Genç Öncüler/Sanal Alem/76

Page 1

Selamun Aleyküm Arkadaşlar,

Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Furkan YAMAN Mahmut Erkam ŞAHİN Muhammet TUTKUN Rumeysa Firdevs BULUT Sabâhat BOYNUKALIN Talha İNANÇ Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Ali Tarık PARLAKIŞIK Eslem ÇANAK Fatih RAZİ Hanne Meryem Melike YURT Muhammed GİDER Nesibe KANUNİ Sena AYDINOĞLU Sude KARAMANOĞLU Zehra YURDAN Zeynep AKSU Zeynep Sude Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr

Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91

“Hayatımızın vazgeçilmez bir parçası olan sosyal medya” ile başlayan çok cümleler okuduk bu zamana kadar. Gerçek şu ki artık sosyal medya hayatımızın vazgeçilmez bir parçası değil, ta kendisi! İnsanlar dokundukları, hissettikleri gerçek hayatlarından vazgeçip, kendilerini ekranlara hapsetmiş durumdalar. Biz “hapsetmek” olarak niteliyoruz ama şüphesiz kimilerine göre eşi bulunmaz bir özgürlük alanı. Beğenilerinizle, paylaşımlarınızla yeni bir “benlik” kurgulayabileceğiniz ve insanlara kendinizi bu şekilde lanse edebileceğiniz bir yanılsama aracı sosyal medya. Kurtulamayacağımız illetlerle bir süre sonra uzlaşı yoluna gidiyoruz galiba, “aslında faydalı işler için kullanılırsa o kadar da kötü bir şey değil.” Bunu hakkıyla yapabilen arkadaşlar varsa saygı duyarız. Ama özel hayatın gizliliği algısını tersine çevirmek için bilgisayarını, tabletini, telefonunu elinden düşürmeyen ve hayatını başkalarına daha iyi tanıtabilmek adına gecesini gündüzüne katan arkadaşlara dergimizin bu sayısını dikkatli bir şekilde okumalarını tavsiye ediyoruz. Çünkü farkındayız ki sosyal medya, her tarafı kuşatmış olan gösteriş kültürünü empoze etmenin en etkili araçlarından biri. Gösteriş ise müminler arasında haseti, riyayı, fitneyi tetikleyen bir kıvılcım. İşte bu sebeple dergimizin bu sayısında, birçok açıdan ele alınabilecek olan sosyal medyayı, gösteriş kültürüyle ilişkisi bağlamında inceledik. Karantina sayfalarında yer alan “Ateş böceği miyim, kelebek mi?”, “Siz hangi alemdesiniz?”, “Sosyal medya araçlarının toplumsal hayata etkisi” ve “Sosyal medya tutumunda itidali yakalamak” başlıklı yazılarıyla arkadaşlarımız, sosyal medyayı farklı açılardan incelediler. Gündem bölümünde ise “Suriyeli Müslümanlar haykırıyor: Sana geldi Allah’ım” ve “Uludere için adalet eylemine ırkçı saldırı” yazıları yer almakta. Her ay olduğu gibi bu sayımızda da öykü, deneme, şiir, karikatür analizi, kültür-sanat, kitap-film, etkinlik haberleri, İslami kavramlar sayfaları da istifadenize sunduğumuz diğer bölümler. Dergimize yazılarını veya çizimlerini göndermek isteyen arkadaşlar, bilgigenconculer@gmail.com adresinden bizimle irtibata geçebilirler. Bir sonraki sayımızda yine içerik açısından dopdolu bir Genç Öncüler’de buluşmak duasıyla... Allah’a emanet olun. Eylül-Ekim’12 • 1


Eylül-Ekim 2012 • Sayı 76 • Yıl 10

12

08

ÜMMET BİZİ BEKLİYOR FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

Siz Hangi Alemdesiniz? FATİH RAZİ

18

2 • Eylül-Ekim’12

34


K LiSEYE BAsLAYACA KARDEsLERE TAVSiYELER

29

BURAK KALPAKLIOĞLU

Ateş Böceği miyim, Kelebek mi?/ Nesibe Kanuni....................................... 4 Siz Hangi Alemdesiniz?/ Fatih Razi ........................................................ 8 Sosyal Medya Araçlarının Toplumsal Hayat Etkisi/ Betül Babacan ...... 12 Sosyal Medya Tutumanda İtidali Yakalamak/ Zeynep Aksu................. 17 Suriye Müslümanları Haykırıyor: “Sana Geldim Allah’ım”/ Ali Tarık Parlakışık ........................................ 18 “Uludere için Adalet Eylemi”ne Irkçı Saldırı/ Burak Kalpaklıoğlu ............. 24 Şiir / Yeni Yeryüzü Çocukları / Muhammed Gider .................................. 26 Bu Bir Özeleştiridir/ Zeynep Aksu .......................................................... 28 Liseye Başlayacak Kardeşlere Tavsiyeler / Burak Kalpaklıoğlu ............... 29 Bana Hayalini Söyle Sana Kim Olduğunu Söyleyeyim / Eslem Çanak ....... 30 Karikatür Analizi / Sûde Karamanoğlu .................................................. 33 Eve Dönüş / Zehra Yurdan .................................................................... 34 Şiir / Penye ve Hakikat / Osman Konuk ................................................ 37 Kitap - Sinema / Ayşenur Aksu ............................................................. 38 İslami Kavramlar / Şeytanını Kovmaya Ne Dersin? -II /Hanne Meryem 40 Şiir / Dua / Zeynep Topuz ................................................. 43 Kültür Sanat / Melike Yurt ................................. 44 Etkinlik / Açılış Kahvaltısı - Yaz Kampı46 Karikatür / Zeynep Sude .................. 48

Eylül-Ekim’12 • 3


a

karantin

ATEŞBÖCEĞİ MİYİM, KELEBEK Mİ? NESİBE KANUNİ

H

er gün yaptığım gibi yine hızlıca bilgisayarın başına geçtim bugün de. Pek çok konuda ağır davranıp da sıra bilgisayara geldiğinde son sürat olduğumu görünce annem de söylenmeye başlıyor tabi ama ben bunları duymaya alıştım. Eski insanlara bu duyguyu anlatmak çok zor. Annem boşuna ateşe koşan kelebeklere benzetmiyor beni ve akranlarımı. Bilgisayar söz konusu olduğunda içimde hiçbir şeye olmadığı kadar büyük bir istek oluşuyor. Bu, yüklendiği ölçüde akla sahip olan ve kabiliyetsiz cihazda sanki bir çekim gücü var. Başına geçemezsem içimde bir hareketlenme başlıyor. Ne zaman parmaklarım tuşlara dokunmaya, fareyi oynatmaya başlıyor işte o za-

4 • Eylül-Ekim’12

man rahatlıyorum. Sigara kullanan büyükler diyor ya bazen “ben bağımlı değilim, dudak tiryakisiyim” diye, ben de bir nevi parmak tiryakisiyim. Bilgisayarın tuşuna acele ile bastım ve önümde büyük bir pencere açıldı. Küçük olsa ne fark ederdi ki, ben yine sığardım. Son model bir cep telefonu alıp sürekli girmek de fena fikir değil. Dünyanın en gelişmiş yerlerinde herkes sürekli bunları kullanmıyor mu? Dünyanın değişmeye başladığının, artık dedelerimizin döneminin bittiğinin farkına varmalı herkes. Kendimi bildim bileli bilgisayarımız var. Aslında yeni bir icat, tam da benim dönemime denk gelmiş. Bunu çok önemli görüyorum zira eskiden yaşasaydım düşünüyorum da her şey ne kadar zor olurdu. Bana internetsizlik bile zor gelirken telefonun olmadığı zamanları hayal bile edemiyorum. İnternetin hayati bir önemi var. Okulda, evde, gittiğim kafelerde internet erişiminin olmadığı çok nadir oluyor. Zaten cep telefonlarının düşük modellerinde bile in-


ternete bağlanma özelliği var. Buna bir de GSM şirketlerinin rekabetini ekleyince hepimizin gece gündüz internet bağlantısı olmuş oluyor.

ya başlıyorum ki bunun sonu gelmiyor. İşte o zaman kafamı kaldırıp da saate bakmak aklıma geldiğinde birkaç saatin su gibi akıp gittiğini görüyorum. Önceleri nasıl da çabuk geçti zaman diye hayıflanıyordum, şimdilerde alıştım. Tüm arkadaşlarım, internet kullanıcıları bunu yaşamıyor mu?!

İnternetle çok yönlü bir bağlantım var. Önceleri arkadaşlarla görüşmek, hoşça vakit geçirmek için kullanıyordum. Tabi yaşım da daha küçüktü. Sonraları facebook diye bir paylaşım ağı icat oldu. Hepimizin haBugün her gün yaptıklarımı yapyatında bir devrim yaşandı. Bu kadar mak istemiyorum nedense, bazı çok insana ve bilgiye ulaşmak cidden şeyler bana sıkıntı vermeye başladı. etkileyiciydi. Sonra twitter, friendHer şey birbirinin tekrarı gibi hisfeed vs. pek çok siteye üye olsediyorum. Mesela biri yurtdışı dum. Şu sıralar İngilizce sevigezisine mi gitti, Paris’e giyemin de ilerlemesiyle dünya denin arkasında Eyfel kuleçapında kullanılan ağlara da si, Mısır’a gidenin arkasında Bilgisayarın tuşuna acekatılmaya başladım, blogları piramit silueti, Amerika’ya le ile bastım ve önümde okuyup pek çok kişinin hagidenin özgürlük heykeli büyük bir pencere açıldı. yatının içine girdim. İngilizce oluyor. Farklı bir yemek mi Küçük olsa ne fark ederdi dedim ama aslında o kadar yedi birisi, hemen fotoğrafıki, ben yine sığardım. Son da önemli değil, artık küçük nı ekliyor. Sanki herkes çılmodel bir cep telefonu alıp çocuklar bile bilgisayar kullagınlar gibi eğleniyor, dünya sürekli girmek de fena fikir nabilecek düzeyde bir İngilizturlarına çıkıyor ve mutluluk değil. Dünyanın en gelişce bilgisine sahip. Belki de hepozları veriyor. En önemlimiş yerlerinde herkes süpimizde bir içgüdüye dönüştü si de evinde hangi eşyaların rekli bunları kullanmıyor bulunduğunu, o gün nerede veya basacağımız butonların mu? Dünyanın değişmeye ne yaptığını hatta tam o saneye işaret ettiği görsel olarak başladığının, artık dedeleniyede nerede olduğunu bize anlaşılabiliyor. Geçen iki yarimizin döneminin bittiğibildirebiliyor. Takip ettiğim şındaki kuzenimin bilgisayarı nin farkına varmalı herkes. bloglara hobilerime göre her açıp Google’a oyun oynayagün yenisi eklenmeye başlacağı siteyi yazdığını gördüm. dı. Bazen bundan da rahatsız Teknoloji anne babalarımızın sandığından çok daha hızlı kabulleniliyor yeni olduğumu hissediyorum. Geçenlerde bir haber okudum. Amerika’da her altı kişiden birinin blonesil tarafından. ğu varmış ve günlük olarak her yaptıklarını oraBilgisayarı açar açmaz sırayla mail kutularıya yazıyorlarmış. Buna fotoğraflar ve videolar mı, facebook ve twitter hesaplarımı açıyorum. da eklenince o kişinin 24 saatini hatta uyurken Ardından yeni bir dünyaya dalıyorum. Bana evinde neler olduğunu bile görme şansınız olugönderilenlere, etiketlendiğim fotoğraflara, yor. Daha da kötüsü blog yazarı olan kişilerde beğenilenlere de baktıktan sonra yani kişisel okuyucularına bağlanma gibi bir hassasiyet orişlerimi bitirdikten sonra arkadaşlarımın arkataya çıktığı için kapatmaya karar verseler bile daşlarının yeni eklediklerine, nereye gittiklerine, dayanamayıp geri açıyorlarmış. Önceleri bloglar hangi yazıya nasıl bir yorum yaptıklarına bakmaEylül-Ekim’12 • 5


kültürel ve gelişim amaçlı kuruluyordu. Teknolojik gelişmeleri takip etmek için, bilgisayardaki sorunlara çözüm bulabilmek için giriyorduk. Yemek ve moda blogları zincirin sonraki halkaları oldu. Son aşamada internette ünlü bir blogger (blog yazarı) olmak için hiçbir artı özelliğe sahip olmanıza gerek yok, daha doğrusu topluma faydalı olmanıza gerek yok. Yalnızlaşan insanların vaktini güzel geçirmesini sağlamanız yeterli. Can sıkıntısı ve merak hastalığına karşı düşük dozda da olsa yeni bir ilaç üretmeniz sizi çok ünlü yapabilir. Ben genç neslin bir üyesi olsam da toplumun bazı hastalıklarının farkına vardığımı düşünüyorum. En azından vicdanımda oluşan küçük rahatsızlıkların iyiye işaret olduğunu varsayıyorum. Bu ara çoğunlukla bilgisayar ekranından olsa da çokça okumaya araştırmaya başladım. Düşündükçe de kendi içinde bulunduğum durumların aslında çok daha derin meseleler olabileceğini hissediyorum. Küçüklüğümde babaannemin aile içindeki mahremiyete ne kadar dikkat ettiğini, evde herhangi bir olumsuzluk yaşandığında bize sıkı sıkıya bunlardan dışarda bahsetmememiz gerektiğini anlattığını hatırlıyorum.Bizler günlük hayatımızda pek çok şeye 6 • Eylül-Ekim’12

dikkat ediyoruz fakat aynısını sanal ortamda uygulayamıyoruz. Evde veya başkasının evinde odadan odaya geçerken bile öksürmek, kapıyı tıklatmak nasıl edeptense sosyal paylaşım sitelerindeki durumun da aynısı olduğunu kabullenmek istemiyoruz. Birileri görür veya ayıplarsa mı bir hareketin hatalı olduğunu göreceğiz? Yalnız başımıza, kimseye hesap verme kaygısı olmadan ve karşımızdaki kişi de tüm yaşamını internet ortamına aktarmışken çekinecek ne var ki diye düşünüyoruz. Bu düşünce çok hızlı kökleşiyor ki artık çoğumuz da evlerimizin içini ortaya sermekten çekinmez duruma geliyoruz. Geçenlerde yine böyle düşüncelerle Kuran okurken karşıma çıkan ayet irkilmeme sebep oldu. “…İyilik (birr), evlere arkalarından gelmeniz değildir, ama iyilik sakınan (ın tutumudur). Evlere kapılarından girin. Allah’tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Bakara 189) Sanki günümüzde her evin içinde bir kamera var ve biz bırak kapıyı camdan bacadan bile girmiyoruz. Evin içinde yaşayandan hiçbir farkımız yok. Hatta dünyalarının, beyinlerinin içinde gibiyiz. Twitter’da anlık iletiler geliyor: “mutluyum”, “üzgünüm”, “depresyondayım”, “bugün annemle kavga ettim”, “az önce ağladım”, “az


sonra sevinç çığlıkları atıcam” vb… İnsanların bu derece iç dünyasına girmekse yasak bölgeye girmekten farksız. Çok zararsız görünen bu alanda bir anda mayınlar patlamaya başlıyor. Gayri ahlaki ilişkiler, yanlış anlamalar ve bir sürü problem yumak halinde büyüyor, işin içinden çıkılmaz duruma getiriyor. Allah’ın bu konudaki uyarılarını dikkate almayışımız da bize bereket eksikliği ve mutsuzluk olarak geri dönüyor. “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere, geldiğinizi hissettirip (izin alıp) ev sahiplerine selam vermeden girmeyin. Bu davranış sizin için daha hayırlıdır. Düşünüp anlayasınız diye size böyle öğüt veriliyor.”(Nûr 27). “ Eğer evde kimseyi bulamazsanız, size izin verilinceye kadar oraya girmeyin. Eğer size, “Geri dönün” denirse hemen dönün. Çünkü bu, sizin için daha nezih bir davranıştır. Allah,, yaptıklarınızı hakkıyla bilendir.”(Nûr 28). Sosyal paylaşımın mahremiyet haricinde başka bir boyutu var ki onu da göz ardı ediyor, yok sayıyoruz. Hepimizin bildiği bir ayet vardır, okuyup geçeriz ve üzerimize alınmayız. En azından bunu sanal alem düzleminde yorumlamıyoruz. “Hakkında bilgi sahibi olmadığın birşeyin ardına düşme. Şüphesiz kulak, göz ve kalb; bunların tümü ondan sorumludur.” (İsra 36) Bilhassa facebook bize bu kültürü etkili bir şekilde kazandırdı. Sadece iş icabı veya okul notlarını öğrenmek üzere bile girsek yanda çıkan tekliflerle oradan oraya sürükleniyoruz ve bir bakıyoruz ki başladığımız noktadan çok çok uzaklardayız. Öğrenmemiz gereken bilginin onlarca katı gereksiz bilgiyi zihnimize doldurmuş öyle kalkıyoruz bilgisayarın başından. Ve bu bize birilerinin hakkında araştırma yapmak, haklarındaki gizli bilgileri öğrenmek arzusu katıyor. Artık günlük hayatımızda da bizden saklananları özellikle öğrenmeye, ardına düşmeye çalışıyoruz. Bu da bizi varsayımlara, evhamlara ve zanlara doğru sürüklüyor. Beynimiz kusur

Teknoloji, kullanılmak ve bize de yarar sağlamak için muhakkak fakat hayatımıza giren yeniliklerin Rabbimizin rızasına uygun olup olmadığını düşünmeden hareket etmeye devam ettikçe fitne ortamına zemin hazırlayacağımız ve büyük pişmanlıklar yaşayacağımız da kuvvetle muhtemel. Yeni hedefler ediniyorum bilgisayarıma derin düşüncelerle bakarken. Kelebekler gibi ateşe sınırsızca koşup kendimi helak etmektense ateş böcekleri gibi onu kullanıp çevremi aydınlatmayı tercih etmeliyim. aramaya ve kötü niyet bulmaya odaklanıyor. Allah bize bunun ne derece yanlış olduğunu ve zanda bulunmanın nelere sürükleyeceğini açık bir şekilde bildiriyor. “Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah,, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”(Hucurat 12) Bu beyin fırtınası bende geçmişe dair pişmanlıklar oluşturdu ve karşımdaki bilgisayara farklı bir gözle bakmaya başladım. Teknoloji, kullanılmak ve bize de yarar sağlamak için muhakkak fakat hayatımıza giren yeniliklerin Rabbimizin rızasına uygun olup olmadığını düşünmeden hareket etmeye devam ettikçe fitne ortamına zemin hazırlayacağımız ve büyük pişmanlıklar yaşayacağımız da kuvvetle muhtemel. Yeni hedefler ediniyorum bilgisayarıma derin düşüncelerle bakarken. Kelebekler gibi ateşe sınırsızca koşup kendimi helak etmektense ateş böcekleri gibi onu kullanıp çevremi aydınlatmayı tercih etmeliyim. Eylül-Ekim’12 • 7


a

karantin

FATİH RAZİ

G ile karşıdan h la si ir b e d n “Eli görseniz hern sa in ir b n gele hüsnü-zan etı rş a k a n o e ld ha aman ne hali a d a Y . iz in zs me ebilir misiniz? iy d n ü rs ö g a rs va li varsa görsün a h e n i k m li e Diy gittiniz. Peki ip ç e g e v iz in d de iz, o zaman ne n e is z si f e d e h ya yaparsınız?”

8 • Eylül-Ekim’12

ünümüzün belki de en büyük sorununu kaleme almak hiç de kolay olmadı, sosyal medyanın galebe çaldığı dünyada insanlar birbirleriyle sevgi bağı kurmaksızın kişileri, kurumları daha da özelde gazeteleri, dergileri, dizileri, programları, aktörleri, başrolleri örnek alarak hayatlarına yön verdikleri bir zaman diliminde yaşamaktayız. Sanal alemde mücahit olan, gerçek hayatta namaz kılmaktan aciz bir toplum, bir nesil inşa edilmekte. Sorumsuz, bireyselleşmiş fertler ve aileler nereye gittiklerinin ya da hangi bataklıkta olduklarının farkında bile

değiller, kim bilir belki de durumlarından memnunlar! Evet, görüldüğü gibi sorun büyük ve çıkmaza doğru gidilmekte! Sanmayın bu yazı meseleyi çözecek; bendeki sadece bir sesleniş, bir feryat, bir haykırış, belki de kimilerine göre saçmalık. Benim derdim yarın mahşer gününde “kötülüklere karşı ne yaptın?” sorusuna cevap verebilmektir. Yoksa kurumları, kişileri eleştirmek değil maksadım; karınca misali büyük yangınları söndürmek için taşıdığım sadece minik bir su damlasıdır ve gelen sorulara yanıt olarak “hiç yoktan safım bellidir” diyebilmemdir.


Bakın kişilerin veya kurumların getirdiği haberlere karşı yüce Allah(c.c) biz inananları

nasıl

uyarıyor;

“Ey

iman edenler! Eğer bir fasık size bir haberle gelirse onu “etraflıca

araştırın.”

Yoksa

cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.”(Hucurat/6) Şimdi gelin sosyal ve sanal olarak medyanın “Toplumları, Müslümanları ve Genç Müslümanları” ne hale getirdiğini hep birlikte inceleyelim; Medyanın “Toplumlar” üzerindeki etkileri Modern hayatın çirkin tuzaklarından biri hatta en büyüğü olan “medya” insanların zihinlerine, evlerine, ceplerine, işlerine, kısacası hayatlarının her alanına hükmedip onları istediği gibi yöneten veyahut esir alan bir kurum olmuş durumda. İyi bir hayat sürmek için gece gündüz çalışan insanlar, hayatlarını medya ile güzelleştiğini veya daha da iyi hale geldiğini sanmaktadırlar. Televizyon kanallarının başından ayrılmayan, reklamları kaçırmayan, bir kanaldan başka bir kanala geçmeyi ne kadar da çok kanalımız var dercesine yüzleri gülen bu insanlar aslında olayların yansıtıldığı, sansürlendiği

kadarını görmektedirler. Hiçbir insan izlediği bir diziyi, reklamı, programları vb. şeylerin perde arkasını araştırmak gibi bir şey düşünmez. Düşündükleri şeyler; tatil, para, gelecek, ev, araba hatta ulaşamayacağı şeylerin hayalleri… Zamanlarını “ye, iç, yat” mantığıyla devam ettirip, bedenleri tok, ruhları aç bir şekilde modern hayatın kölesi olmaya devam ederler ve herkes boyunlarındaki kölelik zincirlerini birer takı sanır. Hal böyle olunca onları bu durumdan kurtarmak çok zordur. Evet, aslında bakıldığında insanları bilgilendirmek güzel bir davranıştır. Fakat doğru

ve sansürsüz bir bilgi ile bilgilendirmek şartıyla! Maalesef şuan ki medya da böyle bir şey mümkün değil, verdikleri haberler, izlettikleri reklamlar, dayattıkları diziler ve filmler vb. şeylerin hemen hepsinde yalan, dolan ve gereksiz bir bilgi kirliliği görülmektedir. Biraz düşünmeye, aklımızı kullanmaya zaman ayırmamız gerekmez mi? Medyanın “Müslümanlar” üzerindeki etkileri İslam dini bugün, milyarların inandığı bir din olmuş durumda. Hal böyle olunca bu dinin hem dostları, hem de düşmanları olacaktır. Bu düşEylül-Ekim’12 • 9


a

karantin

manlıkta bir somut düşmanlık, bir de soyut düşmanlık baş göstermektedir ve bana göre, sanal alem ve sosyal medya en büyük soyut düşmandır ve unutmayalım ki, soyut düşmandan daha tehlikeli bir düşman yoktur! Yaptığı tek şey insanlara sürekli vesvese vermektir. Tıpkı Şeytan gibi! Yıllardır Müslümanlar; medyadan uzak kalmaya çalıştılar. Hamd olsun pek azı hariç bu sınavı geçtiler. Fakat 1990’dan sonra yavaş yavaş Müslümanlar da bu medyanın örümcek ağına takılmaktan kendilerini alıkoyamadılar. Müslümanların kurduğu kanallarla medyanın örümcek ağı sinsice onları pasifleştirdi ve beraberinde taviz üstüne tavizleri getirdi ve yeni nesil bundan bir hayli etkilendi, hatta etkilenmekle kalmayıp bu tarz yerlerde başrol aldılar! Daha da ilerisi medya patronları bizden hamd olsun demeye kadar ilerledi. Durum vahim, durum çıkmaza

doğru gitmekte... Biraz düşünmeye aklımızı kullanmaya zaman ayırmamız gerekmez mi? Medyanın “Genç Müslümanlar” üzerindeki etkileri Aslında bakıldığında gençler “yazılı ve görsel medya” üzerinden (dergiler, gazeteler, programlar, diziler) değil de daha çok “sosyal medya” diye dillerde dolaşan online sitelerden (facebook, twitter) sanal bir hayat yaşamaktalar, tabi buna yaşamak denirse. O cafe benim bu cafe senin diye gezip duran maalesef bu ümmetin kayıp çocuklarıdır! Dünyanın gerçek yüzünü görmek istemeyip sanal alemde fink atan, devlet yıkıp devlet kuran, birbirlerini tekfir eden, dünyayı kurtarıp ta kendilerini kurtaramayan, “soyut genç Müslümanlarla” karşı karşıyayız. Tabi buna Müslümanlık denirse! Sanal alemdeki mücadele

ne sokakta, fakat z a m ık ç le se e n, m , Evet mesele uzu luk bu durumu lu p to z a e ic n lı iman la yaptığını bilen .c)’ın yardımıy (c h a ll A ti e k la fe ızı, bu yangını, bu reken “imanım e g ız m a m p a Y az yok edecektir. cadelemizi” bir ü m i, iz m ti e iy samim k. teslimiyetimizi, ata göre yapma y a h k e rç e g a h da

10 • Eylül-Ekim’12

aşklarının %10’nu gerçek hayata aktarılabilse, kim bilir belki de şu an ahlaklı, mücadeleci bir ümmet olacağız. Fakat kimse elini taşın altına koymak istemiyor. Hatta artık sanal alem üzerinden eylemler yapılırsa hiç şaşmam; çünkü farkında olmadan Allah’ın rahmeti üzerimizden gidiyor. Gerçeklerle yüzleşme zamanı gelmedi mi? Şeyh Ahmed Yasin’in dediği gibi “ümmetin suskunluğunu sana şikayet ediyorum” sözündeki gerçeklik bu olsa gerek. Sanal alemin Müslümanlar üzerindeki etkisi gerçekten bir hayli fazla, biraz elimizi vicdanımıza koyup; “Neye, Neden, Niçin ve Ne kadar” zaman ayırdığımızı tekrar gözden geçirelim. Yoksa bu gidişle gelecek nesil için sadece kötü örneklikten başkası olamayız. Şehid Seyyid Kutub’un dediği gibi “öncü Kuran nesline doğru” adımlarımızı atmalıyız. Eğer adımlarımızı bu yolda atmazsak yarın mahşer gününde hesabımız pek çetin olacağa benziyor. Ben de bir genç Müslüman olarak bu bataklığının içinde yaşayan biriyim, belki bu sanal aleme az zaman ayıranlardanım. Fakat ben bu durumdan gerçekten şikayetçiyim. İstedim ki önce kendimi uyarıp sonra genç kardeşlerime bir


şeyleri hatırlatıp beraber el ele verip bu kötü alışkanlıklarımızdan bir an önce vazgeçip hayatımızı yüce kitabımız olan “Kuran-ı Kerim” ile yaşayalım. Gelin hep birlikte “Öncü Kuran Neslini” yeniden harekete geçirelim. Evet mesele uzun, mesele çıkmaz sokakta, fakat ne yaptığını bilen imanlı nice az topluluk bu durumu, bu yangını, bu felaketi Allah(c.c)’ın

b e yaz?” sorar.

diye

Reis bu soru karşısında torununun başını okşar ve başlar anlatmaya; “bak çocuğum” der, “iki köpeği bağlamamın sebebi aslında bana iki ayrı

yardımıyla yok edecektir. Yapmamız gereken “imanımızı, teslimiyetimizi, samimiyetimizi, mücadelemizi” biraz daha gerçek hayata göre yapmak. Son olarak Kızılderili bir kabilede yaşanan hikayeyi anlatıp yazımı bitirmek istiyorum; Kızılderililerin adeti olsa gerek her çadırın önüne bir köpek bağlarlarmış. Fakat o çadırların yani o köyün reisi olan kişinin çadırının önünde iki tane köpek bağlanmıştır. Bir gün Reisin torunu şu soruyu sorar; “dedecim diğer çadırların önünde birer köpek bağlıyken senin çadırının önünde neden iki tane köpek bağlı ve neden birinin rengi siyah, birinin rengi

şeyleri hatırlatmalarından kaynaklanıyor. Örneğin bu siyah köpek temsili olarak bana kötülüğü hatırlatır. Diğer beyaz köpek ise iyiliği” der ve susar. Torunu yine sorar; “peki dede” der, “bunlar hep kavga ediyorlar bunun nedeni nedir?” Dede cevap verir; “bu ise onların iki zıt şeyleri temsil ettiklerinden kaynaklanıyor” der. Torun: “peki dede gün boyu süren bu kavgayı hangisi kazanıyor?” Dedenin cevabı mükemmeldir; “hangisini beslersen!”

bu imtihan dünyasında biz hangi tarafı besliyoruz? Rabbim sanal ve sosyal medyanın iyi yanlarıyla vakit geçiren, orada zamanlarını harcayanlardan değil de orayı araç olarak kullananlardan eylesin. Rabbim bizleri kötülüklere karşı mücadele eden” öncü kuran neslinden” olan kullardan eylesin. Rabbim bu çetin dünyanın tuzaklarından her birimizi korusun… Selam ve Dua ile.

Evet, mesele bu olsa gerek Eylül-Ekim’12 • 11


a

karantin

SOSYAL MEDYA ARAÇLARININ TOPLUMSAL HAYATA ETKİSİ Betül BABACAN

G

ünümüz insanı, her gün görmeye alıştığı ve zararsız olduğuna inandığı şeylerden kuşkulanmak zahmetini göze alamayacak kadar duyarsızlaştırıldı. Biraz kuşkulanmalı, çünkü her gün görmeye alıştığı kitle iletişim araçlarının modern teknolojinin katkıları sonucu evrilmesine bağlı olarak; sistemin kitleleri etkisizleştirme yöntemleri de bu modernleşmeye bir anlamda ayak uydurmak zorunda kaldı. Artık insanlar kendilerine

12 • Eylül-Ekim’12

ait dünyalarında bile televizyon gibi güçlü bir medya aracılığıyla manipüle edilebiliyorlar. Televizyonun karşısına oturan her izleyici, televizyon muhabirlerinin müthiş girişkenlikleri ve gerçeği yansıtabilmek uğruna cansiperane çabaları sayesinde, dünyada olan biten her şeyi bütün gerçeklikleriyle izleyebildiğine inanıyor. İletişim bilimci Arthur Asa Berger’ın deyimiyle, kitle iletişim araçlarıyla yansıtılan gerçekler, her zaman gerçeği yansıtmayabilirler. Çünkü insanın kontrolündeki kamera, bir tek noktayı


veya objektifin görüş alanına giren yerleri gö- başına, kendimizi bir anda çok kalabalık bir rüntüleyebilir sadece. Kamera, arkasında kalan mecliste gibi hissedecektik. Ne hoş değil mi? diğer mekânlarda yaşanmakta olan belki de Yani formülü bulduk, huzura erdik. Erip ermedaha önemli olayları izleyicinin gözünden kaçır- mek de önemli değil ki aslında, zamanımız nasılmış olur. Hatta kimi zaman, o görülmesi gere- sa bir şekilde geçiyor, kendimizi nasılsa bir şekilken gerçekleri görmezlikten gelip, izleyici kitle- de avutuyoruz. Sorun mu; sorun olup olmadığı sini yanıltabilir de. Böylece televizyon, gerçekleri da önemli değil. Bugünü nasıl yaşıyoruz; önemli yansıtan bir araç olması gerekirken, gerçekleri olan bu. Yarın ya da dünü gündemde tutup da “gerçeğimsiler” üreterek gizleyen bir kitle ileti- canımızı sıkmanın da bir anlamı yok. “Anı yaşa”, şim aracına dönüşmektedir. felsefen olsun; ötesini düşünmemeyi de öğren. Ve bu değişim ve dönüşüm esnasında temel- Evet, farkında olmadan bize telkin edilen bu. deki amaç bizlerin yani hedef kitleVe farkında olmadan kabullennin zihinsel evrimidir. Bizler diğimiz de bu. Bu ise, yukarıdaki hem bireysel hem de topsatırlardaki boş ciddiyetsizlikten İnsanoğlu garip bir lumsal olarak, bu düzenin çok daha ciddiyet gerektirecek varlık. Yalan kimliklerle bir mesele. Herkesin kendisini içinde yer alırken birtakım gerçeği arayacak şöyle bir sallayıp sarsmasına kapı şeyleri çok bilinçli yaptığımız kadar garip. Kendisini açacak bir mevzu. Olay, aslına hissiyatına kapılabiliyoruz. avutmaya müthiş bir bakılırsa sanıldığı kadar ne maFakat bu noktada denebilir istek duyacak kadar; sum ne de basit. Yeni dünyanın ki “ne yaptığının farkında yeniliklerinden istifade olarak olduğu hissi, insana çoğu zasevgiyi, fikri, dostluğu, yorumlamak da, bize göre meman bir yanılsamadır zira ve hediyeleşmeyi, seleyi anlamamış olmak ve hafife yanılsama aslında farkındalıpaylaşmayı körleştirecek almak demek. ğın olmaması halidir.” kadar; hasılı, celladına Kendi dünyalarına çekilen inBu konuda gerçekte faraşık olacak kadar garip... sanlar, o dünyanın efendisi olmak kındalığın olmaması hususundan başka değinmek geregibi bir psikolojiyi, sayfalarında Facebook, twitter, ken diğer bir nokta ise medya doyasıya yaşıyorlar. Duvarlara yamessenger derken, araçları üzerinden varlığımızı zılan sloganlar devrinden, duvarkendimize iyiden iyiye idame etmeye çalışmak daha ların cicili bicili bezendiği devirlere bir sanal cennet doğrusu ancak bu yöntemuyandık. Eski duvarlardan da eser inşa ettik. lerle kendimizi var olabilir kılyok; eski korkulardan, eski hemak... yecanlardan ve eski ateşli, şevkli İnsanoğlu garip bir varlık. Yainsanlardan da. Feci bir facebook lan kimliklerle gerçeği arayacak kadar garip. mücahitliği çağındayız ve cihadımız yine de müKendisini avutmaya müthiş bir istek duyacak barek olsun. İdeologluk mevzusuna ise hiç girkadar; sevgiyi, fikri, dostluğu, hediyeleşmeyi, memeli; zira orası ayrı bir trajedi. Milliyetçiliğin paylaşmayı körleştirecek kadar; hasılı, celladı- de, kemalizmin de, İslamcılığın da, solculuğun na aşık olacak kadar garip... Facebook, twitter, da, feminizmin de başına bundan daha kötüsü messenger derken, kendimize iyiden iyiye bir gelemezdi herhalde. Gerçek hayatlarında başka sanal cennet inşa ettik. Bu cennette her şeye bir kimliği insanlara sunan yeni insan tipi, o kimulaşabilecek, her istediğimizi bedel ödemeden liği kuşatan maskesini evine, ofisine; ya da koruelde edecek ve mutlu mutlu yaşayıp gidecektik. naklı kalesine çekildiği zaman çıkarıyor, altından Arkadaş istediğimizde ona zaman ayırmaya ge- da bambaşka bir suret görünüyorsa hiç olmazsa rek kalmadan sıkı kanka dostluklar kurabilecek, kendinden utanmalı diye düşünürken tam; hiç canımız her sıkıldığında geçip bilgisayarımızın de böyle olmadığını görmek, “yeni dünya işte Eylül-Ekim’12 • 13


a

karantin

canım” gibi saçmalıklara yem edilemeyecek kadar vahim aslında. Evet, eskiden de Mevlana’ya çok kulak verdiği söylenemezdi insanoğlunun; olduğu gibi görünmek de, göründüğü gibi olmak da zor bir şeydi zira. Fakat alenileştirme, bundan bir sıkıntı yaşamama, hatta bununla övünme gibi bir cephe gerisi cesaret de sahiden bu yeni dünya işi birşey. Kavgaya girerdiniz, ağzınız burnunuz kırılabilirdi; fakat siz bu ihtimali bilerek girerdiniz; o yüzden de kırıldığı zaman bir delikanlılık hakkınız her daim saklıydı. Şimdi neyin delikanlılığından bahsedecek yeni dünyanın insanı? Bu konu birçok iletişim uzmanı tarafından da incelenmiştir zira toplumu derinden etkileyen atılımlar ve gerilimler bu kanallarla insanlara enjekte edilmektedir. Örneğin Herbert Marshall Mcluhan “Araç Mesajdır” (The Medium is the Message) adlı kitabında, teknolojinin değerinin, geleneksel anlamda nasıl kullanıldığı ile biçimlendirilirken günümüzde aracın gerçek içeriğin kendisi olduğunu anlatmıştır. McLuhan’a göre araç, insanın uzantısıdır. Verilmek istenen mesaj araç ile şekillenir. Örneğin bir hikayenin sözle anlatılması, sahnede oynanması, bir 14 • Eylül-Ekim’12

radyodan aktarılması veya televizyonda sergilenmesi o hikayenin ilettiği mesajı alan kişi tarafından farklı anlamlar kazanır. Zaten kitlesel medya araçlarının günden güne evrilmesi de bu durumun temel nedenidir diyebiliriz. Ve fakat aslında sonucudur da. *** Belki bu noktada bahsettiğimiz araçların mahremiyet kavramını yok etmesinden söz edebiliriz. Mahremiyet hakkına ve bireysel özgürlüklere yönelik saldırıların özellikle insan kişiliğinin maddi ve manevi bakımdan gelişmesine olan etkileri hiçbir şekilde gözden kaçırılmamalıdır. Mahremiyet, bizim başkaları tarafından ne ölçüde tanınıp bilindiğimiz, başkalarının fiziksel olarak bize ne ölçüde ulaşabilir oldukları, bizim başkalarının ilgi ve dikkatinin ne ölçüde nesnesi olduğumuz hususlarıyla yakından ilişkili bir kavramdır. Mahremiyet kavramı üzerine kalem oynatan veya konuşan insanların büyük çoğunluğu bu kavramı kendi ideolojik pencerelerinden gördükleri kadarıyla değerlendirmeye çalışmışlardır. Ve çoğu yorumların liberal ve yahut komünist ahlak çerçevesinde yapılandırıldığını görüyoruz. İnsanlar elbette kavramları ve araçları ki bu araçların içerisinde sosyal medya araçlarının önemli bir yeri vardır, kendi propagandalarını yapmak için kullanırlar bu konuda bize düşen ise olaya sadece eleştirel bir gözle değil onun yanı sıra kendi safımızdan bakmayı öğrenebilmektir. Zira Goethe’nin bir sözü vardır: ‘samimi olmayı vaat edebilirim, tarafsız olmayı asla.’ Mahremiyet çok basit anlamıyla gizliliktir. Kendi dünyamızda yalnızca kendimize bıraktığımız daha doğrusu herkese göstermediğimiz, anlatmadığımız kendimize özel olan duygular, düşünceler, eylemler, söylemler, hal ve hareketler ve daha birçok şey. Bunun yanı sıra mahremiyet görünmezlik ve dokunmazlık anlamlarıyla aslında tesettürle aynı kökenden türemiştir. Ayrıca İslami gelenekte bizler, kadınlar, mahrem olanı, içte kalanı, gizli, herkese görünür ve ya dokunulabilir olmayanı temsil eden/ etmesi ge-


reken insanlar olarak bu konuya bakınca görü- lenen videolar arasına giriyor. Herkes yaptıkça, yoruz ki önce tv’nin başlattığı akımlarla sonra tüm kanallarda yayınlandıkça, üstünden zaman internet ve organlarının etkisiyle hayatımızdan geçtikçe gözümüze normal görünmeye başlıyor kalkan bir kavram artık mahremiyet. yapılanlar. Neyse diyelim ki biz bir şekilde yırttık, Çünkü en baştan beri söylendiği üzere sos- bunlardan etkilenmediğimizi ahlaki gelişimimize yal medya araçlarının amacı etkisindeki insanları hiç kötü etkide bulunmadığını falan söylüyoruz “modern” insana dönüştürmektir. Kısaca değin- peki bu hızlıca evrilen süreci düşündüğümüzde mek gerekirse modern hayat hiçbir şeyin gizli eğer önünü almazsak, insanlar bir sele kapılkalmasını istemez, buna izin vermez. Doğada mış sürükleniyor fakat bizler selin önünde set bilinmeyen hiçbir şey kalmasın diye yapılan ça- olmazsak arkamızdan gelenlere nasıl bir hayat lışmalar da eklenebilir belki bu anlayışın ürünü biçimi önericeğiz? Bu süreci durdurmak için bir olarak fakat daha önemlisi bir kişinin öteki tara- çabamız yoksa ahrette nasıl hesabını vereceğiz gördüklerimizin, gördük fafından bilinmeyen bir yönü bir yaptığı kalkat umursamadık mantığıyla masın diye çalışır. Gizlenenleri kardeşlerimizin hakkını nasıl açığa vurmaktır onun işi. Oysa Dizilerin yanı sıra son ödeyeceğiz? Bunlar üzerine Kur’an, İslam ahlakı tecessüdönemde hızla artan düşünmek lazım, sorular sorsü yasaklar, ‘Birbirinizin gizli evlilik programları… yönlerini araştırmayın ve arkamak lazım. Belki sistemin eleİnsanların kendilerini nızdan birbirinizi çekiştirmeye manlarını devre dışı bırakmak kalkışmayın.’ (Hucurat 12) kısa vadede çok inandırıcı olafişe etmekten güzel, Fakat modern hayat bunun mayabilir fakat Hz. İbrahim’e özel veya gülünç tersini telkin eder. Öncelikle su taşıyan karınca misali, yolda yanlarını teşhir etmekten televizyon dizilerinde ev içleoluruz, yolda ölürüz. zevk alıyor olması, rinde yaşananlar herkesin eline ‘Her yürüyen varamaz, ama başlı başına bir zihin servis edilmeye başlandı. Gelevaranlar ancak yürüyenlerdir.’ kaymasına işaret ediyor. nekte gizli ve özelde kalması der Mevlana İdris Zengin. Yaöngörülen her şey ifşa edilmeşıyorsak eğer yolda olmakla, Yani tıpkı modern ye başlandı. Hepimizin bildiği yürümekle yükümlüyüz bizler, hayatın öngördüğü gibi gibi benim de annemin çok sık elbette sonuç Allah’tandır. mahremiyet diye bir şey anlattığı bir olaydır bu önceleDizilerin yanı sıra son döyok. Gizlilik diye ri yani televizyonun yeni çıktığı nemde hızla artan evlilik progbir şey yok. dönemde sadece yılda bir kere ramları… İnsanların kendilerini yılbaşı gecesinde bir dakikalığıafişe etmekten güzel, özel ve na dansöz çıkarmış. Bu durum ya gülünç yanlarını teşhir etmekten zevk alıyor olması, başlı ilk yaşandığında halktan tepki toplamış fakat sonraları durumu tahmin etmek zor olmuyor, başına bir zihin kaymasına işaret ediyor. Yani şimdi geldiğimiz noktaya bakınca. Şimdilerde tıpkı modern hayatın öngördüğü gibi mahremihemen herkesin evinde bulunan özellikle de yet diye bir şey yok. Gizlilik diye bir şey yok. Bu durumun çok benzeri facebook sayesinküçük çocukların maruz kaldığı program ve dizilere bakıyorsunuz ahlaksızlıktan, çirkinlikten, de tüm kullanıcıların hayatına giriyor. Örneğin insanları kötüye münkere ve fahşaya iletmekten bir arkadaşınız normalde görmeyeceğiniz, görbaşka işlevleri yok hemen hepsinin. Hiçbirimizin mek de istemeyeceğiniz çok absürt bir fotoğraasla yapmayacağı görmeye tahammül etmeye- fıyla karşılaşabiliyorsunuz. Fakat kişi bu davranıceği birçok ahlaksız sahne çok normalmiş gibi şından zevk alıyor, pöpüler oluyor, listesindeki çok azı hariç tüm dizilerde boy gösteriyor ve işin arkadaşları tarafından en çok “like”lanan fokorkunç tarafı bu sahneler internette en çok iz- toğraflardan birini paylaşmış oluyor vs. aslında Eylül-Ekim’12 • 15


çok basit bir ego tatmininden öteye gitmez bu hareket. İnsanların hayatlarını feysbukta sergilemekten zevk alıyor olması, şuradayım şunu yapıyorum bunu düşünüyorumlar vs. örneğin twitterda seni takip eden kaç kişi varsa tweetlerin kaç defa RT ediliyorsa o kadar büyük adam! Oluyorsun. ‘Ben bilmem hangi kafenin tuvaletindeyim’ diye (fakat buranın çok şık ve pahalı bir yer olması şart) TW atmak ve ya feysbukta durum güncellemesi yapmak insanların kendilerini daha değerli daha önemli sanmalarını sağlarken, dediğimiz gibi aslında hepsi bir sanrıdır. Gerçek olmayan, gerçeklikle alakası olmayan görüntülerle örülmüş sanal ortamlarda var olabilme çabasıdır. Bu durum zamanla duyguların anlamını yitirmesine de yol açmaya başladı. Daha doğrusu kelimelerin içlerinin boşaltılmasına… örneğin biri kalkıp diğerine ‘çok iyisin, hoşsun, anlayışlısın, sen cansın, can gibisin, canım gibisin. Demesi gerçek dünya aradan çekilince çok kolay hale geldi. Mesela ben Rumeysa’ya/ Zeynep’e ‘sen anlayışlı birisin/iyi birisin’ dediğim zaman bu iyiliğin yansımaları bizim ilişkimizin arka planında mevcuttur, bu söze dair bir yaşanmışlığımız vardır ki ancak o şekilde anlamını kazanır. Fakat diğer türlü bu sözcükler sadece herkesin herkese söylediği alelade laflara dönüşürve kıymetsizleşir. İnsanlar arası samimiyet kaybolur, duyduklarınıza bir değer atfedemezsiniz. Sosyal medya ağlarından bilhassa facebookun gündelik hayata etkilerinden bahsederken atlayamayacağımız bir nokta var ki; insanların (bay-bayan pek fark etmiyor) hayatlarına heyecan aramak gibi bir çıkış noktasıyla zinaya meylettikleri bir ortamın hazırlanması. bu konuda yapılan bir araştırma var bu konuyla ilgili onu sunmak istiyorum. İngiliz araştırma kuruluşu Social Issues Research Centre’ın 2004’te yayımladığı raporda flört, iki kişi arasında oluşan elektrik sonucu, cinsellik ya da tamamen eğlence amaçlı bir sosyalleşme metodu olarak tanımlanıyor. Aynı rapora göre, günümüzde flört için en uygun olan partiler, kafe ve restoranlar ya da iş ortamları, 2020 yılında yerini sanal aleme bırakacak. Yaptı16 • Eylül-Ekim’12

ğımız sokak röportajları, yaşları 19- 47 arasında değişen internet kullanıcılarının sanal âlemde flörte henüz sıcak yaklaşmadığını ortaya koydu. 50 kişiden 37’si, “İnternette flörte sıcak bakar mısınız?” sorusuna “Hayır” cevabı verdi. İlginç bir şekilde, katılımcıların 46’sı sosyal paylaşım sitelerine üye. Sorularımıza cevap veren 28 erkeğin 24’ü kendilerine atılan mesajlara olumlu yönde cevap vererek, internette flört etmeye sıcak bakıyor. Ancak 22 kadın katılımcıdan 19’u sadece arkadaşlarıyla konuştuğunu söylüyor ve tanımadığı kişilerden yollanan mesajlara cevap vermiyor. İngiliz SIRC’nin flört raporuna göre, sanal aleme olan güvensizlik, önümüzdeki yıllarda kırılacak. *** Bu sistemin içinde bize düşense, ne yapacağını bilen, ayaklarını yere sağlam basan, ilmi ve fikri gelişimini sürdüren (zira ben bu gelişimin sonu olacağını düşünmüyorum), Allahın kitabını elinden bırakmayan gençler olmaktır. Bu zordur, fakat söylendiği gibi ‘her yürüyen varamaz, ama varanlar yürüyenlerdir.’ Kaynakça •

Babacan, Abdurrahman. “Maskeli Balo”. Genç Öncüler 56.

Baudrillard, Jean.Tüketim Toplumu. İstanbul: Ayrıntı Yayınla-

Güzel, Murat. “Estetik Aklın Oluşumu”. Tezkire 21.

rı. •

Yavuz, Hilmi. “Mahremiyet’in Sınırı: Görmek mi, Dokunmak mı?”. 21 Ağustos 2001 http://arsiv.zaman.com. tr/2001/09/21/yazarlar/HilmiYAVUZ.htm 5 Mart 2011.

Yılmaz, Işıl. “Sosyal Medya Bağlamında İletişim Kuramcıları: Marshall McLuhan” 12 Temmuz 2010 http://isilyilmaz. com/sosyal-medya-baglaminda-iletisim-kuramcilari-marshallmcluhan/ 5 Mart 2011.

Yüksel, Mehmet. “Mahremiyet Hakkına ve Bireysel Özgürlüklere Felsefi Yaklaşımlar”. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi 64:

275-298. http://dergiler.ankara.edu.tr/dergi-

ler/42/937/11675.pdf •

http://www.egitimsokagi.com/Konu-medyanin-yararlari-vezararlari--5814.html http://www.radikal.com.tr/Radikal.asp x?aType=RadikalHaberDetayV3&ArticleID=1037657&Date= 18.05.2009&CategoryID=133


a

karantin

Sosyal Medya Tutumunda İtidali Yakalamak Zeynep AKSU

B

izler Müslüman bireyler olarak dinimizin temel vasıflarından biri olan vasat ümmet olma özelliğini hayatın her alanında ve her anında ikame ettirmek durumundayız. Zira yüce Rabbimiz de Bakara Suresi 143. ayette müminlerin bu vasat ümmetlik vasfından bahseder: “Böylece biz sizi, insanlara şahid (ve örnek) olmanız için orta bir ümmet kıldık; Peygamber de üzerinizde bir şahid olsun. Senin üzerinde bulunduğun (yönü, Ka’be’yi) kıble yapmamız, elçiye uyanları, topukları üzerinde gerisin geri dönenlerden ayırdetmek içindir. Doğrusu (bu,) Allah’ın hidayete ilettiklerinin dışında kalanlar için büyük (bir yük)tür. Allah, imanınızı boşa çıkaracak değildir. Şüphesiz, Allah, insanlara şefkat edendir, esirgeyendir.” Rabbimizin de buyurduğu gibi bizler itidal üzere olmak durumundayız. Çünkü,sünnetullahın gereği olan budur. Yani Allah’ın yeryüzünde süregelen fıtrat üzere yaşama durumu. Bu sistemi, dengeyi, itidali bozmamak; bilakis ikame etmek hepimizin boynunun borcudur. Medyadan buraya gelme nedenim, medyaya bakışımızın da bu çerçevede olması gerekliliği. Zira bizler Müslüman genç bireyler olarak değerlerimizi kaybetmeme, onlardan uzaklaşmama durumundayız. Ancak bunu yaparken çağın birtakım gerekliliklerine yine Müslümanca cevaplar vermek de aynı şekilde görevimiz. İlahiyatçı arkadaşlar muhakkak benden iyi bilirler ki mesela eski fıkıh kitaplarında temizlik bahsinde, suların temizliği anlatılırken kuyuya düşen hayvanın cinsi ve miktarıyla alakalı hükümlerde sayfalarca açıklamalar vardır. Ancak bunu bilmenin gerekliliğinin yanında, pratiğe dönüp baktığımızda bu asırda yeni soruların vâki olması durumunda yeni cevaplar da üretme

durumundayız. İşte bunun gibi medya da hayatımıza daha çok müdahil oldukça onu daha iyi tanıma ve belki yer yer gardımızı alma, zaman zaman da ondan faydalanmamız gerekiyor. İtidalli, vasat ümmetin mümessili bir Müslümana yaraşan da budur. Medya’yı tüm sahalarıyla, tarihi gelişimi, ilkleri ve amaçlarıyla bilmek bu sistemdeki kendi mevzimizi konumlandırmada işimize yarayacaktır. Mesela bilirsiniz, öteden beri özellikle Türkiyeli Müslümanların çektiği sıkıntılardan sonra şöyle bir söylem gelişmiştir: “Müslüman zengin olmalıdır” elbette gerçekten de Müslüman evvela gönlüyle sonra cebiyle de zengin olmalıdır, ona yaraşan budur ki müslim olmanın bir vasfı olarak infak etsin. Ancak gelinen noktada zengin Müslümanların sayısının arttığını ve fakat amaca yönelik hizmet edenlerin sayısının da aynı ivmede artmadığını görüyoruz. İşte “Müslüman bilmelidir, her şeyi öğrenmeli hatta gerekirse saha çalışması yapıp, işin özünü detayını kavramalıdır” derken; sisteme komple müdahil olmak, onun bir parçası olmak yerine bizden olmayan bir şeye bizce bir bakış getirmeli, böylece düşünmeliyiz. En nihayetinde, işin bidayetinde çok da halis ve iyi niyetlerle girişilmediği aşikar. Hal böyleyken ondan yararlanmalı ancak tedbir ve itidali elden bırakmamalıyız. Eylül-Ekim’12 • 17


GÜNDEM

SURIYE MÜSLÜMANLARI HAYKIRIYOR: “SANA GELDIM ALLAH’IM” ALİ TARIK PARLAKIŞIK

K

uzey Afrika’da (Tunus’ta) başlayan isyan dalgası, Mısır, Libya, Bahreyn, Suriye’de devam ederken geriye dönüp baktığımızda şunları görüyoruz; çoğunda diktatör gitti, halk biraz daha rahatladı belki ama daha işler bitmedi. İşler bitmedi derken sadece İslami otorite tesis edilemedi anlamında demiyoruz. O da dahil daha yapılacak çok iş var. Ta Tunus’ta ayaklanmalar başladığında Müslüman gençler olarak kendi kardeşlerimizle meseleleri tartışırken “Arap Baharı”nın estiği ülkelerde, İslami devletin kurulmasını istemekle birlikte, kurulmasa da zalimlerin, despot yönetimlerin gitmesini 18 • Eylül-Ekim’12

önemli görüyorduk. Seviniyorduk. Gidebildiğimiz her gösteriye gitmeye çalışıyorduk. Düşüncemiz şöyleydi ki özelde Müslümanlar, genelde ise halklar rahat edecek. Zalimler gidecek. El verdiğince gelişmeleri takip etmeye çalışıyorduk (hala da öyle). Bir takım spekülasyonları görmezden gelirsek, insanların Arap dünyasındaki isyan dalgasına bakışları genelde iyiydi. Libya’da Fransa bayrağını sallayan çok küçük bir güruh televizyonda görülünce “Libya işte böyle” deniyordu. Evhamlı bir ruh haliyle emperyalistler gelecek korkusu sanki insanların iliklerine yavaş yavaş siniyordu.


Kıyam sırası Suriye’ye gelmişti. Daha yeni Suriye’de bir takım hareketlilikler başlamıştı. Şii kökenli bir sohbet yerinde sohbete gittiğimde konuşan, “Arap Baharı”nı değerlendirirken şu minvalde bir şey söylemişti; ‘ayaklanmalara iyi bakmak lazım. Mısır’da ayaklanma iyi bir olaydır. Çünkü İsrail’in aleyhinedir. Desteklememiz lazım. Ama Suriye’deki ayaklanma İsrail’i rahatsız etmiyor.’ Şaşırmıştım. Dünyanın gözünün üzerinde olduğu, Hilafet bayrağının en son dalgalandığı şu topraklarda, (m.) 2011’de yaşayan Müslüman bir genç olarak şok olmuştum. “Nasıl yani” dedim. İsrail’e göre mi düşünecektik. Hani ne olursa olsun zalime karşı bir dine mensuptuk. İslami mücadele farzdı. Böyle öğrenmiştik biz İslam’ı. İnkılab, cihad, şehadet kelimeleri çok küçük yaşta iliklerimize sinmişti. Tağutları sevmiyorduk. Nahl 36’dan öğrenmiştik bunu da. Zümer 17 ve diğerlerinden öğrenmiştik… Geleneğimizde böyleydi bizim; Ebu Hanife Müslüman olduğu halde zalim bir yönetici istediği için mescide imam olmamıştı. Sonucunda zindandayken ayrılmıştı bu dünyadan. Ömer bin Abdülaziz memurunu, esir Müslümanları kurtarması için gönderdiğinde “bir kafir ver, bir Müslüman al” demişti. “Memuru kabul etmezlerse” dediğinde “iki kafire karşılık bir müslümanı al” demişti. Aralarında konuşma uzamış ve en son, Ömer bin Abdülaziz “Ne isterlerse ver. Benim nezdimde bir Müslüman dünyalardan kıymetli” demişti. Böyle bir girişin yerinde olduğunu düşünüyorum… Umutla ve direnişle… YAŞADIĞIMIZ DÜNYAYA DAİR Bir Müslüman İslam Coğrafyası’na baktığında hüzünlenmemesi elde değil. Yine bir Müslüman, gerek politik olarak gerekse de Müslüman halklar olarak İslam Coğrafyası’na baktığında Afganistan, Çeçenistan, İran, Irak, Suriye, Filistin, Patani, Arakan, Keşmir ve diğerlerinde illaki hüzünlenir. Hatta buna bir tane bile müslümanın yaşadığı her bölgeyi sayabiliriz. Yine bir Müslüman genel olarak dünyanın,

şu küresel kapitalizmin ve küresel emperyalizmin, ulus devletlerin halklara verdiği zarara, döktüğü göz yaşlarına baktığında, ‘hayır (!)’ der. ‘Bu böyle olmamalı (!)’ der. Bu duruma karşı bir şey yapmasının gerektiğini düşünür. Açlar, sokakta yaşayanlarla dolu dünya. Aç kalmamak için tek çaresinin zina olduğunu düşünen, gerçekten tek çare olduğunu düşünüp bu işi yapan kadınların olduğunu görüyoruz. Bu meşrudur demiyoruz. Ama bunların hepsinden sorumluyuz. Zaten eşit, sınıfsız bir dünya öngören İslam’dan başka seçeneği de/çaresi de yok dünyanın. Diğer çözüm yolları, beşeri ideolojilerin insanlara huzur vermediği anlaşıldı, anlaşılıyor. İslam’dır ezilenlere, terk edilenlere hak ettikleri değeri veren. “Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir.” (Yunus/25) Umutla ve direnişle… İNANAN TOPLULUK ALLAH YOLUNDA SAVAŞIR KÜFREDEN GÜRUH TAĞUT YOLUNDA SAVAŞIR!1 Suriye’de ki olaylar başta küçük gösterilerle başlamıştı. Daha sonra büyüdü ve halk hareketine döndü. Ve sonra da cephelerin kurulduğu bir halde resmen savaş haline döndü. Halk gösterilere devam ederken silahlı savaş da devam ediyor (şu anda). Özgür Suriye Ordusu şu şartlarda kendine has bir şekilde, tekniğiyle, askerleriyle bir ordu olarak karşımızda ve kafir rejime karşı savaşmakta. Genel manada Suriye muhalefeti gibi Suriye Özgür Ordusu da şu anda iyi örgütlenmiş, sistematik ve yeknesak bir konumdan oldukça uzak görünmektedir. Kuşatıcı bir devrimci askeri güç olmaktan çok yerel özellikler gösteren bir milis gücü mahiyeti taşımaktadır. Bunu da doğal karşılamak gerekir. Yaklaşık yarım asır boyunca en küçük bir muhalif kıpırdanmaya dahi izin verilmeyen, sistematik bir baskı ve şiddet aygıtının hakim olduğu bir ülkeden söz ediyoruz. On yıllardır toplumun üzerinden bir buldozer gibi geçmiş bir cinayet şebekesiEylül-Ekim’12 • 19


GÜNDEM GÜNDEM ne karşı, muhalefet kanallarının tümüyle tıkalı bulunduğu bir ülkede örgütlenme, kitlesel irtibatları güçlendirme ve merkezi yapılar oluşturma imkan ve becerilerinin sınırlılığı açıktır. Buna rağmen Suriye halkının İslami duyarlılığı çok büyük fedakarlıklar temelinde güçlü bir karşı koyuş gerçekleştirmeyi mümkün kılmıştır. Suriye halkı kararını vermiş, geri dönüşü olmayan bir yola koyulmuştur. Görünen o ki, Baas çetesi silahla el koyduğu yönetimden silah dışında bir yolla ayrılmayı kabul etmeyecek ve bunun için gerekirse ülkeyi bir mezbahaneye dönüştürmekten de kaçınmayacaktır. Ne var ki, bu saatten sonra sürecin acısız, kansız bir biçimde seyretmesi ve çözüme kavuşması ihtimali kalmamıştır. … Özgür, onurlu ve İslami bir Suriye için tüm Müslüman halklar ve hassaten de İslami cemaat ve yapılar Suriye muhalefetinin silahlı kolu olan Suriye Özgür Ordusuna ihtiyaç duyduğu her konuda katkı sunmalı, kardeşlerini yabancı güçler karşısında mahkum ve mağdur etmemelidirler.2 Özgür Suriye Ordusu dışında da bir çok cephe mevcut. Cephetu’n-Nusra (Nusret Cephesi), Ahrâru’ş-Şam (Şam’ın Özgürleri), Sukuru’ş-Şam (Şam Kartalları), Halid bin Velid Tugayı ve adını zikretmediğimiz bir çok cephe mevcuttur. “Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü’minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir.” (Hac/39) Suriye Cihadı’nın başlamasının öncesine gidelim. Gördüğümüz tablo hem her şeyi gözler önüne koyacaktır, hem de vicdanlı herkesi sarsacak bir tablodur. Beşşar Esad, Suriye’yi tam olarak parselleyerek menfaatine kullanıyordu. Her alanda bir akrabası bulunan (kasıtlı olarak yerleştirilmiş bir şekilde) ülkenin maddiyatını hortumlayan Esad,

20 • Eylül-Ekim’12

halkı da hem dini-ideolojik-siyasi-politik olarak sıkıştırıyor hem de ülkenin parasını cebine indiriyor. İlginçtir ki, Ortadoğu’da ki ayaklanmaların başladığı ülkelerin diktatörlerinin, ortak özelliklerinden bir tanesi de çok yüklü bir şekilde mal varlıklarının olmasıdır (ve halklarının da o kadar ekonomik durumlarının düşük olmasıdır).3 Bir kere bu durumu, Kur’ân-ı Kerîm’in, Kalem Suresi’nde geçen bahçe sahiplerinin kıssasıyla birlikte okuduğumuzda/baktığımızda, bu diktatörlerin hepsi hırsızdır! Hiçbir şey olmamış olsa bile bu durum, başlı başına mücadele edilmesi için, yeterli bir sebeptir. Yine çok ilginç, insan şaşırıyor ki, Hz. Osman’ın hazine ile ilgili icraatlarını sert bir dille eleştiren kalemşörlerin, zalim Beşşar Esad’ın mülk (iktidar ve mali) ile ilgili, hazineyle ilgili yaptırımlarına en ufak bir eleştiri getirmemeleri nasıl bir zihniyetin serancamıdır. İktidara geldiğinden beri reform sözü verip de, halka bir gün bile maskeli de olsa, güleryüz göstermemesi, en ufak bir iyileşme alameti göstermemesi de sorunlarından bir tanesi. Suriye’de devletten bağımsız en ufak bir siyasi, politik, ideolojik bir çalışmaya, yapılanmaya izin verilmemesi de, bu despot rejimin yaptırımlarından bir tanesi. Bu saydığımız noktalar Suriye’de ki cihaddan önceki ortamdan sadece birkaç zulüm, yalan, despotizm örneklikleridir. Şöyle bir yol izleyelim, Beşşar Esad’dan da öncesine konuyu çok derinleştirmeden biraz gidelim, karşımıza çıkan bu tablonun da Baas zihni-


yeti, yapısı, rejimi hakkında neler gösterdiğine bakalım. Suriye’de Osmanlı’dan sonra çok güçlü olmasa bile bir İslam Devleti vardır. Beşşar Esad’ın babası Hafız el-Esad orduda bir askerdir. Darbeyle yönetime el koyar. Anayasada yer alan cumhurbaşkanının Müslüman olması gerektiği hükmü vardır. Hafız el-Esad’ı istemeyenler, Alevilerin Müslüman olmadığı tartışmasını yeniden başlatırlar.4 İbn Teymiyye’nin konuyla ilgili fetvasını öne sürerler. Hafız, anayasanın maddesini değiştirmek yerine “ulema” ile irtibata geçer. 1973 yılında Lübnan’daki Emel Örgütü’nün5 fikir babası Musa es-Sadr bir otelde, Alevilerin “İsna Aşeri (On İki İmamcı) Şii Müslim” olduklarına dair “fetva”yı yayımlar ve Cafer-i Şia’nın Nusayriler6 hakkındaki “gulat”7 hükmünü kaldırır. (Fetvanın verileceği otelin, Lübnan Alevilerinin yoğun olarak yaşadığı Trablus olması da yapılan icraat açısından çok enteresandır.) Bu fetva sonucunda Hafız el-Esad sorunsuz bir şekilde başa geçer. Sonrasında ilginç bir durum mevcuttur. O dönemde Trablus’ta tüm Şiilerin müftülüğüne bir Nusayri’nin getirilmiş olmasıdır.8 Musa Sadr’ın fetvası, İhvan-ı Müslimin’in, Hafız’ın iktidarının gayrimeşru olduğuna dair fetvasına karşı Hafız’ın meşruiyetini sağlamıştır. Rejim bu fetvayı Said Ramazan el-Buti ve Şeyh Kuffaro gibi Sünnilerden aldığı fetvayla da desteklemiştir.9 Yine çok ilginç bir nokta daha; Musa Sadr, Libya’ya gittiğinde Kaddafi tarafından öldürülür. Musa Sadr’ın ölümünden sonra da SuriyeLibya ilişkileri iyi bir şekilde devam eder. Suriye Cihadı ile ilgili bir çok yalan, spekülasyon üretiliyor. Cisr eş-Şuğur’da ki olaylar gibi. Cisr eş-Şuğur’da öldürülen polis ve askerlerden dolayı, muhalefete karşı rejimin sertleştiği ifade ediliyor. Bu kelimenin tam anlamıyla yalandır, insanları kandırmaktır. Cisr eş-Şuğur eylemleri 5-6 Haziran 2011’de gerçekleşmiştir. Baas ise Mart ortasından itibaren katlediyordu.10 Biz bu spekülasyonlara cevap vermeye, reddetmeye çalışmayacağız bu yazıda. Meseleyi hakkıyla

tefekkür edip, idrak edebilirsek zaten Allah’ın izniyle doğru sonuca gidebiliriz. Rahmetli Takiyyuddin en-Nebhani de, düşünmenin önemine, hızlı düşünüp harekete geçip ‘iş’ yapmanın önemine işaret ederken, bu meselelere kafa yorup yazarken, herhalde bu gerçeği göz önüne almıştı.11 Yeter ki düşüncemizde hinlik bulunmasın, saflık bulunsun. Spekülatif sözlere cevap vermeyeceğiz dedik, lakin kafir bir rejimin anti-siyonist, antiemperyalistlik kılıflarına sığın(dırıl)arak,verilen mücadeleyi itibarsızlaştırmaya çalışılmasına dair bir iki noktaya işaret etmek gerekecektir. Zihnî bulanıklıkları giderme adına önemli olacaktır. Ki, Golan Tepeleri’nin nasıl kendi politik çekişmeleri sırasında terk edildiğini biliyoruz. Ve hatta şu anda dünyanın gözü önünde, İsrail’e karşı kullanılmayan silahların, halka karşı nasıl kullanıldığını görüyoruz. Hem batılılar hem de Siyonist rejim yetkilileri zaman zaman yaptıkları açıklamalarda, Baas rejiminin yıkılmasından sonra kurulacak olan düzene dair tedirginliklerini dile getiriyorlar. İsrail Savunma Bakanlığı’ndan, Tuğgeneral Amos Gilad, Esad, rejiminin yıkılmasının bölgede bir İslam İmparatorluğu’na yol açacağını ifade etmişti. Hatta ifadesinde şunu da zikretmişti ki, bu İslam İmparatorluğu’nun İsrail için felaket olacağı. Hatta olayların daha taze olduğu zamanlarda, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 27 Mayıs 2011’de CBS televizyonuna yaptığı açıklamada Suriye’ye yapılacak her türlü askeri müdahaleye karşı çıkmakla kalmamış, Esad’ın reformcu olduğunu söylemiştir.12 Başka bir açıdan şöyle düşünelim; Esad iktidarı Anti Siyonist ve anti emperyalist olsa bile, başkanı olduğu devletin, bulunduğu ülkedeki halka karşı yaptığı katliamları meşrulaştırmaz. Bebeklerin öldürüldüğü bir yerde ancak ve ancak savaş olabilir. İnsanlar kendi bebeklerinin en ufak bir ağlamasında dayanamazken, katledilen bebeklerin kısası nedir acaba? Sormak lazım… Kan içindeki bebek cesetlerini görüp de, hala ne Allah’tan, ne de insanlardan utanmayıp “Esad taraftarlarının gösterileri neden gösterilmiyor?” Eylül-Ekim’12 • 21


GÜNDEM demek ahlaksızlıktır, utanmazlıktır, vicdansızlıktır! Esad taraftarı gösterilerin ne şartlarda yapıldığını biliyoruz/görüyoruz! Türkiye’deki Suriye Konsolosluğu’ndan buradaki Suriyelilerin aranıp, Esad taraftarı gösteri yapmaları için tehdit edildiklerini çok yakın bir zamanda haberlerden duyduk. Lübnan’daki Hasan Nasrallah da demişti, muhaliflerin gösterileri çok az bir topluluk tarafından yapılıyor ama abartılıyor; Esad yanlısı gösteriler gösterilmiyor diye. Madem etkisiz bir kesimin gösterisiydi muhaliflerinki neden şiddet kullanıp bastırılmaya çalışılıyor o zaman… Gösteri yapan muhalifler icraatlarından dolayı öldürülürken, rejim yanlısı gösteri yapanlar öldürülmüyor… Neyin savunusu bu acaba… Yazın bunları bir kenara… Tarih unutmayacak bunları… Suriye’nin Rabb’i de her şeye şahittir!... Lafta ne kadar Filistin dostu olsa bile, Suriyeli Müslümanların da bir mücadeleleri var. Ne yani. Suriyeli müslümanlara İslami Hareket farz değil mi? Zaten aklı selimle hareket eden herkes şunu çok iyi bilir ki, Esad iktidarı ve Baas rejimi düşünce Suriye’de yeni kurulacak olan, rejim Esad’dan daha fazla Filistin Cihadı’na destek verecektir. Vallahi, Suriye’nin yiğit Müslümanları, Esad’la ölçülemeyecek kadar anti-siyonisttir, anti-emperyalisttir. Suriye olaylarına kadar, halkın iş yerlerinde, evlerinde Hasan Nasrallah’ın ve İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın fotoğraflarının bulunması ne kadar emperyalizm karşıtı olduklarını, Filistin dostu olduklarını gösterir. Suriye olaylarının başlamasıyla da bu fotoğrafların indirilmesi pek tabii bir durumdur. Bunları da yazın bir kenara… Tarih ve vicdan bunları da unutmayacaktır… Şehidlerin ölmediği müjdesini bize veren Rabb’imiz her şeye şahittir!... Tunus gibi halkı sindirilmiş, ezilmiş bir ülkede Müslümanlar demokrasi vs. derken/talep ederken, Suriye halkının gösterilerinde “Allah Suriye Özgürlük!”, “Menna ğayrek ya Allah!”, “Lebbeyk Lebbeyk Lebbeyk Ya Allah!” sloganlarını haykırmaları, Suriye’nin aydınlık şafağını getiren muvahhidlerin niyetlerini gösteriyor. 22 • Eylül-Ekim’12

Müslim, gayrimüslim fark etmeden halka adil, özgürlükçü bir şekilde yönetimin olması da Esad’sız Suriye’nin özelliklerinden olacaktır. Halep’te ekmek kalmadığında, Özgür Suriye Ordusu’nun ekmek yapıp halka dağıtması da gerçekten göstermiştir ki, Suriyeli muhalifler, adildirler, halka yakındırlar, vicdanlıdırlar! Haklıdırlar! Halktan kopuk bir hareket olmadığını gösteriyor bu icraat, Suriyeli muhaliflerin. Ekmek, özgürlük diye konuşanların, Suriye Özgür Ordusu’nun bu icraatını görmemeleri akıl ve kalp körlüğünden başka bir şey olamaz! Ekmeksiz halka ekmek dağıtan Özgür Ordu’nun Rabb’i her şeye şahittir!... Müslüman halkların ağır bedeller ödeyerek gerçekleştirdiği kıyama komplocu, evhamlı bir zihinle yaklaşanlar, Tunus ve Mısır’da yanıldıkları gibi yakın bir zamanda inşallah Suriye’de de yanılacaklar. Allah affetsin, zaman zaman insanların kapıldığı yeis, ümitsizlik duvarları yıkılıyor, suskunluk örtüsü yırtılıyor. Allah’ın ayetleri hep yolumuzu aydınlatmıştır; “Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda çarpışıyordu, diğeri kafirdi, ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır.” (Ali İmran/13) Zalimlerin şu hallerini görünce seviniyoruz. Şehadete ulaşan kardeşlerimizin de kanlı elbiseleriyle yatan hallerini gördüğümüzde de Bedir Ashabı aklımıza geliyor! Cihad sırasında kolunun yarısı kesilen ama kopmayan, Muaz’ın rahat savaşabilmek için kolunu ayağının altına alıp, koparıp, savaşa devam etmesi ve şehid oluşu... Huseyn’in başını kesmeleri uğruna davasından dönmemesi… Bunlar aklımıza geliyor… Bütün bunlara rağmen bu davanın bitmeyişi… Belki de Müslümanlar olarak bizlerin, en fazla hamd etmemiz gereken noktalardan biri de, tüm olanlara rağmen İslam Davası’nın dimdik ayakta duruyor olmasıdır…


Batı’nın İslam hakkında sürekli plan yaptığı ve raporlar hazırladığı bir zamanda, batının hesaplayamadığı bir şekilde, halkların ayaklanışı bize çok güzel bir fırsattır! Artık Kürt, Türk, Arap, Berberi ve diğer Müslüman halkların gelecek ümitleri birbirine bağlı.13 Önümüze yeni kapılar açılıyor. Artık emperyalistler toplantılarında ezilen halkları göz önüne almak zorunda kalacaklar. Umutla ve direnişle… *** Şahidiz ki, Suriye’de ki Müslümanlar, Suriye’nin bulunduğu konum itibariyle inkılabtan sonra çok önemli bir konuma gelecekler. Dünyaya nasıl anti-siyonist, anti-emperyalist, adil-özgürlükçü-eşitlikçi olunacağını ve bunu ancak ve ancak İslam’ın vereceğini gösterecekler. Bize düşense İslam’a iman etmiş olduktan sonra, içeri gireceğimiz cihad, vahdet ve diğer kapılardan Allah’ın emrettiği şekilde girmektir. Vahdetin yeterince sağlanamadığını görüyoruz. Üzerimizde ki bidat, hurafe, batıl, mezhebi kriterleri, Suriye olaylarında kendini Müslüman addedenlerin gösterdiği ayrılma/ayrışma ve diğer birçok manasız boş, sonradan bize giydirilmiş bütün deli gömleklerini çıkarıp yapmamız gerekenleri yapmaktır. Gerekiyorsa yeni Müslüman olmuş gibi, İslam’ı baştan okuyaca-

ğız. İlk ayetten son ayete, her şeyi ilmek ilmek üzerimize dokuyacağız… Ta ki Daru’s Selam’a varana dek… Bizim ideal ülkümüz olan Daru’s Selam’a… Siyasetiyle, ekonomisiyle her ne gerekiyorsa her şeyiyle, bizim ülkümüz olan Daru’s Selam’a… Dipnotlar 1 “İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkar edenler ise tağut yolunda savaşırlar; öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şüphesiz, şeytanın hileli-düzeni pek zayıftır.” (Nisa/76) 2 Ortadoğu İntifadası Despotizmin Sonbaharı, Suriye’de Eski Statükoya Dönüş Mümkün Değil! Ya Direnişin Zaferi Ya Soykırım! adlı makale, Rıdvan Kaya, Ekin Yay. 3 İngiliz Guardian Gazetesi’nde yayınlanan haberde, First Lady’nin 4.000 dolara vazo, 9.800 dolara el yapımı masa sipariş ettiği geçiyor. Bu sadece bu yaşam tarzına, bu zihniyete dair bir örnek. 4 Bizim, Türkiye’de anladığımız ‘alevi’likle, Suriye ortamında ki ‘alevi’liğin farkını göz önüne alalım. 5 Emel Örgütü’nün adı daha sonra Şii Emel Örgütü olarak isim değiştirmiştir. Daha sonra bu gün Lübnan’da ki Hizbullah olarak evrilmiştir. 6 Nusayriler Hz. Ali’ye Allah derler. Klasik bildiğimiz anlamda, Şiilikle Nusayrilik arasında Hz. Ali’nin konumu açısından böyle bir fark mevcuttur. 7 Aşırı. 8 www.nusayrialevi.com/index.php?s0976cdc14bce919c3d9f 1236ce555f55c&showtopic0761 9 Dolayısıyla İran-Suriye ilişkilerinde ki stratejik ittfak, politikliğinin yanı sıra dinsel bir bağ ve meşrulaştırmaya da dayanır. (Bu dipnot ve Hafız el-Esad dönemi ile ilgili, kaynak; İran-Suriye İlişkileri: Pragmatizmin İlkelerle Savaşı, Bülent Şahin Erdeğer, Haksöz Dergisi, sayı 249, Aralık 2011) 10 a. g. e., Rıdvan Kaya 11 Hızlı Düşün Hızlı Karar Ver, Aydın Düşünme; Takiyyuddin enNebhani 12 a. g. e.,Rıdvan Kaya 13 Gelecek Tasavvurumuz ve Ortadoğu İntifadası, Hamza Türkmen, Ekin Yay.

Eylül-Ekim’12 • 23


GÜNDEM

“ULUDERE ICIN ADALET EYLEMI”NE

IRKCI SALDIRI BURAK KALPAKLIOĞLU

M

azlumder orgazinatörlüğünde gençlik örgütleri tarafından “Adalet için iftar vakti” ismi ile, son dönemde kangrenleşmiş Suriye ve Uludere olayına dikkat çekmek için iki eylem yapıldı. Genç Öncüler olarak da destek verdiğimiz bu eylemlere 2 Ağustos günü Suriye için Yıldız Camii’nde, 9 Ağustos günü Uludere ( Roboski ) için Fatih Camii’nde bir araya gelindi. “Adalet her zaman, her yerde” başlıklı Uludere eyleminde, bütünüyle İslami ve insani beraberlik ve kardeşlik mesajı içeren, toplumdaki birlikteliği vurgulama ve kardeşliğin gereğini yapma çağrısından başka bir gaye gütmeyen eylem öncesi, ellerinde döner bıçaklı, silahlı ve demir sopalı organize 6-7 kişilik bir grup tarafından küfürler, hakaretler ve tehditlerle saldırıda bulunuldu. Eylem öncesi sıra sıra dizdiğimiz dövizlerin bir tanesinde yazan “Kürdistan” kelimesini bahane ederek bize saldıran bu grup “na24 • Eylül-Ekim’12

pıyorsunuz lan burada”, “Kürdistan yok lan burası Türkiye” diye bağırarak dövizlerimizi yırttılar ve Uludere’de ölen kişilerin tablolarını kırdılar. Bu sırada eylem sorumlusu Abdurrahman Babacan Ağabeyimiz “Tamam arkadaşlar alanı boşaltıyoruz. Herkes sakin olsun. Kimse müdahale etmesin” anonsu yaptığı ve her şeyin durulduğu sırada alana takkeli şalvarlı bir provokatif kişi geldi ve önüne gelene saldırmaya tekme tokat vurmaya başladı. Cebinden çıkardığı bayrakla tekbirler getirdi. O sırada bizden 3 kişi darp edildi. Bizden birkaç kişinin camii çıkışındaki polisleri çağırmasıyla saldırgan grup apar topar kaçtı ve biz eylemimize kaldığımız yerden devam ettik. Darp edilen arkadaşlarımız eylemden sonra polis karakoluna gidip saldırgan kişilerden şikayetçi oldu. Olaydan sonraki gün öğrendik ki saldırgan kişiler ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmış. Bu ülkede zırhlı araçlara taş atan çocuklar tu-


tuklanırken kadınlı çocuklu bir topluluğa döner bıçaklarıyla, satırlarla, demir sopalarla saldırmanın karşılığının serbest yargılanmak olması bu devletin absürd adalet anlayışını bir kez daha ortaya koymuştur. Bize yapılan saldırının provokasyon olduğu gün gibi aşikar. Bu saldırganları yan yana koysanız hepsi birbirinden çok farklı sosyolojiye ait tipler. Bir tanesi dövmeli badigart tipli biri. Birisi takkeli şalvarlı sakallı bir tip. Bir tanesi top sakallı entel bir tip. Bunların hepsi bir araya gelip bize saldırdılar ve dertleri de bir kelime değildi. Orada Kürdistan olarak vahyi referans alan İslami ve insani kelimesi olmasaydı başka bir şeyi bahane duyarlılığını yerine getirmek için toplanan edeceklerdi çünkü tek amaçları bizim eyle-

insanları başka bir siyaset gütmekle başka

mimizi sabote etmekti.

bir ideolojinin peşine takılmakla suçlamak

Dövizdeki Kürdistan ifadesine değinmek

insafsızlıktır, haksızlıktır. Biz o gün şahitlik

gerekirse bu ifade ayrılıkçı bir ifade olarak

sorumluluğumuzu yerine getirmek için ve

değil, bir coğrafyayı tanımlamak için kulla-

Uludereli kardeşlerimizin yanında olabilmek nıldı. Kaldı ki Kürdistan ifadesi bu topraklara için Fatih Camii avlusundaydık. Biz de tekyabancı olan nevzuhur bir kelime de değil. birler getiriyorduk, eli satırlı faşistler de tekTC devleti kurulmadan evvel şu an Kürt-

lerin yoğun olarak yaşadığı bölgenin ismi Kürdistan’dı ve 1920-1923 arasında birinci mecliste de 70 Kürdistan milletvekili vardı. İttihat ve Terakki geleneğiyle beraber bu ifade toplumda alerjik bir hal adı. Dövizde yazan “Ümmetin Kurtuluşu Kürdistan’dan geçer” ifadesine İslami çevrelerden de “böyle bir dövize gerek var mıydı?” diyenler oldu.

bir getiriyordu. Dün Metin Yüksel’i katleden zihniyetle, bugün adalet talebiyle bir araya gelen ve tek dertleri barış, kardeşlik, adalet olan topluluğa saldıran aynı zihniyettir. Ali Şeriati’nin anlattığı “dine karşı din” tam olarak bu şekilde olmasa da bu da bir çeşit “dine karşı din” kavgasıdır. Biz, zalime zalim olduğu için karşı çıkmayı emreden bir dine

Özellikle belirtmemiz gerekir ki bu ifade ile mensubuz ve Roboski’de 35 masum insanı kastedilen Ümmetin sızısının, bir bütün sızı katleden devletin zulmüne karşı olduğumuz olduğu düsturundan hareketle, Türkiye’de

gibi Antep’te 9 kişinin ölümüne yol açan

yaklaşık 35 yıldır süregelen bir sorunda, üm- PKK zulmünün de karşısındayız. 35 yıldır sümetin her kesim ve coğrafyasının aynı tep- regelen bu kirli savaştan artık kimsenin canıki ile yekvücut olması gerekliliğidir. Bir ke-

nın yanmaması, silahların susması ve kanın

lime üzerinden hayatında tek yol gösterici durması en büyük temennimiz. Eylül-Ekim’12 • 25


ŞİİR

Yeni Yeryüzü Çocukları MUHAMMED GİDER

nek Modernitenin ortasında büyüyen gele Çığ gibi asırlara dayanan veba Bir korsan kılıcını sallıyor galiba rıyor. Bir öksürük, bir boğazdan bir can çıka iyet yıkıyor Bir kavram, zannedersem bir meden Bir öküz dünyayı boynuzunda taşıyor r Dümdüz bir tepsiden asırlar düşüyo Artık bayramlar fes edilmiş Marka saatlerimizi kirletenlere idam

Peki, bu tezat niye, neden bu çelişki? Biraz daha kibar olmak varken Nezaket kuralları kabadır belki Belki de her şey yeniden başlamalı alı Belki de yeni bir medeniyet kurulm kadar Fosilleşemeyecek olan bir plastik şişe Umutsuz muyuz? barışlar Kanlar üzerine mi kurulur hep sahte Ya da şiirler öfkeyle mi yazılır? Güneş doğarken gece mi kaybolur. doğar, Yoksa gece kaybolurken güneş mi

26 • Eylül-Ekim’12


e mi, Batan güneş midir yoksa doğan gec ızı… Uzun saçlarımızla yıprattık sakallarım , Biz egemeniz var mı bizden büyüğü Yoksa darağacı mı var bizden büyük, sorsak mı? Kurtarıcı(!)’ımız merkez bankalarına Taptığımız parada mı adalet, Yine tezat yine çelişki Beyinler intihar etmek zorunda mı? Yoksa intiharında mı markası var, Takım elbise içinde bir kravat eksik Dünyaya da bu lazımdı tam olarak

Çiçekler açarsa lanet biter mi? mi tam olarak, Barışsız dünyada adalet var olabilir İlimle mi aydınlanacak yarın er mi ilacımız, Ya da sahte aşklar ve mistik müzikl kurtarır Belki de buhranda yazılmış bir şiir bizi bir kitaptadır adalet. Belki de duvara asılmaya mahkûm lere dönmek çözüm mü? Kuytulaşma hastalığına kapılıp köy k niye, Gökdelenlere bakıp hayaller görme Oturumlar biter toplantılar yapılır, Aşklar ölüm orucuna durur, Ve dünyanın cenaze namazı kılınır, Ve bayraklar yarıya iner. ek ne kadar acı olurdu. Kıyametin kopmayacağını düşünm sa Kavramlar güneşi kirletmek için var Adresler gidilmeyecek evrene mi ait, ih etmek varken Umurumuzda olmayan bir hayatı terc Namusu kirletilmiş bir dünya niye, Veya neden küfürbaz isyanlar, Çözüm yolu barış ve adalet Çözüm hissi bir ilim bin ilim müydü? Mehmet Akif yaşasaydı saygı görür

Neyse bu kadarı yeterlidir belki lırken Medeni(!) bir toplumun tanrıları yıkı iz Mutlu olmayı kendimize borç bilmeliy , Milenyumda hala güce tapmak niye Yoksa bu kadar gerici miyiz? varken Duvarda asılı bıraktığımız kitap ve ilim İleriye çakma vakti gözlerimizi şmenin vakti… “Birlik” te ve çoklu hukukta özgürle

Eylül-Ekim’12 • 27


DENEME

BU BİR ÖZELEŞTİRİDİR(!) ZEYNEP AKSU

B

ilgiye çok kolay ulaşılabilen bir dönemdeyiz. Daha iddialısını söylemek gerekirse; çok az gayretle, doğru ve ‘sahih’ bilgiye de rahatlıkla ulaşabileceğimiz bir dönem bu. Hatta çoğu defa ulaşma çabasına gerek kalmadan, bilginin kendiliğinden yayılabildiğine şahit olduğumuz bir evre. Ancak bilginin veya -temelde değinmek istediğim- ilmin ve ilim öğrenmenin başlı başına yeterli olmadığını da görüyoruz. Her ne kadar sekülerizmin bombardımanı altındaki zihinlerimiz ilim öğrenmek, amel etmek ve ilmin ahlakına bürünmek eylemlerini birbirinden ayrı tasnif ediyorsa da; bu üç kavram birbirinden ayrıldığında tesirlerinin olmadığı hepimizce aşikar. Hepimizce aşikar, yani bu dahi hepimizce ‘mâlum’ olsa da bildiğimiz bu gerçeğe karşı da hareketsiz kalıyoruz. Ya kolay ulaşılabilir olduğundan yahut bir sohbet esnasında kocaman laflar etmekten hoşlandığımızdan, ya da şu sıralar popüler olduğundan mütevellit biz gençlerde bir ilim öğrenme hevesi; hatta eskilerin, geleneğin hurafe (!) bilgilerini tashih etme merakı vâki (elbette hüsn-ü niyetleri tenzih ederim). Bu konuda, yani ‘bilme’ konusunda ciddi bir sıkıntımız yok gibi. Ancak mesele amel etmeye ve beraberinde ilimle ahlaklanmaya geldiğinde bunu o kadar ciddi bir ihtiyaç olarak benimseyemiyoruz. Ya da idrak ettiğimizi düşündüğümüz ilmin tam anlamıyla da idrakinde değiliz. Çünkü başta söylediğimiz üç eylemi birbirlerinden ayrı düşünmek ciddi bir zaaftır. Ve kâmil bir mümin olmayı sağlayamadığı gibi, kamil bir insan olma noktasında bile eksikliğe yol açar. İşin özünde ilim öğrenmeye meraklı (!) gençler

28 • Eylül-Ekim’12

olarak farklı seküler ayrımlara karşıyız. Örneğin dîni hayattan koparan siyasete, kurumlara ve sistemlere ciddi başkaldırabiliriz. İslam’ın bölünemez bir bütün olduğu da bizce ‘mâlum’ olduğundan bunun sağlam müdâfisi oluruz birçok platformda. Lakin mevzunun daha bize bakan yönünde böylesi seküler bir ayrım yaptığımızın farkında değiliz. Sözgelimi ‘Din’ in lugavi ve diğer tüm ıstılahi anlamlarının yanında, “güzel ahlak” olduğunu biliyoruz. Üstelik bunun “Ve şüphesiz sen, pek büyük bir ahlak üzerindesin.” (-el Kalem, 68/4) ayetiyle Allah’ın kelamında ve Allah’ın şahitliğinde övülmüş Hz. Peygamber’in (s.a.v) ifadesi olduğunu da biliyoruz. Ancak ilimle amel etme noktasında gösteremediğimiz çabamızı, ahlakımızı güzelleştirmek mevzunda da gösteremiyoruz. Hatta samimi bir özeleştiri yapmak gerekirse, çoğu defa ilmi dahi ‘cedel’ yaparak ziyan ediyoruz. Cedel ilminin hakkını veremeyip, onunla amel edemeyip, ahlakından yoksun bir şekilde onu polemiğe çevirerek din kardeşlerimizin kalbini kırıyoruz. İlahi rıza için yaptığımızı düşündüğümüz fiillerde, Rabbimizi hoşnutsuz edecek davranışlar sergiliyoruz belki de. Velhâsıl kâmil bir mümin olmak istiyorsak elbette ilim öğrenmeliyiz. Üstelik ilimleri dünyevî-uhrevî gibi bir ayrıma gitmeden öğrenebilecek ilahi bir metotla ilim sahibi olmalıyız. Ayrıca bu öğrenme çabamız, bir ayeti okuduktan/dinledikten sonra onun ağırlığını hisseden, hemen uygulama gayretine bürünen sahabî efendilerimiz gibi olmalı. Aynı zamanda ilimle âmil olmaya gayret ederken Hz. Ayşe’nin (r.a) deyimiyle “ahlakı Kur’an” olan Resulullah (s.a.v) efendimiz gibi güzel ahlakı da kuşanmalıyız.


DENEME

K LiSEYE BAsLAYACA KARDEsLERE TAVSiYELER

BURAK KALPAKLIOĞLU

İ

lkokulda herkes evinin yakınındaki okula gittiğinden herkes küçük bir dünyada yaşar. Kendi okulundaki mahallesindeki insanlardan başka insanlar tanıma fırsatınız olmadığından kafanızı o küçük dünyadan fazla dışarı çıkamazsınız. Lise ise farklı bir ortamdır. Kendi mahallenizin dışında farklı yerlerden insanlarla tanışırsınız, dünya sizin için sadece sokaklarında top oynadığınız mahalle değildir artık, çevreniz genişler ve daha sosyalleşirsiniz ve bu değişimin birçok olumlu ve olumsuz yönleri vardır. Davranışlarımızın şekillenmesinde içinde bulunduğumuz çevrenin faktörleri bilinen bir husustur, biz Müslüman gençler olarak çevrenin olumsuz etkilerinden sıyrılabilmek için hayatımızı Kuran ve sünnet rehberliğinde idame ettirmeliyiz, aldığımız her nefeste ve attığımız her adımda bu bilince sahip olmalıyız. Lisede bunu daha yakından göreceksiniz, okuduğunuz okulda dünyaya sizin baktığınız açıdan bakmayan, sizin sahip olduğunuz hassasiyetlere sahip olmayan, sadece kendi nefsini tatmin etmek için yaşayan insanlar olacaktır. Partilerde takılan, içki ve zina bataklığına saplanmış bu kaybetmiş insanların sizi etkilemelerine izin vermemeli, siz onları etkilemesiniz. Çünkü biz İslam’ı sadece kendimiz için yaşamıyoruz, topluma karşı da sorumluluklarımız var okulda, çevremizde fücura bulaşan insanları da uyarmakla görevliyiz ve bu minvalde Rasulullah’ın şu hadisini hiç aklımızdan çıkarmamalıyız: “Sizden bir kimse, çirkin bir şey görürse onu eliyle değiştirsin. Eğer buna gücü yetmezse diliyle tağyir etsin. Buna da gücü yetmezse kalben nefret etsin. Bu ise imanın en zayıf derecesidir.”

Manevi ve ahlaki açıdan son derece bozuk bir dünyada yaşadığımız bir gerçek. Gençliğimizin dinamizmini kendi lehlerine çekmek isteyen şer güçleri, popüler kültürü yaygınlaştırmaya çalışır ve futbol, sinema, festival, facebook gibi afyonlar ile gençliği uyuşturmaya çalışır. Maalesef bu kirli emellerini başarıyla yerine getiriyorlar. Ben kendi etrafımdaki insanlarda bunu görebiliyorum. Alex’in Aykut Kocaman’la tartışmasından, facebook’ta paylaştığı bir fotoğrafın çok kişinin beğenmesinden başka derdi olmayan bir sürü insan var. Biz de futbol maçı izleyebiliriz, televizyonda dizi izleyebiliriz, facebook hesabımız olabilir, ancak bu saydıklarımızın hiçbiri hayatımızda önemli bir yere sahip olmamalıdır. Daha önce de söylediğimiz gibi okullardaki içki, zina, muhabbetleri sınıfta erkeklerin ve kızların fıtrata uygun olmayan ilişkileri hiçbir zaman bizi etkilememeli, biz Genç Öncüleriz ve bulunduğumuz kabın şeklini alamayız, mutlaka tavrımızı koymalıyız. Önce birey olarak kendimizi düzeltmeliyiz bireysel ibadetlerimizi yerine getirmeliyiz sonrasında ise topluma karşı sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz. Lise dönemi biz Müslüman gençler için önemli bir sınav, içinde yaşadığımız modern dünyanın tuzaklarına karşı dikkatli olmalıyız. Lisede geçirdiğiniz 4 senenin sonunda kendinizi partilerde de bulabilirsiniz sohbetlerde, gençlik festivallerinde de bulabilirsiniz, tefsir derslerinde de Allah bizi Sırat-i Müstakim’den ayırmasın. Allah’a çağıran, salih amelde bulunan ve: “Gerçekten ben Müslümanlardanım” diyenlerden daha güzel sözlü kimdir? (Fussilet 41/33) Eylül-Ekim’12 • 29


DENEME

BANA HAYALİNİ SÖYLE SANA KİM OLDUĞUNU SÖYLEYEYİM ESLEM ÇANAK

B

azı insanlar var mesela. Benim bilmediğim, tanımadığım, tanışamadığım insanlar. Sadece adlarını duyduğum, kitaplarını okuduğum, filmlerini izlediğim, iz bırakan cinsten... Aslında o kadar uzağa gitmeye de gerek yok. Bir maaş günü, ihtiyaç sahipleri için edindiği kumbaraya katkı yapmanın mutluluğunu yaşayan insanlar var. Annesini kaybettiğini sandığı bir anda onu yanı başında bulan çocuğun gözlerindeki mutluluğu görebilen insanlar var. Birilerine yeni bir şeyler öğretmenin mutluluğunu yaşayan insanlar var. Yıllardır hayalini kurduğu evi alıp, ailesiyle beraber geçireceği güzel günlerin düşüncesiyle yaşayan insanlar var. Hayal dedim değil mi? Hayaller… Her insan hayal kurar. Kimisi, büyük bir yazar olmak ister. 30 • Eylül-Ekim’12


Kimisi, en sevdiği kitabı satın alacak parası ol- mizin gerçekleştiğine inanıyoruz. Rahat bir yaşam sürmenin yollarını da çoğu zaman üniversite kapısun ister. Kimisi, sırtında bir çantayla dünyayı dolaşmayı larında arıyoruz. Hayat her zaman hayal ettiğimiz gibi olmayadüşler. cak belki ama neden denemiyoruz ki? Kimisi, dünyayı değiştirmeyi… Kaçımız düşündük bu hayatta gerçekten ne Büyük veya küçük hayal yoktur ki. Sizi ne mutyapmak istediğimizi? lu ederse onun hayalini kurarsınız. Nelerin bizi mutlu ettiğini, nelerden ilham alPeki, sonra ne olur? Hiçbir şey. Korkarız çünkü. Büyüdükçe hayal gücümüzü, dığımızı… Düşünmedik, sorgulamadık, sadece kabullengerçek dünyaya kurban ederiz. Küçükken astronot olmak isteyen bir çocuk, dik. Kendimi de bu sınıfa dahil ediyorum. büyüdüğünde doktor olur. Çünkü ailesi doktor Ben de bir gencim ve aslına oğulları olsun istemiştir. bakarsanız şu an size öğüt veRessam olmak isteyen bir recek konumda değilim. Ama çocuk, büyüdüğünde kendini Sadece diploma almak hayatımızın hangi yönde ilerlebir sınıfta matematik öğretirzorundaydık. Hangi diğini niçin sorgulamıyoruz ki? ken bulur. Çünkü arkadaşları alanda olduğunun çok da İstersek pek çok şey yapabiçizimlerinin güzel olmadığına liriz. inandırmıştır onu. önemi yoktu. Bir diploma İslam adına, barış adına, inAlim olmak isteyen bir çoaldığımız sürece her şey sanlık adına, mutluluk adına. cuk, büyüdüğünde baba mesgüzeldi, çok bilgili ve Ama biz sadece eve kapanıp leğini devralır. Çünkü alim kültürlüydük. Hayattaki kendimizi ders kitaplarına göolmanın ona geçim imkanı sağtüm kapıları kendimiz müyoruz. Hayatımızın sınavlarlamayacağına inandırılmıştır. açardık. Tabi eğer bir Hepimiz çocukken hayaller da yapacağımız puanlara bağlı doktor veya hakim kurduk ama zaman geçtikçe esolduğuna inandırıldık çünkü… isek, kapıları kendimiz kiden özlemini duyduğumuz şeySadece diploma almak zolerin neler olduğunu bile unutur rundaydık. Hangi alanda olduaçmakla uğraşmazdık hale geldik. Sosyal baskı, maddiğunun çokta önemi yoktu. Bir bile çünkü bizim için yat, statü, aile gibi faktörler bizi diploma aldığımız sürece her açacak birileri her zaman farklı arayışlara itti. Belki de bu şey güzeldi, çok bilgili ve kültürbulunurdu. yüzden pek çok cevher daha keşlüydük. Hayattaki tüm kapıları fedilemeden kabuğuna çekildi. kendimiz açardık. Tabi eğer bir Korkarız dedim değil mi? Evet. doktor veya hakim isek, kapıları Çünkü boyun eğmek daha kolaydır. İnsanların kendimiz açmakla uğraşmazdık bile çünkü bizim görüşlerini benimsemek, onlara direnmekten ve için açacak birileri her zaman bulunurdu. kendi yolunu çizmekten daha kolaydır çoğu zaBen insanların kendilerini geliştirmeleri ve haman. yallerini gerçekleştirmeleri için üniversiteye gitmeSizce Bill Gates neden bu kadar başarılı oldu? leri gerektiğine inanan biri olmadım hiç bir zaman. Ya da Albert Einstein küçükken bir dahi olduAma eğer hayaliniz buysa, ne güzel. O halde ğuna mı inandırılmıştı? Hayır. bu doğrultuda gidebildiğiniz kadar ileriye gidin. Bizim sorunumuz ne biliyor musunuz? Bizler Ama istediğiniz bu değilse de, insanların sizi büyük işler yapmaktan veya hayal etmekten çok, maddiyat ya da statü kaygıları sebebiyle hayallerinizden ve yapmak istediğiniz şeylerden farklı bir rahat ve kolay yaşamak istiyoruz. Güzel evler, arabalar olduğu sürece hayalleri- selde sürüklemesine izin vermeyin. Eylül-Ekim’12 • 31


DENEME Henüz hayatınız hakkında şimdi yapmazsam ilerde buna ciddi anlamda hiç düşünmemiş hiç fırsatım olmayabilirdi. Paranın, konumun, olabilirsiniz, yönlendirmeler ve Ne istediğime karar verene mahalle baskısının her başka tecrübeler doğrultusunkadar bocaladım mı? Bocalaşey demek olduğu bir da ilerliyor olabilirsiniz. dım. dünyada yaşıyoruz. Ama Henüz hayalinizin ne olduÇevrem tarafından eleştirilğunu bile bilmiyor olabilirsiniz. dim, yargılandım belki de. Hala kurt ve kuzu olayının bir Ve hayatınız henüz şekillenmedaha üzerimde baskı oluşturyanılgı olduğunu anlayıp mak isteyen insanlar var mı? ye başlamışken bir anda durup sürüden kopmadığınız Var. düşünmeye korkuyor olabilirsisürece ne büyük Ama ben ne istediğimi biliyoniz. işler başarabilirsiniz rum. Rotamı çizdim, hayallerim Ama bu doğaldır çünkü kenne de hayallerinizi ve hedeflerim doğrultusunda dinizi keşfetmek ciddi manada gerçekleştirebilirsiniz. gitmeye karar verdim. cesaret isteyen bir olaydır. Bir Niyetiniz iyi olduktan, Bunu siz de yapabilirsiniz. üniversitede mimarlık okurken Sizin hayatınız ve söz hakkınız bir anda gerçekten bunu isteyip çabaladıktan ve var. Karşı çıkma hakkınızı kulistemediğinizi sorgulamak cesasabrettikten sonra lanın. Ailenizle ve değer verdiret isteyen bir olaydır. önünüze takılan ğiniz insanlarla istişare etmeyip Ya da sizden farklı beklentileri engellerin sizin için bir kendi bildiğinizi okuyun demiolan ailenize, gerçekte ne istediönemi olmayacaktır. yorum, çünkü bir Müslüman ğinizi söylemekte cesaret isteyen olarak bunu yapmanın yanlış bir olaydır. olduğu şüphe götürmez. SadeYeterince zeki, yetenekli, güçce son sözü söyleyen siz olun diyorum. lü ve iradeli biri olmadığınızı söyleParanın, konumun, mahalle basyen insanlara aksini ispat etmekte kısının her şey demek olduğu bir cesaret ister. Ama zorlansanız, dünyada yaşıyoruz. Ama kurt yorulsanız da vazgeçve kuzu olayının bir yanılgı meyin. olduğunu anlayıp sürüden Çocukluğunuzu kopmadığınız sürece ne bükarşınıza alıp onunla yük işler başarabilirsiniz ne konuşma fırsatınız olsaydı ona ne söylerdide hayallerinizi gerçekleştiniz? Şu an olduğunuz rebilirsiniz. kişi olmasını ve tam olaNiyetiniz iyi olduktan, rak sizinle aynı şeyleri yapmaçabaladıktan ve sabrettiksını mı telkin ederdiniz yoksa ten sonra önünüze takılan enfarklı seçimler yapmasını mı? gellerin sizin için bir önemi olmaDürüst olmak gerekirse, bu seyacaktır. neye kadar hayatımı ben yönlendirÖzetle; büyük hayaller kurun, büyük medim. Akışına bıraktığım ve ilerisini düşünün, çok sabredin, çok çabalayın ve düşünmediğim bir anda, hayallerim ve bir gün bunların gerçekleşeceğine inanın. isteklerimin ne olduğunu sorgulama Yanılmadığınızı göreceksiniz. Sağlıcakla kaihtiyacı hissettim. Çünkü biliyordum lın. ki, eğer

32 • Eylül-Ekim’12


KARİKATÜR ANALİZİ

SÛDE KARAMANOĞLU

ZAMAN Bedenlerimiz için yani maddi anlamda zaman; en nihayetinde yüzümüzü toprağa döndürüyor gerçekten. “ O’ndan geldik ve O’na döneceğiz.“ Muhakkak. Bu manada eşyalardan farksızız belki daha aciz. Zaman geçiyor biz eskiyoruz, yaşlanıyoruz. Bu başta da dediğim gibi gördüğümüz kısmı meselenin. Asıl önemli olan zamanın nasıl, ne yönde geçtiğidir. Mühim olan geçen zamanın kalitesidir. Kalite dedikten sonra da belki tahmin edeceğiniz üzere ‘Müslüman Saati’nden bahsedeceğim. Zaman evet bedenimizi toprağa yaklaştırıyor ama belki bir müslüman saatine sahip olmak bizi mücerret bir ebediliğe yaklaştıracaktır. Akrep ve yelkovanın ehemmiyeti kalmayacak, zamanın hızı vesairesi değil de kalitesi öne çıkacaktır. O zaman toprağı da insan daha olgunlukla karşılayacaktır diye düşünüyorum. Netice-i kelâm: “Artık fecri yalnız kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara bıraktık. Şimdi müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, bizim için gece olan saatleri gündüz ve gündüz olan saatleri gece renginde gösteriyor. Çölde yolunu şaşıranlar gibi biz şimdi zaman içinde kaybolmuş kimseleriz. “ diyor Ahmet Haşim. (Yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim.)

ÇOCUK-ADAM Yorumlar gerçektir. Fazla söze ne hâcet. yetişkinler: - Yaşlı adamın hayat tecrübesi var. Çocukta da sadece bir bisiklet. Çocuğun beyni adamın bildiklerini aktarması için bekliyor. Yaşanmışlık var. Çocuğun aklı sadece bisiklete eriyor. Çocuk araç olarak sadece bisikleti bilirken adamın tank, uçak vs. türlü araçları var. - Adamın beyni çöplük gibi. Çocuğunki saf ve basit. Kuşak çatışmasını, nesiller arası farkı çok iyi anlatıyor. - Dünyaya hapsolmuş adam. Adam bir bakıma dünyanın kendisi. Küçük olan da dünyaya kukla olmuş insanları temsil ediyor. veletler: - Canavar gibi bir şey sanki yara bandı var. Kaplumbağaya benziyor. Bir kaplumbağa var sinekle arkadaş olmuş. Sineğe bir sürü oyuncak taşımış. Kaplumbağada bi gariplik varmış. Bacakları çok uzunmuş, bir de gözlük takıyormuş. -Tırtıl gibi bir şey var. İnsanla bebek var bir de. Başka da bişey anlamadım. Eylül-Ekim’12 • 33


ÖYKÜ

EVE DÖNÜŞ ZEHRA YURDAN

B

ir heyecan sarmıştı benliğimi. Tam yedi sene olmuştu. Nasıl da geçmişti zaman. Ayrılık gününü hatırlıyorum da nasıl da zor gelmişti. Bir yandan babama sarılırken, bir yandan da gözlerimden süzülen yaşları saklamaya çalışıyordum ellerimle. Ailemin ve çevremin gözünde evin çalışkan delikanlı Ömer’i burs kazanmıştı, yurtdışında okumaya gidiyordu. Çabukça okulunu bitir de gel tenbihleri arasında uğurlanmıştım. On sekiz yaşındaydım. Yedi senede neler değişti hayatımda. Benimle gurur duyan babam yok. Nineciğim gidişimin yedinci yılında vefat etmişti. Nineciğimin vefatını haber veren abim de, ben de, sanki rol yapıyorduk telefonda. Telefonu kapadıktan sonra bıraktım kendimi, doyasıya ağladım. Bana ilk namaz kılmayı öğreten, beni yazın Kur’an öğrenmem için camiye yollayan, cumaları babamın arkasına takıp namaza yollayan, ninem yoktu artık. Babam trafik kazasında vefat ettiğinde bana söyleme görevi amcama verilmişti. Zavallı amcam ahizeyi açtığımda titrek sesiyle ne kadar ızdırap içindeydi. Babamın vefatından bir yıl önce New York’ta işletmeyi bitirmiştim. Ajansımı kurma safhasındaydım. Amcamın ısrarlarına rağmen Türkiye’ye gitmedim. Cesaretim yoktu gitmeye.

34 • Eylül-Ekim’12

Bendeki eksiklikler belki tamamlanmıştı ama, ya ailemdeki eksiklikler? Hep o on sekiz yaşındaki bıraktığım gibi hayal etmek istedim. Biraz bencillik yaptım biliyorum. Ailemle, özellikle annemle soğukluk girdi aramıza. Telefonlarda artık o özlem dolu sıcak sözler yok. Diyorum ya çok şey kopardı yıllar bizden. Ama olsun, karar verdim artık döneceğim. Ailemi ev sohbetlerini, mahalle maçlarını, abimle kavgalarımı özledim. New York’a gelmek kurtuluştu benim için, yedi sene geçti üstünden. Düşüncelerim değişti. Şimdi New York’tan kurtulmaya az kaldı. New York’a geldiğim ilk sene babamın uzaktan akrabası olan Muhsin Amca bana yardımcı olmuştu. İki hafta onun evinde kaldıktan

sonra, okulda iki arkadaşımla ayrı eve çıkmıştım. Farklıydı hayat burada. Akşam ailece toplanıp yemek yenmez, sohbetler yapılmazdı. Muhsin Amcaya camiye gitme teklifini sununca yolu


bulmam için küçük oğluyla göndermişti. Muhsin Amca evde kılacakmış. İlk aylar çok zordu. Artık ben de cuma yerine evlerinde öğle namazı kılanlardan olmuş, beş vakit namazım üçlere, bazen de ikilere düşmüştü. Sonraları da ah hatırladıkça içim cız ediyor. Ninemin öğrettiği dini bilgiler, dualar yok artık hayatımda. Aylar sonra Muhsin Amca ve niceleri gibi boş verenlerden olmuştum. Ben de sadece nüfus cüzdanlarında müslüman yazan, gaflet uykusuna yatanların kervanındaydım. Burada hayat çok farklı. Ailesiyle yaşayan çok azınlıkta. Onlar da yatmadan yatmaya uğradıkları evlerinden kaçarcasına çıkanlar. Artık evde dört kişi olmuştuk. Yine böyle evlerden birinde yaşayan hıristiyan arkadaşımız, yanımıza taşınmıştı. O kadar pişmandım ki, ninemin ısrarlarına rağmen dini eğitimime ağırlık vermediğim için. Ninem ısrar ettikçe, babamın zamanı gelince deyip, beni dershane dershane dolaştırmasından ses çıkarmadığım için. O da kendine göre haklıydı belki de. Kendi okuyamamış, abimi yanında çırak olarak yetiştirmişti. Zaten şu an abim devam ediyor; baba mesleği olan kalaycılığa... Bir gün televizyon izliyorduk evde. Dünya üzerindeki dinlerden bahsediyordu. Hıristiyanlık, Musevilik derken sıra Müslümanlığa geldi.

Hıristiyan arkadaşım bana dönerek, dini bilgilerden sormaya başladı. Birden kızardığımı hissettim. Hıristiyan arkadaşım araştırmayı seven ve İslam hakkında birçok bilgiye sahipti. O gün hemen uyumak istedim. Uyumak dediysem de yatakta utancımla baş başa kalmak. Son senemdi fakültede. Hani demiştim ya New York’un bana kazandırdıkları, diploma ve bir iş, ya benden al-

dıkları? Bütün gece düşündüm. Çok mu zordu gerçeği bulmak, öğrenmek, yaşamak. Herhalde öğrendikten sonra kaybetmek kadar zor değiller dedim. Sabah yeni bir güne temiz bir güne başlayacağıma söz verdim... Sabah büyük bir karanlıkla evden çıkıp, hemen kitapçıya koştum. Burada dünyanın her yerinden eserleri bulmak mümkün. Romanların, bilim kurguların, batıl kitapların arasında sıkıştırılmaya çalıştırılsa da aldığım kitaplar ne çabuk bitiyordu. Küçük cümlelere ne geniş anlamlar yüklemiş önderler... Günlerden Cuma ve ben namaza başlamaya karar verdim. Atladım taksiye. Nerede kılsam derken aklıma geldi. Hani şu aylar sonra evine bile uğramadığım Muhsin Amca var ya onun beni yolladığı, yolladığı derken benim gitmek istediğim cami. Caminin içindeydim. Hutbe okunuyordu. Yıllardır dinlemediğim hutbe. Cuma namazından sonra Muhsin Amcaya uğrayayım dedim. İki sene önce taşınmış; komşusu adresini vermek istedi; almadım, gitmek gelmedi içimden. Ve yine New York caddelerindeydim. Bu sefer gününü gün etmek için değil. Annemlere hediye almak istedim. Caddeleri dolaşmaya başladım. Vazgeçtim almaktan. Buradaki her şey kirli geliyordu bana. Son saatlerim New York’ta ne kadar çekilmez olmuştu. Evdeki birkaç kitabımı ve kıyafetimi bir çantaya koyup çıktım evden. Aslında haber vermeyecektim bizimkilere. Ama karşılamak istedim. Abimi aradım, şaşırdı. Babasının cenazesine gelmeyen sen, şimdi temelli mi dönüş yapacaksın dedi. Sonra konuşuruz dedim. Sonra konuşuruz doyasıya. Belki eski günler gelmez ama alışırız dedim abime...

Eylül-Ekim’12 • 35


ÖYKÜ Havalimanındaydım. Bir saat erken gelmişim. Dakikalar geçmek bilmiyor. Etrafıma bakarak geçirdim dakikalarımı. İnsanları incelemeye koyuldum. Ne kadar boştu hayatları. Ne kadar çekilmezdi bu boşlukta yaşamak... Saatler sonra Van Havalimanı’ndaydım. Heyecan bastı beni. Çocukluğumun geçtiği şehirdeydim. Heyecanla etrafıma baktım. Yoksa gelmeyecekler miydi? Beni bir karamsarlık kapladı. Haklıydılar. Aylarca aramamıştım onları. Babamın cenazesine ısrarlarına rağmen, işimi bahane edip gitmemiştim. Bu eziklikle telefonlara da çıkmıyordum. Yaz tatillerinde imkanlarım olmasına rağmen gitmemiştim. Hak etmiyordum, onların arasına hiçbir şey olmamış gibi girmeyi... Bir saat daha beklemeye karar verdim. Eğer gelmezlerse geri dönecektim. Evin yolunu çok iyi hatırlıyordum. Gidebilirdim ama onlara haber vermiştim. Beni karşılamaya gelmeleri, affettiklerinin işaretiydi. Ben düşüncelerimle boğuşurken, küçük bir çocuk sesi: Ömer Amca dedi ve boynuma sarıldı. Boynuma sarılan Mahmut abimin oğlu Ömer idi. Hatırlıyorum da, abim telefonda heyecanla, oğlunun doğduğunu ve adını Ömer koyduğunu haber vermişti. Benim için bir şey ifade etmemişti. Çok meşguldüm o zamanlar... Çok şaşkındım. Beni karşılamaya kalabalık gelmişlerdi. Abim, annem, amcam, dayımlar, komşumuz Bilal Amca ve küçük Ömer. Ağlamaya başladım. Yedi sene önce bu havalimanında ağlarken gözyaşlarımı saklamaya çalışıyordum. Bu sefer öyle

36 • Eylül-Ekim’12

değildi. Sarıldım herkese doyasıya. Korktuğum gibi olmadı. Kimse bana hesap sorup azarlamadı. Anneciğim, telefondaki soğuk sesi yerine, sevinçli ve heyecanlı sesiyle Ömer’im deyip sarıldı. Ayaküstü hal hatır sorduktan sonra, arabalara bindik. Bilal Amca, arabada yine anlatmaya başladı o hiç bitmeyen hikayelerinden. Hiç değişmemiş. Annemi bayağı çökmüş gördüm. Yüzündeki derinleşmiş çizgiler, geçen yıllardan kalıntıydı. Dakikalar sonra mahalledeydik. Çok değişmiş buralar. Anneciğim hasta haline rağmen, sevdiğim yemekleri yapmış. Unutmamış canım annem. Yemekten sonra, amcamlar camiye gidelim dediler. Seneler sonra ilk defa, biri bana camiye gidelim dedi. Heyecanla çıktım dışarı. Mahallenin çıkışında bulunan camiye gittik. Ne kadar anılarım olmuştu burada. Babamla Cuma namazına buraya gelirdik. Kur’an okumayı da ilk defa burada öğrenmiştim. Namazdan sonra dışarı çıktık. Sormaya cesaret edemiyordum babamla nineciğimin mezarını. Sormaya yüzüm yoktu. Evet evet hakkım değildi bu. Abim birden amcamlara, bizim Ömer’le işimiz var dedi. Amcamlar eve dönerken, biz de arabayla mezarlığın yolunu tuttuk. Yolda hiç konuşmadık abimle. İşte babamla nineciğimin huzurdaydım. Ahlamak vahlanmak zamanı değildi. Selam verip, dualarımı okuyup, özür diledim onlardan. Gözyaşlarımı katık ettim dualarıma… Babacığım, senin istediğin gibi, geç de olsa diplomamla dönmüştüm gurbetten, evime... Ve nineciğim, senin istediğin gibi, ruhum dönmüştü hak evine....


ŞİİR

PENYE VE HAKiKAT iyiydik. penyelere inanıyorduk doğum günü şarkılarına, pastalara ve mumu üfleyen kişiye iy ki doğmuş olmanın neşeli gerekliliğine kimyaya, ölçü ve tartı aletlerine inanıyorduk adı fatma, fatma’ya hemen inanıyorduk sergio leona’ya, elektrik enerjisine adı ali, ali’ye niçin inanmayalım

iyiydik ikinci tokatları kültürel fark kuramıyla açıklıyorduk birincisi doğaçlamaydı zaten üçüncü tokat ama insan haklarına aykırı insan haklarına inanıyorduk john locke’a ve john wayne’e bir yerden bir yere gitmeye inanıyorduk montlara, pamuk tarlalarına, virginia tütününe

ölülerin yönetimindeki dirilerin savaşına ama en çok penyelere “lili marlen şarkısı ne kederlidir” aldık, kabul ettik; çok kederlidir buralarda bir yerdeydi, ona da inanıyorduk her neydiyse zaten şüphe yok inanmamıza el kameralarına, merhamete… reno toros’a nerdeyse iman edecektik üretimden kalkmasa

iyiydik penyelere inanıyorduk. monogamiye ve sürprizlere sürpriz diyen bir ağzın kibirli büzülüşüne bikini adasına ve bahçıvan pantolonlara kremlere ve troçki’nin dürüst biri olduğuna nedense kiraz zamanına, tanpınar’ a istanbul dünya başkentidir cümlesine ve kepekli pirince kayıp kardeşlere, ölü dillere, mühendislere kayıp kardeş fikrinde kulağa hoş gelen bir şey yok mu jodie foster’a ; hep beraber elmalılı tefsirine, bir kısmımız çok azımız karabaş tecvidine terlemeye, rutubete, madonna’ya vatan değerli bir arsadır, millî emlakçılara devlet demiryollarına ve halkın karayollarına çift güllü yasin kitaplarına mor beyaz afyon çiçeklerine değil ama bir daha: çift güllü yasin kitaplarına kendine iyi bak dileklerine; görüşürüz niye görüşeceksek şadırvanlara, antik dünyaya; roma ve üç kıtaya sözleşmelere ve sosyal sigortalara yerlere tükürmemeye -göklere tükürebilirsinizisrailoğulları israilkızlarını öldürürken iyiydik, penyelere inanıyorduk

OSMAN KONUK


KİTAP TANITIMI AYŞENUR AKSU

GARİPLERİN KİTABI / IAN DALLAS - Şule Yayınları Kitabımız bir İsmet Özel çevirisidir. Kitabımızın konusu kütüphanede çalışan bir memurun kaybolması üzerine yerine terfi etmiş olan kişinin merakı dolayısıyla onu aramaya başlaması ve kendini apayrı bir dünyada bulmasıyla devam eder. Kahramanımızın aradığı şey sadece bir kişiyken, artık bambaşka yerlere gelmiştir. Bir dönem tekkede bulunuyor ve nefse hoş gelen fani nimetlerden geçebilmeyi başarıyor. Bu iç huzurun ve arayışın kitabını, tasavvufa ilgi duyanların okumaktan büyük bir zevk duyacaklarına inanıyorum.

TAŞLARI YEMEK YASAK / İSMET ÖZEL - Şule Yayınları Yazarımız İsmet Özel, içerikleri birbirinden zengin kitaplarıyla, okura bambaşka bakış açıları kazandırıp ufuklarını açmayı hedefliyor. Tıpkı diğer kitapları gibi söz konusu kitabımızda da Müslümanları uyandırmak, harekete geçirmek gibi bir şiar ediniyor. İslam düşüncesini benimsediği ilk zamanlara tekabül eden kitabımız, Batıya olan ilgi ve sevginin gereksizliğini gözler önüne seriyor. Batının ve İslamın duruşu çok açık bir şekilde tahlil edilmiş ve dikkat kesilerek okunması gereken kitaplardan biri Taşları Yemek Yasak.

BİREYSEL VE TOPLUMSAL DEĞİŞMENİN YASALARI CEVDET SAİD - İnsan Yayınları Kitabımız Ra’d suresi 11. ayet üzerinden gidiyor. Yazarımız Cevdet Said, toplumun iyi ya da kötü değişiminin bireyden başladığını ama sırf ferdiyetçiliğe de yoğunlaşılmaması gerektiğinin üzerinde durmuş. Yazarımızın fikri genel olarak; her bir fert kendi değişimini yapar ve sonucunda da toplumsal bir değişimden söz edilebilir. Kitabımızda kaynak olarak ise Muhammed İkbal, Seyyid Kutub, İbn Teymiyye gibi sağlam isimlerden faydalanılmış. Kitap tek bir ayet üzerinden sosyolojik bir kaynak olarak çıkıyor karşımıza.

HZ. İNSAN / DÜCANE CÜNDİOĞLU - Kapı Yayınları Hz. İnsan’ın dili biraz ağır olmasına rağmen okudukça seveceğiniz bir kitap. Göz ardı edilen küçük ama önemli detaylara dikkat çekiyor yazarımız. Okurunun fark etmesini sağlıyor. İnsanın yaratılış özelliklerini kendi duygu ve düşüncelerine göre yorumluyor. Ve bunu süslü- edebî bir tarzda ifade ediyor. Kitabımız denemelerden oluşuyor ve adeta hayatın içinden bir kitap.

38 • Eylül-Ekim’12


3 İDİOTS 2009 Hindistan yapımı Rajkumar Hirani’nin yönetmenliğinde bir Amir Khan filmi. Ülkedeki en iyi mühendislik okulunda okuyan 3 gencin hikayesi. Ezberci eğitim sistemine baş kaldıran ve buna rağmen bu sistemin en başarılı öğrencisi olan Ranco ve 2 arkadaşı filmde izleyenleri kimi zaman ağlatacak, kimi zaman güldürecekler. Başrol oyuncumuz diğer arkadaşlarının hayatlarını da şekillendirmiş ve insanların yetenekleri olmayan konularda başarılı olamayacakları mesajını vermiştir.

SERÇELERİN ŞARKISI 2008 İran yapımı filmimizin yönetmeni; Majid Majidi. Film, bir devekuşu çiftliğinde çalışan aile babasının çiftlikten kaçan bir devekuşu yüzünden işsiz kalmasıyla başlıyor. Ailede bir de işitme engelli bir kız var, bu kızın cihazının tamiri için Tahran’a gidip para kazanılması gerekiyor. Film daha sonra aslında ilahi adalet teması etrafında şekilleniyor. Asıl adalet, insanın ufak hesaplarını bozarak tecelli ediyor.

MY NAME IS KHAN Filmimiz, 2010 senesinde vizyona girmiş, filmin yönetmenliğini ve yapımcılığını ise Karan Johar üstlenmiştir. Kahramanımız Rızvan Khan, Hindistan’da annesi ve erkek kardeşiyle yaşayan bir otizm hastası çocukken, annesinin vefatından sonra kardeşi ve onun eşinin yanına Amerika’ya gider daha sonra burada yeni bir yaşam kurar kendisine. Hindu biriyle evlenir ve hiç yoktan, üzücü bir olay yaşarlar. Bu olay sonrasında terörle ilgili mesajlar verilmeye başlanır.

Eylül-Ekim’12 • 39


İSLAMİ KAVRAMLAR

ŞEYTANINI KOVMAYA NE DERSİN? - II HANNE MERYEM 8) Şeytan insanların arasını açar. İnsan, çıkarına düşkün bir mahiyette yaratılmıştır. Bunun sonucu olarak, insanlar kendi aralarında “çıkar çatışması” yaşarlar. Din, insandaki bu çıkarına düşkünlüğü terbiye ederek, onları birbirleri için fedakârlık yapan kimseler haline getirmeyi hedefler. Yüce Allah şöyle der: “Mümin kullarıma söyle, en güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.” (İsra Suresi, 53) Nesep yönünden aslında bütün insanlar birbirinin kardeşidir. Çünkü hepsi Hz. Âdem’in torunlarıdırlar. Ama şeytan bu akrabalığı unutturur, onları birbiriyle boğuşturur. Mesela, ırkçılığı körükler, bazılarına, “En üstün ırk sizsiniz, siz asil bir milletsiniz. Diğer milletler size hizmet etmeli.” der, onları istilacı yapar. Din, inananları kardeş olarak ilan etmesine rağmen, şeytan onlar arasında bölücü fikirler yayar, mümini mümine düşman yapar. Öyle ki, bu düşmanlık zaman zaman savaşa kadar uzanabilir. Veya aralarında meydana gelen küçük meseleleri öyle büyütür ki tarafların birbirlerine sevgi ve hürmetleri kalmaz. Hatta aynı anne-babadan olan nesebi kardeşleri bile, mesela küçük bir miras meselesinde birbirlerine düşman hale getirebilir. 9) Şeytan korkutur. Şeytan, insanları korku damarından yakalayıp hayırlı işlerden alıkoymak ister. Bunun farklı teza-

40 • Eylül-Ekim’12

hürleri olabilir. Kur’an ayetleri bu noktada da bizlerin ufkunu açmaktadır. Mesela: 1-”Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin işlere teşvik eder.” (Bakara Suresi, 268) “Allah yolunda vermek”, dinde önemli bir esastır. Ama şeytan buna engel olmaya çalışır, “Verirsen malın azalır. Hem niye vereceksin ki?” der. Hâlbuki vermekle mal azalmaz. Her ne kadar azalsa da Allah onu bereketlendirir. 2- “İki ordu karşılaştığında içinizden dönenler var ya; yaptıkları bazı şeyler yüzünden şeytan onların ayaklarını kaydırmak istedi. Bununla beraber, Allah onları bağışladı. Şüphesiz Allah, Gafur’dur, Halîm’dir.” (Al-i İmran Suresi, 155) Ayet Uhud Savaşı’nın başında şeytanın vesvesesiyle iki kabilenin geri dönmek istemesiyle alakalıdır. Şeytan bizi de aynı şekilde Allah yolunda birşeyler yapmaya çalışırken, mücadele verirken makamımızdan olmak, parasız kalmak, insanların gözünde itibar kaybetmek gibi şeylerle korkutup geri döndürmeye çalışabilir. 3-“(Size o haberi getiren) ancak şeytandır, o sadece kendi dostlarını korkutabilir. Onlardan korkmayın, eğer mümin iseniz benden korkun.” (Al-i İmran Suresi, 175) Bu ayet de Uhud Savaşı’yla alakalıdır. Müslümanlar Uhud’da bir mağlubiyet yaşarlar. Ebu Süfyan, Uhud’dan ordusuyla ayrılırken, Hz. Peygamber’e şöyle seslenir. “Bedir’in intikamını


Şeytan ilahi emre karşı geldiğinde bunun sebebi sorulunca, “Hata yaptım, affet” demek yerine isyanını savunmaya çalıştı. Demek ki, kusurunu itiraf etmemek şeytani bir haslet, kusurunu kabullenip af dilemek ise Ademî bir meziyettir. Kusuru kusur olarak gören o kamburdan kurtulmaya çalışır, ama kusurunu itiraf etmeyen biri, ondan kurtulamaz.

aldık. Seneye Bedir’de buluşalım.” Rasulullah, “İnşallah” der. Belirlenen vakit geldiğinde, Ebu Süfyan ordusuyla yola çıkar. Fakat içine bir korku düşmüştür, geriye dönmek ister. Yolda Nuaym b. Mesud’la karşılaşırlar. Onu Medine’ye caydırıcı propaganda yapması için gönderir. Nuaym b. Mes’ud, Medine’ye gelir ve “Ebu Süfyan, karşısında dayanılmaz bir orduyla yola çıkmış, geliyor. Vallahi, bir tekiniz sağ kalmazsınız” der. Rasulullah, bu tarz propaganda karşısında, sahabelere: “Ben tek başıma da olsa karşı çıkacağım” diyerek kararlılığını gösterir. Sahabelerle beraber Bedir’e geldiklerinde Ebû Süfyan ve arkadaşlarının korktukları için savuşup gittiklerini görürler. 10) Şeytan, insana kusurunu itiraf ettirmez veya Allah affeder diye aldatmaya çalışır. Şeytan ilahi emre karşı geldiğinde bunun sebebi sorulunca, “Hata yaptım, affet” demek yerine isyanını savunmaya çalıştı. Demek ki, kusurunu itiraf etmemek şeytani bir haslet, kusurunu kabullenip af dilemek ise Ademî bir meziyettir. Kusuru kusur olarak gören o kamburdan kurtulmaya çalışır, ama kusurunu itiraf etmeyen biri, ondan kurtulamaz. Peygamber Efendimiz: “Vallahi ben Allah’a günde yetmiş defadan çok istiğfar ediyorum” der. Başka bazı hadislerde Hz. Peygamber’in günde yüz defa istiğfar ettiği belirtilir. (Müslim, Zikr, 41;

Ebû Dâvud, Vitr, 26) Aslında peygamberler masumdurlar. Peygamber Efendimizin günde en az yetmiş kez istiğfar etmesi, günahından dolayı olmayıp ümmetine hüsn-ü misal olması içindir. Şeytanın insanı Allah’ın adıyla aldatmasının bir başka yolu da, Allah’ın affediciliğini öne sürerek insanı günah işlemeye teşvik etmesidir. Bu örnekte insan hatasını kabul eder ama “nasıl olsa Allah affeder” diyerek bile bile günah işlemeye devam eder. İşte o zamanda Allah korkusunu yitirme tehlikesiyle karşı karşıya gelir. Kuran’da, “yakında bağışlanacağız” diyerek bile bile günah işleyen insanlar (Araf Suresi, 169) bildirilirken, şeytanın insanı Allah adıyla aldatışının örneği de haber verilir. 11) Şeytan içki ve kumara teşvik eder. “İçki, kumar, putlar, fal okları şeytanın amelinden bir pisliktir. Bundan kaçının ki kurtulasınız. Şüphesiz şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?” (Maide Suresi, 90-91) İçki ve kumar, ilk devirlerden beri hemen her toplumda görülen muzır birer illettir. Günümüzde ise, adeta çılgınlık boyutlarına varmıştır. Vatandaşlarını zararlı şeylerden koruması gereken devletler bile -tabir yerindeyse- şeytana kanmış, devlet eliyle içki fabrikaları açılmış ve kumara izin verilmiştir. Mealde “kumar” şeklinde ifade edilen kelime, ayette “meysir” olarak geçer. Bu kelime, başta ku-

Eylül-Ekim’12 • 41


İSLAMİ KAVRAMLAR

mar olmak üzere “milli piyango, toto, loto…” gibi evde kıldırtmaya çalışır. Bir başka adımda artık sabütün kolaydan kazanılan haram kazançları içine bah namazına uyanamaz hale getirir. Yapabilirse alır. İslam’da esas olan çalışmaktır. Bunlar gibi ko- daha ilerisinde namazı bütün bütün terk ettirir. laydan kazanılan şeylerde ise, bazılarının sırtından 14) Şeytan Temiz Kalplisin Diyerek Kandıbaşkalarını zengin yapmak esası vardır. İçki ve kumarla beraber ayette yasaklanan iki rır. Şeytan müminlere ve Kuran ahlakından uzak şey daha vardır: Putlar ve fal okları. Her çeşidiyyaşayan insanlara birbirinden le putlar, günümüzde de devam farklı tuzaklar kurar. Örneğin, etmektedir. Fal oklarının yasak- Şeytanın her şahısla lanması, aslında her türlü falın alakalı bir “yol harita- din ahlakından uzak yaşayan bir yasaklanmasıdır. Cahiliye dönesı” vardır. Şeytan, kime kimseye, temiz kalpli biri olduminde Araplar okları kur’a şeklinnerden ve nasıl yakla- ğu telkini vererek, güzel ahlakı de çeker ve bunlardan gelecekle şılacağını gayet iyi bilir. yaşamamasını ve daha da uzakalakalı işaretler çıkarmaya çalılaşmasını sağlar. Onu tamamen Mesela, günde beş vakit şırlardı. Yani geleceği tahminle dünya hayatına yönelterek ona namazını kılan birine tualakalı şimdi de yapılan tarot falı Allah’a hesap vereceği günü tup da “artık yeter, bungibi şeylerin hepsi de bu fal okları unutturur ve bunun gibi vesiledan sonra namaz kılma!” misaline örnektir. lerle onu ömür boyu din ahlademez. Bunun yerine, kından uzak tutmayı amaçlar. mesela önce sabah na12) Şeytan unutturur. Allah bu aldatmacalara inanan mazını evde kılmaya ikna Unutmak, insana arız olabilen insanların ahirette düşecekleri eder, “Hava soğuk, sağzaaflardandır. Unutmanın en ködurumu Kuran’da şöyle bildirir: lığı korumak da bir götüsü ise, Allah’ı ve ahireti hatıra rev. Bugün evde kılıver” getirmemek, dünyaya gönderiliş “Şeytan onları sarıpder. Bir başka merhalede gayesine aykırı işler yapmaktır. kuşatmıştır; böylelikle onlara tüm namazlarını evde Bu ise, kelimenin tam anlamıyla Allah’ın zikrini unutturmuştur. kıldırtmaya çalışır. Bir İşte onlar, şeytanın fırkasıdır. bir gaflettir. Böyle gafiller hakkınbaşka adımda artık saDikkat edin; şüphesiz şeytanın da Allah şöyle buyurur: bah namazına uyanamaz fırkası, hüsrana uğrayanların “O kimseler gibi olmayın ki, hale getirir. Yapabilirse ta kendileridir.” (Mücadele Suonlar Allah’ı unuttular, Allah daha ilerisinde namazı resi, 19) da ceza olarak nefislerini onlabütün bütün terk ettirir. ra unutturdu.” (Haşr Suresi, 19) * Bir önceki sayıda yayınlanan “Şeytanını Kovmaya Ne Dersin?” yazısı13) Şeytan hedefine adım adım gider. Şeytanın her şahısla alakalı bir “yol haritası” nın devamıdır. vardır. Şeytan, kime nerden ve nasıl yaklaşılacağını gayet iyi bilir. Mesela, günde beş vakit namazını KAYNAKÇA 1. Şeytanın Hile ve Tuzakları / Mustafa Öselmiş kılan birine tutup da “artık yeter, bundan sonra 2. Şeytani Kusatmaya Karsi İki İmkan: Dua ve Secde - Vakit / Abdullah Yıldız namaz kılma!” demez. Bunun yerine, mesela önce 3. Şeytanın Gizlediği Tuzaklar - İlmi Mercek Dergisi 23. sayı sabah namazını evde kılmaya ikna eder, “Hava so(Mayıs 2006) 28. syf / Harun Yahya ğuk, sağlığı korumak da bir görev. Bugün evde 4. Şeytanın Tuzakları / Doç. Dr. Şadi Eren 5. Hak Dini Kuran Dili – Bakara Suresi Tefsiri / Elmalılı Hamdi kılıver” der. Bir başka merhalede tüm namazlarını Yazır

42 • Eylül-Ekim’12


Dua

B/arınıyorum ınıyorum senin hizbinde milim milim Avuç vuç avuç avu dua sserpiyorum… Gönlüme Gönlü gün Y/anışlarda s/eziyorum her gü Gün’ahlarımı. Gün’ahlarım Gülüşlerimde yutkunuyorum arzularımı arzularım Dinliyorum arz ettiğin kelamı Diyorum; rum; Kelama hacet yok Rabbim Halim sana ayandır Anladım… Sen başka aşka düşemem Bu/gün ya/rın f/ani Biliyorum Amalarım çoğalıyor bazen Nefsim d/üşüyor Tiz bir sesle Karanlıkta. Beyhude gecelerde Mahmur g/özlerimle Boğuluyorum ALLAHIM Pişmanlıklarımla… AFFET ALLAH’IM… ZEYNEP TOPUZ

Eylül-Ekim’12 • 43


Kültür Sanat Melike YURT

Dürr ve Sadef Emine Fikriye Beledli Nesil Yayınları Dürr ve Sadef Hz. Amine’yi anlatan bir roman. Emine Fikriye Beledli’nin her satırını titizlenerek yazdığı bir eser, öyle ki kitabın sonunda okura kaynaklar sunulmuş, referanslar gösterilmiş. Hz.Amine’nin hayatını roman olarak okuyucuya sunan eserin ismi de bir hayli düşünülmüş. Dürr, eşi benzeri olmayan inci demektir. Sadef ise incinin içinde oluştuğu kabuktur. Kitabın adındaki Dürr Hz. Muhammed’i Sadef ise Hz.Amine’yi temsil etmekte. Yazarını yazarken gözyaşları içinde bırakan eser okuyucuyu da derinen etkilemekte.

44 • Eylül-Ekim’12

Sivas Kitap Fuarı Geç olsun güç olmasın nevinden bir organizasyon oldu Sivas Kitap Fuarı. Anadolu’da zordur bu tarz organizasyonlar gerçekleştirmek. Yoğun çaba, emek ve fedakarlık ister. İşte Sivas’ta da böyle bir fuar gerçekleşti 31 Ağustos-4 Eylül tarihlerinde. Çeşitli yayınevlerinin katılımı ile Şifahiye Medresesi’nde gerçekleştirilen fuara 123 yayınevi katıldı. Yavuz Bülent Bakiler, Ahmet Turan Alkan, Beşir Ayvazoğlu, Yavuz Bahadıroğlu, Senai Demirci, Tarık Tufan, Cemal Safi, Cemal Nur Sargut gibi isimler olacak ve ayrıca imza günlerinin yanı sıra yazarlar birçok söyleşide bulundu. Ve yine tarihî Buruciye Medresesi’nde dinleyicilere yönelik kitap okuma programını düzenlendi. Böylesi geniş çaplı ilk kitap fuarına Sivas halkı da yoğun ilgi gösterdi.


Kültür Sanat Edebiyat Yarışması Sanatalemi.net’in bu yıl ikincisini düzenlediği edebiyat yarışması başvuruları başladı. Gençlere fırsat verip teşvik etme amacı güden bu organizasyon herkesin katılımını sağlayabilmek için 6 dalda gerçekleştiriliyor. Sanatalemi.net’in yayın yönetmeni Mehmet Nuri Yardım yarışmayı daha önce sitede köşe yazarlığı yapmış olan yazarlar adına düzenlemelerinin amacını vefa borcu olarak açıklıyor. Kategoriler ise makale (Abdurrahim Balcıoğlu), hâtıra (Ahmed Yüksel Özemre), köşe yazısı (Ergun Göze), deneme (Hamit Can), şiir (Olcay Yazıcı), hikâye (Ümit Fehmi Sorgunlu) şeklinde belirlenmiş. 10 Ekim 2012 tarihine kadar gönderilmesi gereken eserler, Sanatalemi.net yazarları ve ESKADER yöneticilerinden oluşan bir seçici kurul tarafından değerlendirilecek. Her türde birinci, ikinci ve üçüncü seçilen eserler ile mansiyona kalan çalışmalar, 20 Ekim 2012 tarihinde açıklanacak. Özel ödüllerle, vefat etmiş yazarların eserlerinin dereceye girenlere armağan edileceği yarışmanın töreni, 31 Ekim 2012 tarihinde İstanbul’da gerçekleşecek.Detaylı bilgi için www.sanatalemi.net ziyaret etmek yeterli olacaktır.

TYB Geleneksel Mesnevi okumaları başlıyor! Ankara TYB Genel Merkezi’nde gerçekleştirilen Mesnevi Okumaları, yeni dönemde de pazartesi akşamları yapılacak. TYB’nin Kızılay’daki mekânında gerçekleşecek olan okumaları, isteyen herkes takip edebiliyor. 14 yıldır temmuz ve ağustos ayları dışında her pazartesi TYB’de Mesnevi dersleri gerçekleşiyor. İlahiyat, dil tarih ve edebiyat fakültelerinin hocaları yetkin Farsçalarıyla Mevlâna Celaleddin Rumi’nin Mesnevi’sini esas metninden okuyor ve açıklıyor. Mesnevi derslerinin 14. yılında, Prof. Dr. Adnan Karaismailoğlu, Prof. Dr. Mustafa Aşkar, Prof. Dr. Hicabi Kırlangıç, Prof. Dr. Derya Örs ve Dr. Halil İbrahim Sarıoğlu dönüşümlü olarak Mesnevi okumalarına devam edecek. Katılımın serbest olduğu okumalar, 17 Haziran 2013’e kadar sürecek. (0312 232 05 71-72)

Ama Sizden Değilim Nihan Kaya Sayfamızdan daha önce başka kitaplarının da tanıtımını yaptığımız, okurlarımızın aşina fakat işlediği konular ve işleyiş şekli itibari ile farklı bir yazarın, Nihan Kaya’nın yepyeni bir öykü kitabı “Ama Sizden Değilim”. Birbirine yakın olduğunu sana ama uzak olan insanların kesişen öykülerinden bahsediyor. Günümüz dünyasında sıkça yaşanan ilişkilerin anlatıldığı kitap yazarın psikoloji temelli gözlemleri ile gerçekçi bir zemine kavuşup okuyucuyu da içine çekiyor. Mizah ve hüzün gibi öğeleri de içinde barındıran kitap “ama”lara da yer veriyor.

Eylül-Ekim’12 • 45


ETKİNLİK

ÜNİVERSİTE GRUBU AÇILIŞ KAHVALTISI GERÇEKLEŞTİ Sena AYDINOĞLU

22 Eylül Cumartesi günü Genç Öncüler üniversite grubu faaliyetlerimizin başlangıcını yapmak üzere bir program düzenledik. Davetimize icabet eden yaklaşık 90 kişinin katılımıyla gerçekleşen program da hem yeni insanlarla tanışma hem de uzun süredir görüşemediğimiz arkadaşlarla muhabbet etme fırsatımız oldu. Kuran tilaveti ile başlayan program, slayt gösterimi ve Zeynep Aksu’nun bu yıl gerçekleşecek olan faaliyetleri tanıtan konuşmasıyla devam etti. Ardından kahvaltılar yapıldı ve 2012 Güz Dönemi Eğitim Seminerleri’ne kayıt olmak isteyen katılımcılar form doldurdular. Sene içerisinde gerçekleşecek olan faaliyetlerimizde hanım kardeşlerimizle görüşmek duasıyla program sonlandı.

46 • Eylül-Ekim’12


Ortak DİL, Ortak MUHABBET, Ortak KAMP! Fatih Razi

G

enç Öncüler’in yıllardır süre gelen, hatta bir efsane haline dönüşen “Çanakkale Lapseki Çadır Kampı” 2012 sezonunu da hamd olsun kazasız bir şekilde atlattı. Fakat bu kampta bu sene ilki gerçekleşen; farklı bir mekanda bir araya gelip Genç Öncüler’le muhabbetini arttırmak isteyen “Bayrampaşa Gençlik Merkezi” (BAYGEM) öğrencilerini misafir etmek nasip oldu. Hepsi birbirinden değerli, yaşları farklı ama kalpleri bir olan, tek dertleri hayatlarında var olan eksiklerini giderme isteğiyle yanan bir avuç öğrenci grubunu ağırlamak, Genç Öncüler’e farklı bir hava kattı. Cemaatle kılınan namazlar, gece tutulan nöbetler, “kendin pişir kendin ye” anlayışla yemek hazırlayıp bulaşık yıkamalar, futbol, voleybol, yüzme gibi sosyal aktiviteler, közde patates közlemeler, gitar eşliğinde söylenen türküler, şarkılar ve ezgiler, geceleri yöresel olarak kabul edilen yüzük oyunu, kabak oyunu gibi çeşitli oyunlarla, var olan muhabbetimiz kardeşlik seviyesine ulaştı.

Bizler onlardan, onlarda bizden razıydı, inşallah Allah(c.c) da bizlerden razı olmuştur; çünkü bizler evlerimizden çıkarken “ya rabbi hicretimizi kabul et” niyetiyle çıkıyoruz. Rabbim bu güzel hicretimizi kabul etmesi duasıyla diyerek sizleri Allah’a emanet ediyorum. Son olarak; eğer sizde bu güzel ortamda, bu güzel mekanda bulunmak istiyorsanız, şimdiden 2013 kampına davetli olduğunuzu unutmayın. Not: Kontenjanımız sınırlıdır Eylül-Ekim’12 • 47


KARİKATÜR | ZEYNEP SUDE

48 • Eylül-Ekim’12


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.