındayız, farkında olmaya devam edeceğiz!!! Bugün kaç genç canını feda etmeye hazır bu vatan toprakları için… Bırakın vatanı, yakınlarını düşünmekten aciz bir toplum var artık. Günlük hayatta o kadar çok tanık oluyorum ki yazık diyorum. 18 yaşını doldurmamış gençlerin mezar taşlarını görüp de ağlamamak mümkün mü? Gözyaşlarım durmamıştı Çanakkale sırtlarında... Anlamıyorsanız, bilmiyorsanız gidin, görün hissedin!!! Bu vatan kolay kazanılmadı dostlar, ruhumuzu asla kaybetmeyelim… Kastamonu türkümüzde iki dize beni alır götürür: Çanakkale içinde vurdular beni, ölmeden mezara koydular beni, of gençliğim eyvah. / Çanakkale köprüsü dardır geçilmez, al kan olmuş suları bir tas içilmez, of gençliğim eyvah…
Serenay Öztürk 17.03.2013
Bu Vatan Hepimizin Dile getirmek istediğim ve rahatsızlık duyduğum bir noktaya değinmek istiyorum. Bugün Cumhuriyet’in kuruluşunun üstüne tam 90 yıl geçmiştir. Hiçbir ülke yoktur ki kuruluşunun 90. yılında Ata'sını unutsun, kurtarıcısını, çektiği ıstırapları, verdiği mücadeleyi unutsun. Binlerce yıl imparatorluğunu korumuş, saltanatını sürdürmüş devletlerin yanında Türkiye Cumhuriyeti henüz 90 yıllık geçmişiyle körpe bir fidan gibiyken nasıl oluyor da omuz omuza mücadele verdiğimiz insanlar şimdi ülkenin bölünmesi için dış kuvvetlerle işbirliği yapıyor? Kurtuluş Savaşı’nda Lazlar değil miydi bu vatan için mücadele eden, Çerkezler değil miydi, Kürtler değil miydi, Arnavutlar, Boşnaklar, Araplar değil miydi? 90 yıl geçtikten sonra değişen kişisel çıkarlar mı, yoksa özgürlük safsataları mı? Biz bu topraklara sahip olduğumuzdan beri dünyanın gettoları haline gelmiş büyük devletler av, biz ise avcıyız. Dünyanın önemli boğazlarından olan İstanbul Boğazı da bizde, Çanakkale Boğazı da… Sıcak denizlere
inen kestirme yol da bizde, onların tabiriyle Konstantiniye de… Bu topraklar onların gözlerini kamaştırırken biz nasıl olur da kıymetini bilemeyiz? Oturduğumuz evlerin altında bile belki şehit kanı varken, onların politikalarını görmemek, verdikleri bu mücadeleye göz yummak ihanettir! Kurtuluş Savaşı’nda verilen mücadele tüm dünya devletleri tarafından; ZAFER ABİDESİ diye tarihe yazılmıştır. Mustafa Kemal ATATÜRK vefat ettiğinde şu anda demokrasi ve özgürlük söylemleri ile eylemleri birbiriyle çelişen, kapitalizmin oluşmasında ön ayak olmuş ABD Başkanı bile bu üstün zekâyla tanışamadığından dolayı üzüntü duymuştur. Bu sözler, bu tebrikler aslında bir zaferin kutlaması değildir. Aslında yeni bir başlangıcın mesajıdır. Bu söylemlerin altında yatan ifade bizlerin söz konusu vatan olduğunda nasıl kenetlendiğimizin farkında olmaları ve o halde başka yollarla topraklarımızın işgal edileceğidir. Ve 90 yıldır bunu yapıyorlar. Bitiriyorlar, sömürüyorlar… Özellikle 1980’lerden beri halkımız her anlamda apolitikleştirilmeye çalışılıyor. Günümüzdeki dizi/maç izleme kültürü, dergilerdeki çizgi romanlar, gazetelerdeki Pazar ekleri vs. bunların hepsi 30 yıl önceden hayatlarımıza yerleştirilmek için dizayn edilmiştir. Okuma alışkanlıklarının azaltılması; araştırmayan, gördüğüne duyduğuna inanan gençlerin yetiştirilmesi de dizaynladıkları eğitim sisteminin bize getirdikleridir. Sadece bunlar değil tabi ki! Tüm dünyanın kabul gördüğü atamızı bile küçümsemek, Kemalizm’i emperyalizmle eş kılmak, tarihimizi bizlere unutturmak, içimizdeki insanları ötekileştirmek… Bunların hepsi dış güçlerin Türkiye’yi sömürmek için kullandıkları eş zamanlı politikalardır. Ülkemizde de kavram eksikliği söz konusudur. Milliyetçilikle ulusalcılığın arasındaki ince çizginin ayrımına varılmamaktadır. Bu ülkede bu kadar farklı etnik grup varken milliyetçilik kavramının bizde yaşatacağı arbedenin çok iyi farkındalardır ki sonuna kadar kullanmaktadırlar. Bu yüzdendir ki çok partili siyasi hayatımızı kullanma güdüleri. Bu yüzdendir ki içimizden insanları kardeşlerimizi farklı etnik gruptan oldukları için ayaklandırma çabaları. Biz Lazıyla, Kürdüyle, Türküyle, Rumuyla, Tatarıyla, Çerkeziyle bu vatanın evlatlarıyız. Bu topraklar bizim. Bu vatan bizim. Biz Mustafa Kemal’in çocuklarıyız. Bizler Mustafa Kemal’in Bursa Nutuk’unda da dediği gibi gerekirse devrimlerin ve Cumhuriyet’in sahibi ve bekçisi olmalıyız. Bunların gereğine doğruluğuna herkesten çok inanıp, yönetim biçimini ve devrimleri benimsemeliyiz. Bunları güçsüz düşürecek en küçük bir kıpırtıda tüm varlığımızla ve inancımızla bu yapıta sahip çıkmalıyız.
Pınar Şahin
Nilgün's Styling Page
*** Rebel Soul (Asi Ruh) ***
*** Freedom (Özgür) ***
*** Fresh Looking (Taze Görünüm) ***
*** Linear (Çizgisel) ***
Nilgün Hepyalçın Nisan 2013
Sen Gittin ya... Sen aşksın, Bense sana aşık bir divane. Ne zaman seni unutmaya kalksam sol yanıma bir ağrı saplanıyor. Uzaklara bakıp seni düşündüğümde gözlerin geliyor aklıma. Yağmurla yarış ediyor gözyaşlarım... Özlemin bir dağ oluyor yüreğimde. Ne zaman aynaya baksam sen oluyorum. Her cümlem seninle başlıyor ve sonu gelmiyor. Sen diyorum, sonra yine sen, sen ve sen... Gözlerin olmasaydı Ellerin, dokunuşların, Öpüşün olmasaydı... Sen olmasaydın Ne biliyim, unutabilirdim. Unutabilirdim seni. Her şeyini... Ben aşığım. Sense sonunu düşünen bir kahraman. Oysa sen beni bir yalnızlıktan çekip almıştın. İlk seni seviyorum dediğinde Hiç gitmeyeceksin sanmıştım. Bırakmayacaktın ellerimi ve ben her sabahta ve gün battığında ilk sana ve hep sana bakacaktım. Ömür olacaktın ömrüme... Ömrüm olacaktın. Son nefesim olacaktın. Dünüm, bugünüm ve yarınım olacaktın. Sen bende her şey olacaktın. Sen gittin ya şimdi Ben öksüz ve yetim kalmış bir çocuk misali Ne yana dönsem ağlıyorum. Sevgiye muhtaç bir yürekle sensizliğe alışıyorum. Sen gittin ya Kim nederse desin Belki zayıf, belki mağrurum. Gittiğin günde takılı kalan bir saat misali ömrüm Bazen yaşıyor.. Her gün ölüyorum.
Kezban Şahin
Kitap tavsiyesi;
“Nietzsche Ağladığında”
Irvin D. Yalom
Kendisiyle ve hayatla yüz yüze gelmekten çekinmeyenlere edebiyatla da düşünülebildiğini gösteren müthiş bir örnek... Psikanalizin doğumu arifesindeki 19. yy. Viyana'sı. Entellektüel ortamlar. Hava soğuk. Nietzsche; Henüz iki kitabı yayımlanmış, kimsenin tanımadığı bir filozof. Yalnızlığı seçmiş. Acılarıyla barışmış. İhaneti tatmış. Tek sahip olduğu şey, valizi ve kafasında tasarladığı kitaplar. Karısı, toplumsal görevleri ve vatanı yok. İnzivayı seviyor. Oldukça ümitsiz vaka. Breur; Efsanevi bir teşhis dehası. Ümitsizlerin kapısını çaldığı doktor. Psikanalizin ilk kurucularından. Kırkında, bütün Avrupalı sanatçı ve düşünürlerin doktoru olmayı başarmış. Güzel bir karısı ve beş çocuğu var. Zengin. Saygın. Hayatı boyunca "ama" pozisyonunda yaşamış biri. Freud; Breuer'in arkadaşı. Henüz genç. Geleceği parlak. Şimdi yoksul. Salome; Erkeklerin başını döndüren çekici ve özgür ruhlu bir kadın. Evliliğe inanmıyor. Bazen aynı anda birçok erkekle beraber oluyor. Sanatçıları ve düşünürleri tercih ediyor. Bir gün, erkeklerin başını döndüren kadın, Salome, Nietzsche'den habersiz Breuer'e gelir. "Avrupa'nın kültürel geleceği tehlikede, Nietzsche ümitsiz. Ona yardım edin," der. Ve varoluşun kader, inanç, hakikat, huzur, mutluluk, acı, özgürlük, irade... ve neden, nasıl gibi en önemli duraklarından geçen bir yolculuk başlar... Kitaptan Alıntılar: "Fiziksel açıdan sağlıklı olmanın, toplumsal ve psikolojik açıdan sağlıklı olmaya bağlı olduğunu düşünüyorum." (Sy: 81) "Dürüstlük -dürüst sorular, dürüst cevaplar- en iyi ilaçlardır." (Sy: 86) "Genellikle sorulmayan soru en önemli sorudur!" (Sy: 88) "Neysen o ol. Gerçekler olmadan kişi kim ya da ne olduğunu nasıl keşfedebilir?" (Sy: 89) "Düşünceler, duygularımızın gölgesidir; ama her zaman daha karanlık, daha boş ve daha sade." (Sy: 100) "Her şeyin derinine inmek: Bu zahmetli bir özellik. İnsanın gözlerini hep yorar ve sonunda insan isteyebileceğinden daha fazlasını bulur." (Sy: 109) "Beni öldürmeyen şey, beni güçlendirir." (Sy: 124) "Belki 'ben' ve bedenim, zihnimin arkasından bir dolap çeviriyordur. Bildiğiniz gibi zihin, tuzaklarla dolu arka sokaklarda gezinmeye bayılır." (Sy: 125) "Belki benim öğrencilerim henüz dünyaya gelmediler. Benim günlerim yarından sonraki günler. Bazı filozoflar ölümlerinden sonra doğarlar!" (Sy: 302)
Yazar Irvin Yalom kimdir? Irvin D. Yalom 1931'de Amerika'da doğdu. 1956'da Boston Üniversitesi'nden Tıp Fakültesi'nden mezun olan Yalom, psikiyatri ihtisası yaptı. Anne ve babası Rusya'dan Amerika'ya göçen Yahudilerden. Uzun süre üniversitede öğretmenlik yaptıktan sonra yazmaya başlayan Yalom'a, psikoterapi temalı kurgusal kitapları geniş bir okur kitlesi kazandırdı. Irvin Yalom'un 'Nietzsche Ağladığında', 'Aşkın Celladı', 'Divan' ve 'Annem ve Hayatın Anlamı' gibi kitapları yoğun ilgi gören eserlerinden bazıları.
Astroloji Nedir? Astroloji, göksel cisimlerin insan karakteri ve kaderi üzerine olan etkilerinin neler olduğunun araştırılmasına ve anlatılmasına denir. Yunanca yıldız anlamına gelen 'astro' ve bilgi anlamına gelen 'logos' kelimelerinden türemiştir. Astroloji, göksel cisimlerin insan karakterini oluşturan ve hayatlarına yön veren etkilerini araştırır ve bundan haberdar eder. Astroloji, fal sanatı ya da ilmi olmamıştır. Falcılık aynı zamanda büyücülüğe girer ki, bu asla astrolojiyle alakalı değildir. Astroloji, geleceğin ne getireceğini ya da geleceğin ne olacağını söylemez. Astroloji, kişilerin gelecekte ne gibi etkiler içerisinde olacağını açıkladığını iddia eder. Astroloji insan karakterine ve yaşamına tek tesir eden tek etki değildir; DNA'larımızdan gelen, anne, baba, doğdukları ülke ve onların yaşam biçimlerinin hepsinin insan yaşamı ve karakterine olan etkilerini kabul eder. Yıldız haritasında, görünen potansiyel etkiler, kişinin doğduğu, büyüdüğü, yaşadığı, bulunduğu ortam ve konumlarla çok yakından ilişkilidir. Elementlere göre burçların uyumları Ateş grupları hem kendi gruplarıyla (Koç, Aslan ve Yay), hem de Hava gruplarıyla (Terazi, Kova ve İkizler ) uyumlu kabul edilir. Buna bağlı olarak Su grupları (Yengeç, Akrep ve Balık) hem kendi aralarında uyumlu, hem de Toprak gruplarıyla (Oğlak, Boğa ve Başak) anlaşırlar. Fakat, bütün bunlar birer genelleme olarak kabul edilmelidir. Astrolojik açıdan yapılan genellemeler hiçbir zaman bir kesinlik göstermezler. Astrolojik açıdan daima Yıldız Haritası önemlidir. Astrolojide evler ve anlamları Astrolojide evler burçlar gibi 12 adettir. Doğu ufkundan başlayarak saat yönünün tersine doğru sıralanırlar. Bunların anlamları sırasıyla şöyledir:
1.ev (KOÇ'un evi): Kişilik, maske, dışa gösterdiğimiz yüz, beden, sağlık, kişisel farkındalık. 2.ev (BOĞA'nın evi): Maddi güvence isteği, maddi kazanç, para kazanma ve harcama. 3.ev(İKİZLER'in evi): İletişim, kısa yolculuklar, bilgi, eğitim, yakın akrabalar, komşular. 4.ev (YENGEÇ'in evi): Yuva, ev, dünya, geldiğimiz yer, anne, ebeveynler. 5.ev (ASLAN'ın evi): Yaratıcılık, yaratıcı kişiliğin sergilenmesi, sanat, aşk, eğlence, çocuklar, kumar. 6.ev (BAŞAK'ın evi): İş, çalışma, hizmet etme, faydalı olma, pratiklik, sağlık, kişisel gelişim, temizlik, ayrıntılar. 7.ev (TERAZİ'nin evi): İkili ilişkiler, ortaklık, anlaşmalar, evlilik, eş. 8.ev (AKREP'in evi): Ölüm ve yeniden doğum, yenilenme, dönüşüm, gizli ilimler, miras, ortak paralar. 9.ev (YAY'ın evi): Seyahat, yurt dışı yolculukları, uzak ülkeleri dolaşma, felsefe, din, yüksek öğrenim. 10.ev (OĞLAK'ın evi): Kariyer, şöhret, başarı, yükselme, dünyaya karşı olan sorumluluklarımız ya da hedeflerimiz. 11.ev (KOVA'nın evi): Arkadaşlar, gruplar, organizasyonlar içinde ortak hedefler için çalışmalar.
grup
çalışmaları,
12.ev (BALIK'ın evi): Bilinçdışı, kolektif bilinç, ruhsal çalışmalar, içe çekilme, içe dönüş, kapanma, izolasyon.
..EnginDergi.. Nisan 2013 sayı 40 www.engindergi.com bilgi@engindergi.com