EnginDergi s43

Page 1

EnginDergi Y覺l: 2013 - Say覺: 43


Fotoğraf: Güvenç Aydoğan

"Akıl hazır değilse, göz göremez." Emilie Serge


İçerik; Sy.04) Gönüllü Marka Elçiliği – Engin Enginer Sy.05) EnginSözlük Sy.06) Hayat Çok Zor (mu?) - Tuğçe Büyükabacı Sy.07) Kitap tavsiyesi; “Olasılıksız” Adam Fawer Sy.08) Diyaloglar – Tuncay Ünaydın Sy.10) Kaçak '21 – Işık Yavuz Sy.10) Umudumuzun Bizdeki Işığı - GüLüM Sy.11) Sevmemeliydik... – Kezban Şahin Sy.12) Ey Sevdiğim! – Mustafa Baltacı Sy.13) İçimdeki Aşk – GüLüM Sy.13) Zor Bir Gün – Serenay Öztürk Sy.14) Özgürlüktü İnsan – Ece Çekiç Sy.15) EFT (Engin Film Tavsiye) Sy.15) Özlemin Tenhalarında Bir Sohbet – Umut Onur Çöpür Sy.16) Yalnızlığın Suçlusu Yalnız Kalandır – Umut Onur Çöpür Sy.19) Muhalefetin Doğası ve Redhack – Umut Onur Çöpür


Gönüllü Marka Elçiliği Gönüllü Marka ElçiliğiYeni müşteri kazanmak zor, kaybetmek kolaydır. Pek çok küçük işletmenin en büyük handikapı daha çok para kazanmak ve günü kurtarmak için izlediklerin stratejilerin orta vadede müşteri ve dolayısıyla para kaybedecek olmalarına önem vermemeleridir. Kurumsallaşmış firmalar ise bu konuda daha hassas davranmaktadır. Müşterinin gönlünü ve sadakatini küçük jestlerle kazanmak dolaylı olarak iyi de bir reklam vesilesidir. Yemek yediğimiz lokantadan tutun da hesabımızın bulunduğu bankaya, tükettiğimiz gıdalardan yolculuk yaptığımız seyahat firmasına kadar beğendiğimiz, fayda gördüğümüz pek çok işletme ve markanın -yaygınlaşan sosyal medya kullanımıyla birlikte gittikçe artan oranda- gönüllü elçiliğini yapmaktayız. 19 senedir T. İş Bankası müşterisiyim, başka herhangi bir bankada hesap açtırma gerekliliği duymadım, her yerde ve fırsatta da bankamın reklamını yapmaktan geri kalmam. Garanti Bankası ilk teknoloji üssünü kurup ve bu alanda yaptığı yatırımlarla hizmet kalitesi açısından zirveye ulaşmış olsa da, T. İş Bankası son yıllarda yaptığı atak ile durumu toparlamayı başardı. Üstelik son on yıldaki satın almalar sonrası tamamını yerli sermayenin oluşturduğu nadir bankalardan olmasının yanı sıra çalışan hakları konusunda gösterdiği hassasiyet ile de mensuplarının gönlünde taht kuran bir iç yapıya sahiptir. İş otobüs firmalarına gelince; 80'ler ve 90'larda Kamil Koç'a sempati duyuyor ve öncelikli olarak tercih ediyorken 2000'li yıllarda sektöre hızlı ve sağlam bir giriş yapan Nilüfer Turizm sunduğu hizmet kalitesi, araç filosu ve çalışanların güler yüzüyle benim gibi pek çok müşterinin tercihini değiştirmesini sağladı. Fakat ilerleyen yıllarda çizgisini koruyamadığı için kalıcı olamadı. Diğer yandan Anadolu Turizm'de sergilediği performans sonrası Pamukkale Turizm'in başına gelen başarılı yönetici ile sürekli bir çıkış yakalayan firma, özellikle müşteri memnuniyeti açısından büyük atılımlar yaptı. Müşteri odaklı sunmuş oldukları hizmetten ötürü son yıllarda öncelikli olarak Pamukkale Turizm'i tercih ediyor ve çevreme de gönül rahatlığı ile tavsiye ediyorum. Ülkemizdeki ilk mobil telefon operatörü olan Turkcell ile ilişkim 1999 yılında başladı. Sonrasında Telsim, Aria, Aycell gibi operatörler piyasaya girmiş olsa da aldığım hizmetten memnun olduğum için zaman zaman ikinci hat kullanmışsam da operatörümü değiştirmeyi düşünmedim. Telsim'in Vodafone'a devri, Aria ve Aycell'in Avea markası altında birleşmesi ve cep telefonu kullanıcısı sayısının artması sonrası kızışan rekabet firmaları kendi hedef kitlelerini seçerek yeni stratejiler belirlemeye yöneltti.


Günümüzde kaliteden taviz vermeyen Turkcell geniş kitlelere hitap edecek bir fiyat politikası yerine en yaygın kapsama alanı, sinyal gücü ve müşterilerine sağladığı ek hizmetler ile sektördeki başarısını sürdürmekte, Avea ise uygun fiyat politikasıyla daha geniş kitlelere hitap etmekte iken Vodafone yurtdışı bağlantısı ve gençlere yönelik tutundurma çalışmalarıyla piyasadaki yerini perçinledi. Numara taşıma özelliğinin getirilmesi, ara bağlantı ücretlerinden indirime gidilmesi ve iletişimin internet tabanına kayması piyasadaki rekabeti de iyiden iyiye körükledi. Eğer biraz daha fazla para vereyim ama yeter ki kaliteli hizmet alayım diyorsanız Turkcell'i, fiyat/performans açısından en uygun operatörü arıyorsanız Avea'yı, yurtdışı bağlantınız varsa yahut sunduğu paketler cazip geliyorsa da Vodafone'u tercih etmenizi öneririm. Memnuniyet duyduğum ve tavsiye ettiğim diğer bazı markalar da şu şekilde: Lipton (sıcak/soğuk çay), Pınar (süt), Erikli (su), Aygaz (tüp gaz), Nivea (kişisel bakım), Asus (bilgisayar), Google (bilişim).

Engin Enginer

EnginSözlük Know-How; bir işletme tarafından , o işletmenin üretim yöntemlerinin ya da teknolojisinin, aynı dalda çalışan, ya da aynı işi yapmaya hazırlanan bir başka firmaya satılması veya kiralanmasıdır. Know-How ülke içindeki firmalar arasında olabileceği gibi, farklı ülkelerdeki firmalar arasında da gerçekleşebilir. Bir ülkeye yabancı sermaye girişi döviz şeklinde olabileceği gibi, Know-How (teknik bilgi) biçiminde de olabilmektedir.

Zilyetlik; medeni hukukun eşya hukuku dalında incelenen bir hukuki kurumudur. En basit olarak bir kimsenin taşınır (menkul) veya taşınmaz (gayrimenkul) bir mal üzerindeki fiili hakimiyeti olarak tanımlanabilir. Zilyetliğe sahip olan kişiye zilyet denir.

Ramazan veya Ramazan ayı; Hicri takvime göre yılın dokuzuncu ayıdır. İslamiyet'te oruç tutma ayıdır ve kutsal kabul edilir. Arapça kökenli bir sözcük olup "Ramaza" (çok sıcak olma) kökünden gelir. Ramazan ayının zamanı Hicri Takvim'e göre düzenlendiğinden, her sene miladi takvimde 11-12 gün öne kayar. Yaklaşık olarak her 32 senede bir de aynı tarihlere denk gelir. Ayın bitiminde Ramazan Bayramı kutlanır.


Hayat Çok Zor (mu?) Son zamanların en popüler hastalığı şüphesiz ki tükenmişlik sendromudur. Sanatçısından ev hanımına, çalışanından çalışmayanına kadar herkes bir anda bu hastalığın pençesine düştü. Bu hastalığa yakalananların en sık kullandığı cümleler ise; ‘‘Kendimi tükenmiş hissediyorum.’’ ‘‘Çok bitkin durumdayım.’’ ‘‘Hayat beni çok zorluyor.’’ veya ‘‘Hiçbir şeye yetişemiyorum.’’ gibi umutsuz cümleler oluyor. Peki, niye bu kadar hızlı tükeniyoruz? Gerçek anlamda tükeniyor muyuz yoksa yaşadığımız sadece bir algı yanılması mı? Bambaşka bir çerçeveden bakmak gerekirse; hayat bu kadar zor mu? En baştan başlamak her zaman daha etkili bir yol haritası çizmemizi sağlar. Bu sebeple bizde doğru yere ulaşabilmek için ilk sorudan yola çıkalım. Niye bu kadar hızlı tükeniyoruz? Mükemmel bir hız çağında yaşarken ve teknolojinin imkanlarından sınırsız bir şekilde faydalanırken kendimizi niye böyle çaresiz hissediyoruz? Cevap basit. Çünkü bu hıza yetişmeye çalışmak hepimizi yoruyor. Günün her saatinde zamanla yarışıyoruz. Sevdiğimiz işlerle meşgulken bile zaman açısından sınırlıyız. Pek çoğumuz ise, zamanı verimli kullanamadığı için yapmaktan keyif aldığı işlere bile zaman ayıramamakta. Durum böyle olunca da devamlı çalışan ve hep bir yerlere yetişmeye uğraşan insanoğlu, bir noktadan sonra bu kısır döngüde sıkışıyor ve kendini tükenmiş hissediyor. Tüm bu yaşadıklarımızın temeline indiğimizde şu soruyu da sormadan geçmemek gerek. Acaba gerçek anlamda tükeniyor muyuz? Ne yazık ki evet... Ruhsal olarak kendi benliğimizin her bir zerresini yaşadığımız bu olumsuz his ile tüketiyoruz. Kelimenin tam anlamıyla kendi kendimizi yiyip bitiriyoruz. Fakat bu sorunu yaşayan herkesi de aynı şekilde değerlendirmemeliyiz. Çünkü öyle bir grup var ki havadan nem kapıp duyduğu tüm popüler rahatsızlıkları kendinde varmış gibi yansıtıyor. Küçücük bir problemi büyütüp kendilerine dert ediniyorlar. Sonra da bu rahatsızlığın arkasına sığınıp yoruldum, tükendim rollerinde çevrelerinden ilgi görmeye çalışıyorlar. Bu sebeple bahsettiğim iki grup birbirinden doğru şekilde ayırt edilmeli diye düşünüyorum. Nasıl ki depresyon hastalığının eski önemi kalmadıysa, tükenmişlik sendromu da bir süre sonra öyle olacak. Oysaki bu tür ruhsal bunalımlar sanıldığından çok daha derin çıkmazlar yaratır. Bu çıkmazlar ise, insanın hayatı daha zormuş gibi algılamasına sebep olur. Peki, hayat gerçekten algıladığınız kadar zor mu?


Aslında bu sorunun cevabı tamamen sizde gizlidir. Çünkü hayata nasıl bakıyorsanız, öyle göreceksiniz. Eğer hayata gül bahçesindeki güllerin arasından bakıyorsanız, muhtemelen bir cennet bahçesi göreceksiniz. Tam aksine o gül bahçesine dikenlerin arasından bakıyorsanız, o zamanda orası size cehennemden bir köşe gibi gözükecektir. Kısacası hayata bakışınız, olgunluk seviyeniz ve yaşamdan aldığınız tada göre, bu hayatın zor olup olmadığına ancak siz karar verebilirsiniz. Sonuç olarak da verdiğiniz kararın neticelerini yaşar ve hayatınızı da o yönde şekillendirirsiniz. Tercih tamamen size aittir.

Tuğçe Büyükabacı

Kitap tavsiyesi;

“Olasılıksız”

/ Adam Fawer Bir sabah, yıllardır görmediğiniz bir arkadaşınızı düşünerek uyandınız. Bir saat sonra, onunla sokakta karşılaştınız. Sizce bu sadece bir tesadüf mü, yoksa çok daha farklı bir anlamı olabilir mi? Siz hiç Loto’da büyük ikramiyeyi kazanmadınız. Ama birileri kazanıyor. Hem de sürekli! Onlar sizden daha mı şanslılar? Şans nedir gerçekten? İçinizde bütün parayı kırmızıya yatırmanız gerektiğini söyleyen bir his var. Bu his bir öngörü müdür? Yoksa daha fazlası mı? Yolda gidiyorsunuz. Kafanızı çevirip yandaki küçük parkta baktınız ve bir anda bu anı daha önce de yaşamış olduğunuzu hissettiniz. Evet, Deja Vu. Sizce nedir Deja Vu; Geçmiş mi, rüya mi yoksa geleceği mi görüyorsunuz? Eğer siz de kontrolün kimde olduğunu merak ediyorsanız, ‘OlasılıkSız’ tam size göre bir roman..


Diyaloglar Yazmak ve Susmak 'Yazdığım bir hikaye vardı evvelinde.' dedi. Sustu ve iç geçirdi. Karşısında duran kişi, aslında anlatmak istediklerinin bütünüydü. 'Ne kadar yazdın. Bitirdin mi?' 'Tamı tamına altmış sayfa. Hayır bitmedi.' 'Yani bitmedi. Bir hikaye için uzun değil mi?' 'Değil. Hikayenin uzunu kısası olmaz.' 'Pekala! Neden bitirmedin?' 'Korktum.' 'Yazmaktan mı?' 'Hayır. Yazmaktan korkmam.' 'Peki ya neden korktun?' 'Bitirmekten.' İzmir'in Kordon'un da bir bankta oturuyorlardı. Önlerinden geçen gevrekçiden bir gevrek aldılar. Oğlan gevreği ikiye böldü. Kıza uzattı. İlk ısırıklarını aldıktan sonra oğlan tekrar konuşmaya başladı. 'Belki de o hikayeyi bitirip yayınlasaydım beğenilebilirdi. Bu bir ihtimal.' 'Yazdıkların beğeniliyor zaten.' diye moral verici bir çıkış yaptı kız. Oğlan güldü. 'Belki de. Bilmiyorum. Açıkçası beğenilmek umurumda değil.' 'Belki de gerçekten beğenilmek istiyorsundur!' 'Belki de.' dedi oğlan. 'Şu yazdığın hikaye, ondan bahsetmek ister misin bana?' diye sordu kız. 'Buna hayır demek zorundayım.' 'Bana güvenebilirsin.' 'Sorun güvenip güvenmemek değil ki.' 'Peki ya ne?' 'Susmak ve suskunluk istemek.' 'Bunu benden mi istiyorsun?' 'Hayır! Sadece sen değil, belki de bütün insanlıktan. Susmalılar bir müddet.' 'Neden?' 'Öyle istiyorum.' 'Sence de bu biraz bencilce bir düşünce değil mi?' 'Hayır değil. Susmalarını kendim için isteseydim evet!' 'Kimin için istiyorsun?' 'Onlar için!' 'Öyle mi olmalı?'


'Bir insanın yaptığı en büyük yanlışlardan biri nedir biliyor musun?' 'Nedir?' 'Başkalarını dinlemek, onları izlemek ve onlar gibi davranmak.' 'Eeee.' 'Buradaki gürültüyü anlamıyor musun? Kendi seslerini duymayacak kadar bağımlılık sahibiler.' Kız sustu. Şikayet edecek kelimeleri yoktu. Birlikte dalga seslerini dinlediler. Uzun bir müddet sustular. 'Bazen bulut olmak istiyorum. Islatmak insanları delicesine. Islatmak ve temizlemek. Arındırmak. Islah etmek. Gerçekle bir bağlantısı olmayan hayallerimden birisi bu. Yapamıyorum. Beni bir şey durduruyor. Onlara anlatmak istiyorum gerçeği. Daha doğrusu onlara inanmak. Belki de gerçeklerime kendim inanmıyorum.' dedi oğlan ve sessizliği bozdu. 'Bu yapılabilecek bir şey değil mi? Bunun farklı yolları var.' dedi kız. Oğlan alıntı yaptı. 'Kendi ruhunun pisliğini bu kadar yakından gören bir adam, başkalarının temiz olabileceğine inanabilir mi?' 'Kimden bu alıntı.' 'Benden.' dedi oğlan. 'Hayır bir yerde görmüştüm. Okumuştum bunu.' dedi kız. 'Sabahattin Ali.' dedi oğlan. 'İyi yazardır.' dedi kız ve devam etti. 'Biliyor musun? Sabahattin Ali ismini duyunca ilk olarak aklıma meçhul cinayetler gelir.' 'Evet! Bu bir ilişkilendirmedir. Yaşadığın olaylara göre değişir.' 'Peki sen neden söz bana ait diye bir ithamda bulundun. Bu bir intihal değil mi?' 'Buna kesinlikle katılmıyorum. Bir yazar neden bir söz yazar?' 'Kafiyeli oldu.' dedi kız. Gülüştüler. Kız tekrar konuştu. 'Bize bir şeyler anlatmak için olabilir mi?' diye sordu kız. 'Hayır.' dedi oğlan ve devam etti. ' Bizi biz yapmak için. Biz olmak için. Bir söz ağızdan çıktığında ve kağıda döküldüğünde artık onun değildir. Bütün evrenindir. Düşüncelerimizi oluştururlar. Bizi biz yaparlar. Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'da yaptığı buydu. Bizi biz yapmak.' 'Yani diyorsun ki; yazar biz olmalıdır.' 'Çoğu da öyledir zaten.' 'Peki biz ne yapmalıyız?' dedi kız sessizce. 'Bilmiyorum! Belki de sadece susmalıyız. Ya da kelimelerle dans etmeliyiz.' Sustular.

Tuncay Ünaydın


Kaçak '21 Gidiyorum.. Kelimeleri ardıma yükleyip gidiyorum Yollarım boyunca keşkeler katıyorum ardımdaki yüke Hüzünler bırakıyorum ardımda Ve her ayak sesimde seni diliyorum Anlamını bile bilmediğim kelimelerde seni anlatıyorum Yorgun ve titrek gölgeme.. Gözlerindeki alevi gördüğüm gün Nasıl atladığımı gecelerin soğuk kalbine Ben konuştukça o kaçıyor bilinmezliğe Ve onu bulmaya çalışırken hep seni düşünüyorum bu yitik yüreğimde Sesler duyuyorum kimi zaman Sanki sen çağırıyor gibisin yanına Ya da ben bir rüyanın sonu gelmez bir yerindeyim aslında Şimdi gitmeliyim Yollar boyunca Sana söylenmemiş bir şarkı hep dilimin ucunda Bir yerde görüşmek üzere bakışlarınla..

Işık Yavuz

UmuduMuzun BİZdeki Işığı Ben öyle bir zamanda doğmuşum ki; BENİM olamamışım! kendi içimde kendi VARlığımı YOK ettim sandım ta ki bir gün! bir GÜNEŞ ışığı yüreğimin penceresinden içeri sızana kadar. zaten pencerem hep açıktır benim; rüzgar girip, ortalığı dağıtıp havalandırsın diye... tabi alışkın değil yüreğimiz Güneş ışığına Rüzgar! fırtına! bilindik bir ülkede bilindik bir yerde yaşamak gibiyken Güneşin İnsanın içini ısıtması daha farklı oluyormuş. ve neyi farkettim biliyor musunuz? aslında ben! Gündüzleri uyuyan, Geceleri uyanan biriymişim. o yüzden; Rüzgar fırtına içimizde kendine yer etmiş. Zamanı TERSine çevirdik ve Gündüz uykularımızı azaltıp Gece huzurlu uyumayı öğrendik. BEN iken BENİM demesini öğrendik yani Güneş her daim yerindeymiş de haberimiz yokmuş BİZde Fırtına ve Rüzgara İsyan eder olmuşuz "GÜNEŞi; SİZ yok ettiniz" diye Güneş yerinde ve her gün DOĞUYOR. GÜNEŞ içiMizde ve hergün UMUTla doluyor... içimizdeki Pencereleri açarken, GECE olup olmadığına bakmak gerek Yüreğimizde...

GüLüM


Sevmemeliydik... Yanlış bir zamanda, yanlış bir yerde karşılaştık seninle. İç savaş sonrasında uzattık ellerimizi birbirimize. Yok olmaya yüz tutmuş duygu diliminde karşılaştı gözlerimiz Ve aşk sandık içimizi titreten öpüşleri. Dokunmamalıydık, yanmamalıydık birbibimize. Alışmamalıydık, sarılmamalıydık. Aşkın kokusunu çekmemeliydik içimize... Yanlış bir zamanda sevda dedik birbirimize Kurtuluş sandık çekilen o beyaz aşk bayrağını Unutulur sandık geçmiş, yaralar, acılar Dokunmamalıydık yüreklerimize. Sevmemeliydik. Yanlış bir dünyada karşılaştık seninle Yalan olduğunu unuttuk yaşanılan ömrün Gerçeği yaşarız sandık. Gerçek olur sandık aşk hikayemiz Özlememeliydik birbirimizi. Hasreti eklememeliydik ömrümüze Sevmemeliydik işte. İzi kalmamalıydı ellerinin yüzümde Ve gözlerimde gözlerin. Yüreğimde aşkın kalmamalıydı Yanlıştı işte. Yalandı. Yeni bir savaşa hazır değil yüreğim. Son nefesini vermek üzere olan bir aşk acısıyım artık Ama biliyor musun?! Yanlıştı. Yalandı... Zaman da Hayat da Aşk da... Karşılaşmamalıydık seninle ve sevmemeliydik işte.

Kezban Şahin


Ey Sevdiğim! Zamanlı da gelebilirsin çat kapı da yeter ki sevdiğin için gel. Sana gelmem için cesaretlendir beni ne bileyim göz kırp, tebessüm et, manalı bak. Beraber yapalım bir şeyleri sırf sen dedin diye ve sırf ben dedim diye olur demeyelim. Sana bir teklif sunduğumda içinden geldiği için tamam olur de beni kırmamak için değil. Aşkım, bebeğim, hayatım gibi herkesin ağzında olan sevgi sözcüklerini kurmayalım birbirimize kendi alfabemizi yaratalım iki seven kalp yardımıyla. Çabuk sinirlenmem bunu bilesin. İdare edebilirim aramızdaki kırgınlıkları yeter ki birbirimizi sevdiğimizi unutmayalım. Sev! Çocuklaşırım. Bak bu ip ucunu da vermem kimseye kıymetimi bil. Sevildikçe içim acır benim. Sen sevdikçe bir yerlerde içim çok fena acıyacak ama sen sevdikçe geçecek bunu biliyorum. O kusurlarımı da idare et olmaz mı? Safımdır ben; insanlara çabuk kanarım. Arkadaşlarım için türlü derde sıkıntıya girerim, sonra hep bir hüsran olur ama huyum bu, devam eder. Bu anlarda olabilecek en hassas halimde oluyorum: gurur, yenilgi, öfke, sevgi, saygı... Hepsini bir arada hissediyorum bir kişiye karşı, düşün ortaya çıkabilecek karmaşayı. İşte burada sana düşen sadece dinlemek. 'Tamam' bile dememek ve sadece dinlemek. Yalan söylemem ben. Ne anlatıyorsam ne diyorsam yalındır. Bazen öyle net oluyorum ki uyarılmaya ihtiyacım oluyor. Bana kırmızı da var bak onu seç demesini bil, hep siyahı seçmeme izin verme. Sürekli yüzü gülen biri değilim insanın tek bir eylemi devamlı sürdürmesine şaşırırım. Kızmalı, şaşırmalı, üzülmeli hatta ağlamalı bazen insan ama genellikle güler yüzlüyümdür. Bu da sınav geçme notu olmalı mutluluğumuzda. Ha bu arada kendim de dahil dünyayla dalga geçen bir erkeğim. Ona göre düşün her dediğimi ciddiye alıp alınganlık yapma. Çok güçlü görünebilirim, bilmem kaç senedir bir damla gözyaşı dökmemiş de olabilirim ama unutma çok duygusalım. Yani o güçlü görünen yanım iyi güzel hoş da duygusallığımı da fark edip ona göre davranırsan harika olur, bırakmam seni. Sen gelene kadar aşık olamam muhtemelen ama geldiğinde sevgiden boğulabilirsin bunu da bildireyim; söylemedi, uyarmadı deme.

Mustafa Baltacı


İçimdeki Aşk Hatırladıkça, hoyratça kırdığını anladı kendini, ve ilk başlarda affetmesi zor olsa da alışıyordu kendini kendinde eritmeye ve utanmıyordu çocuk ruhundan. İsyanlarının arkasındaki o çocuğa seslendi; usulca kulağına fısıldayarak: Ben hep senin yanındayım... Varlığına şükür edercesine ve binleştirerek böldüğü bütün parçalarını BİR edercesine ısıttı yüreğini Rabbinin nuruyla. Buna aşk diyin, buna çocuk kalmak diyin ama asla utanmaz bir çocuk demeyin. Umutlarını yeşertti yaşamın içinde ve sessizce çocuk fısıldadı kainata. Ben BENİM ve varlığımı BİRledim diyerek...

GüLüM

Zor Bir Gün Bir gün vardır her şey bitmiş gibi gelir… Bugün öyle bir gün. Yine Yaradan büyük diyorum, susuyorum. İçim haykırıyor, ben sessizim. Sanki hiçbir olay olmamış gibi yaşama devam etmek ne kadar zormuş? Belki daha neler yaşayacağım bilemiyorum ama bana bugün zor geldi. Kaçmak çözüm mü? Yok o da değil. Birçok soru kafamda olsa da, çözümleri aramaya devam edeceğim. Mutlaka bir yerlerde beni bekleyen sürprizler var, inanıyorum, sabrediyorum. Sabır etmek: Büyük meziyet, tabi yapabilene. Öylece sakin olmak. Sessiz kalabilmek, isyan etmemek. Bunlar sabretmenin insana kazandırdıkları, en önemlisi de tevekkül etmek. İnançla bütünleşen yaşamımda ne kadar doğru yerdeyim? Bunu bilsem biraz daha kolay olacak belki… Bunu da bulacağım. Olacak, biliyorum. Olumsuz yollardan, ışıklı yollara geçeceğim. Şimdi doğru zaman da doğru yerde olabilmeyi araştırma zamanı. Yakınlarıma, dostlarıma sevgilerimle. Onlarsız, benim için hayat asla çekilmez olurdu. Ve iyi ki varsınız diyorum, sağ olun, var olun!!!

Serenay Öztürk 06.07.2013


Özgürlüktü İnsan Ama savaşlar, taraflara çekilmiş zenginlik arayışları sömürü altında kalan özgürlüğü getiremedi. Çocuklar hep korktu masumlar öldü kazanan kimdi ve niçin kazanmıştı kazandıklarına değdi mi? Cevapları vicdanlarındaydı. Peki ya insan bu düzenin içinde bu sistemin işleyişinde her gün ölebilir miydi? Size savaştan söz edeceğim masum çocukların hıçkırıklarından yükselen yardım çığlıklarından korkunun esaretinde çaresizlik içinde çare arayanlardan, gözyaşlarından… Size açlıktan ölen bir ülkeden söz edeceğim bir bardak süt bir parça ekmek ve bir parça çikolata diyen çocukların guruldayan karınlarından, hayallerindeki çikolatalardan… Size dünya hallerinden söz edeceğim tok karınla adalet içindeki adaletsizliklerden seyirci kalan taraflardan, duyduklarına inanıp duymamış gibi yapanlardan… Size insanlardan söz edeceğim kibirli olanlarından "ben" diye başlayıp benim diyenlerden saygı göstermeyip saygı bekleyenlerden kendi fikirlerini üstün tutup başkalarının fikirlerini umursamayanlardan… Hâlbuki özgürlük… Yeşili maviyle buluşturan çocukların umutlarında, hayallerindeki gelecek hevesinde, eşitliği resmedenlerin açlığı toklukla dolduranların elele oynanan oyunların rengârenk çocuklarında ve umut dolu yarınlarında. Hâlbuki özgürlük… Bir tiyatro sahnesinde seyircisi bol alkışları çok olan "emeğin" yerinde "yasak" kelimesi geçmeyen kitapların sayfalarında… Hâlbuki özgürlük… Yardıma uzanan ellerimizde ötekileştirmeyen kalplerimizde seslerimizi renklerimizle birleştiren müziğimizde, dans eden bedenlerimizin beraberliğinde… … Peki, neden savaşlarla anılır ülkeler neden ölür masum insanlar. Nasıl bir kibirdir ki günler hep yeni günleri izler ve gökyüzü rengini kaybeder. Nasıl olur da aç uyur çocuklar niye kalem tutamaz, adlarını yazamazlar. Nasıl bir düzendir ki oyun oynayacakları yaşta büyütülür beden(l)eri… Bunlara neden olanlar "neden" vicdanlarından rahatsızlık duymazlar!

Ece Çekiç


EFT Parker [2013]: Kadın başrolde Jennifer Lopez'in eşlik ettiği aksiyon dolu klasik bir Jason Statham filmi.

Smokin' Aces (Tehlikeli Aslar) [2007]: Ne (dram, komedi, aksiyon) ararsanız, kimi (Jeremy Piven, Ben Affleck, Andy Garcia, Alicia Keys, Ray Liotta vs.) ararsanız var. Kafanız biraz karışabilir ama izlenilesi bir film.

The One (Tek) [2001]: Jet-Li'nin harika dövüş numaralarını sergileme fırsatını sıkça bulduğu bir bilim kurgu serüveni...

Braveheart (Cesuryürek) [1995]: Mel Gibson'ın yönettiği ve başrolünü oynadığı bu epik yapım, ülkemiz sinemalarında yıllarca gösterilerek bir rekora imza atmıştır. En beğenilenler arasına giren yapım 5 dalda ödüle layık görülmüştü.

Rain Man (Yağmur Adam) [1988]: Dustin Hoffman ve Tom Cruise'un oyunculuklarıyla taçlandırdıkları komedi öğeleriyle bezenmiş harika bir dram. En iyi film, senaryo, yönetim, ve erkek oyuncu dallarında 4 oscar ödülü bulunan filmi mutlaka izlemenizi önerilir.

Özlemin Tenhalarında Bir Sohbet Ne olursa olsun, her şeyin bir tarafındadır özlem ve hissedilebilen en naif duygu. Bir şeylerin ardında kalan, önünde duran, içinde yer alan ya da olmayan bir şeyin boşluğunda sallanan bir gerçek. Nasıl ve ne şekilde çıkar ortaya, neden vardır ve ne olursa olsun, neden tükenmez hiçbir zaman, hiçbir yerde? Öyleyse yaşamak özlemektir. Eğer varsam ve yaşıyorsam bir yerde durmuş bir şeyleri özlüyorum demektir. Özlemek öylesine naiftir ki, katıksız bir çaresizlikle kuşatılmıştır. O kadar ki, özlemek kelimesinin anlamı bile yalnızca özlemekle sınırlıdır.


Özlemin kendisi çaresizliğin sonucunda oluşur. Varamadığım, ulaşamadığım, dokunamadığım ve duyamadığım için özlem içerisindeyimdir. Peki ama neden hiç bitmez? Neden ben her zaman bir şeyleri özlerim? Genellikle de hiç görmediğim, duyumsamadığım şeyleri. Bir kadın mesela ya da bir manzara. Bilmediğim bir duygu, gitmediğim bir sokak. Katılmadığım bir sohbet, okumadığım bir şiir. Sevmediğim bir köpek, öpmediğim bir çocuk,. Onları bu kadar değerli kılan sahiden sahip olmamam mıdır? Onları özlemem sahiden benim onulmaz açlığımdan mıdır? Bu kadar basit midir açıklaması? Neye sahip olursa olsun doymayacak bir canavar mıyım? Yoksa vermeden yaşayamayan bir canlı mıyım? Onları bu kadar özlemem, onlara sahip olduğumu vermek istememden sebep olamaz mı? Bir köpekten ya da bir çocuktan, bir manzaradan ya da bir sohbetten ne bekleyebilirim? Özlediğim sadece bunlar değil mi? Katlanılmaz bir ızdırabın sebebi katıksız bir yalnızlığın içinde hiçbir şey alamamak mıdır yoksa verememek mi? En baştan beri yanlış anlaşıldığından olmasın bu kadar çok özlemin sebebi?

Umut Onur Çöpür

Yalnızlığın Suçlusu Yalnız Kalandır Kötü Adamın Ölümü Tir tir titriyor. Önümde uzanan iskelet tir tir titriyor. Vücudunun her yerine delikler açılmış gibi, derisi saydammış gibi su akıyor. Altındaki şilteden sızan ter sandalyemin ayağına kadar geliyor. Bacaklarını birbirlerine bağladım. Ben sadece bir kez ölüm gördüm, onda da çocuktum. Babaannem ölürken annem bacaklarını birbirine bağlamıştı. Çünkü daha sonra o bacaklar birleşmiyordu. Ayrıca bana telefon ahizesini anımsatan bacakların dizleri birbirine çarpıyor ve tok bir ses çıkarıyordu. Adamın kafasında birkaç tel saç kalmıştı. Kaldığı yere ev demeye dilim varmıyor. Her yer küf, pislik dolu. Etrafta adamın ya da buraya giren çıkan hayvanların dışkıları var. Ağır bir sidik kokusu genzimi yakıyor. Adamın gözleri açık, tavana bakıyor. Sanki göğsü gözümün önünde eriyor. Her bakışımda kaburgaları biraz daha belirginleşiyor. Kim bu? Neden yanında kimse yok? Onu bulduğumda sorular sordum. Bu birkaç saat önceydi. Önce onu çoktan ölmüş bir ceset sandım. Sonra ölmediğine karar verdim. Henüz ölmemişti. Kahverengi gözleri saydamlaşmış bir halde bana bakıyordu. Ben yaklaştıkça göz bebekleri de yavaşça beni takip etti. Bu adam ölüyor. Bu yaşlı adam ölüyor. Peki kim bu adam? Kimliğini bulamıyorum. Bir telefon numarası bulamıyorum. Kitaplar ve defterler var. Fotoğraf bile yok. Yalnız yaşıyormuş. Uzun süredir yalnız yaşıyormuş. Sanki terk edilmiş. Ben burada ne arıyorum? Neden buradayım? Pencerenin kırık


camlarından dışarıya bakıyorum. Karanlık basmış. Uzaktan bir gitar sesi geliyor. Burası harabelerin olduğu bir sokak. Uzakta muhtemelen uyuşturucunun kullanıldığı böyle bir odada yok olan insanların gitara dokunduklarında ortaya çıkan ses tüm sokağa yayılıyor. Çocukların yok mu diyorum. Defalarca yineliyorum. Beni duyuyor biliyorum. Bakışlarından belli. Çocuğu olmadığını anlıyorum. Muhtemelen hiç evlenmemiş biri. Terk bile edilmemiş. Etrafa bakıyorum. Telefon yok. Benim de telefonum yok. Benim neden telefonum yok? Ben kaç yaşımdayım? Ölmeyecek kadar gencim. Bu adam neden ölüyor? Çok yaşlı. Babaannem gibi. Babaannem neden öldü bilmiyorum. Aynen böyle ölmüştü. Etrafında bir sürü insan vardı. Hiçbiri ağlamıyordu. Sadece ölümünü bekliyorlardı. Bu adamın etrafında kimse yok. Babaannemi kimse sevmiyordu. Gitmeye yelteniyorum. Sonra dönüyorum. Adamın etrafında kimse yok. Yalnız ölmek nasıl bir şeydir? Bilmiyorum. Kötü bir şeye benziyor. Adam karşımda yalnız ölüyor. Eğer gidersem yalnız ölecek. Babaannem bile yalnız ölmemişti. Adam neden babaannem gibi ölüyor? Kırık bir sandalyeyi çekip oturuyorum. Bir sigara yakıyorum. Adam çok derin soluyor. Hırıltı, sanki boğazında büyük bir şeyler var. O şeylerin arasından geçiyor hava. Neredeyse geçemeyecek. Morarıyor adam. Boğuluyor sanıyorum ama elimi değdiremiyorum. Adama yardım etmiyorum. Neden yalnız ölüyor? Kimseye yardım etmiş midir? Etseydi yalnız olur muydu? Acaba kaç yaşında? Ölecek kadar yaşlı. Ölecek kadar yaşlı bir adama yardım etmemem, yalnız ölmeme sebep olabilir mi? Yalnız ölen adam, ölmeyecek kadar gençken, ölen bir adama yardım etmiş midir? Ben iyi biri değilim. Bunu biliyorum. Beni tanıyan herkes biliyor bunu. Beni tanıyan herkes benden ya da bir şeylerden kaçıyor. Ben birilerinden ya da bir şeylerden kaçarken bu adama denk geliyorum. Adamla benim aramda bir bağ var bunu biliyorum. Göğsümde, hissediyorum. Adam neden babaannem gibi ölüyor? Babaannem öldüğünde üzülmedim. Anneme hayatı zehir etmişti. Annem öldüğünde yanında değildim. Ben de hayatı ona zehir etmiştim. Şu anda, bir ayağı kırık sandalyeyi dengede tutmak için ağırlığımı öne doğru vermişken, dolayısıyla ölmekte olan yaşlı ve yalnız adama isteksizce yaklaşmışken, annemin iyiliği için öldüğünde yanında olmadığımı düşünüyorum ve adam o anda, feri sönmüş gözlerine tanrıdan hayat üflenmiş gibi gözlerimin içine bakıyor. Tüm vücudundan oluk oluk akan ter yüzünden olacak, dev kanyonlar gibi yarık yarık olmuş dudakları sanki dikişliymiş gibi, yırtılırcasına birbirlerinden ayrılıyorlar. Boğuk,


buğulu, çirkin bir ses çıkıyor dudaklarının arasından, belki de adam hayatında en çok zorlandığı şeyi yapıyor, seni tanıyorum diyor. Yapayalnız, berbat bir yerde ölmekte olan, geçmişi muhtemelen kötülük ve yalnızlıkla geçmiş bu adam beni tanıdığını söylüyor. Şu anda ben dünyanın her hangi bir yerinde herhangi bir şey yapabilecekken ve adam dünyanın herhangi bir yerinde herhangi bir şey yapabilecekken ya da ölebilecekken ve herhangi biri şu anda benim yerime burada olabilecekken, ben burada bu adamın yanındayım, bu adam burada benim karşımda ve hiç kimse yok. Eğer farkındaysanız bu adam birkaç saniye önce beni tanıdığını söyledi. Ben kimim? Bu adam kim? Kim olarak benim kimliğimi tanıyor? Nedametin ağır kokusu bacaklarının arasından sızıyor. Baştan aşağıya nedamet kokuyor, nedamet gözlerinde nedamet bakışları ve dilinde dökemediği bir nedamet. Bir kelimeyi çok fazla tekrarlarsanız yabancılaşırsınız. Bir hikayeyi çok fazla okursanız yabancılaşırsınız. Aynaya çok fazla bakarsanız ve hayatı çok fazla izlerseniz. Aynaya bakmak ve hayata bakmak aynı şey. Aynada gördüğünüz ve hayatta gördüğünüz şey, eğer çok dikkatli bakarsanız çirkin. Kusurlarla örülü bir yüz ve kusurlardan örülmüş bir yumak olan hayat. Ancak nedamet yabancılaşılmayan tek kelime, tek yüz ve tek gerçek. Nedametten başka bir anlamı olmayan adam yabancılaşmanın olmadığı bir bağlamda. Adamla aynı bağlamdayken yabancılaşamıyorum nedamete, adama. Nedamet-adam gözlerimin önünde ve başka hiçbir şey yok sanki. Nedamet-adamın içinde nedamet gibiyim. Kırışmış gözbebekleri bana bakıyor. Kırışmamış gözbebeklerim adamın gözlerinde. Bir nedametin iki ucunu oluşturan gözlerin ortasında geçen sürede kimler vardı? Adamın yanında kimse yok. Sokaklarda yalnız dolaşırken bulduğum harabede ölmekte olan bir adam var. Yanımda kimse yok. Adamın yalnızlığına üzülmüyorum. Bir yalnızlığın tek suçlusu yalnız kalandır. Kimse adamı yalnız bırakmadı. Konuşurken tekrarladığım kelimeler, nedamet, kimse, yalnızlık ve yok. Neden başka bir şey bilmiyorum? Bu kadar yaklaşmışken şimdi heyecanlanıyorum. Heyecanlandıkça sanki daha hızlı düşünüyorum. Hikayelerde biri öldüğünde öldü yazar. Biri öldüğünde öldüğünden bahsederler ve ölüm saatini yazarlar. Adam öldüğünde ölümünden bahsedecek biri olacak mı? Adam öldüğünde olmakta olan bir şey olmayı bırakacak mı? Ölmek üzere olan bir adam ölmek üzereyken neleri düşünür ki? Bunu bile bilmiyorum. Sanırım, karısını düşünür ve çocuklarını düşünür. Ama bu kadar yaklaşmışken, bu nedamet. Ölmek üzere olan adam yanındakileri düşünür peki yanında kimse olmayan adam ölmek üzereyken ne düşünür? Ne düşünür, ne düşünür? Belki gençliğini oturtur yanı başındaki ayağı kırık sandalyeye…

Umut Onur Çöpür


Muhalefetin Doğası ve Redhack İktidarın iktidarda kalabilmesi için sahip olduğu gücü muhafaza etmesi gerekmektedir. Bu gücü muhafaza etmek için de yine gücünü kullanarak muhalif olanı iktidardan uzak tutması zorunludur. Bu zorunluluk ise eylem gerektirir. İktidar bunu başardığı ölçüde iktidardır. Ancak muhalif olanın, iktidarın karşısında konumlanabilmesi ve muhalif niteliğini kazanabilmesi için de güce ve bu gücü kullanabileceği eylemlere ihtiyacı vardır. Ülkemizde, iktidar partisinin karşısında yer alan muhalefet partileri muhalif olma niteliklerini çoktan kaybetmişlerdir. Bu nedenle, muhalefetin olmadığı bir ortamda istediği gibi at koşturan, mevcut gücünün muhalefet eksikliği nedeniyle kat ve kat fazlasıyla otoriteye sahip, dikta rejimine varmış bir iktidar oluşmuştur. İktidar mevcut muhalefeti karşısına bile almamaktadır. Muhalefetin doğası gereği, muhalefet partileri eylemsizlik nedeniyle bu niteliklerini kaybetmişledir. Buna karşın, yine muhalefetin doğası gereği, hiçbir yasal konumlandırma olmaksızın, salt yapılan eylemler ve etki gücü dolayısıyla Redhack ülkede ana muhalefet haline gelmiştir. Bu sayede anlaşılan şudur; iktidar ve muhalefet ilişkisi tüm yasal düzenleme ve konumlandırmaların üstünde, yasalarüstü, disiplinlerüstü kendine özgü bir doğal işleyişe sahiptir. Bunun en açık göstergesi uzun zamandır, iktidarın muhalefet partilerini muhatap almak ve mücadele etmek yerine Redhack’le mücadele içine girmesi ve üstelik sürekli kaybetmesidir. Bu noktada, Redhack’in başarısının ve gücünün onu nasıl muhalif bir güç haline getirdiğinin altında yatan zemin analiz edilmelidir. Bu zemin, Redhack’in eylem tarzını, örgütlenme biçimini, hedefini belirleyen Marksist teoridir. Tarih boyunca, iktidarın en büyük korkusu bu teorinin pratiğe dökülmesi olmuştur. Yani, yıkılması gereken düzenin alternatifi olan, komünal düzen, zorunlu bir dayatmayla, kendini diyalektiğin gereğince antitez olarak sunmaktadır. Redhack de bu diyalektiğin antitezinin bir parçasıdır. Diyalektik yasasının gereğiyle, bu yasanın antitez tarafında yer almayan muhalefet partileri iktidarın karşısına çıkamamaktadır. Çünkü, antitezin teorisini ve pratiğini taşımamakta, ilerlemesi gereken hedefe ilerlememektedir. Bunu muhalif partiler bilmezken, kapitalizm ve faşist iktidar her zaman bilmiştir. Nazi’nin antitezi zorunlu olarak Sovyetler olmuştur. Ne zaman nerede Marksist bir hareketlenme olsa faşizm korkuya kapılarak bu hareketin başına üşüşmüştür. Halkın bu teoriyle tanışması her zaman


engellenmiştir. Bu sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde böyledir. Bu teoriyi tez olarak savunan sanat eserleri yasaklanmıştır. Neden onca yönetmenin ve filmin arasından Yılmaz Güney filmi yurtdışına kaçırmak zorunda kalmıştır? Neden bizim de başımıza geldiği gibi her yerde, bu teoriyi eyleme dökenler asılmıştır? Amerika neden sosyalist bir rejimle iktidara gelen Salvador Allende’ye karşı Şili ordusunu harekete geçirmiştir? Neden Küba devrimi sırasında tüm Latin Amerika ülkelerini amansız bir korku salmıştır? Neden Nazım Hikmet her zaman yasaklanmış, hapse atılmış ve sürgün edilmiştir? Daha binlerce örnek verilebilir. Anlaşılması gereken bir diğer husus, Marks ve Engels’in bu teoriyi icat etmeyip keşfetmiş olmalarıdır. Komünal sistem zaten, kapitalist düzenin zorunlu antitezidir. Geçmiş çağlarda yaşanan isyanlardaki eylem tarzı ve yaşam biçimi de daha Marks ortada yokken Marksist teoriye ve pratiğe dayanıyordu. Sonuç olarak Redhack iktidarın karşısında kalmak zorundadır. Ne olursa olsun, iktidarın düşmanı Redhack olacaktır. Bu bir doğa yasasıdır. Bu doğal yasanın sonucunda da kazanan Redhack olacaktır.

Umut Onur Çöpür

..EnginDergi.. Temmuz 2013 sayı 43 www.engindergi.com bilgi@engindergi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.