EnginDergi s49

Page 1

EnginDergi Y覺l: 2014 - Say覺: 49


Almanya Fotoğraf: Güvenç Aydoğan

"İstediğiniz bazı şeylere sahip olamamak, mutluluğun bir parçasıdır." Bertrand Russell


İçerik; Sy.04) Engin Teknoloji Denizi – Engin Enginer Sy.05) Adı Yalnızlık Olsun – Aynur Kuran Sy.06) Suyumuz Tükeniyor – Tuğçe Büyükabacı Sy.07) Kadar – Semih Çetin Sy.08) Bize Bu Stresi Yaşatan İnsanlara Sözüm Olsun! – Tuncay Ünaydın Sy.09) Sessiz Çığlık – Memet Solak Sy.10) Buna Yaşamak mı Diyorlar? – Ece Çekiç Sy.11) Gitme Diyemedim – Aynur Kuran Sy.12) Genç Werther'in Çelişkisi ve Platonik Aşk Üzerine '1 – Umut Onur Çöpür Sy.14) Kış Baharı – Serenay Öztürk Sy.15) Kaçak '27 – Işık Yavuz Sy.16) Sen AD'ımsın – Kezban Şahin


Engin Teknoloji Deryası Teknoloji ile aram oldukça iyidir, bu sebepledir ki çoğu kişi gerek donanım gerek yazılımsal olarak teknik konularda görüşümü talep etmekte... Bunun nedenlerin biri de aslında bilgi ile bilgiye erişmek isteyen kişi arasında aktarım yapma konusunda iddialı oluşum diyebiliriz. Sanırım biraz da Taner'in dediği gibi (İnsanlar bilmediklerini açık etmekten kaçınıyorlar çünkü diğerleri tarafından alay edilmekten korkuyorlar. Oysa sana bir soru sorarken herhangi bir endişeye kapılmıyorum, soruşumu yadırgamıyor ve sanki küçük bir çocuğa anlatır gibi izah ediyorsun.) yapışımın etkisi de var. Bazı konular gerçekten de sonu bucağı olmayan büyük bir derya; bu yüzden de gözlemlerime göre konu teknoloji olunca ortaya çıkan üç farklı kişilik yapısı mevcut. Kimi kendini “evet/hayır (yes/no) kişisi” olarak tanımlıyor. Teknolojiyi sıcak bulmuyor, cep telefonunu bile sadece arama yapmak için kullanıyor, işleri için zorunda olduğu kadarını öğrenip fazlasını reddediyor. Onların her şeyi not aldıkları kağıtları var, genelde sesleri gür çıkıyor ve insanlarla birebir iletişim kurmayı seviyorlar. Düğün davetiyenizi e-posta aracılığı ile paylaşınızdan ötürü en çok rahatsız olacak kitle bu grup. Büyük bir bölüm ise pratik kullanıma yönelik olarak “ileri >> ileri (next >> next) kişisi” olarak tanımladığım, farklı kademelere sahip bir kitle. Bu kitlenin bazı kademeleri aynı zamanda tüketim toplumunu oluşturuyor. Bu kesim kullanım kılavuzu okumaz, tek amacı hızlı bir biçimde işinin görülmesidir. Yeni bir cihaz aldığında kurcalayarak keşfetmeyi sever ve 20/80 kuralında olduğu gibi çoğu zamanında sahip olduğu cihaz özelliklerinin sadece belirli bir kısmını kullanıyordur. (20/80 kuralı hakkında detaylı bilgi için bkz. Pareto Analizi) Diğer bölüm ise “geek” tabir edilen, teknoloji delisi bir grup. Bu kişilerin tüm cihazları senkronize çalışır, yeni gelişmelerden haberdarlardır ve bilmediği konularda da sıklıkla blog ve forumlarda araştırma yapar. Arkadaş ortamı sohbetlerinde sizin hiç anlamadığınız yabancı bir dil konuştuklarını düşünebilirsiniz. Günümüz gelişen teknolojileri paralelinde; yaradılışımda varolan ve misyon edindiğim, kişileri bilinçlendirme ve toplumsal farkındalık yaratma güdüm neticesinde bu dönem teknolojik konularla ilgili paylaşımlara


ağırlık verme niteyindeyim. Bu paylaşımları da elimden geldiğince eğlenceli ve faydalı kılmaya gayret göstereceğim. Sosyal medya aracılığı ile takipte kalmak için tüm ağlarda enginenginer kullanıcı adıyla bana ulaşabilirsiniz.

Engin Enginer

Adı Yalnızlık Olsun... Sende bulmuşum huzuru aslında, gözlerinde. Ellerin saçlarıma düştüğünde anlamıştım kalbime geldiğini. Öyle şevkatli dokundun ki, sevgi dolu sardın ki, hiç gitme istedim benden. Her sardığında beni, sanki kalbimi aldın koydun kalbinin üzerine. Öylesine hissettim ki bunu. Yüzünü sevdim, ellerini sevdim, kalbini sevdim, ruhunu sevdim ben. Benimle bir olan eşsiz ruhunu... İlk defa çok konuşmadım, anladın her bakışımdan. Sussam da konuştu gözlerim seninle... Benliğime öyle sinmişsin ki çıkaramıyorum. Düşünme, sevme, yapma desem de olmuyor. Başka gözelere bakıyorum ama gördüğüm sen, bir yerlere gidiyorum bilmediğim yanımda sen. Ruhunu unutmuşsun giderken, bana mı emanet şimdi ömür boyu? Korkuyorum onu incitmekten. Sevmezsem gider bir gün diye. Yalnızlığı seçtin, yalnızlığa mahkum ettin beni de. Tek başına yaşamak istedin ruhlar birken, bütün olmuşken. Ya şimdi? Korkuyorum. Hayatımda hiç korkmadığım kadar korkuyorum. Başka bir el değer diye, başka bir göz bakar diye, kokunu başka biri içine çeker diye. Korkuyorum yüzünü başkası okşar, ellerini başkası öper diye. Kaybet beni hayat, unut varolduğumu. Bana bir köşe ver adı yalnızlık olsun...

Aynur Kuran


Suyumuz Tükeniyor Çocukken ülkemin sahip olduğu coğrafi kaynaklarla ilgili her şeyin, güllük gülistanlık olduğunu sanırdım. Gürül gürül akan suların, çeşit çeşit ağaçların ve soyu tükenmemiş bir sürü hayvan türünün sadece benim ülkemde olduğunu sanırdım. Sanırdım; çünkü ilkokulda bize böyle öğretilmişti. Sosyal bilgiler dersinde gördüğümüz akarsu haritalarının dört bir yanı masmavi çizgilerle dolu olurdu. Bitki örtüsü haritası ise, yeşilin tüm tonları ile alabildiğine renklendirilirdi. Öğretmenimiz Türkiye’nin su ve bitki örtüsü yönünden ne kadar zengin olduğunu uzun uzun anlatırdı. Şimdi düşündüğümde tüm bu anlatılanlar aklımda kalmış eski bir hikaye gibi. Aslında o zamanlar ne kadar güzel bir dünyada yaşadığımı, şu an daha iyi anlıyorum. Suyun, yeşilin günden güne azaldığı şu günlerde çok daha iyi anlıyorum. Sizde son günlerde kuraklık ile ilgili haberleri mutlaka duymuşsunuzdur. Barajlarımızın su seviyesi kritik düzeylere iniyor. Pek çok havza ve gölün suları çekiliyor. Tarımda yeterli sulama yapılamadığı için mahsuller filizlenemeden toprağın altında kuruyor. Bunun sonucu olarak ise, çok ciddi bir kuraklık tehlikesi baş gösteriyor. Peki, biz bu noktaya nasıl geldik? Bu noktaya, ülkemizde her daim var olan o iyimser havayla ve "bize bir şey olmaz" mantığıyla geldik. Öyle ki yapılan son araştırmalar, aslında Türkiye’nin hiçbir zaman su zengini bir ülke olmadığını ortaya çıkardı. Çünkü bir ülkenin pek çok yanının denizlerle çevrili olması veya birçok akarsuya sahip olması, onun su zengini bir ülke olduğu anlamına gelmiyor. Burada önemli olan kıstas, sahip olduğu suların ne kadarının tatlı su olduğudur. Türkiye ise, bu yönden bakıldığında ne yazık ki o kadar şanslı bir ülke değil. Son verilere göre; eğer Türkiye önlem almazsa, 2030 yılında su kıtlığı bulunan ülkeler arasına girebilir. Su zengini olduğu inancı ile büyüyen birçok nesil için bu haber çok şaşırtıcı olabilir. Fakat tehlike, sandığımızdan çok daha yakınımızda... Gezegenimizin dolayısıyla da ülkemizin doğal dengesi bozuluyor. Atmosfere saldığımız gazlarla havayı ısıtıyoruz. İklimleri değiştiriyoruz. Böylece su kaynaklarını buharlaştırıp yok ediyoruz. Bunu tüm insanlar olarak el birliği ile yapıyoruz. Farkında olarak veya olmayarak… Gelecek nesillerin hakkı olan kaynakları ellerinden alıyoruz. Bugünden geleceğe borçlanarak, yarınlarımızı zora sokuyoruz. Çevremize geri dönüşü olmayan zararlar veriyoruz. Amacım içinizi karartmak değil; sadece gerçeklere birazcık da olsa dikkatinizi çekebilmek. Her gün içtiğimiz, musluktan hiç düşünmeden akıttığımız suya daha farklı bakabilmenizi sağlamak. Sınırsız sandığımız


bu kaynağın günden güne azaldığını, bir gün musluklarımızın sonsuza kadar işlevsiz kalabileceğini anlamanızı sağlamak. Bu muhtemel sonla karşılaşmak istemiyorsak, hepimize büyük görevler düşüyor. Belki bugüne kadar suyumuzun sınırlı olduğunu, bitki örtümüzün ise korunmaya muhtaç olduğunu akıl edemedik. Fakat artık kırılma noktasına doğru hızla yaklaşıyoruz. Hepimiz, geri dönüşü olmayan bu noktaya ulaşmadan önce silkelenmeli ve üstümüze düşen sorumlulukları yerine getirmeliyiz. Bunun için; evimizdeki suyu dikkatli kullanmalı, boşa akıtmamalı ve fazla suyu gider deliklerinden dökmek yerine farklı alanlarda değerlendirmeliyiz. Bunlar basit ama işlevselliği büyük olan çözümlerden sadece bir kaçı. Lütfen suyumuzu israf etmeyelim. Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsak, yarınlarımıza da öyle bir dünya bırakalım. Kendimiz ve gelecek nesillerimiz için yaşanabilir bir dünya…

Tuğçe Büyükabacı

Kadar Güldüğün kadar hayat, Aşkın kadar.. Sonsuzluk kuşağı, Gözlerinin eşiti.. Dudakların kadar mutluluk Dokunuşun kadar.. Sevdam kadar adın, Sevdan kadar yaşamak..

Semih Çetin


Bize Bu Stresi Yaşatan İnsanlara Sözüm Olsun! Eğer bir gün akademik bir kariyerim olur da karşımdaki öğrencilere bir şeyler öğretmem gerekirse, onlara kolay yoldan öğrenmenin yöntemlerini öğreteceğim. Kitap okumanın, ezber yapmaktan daha iyi bir öğrenme biçimi olduğunu öğreteceğim. Kütüphanelerin, televizyon kanallarından daha eğlenceli bir yer olduğunu ve herkesin kitaplarda kendilerine hitap eden bir şeyler bulabileceğini öğreteceğim. Sınıfın ortasına geçip, yağdırmayacağım.

hiyerarşinin

Onlara benden korkmamaları gerektiğini hatırlatacağım.

verdiği

bilahare

rahatlıkla

kimseden

tehditler

korkmamaları

Sınavda onları yerle bir etmek yerine, eğlenceli, herkesin zevk alarak çözebileceği sınav metotları geliştireceğim. Karşıma geçip bir şeyler anlatmaya çalışan öğrenciyi sınıfın ortasında küçük düşürmeyeceğim. Anlatacağı şeyi daha iyi anlatması için onu cesaretlendireceğim. (Bunu yapan insanların, zamanında bu şekilde bir travma yaşadıklarına emin olsam da böyle bir şeyi travma haline getirmeyeceğim.) Sadece sol beyinlerinin mantığını dayatarak geliştirmek yerine, sağ beyinlerin hayal güçlerini kullanmayı öğreteceğim. Hiç bir zaman akademik kibrin beni etkilemesine izin vermeyeceğim. Zorla dayatılan bilginin yerine, akılda kalıcı, tutarlı bilgiler vereceğim. (Müfredat eğlenceli kılınabilir.) Öğrencilere sadece vize, final zamanları doldur boşalt ezber sistemini dayatmak yerine, düşünerek, yorumlayarak öğrenmenin yollarını öğreteceğim. Yanıma gelip bir şey sorarlarsa hemen cevabını vereceğim. Daha detaylı bir bilgi isterlerse bildiğim bütün kaynakları söyleyip, onları elde etmeleri için elimden geleni yapacağım. (Yani odama gelip, bir şey sorduklarında onlara git başımdan her şey kütüphanede demeyeceğim.)


Eğitimin kafayı geliştirmek olduğunu, belleği doldurmak olmadığını öğreteceğim. Eğer bir gün öfkeye düşersem ve şu zamanda çektiğim acının, stresin öfkesini öğrencilerime kusmak istersem kendime Addison'un şu sözünü hatırlatacağım: 'Heykeltıraş mermere ne ise; öğretmen de çocuğa odur.' Ve umuyorum ki bu yazı hiç bir şekilde eleştiriyi kabul etmeyen Akademik kariyer basamaklarını tırmanan zorlu insanlara bir şeyler anlatır. Hakkımda yapılacak her türlü haksız girişime de, göğsümü gere gere karşı çıkacağım. Burada yazdıklarımdan ve karakterimden ödün vermeyeceğim. 'Kıyıyı gözden kaybetmeye cesaret etmedikçe insan yeni okyanuslar keşfedemez.' Andre Gide

Tuncay Ünaydın

Sessiz Çığlık Sessizlik var yüreğimde çaresizlik, Belki de yazılmış bir hikaye ömrüme; sonu olmayan, Gecenin bir yarısı, Şafağı beklemeden gidiyorum ardımda kalan kokularınla, Yalnızlığıma işleyerek gözyaşlarımı, Daralan yüreğimin penceresini kapayarak rüzgarların unutarak, Kim bilir! Kaç zaman? Avutulmadı ömrüm, Med cezir yaşadı gönül kıyılarında; yosun kokusu yaktı genzimi, Yakamoz ışıltısı gözlerine bakarken, Ve düştü sonra yıldızlar amansız, Avuçlarımda soldu yalnızlıklarım.

Memet Solak 04.08.2012 / İzmir

uğultusunu


Buna Yaşamak mı Diyorlar? Çok uzun zaman olmuştu suskun kalışımıza ses yoktu. Yüzümüz dökük, kelimelerimiz paramparçaydı "biz"in anlamını yitirmiş gibiydik... Önce sen gittin sonra ben kaldım, ardında kalan dağınıklığı anılarımda topladım... Ne çok kayıplar vermişim çok geç anladım. Sevdiklerim zamansız gittiler, her birinin arkasından gözyaşlarımı topraklarına bıraktım. Ne çocukcaymış küsmelerim, ne uzunmuş şakalarım, "geç kaldın" dediklerinde son şakayı sen yapmışsın, ben anlamayamadım. Etrafıma ne çok öfkem varmış, kazandıklarım ne kadar anlamsız ve yalnızmış. Her birini kaybetmeye hazırdım fakat seni hatırladım... Pes etme dediğin ne varsa kazandım, başar dediğin her şeyi başardım, vazgeç dediklerinden milyon kez vazgeçmeyi göze aldım. Fakat pişmanlığım yok dediğimde, varmış gibi bakan gözlerin hüznünü, en derinimde yaşadım. Sohbetlerimiz güzeldi, kahvaltılarımızda son çayı hep sen koyardın. Demli olan bardak senin, açık olan benimdi. Kaç şeker demezdin, çok şekerli olan hep benimdi bilirdin... Ve ben, gitme demeyi çok isterdim; çünkü söylemek istediğim çok şey vardı. Ama şimdilerde seninle beraber sonsuzluğumda kaldı... Yanına bir bavulla yetiyormuş anladım.

gelmiştim,

fakat

gitmelere

de

bir

"hoşçakal"

... İnsanlar kendisinin yabancısı olabilir mi? Bir başkasının yüzüne yabancı kalabilir mi? İnsanlar çabuk vazgeçiyor; önce kendilerinden sonra da sevdiklerinden. Uzun ömürlerini tozlu raflarda tüketiyorlar. Sanki süreli mutluluğun koşucusu gibiler. Ne mutluluğu ne de hüznü hakkıyla yaşayamayanlar, hayatla olan yarışlarına 'hadi bir koşu daha' der gibi telaşlı... Sevgi kalmış mı? Saygı da yok gibi zor günlerin dayanağını kolay yolun seçenekleri varsa yeterli saymışlar sanki... İnsanlar çabuk vazgeçiyor çabuk alışıyor, çabuk üzülüp çabucak mutlu oluyorlar. Belki de çabuk seviyorlar ama hep bir adım daha hızlı yaşayıp on adım geride ölüyorlar...


Farkındalar mı bilmem fakat, insanlar duygularını önce çabucak öldürüp sonra da "yaşamaya" çalışıyorlar. Ve buna "yaşamak" diyorlar...

Ece Çekiç

Gitme Diyemedim Dur diyemedim sana Ellerimde bir boşluk Dudaklarımda eksiklikle Kaldım ardında Baktıkça yol uzadı Sen gittin Akrep yelkovana karıştı Ay kayboldu saçlarında Görünmedi ufuk çizgisi Pusulamı kaybettim Deniz ortasında Dalgalar savurdu Bilinmez kumsallara Eksildim bir parça Senden uzaklarda Yakamoz vurdu Yüzünü görür oldu gözlerim Sarılasım geldi Simsiyah soğuk geceye Duvarlar sardı etrafımı Duvardasın Odamda Baktığım her yerde Gitmiştin Ruhunu unutmuşsun Gülüşünle birlikte Anıların başucumda Açıp açıp okuyorum seni Her gece Hüzün çöktü Sensizlik darladı yüreğimi Bir nefes çeksem ya seni Sensizlikle alıp götürdün beni

Aynur Kuran


Genç Werther'in Çelişkisi ve Platonik Aşk Üzerine '1 Goethe'nin Almanya'sında Werther'i okuyan romantizme kapılmış genç erkekler arasında büyük bir intihar furyası başlamıştı. Bunun üzerine Goethe Werther'in ikinci baskısına, yaptığımı değil, dediğimi yapın, diye bir önsöz düşmüştü. Werther, aşkına karşılık bulamayarak sonunda kendini öldüren genç bir adamdır. Eserin ortaya çıkışı Goethe'nin içinde bulunduğu karşılıksız aşk hikayesine dayanır ve Goethe'nin bir nevi intiharıdır. Ancak gerçek şu ki, ne dönemin Alman gençleri ne siz, hatta ne de Goethe ne kadar büyük bir hikayeyi yaşarsanız yaşayın, ne kadar büyük bir aşkın girdabına düşerseniz düşün, Werther olamazsınız. Bunun nedeni Werther'in duyduğu üzüncün boyutu ya da yaşadığı olayların debdebesi değildir. Werther'in ölümünü umursayan Goethe ve okurlardır. Onun ölümü, Lotte'yi ilgilendirmez. Werther'in yaşadığı her şeyi saniyesi saniyesine izleyen milyonlarca okurun varlığı, Werther'in intiharının anlam kazanabilmesine olanak sağlamaktadır. Sizin ya da Goethe'nin ölümü ne aşkın nesnesi tarafından ilgi duyulur niteliktedir ne de sizi izleyen ve ölümünüzün ardından hikayeyi anlamlandıracak okurlar mevcuttur. Werther'in ölümünün ardından okur hikayeyi devam ettirir. Lotte'nin yaşamında ve kendi yaşamında ölümün tepkisini yaşar. Fakat sizin ya da Goethe'nin ölümünde yalnızca hiçlik vardır ve bu intiharın amacı hiçlik değil, arzudur. Sebebi, yakıtı ve sonucu arzudur. Werther acısından değildir. Arzu nesnesine ulaşmasını sağlayacak bir araç olarak intiharı seçtiği için intihara girişir Werther. Kendi ölümüyle arzu nesnesine bir darbe vurma amacı gütmektedir. Amacı mevcut durumu değiştirmek, hem kendi acısına son verecek hem de nesnesini kavramasına olanak sağlayacak bir değişim yaratmaktır. Bir romanın içinde Werther için durum sizinkinden farklı olmasa bile, roman için bu amaç olumlanır. Düzenlenmiş bir gerçekliğin taşıdığı bütünlükte intihar tanrısal bir konuma yerleştirilmiş okur için amaçlanan değişimi, darbeyi yaratır. Werther için üzülürsünüz. Ancak Werther için hiçbir şey değişmemiştir. Werther sadece yoktur. Lotte için de hiçbir şey değişmemiştir çünkü Werther artık yoktur. Werther'in yokluğu durumunda Lotte'nin arzusu ya da acısı hiçbir önem teşkil etmez. Çünkü artık nesne olan Lotte'nin öznesi yok olmuştur. Tüm bu gerçeğin farkında olan ve arzu nesnesine sahip olamayan Goethe'nin çözümü ve kurbanı Werther'dir. Ancak okurun göremediği, kendi yokluğunun ardında arzu nesnesi olan kadının, ortada bir arzu kalmayacağı için tüm önemini yitirişi ve intiharın beklediği sonucu getirmeyeceğidir.


İntihar eden okur, ölümünün ardından yakınlarının, kendisinin Werther'i izlediği gibi onu izleyeceğini düşünmesi, nesnesinin kendi ölümüyle bir darbe alacağına ve üzünç duyacağına inancından dolayı böyle bir yanılgıya düşer. Oysa kendi hikayesi ne Goethe tarafından, ne bir tanrı tarafından düzenlenmiştir. Beklediği hiçbir şey gerçekleşmez. Yalnızca ölümle bir araya geldiği kısacık anda, beslediği inancı nedeniyle yokluğa varana dek bir rahatlama ve başarmışlık arzusu duyabilir. Kısacık bir anlığına ulaşmak adına hayatını feda ettiği nesneye ulaşma sevincini yaşar ve bir daha hiçbir şey yaşayamaz. Bu da yalnızca bir yanılsamadır. Nesneniz için verdiğiniz yaşam onun için mühim bir şey değildir. Eğer Werther'in durumuna düşmüşseniz, nesneniz sizi kendisinin arzu nesnesi olarak görmüyordur. Bir nesne sizin için kendini yalnızca bir arzu nesnesi olarak konumlandırıyorsa, onun sizinle ilgili tek bir arzusu vardır; arzulanmak. Bunun haricinde hiçbir şey önem teşkil etmez. Öznenin, yani sizin acınız ve fedakarlığınız hatta ölümünüz nesneye yalnızca arzulanmanın zevkini yaşatır. Nesne her zaman daha fazla arzulanacağı yolda ilerler. Teslimiyeti asla kabul etmez. Özne bu duruma girmişse artık Werther'in yolundadır demektir. Nesne ne kadar uzaklaşırsa, arzulanmak için çaba gösterirse özne de o derece arzulayacaktır artık nesneyi. Tüm motivasyonu bu arzuya kanalize olacaktır. Yalnızca kısacık bir an için bile olsa nesneye kavuşmak için bir yaşamın hiçbir önemi kalmayacaktır. Mutlak bir çaresizlik durumudur bu. Mutlaktır çünkü bu durumda çare mümkün değildir. Ölümün bile değişim yaratamadığı nesnenin konumunda katiyen bir değişim söz konusu olmayacaktır. Özne bir şekilde nesnesini değiştirmediği sürece mevcut nesneyi arzulamaya devam edecektir. Yalnız bir kısırdöngüdür. Bir tarafta sonsuz bir alım ve diğer tarafta sonsuz bir verim yer alır. Lacanien görüş, nesnenin çocukluktan itibaren arandığını, bu nesnenin kaybedilen anne olduğunu savlar. Bu nedenle öznenin yaşamdaki nihai amacı bu nesneyi bulmaktır. Eğer bir şekilde bu nesnenin yukarıda bahsedilen nesne olduğunu kanıksarsa, en değerli varlığa ulaşmak adına ölümü bile göze alabilir demektir. Bu düşünce öznenin nesneye beslediği arzunun ve manasız intiharın gerekçesinin ne denli kuvvetli olduğunu açığa çıkarmaya yardımcı bir düşüncedir. Werther'in Lotte'ye kavuşma arzusunun altında sevilme tutkusu yatar. Bir arzu nesnesi olarak konumlandırdığı Lotte'den beklentisi onun kendisini sevmesidir. Anne kaybedilene kadar çocuğu her şeyden çok sevmiştir. Çocuk anneyi kaybettiğinde bu sevgiyi de kaybeder. Daha sonra yalnızca bu sevgiyi arayacaktır. Nesnesi onun kendisini sevmesini istediği nesnedir. Kayıp nesnedir. Sevmek sevilme projesidir diyen Sartre'ın belirtmek istediği düşünce Lacan'ınkiyle aynı düşüncedir. Nesne kendisini özneye teslim etmedikçe özne bunun için çabalamaya devam edecektir. Özne çabaladıkça nesne onu sevmeyecektir.


Devam eden bu kısır sarmalın sonucunda öznenin intiharının amaçladığı darbe nesneyi yıkmaya yöneliktir. Tüm savaşlardan daha çetin geçen ve tüm savaşlardan daha karmaşık stratejilerin içgüdüsel olarak yaşandığı bu mücadelede özne ve nesne arasında bir savaş söz konusudur. Tüm mücadele boyunca öznedeki her şeyi ele geçirmeyi amaçlamış ve ele geçiren nesneye, kendisini yok ederek bir ceza vermeyi amaçlar özne. Kendisini yok ederse, akıttığı arzu da yok olacaktır. Artık arzulanamayacak nesne belki bu şekilde acı çekecektir. Ancak ölüm nesne için en büyük arzu kaynağıdır ve sonsuzluk taşır. Lotte için de Goethe'nin aşık olduğu kadın için de durum böyledir. Özne için nesnenin niteliğinin hiçbir önemi yoktur. Werther için esasında Lotte'nin kim olduğu, nasıl bir karaktere sahip olduğu, ne kadar güzel olduğu önemsizdir. Bir kere arzu nesnesi olarak konumlandırıldıktan sonra Werther'in tek amacı şekli ve içeriği önemsiz olan bu nesneye ulaşmaktır. Nesne için de öznenin niteliğinin bir önemi yoktur. Yalnızca arzunun boyutunun önemi vardır. Daha çok arzulanmaya yönelik arzu duyar. Bu Werther'in ölümünü biraz daha basitleştirir.

Umut Onur Çöpür 05.01.2014

Kış Baharı Kışında bahar mı yaşanırmış dediğinizi duyar gibiyim. Duygusal, genel ya da iş yaşamımızda bu dönemleri yaşıyoruz aslında. Ne zaman farkına varıyoruz biliyor musunuz? Olaylar olup bitiyor; işte bu, bu yalanmış diyebiliyoruz. Benim de kast ettiğim tam da bu yalancı baharlar işte… Duygularımız ile kandırılmak ne kadar kolay, kapıyı açık bulan anında hayatımızın misafiri olabiliyor. Güzel zaman ve anlar yaşanırken neler olup bittiğini nedense bilmem kaçıncı kez de olsa anlayamıyoruz? Doğru kişi değilse yine de anlamıyoruz işte!!! Anlayamıyoruz ya da anlamak istemiyoruz. O güzel büyüden kurtulmak, yalnızlığa kös kös dönmek zor geliyor. Günlük yaşantımızda da çevre ile ilişkilerimizde ve olaylara bakış açımızda değişimler oluveriyor. Zaman geçtikçe her şeyin farkına varıyor daha sonrasında önlemler almaya başlıyoruz. İşte ise, çoktan her şey bitmiştir birçok olayın farkına vardığımızda. Maskeler takılmış, herkes rolünü en iyi şekilde oynamıştır.


Yalancıdır kışın güneş. Kısa süreli enerji verir. Çiçeği, doğayı kandırır. İnsanoğlunun yaşamı da zaman zaman böyledir. Umutlarımızı hiç kaybetmeyelim de yine dikkatli olalım. Ne olur ne olmaz. Gelip kapımızı çalmasın bu yalancılar…

Serenay Öztürk Ocak 2014

Kaçak '27 Sensizlik beni bu hale getiren Yemenin içmenin tadını bitiren. Anlatsam çocuk der herkes Söylemeye yüzüm yok bu yüzden. Seni ne anlatabilirim başkasına Ne gizleyebilirim kendimden. Bütün söyleyeceklerimi toplayıp gelsem karşına Dilim tutulur, elim tutmaz gözlerindeki aydınlıkta. Ben, ben olmaktan vazgeçtim Sensiz kalacağım hayatlarda… Bir ağrı yerleşmiş kalbimin tam orta yerine Senden ayrılmak mı nedeni, Yoksa kimseye anlatamamak mı sensizliğimi... Belki bir gülsen iyi gelir Parçalı bulutlu hüzün şehrimin havasına Ya da gel yaklaş yanıma Yeniden başlasın günlerim senin kokunla.

Işık Yavuz


Sen AD'ımsın Kaybettiğimi sandığım ışığımsın Bazen acılarım ama hep mutluğumsun Bazen kızgın yanım, bazen kahkahamsın Gidip de görmek istediğim her yer, görüp de doyamadığımsın. İçimin yangınına bazen su, bazen ateşsin Hayatımda bazen arkadaş, bazen eşsin; eşsizsin... Sinirlendiğim anlarda beni daha da sinir eden, bazen de sakinleştirensin Bana hayatı sevdirensin... Sen baktığım manzaranın güzelliğisin Beni yakan güneşin sıcaklığı, yağmurun ferahlığısın Sen izlemekten bıkmadığım, doyamadığım o filmsin Sen okuduğum kitap, gezdiğim yol, attığım adımsın Sen 'AD'ımsın. Her cümlenin başı ve sonusun Ve bir sonraki sayfasın Bugünsün, yarınsın ve yarınlarımsın Sen geçmişim, geleceğim, ahiretimsin. Anlasana sevgilim; Sen benim olan, beni ben yapan her şeysin Sen ben'sin Ve ben sen'im. Ve sen aşk'sın Ve ben sana aşığım.

Kezban Şahin

Ağustos 2011

..EnginDergi.. Ocak 2014 sayı 49 www.engindergi.com bilgi@engindergi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.