EnginDergi Y覺l: 2013 - Say覺: 48
Almanya Fotoğraf: Güvenç Aydoğan
"Görmek bile nisbidir. Kaşınan yeri parmak, gözden iyi görür." Kemal Tahir
İçerik; Sy.04) Özveri – Engin Enginer Sy.05) Yeni Yılda Yeni Kararlar – Tuğçe Büyükabacı Sy.06) Yüzyıllar Oldu Yanalı – Semih Çetin Sy.07) Hasret Geçitleri – Derya Derin Sy.08) Hangi Yaşam? – Ece Çekiç Sy.09) Beyazın Etkisi – Serenay Öztürk Sy.10) İstemiyorum – Aynur Kuran Sy.10) Kendine Özlem – GüLüM Sy.11) Bir Zamanlar – Kezban Şahin Sy.12) Kaçak '26 – Işık Yavuz Sy.12) Yitik Akşam Notları '1 – Tuncay Ünaydın
Özveri Son dönemde sık karşılaşıyorum, hemen herkes bir şeylerden yakınıyor. Çevredeki insanların umursamazlığından dem vurup empati ve anlayış bekliyor. Peki ya biz gerçekten çevremize anlayış gösterip insanlara saygı duyuyor ve değer veriyor muyuz? Ne demiş düşünür: "Evinizin eşiğini temizlemeden komşunuzun damındaki karlardan şikayet etmeyiniz." Konfüçyüs. Geçtiğimiz aylarda bir akademisyen, bir de sosyal medya uzmanı arkadaşım hazırladıkları e-ankete katılım ilgisizliğinden dolayı duydukları sıkıntıyı dile getirdiler. Biri yakını için kan ararken insanların duyarsızlığından şikayetçiydi. Blog tutmaya başlayan başka birinin şevki, okunma ve geribildirim sayısının azlığından dolayı kırılmıştı. Öyle ya; niye insanlar önemsediğimiz şeyleri önemseyip sırf bize değer verdikleri için ilgili konuya alaka göstermiyorlardı? Peki ya siz şimdiye kadar kaç anket doldurdunuz, kaç kere kan bağışında bulundunuz, kaç arkadaşınızı can kulağıyla dinleyip sadece üzüntüsüne değil, eserlerine ve başarılarına da ortak oldunuz? Algılarımızın sınırlılığından ötürü çoğunlukla aynı durum başımıza gelmeden ne yazık ki gerekli farkındalık oluşmuyor ve duyarlılık göstermiyoruz. İyilik kavramına, beklentisiz ve karşılıksız oluşuna girip değinmeye lüzum bile görmüyorum ama maalesef çıkarımız olmadığı sürece eylemde bulunmaktan kaçınıyoruz. Hatırlatmakta fayda var, bahaneler bitmez ama insan istedikten sonra fırsat yaratabilir. Bunun için birazcık özveri yeterli. Hadi gelin çevremizdekileri mutlu edelim. Önümüzdeki yıl içerisinde; çevremizdeki insanlardan herhangi birine haberi bile olmayacağı bir iyilik yapalım, bir sokak müzisyenine az da olsa para verip sanatını takdir edelim, araçla seyir halindeyken yayalara daha çok yol verelim, sevdiğimiz bir insana bir çiçek ve kitap hediye edelim, kan bağışlayalım, mümkünse çocuk esirgeme kurumu, yaşlılar yurdu gibi ilgi, şefkat ve kendilerini dinleyecek gülümser bir yüze muhtaç olan kişilerin bulunduğu yerlere ziyarette bulunalım, engelli dostların mücadele ettiği spor müsabakalarında tezahürat yapalım, ve en önemlisi insanlara gülümseyelim! Göreceksiniz başkalarına faydalı olmak için gerçekleştirdiğiniz eylemler her şeyden önce sizi mutlu kılacak. Vermeyi öğrenmeden almanın gerçek değerini bilmek mümkün değildir. Herkese mutlu yıllar dilerim.
Engin Enginer
Yeni Yılda Yeni Kararlar İnsan, psikolojisi gereği bazı tarihlere ayrı bir önem verir. Çünkü bilir ki bu önemli tarihler, onu daha kolay motive edecek ve başarıya ulaşmasını sağlayacaktır. Bu sebepledir ki yılbaşı da bu önemli tarihler sıralamasının en üstünde yer almaktadır. Bu önemli günü fırsat bilen pek çok kişi, hayatında güzel başlangıçlar yapabilmek için yeni yılın el değmemişliğinden faydalanır. Bu amaçla yeni yılda, yeni kararlar ile daha anlamlı bir hayatın temelleri atılır. Ben de bu yazımda, belki de hepimizin daha anlamlı yaşayabilmek adına kendi hayatında alması gereken bazı kararlara yer vermeye çalışacağım. Öncelikle, her şeyin başı sağlık… Bu sebeple bu yıl kendinize daha iyi bakabilmek için yeni kararlar alın ve bunların arkasında durun. Sigarayı bırakın, kilo verin, beslenmenize dikkat edin ve spor yapın. Siz güçlü, sağlıklı olun ki daha sonra sevdiklerinizi yokluğunuzla üzmeyin. Sevdikleriniz demişken, çevrenizdeki insanlara karşı nazik ve sevgi dolu olun. Çünkü hepimiz bilerek veya bilmeyerek de olsa kendimize en yakın gördüğümüz insanları kırarız. Fakat şunu unutmamalıyız ki belki de bu, karşımızdaki insanı son görüşümüzdür. Neticede hiçbirimiz, hayatın kiminle yola devam edeceğini bilemiyoruz. İşte tam da bu sebeple daha sonra büyük bir pişmanlık yaşamamak için, tavırlarınıza ve sözlerinize çok daha fazla dikkat edin. Hepimiz insanız hata yapabiliyoruz. Bu çok normal. Anormal olan ise, yapılan hata üzerine özür dilemeyi bilememektir. Yaptığınız hata telafi edilebilir bir şey ise; mutlaka bunu düzeltmeye çalışın. İnsanları her zaman yapılan hatadan ziyade, sonrasında takınılan umursamaz tavır daha çok hayal kırıklığına uğratmaktadır. Bu yüzden cesur olun; hatalarınızla yüzleşip sorumluluk alın. Bizler hata yapabildiğimiz gibi, bazen karşımızdaki kişiler de bize karşı hata yapabilirler. Burada önemli olan karşımızdakinin bunu isteyerek mi yoksa istemeden mi yaptığıdır. Şayet ortada istemeden yapılmış bir hata varsa, uzlaşmacı davranmakta fayda var. Yok, bu hata kasıtlı bir şekilde size yapıldıysa şanslısınız; artık size zarar verebilecek kişileri tanımış oldunuz. Bu kişileri bir an önce çevrenizden uzaklaştırın. Onlara yol verin ki yaptıkları kötülüğün karşılığını kendi karmalarında deneyimleyerek öğrensinler. Tüm yaşadıklarınıza rağmen bağışlamayı bilin. Bağışlamak kendiniz için yapabileceğiniz en büyük iyiliktir. Size yapılan haksızlıkları, kötülükleri
unutun. Çünkü unutmak iyi insanların intikamıdır. Onları kendi hiçliklerine terk edin. Bağışlayamadığınız, affedemediğiniz her şey sizin omzunuzda ve sizin zihninizde yüktür. Kendi iyiliğiniz için, onları kafanızdaki zindanlardan azat edin. Size nasıl davranılmasını istiyorsanız, kendinize ve çevrenize öyle davranın. Örneğin; çevrenizdekiler tarafından sayılmak mı istiyorsunuz? O zaman önce siz kendinize saygı duyun. Sonra çevrenizdekilere saygı gösterin. Ondan sonra karşınızdakinden saygı bekleyin. Şunu sakın unutmayın; tavır ve duruşunuzla toplumdaki yerinizi sadece siz belirleyebilirsiniz. En nihayetinde biraz sevgi gösterebilmek, biraz empati kurabilmek ve biraz da nazik davranabilmek… Bence hepimizin hayatında her gün dikkat etmesi gereken meziyetler bunlar. Sıklıkla söylediğimiz ama uygulamayı unuttuğumuz fiiller. Umarım ki bu sıradan fiiller hepimizin yeni yılda uygulamaya çalışacağı kararlardan olur. Yeni yılda tüm dileklerinizin gerçekleşmesi ve daha güzel başlangıçlar yapabilmeniz dileğiyle… Mutlu yıllar…
Tuğçe Büyükabacı
Yüzyıllar Oldu Yanalı Ben hep sevmek istedim bu dünyada Yalnız, sen gibi sevmek. Gözyaşlarımdan Kirpiklerine göçtüm. Kulaçladım alnımı Orman oldum, Bir tebessümün Tutuşturdu beni. Yüzyıllar oldu yanalı. Zifiri karayım şimdi her yandan.
Semih Çetin
Hasret Geçitleri "Hasret Geçitleri" Bir Serra Yolasığmaz Yorumu Eksik parçamız "Hasret Geçitleri"… Doğarken bırakmak zorunda kaldığımız diğer benliklerimiz şimdi nerede? Bu bazen bir başkasının gözünde yakaladığımız ışıktır. Bazen bizi derinliklerimize daldıran bir başkasının sesinde bulduğumuz sıcaklıktır. Ya da bir başkasının yumuşacık uzanan elidir içimizi ürperten. Aynı sancılardaki farklı algılamalar gibiyiz: Öteki ve ben… Ben ve herkes… Hepsi doğarken bırakmak zorunda kaldığımız benliklerimiz değil mi? Serra Yolasığmaz'ın, "Hasret Geçitleri" ismini çalışmalarındaki figürler diğer ben-lerimiz değil mi?
verdiği
resim
Sevdayla, tutkuyla, coşkuyla sarıldıklarımızla yolun bir yerinde ayrılmak zorunda kalışımız gibi hüzün yüklü 'ben'lerimiz… Derinliklerimizde, annesine zaman üfleyen bir çocuk yok mu? O çocuk hasret geçitlerinin birinde bırakmak zorunda kaldığımız 'ben'lerimizden biri değil mi? Zamanın ve mekânın içine sığamaz ruh. Beden ve ruhun hasret geçitleri başka başkadır. Beden, derisini dökerek, kabuk değiştirerek varlaşır. Ruh, tüm ben'lerini geride bırakarak… Kimi zaman coşkulu mavidir figür, kimi zaman balköpüğü bir acıya yaslıdır bakış. Mattır teni figürün. Dalga dalgadır o erişilemez duyguların kıpırtıları. Kiraz ağacının dallarına sırtını yaslar masumiyet, saflık ve cazibe. Çiçekler arasından bize gülümser bir figür çocuk! Hepsi hasret geçitlerinde bıraktığımız ben'lerimiz. Şimdi Serra Yolasığmaz'ın fırça darbeleriyle dirilir tüm 'ben'ler. Kapıları kapatırken geride bıraktıklarımız bizde uçan bir yusufçuk…
Derya Derin
Hangi Yaşam? Bir yaşamda var olmak demek... Yaşamın içine "bakan" gözlerle yaşamları görmek demektir! Bir çocuğun duyulmuyorsa, tok olan halini anlamıyorsa, aç mevkilerle temiz bir edebilirsiniz ki?
çığlıkları aç olanın gözlülük bir insanı "insan" yapabiliyorsa hangi geçmiş bırakabilir ve hangi gelecekten söz
Bir insan, etrafına yalanlarla örülü bir benlik yaratıyorsa, sözlerine itaat arıyorsa, hangi sözlerle kendinizi kalabalıkmış gibi gösterip gururla alkışlatabilirsiniz ki? Kaç yaşamda açlıktan, soğuktan "ayaz" olarak ölen bedenler vardır bunu düşünebildiniz mi? Kaç yaşamda inandırılmaya çalışılan sansürler vardır, bunu görmezden gelebildiniz mi? Hangi yaşamdır kadını hiçe sayan, hangi yaşamda vardır tercihleri yüzünden hep yok sayılan... Hangi yaşamdan söz edebilir ki insan! Yoksulluk açlığa, zenginlik aç gözlülüğe, yüzsüzlük kalıyorsa hangi yaşamdır ki bu insanı "insan" sayan.
vicdana
gebe
Hangi insan hırsını vicdanından daha üstün tutabilir, kaç yanlışıyla tek doğru kendisi edebilir! ... Bir yaşamda var olmak demek, insan olarak görmek bilmek ve hissetmek demektir! Bencillikler önce hırsı yaratır sonrasında ise daha fazlasını isteme arzusunu, halbuki gerçek olan şeyler vicdanda başlar, bunun farkında olmadan kendinizi alkışlatabilir ve kalabalık gösterebilirsiniz; peki ya vicdanınızda? *** Çocukları mutlu edebilecek her şey de var olan bir yaşam belkide! Küçücük bir şekerle mutlu olabilecek milyonlarca çocuk, ayakkabı
kutusunu görünce üşümeyecek milyonlarca ayak varken soğuktan, açlıktan, dayaktan ölen ama bir türlü göremeyen gözlerin varoluşu içimi acıtıyor. Yeni bir yılda, iyiliğini ve vicdanını daha fazla gösterenlerin yılı olması dileğiyle... Mutlu yıllar...
Ece Çekiç
Beyazın Etkisi Yeni yılı bekliyoruz. Çevrede öyle ya da böyle umutlar var. Ben de bu konu hakkında bir iki kelime yazmak isterdim. Ama içimden gelmiyor. Böyle oldu bu yıl. Satırları işlemeye devam etsem iyi olacak. Etraf bembeyaz bugün. Benim ise uzak diyarlarda olma isteğim hiç bitmiyor. Yine ruhum çok yukarılarda bir yerlerde… Sakinlik ve bunun verdiği huzur… Beni çok mutlu etmeye yetiyor. Bu dönem bir süre daha böyle devam etsin istiyorum. Bakalım… Ara ara dış sesler beni rahatsız etse de ben biliyorum ki, yüreğimin sesini dinlemeye devam edeceğim. Ah ah… Beyaz, saflığın, temiz duyguların rengi. Kaldı mı senden bu güzelim şehirde? Bu duyguların kırıntısı olsa bambaşka olurdu sevdalar, aşklar, dostluklar… Beyaza çok bakarsanız yorulursunuz, hiç görmezseniz ruhunuz kararır. Işığın, temizliğin, ruh güzelliğinin yansımasıdır kendileri. Sana sesleniyorum, nerdesin? Bir de doğanın beyaz örtüsü var. Yaradan’ın bize bağışladığı, kullarına güzel armağanlarından biri. Harikalar yaratır, büyüleniriz. Doğuşumuzdan, son günümüze adeta bir simgesin bizler için. Yüreklerimize sevinç verdiğin gibi, hüzne de boğabilirsin. Hoşgörü ve sevginin derinlerde bir yerlerde, yüreklerimizde yaşadığına inanıyorum. Biraz olsun burada kalma nedenim olmaz yoksa. Beyaz ise, hep bizimle. Etkisi biz var oldukça devam edecek. Seni sayfalarca anlatsam bitmez. Yüreğimdekileri biri okusa daha neler çıkar da, ben yoruldum artık. Şimdilik esenlikle kalın…
Serenay Öztürk
11.12.2013
İstemiyorum Yine akşam oldu, yine sensizim Yine kavgalıyım yaşamakla. Sevmiyorum işte sensiz akşamları Ne batan güneşin rengi Ne de gecenin güzelliği Hiç bir şey avutmuyor. Anlatamıyorum, sensiz olmuyor Yapamıyorum sen olmadan Kan çekiliyor sanki damarlarımdan Dirilip dirilip ölüyorum, her an... Bir tek seni düşünmek var elimde Avuçlarımı ellerinin sıcaklığı basıyor Yumruk gibi çöküyorsun yüreğime Gözlerim, bakışlarınla doluyor Sesin nereden geliyor? Yanı başımda mısın yoksa, burda mısın Kulaklarımdaki fısıltı senin sesin mi? Nerdesin, Hani nerdesin?
Aynur Kuran
Ekim 2010
Kendine Özlem Kapattığımda gözlerimi denize karşı Güneşin sıcaklığı yakarken içimi Belki bilinmezliğin içinde Kaybetmek için kendimi Susuyorum kendime avazım çıktığı gibi... Susturuyorum kendimi kendime Sessizlikten boğmak için Kendi gürültümü duymamak adına. Bazen böyle bitip tükenmek isteyen bir yanım var Kendimden uzağa kendini fırlatan. Durmak nedir bilmeyen! Durdurulamaz bir yan.
GüLüM
Bir Zamanlar... Yıllar önceydi diye başlar tüm sevda cümleleri Çok uzun zaman geçti derler... Ya yağmurlu bir sabah Ya kara kış Ya da sonbahardır... Son kez bakılır sevgilinin yüzüne Son kez öpülür dudaklar Son kez el sallanır... Ayrılık bu ya mutlaka bahanesi vardır... Kimse vazgeçmemeyi denemez Kalıp savaşmaya cesaret edemez Oysa gerçek aşkla dünya bile başedemez. Cesaret edemez aşıklar Dünya aşklarından büyük gelir Vazgeçerler. Giderler başka yüreklere Severler belki Ya da mutlu olurlar Ama yürekleri başka ellerde... Unutmaz kimse sevdasını Unutmaya mecbur olduğu zamanlarda bile Vazgeçmez kimse sevdiğinden Başkalarının sabahlarında uyansalar bile Unutmaz kimse sevdasını Hep bir sebebi vardır bitişlerin Aslında gitmeler, kalmak ağır geldiğinden...
Kezban Şahin
Temmuz 2010
Fotoğraf: Gizem Özçiller (Kelebekler Vadisi / Ekim 2012)
Kaçak '26 Gitmeliyim Oluk oluk kanayan yaralarımın izlerini bırakarak gitmeliyim Ya da bir kaçak gibi saklanarak duvarların ardına... Durmak ve geriye bakmak yaralarımı daha fazla kanatır sadece Ayakta gitmek için gitmeliyim ve güçlü olmak için. Yalnızlık sessizlikle saracak yüreğimi Ve kaplayacaklar her köşeyi. Bir daha kimse kanatmasın diye...
Işık Yavuz
Yitik Akşam Notları '1 Bilmen Gereken Şey Anlaman Gereken Şeydir. İzmir'de güneşli bir pazartesi, sendrom kokan bütün insanların hıncahınç doldurduğu bir otobüste, ayakta ve oturmak için yer arayan bir adam, elinde kitapları, gözünde kalın siyah çerçeveli gözlüğü, vücudunun üst kısmını saran ekoseli gömleğinin verdiği rahatsızlıkla, bir yandan demire tutunuyor diğer yandan akan burnunu silmek için bir çare arıyordu. Bu durum sanki dünyanın en mühim meselesiymiş gibi burnuna konsantre olmuş, etrafa telaşlı gözlerle bakıyordu. Hemen arkasında duran bir kadın; sırtları neredeyse birbirine değecek. Otobüsün en arka tarafında, çoğunluk koltuklarında oturan ben olacakları önceden tahmin edebiliyordum. Otobüs bir durakta durduğunda adam burnunu silmek için kolunu burnuna götürdü ve ekoseli gömleğine sildi. Lakin bu hareketi yaparken diğer elinde tuttuğu kitaplar kadının kalçasına değmişti. Kadın arkasını döndü ve; 'Hayvan. Sabahtan beri götümü elliyorsun. Utanmıyor musun? Pis sapık.' diye bağırdı. Adam kıpkırmızı kesildi. Ne diyeceğini bilemedi. Otobüsten sesler yükselmeye başladı. 'Tüüü yazıklar olsun. Aile terbiyesi görmemiş adam. Utanmaz.' Adamın nefes alış verişi değişti. Yüzü resmen bir şeker pancarı gibi olmuştu.
Elimde not defteri. Bitmek tükenmek bilmeyen bir iştahla olanları not ediyordum. Şu an bulunduğum ortamda vuku bulan şey tamamen bir yanlış anlaşılmadan ibaretti. Peki bu adam, bu şekilde bir olayda, yani sapkınlık gibi bir suçlamanın yoğun olduğu ülkede nasıl kendini aklayabilirdi. Aklayamazdı. Nedeni ise bu korkunun, sosyolojik bir korku haline gelmesiydi. Neden kendini savunmuyordu? Neden kadına elinin değil kitapların değdiğini söylemiyordu? Yanımda oturan adam not defterime baktı. O bakmaya devam ederken deftere şöyle bir not geçtim: 'Yanımdaki adam not defterime baktı!' Hemen kafasını çevirdi. Güldüm. Sonra başka bir kadın oturduğu yerden, 'Böylelerini hadım edeceksin hadım.' diye bağırdı. Hayretle kadına baktım. Bu tarz olaylara çok sert tepki veren insanların geçmişlerinde böyle bir travmaya maruz kaldıkları bilinen bir durumdu. Lakin insan psikolojisi hakkında en genel kanılar bile geçerli sayılmayabilirdi. Pekala, olayı şöyle özetleyelim. Bir kadın bir adamı yanlış anlıyor. Lakin yanlış anladığını bilmiyor. Fevri bir çıkış yapıp, adamı suçlu ilan ediyor. Adam tepki vermiyor. Neden tepki vermiyor? Bir adam cinsel taciz mağduru olan kadına yerini verdi. Kadına yer veren adama baktım. Gür sakallı, kötü mizaçlı, gülmeyen bir adamdı. Boynundan gerdanına kadar olan bölümde bir yara izi vardı. Sakalı az da olsa yarayı kapatmıştı lakin belli oluyordu. Bir şey yaptı. Cinsel taciz zanlısına sırtı dönükken, birden önünü döndü. Birden ileri geri hareket yaparak, 'Nasılmış, nasılmış dayamak gör bakalım.' diye bağırmaya başladı. Zanlı şok oldu. Gözlerini kapatıyor, gelen yaşları bastırmaya çalışıyordu. İşin kötü yanı otobüs trafiğe girmişti. 'Neden konuşmuyorsun haa. Neden? Sizin gibi .bnelere bunu yapmak lazım ki adam olun.' Şok olmuştum. Bir yandan bu olanları not ederken olayı anlamaya çalışıyordum. Birden neden adamı savunmuyorum diye bir şey geçti içimden. Lakin korktum. Öyle korktum ki ne diyeceğimi bilemedim. Bu sakallı haydudun yaptığı şey, taciz zanlısının suçlandığı şeyden daha beterdi. Durmuyordu. Adamın ensesine bir köpeği tutarmış gibi ellerinin arasına aldı. Adam sıyrılmaya çalıştı. Kaçamadı. 'Ulan sizin yüzünüzden kızlarımız dışarı çıkamaz hale geldi .rospu çocukları.' Adamı süzdüm. Zanlının ensesine yapıştırdığı elinin başparmak ile işaret parmağının arasına gelen bölümde üç nokta dövmesi vardı. Bunun
anlamı körüm, sağırım, dilsizim ya da görmedim, duymadım, bilmiyorum. Pekala bir çıkarım yapalım. Geçmişinde suç eylemlerinde bulunan kişiler, suç işlemeyi bırakınca, adalet savunucusu haline gelirler. Şimdi bir sabıka kaydı elimde olsaydı belki de bu adam değişik suçlardan içeride yatmış olabilirdi. Adam bir açık daha verdi. Diğer elini uzattığında kolundan bileğine taşan dikenli tel dövmesi, cezaevlerinde yapılan özensiz dövmenin ta kendisiydi. Lakin bu şekilde, zihnimde yarattığım bu tahlilin hiç bir yere varmayacağını anladım. İkisine birden baktığımda beyefendi görünümlü ekose gömlekli adamla, diğer şahsın tamamen yanlış yerlerde olduğu kanaatine vardım. Otobüs durdu. Zanlı kendini güçlükle dışarı attı. Hemen arkasından haydut indi. İşte o zaman endişelendim. Ne yapacağımı şaşırdım. İçimde kocaman bir korku oluştu. Kapı kapandı. Hemen ayağa kalktım ve bir sonraki durakta inmek için düğmeye bastım. Otobüste konuşmalar devam ediyordu. Aralarından 'ohh şimdi o herif bunu bir güzel döver.' 'Müstahak bunlara, müstahak!' 'Bunları ibreti alem için asacaksın.' Otobüs durdu. Hemen inip koşmaya başladım. Diğer durağa vardığımda kimse yoktu. Ara sokaklara daldım. Muhtemelen kuytu bir yere çekip adamı perişan ediyordu. Tam yarım saat boyunca aradım durdum. Bulamadım. Sahile, buluşma yerine gittim. Banka oturdum. Denize bakıp şöyle söyledim. 'Tüm insanlara Sabahattin Ali dürüstlüğünden yazıyorum.' Neden dediğimi bilmiyorum. Evet derinlerde, bilinçaltımın karmaşasında oluşan bir kaç kötü anı hayatımı etkiliyor olabilirdi lakin, canım her sıkıldığında kaleme sarılmam, bir kaç not almam ve daha sonra bunları birleştirip bir yazı oluşturmam muhtemelen beynimin en derininde vuku bulan sorunları parçalar halinde çözmemi sağlıyordu. Yazarak, not alarak yüceliyordum. Evet, evet olan buydu. Omuzlarımı iki el kavradı. 'Demek Sabahattin Ali dürüstlüğü ha. Bak bunu sevdim.' dedi. Bankın etrafından dolanıp yanıma oturdu. 'Bugün ne öğrendin?' diye sordu. 'Bir adamın çaresizliğini. Lakin otobüs fikri ilginçmiş üstadım. Böyle bir sınavı beklemiyordum.' diye fısıldadım. Gülümsedi. 'Asıl sınav benimdi. O an hissettiklerimi, otobüsteki insanların sözlerini, suçlanışımı hayatım boyunca unutmam.' dedi gülerek. 'Karakter seçimi yapacağınızı biliyordum ama bu bir sapık olunca ne yapacağımı şaşırdım.' 'Asıl karakterimiz işlemediği suçtan ötürü suçlanan biriydi. Kusursuz bir profesyonel olarak davrandın seni tebrik ediyorum.' 'Masum olduğunuzu bildiğim halde, sesimi çıkaramadım ve bu beni çok kötü bir ruh haline soktu.' 'Evet işte o konuda profesyoneldin ama bugün ne öğrendin sorusuna verdiğin yanıt yanlıştı. Yani bir anlamda doğru lakin analiz etmen gereken
kişi ben değildim. Çevredekilerdi.' 'Onları da yaptım üstadım.' 'Evet ama benden daha çok etkilenmişsin.' 'Sana bir soru, adalet kavramını bir insana nasıl yakıştırırsın.' 'Ben bunu dürüstlükle bağdaştırıyorum. Bir insan ne kadar dürüstse o kadar adildir.' 'Çok güzel. Ensemi sıkıp, bana arkamdan kötü şeyler yapan adam hakkında neler düşündün?' 'Onu bir suçlu olarak gördüm. Notlarımı aldım.' Beynimde şimşekler çaktı. O adam ne olmuştu? 'Peki ya o adam ondan nasıl kurtuldunuz.' diye bağırdım korkuyla. Kahkahayı bastı. 'Birazdan burada olur.' diye bağırdı. 'Anlamadım.' dedim şaşkın bir surat ifadesiyle. 'Arkadaşımdır. Kendisi tiyatro sanatçısı. Kabul et bu seferki oyunu gerçekten güzel oynadı.' 'Hay aksi nasıl anlamadım.' Kendimi suçlayarak. 'Ahh hadi kendini suçlama. Biliyorsun bizim meslekte suçlamalar, bizi aşağıya çeker.' Arkadan bir kahkaha yükseldi. 'Hahahaha.' 'Kusura bakmayın geç kaldım. Bu dövmeler gerçekten zor çıkıyor.' dedi. 'Gördüklerimin hepsi makyaj mıydı? Yara izin de yok olmuş.' 'Evet hepsi bizim ekip tarafından yapıldı.' dedi haydut. Bir müddet olayı konuşmaya devam ettik. Daha sonra üstadım aynı soruyu sordu: 'Bugün ne öğrendin?' 'Gözden kaçan küçük ayrıntılar konuyu belirleyen ana unsurlardır.' dedim kendimden emin bir şekilde. 'Detaycı düşünüyorsun. Oysa aradığımız şey sadelik. Her şey varoluşunda sadedir. Sonra biz onu alır karmaşaya sürükleriz.' dedi. Gözden kaçırdığım şey muhtemelen insanın sürekli olarak yaptığı lakin yaparken farkında olmadığı bir olguydu. Daha fazla analiz yapamayacağımı anladığımda üstadıma dönüp, 'Bugün ne öğrendim üstadım?' diye sordum. 'Önyargıyı.' dedi sessizce.
Tuncay Ünaydın ..EnginDergi.. Aralık 2013 sayı 48 www.engindergi.com bilgi@engindergi.com