Genç Öncüler/Mavi Marmara/63

Page 1

“Ölüyoruz, Demek ki Yaşanılacak” Sahibi Umran YayÖncÖlÖk Turizm San ve Tic. Ltd. ÷ti. AdÖna Abdullah YÖldÖz Sorumlu YazÖ öøleri Müdürü ösmail Memiø YayÖn Sorumlusu Abdulah Muhsin YÖldÖz YayÖn Kurulu Alperen Gençosmanoõlu Betül Babacan Büøra Özkan Elyesa Koytak Emir Timur Kafkas Enes Avar Muhammed Tutkun Nihal AçÖkel Nihan YÖldÖz Usame SarÖyaøar Yusuf ElbaøÖ Bu SayÖya KatkÖda Bulunanlar Abdülvahid Yakub Sipahioõlu Ali TarÖk ParlakÖøÖk Celile Günseli Fatih Muhammed Çakmak Gülnur SarÖ Gülsüm Yaøar Hüseyin Erben Melike Yurt ÷eyma Nur Ekren Zeynep Topuz Adres Zeyrek Mah. KÖztaøÖ Cad. No: 30/1 Fatih-östanbul Tel: (0212) 531 10 33 bilgigenconculer@gmail.com Grafik TasarÖm Tekin Öztürk

www.tekinozturk.com.tr

BaskÖ ÷enyÖldÖz MatbaacÖlÖk Gümüøsuyu Cad. No:3 Kat:1 TopkapÖ-östanbul Tel: (212) 483 47 91

Merhaba Değerli Okurlar, Genç Öncüler Dergisi sekizinci yılını tamamlarken bir yeni sayısıyla daha karşınızdayız. Geçtiğimiz mayıs ayında Gazze ambargosunu delmek için yola çıkan Özgürlük Filosu’nun öncü gemisi Mavi Marmara yola çıktığı yere İstanbul Sarayburnu’na geri döndü, eksikti ama görevini tamamlamıştı, tarihin akışını değiştirmişti. Bu vesileyle, ilk oyunu olan Püf Noktası ile oldukça beğeni toplayan tiyatro topluluğumuz yeni kadrosuyla bu kez Mavi Marmara üzerine hazırladığı oyunu sunmak için seyircilerinin karşısına çıkıyor. Oyunun adı “Ölüyoruz, Demek ki Yaşanılacak” ve 5 Şubat’ta Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde sahnelenecek. Bu sayının ilk yazısı Fatma Büşra Özkan’ın kaleminden çıkıyor. “Her giden varamazdı, ama varanlar gidenlerdi” isimli yazısıyla Mavi Marmara’nın dönüşündeki heyecanı, yaşananları anlatıyor. İkinci yazıda ise Fatih Muhammed Çakmak, “Bir Şehidin Ardından” isimli yazısında Mavi Marmara’nın en genç şehidi Furkan Doğan’a hitap ediyor. Ardından Mavi Marmara tiyatrosunun yönetmeni Bedir Afşin ve senaristi Sedat Doğan ile Alperen Gençosmanoğlu’nun gerçekleştirdiği zevkle okuyacağınız bir röportaj bulunuyor. Derginin karantina kısmında geçtiğimiz ay gerçekleşen öğrenci eylemleri ve polisin bu eylemlerde oynadığı role dair eleştirel yazılar bulunuyor. Yine çokça tartışılan Wikileaks ve gündemde yeterince yer bulmayan silah kullanımıyla ilgili düzenleme yapan yeni yasa ile ilgili birer yazı var dergimizde. Hayali Röportajlar’da geçtiğimiz ayın konuğu Ragıb el-İsfahani ile röportajımız devam ediyor. İslam Coğrafyası’nda batılı güçlerin oyun sahası olan bir diğer ülke Yemen’in tarihine dair bir yazı var. Dini Bilgiler bölümünde “rıza” kavramı, Tarih Defteri’nde 5 Mayıs 1960 tarihinde saat 5’te gerçekleşen 555K parolalı tarihi eylem yer alıyor. 5 Şubat’ta Üsküdar Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde buluşalım…

Ocak - fiubat ‘11 • 1


Ocak-Subat 2011 • Sayı 63 • Yıl 8

22

08 BİR DEVİN UYANIŞI:ZALİME DUR DİYEN

Mavi Marmara Tiyatro’su Yönetmeni Bedir Afèin ve Senaristi Sedat Doìan ële Röportaj

TÜRKİYE

‘’ênsani yardîm gemilerine silahlarla saldîrîda bulunmak, masum insanlarî katletmek, sivil insanlara terörist muamelesi yapmak, insanlîk açîsîndan büyük bir sukuttur, alçakça bir pervasîzlîktîr.”

Her Giden VaramazdÖ, Ama Varanlar Gidenlerdi

2 • Ocak - fiubat‘11

ÖLÜYORUZ DEMEK Kİ,YAŞANILACAK

04

Herkesøicin Adalet 27


44 Her Giden Varamazd×, Ama Varanlar Gidenlerdi / Fatma Büèra Özkan ........4 Bir ûehidin Miras× / Fatih Muhammed Çakmak ........................................7 Bir Devin Uyan×ü×: Zalime Dur Diyen Türkiye / Burhanettin Can .................8 Ölüyoruz, Demek ki Yaüal×nacak / Röportaj: Alperen Gençosmanoìlu ....22 Herkes úçin Adalet / Yusuf Elbaèî ............................................................27 Polis ûiddeti ya da ‘ûiddet Polisi’ / Enes Avar..........................................28 Bas×ndan Yans×yanlar / Usame Sarîyaèar ................................................29 Wikileaks, úsrail ve Egemen Küresel Güçler / Hüseyin Erben ....................30 “Takma Yürek” Silah / Gülnur Sarî ........................................................32 Rag×p el-úsfahani ile Röportaj / Abdülvahid Yakub Sipahioìlu................34 ObjektiÀme Tak×lanlar ...........................................................................36 Raz× Olursan Raz× Olunursun / éeyma Nur Ekren .....................................38 Birbirlerini Y×kan Ellere Duyurulur / Ali Tarîk Parlakîèîk ...........................41 úslam Coùrafyas×ndan Yemen ve Tarihi / Betül Babacan....44 Yemen’de Sosyokültürel Yap× ve Osmanl× Etkisi .........................46 Okullardan Haberler / Alperen Gençosmanoìlu ...................................48 Etkinlik - Bursa Gezisi / Gülsüm Yaèar...................................................51 Tarih Defteri - 555K /Muhammed Tutkun .............................................52 Kültür Sanat - Etkinlik / Melike Yurt - Yusuf Elbaèî ................................53 Kültür Sanat - Kitap / Ali Tarîk Parlakîèîk ...............................................55 Hicret / Zeynep Topuz...........................................................................56

Ocak - fiubat ‘11 • 3


Her Giden VaramazdÖ, Ama Varanlar Gidenlerdi Fatma Büşra Özkan

“ve en önce biz varacaéîz arasata kardeílerim, gideceéiz ve en önce biz, havzîn baíînda bekleyen Peygamberin yanîna, çünkü biz cihadî alnîmîzîn çatîna vurduk önce íehadeti koyduk her sabah duamîzîn baíîna”

4 • Ocak - fiubat‘11

B

ir meydan… Bir mahèer… Gökten bir taè gibi düèmüèüm sanki bu güruhun içine. Yeri, göìü, saìîmî, solumu yokluyorum. Az önce bir gemideydim. Sesimi orda unutmuè olmalîyîm. Kaç tekbir düètüyse yerlere, ara ki bulasîn. Bir çocuk kâìîttan gemiler yapîp boìaza bîrakmîè olmalî bugün. Ben de onlardan birindeydim iète. Çoklardî çok, Süleyman’dan(a.s.) kaçan karîncalar gibiydiler boìazîn serinliìinde. Mayîstî, bitiyordu, biz baharî yolcu etmek üzereydik. Tüm baharlarîmîzî da ona yükleyip el sallamîètîk ardîndan. Kimin umurunda papatyalar, erguvanlar, hepsi o portakal aìaçlarîyla süslenmiè èehre hediyemiz olsun. Denize bakan ve bekleyen çocuklarîn yüreklerine meltem rüzgârlarî dolsun bir öìle vakti. Böyle demiètik de göndermiètik Marmara’nîn mavisini eline yüzüne bulaètîrmîè bu acemi gemiyi. Ve biz biliyorduk, kalmak hep zor olandî. Her giden varamazdî ama varanlar gidenlerdi,


Demirden çelikten yap×lm×ü, insan icad× bir nesnenin ruhu olduùuna binlerce kiüi ayn× anda inan×rsa bu onun canl× olduùunu ispatlar m×? Gazbiliyorduk. Gitti, ardîna bakmadî, belli ki gözlerini ufka dikmièti yolcular. Belli ki gitmek dönmekten güzeldi. Masalîn burasînda siyah bir sayfa var, mürekkebim bitiyor, yazamîyorum. Bir tek dokuz yîldîz kaydî onu biliyorum. Ve herkesin elleri açîk olduìu bir sîrada bahar bitti onu hatîrlîyorum. Kâìîttan gemilerden birindeydim ve kaptanîmîz hepimizden heyecanlî. Gençliìinde Keèmir’e gitmek istemiè sanki de biri onu zorla getirip èehir hattî vapurlarîndan birine kondurmuè. Ama belli ki bir geminin dilinden de en iyi o anlîyor. Hayat hikâyeleri kesièiyor bugün, binlerce öyküyü bir havuza döküp karîètîrmîèlar da ne varsa çökelmiè, bir bekleyiè kalmîè geriye. Yanîmda ellerini yumruk yapmîè bir teyze, herkesten farklî bir slogan atîyor. Gülüyorum, gülüyor… Deniz bîkîyor bizden bir süre sonra, biz de cemalini görmek istiyoruz Mavi Marmara’nîn. Sevgiliye uzaktan bakmaya dayanamîyoruz haliyle, ellerimiz üèüyor, ayaklarîmîzî topraìa basîyoruz. êète o sîrada gökten bir taè olup düèüyorum bu mahèere. Kulaìîma Arapça bir marè geliyor, sesi izliyorum. Kalabalîk,

zeli yetimlerin yolunu karèîlama meydanînî doldurunca tren raylarî kucak açmîè. Meydana doìru ilerliyorum, êzzettin Kassam tugaylarîna yazîlmîè coèkulu marè doluyor kulaklarîma: “Secde edin ve atîlîn ey mustazaflar/ êzzetin sembolü füzemiz ateèlendi…”. Teknolojiye bakîè açîm deìièiyor, okuduìum onca kitabîn her birinin bir köèesine ‘Filistin’ yazmalîymîèîm, onu fark ediyorum. Furkan’în fotoìrafînî görüyorum uzaktan bir süre sonra ve babasînîn tam da bir babaya yakîèîr konuèmasînî dinliyorum. Herkesin gözleri yolunu èaèîrmîè, aìlamaktan gülmeye küçük geçièler yapmaktan. Çok uzun zamandîr böyle hissetmemiètik, biz ölümlere sevinmeyeli çok vakit geçti. Saldîrîdan görüntüler zihnimde dönüyor konuèanlarî dinlerken. Hangi denize bu kadar melek koèmuètu yardîm için? Evrimimize ters yürüyoruz sevgili hocalarîm bilin isterdim. Çöllerden denizlere taèînîyoruz! Baèpiskopos Allah’în selamîyla selamlîyor bizi, uykumdan sîçrîyorum. Sonra “Allahuekber” dediìinde beynimde birkaç devrenin yandîìînî hissediyorum. éakalaèîyoruz aramîzda, “Müslüman olmuè, farkînda deìil daha, söylesek mi?”. Mavi

gözlediùini biliyorsa, bu yumuüak suyun üzerinde bir lütuÁa ilerlediùinin üuurundaysa (Lokman- 31) ve bana gülümsüyorsa ona nas×l duygusuz muamelesi yapar×z? Haks×zl×k olmaz m×?

Marmara’ya bakîp gülümsüyorum, gülümsüyor… Ananemden devraldîìîm bir alîèkanlîkla èöyle bir etrafîmî kolaçan ediyorum. Koltuk sahiplerini arîyor gözlerim. Yorulup vazgeçiyorum, bir tane bile yok. Dualar üèüèüyor dilime, mecburen birkaç tane gönderiyorum. Bu sîrada gün akèama dönüyor ve baèka bir gemiyle tüm gemilerden uzaklaèîyorum. Demirden çelikten yapîlmîè, insan icadî bir nesnenin ruhu olduìuna binlerce kièi aynî anda inanîrsa bu onun canlî olduìunu ispatlar mî? Gazzeli yetimlerin yolunu gözlediìini biliyorsa, bu yumuèak suyun üzerinde bir lütufla ilerlediìinin èuurundaysa (Lokman- 31) ve bana gülüm-

Ocak - fiubat ‘11 • 5


süyorsa ona nasîl duygusuz muamelesi yaparîz? Haksîzlîk olmaz mî? Araya soìukluk girmeden Mavi Marmara’nîn ziyaretine geliyorum. êlk gün, pek ziyaretçisi yok. Baèpiskopos yine gemide, anlatîyor, hep konuèuyor. Aèaìîdan yukarîya hîzlîca ilerliyorum. Yaralîlarî taèîdîklarî sedyeleri tam buraya koymuèlardî, èurada cemaatle namaz kîlmîèlardî, orada kîvrîlîp uyumuèlardî, burada köfteler pièmièti, burada, orda, èurada ve yine orda, orada da, èurada da, bak bak burada da ve yine tam èu-

rada ve en son burada çatîda, ayaklarîmî bastîìîm yerde vurulup düèmüèlerdi. Yaìmur yaìîyor, gemiden boìaza damlalar süzülüyor. Yîllar önce Metin Yüksel’in düètüìü yere ilk ayak basîèîmda hissettiklerimin aynînî hissediyorum. Ama burada yerler beyaz, özenle temizlenmiè tüm lekeler, kurèun deliklerine narin fîrça darbeleri dokunmuè önceki vahèetin izlerini kapatmak için. Cranberries’in “Zombie”leri buraya da uìramîè. Çok kalamîyorum, kuytu bir köèeye bir inèirah gizleyip

6 • Ocak - fiubat‘11

kaçîyorum. Günler sonra yine uìradîm Mavi Marmara’ya, bu kez kapîsînda uzun kuyruklar vardî, ezgiler çalîyor, rehberler yol gösteriyordu. Güneè açmîètî bu sefer. Gemi yaralî olduìunu unutmuètu. ëçi dolup boèalîyordu, baìrîna gözyaèlarî düèüyordu ve meraklî afacanlar her odasîna girip çîkîyordu. Hatta denize bakarken veya bir èehidin fotoìrafîyla beraber çekilmiè facebook profilleri için flaèlar patlîyordu. Topallayarak geldiìi Sarayburnu’ndan baèî dimdik ve görevini hakkîyla yerine getirmiè, gururlu bir asker olarak ayrîlacaktî Mavi Marmara. Bir Mayîs bitimi ürkekçe ayrîldîìî bu limana èimdi bir Aralîk sonunda yeni yolculuklarîn düèüyle veda edecekti. Günler nasîl günler bilemiyorum, halden hale geçiyor her nesne. Buharlî bir gemi olarak inèa edilme emriniz geliyor ve kendinizi Nuh’un(a.s.) elinde evirilip çevrilirken buluyorsunuz… Mücadele verilmiè her gün daha güzel bir güne gebedir. 2010 Mayîsînda limanîna yaklaèamadîk ama eminiz ki Gazze selamîmîzî aldî. Tarih boyunca gemilerle girdik èehirlere ve yeni gemiler inèa etmemiz gerektiìini bildiìimizde de tereddüt göstermeyecek kadar alîèîìîz tufanlara. Kimsenin aksini iddia edemeyeceìi gibi: “Yeryüzü bizimdir/ Kudüs bizimdir.”

“gelin savaü×n efendileri sizler silahlar× üretenler sizler savaü uçaklar×n× yapanlar sizler o koca bombalar× yapanlar sizler duvarlar×n ard×nda gizlenenler isterim ki bilesiniz maskelerinizin ard×n× gördüùümü sizler yok etmek için üretmekten baüka hiçbir üey yapmayanlar oynars×n×z dünyamla çocuk oyuncaù× gibi elime bir silah verip ç×kars×n×z menzilimden ve uçuüurken mermiler kaçar gidersiniz uzaklara … sizler tetikleri çekersiniz baükalar× düüürsün diye yaslan×r arkan×za seyredersiniz ölü say×s×n×n art×ü×n× saklan×rs×n×z evlerinizde genç insanlar×n kanlar× bedenlerini terkedip kar×ü×rken çamura…” (Masters of War – Bob Dylan)


A

ız bir dönem uk... Sevdam rd yo vi se , ık şıkt a sevdalıydık... laşmıştı... Kar doruklarına u iz dolar, rsek gözlerim gö id h şe r bi Nerede t çekervdamıza hasre se , ir n re im e şehid ı... Günlehadet aşıklarıyd şe ız ım ar tl os nd slatı şehadet dik... En yakı ylemleriyle, vu sö et ad h şe iz m ni inrimiz, geceleri yandan da... Ye r bi k u rd yo rdi... Büyü yeni dünbilmekle geçe ve kahrolasıca r, la m ta or i n zler, ye rleyiş adı alsanlar, yeni yü hilî adetler, ile ca i n ye i iğ rd delegeti Fatih Muhammed Çakmak ansız bir müca ya düzeninin am ı rş ka e n ri man... Her bi er za el e m yl le Ö ri . u ge a rd tınd lerimiz oluyo ler aşiz ve kaybediş im er rl fe za iyor- kaybediş , iz ed m am ev d a uz, kendi-ve hala olmay ızı unuttuğum lar oluyordu ki m kı aş en az B . asak üşürüyordu alı aşıklar olam vd se a ın kımıza gölge d ar kl u ... Dor yandan da diimiz oluyordu işlerimiz... Bir ed yb mize kahrettiğ ka i rd fe r mi? Çağa r za şehid olunabili ilgi büyüyen bi a n rd ye i la m ilg n ta ye or i a d ?” İki görüş yles mi aramızdan bu zamanda bö lir a, bi ğd ka ylerlerken; ça çı r u B le :” el ki etin Yüks yorduk koşulacağını sö M a at i? sl m vu lir ip bi la ed olarak yazı deleye işaret e cevap veriadlarımız şahid r aşka ve müca meyeceği teziyl le le en rü iy sü d ın ar n ık sı Ç son boya k(a)maz. n tartışmalara zu işliğine şehadet U m ı. en vardı: Çıkar, çı rd rl la ki or n iy ğı ça ata koşaz diyoruz.” d ler ise modern iyoruz, çıkam okuzunda vusl d em çıkamaz diyen d on az ri bi km çı en d rdı. İçlerin n noktayı orlardı: ” Şehid Dokuz şehid va et eden aşık so yorlar ve ekliy ek … u ar h rd yo ile yu ği lli ko i Marmara aldırmak yidiliyle, tepkise noktayı ise Mav zulmüne başk tezahür etmiş; ve i e liğ im ek al rç Z : ge u r, şt u vardı. ym yürek iste ve hürriyetleri ğiyle ortaya ko ti ak ra h p muştu. Sevda n k sa ca in şa k, ko a alet, özgürlü ruş vardı. iyle, maşukun başkaldırıda ad lirtecek bir du u B yürekli yiğitliğ be i. u n id i ğu u lis d em ol ylusu, en erd ecek; değerli yordu: Elde nlığını hissettir ğitliklerin en so n noktayı koyu sa so in a , ız an p ım ya ar al n e insanı insa liyordu. Furbu genç tartışm En önemlisi d ğda koşmayı bi ri ve hasseten ça le zi er h ga e, ve rd id ye h her ç seven armara şe imi aşıklarına tı. Er ya da ge m ış sa Hasılı Mavi M km at sl ra bı vu ı z ın ü aj m nçliğine mes öyküsüne izi düşündüğü mış, çağının ge ca bir hidayet ır rı edemeyeceğim zd ay ya iz im ak id ar h ol şuyordu. Şe şehitlerimiğa adını şahit maşukuna kavu kan Doğan ça de Furkan’a ve ık al aş h ı er ığ h ad en m al ed imhe a yer mücadele ri’ye gelen Cao ürlük filosund se zg ay Ö K . ve sevdası için e u yl rd ri yo le u vesile ol armara sakin yordu. betiyle Mavi M ı artık Ayşe olu ab ad h u ve r m yo in u er ol d ze olan nda müslüman izin kabri başı im d ği yi lere. * ly er tt Bu al×yordu biz k s a ir m e bir sürü , Musa as× desek d ller aümak ir ö ç m p in lu o id h n u Bir üe ek, Mecn u. Anladaùlar× delm kalabiliyord p k ü lu o n t sö a a rh d Fe ×n yan×n tu. Anlayaler yarman esaj da çok m a d s a misali deniz ir yaem üehidi üehid üehidimizd ir u b b n in te iç a r yanla nlere… Z mak isteye la n a eùil miydi… , re le n bile ù× mesaj× d t× k a ×r b e v × kan× nistpan ak×tt×ù ’da işgalci Siyo

Bir ¿ehidin Miras¾

an Filistin ve Lübn katılan, sonra re tle tis a çalışırken ye pa Za beği kurtarmay sika’ya gidip be ek r M bi a li nd şı tin ya lis *20 İngiin’de Fi toplantısında uz veren, Cen ut’ta bir basın lümanlara om yr üs Be M ı n, rş ya ka şı ta re le Free Gaza alyası gibi alı devrimci... rini şeref mad nd le la iz İr un an ır un rş yk ye ha diği iki ku n bütün yarkarşı “Katil” di Gazze’ye yapıla Blair’in yüzüne a yl ny lu To ı yo z an ni ak a ve de ım liz Başb lerinden... Kar a tutulan yard reketinin öncü taş yağmurun ha da ) ın ze an az G lim ş ür (Özg /Haır’ın Ari yenisafak.com erinden... Mıs n.com ve www. in organizatörl ga in er do rl an fe rk se tfu m hi dı : http://www.se rihli yazısı ... Devamı İçin mmuz 2010 ta Te 1 /3 i gönüllülerinden ld ge tti, Ayşemiz Furkanımız gi kan Albayrak/

Ocak - fiubat ‘11 • 7


BİR DEVİN UYANIŞI: ZALİME DUR DİYEN

TÜRKİYE

*

Burhanettin Can

‘’únsani yard×m gemilerine silahlarla sald×r×da bulunmak, masum insanlar× katletmek, sivil insanlara terörist muamelesi yapmak, insanl×k aç×s×ndan büyük bir sukuttur, alçakça bir pervas×zl×kt×r. Zorbalar×n, haydutlar×n, korsanlar×n bile belli hassasiyetleri olur, belli ahlak kurallar×na uyarlar. Hiçbir ahlak kural×na, hiçbir hassasiyete uymayana bu s×fatlar× yak×üt×rmak bile iltifat olur.” Baübakan Tayyip Erdoùan

Giriş Osmanlının yıkılmasından sonra İslam coğrafyası çok acı çekti, çok bedel ödedi. İşbirlikçi yönetimler üzerinden sömürgeleştirilen ve kendi kültür ve medeniyetine yabancılaştırılmak istenen bir ümmet, zaman zaman belli olaylara çok ciddi tepkiler vermektedir. ABD’nin 11 Eylül’ünde halkın coşkusu, Irak, Afganistan işgallerinde, Lübnan ve Gazze’nin bombalanmasında ümmetin tepkisi muhteşem olmuştur. İsrail’in Gazze’ye yardım götüren İHH’nın “Rotamız Filistin Yükümüz İnsani Yardım” adlı Mavi Marmara gemisine baskın yapmasının arkasından Türkiye’nin tepkisi, İslam coğrafyasını bir kez daha ayağa kaldırmıştır. Mavi Marmara baskınında öfke ile sevinç iç içedir. Öfke, ümmetin verdiği şehitler içindir, İsrail’in korsanlığı içindir. Sevinç ise, 1948’den beri İsrail’e destek çıkan ve onun yanında olan Türkiye’nin ortaya koyduğu sert tepkiden dolayıdır. Ümmet, Türkiye’yi kazandığı inancı ile sevinmekte bir liderin geri dönüşünü kutlamaktadır. Ümmet, bunun yeni bir süreci başlatacağını basiret ve ferasetle görebilmektedir. Mavi Marmara olayı bu bölgede tüm taşları yerinden oynatan bir olay olarak tarihe geçecektir. Gazze yardım konvoyunu hazırlayanlar, belki de yaptıkları işin bu denli bir sonuç doğuracağını görmemiş ve de tahmin etmemişlerdir. Çünkü onların niyetleri sadece İsrail’in Gazze ablukasına tüm dünyanın dikkatini çekmekti. Bu çalışmada İsrail’in Mavi Marmara katliamının ve Türkiye’nin buna verdiği tepkinin nedenleri ve sonuçları üzerinde durulacak, yapılması gerekenler ile ilgili teklifler yapılacaktır.

8 • Ocak - fiubat‘11

* Umran Dergisinden Alıntıdır.


úHH Konvoyunun Amac×

İlaçsızlıktan ölenlerin sayısı artmaktadır.”(1)

2009 Ocak ayı. ‘Dökme Kurşun’ katliamı sıraİsrail 1948 yılında Batının desteği ile Müslüman Halkın rızası hilafına zorla kurulmuş Müslüman sında Gazzeli bir annenin, halklar için gayrı meşru kabul edilen bir devlettir. “Ne yapacağız? Nereye gideceğiz? Nerede yaşaBirleşmiş Milletler’in ya da İslam coğrafyasındaki yalım? Yaşayacak yer mi var?” feryadı başta Gazişbirlikçi yönetimlerin onu kabul etmiş olması, üm- ze olmak üzere Filistin’in tümünde yaşanan dramın met nezdinde ona bir meşruiyet kazandırmamıştır. en çarpıcı bir ifadesidir. Ümmet, bütün baskı ve yıldırma faaliyetlerine rağBirleşmiş Milletler adına Güney Afrikalı yargıç men İsrail’i kabul etmemektedir. İsrail ise halklaRichard Goldstone tarafından hazırlanan 15 Eylül rın düşüncelerini hiç kale almamakta, Siyonizm’in 2009 tarihli 574 sayfalık Goldstone Raporu’nda; ön gördüğü ‘Büyük İsrail’i’ kurmak için şiddeti ve İsrail’in, Filistin ve diğer işgal edilmiş Arap toprakentrikayı her geçen gün artırmaktadır. Filistin balarında “Gazze’lilerin beslenme, çalışma, barınma, ğımsızlık mücadelesi, İsrail ve Batının yardımıyiçme suyu, hareket serbestîsi ve adaletten yararlanla bölünmüştür. Seçimle iş başına gelmiş olan Hama hakkını kısıtladığını” belirterek insan haklamas hareketi, ambargo ile halktan tecrit edilmeye rı ihlallerinde bulunmakla İsrail’i ve halk desteğinden mahrum edilsuçlamaktadır. Raporda abluka meye çalışılmaktadır. 21. As×rda Gazze, úsrail için “insanlığa karşı işlenmiş bir Gazze, Haziran 2007’den beri ve M×s×r taraf×ndan inüa suç” tanımı yapılmaktadır(2). İsrail ve Mısır tarafından karadan Bütün bunlara rağmen BM taedilen bir Nazi Kamp×’d×r. ve denizden abluka altına alınmışrafından İsrail’e hiçbir şey yapılaHatta Auswitch Nazi tır. 2009 yılında İsrail’in ‘Dökme mamış ve İsrail durdurulamamışKurşun’ operasyonu ile Gazze gün- Kamp×’ndan daha da kötır. lerce bombalanmış, tüm alt yapı tüdür. úsrail ve M×s×r, 21. Asırda Gazze, İsrail ve Mıneredeyse tahrip edilmiştir. Bensır tarafından inşa edilen bir Nazi zin, yiyecek, içecek, gıda bulunauygulad×klar× abluka ile Kampı’dır. Hatta Auswitch Nazi mamaktadır. Kanalizasyonlar soGazze’lileri ya ölmeye ya Kampı’ndan daha da kötüdür. İsrakaklara akmakta, ilaç bulunamada vatanlar×n× terk etil ve Mısır, uyguladıkları abluka ile makta ve sağlık sorunları çözüleGazze’lileri ya ölmeye ya da vatanmemektedir. Alt yapıyı onaracak meye zorlamaktad×r. larını terk etmeye zorlamaktadır. inşaat malzemeleri Filistin’e sokulmamaktadır. Bu şartlarda yıkılan alt yapıyı tamir etmek mümkün değildir. Diğer taraftan Batı Şeria, 8 metre yüksekliğinde ve 730 km. uzunluğunda olması öngörülen bir duvarla tamamen dünyadan tecrit edilmek istenmektedir. Bu duvar tamamlandığında 200 bin Filistinli mağdur olacak ve Batı Şeria’nın %45’i daha (önemli sebze ve meyve bahçeleri) İsrail’in kontrolüne girmiş olacaktır. Gazze’de her geçen gün yaşam daha da kötüleşmektedir: • “Her 5 Gazzeli’den 4’ünün insani yardıma ihtiyacı vardır. • Tedavi için ilaç bekleyen Gazzeli’lerin sayısı hızla çoğalmaktadır.•

İşte, başta Türkiye olmak üzere dünyanın her tarafından gelen ve konvoya katılan silahsız insanları (700’e yakın sivil aktivist, yardım sever kahraman), “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” sloganıyla yola çıkarak 21. asırda İsrail ve Mısır tarafından inşa edilen Nazı Kampı’na tüm dünyanın dikkatini çekmek istemişlerdir. Amaçları, tüm dünyanın dikkatini Gazze Nazi Kampı’nda olanlara çekerek ambargonun kaldırılmasını sağlamaktı. “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” konvoyu İsrail’in kara sularına kadar gelip içeri girmek isteyecek, İsrail müsaade etmediği taktirde kara sularının dışında uluslar arası sularda bir ay kadar bekleyecekti. Böylelikle bir ay boyunca dünyanın gündeminde yer alarak insanlığın dikkatini, Gazze

Ocak - fiubat ‘11 • 9


Nazi Kampı’na çekmeye çalışacaktı. İnsanlığın vicdanı harekete geçirilerek Filistin’de işlenen cinayetlere ortak olmamaları talebinde bulunulacaktı. İHH yöneticileri yaklaşık dört ay boyunca bu amacı kamuoyuna duyurmaya çalışmışlardır. Yardım konvoyunun tek amacı budur. Bundan başka söylenen her söz, İsrail’in psikolojik savaş aygıtına hizmet etmekten başka bir anlam ifade etmemektedir.

úlahi Tecelli: ‘Olmas× Gerekenin Olmas× úçin Buluüturmak’ İHH yöneticilerinin hesap edemediği şey, Siyonizm’in mantığının bu teşebbüse tahammül edemeyeceği ve ‘Kudurmuş Köpek’ Siyonist stratejisine göre davranacağıdır. Uluslararası sularda, uluslararası hukuku hiçe sayarak gemiye fiili müdahale edebileceği, İHH yöneticilerinin havsalasına sığmamış, evlerine yapılan bir tecavüzü def etme refleksi ile bulabildikleri su ve sopa ile İsrail’in haneye tecavüzünü engellemeye çalışmışlardır. Sivil bir grup, dünyanın en iyi eğitilmiş ‘Şayetet 13’ özel birliğinin denizden çıkarma harekâtını geri püskürtmüş, hava harekâtında ise 10 İsrail komandosunu esir almıştır. Sivil bir gemiyi 60 dakika boyunca teslim alamayan İsrail ordusu, Siyonist mantığın gereği olan ‘Kudurmuş Köpek’ olarak ateşli silahlarla saldırıya geçip sivil direnişi kırmıştır. Yardım konvoyu 9 şehit, 40 gazi vermiştir. Mavi Marmara gemisinde hiç kimse İsrail kuvvetleri ile çatışmayı önceden düşünmemiştir. Eğer düşünmüş olsalardı yanlarında silah bulundururlardı. Su ve sopa kullanarak kendilerini savunmuş olmaları bunun en temel göstergesidir. Eğer çatışmayı seçmiş olsalardı, gemiye inen ve esir alınan 10 askerin silahlarını denize atmaz, helikopterden inenlere ateş açarak çok sayıda İsrail askerinin ölmesini sağlayabilirlerdi. Bu yapılmadığına göre niyet savaşmak değil, Gazze Nazi Kampı’na insanlığın dikkatini çekmekti. Yardım konvoyu şehit ve gazi vermiş olmasına

10 • Ocak - fiubat‘11

rağmen yola çıkarken ki ahdine sadık kalmıştır. Bu açıdan kutlanmalıdır. Ne konvoydakiler ne İsrail ve ne de dünya böyle bir sonucu beklemiyordu. Beklenmeyen bu sonuç, uluslararası yardım konvoyunun mahiyetinden dolayı şok etkisi meydana getirip tüm dikkatlerin Gazze ve İsrail üzerinde yoğunlaşmasını sağlamıştır. Tarihte görülmedik bir şekilde tüm insanlık ayağa kalkmış, İsrail kınanmış hatta lanetlenmiştir. Türkiye’nin tavrı ise anında çok sert olmuştur. Tüm uluslar arası kuruluşlar harekete geçirilmiş ve de birçok ülkenin İsrail’i kınaması ve tavır alması sağlanmıştır. Bütün bu nedenlerden dolayı Yardım Konvoyu öngördüğünden çok daha fazla Gazze Nazi Kampı’na insanlığın dikkatini çekebilmiştir. İsrail, uluslar arası sularda “Rotamız Filistin, Yükümüz İnsani Yardım” konvoyu Mavi Marmara gemisine saldırırken farklı niyeti olduğu ve Türkiye’ye farklı bir mesaj vermek istediği kesindir. İsrail’in Mavi Marmara yardım konvoyuna uluslar arası sularda baskın yaparak, kendisini insanlığın vicdanında mahkum ederek tecrit olması, başlangıçta öngördükleri ve arzuladıkları bir sonuç değildi. Tarafların hiçbiri böyle bir sonuç öngörmüyor ve beklemiyordu. Tarafların niyetleri, amaçları ve öngörüleri ne olursa olsun hiç kimse sonuçların böyle olmasını beklemiyordu. Sanki Allah, ‘olması gerekeni oldurmak’ için tarafların uluslar arası sularda bu tarzda buluşmasını murat etmiştir. Tıpkı Bedir Savaşı’nda olduğu gibi. Olayların vuku bulma şekli, bizi böyle bir yorumlama yapmak durumunda bırakmaktadır. İslam tarihinde yapılan ilk savaş Bedir Savaşı’dır. Mekkeli müşrikler Müslümanlarla yapacakları büyük bir savaşa hazırlık olarak büyük bir ticaret kervanı hazırlamışlardır. Ebu Süfyan liderliğindeki kervanda adeta Mekke’nin tüm ekonomik gücü bulunmaktadır. Hz. Peygamber, kervana el koyup Kureyş’e büyük bir ekonomik darbe vurmak istemekteydi. Hz. Peygamber


300 kişilik bir kuvvetle yola çıktığında Ebu Süfyan bunu haber alıp hem Kureyş’e haber salmış, hem de kervanın yolunu değiştirmiştir. Müslümanlar, Bedir denen bölgeye geldiğinde kervanın yol değiştirdiğini öğrenirler. Ancak 1000 kişilik müşrik kuvvetleri de Bedir’e yaklaşmıştır. Her iki tarafın önünde iki alternatif vardı: Müslümanlar ya müşrik ordusu ile savaşacak ya da Kervanın peşinden gidecekti. Müşrikler ya Müslümanlarla savaşacak ya da Mekke’ye geri döneceklerdi. Müslümanların niyeti Kervanı takip etmek, Müşrik kuvvetlerin niyeti de Mekke’ye geri dönmekti. Yani her iki taraf da savaşı istemiyordu. Kur’an-ı Kerim bunu şöyle dile getirmektedir: “[008.007] Hani Allah, iki topluluktan birinin muhakkak sizin olacağını size vadetmişti; siz de güçsüz olanın sizin olmasını istemekteydiniz. Oysa Allah, sözleriyle hakkın gerçekleşmesini sağlamak ve küfre sapanların arkasını kesmek (kökünü kurutmak) istiyordu.”

Yardım konvoyu İsrail karasularına İsrail tarafından sokulmadığı takdir de karasuları hukukunu ihlal etmeyecek ve fakat uluslar arası sularda bir ay bekleyerek Dünyanın dikkatini Gazze üzerine çekecekti. Yani buluşma yeri, İsrail karasuları idi ve de çatışma olmayacaktı. Allah ‘olması gerekeni oldurmak’ için buluşma yerini uluslar arası sular olarak tayin etmiştir. Tıpkı Bedir’de olduğu gibi:

“[008.042] Hani siz vadinin yakın kenarında, onlar da uzak yamacındaydılar; kervan ise sizden daha aşağıdaydı. Eğer sözleşseydiniz, kaçınılmaz olarak sözleşme yeri (veya konusu) hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz; ancak Allah, olacağı olan işi gerçekleştirmek için (böyle yapBu sivil topluluk, hiç ar- tı). Böylece, helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra helak olsun, zulamad×klar× bir anda diri kalacak kişi apaçık bir delilve bir üekilde úsrail kuv- den sonra hayatta kalsın.”

vetleri ile karü× karü×ya

İsrail konvoyun sivil ve silahsız olduğundan dolayısıyla küçük lar×n× (gemiyi) su ve so- çaplı bir gerilimden sonra gemiye hakim olacağından çok eminpalarla savunmaya kadi. İsrail Dışişleri Bakanlığı Müsterar vermiülerdir. Sabret- şarı Gal, Çelikkol’a, “Askerlerimiz Görüldüğü gibi savaş başlangemilere indiğinde biz de bu kagıçta ne Müslümanlar ne de Mek- miü, dayan×kl×l×k gösterdar şiddet yaşanmasını beklemikeli müşrikler tarafından arzu edi- miü ve ihtilaf edip birbiryorduk. Direnişle karşılaşınca ölü lip planlanmamıştır. Gazze’ye yarsayısı arttı. İşler kontrolden çıkleri ile çekiümemiülerdım götüren konvoy da uluslar aratı” demesi böyle bir direniş beksı sularda İsrail’in müdahale edece- di. Sabredip dayanmalalemedikleri anlamına gelmekteğini öngörmemiş ve de arzu etmer×n×n de mükafat×n× gör- dir (3). Konvoydakiler de İsrail’in mişti. Dahası İsrail kuvvetleri taraateşli silah kullanmayacağından müülerdir. fından takibe alındıklarında rotalaemindiler. Yani tarafların hiçbiri rını değiştirip uluslar arası sularda sıcak teması öngörmemişti. Tıpkı 80 mil mesafeye çekilip seyretmeye başlamışlardı. Bedir’de olduğu gibi: Ancak İlahi irade, İsrail’in Gazze’li Müslümanlara “[008.043] Hani Allah, onları sana uykunda az kurduğu tuzağın deşifre olmasını, boşa çıkmasını gösteriyordu; eğer sana çok gösterseydi, gerçekten ve zulmün tüm dünyaya duyurulmasını istemiştir. yılgınlığa kapılacaktınız ve iş konusunda gerçekten Tıpkı Bedir’deki gibi: çekişmeye düşecektiniz. Ancak Allah esenlik (kur“[008.018] İşte size böyle... Gerçekten Allah, tuluş) bağışladı. Çünkü O, elbette sinelerin özünde kâfirlerin hileli-düzenlerini boşa çıkarıcıdır.” saklı duranı bilendir.”

kalm×ü ve evlerini, yurt-

“[008.019] Eğer fetih istiyorduysanız, (ey kafirler,) işte size fetih... Topluluğunuz çok da olsa, size bir şey sağlayamaz. Çünkü Allah mü’minlerle beraberdir.”

“[008.044] Karşı karşıya geldiğinizde, Allah, ‘olacağı olan işi gerçekleştirmek’ için, onları gözlerinizde az gösteriyor, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu.”

Ocak - fiubat ‘11 • 11


Bu sivil topluluk, hiç arzulamadıkları bir anda ve bir şekilde İsrail kuvvetleri ile karşı karşıya kalmış ve evlerini, yurtlarını (gemiyi) su ve sopalarla savunmaya karar vermişlerdir. Sabretmiş, dayanıklılık göstermiş ve ihtilaf edip birbirleri ile çekişmemişlerdi. Sabredip dayanmalarının de mükafatını görmüşlerdir. Tıpkı Bedir’de olduğu gibi:

“[059.014] Onlar, iyice korunmuş şehirlerde veya duvar arkasında olmaksızın sizinle toplu bir halde savaşmazlar. Kendi aralarındaki çarpışmaları ise pek şiddetlidir. Sen onları birlik sanırsın, oysa kalpleri paramparçadır. Bu, gerçekten onların akletmeyen bir kavim olmaları dolayısıyla böyledir.”

“[008.045] Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin. Umulur ki kurtuluş (felah) bulursunuz.”

Onlar Savaüa Gitmediler, úsrail Onlar× Savaü×n Taraf× Yapt×

Bütün gurur ve kibirleriyle gemiyi ablukaya alan, kendisini yeryüzünün hakimi ve muktediri olarak gören İsrail’in özel eğitimli, yabancı ülkelerde operasyon yapma yeteneğine sahip “Şayetet 13” özel birliği, küçümseyip önemsemedikleri sivil bir topluluk tarafından 60 dakika boyunca su ve sopalarla geri püskürtülmüştür. İsrail’in özel eğitimli 10 askeri esir alınmıştır. Silahlarına el konulmuş ve de silahlar kullanılmayıp denize atılmıştır. Mavi Marmara gemisinde, size yumruklarımızla, sopalarımızla yeteriz dercesine refahtan şımarıp azanlara ve dünyanın tüm zalimlerine ders verilmiştir. Tıpkı Bedir’de olduğu gibi: “[008.047] Bir de yurtlarından refahtan şımarıp-azıtarak, insanlara gösteriş yaparak çıkanlar ve (halkı) Allah’ın yolundan alıkoyanlar gibi olmayın. Allah, onların yapmakta olduklarını çepeçevre kuşatandır.” “Olması gerekeni oldurmak”, İsrail’in büyüsünü bozmaktı.Ve büyü bozulmuştur. Mavi Marmara’da bir ilahi hakikat bir kez daha tecelli etmiştir: “[059.013] Herhalde onların içlerinde ‘dehşet ve yılgınlık bakımından’ siz, Allah’tan (O’na karşı duydukları dehşetten) daha çetinsiniz. Bu, gerçekten onların ‘derin bir kavrayışa sahip olmamaları’ dolayısıyla böyledir.” 12 • Ocak - fiubat‘11

Şubat 2010’da “aşırı sağcı” Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu “Politik bir duvar yaratmak” başlıklı özel raporda “düşmanlar”ı ikiye ayırmaktadır: “1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, Hamas... 2. Gayrimeşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler. “Barışçı insan hakları savunucuları”na karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.” (4) İsrail ordusu sözcüsü Afihay Adrai’ın olay üzerine “İsrail hükümetinin reklam ve propaganda amaçlı filonun önlenmesi kararını uyguladıklarını, küçük gemilerin hemen ele geçirildiğini, büyük ve ana gemi olan Marmara gemisinden direniş gelince karşılık verildiğini ve bu operasyonun uluslararası sularda olduğunu” (1) şeklinde yaptığı açıklama, “insan hakları aktivistlerini” “yeni stratejik tehdit” olarak kabul ettikleri anlamına gelmektedir. Benzer şekilde İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman, yardım konvoyunu, “İsrail’e karşı bir şiddet propagandası” olarak nitelendirmiş ve “İsrail topraklarında, hava veya deniz sahasında egemenliğinin herhangi bir şekilde tehdit edilmesine izin vermeyeceğini!” belirtmiştir (5).


İsrail’in sivillere uyguladığı bu politikanın kökleri ise, Moşe Dayan’ın öngördüğü : “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.” (6) ana ilkeye dayanmaktadır. Bu zihniyetle herkese verilmek istenen mesaj şudur: “Bir Daha Asla Denemeyin.” Bu ‘Kudurmuş Köpek’ zihin yapısının bir sonucu olarak olayla ilgili İsrail İç Güvenlik Bakanı Yitzhak Aharanovitch; “Askerlerimize el kaldıran herkes, yasaların gerektirdiği şekilde cezalandırılacak” (3) diyebilecek pervasızlığı ve de yüzsüzlüğü gösterebilmektedir. O nedenle sivilleri hedef alan uluslar arası sulardaki bu saldırı, tesadüf olmayıp önceden ön görülen stratejik bir planın sonucudur.

Olay×n Ana Nedeni: Çat×üan Stratejik Menfaatler Mavi Marmara baskınının temel nedeni, bir taraftan her iki ülkenin iç dinamikleri ile ilgili diğer taraftan her iki ülkenin genişletilmiş Ortadoğu’da izlediği dış politika ile ilgilidir. Mavi Marmara yardım konvoyu üzerinden bir mesajlaşma ve bir hesaplaşma söz konusudur. Burada her iki ülkenin izlediği dış politikaların ana eksenleri üzerinde durulacaktır. Ortadoğu, ister dar anlamda olsun isterse geniş anlamda olsun tarih boyu hem bölgesel güçlerin hem de dünyaya hakim olmak isteyen küresel güçlerin elde etmek istedikleri bir coğrafyadır. Jeo-politik ve jeo-stratejik ve jeo-ekonomik önemi, bu coğrafyayı hep cazip kılmıştır. Soğuk savaş döneminde ve sonrasında Batının hakimiyet kuramadığı tek bölgedir. Böyle bir coğrafyada Batının tek güvendiği kalıcı dostu İsrail’dir. ABD’de ki Siyonist Lobinin gücünü bir tarafa bıraksak bile, dünya hakimiyet mücadelesi için ABD, bir ön karakol olarak gördüğü İsrail’i korumak zorundadır. Ancak soğuk savaş sonrasında ABD, İsrail yanlı politikalarla bu coğrafyada hakimiyet kuramayacağını görmüş ve yeni ittifaklar aramaya başlamıştır.Önceleri İsrail-Mısır yakınlaşması ile bunu başarabileceğini sanmıştır. Fakat bu ittifak da isteneni vermemiştir. ABD Clinton döneminden bu yana Türkiye’yi

‘model ülke’ nitelemesiyle önceleri ‘stratejik ortak’ sonraları da ‘Model Ortak’ seçerek Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasında hakimiyet kurmak istemektedir. Soğuk savaş döneminde Sovyetler Birliği’ne karşı Türkiye ile kurulmuş ittifak, soğuk savaş sonrasının belli bir evresinden sonra Genişletilmiş Ortadoğu için kurulmak istenmektedir. Ancak Türkiye soğuk savaş döneminde ABD’nin çizdiği tüm politikalara sadık kalırken, şimdi kendi bağımsız politikalarını uygulamaya çalışmaktadır. Bu durum başta ABD olmak üzere Batı ve İsrail ile ciddi sorunlar meydana getirmektedir. Bu noktada Türkiye’ye bakış açısında hem ABD hem de Batı bölünmüş vaziyettedir. Mavi Marmara baskınının arkasında bu bölünmüşlüğün izleri vardır. Uluslar arası ilişkiler karşılıklı değer, menfaat ve mutabakatlar ya da çelişkiler üzerinden yürümektedir. Her ülke, bulunduğu coğrafyada küresel güçler, bölgesel güçler ve komşuları ile etkileşim içerisinde bulunur. Bu üç güç arasında etkileşim, kaçınılmaz olarak meydana gelir. Hiçbir ülke dünyadan ve çevresinden izole edilmiş olarak yaşayamaz. Ülkelerin hedefleri, gelişim çizgileri diğer güçlerinki ile bazen örtüşür bazen de farklılaşır/tezatlaşır. Bu, yolların bir kavşakta buluşup ayrılması gibidir. Kavşak noktası, yolların ortak noktası olup ülkelerin ortak paydasını temsil eder. Örtüşen noktalar, iki yada daha fazla ülke yada güç arasında ortak payda meydana getirdiğinden ilişkiler normalleşir. Farklılaşma, gerilime sebep olur. Farklılaşma tezada dönüşüp taraflardan birinin menfaatleri ciddi zedelenmeye başlarsa çatışma kaçınılmazdır. Tarafların bunun farkında olması ve de ona göre konumlanması gerekir. Bunu hesaplamayan taraf, her zaman hayal kırıklığına uğramak ve de bedel ödemek zorundadır.

Ocak - fiubat ‘11 • 13


Burada dikkat edilmesi gereken nokta, ortak menfaatlerin oluşması ile birlikte işbirliği yapma ile işbirlikçi olma arasında son derece ciddi bir farkın var olmasıdır. İşbirlikçilik kendi ülkesinin zararına rakip ya da düşman ülkenin menfaatine hizmet etme amaçlı bir tutum ve tavır ortaya koymadır. İşbirliği, ortak noktalardan yararlanarak ülkenin menfaatlerini korumak için birlikte iş yapmaktır.

Türkiye’nin Politikalar×ndaki Deùiüim Türkiye Soğuk savaş döneminde ABD’nin ileri karakolu, canlı kalkanıydı. Karakollar talimatla yönetilirler, kendi hareket alanları kısıtlıdır. Türkiye ileri karakol olarak daima çevresi ile sorunlu kılın-

mış, çok özel bağlarla bağlı olduğu Osmanlı coğrafyasından tecrit edilerek düşman ülke haline getirilmiştir. Soğuk savaş döneminde ABD’ye teslim olmuş bir Türkiye, soğuk savaş sonrasının ne getirip ne götüreceğinden habersizdi ve ne yapacağını bilememekteydi. Bir bakıma şaşkındı. Bu dönemde Türkiye için kendi halkı dahil tüm komşuları düşman statüsünde tutulmuştur. Bugün ise Türkiye, hem iç barışı, toplumsal mutabakat, hem de komşularla barışı, yani Sıfır Sorunlu Dış Politika’yı tesis etmeye çalışmaktadır. Bulunduğumuz coğrafyada Türkiye, İran, İsrail ve AB bölgesel güçler; ABD, Rusya, Çin ve Vatikan ise küresel güçlerdir. Bu bölgenin içerisinde fark14 • Ocak - fiubat‘11

lı ülkeler vardır. Bu coğrafyada herhangi bir ülkede meydan gelen değişiklikler her üç gücün etkileşimine açıktır. Türkiye, ABD tarafından öngörülen ‘Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’ ile İsrail tarafından öngörülen ‘Büyük İsrail Projesi’nin (Nil’den Fırat’a kadar olan topraklar) odak noktasında bulunmaktadır. Türkiye, bir taraftan Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’nde ‘Osmanlı Misyonu’ ile ortak payda (Kavşak Noktası) oluşturup kendine yer açmaya çalışırken diğer taraftan İsrail’in ‘Büyük İsrail Projesi’ni etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Türkiye, Genişletilmiş Ortadoğu coğrafyasını kendi güvenlik alanı olarak görmektedir. Başbakan, “Küdüs’ün kaderi İstanbul’un kaderinden, Gazze’nin kaderi Ankara’nın kaderinden, Ramallah’ın, Refah’ın, Hanyunus’un, Beytüllahim’in kaderi Konya’nın kaderinden ayrı değildir” derken böyle bir güvenlik algısına dikkat çekmekte ve niçin buralarla ilgilenildiğinin sebebini açıklamaktadır. Kendisini bu coğrafyanın ‘Merkez Ülkesi’ olarak görmektedir. İsrail’in, Büyük İsrail Projesi çerçevesinde Suriye, Irak ve Türkiye’yi bölmek istediği ve bu amaçla PKK ve PJAK’ı desteklediği Türkiye tarafından bilinmektedir. Yine Türkiye, ABD’nin, Genişletilmiş Ortadoğu Projesi çerçevesinde 22 ülkenin sınırlarını değiştirmek ve birçok ülkeyi parçalamak istediğini bilmektedir. Türkiye içerde bütünleşme sağlamaya çalışırken dışarıda küresel ve bölgesel güçlerle çatışmadan yol almayı hedeflemektedir. Ortadoğu’da bir tarafta ABD karşıtı İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah diğer tarafta ABD taraftarı İsrail, Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan, El Fetih, Körfez ülkeleri var. Irak, Lübnan ve Filistin iki tarafın gerilim ve çatışma alanıdır. Kıbrıs ise bir başka gerilim alanıdır. İki kutuplu dünyanın ortadan kalkmasından sonra şaşkınlık geçiren Türkiye, ‘Yeni Stratejik Derinlik yaklaşımıyla’ dış politikasında ciddi değişiklikler ön görmüştür. Türkiye kendisini oyun kurucu olarak görmektedir. Türkiye’nin yeni dış politikasının kısa ve uzun vadeli olmak üzere iki ana hedefi vardır. Kısa vadeli hedefi, komşularla ilişkileri


‘sıfır sorun’lu hale getirmek. Uzun vadeli hedefi ise önce bölgesel bir güç arkasından da küresel bir güç olmaktır. Bunun için Türkiye Türk, İslam ve Osmanlı kimliğinden oluşan ‘Yumuşak Gücü’nü kullanmaktadır. Türkiye dış politikada yedi ana ilkeyi savunmaktadır • Herkes için adalet: İsrail, ABD, Rusya için hak olan Türkiye, İran, Suriye, Filistin için de haktır. Çifte standart uygulanmamalıdır. • Herkes için güvenlik: İsrail , ABD için güvenlik söz konusu ise Türkiye, İran, Suriye, Filistin için de güvenlik söz konusu olmalıdır. •Herkes masada olmalıdır: Bu bölgede her sorun, yalnızca İsrail ve Küresel güçleri ilgilendirmez, aynı zamanda bölgedeki tüm ülkeleri ilgilendirir. Bölge sorunları bölge ülkeleri ile diyalog kurularak çözülmelidir. Bunun için onlar da masada olmalıdır. • ‘Hep birlikte zenginleşme’ ve ‘karşılıklı ekonomik bağımlılık’: Uzak ülkeler yerine komşular olarak ekonomik ilişkilerimizi geliştirerek birlikte zenginleşelim, pastayı adil paylaşalım. • Barış içerisinde bir arada yaşamak: Farklı din-mezhep, farklı kültür ve farklı etnik yapılarla huzur ve dayanışma içerisinde birlikte yaşamak. Genişletilmiş Ortadoğu bir dönem birlikte huzur içinde yaşadığımız bir coğrafyadır. Bu bölge farklı inanç ve kültürleri bünyesinde barındırmaktadır. Bu bölge bu özelliğini muhafaza etmelidir. Müslüman’ı, Hıristiyan’ı ve Yahudi’si ve bunların farklı mezhepleri kendi inanç ve hukukuna göre özgürce yaşayabilmelidir. Farklı etnik yapıların yaratılıştan getirdiği haklar korunmalıdır. O açıdan ‘Kudüs’ün de, Kerkük’ün de farklı etnik yapılı, farklı inanç ve çok kültürlü yapısı’ korunmalıdır. • Sorunlar sert güç kullanarak değil, yumuşak güç kullanarak çözülmelidir. • Bu bölgenin halkları kardeştir: O nedenle vize uygulanmamalı, sınırlar kalkmalıdır. Bu yaklaşım çerçevesinde hem kuzey hem de güney komşular ile vize kaldırılarak halkların iç içe geçmesi sağlanmak istenmektedir.

Türkiye’nin bu dış politika yaklaşımı, Obama dönemi ABD’nin dış politika yaklaşımı ile örtüşmektedir. Nitekim ‘ABD’nin akıllı güç stratejileri ve model ortaklık’ yaklaşımı kapsamında 2007 yılında Türkiye ABD ile on maddelik bir belge imzalamıştır. Türkiye, Ortadoğuya barış ve istikrarın gelmesi konusunda ABD’nin sert güç kullanmasına karşı çıkmaktadır. Türkiye ile ABD yönetimiyle, özellikle Neocon+Siyonist ittifakla bu konuda çatışmaktadır. Türkiye, Geniületilmiü ABD+İngiltere+İsrail Ortadoùu coùrafyas×n× şer ittifakı, İran’ın hiç- kendi güvenlik alan× olabir şekilde varlığına tarak görmektedir. Baühammül edememekte ve de İran’ın nük- bakan, “Küdüs’ün kaleer güç olmasını iste- deri ústanbul’un kadememektedir. Uzun yıl- rinden, Gazze’nin kalar ambargo ile çökerderi Ankara’n×n kadetemedikleri İran’ı fiili müdahale yani savaşla rinden, Ramallah’×n, çökertmeye çalışmak- Refah’×n, Hanyunus’un, tadırlar. Bunun için de Beytüllahim’in kadeTürkiye’yi taraf olmari Konya’n×n kaderinya, şer ittifakının saflarında yer almaya zorla- den ayr× deùildir” derken maktadırlar. Bu yakla- böyle bir güvenlik alg׺ım farkı, taraflar ara- s×na dikkat çekmekte ve sında en ciddi sorunniçin buralarla ilgilenildur ve gerilim sebebidiùinin sebebini aç×kladir.

maktad×r. Kendisini bu

İran’ın Uranyum zenginleştirme projesi- coùrafyan×n ‘Merkez Ülnin ABD+İsrail+AB ta- kesi’ olarak görmektedir. rafından sorun olarak kabul edilmesi ile başlayan kriz, Türkiye+Brezilya tarafından ‘takas formülü’ ile çözüme kavuşturulmuştur. Böyle bir çözüm bulma, Türkiye’yi bölgede etkin hale getirmiş, buna karşılık ABD+İsrail+İngiltere+AB’nin oyununu bozduğu için de rahatsızlığa sebebiyet vermiştir. Gerek Başbakan’ın ve gerekse Dışişleri Bakanı’nın takas formülünü ABD’nin ilgisi ve bilgisi dahilinde yaptıklarını açıklamaları çok önemli bir olgudur. Buna rağmen ABD+İsrail+AB’nin ters tavır takınarak Türkiye’yi eleştirmeleri ve de BM’den İran’a Ocak - fiubat ‘11 • 15


yeni yaptırım kararı çıkartmaları, tarafların kavşak noktasından çıkarak yollarını ayırmaya başladığı anlaşılmaktadır. İhanete uğradıklarını düşünen Türkiye ve Brezilya, BM’de İran’a uygulanmak istenen yaptırıma ‘Hayır’ deme cesaret ve de basiretini göstermişlerdir. Dünya’da yeni bir eksen ortaya çıkmaktadır: Türkiye+Brezilya+İran. ABD’deki bazı iç güçler bu gelişmeden rahatsızlar ve Türkiye’yi rakip hatta düşman konumunda görmekteler: Steven Cock, “Türkiye’nin son dönemdeki model ortaklığı Türkiye’yi bölgedeki yeni rakibi haline getirdi. ABD ve Türkiye arasındaki rekabet bir kez daha ortaya çıktı.”

defe ulaşmada uygulanacak strateji ve metotta ayrışmaktadırlar. Görünen o ki Genişletilmiş Ortadoğu’nun ağırlık merkezinde kimin yer alacağı ana çatışma konusudur. Ağırlık merkezinde İsrail mi yoksa başka bir ülke mi var olmalıdır? Genişletilmiş Ortadoğu’yu küresel sisteme en kolay ve en az zayiatla nasıl ve kiminle entegre edebiliriz, sorusunun cevabında ciddi bir ihtilaf vardır. İsrail’in elindeki nükleer gücün dünyanın her tarafında bugün bu denBu politika deùiüikliùinin li seslendirilmiş olmasına bu açıbir sonucu olarak Tür- dan bakmakta fayda vardır. Türkikiye, Rusya, Iran, Suri- ye, ABD içerisinde ve dünyadaki bu iki gücün çatışmasından faydaye, Lübnan’la anlaüma- lanmasını bilmelidir.

lar yaparak komüular×

ile sorunlar×n× en aza in-

Metot konusunda yumuşak gücü kullanmayı seçen Türkiye, İsrail-Suriye sorununu masada çözmeye çalışmıştır. Ancak şiddetten ve kaostan beslenen İsrail, bunu Gazze’yi bombalayarak provoke etmiştir. Erdoğan bu hareketi, Türkiye’ye karşı yapılmış bir ihanet olarak görmüş, Davos’ta bunun karşılığını ‘One Minute’ ve ‘“Öldürmeye gelince siz öldürmeyi çok iyi bilirsiniz” çıkışıyla vermiştir. Daha sonra İsrail Kara Kuvvetleri Komutanı Avi Mizrahi “Erdoğan aynaya baksın” diyerek siyaset sahnesinde yaşanan bu gerilimi daha da tırmandırmıştır (8).

Türkiye’nin İran’ın uranyum zenginleştirme sorununu, dirmeye çal×ü×rken; bölge Obama’nın mektubuna dayana- içerisinde ABD ve úsrarak çözmesi sonucunda ABD’nin il karü×s×nda kendi konutakındığı tavır, ABD’nin de Türkiye gibi tek olmadığını, ABD içe- munu kuvvetlendirmerisinde iki farklı gücün çatıştığını ye çal×ümaktad×r. Çin’den ortaya koyması açısından önem- sonra Afrika’ya en bülidir. Ayrıca Mavi Marmara baskını sonrasında Obama’nın yaptı- yük baù×ü yapan ikinci ğı açıklamalarla Başkan yardımcı- ülke Türkiye’dir. Bölgesel sı Biden’in yaptığı açıklamalar ara- güç olmak istediùi için de sındaki derin uçurum, ABD’de çabölgesel sorunlar×n çötışan iki derin gücün varlığına işaret etmektedir. ABD’de ve de dün- zümüne katk×da bulunayanın her tarafında Amerikan mil- rak etki ve hareket alaliyetçileri ile Neocon+Siyonist ittiBu politika değişikliğinin bir n×n×n geniületmek istefakı çatışmaktadır. Dünyanın her sonucu olarak Türkiye, Rusya, tarafında bunlarla müttefik olan- mektedir. Iran, Suriye, Lübnan’la anlaşmalar da merkezdeki çatışmaya bağlı lar yaparak komşuları ile sorunolarak çatışmaktadır. İngiltere’nin bugün, “1975’te larını en aza indirmeye çalışırken; bölge içerisinde Şimon Peres tarafından ırkçı G. Afrika’ya yapılan ABD ve İsrail karşısında kendi konumunu kuvvetnükleer bomba teklifini ” (7) açıklaması ve keza lendirmeye çalışmaktadır. Çin’den sonra Afrika’ya bir İngiliz mahkemesinin 2009 yılında İsrail Dışiş- en büyük bağış yapan ikinci ülke Türkiye’dir. Bölleri Bakanı Tzipi Livn’i, savaş suçları işlediği suç- gesel güç olmak istediği için de bölgesel sorunların lamasıyla tutuklama kararı vermesi, tarafların bir- çözümüne katkıda bulunarak etki ve hareket alanıbirleri ile ciddi çatışma içerisinde olduğunu göster- nın genişletmek istemektedir. mektedir. Türkiye yeni dış politikasındaki rolüne uygun Kabaca söylersek taraflar, hedeften ziyade he- olarak şunu savunuyor: İran’ın nükleer teknolojiyi 16 • Ocak - fiubat‘11


elde etmesine nükleer silah yapar endişesi ile karşı çıkılıyorsa, İsrail’in elinde mevcut olan nükleer silahlara da karşı çıkılmalı ve bu güç onun elinden alınmalıdır. Türkiye daha da ileri giderek ‘ABD, Avrupa, İsrail, Rusya, Hindistan ve Çin için meşru olan, İran veya Türkiye için neden meşru olmasın’ demektedir. Türkiye bunu uluslar arası arenada her fırsatta tekrarlamakta ve İsrail’in elindeki nükleer silahlara dikkat çekmeye çalışmaktadır. Bu gayretin sonucunda Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, tarihinde ilk defa İsrail’in gizli nükleer faaliyetlerini izleme kararı almıştır. Bu kararın arkasında BM’de ‘189 ülkenin imzasını taşıyan ve İsrail’in nükleer silahlarının uluslararası toplumun denetimine açılmasını ve 2012’de bu amaçla bir Uluslararası Konferans düzenlenmesini öngören bildiri’ kabul edilmiştir.

Rusya ile yapılan ekonomik, reaktör kurma, vize ve sınırları kaldırma anlaşmaları Türkiye’nin yeni dış politikasının bir sonucudur.

İsrail 3 yıl önce Suriye üzerinde taciz uçuşlarına başlamış ve bu uçuşlarda yakıt tanklarını Türkiye topraklarına bırakmıştı. Bu olay üzerine Başbakan Erdoğan, “İsrail’in komşularımıza saldırmak için hava sahamızı kullanması halinde cevabımızın sert olacağını” belirtmiş ve ardından da Hatay’ın İskenderun ilçesine I-Hawk uçaksavar füze bataryaları ve bölgeye üç adet seyyar radar yerleştirilmiştir (9).

Mavi Marmara gemisine yapılan baskını Türkiye’nin dış politikasında meydana gelen bu değişiklikler çerçevesinde anlamlandırmak gerekmektedir.

Mavi Marmara baskınından iki gün önce de ‘İsrail nükleer füze yüklü denizaltılarını İran kıyı şeridinde konuşlandırmaya başlamıştı. İsrail’in bu hamlesine karşı Türkiye, İskenderun’daki füze bataryalarını Amik Ovası’na kaydırmıştır. Bu da, İsrail’e verilen önemli bir mesaj idi. TRT’nin, Ekim ayında Gazze’deki ‘Dökme Kurşun’ operasyonu sırasında geçen olayları anlatan ‘Ayrılık’ dizisini yayınlamaya başlaması; ‘Kurtlar Vadisi Pusu’ dizisinin 2010 yılındaki bölümlerinde Türkiye’deki birçok olayın arkasında MOSSAD’ın olduğunun işlenmesi, iki ülke ilişkilerinde ciddi rahatsızlık nedeni olmuştur . Bunun üzerine İsrail Türkiye’yi sert bir dille eleştirmiş ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Danny Ayalon Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol’u bakanlığa davet edip ‘alçak koltukta oturtmuş’ ve yanındaki gazetecilere, “Görüyorsunuz, o bizden aşağıda oturuyor, biz yüksekteyiz ve burada sadece İsrail bayrağı var” demiştir (3). Türkiye de buna çok sert tepki göstermiştir.

Türkiye’nin yeni Ortadoğu politikası, başta İsrail olmak üzere bölgedeki şiddet ve istikrarsızlıktan beslenen ve varlığını buna bağlayan güçler için ciddi bir rahatsızlık nedeni olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Aradaki fay hattında aşırı enerji birikmesi meydana gelmektedir. Bu yeni politika İsrail’i Ortadoğu’da daha da yalnızlaştıracak ve başat Mısır olmak üzere İsrail yanlısı politikalar izleyen Arap yönetimlerini çok zor durumda bırakacaktır. Nitekim başta Mısır olmak üzere Arap Birliği Hamas’a uygulanan ambargonun devam etmesini isteyerek Türkiye’ye destek vermemişlerdir.

úsrail’in Siyonist Politikalar× İsrail’in, İHH’nin Yardım konvoyuna saldırmasının gerçek nedenlerini anlayabilmek için siyonizmin mantığını, temel felsefesini ve uyguladığı politika ve stratejileri iyi anlamak gerekmektedir. Siyonizm dini, siyasi, milli ve sömürgeci bir doktrindir (10). Siyonizm’in temel varsayımlarını, olmazsa olmazlarını, yani iman esaslarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz (11): 1- ‘Vaad Edilmiş Topraklar’, 2- ‘Seçilmiş Halk’, 3- ‘Etnik SafIık’ ya da ‘Ari Irk’, 4- ‘Etnik Temizlik ya da Soykırım’, 5- ‘Dünya Yahudileri İçin Bir Tek Devlet’: İsrail, 6- ‘Dünya Hâkimiyeti’ İçin ‘Gizli Dünya Devleti’ kurulmalıdır. Bu iman esaslarına dayandırılan temel politika ve stratejileri de aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz (11): • Irkçı ve Dini Temellere Dayalı Bir İç Politika, • Devamlı Korku ve Tehdit Altında Olmaya Dayalı İç Politika,

Ocak - fiubat ‘11 • 17


• İki Yönlü Göç Ettirme Politikası: Yahudilerin 2011 yılına doğru Ortadoğu’daki güç dengesinin İsrail’e göç ettirilmesi, yabancıların da Filistin top- İsrail’in aleyhine döneceğini sezmiş olmasından olabilir. Nitekim bölgesel güç olarak hem Türkiye raklarından göç ettirilmesi, • “Büyük İsrail’in” Gerçekleşmesine Yönelik Sürekli hem de Iran ağırlığını ortaya koymaya başlamıştır. Siyonist yöneticilerin bu denli paniklemelerinin seGenişlemeye Esas Alan Bir Dış Politika, • Savaşı ve Devlet Terörizmini Esas Alan ‘Kudur- bebi 1187 yılında Ortadoğu’da meydana gelen Hittin Savaşı’nın meydana getirdiği sendromdur. Bugün muş Köpek’ Stratejisi, Siyonist önderlerde “Hittin Savaşı” korkusu vardır: • Yalan ve Aldatmaya Dayalı Bir Psikolojik Savaş, • Legal ve İllegal Örgütlenme, Lobicilik, “ Hayfa Üniversitesi’nden Benjamin Beit• Antisemit Politika, Hallahmi: “1187’deki Hittin Savaşı, bugün • Makyavelist Yaklaşım: Hedefe varmada her şey Ortadoğu’daki hemen hiç kimse tarafından unutulmubah, muş değildir. Bu Selahattin’in Haçlı ordusunu yendiği büyük savaştır. • Kolektif Cezalandırma: Sivil asúsrail kurulduùu andan İsrailliler, Hittin’i hatırlamak isteker, suçlu suçsuz ayırımı yapmaitibaren bar×ü× deùil samez, Hittin hakkında düşünmek isma, • Şantaj ve menfaat ile satın alarak vaü× ön görmüütür. Bar×ü temezler. Çünkü bu savaş, onlara Hittin’in yeni bir benzerinin kenişbirlikçi ihdas et veya yok et, olursa yok olacaù× kaydi başlarına gelebileceği ihtimalini • Zamana Yayma, Alıştırma ve g×s× içerisindedir. Bunhatırlatmaktadır.” (Benjamin BeitUnutturma Politikası, Hallahmi, The Israeli Connection, dan dolay× úslam’la sa• Bölge Ülkelerini Bölmeye, Pars. 248)” (12) çalamaya Ve Yok Etmeye Dönük Kaos Politikası.

úsrail’in Korkusu: Yeni Bir Hittin Savaü× İsrail’in İHH yardım konvoyuna saldırmasındaki temel neden, büyük İsrail olarak tanımlanan ‘Vaad edilmiş topraklar’a (Nilden Fırata kadar olan topraklar) 2011 yılına kadar sahip olamama korkusudur:

vaü× körüklemekte ve her yere yaymak istemektedir. Mavi Marmara olay× üzerine Kudüs úbranî Üniversitesi’nden úsrael Shahak’×n; “úsrail, antiúslâmî bir haçl× seferinin liderliùini yapmaya soyunmaktad×r.” ifadesi bunu doùrulamaktad×r.

Lübnan’da Hizbullah, Gazze’de Hamas tarafından İsrail’in yenilgiye uğratılması, Siyonist önderlerde Hittin Savaşı’nın hatırlanmasına neden olmakta ve bundan dolayı ’Kudurmuş Köpek’ gibi sağa sola saldırmaktalar. Bu ’Kudurmuş Köpek’ psikolojisini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman, 2009 yılı Ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde görebilmekteyiz:

“Şimon Peres (2001): “ 2011 yılına kadar, Büyük İsrail’i, yani Arz-ı Mevud’u kurduk, kurduk. Kuramazsak, İsrail’in sonu gelir.” (12)

“İsrail Hamas’la mücadelesinde ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır.” (13)

İsrail kurulduğu andan itibaren barışı değil savaşı ön görmüştür. Barış olursa yok olacağı kaygısı içerisindedir. Bundan dolayı İslam’la savaşı körüklemekte ve her yere yaymak istemektedir. Mavi Marmara olayı üzerine Kudüs İbranî Üniversitesi’nden İsrael Shahak’ın; “İsrail, anti-İslâmî bir haçlı seferinin liderliğini yapmaya soyunmaktadır.” ifadesi bunu doğrulamaktadır.

Aynı zihni alt yapıyı İsrail halkının bir kısmında da görebilmek mümkündür:

Şimon Peres’in 2011 yılını belirtmiş olması, 18 • Ocak - fiubat‘11

“Filistinlilere topraklarımızı terk etmeleri için süre verilsin, çekip gitmezlerse zorla sürülsünler, o da olmazsa onları bombalayıp öldürelim.”(13) Böyle bir zihniyetin inşa edilmesi sonucunda, “İsrail, psikopat bir devlet ve paranoyak bir toplum haline gelmiştir.” (14)


úsrail ‘Rotam×z Filistin Yükümüz únsan× Yard×m’ Konvoyunu Uluslar aras× Sularda Niçin Vurdu? Verilmek ústenen Mesaj Nedir? Genişletilmiş Ortadoğu’nun merkezinde ki bölgesel güçlerle küresel güçlerin politikalarında farklılaşma var ve bu, tezada dönüşme istikametinde seyretmektedir. Taraflar kavşak noktasından ayrılma hazırlığındalar. Bu coğrafyada Türkiye’nin politikaları ile İsrail’in ve ona destek veren ABD’deki Neocon+Siyonist ittifakının politikaları artık örtüşmemektedir. Karşı karşıya gelme kaçınılmazdır. Yeni Ortadoğu’nun yükselen ve parlayan yıldızı Türkiye, kurduğu ittifaklarla etki alanını genişletirken İsrail’i yalnızlaştırmaktadır. İsrail’in Siyonist yöneticileri Hittin Savaşı sendromunun etkisi altında Bush’un ‘önleyici savaş doktrini’ çerçevesinde gelecekte kendisine rakip olacak, dur diyecek bir güç olarak Türkiye’yi şimdiden durdurmak istemektedir. İsrail Mavi Marmara gemisini vurarak ve arkasından Türkiye’yi çaresiz bırakarak Mısır’ın konumuna sokmak istemektedir. Bu nedenle sonuçları düşünülerek açık denizde Mavi Marmara gemisine baskın düzenlemiştir. Baskınla verilmek istenen mesaj, ben senin bu coğrafyada liderliğini tanımıyorum ve benim için sen tehlikesin. İsrail’de yazılan yazılara, yapılan yorumlara bakıldığında verilmek istenen mesajın tam da bu olduğu kolayca görülebilir. Bar Ilan Üniversitesi profesörü Mordechai Kedar olay haftası Ynet’te yazdığı yazıda ; “Bu bölgenin efendisi kimdir?... Ortadoğu’yu bir kez daha yönetmeyi arzulayan Osmanlı İmparatorluğu kuvvetleri, Gazze kıyılarında durdurulacaktır.” (15) derken Türkiye’nin yeni Osmanlı misyonuna karşı çıkmaktadır. Prof. Efraim Inbar (Bar İlan Üniversitesi’nde

Öğretim Üyesi ve BESA Stratejik Araştırmalar Merkezi’nin direktörü) yazdığı makalede yaşanan olayın sorumluluğunu tamamıyla Türkiye’ye yıkarken, yapılması gerekenlerle ilgili olarak İsrail yönetimine bir yol haritası çizmektedir: “Ankara ile Kudüs arasındaki ilişkilerin bozulması Türkiye’nin inisiyatifindedir ve bunda İsrail’in hiçbir etkisi yoktur. Türkiye tarafından İsrail’e karşı alınan düşman tavır Türkiye’nin dış politikasında meydana gelen büyük değişimin bir parçasıdır. Aslında, Türkiye Batı’ya sırtını dönmektedir. Hamas karşısındaki pozisyonu Batı’nınkinden farklıdır; bu diğer önemli konularda da böyledir. Ankara, savaş suçları işlemekle itham edilen Sudan Başkanı Ömer Hasan el-Beşir’i Avrupa’nın protestolarına rağmen ağırlamıştır. Türkiye ayrıca İran Başkanı Mahmud Ahmedinejad’ı konuk olarak kabul eden tek NATO ülkesidir. Türkiye; Amerikan karşıtı olan ve İran tarafında bulunan Suriye ile de giderek yakınlaşmaktadır. Hatta Türkiye, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) ile olan faaliyetlerini de hızlandırmıştır. Şüphesiz, Erdoğan Ortadoğu pazarında Batı pazarında olduğundan daha fazla kendini evinde gibi hissetmektedir. Türkiye, bir taraftan, uluslararası meselelerde Amerika’nın rolüne gem vurmaya çalışan Rusya ile de ilişkilerini sıkılaştırmıştır. Doğrusu, Türkiye Amerikan tercihlerinden saparken tereddüt dahi etmemiştir. İran’a uygulanacak yaptırımlara katılmayacağını duyurmuş ve devam eden nükleer programı nedeni ile İran’ı içinde bulunduğu diplomatik pozisyondan çıkartmak için Brezilya ile birlikte çabalamıştır. Gazze’ye yardım gemisini ve Hamas’ı destekleyerek, Türkiye aynı zamanda İsrail ile Filistin arasındaki pek de parlak olmayan müzakerelerin de olumsuz etkilenmesine sebep olmuştur. Maalesef, Türkiye Batı’dan uzaklaşarak bağımsız bir duruş içerisine girmektedir ki bu duruş iktidar partisinin İslami eğilimleri ile renklenmektedir. Türkiye ile olan ilişkilerinde İsrail hayati çıOcak - fiubat ‘11 • 19


karlarından taviz vermemelidir. Hatta hakaretlere de tolerans göstermemelidir. Bu sadece zayıflık olarak algılanır. İsrail, Türk devleti, Türk toplumu ve güçlü bir karşılığı hak eden iktidar partisi arasındaki ayrımı gözetmelidir. Kesin, aklı başında cevaplar Batı yanlısı Türklere ülke içindeki tartışmalarda yardımcı olacaktır. Bu önemli ülkede, gözümüzün önünde çok büyük bir siyasi dram gelişmektedir. Kendi geleceklerini Türkler, sadece kendileri belirleyebilirler; ancak İslamcı rejime karşı oluşturulacak muhalefetin Batı’nın yardımına ihtiyacı vardır. Türkiye’nin stratejik sonuçları anti-Amerikan bir eksen doğurmak üzeredir. Özgür dünyanın bekası için, ancak daha fazla kendi bekaları için, umut edelim de Türkler; İslamcı rejimler tarafından sunulan fakirliği, cahilliği ve otoriteryanizmi değil de demokrasiyi ve ilerlemeyi seçsin.” (16) Görüldüğü gibi bugün ‘İçimizdeki İsraillilerin’ başlattığı başta eksen tartışması olmak üzere birçok tartışmanın kökleri İsrail’e dayanmaktadır.

Sonuç: Türkiye Kendisi Olmal×d×r, Kendi Kültür ve Medeniyetine Dönmelidir Baskın olayı, hem sonuçları hem de yapılacaklar önceden planlanıp gerçekleştirilen bir eylem ve bir tavır alıştır. İsrail askerlerinin amacı, gemidekileri kelepçeleyip belki de başlarına çuval geçirip tutuklamak ve bu görüntüleri yayınlayarak Türkiye’de radikal bir infial meydana getirmekti. Iraktaki çuval olayını Türkiye’ye hatırlatmaktı. İşlerin sarpa sarmasının ve de İsrail’in zora düşmesinin sebebi, beklenmeyen ve de başarılı olan sivil direniştir. İsrail bir tuzak kurmak istedi ve fakat Allah’ın kurduğu tuzağın içerisine düştü:

palarla Müstekbir İsrail’in müstekbir olan çok özel birliğini bozguna uğratıp teslim alarak tarihin çöplüğüne atmışlar, oyunu bozmuşlardır : “[014.046] Gerçek şu ki, onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış düzen (kötü bir karşılık) vardır.” Mavi Marmara’da yaşananlar tarihin akış yönünü değiştirmiştir. Sivil itaatsizliğin gücünü ortaya koymuştur. İnancın teknolojiye zaferidir. En tehlikeli silah, ölümü gözen alan insandır. Saldırının hedefi Türkiye’dir. Nedeni ise Türkiye’nin bölgede üstlenmek istediği ve İsrail’in işine gelmeyen liderliktir. Eğer Türkiye İsrail’e yaptırım uygulatamaz, istediklerini alamaz ve de İsrail’i cezalandıramazsa İsrail’in karşısında diğer Arap ülkeleri gibi çaresiz, eli kolu bağlı konuma düşecektir. Saldırının amaçlarından biri de Türkiye’yi bu konuma sokmaktır. Başbakan Erdoğan’ın ve Dişişleri Bakanı Davutoğlu’nun popülaritelerinin yıkılması, karizmalarının çizilmesi ve de AK Parti iktidarının düşürülmesi bu saldırının hedefleri arasındadır. Bu nedenle bu süreçte Türkiye, Başbakanı’na , hükümetine, İçişleri Bakanı’na ve İHH’ya sahip çıkmalıdır. Osmanlının son döneminde oynanan oyunların benzerlerine kurban edilmemelidir. 31 Mayıs 2010 tarihinden itibaren, Türkiye’nin bir İsrail sorunu var olacağı gibi İsrail’in de bir Türkiye sorunu var olacaktır. Türkiye’nin İsrail’le yolları ayrılmıştır. 1948 yılından beri İsrail’e kayıtsız şartsız destek veren bir Türkiye yok artık, bundan böyle de olmayacaktır. İsrail’in Siyonist kadrosu bunu çok iyi bilmektedir. Bundan böyle bu iki güç dünyanın her yerinde karşı karşıya gelecektir. Türkiye’yi yönetenler bu hakikati asla unutmamalıdırlar.

“[008.030] Hani o küfre sapanlar, seni tutuklamak ya da öldürmek veya sürgün etmek amacıyla, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır.”

Bu karşılaşma kötü müdür? Asla. Tam tersine Türkiye’yi kendine getirecek, uyuyan devi uyandıracak olan bir sürecin başlamasına sebebiyet verecektir. Çünkü Türkiye hem İsrail hem de dünyadaki ‘dost’, ‘stratejik ortak’ ve ‘model ortak’ gerçeği ile yüzleşmiştir ve de yüzleşmeye devam edecektir.

Hz. Davud’un Calut’u sapanla öldürmesi gibi Mavi Marmara’nın sivil kahramanları da su ve so-

Türkiye, bu olay nedeniyle İsrail’den istediği, özür dileme, tazminat ödeme, uluslar arası soruş-

20 • Ocak - fiubat‘11


turmayı kabul ve ambargoyu kaldırma şartlarını yerine getirmezse; bütün ekonomik, askeri ve siyasi ilişkiler askıya alınmalıdır. Türkiye İsrail’e karşı birleşik cephe hareketi başlatarak İsrail’i yalnızlaştırmalıdır. D8’ler hareketini kuvvetlendirmelidir. Erbakan Hoca’nın ‘Yeni Dünya Projesi’ni devreye sokmalı ve bu konuda ombudsman olarak Erbakan Hoca’nın birikim ve tecrübesinden yararlanmalıdır. Türkiye İsrail’e karşı her cephede psikolojik savaş başlatmalıdır. Türkiye uluslar arası alanda karşılaşacağı her sorunu, kendi içerisinde bütünleşerek aşabilir. Bu olay hem hükümet hem de muhalefet tarafından iç siyaset malzemesi olarak kullanılmamalıdır. Hem muhalefet hem de iktidar kullandıkları dile dikkat etmelidirler. Bu noktada bu olay, iyi bir fırsat olarak görülüp tüm tarafların çözüm üzerine yoğunlaşması sağlanıp tüm kurum ve kuruluşları ile Türkiye kaynaşmalı, bütünleşmeli ve dik durarak geleceğe doğru yürümelidir. Bu, bugünkü nesillerin gelecek nesillere karşı sorumluluğu hatta borcudur.

Türkiye kendisini asla dost ve sırdaş kabul etmeyen ABD’nin, AB’nin ve de NATO’nun kapısında beklemeyi bırakıp mazlumların hamisi, zalimlerin korkulu rüyası olmalıdır. Zalimlere dur, diyerek devleşen bir Türkiye insanlığın ihtiyacı olan büyük inkılap hareketini başlatabilir:

Bundan böyle Türkiye kendi kültür medeniyetinin temsilcisi olmalıdır. Yaklaşık 100 yıldır sığıntı, bekçi ve dilenci olarak durduğu Batı’nın kapısında beklemeyi terk etmelidir.

[026.227] Ancak iman edenler, salih amellerde bulunanlar ve Allah’ı çokça zikredenler ile zulme uğratıldıktan sonra zafer kazananlar (veya öçlerini alanlar) başka.

“[002.120] Sen onların dinlerine uymadıkça, Yahudi ve Hıristiyanlar senden kesinlikle hoşnut olacak değillerdir. De ki: «Kuşkusuz doğru yol, Allah’ın (gösterdiği) dosdoğru yoldur.»”

Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıpdevrileceklerini pek yakında bileceklerdir.”

Kendi kültür ve medeniyetinin değerlerine, normlarına ve kodlarına uygun olarak sistemini yeniden kurmalıdır. Kendi halkını ve Müslüman halkları düşman gören ve bu anlayışa göre konumlanan bu sistem değişmelidir. O zaman Türkiye büyür, hem bölgesel hem de küresel güç olur, saygı duyulan izzet sahibi olur: “[004.138] Münafıklara müjde ver: Onlar için gerçekten acıklı bir azab vardır. [004.139] Onlar, mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinirler. ‘Kuvvet ve onuru (izzeti) ‘ onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, ‘bütün kuvvet ve onur,’ Allah’ındır.”

“[026.225] Görmedin mi; onlar, her bir vadide vehmedip durmaktadırlar; [026.226] Ve gerçekten onlar, yapmayacakları şeyleri söylemektedirler.

Kaynaklar 1- Kanbolat H., Uluslararası Karasularında İsrail Saldırısı, Orsam 31.05.2010. 2- Goldstone Raporu. 3- Hürriyet, 01.06.2010. 4- Talu U., Habertürk, 01.06.2010. 5- Yavuz C., Gazze Rotasında Beklenen ‘Müdahale’, Türksam, 31.05.2010. 6- Aydın E., İsrail’in Türk kanıyla ulaşmak istediği nedir? Dünya Bülteni, 31.05.2010. 7-Korkmaz T., ‘Terör Devleti’ İsrail, dünyaya hükümdar olmaz!, Yeni Şafak, 01.06.2010. 8-Stratejik ortaklar savaşın eşiğinde, Taraf, 01.06.2010. 9- Bulut A., Yeni Çağ, 01.06.2010. 10- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996, 16-26. 11- Can, B., Siyonizmin Temel Varsayımları, Stratejisi ve Ne Yapmalı, Umran, 2006. 12- Duygun F., Tımeturk, 31.05.2010. 13- Kıvanç T., Yeni Şafak, 01.06.2010. 14- Analitik Bakış, 01.06.2010. 15- ‘İsrail Gemisi Karaya Oturuyor’, Vatan, 31.05.2010. 16- tasam.org, 08.06.2010.

Ocak - fiubat ‘11 • 21


röportaj

Genç Öncüler Mavi Marmara Tiyatrosu Üzerine Röportaj: Alperen Gençosmanoğlu

Yoìun emeklerle hazîrlanan ve ilk gösterimi için sabîrsîzlîkla beklenen Genç Öncüler Tiyatro Topluluìu’nun Mavi Marmara oyunu sergilenmeden önce, oyunun mimarlarîyla, ya da belki emekçileriyle demek daha doìru olur, bir oturup konuèalîm dedik. Neden bu ièe girièmièler, nasîl bir süreç yaèamîèlar ama aslînda daha önemlisi bu oyunun da bir parçasî olduìu çîktîklarî yolda, nereye doìru gitmeye çalîètîklarî, yoldaki sarp yokuèlarîn ne olduìu ve yola olan tereddütlerini ve inançlarînî konuèmaya çalîètîk. Kimle konuètunuz diye sorarsanîz: oyunun senaristi Sedat Doìan ve yönetmeni Bedir Afèin bizleri kîrmadî ve gerçekten samimi bir sohbet gerçekleètirdik. Söyleèide Mavi Marmara’dan, tiyatronun hazîrlîk sürecine, sinemadan, popüler kültüre, kapitalizmden êslam sanat ilièkisine kadar pek çok konuya dair samimi cevaplarla karèîlaèacaksînîz. Eìer bir yerinden ortak dertlere sahipseniz ve bu sorular hayatînîzda bir yer kaplîyorsa, sizde kendinizi sohbetin içinde bulacaksînîz ve sizi bilemem ama ben Allah razî olsun demeden bitiremeyeceìim…

22 | Ocak - fiubat‘11


Mavi Marmara’yla ilgili bir oyun ç×karma Àkri nas×l doùdu? Bu baùlamda belki Mavi Marmara’ya yüklediùiniz anlama da deùinebiliriz. Bedir Afşin: Mavi Marmara ilk taciz edilmeye başlandığında biz konsolosluğun önüne koştuk Sedat abi ile. O sırada elimizden sadece bu geliyordu. İnsan en zor zamanda bir şey olmalı der ya. Öyle bir şey, orada şekillendi. Yani o süreçte. Ardından üzerinde biraz tartıştık ve Sedat Doğan yazmaya başladı. Bizim başından beri tek düşüncemiz vardı. Mavi Marmara insanlığın ortak vicdanı oldu. Bunu dünyanın unutmaması gerekiyordu. Oyunla ilgili nas×l bir haz×rl×k süreci yaüand×? Bedir Afşin: 4 aydır bu oyun üzerinde çalışıyoruz. Genç Öncüler Tiyatro topluluğunu bildiğiniz üzere 2008 yılında kurduk. Bu sefer ki ekibimiz Abdullah Birtane dışında yeni bir oyuncu kadrosundan oluşuyor. Bir de benimle birlikte Sedat Doğan da ekibin koçluğunu yaptı bu dönemde. Arkadaşlarımızla 2010 Mart ayından beri birlikteyiz. İlk meyvemiz de Mavi Marmara. Herkes yaptığı işi ilk defa yapıyor yine ve ben bu ruhu seviyorum. Ya da bu ruh benim kaderim. Çünkü hep sıfırdan başlamak zorunda kaldım şimdiye kadar.(Gülüyor) Oyuna dair bu zamana kadar yapt×ù×n×z çal×ümalarda aktarmak isteyeceùiniz ilginç bulduùunuz olaylar oldu mu? Bedir Afşin: Ekip olmak çok zordur. Kaldı ki bu oyunun kadrosu 22 kişi. Topluluğun bir aile haline gelmesi çok önemliydi bu işe başlarken. Bu enerjinin oluştuğunu görüyorum. Bu da beni mutlu ediyor. Oyunu arkadaşlara ilk açıkladığımızda herkesin heyecanla yazımını beklemesi bence önemliydi. Bu oyundan önce hem Genç Öncüler Tiyatro topluluùu olarak hem kiüisel olarak ne gibi çal×ümalar içinde bulundunuz, nas×l süreçler yaüad×n×z? Bedir Afşin: Ben sosyoloji ve Sinema TV okuyorum. Aynı zamanda Sedat Doğan ile birlikte giriştiğimiz Gezici Sinema Eğitim Derneği’ni kurduk. Kısa filmler çektim, çekiyorum ama sahne tozu derler ya. Sanırım böyle bir şey beni de aldı götürüyor. 2008 yılında Genç Öncüler Tiyatro Topluluğu’nun temellerini attık arkadaşlarımızla birlikte. Tiyatro çalışmaları da bir yandan gidiyor. Tiyatro ile tanışıklığım konservatuar sınavlarına hazırlanmak için şimdilerde kapanmış olan Tiyatro-Z’de geçirdiğim zamanda oldu.

Bengi Heval Öz ve Cem Kenar, Özgür Atkın. Bu insanların arasında geçirdiğim kısa zaman beni tiyatronun da içine aldı. Güzel gidiyor şimdilik. Yapt×ù×n×z bu çal×ümalar baùlam×nda tiyatroya nas×l bir anlam yüklüyorsunuz ve sizi tiyatro çal×ümalar×nda bulunmaya iten motivasyonlar nelerdi? Bedir Afşin: Tiyatro ve sahne bazen arkadaş ortamlarında ciddi eleştiriler getirsem de vazgeçemeyeceğim bir yerde. Her şey anlık ve canlı. Her şey oyun ve gerçek. Diğer yandan ise toplumsalı en iyi ifade edebileceğim yer. Kendimi en iyi ifade ettiğim yer. Her şeyi bir kenara bırakalım. Ben sahnede ve kamera arkasında çok mutluyum. Çünkü kendimle, toplumla ve Allah’la bir sıkıntım var. Allah’a inanmak sıkıntı veren bir şey. Böyle bir sıkıntıyı ancak bu şekilde kaldırabileceğimi fark ettim. Sedat Doğan: Tiyatro ya da başka bir şey, içerikle çok ilintili… Yaptığım her ne ise, mutlaka kendi anlam dünyamda bir karşılığı olmalı. Tiyatro oyunu yazarken bunu yakalayabiliyorsunuz. Motive eden de bu iç huzur. Kimse beğenmese bile, kendimle çelişmediysem sorun yok. Ama bağımlılık ilişkisi kurduğunuzda çok farklı. Hep birilerine bir şeyleri beğendirmek zorunda kalırsınız. Beğenilmediğinde o verdiğiniz emek öyle içinizi acıtır ki… Mavi Marmara temal× bir oyun yapt×ù×n×zda sormadan geçemeyeceùimiz ancak belki en kadim problemlerden ve tarihselliklerden olan; úslam-Sanat iliükisi ile belki bunla baùlant×l× olsa da ayr× düüünmeyi gerektirecek olay×n daha alandaki karü×l×ù× olarak Müslümanlar-Sanat iliükisi hakk×nda ne düüünüyorsunuz ve özellikle bunun Türkiye ayaù×n× nas×l görüyorsunuz hem sanat perspektiÀ aç×s×ndan, hem sanata olan ilgi aç×s×ndan... Ocak - fiubat ‘11 | 23


Bedir Afşin: Hemen şunu söyleyeyim. Bir yaptın iyi olup olmadığına seyircisi, kalitesine eleştirmeni, sanat olup olmadığına ise gelecek kuşaklar karar verirler. Bu konuda çok büyük cümleler kurmaya gerek yok. Çünkü henüz ciddi bir denenmişlik yok. Ben Müslüman’ım ve sanatın göbeğindeyim. Bu konuda söyleyeceğim her şey bundan ibaret. Sanata olan ilgiye gelince, bir ülkenin sanatçısı değerleriyle barışık olmalı diye düşünüyorum. Gereksiz bir aşağılık kompleksine gerek yok. İnsan her yerde ve her şekilde değerlidir. Yaşanılan her ne olursa olsun anlamlıdır. Gerçektir. İdealize ettiğimiz ve hedeflediğimiz şey bizi bir tür aşağılık kompleksine sokarsa ve görmezden gelmemize sebep olursa körleşiyoruz. Bu da taklitten öte bir şey getirmiyor. İlgi de bununla doğru orantılı bir şey olsa gerek.

Yönetmen: Bedir Afşin

Mavi Marmara’ya gelince, politik bir oyun sahneliyoruz. Mesajımız da amacımız da net. Dediğim gibi sanat olup olmadığına biz karar vermiyoruz. Ona karar verecek olanlar bizden sonrakiler. Sedat Doğan: Sanat insanoğlunun iç dinamizminin bir yansıması mı, yoksa modernitenin her şeyi uzmanlık alanına yönlendirdiği elitist bir varoluş sahası mı?

Benim anlayışım birinci şık… İslam insan ilişkisinde öznel dışavurumculuğun ilk insandan beri Senarist: Sedat Doğan İslam’da karşılığı olduğunu düşünüyorum… İslam’ı insan fıtratına uygunluk olarak nitelendirdiğimizde bu sonuç çok daha açık bir şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bundan sonra mesele İslam’ın değil Müslüman’ın sanatla olan ilişkisidir. Burada da iki sorun karşımıza çıkmaktadır. Birincisi modernitenin ürettiği seçkinci sanat anlayışının geniş kitlelerle iletişime geçemeyerek, halk nezdinde yabancılaşması, ikincisi ise bu yabancılaşmaya karşın sanat üretimine odaklanan bir kısım Müslüman’ın, kendi özgünlüğünü resmetmekten ka-

24 • Ocak - fiubat‘11

çınıp sanatı bilimselciliğin dar kalıplarına sıkıştırarak insandan(fıtrattan) kopuk bir uzmanlık olarak algılaması. Tiyatronun diùer sanatlar aras×ndaki yerini nas×l görüyorsunuz? Bedir Afşin: Böyle bir şey üzerinde hiç düşünmedim. Çünkü her ne olursa olsun bir sanat yapıtından söz ediyorsak bu gördükten sonra karar verebileceğimiz bir şey. Tiyatro bir ifade biçimi. (Gülüyor) Cümle kurup karşımızdakinin anlayabileceği bir estetikle sunmamız çok daha mümkün. Bir heykelde ya da bir sürreal resimde bunun çok azı mümkün olabiliyor. Belki bu olabilir. (Hala gülüyor) Sedat Doğan: Tiyatro bence oyunun bittiği yerdir. Yazım sürecinde olsun, provalar esnasında olsun çok kolay motivasyon bozukluğu yaşayabilirsiniz. Bir replik unuttuğunuzda hemen gülebilirsiniz. Çünkü o esnada bir oyun içerisinde olduğunuzu düşünürsünüz. Kendi kimliğinizle oyunda resmettiğiniz karakteriniz çatışma yaşayabilir. Ama ne zaman seyircinin karşısına çıkarsınız işte o an oyun biter ve olabildiğince canlandırdığınız karakterin kimliğine yakınlaşmak ve oyun müddetince o konsantrasyonun dışına çıkmamak gerektiğini düşünürsünüz. Hep savunduğum bir şey vardır, tiyatro provalarda değil, sahnelendiğinde öğrenilir diye. Bu yönüyle de tiyatro seyircisi bir nevi eğitmen konumundadır diyebiliriz…

Allah’ı Şehirde Aramalıyız Bildiùimiz kadar×yla en az tiyatro kadar hatta ondan daha fazla da sinemayla uùraü×yorsunuz, asl×nda san×r×m dönem biraz da sinema dönemi bunla ilgili de bir üey söylemek isterseniz bunu da merak ederiz, genel olarak hayata bak×ü×n×zla birlikte düüündüùünüzde sinema sizin için ne anlam ifade ediyor? Bedir Afşin: Evet. Sinema. Şöyle düşünüyorum bazen. Cennete gittiğimde herhalde yine film çekmek için Allah’tan izin isterim. Böyle bir sevgi. Her şey bir tarafa, sinema çok ciddi bir araç. Modernite, orta sınıf, aile ve kadın üzerine kafa yoruyorum uzun zamandır. Allah’ı şehirde aramamız lazım artık. Bunun pratiğini üretmemiz ge-


rekiyor. Bu üzerimizde bir borç, çünkü biz modern zamanlarda Allah’a inananlarız. Entelektüel anlamda buraya ciddi eğilmemiz gerektiğini düşünüyorum. Sinema da bu arayışın şahidi olabilecek müthiş bir sihir. Ama bu uzun ve sabır isteyen bir yolculuk. Bakalım hep birlikte göreceğiz. GESED adl× çal×üman×z×n nas×l bir hedeÀ var, ne yapmaya çal×ü×yor, üuan ki projeleriniz nelerdir? Bedir Afşin: GESED’i kapatmak zorunda kaldık. Bir hayalim vardı. Güzel ve özgün bir projeydi. Ama olmadı. İlk adım, ilk hayal kırıklığı diyelim. Şu çok önemli, doğru zamanda doğru mekânda doğru insanların birbirini bulması. Denedik ve yanıldık. Şimdi ise REC dergi diye bir sinema dergisinin hazırlıklarını tamamladık ve yakında yayınlayacağız. Bu derginin Genel Yayın Yönetmenliğini yapıyorum. Haziran ayında bir belgesel projesi var. Ön çalışmasını yapıyoruz şu anda arkadaşlarımla. Doğuda öldürülen 376 çocuğun hikâyesi bu. Çoğu faili meçhul bu cinayetlerin. Yaşları 0 ila 17 arasında değişiyor. Çekimleri 6 ilde olacak. Önem verdiğim bir çalışma. Tabii Mavi Marmara’dan sonra yeni oyun için de kolları sıvadık. Özellikle 80lerin soùuk savaü etkisiyle gelen kuüakta sanat×n salt propaganda arac× olarak kullan×lmas× baùlam×nda sanat için ne dersiniz, belki burada sanat sanat için midir, sanat halk için midir tekerlemesini de anmak gerek? Bedir Afşin: Güdülen her şeyde bir sıkıntı vardır zaten. İran sinemasını ele alalım. Belki de İran sinemasını bu kadar gözümüzde değerli kılan şey devrim sonrasında sanatın bir propaganda aracı olarak görülmeyişi oldu. Sanat sanat içindir veya toplum içindir. Her ikisi de. Yukarıda söyledim. Bir yapıtın iyi olup olmadığına seyircisi, kalitesine eleştirmeni, sanat olup olmadığına da gelecek kuşaklar karar verirler. Sanatın tanımı bende böyle şekilleniyor. Sedat Doğan: Sanat insan tahayyül ve iç yapılanmasından neşet eden birikimin dışa vuruş araçlarından biri. Modern zamanlarda Adorno’nun kültür endüstrisi eleştirisinde sinema, belki de en belirgin olanı. Yıllarca teknolojik gelişmeye bağımlı bir hal aldı ve belirli azınlık bir sınıfın uğraş alanı oldu. Bu da

önemli ölçüde periferileştirilen ülke halklarının dönüşümüne katkı sağlayarak, hegemonik batı siyasetinin meşrulaştırıcı araçlarından biri haline geldi. Araçsal bir nitelik taşıyan şey her ne kadar bazı teknikler kullanılarak beyazperdeye aktarılsa da bu sanat değil iyi bir propaganda çalışması olabilir. Bu açıdan bakarsak sanat diye ortaya konan yapımlar yukarıdaki her iki önermeyi de kapsamamaktadır. Ne demokrasi halkın yönetimidir, ne de sanat halk içindir. Halk her ikisinde de gerçekten yapıcı unsur olursa bu söylemler yerini bulmuş olur. Mavi Marmara gibi son dönem dillerden düümeyen bir konuyu, tam da Kurtlar Vadisi Filistin Àlmi vizyondayken kullanman×z bende baz× tedirginlikler de yaratt× doùrusu. Olaylar×n, kiüilerin popüler kültüre dönüüme, bir endüstri haline gelmesi, tüketim kültürüne angaje olmas× ve bir tür arzu ekonomisine karü×l×k gelmesiyle, ölümsüzleütiren, sembolleütiren geleceùe bir ruh olarak taü×nan bir üey olmas× aras×ndaki çizgi sizce nerede. Çünkü çokça konuüulan üzere Che örneùi önümüzde… Bedir Afşin: Bu kadim bir mesele. Böyle bir çizgi de yok. Bence şunu yapmalıyız. Mülkiyet meselesini ele alalım. Mülkiyet meselesi her zaman kapitalizmin tarafına sonuçlanacaktır. Bu dünyanın kaderi. Bence biz çocuklarımıza mülkiyet düşmanlığını aşılamalıyız. Belki bir denge tuttururuz. Belki zengin oğlumuz, yoksulun onun malında hakkı olduğunu böyle sindirebilir. Anlatabiliyor muyum? Bu kadar karamsarım yani. Bazı şeyleri yapmak zorundayız ama bazı şeyleri engelleyemiyoruz. Cinnet Modern diyorum. Başka da bir şey demiyorum. Diyemiyorum.

Ocak - fiubat ‘11 • 25


Sedat Doğan: Mavi Marmara çok kolay manipüle edilebilecek hassas bir konu. Ortada fiili bir durum var. Yaşanmışlıklar herkesin gözü önünde cereyan etti. Bu noktada hamasete düşmeden hem kendimizi, hem de dünyanın dengelerini eleştiri süzgecinden geçirmek istedik. Tabi ki İsrail’i de, biz Müslümanlar olarak bütün kurum ve kişilerimizle ak kaşık değiliz. Ama bunu böyle vehmedenler çoğunlukta. O açıdan çuvaldızı öncelikle kendimize batırdık. Artık daha çok özeleştiri zamanı... Eğer bir topluluk kendi özeleştirisini yapar ve kahramanlarını mitleştirme yoluna gitmez ise, tüketim kültürünün ister istemez dışında kalır zaten… Hem sizin de içinde bulunduùunuz topluluk olarak biz Genç Öncüler’e hem bütün genç kuüaùa özellikle tüm bu konuütuklar×m×z çerçevesinde tavsiyeleriniz nelerdir? Ne yapmal×, hedeÀ nereye doùru çizmeli? Bedir Afşin: Doğru hedefi nasıl çizmeli, ya da ne yapmalı kısmını bilemem fakat ne olursak ya da ne olacaksak olalım ama önce vahyin talebesi olalım. Bir de her gün sabah namazında hep birlikte şu duayı edebiliriz. “Allah’ım beni kardeşlerime, kardeşlerimi de bana yardımcı kıl.” Sedat Doğan: Hedef belirlemek, hedef dışındaki her şeyi ıskalamak anlamına gelir. Oysa hayat dediğimiz şey oldukça girift. Bence hedef belirlemesinler direk yapsınlar. Malcolm X iyi bir örnek… Bundan sonraya dair hem grup olarak hem kendi üahs×n×zda üzerinde çal×üt×ù×n×z ya da gelecekte yapmak istediùiniz projeleriniz nelerdir? Bedir Afşin: Bu topluluk artık kendi düzenli olarak oyunlar çıkartacak. Burada yeni soluklara yeni yönetmenlere ve oyunculara da ihtiyaç var. Bu röportajı okuyan dostlarımı davet de ediyorum aynı zamanda. Biz şu anda ilk olarak Mavi Marmara’yı sağ salim bitirme derdindeyiz arkadaşlarımla. Ardından yeni bir oyun yazım süreci olacak. Tabii yukarıda da bahsettiğim belgesel ve dergi çalışması üzerinde yoğunlaşacağım. İlk film için de eğitim süre26 • Ocak - fiubat‘11

cinin tamamlanmasını bekleyeceğim gibi görünüyor. Sedat Doğan: Tiyatro kolektivizmin en yoğun yaşandığı çalışmalardan biri. Eğer bireyler değil, topluluk ön plana çıkarsa kalıcılığın süresi daha da artar. Ama görsel olanın handikaplarından biri de ego… En mahrem yerinden yakalar. Afişe olmadan afişe etmek çok zor olsa da mümkün. Sarp yokuş ta böyle bir şey zaten… Kendime gelince ki bir türlü gelemiyorum. Bir söz var ya ‘kim gerçekten bakabilmiş ki içine’. Bu, sanatçının da arayışıdır diye düşünüyorum. İçine bakabilme mücadelesi, en başta konuştuğumuz fıtratı yakalayabilme durumu. O yüzden hedefsiz bir insanım. Proje lafı da çok burjuva bir kavram. Bir şey yaparsak görürsünüz zaten, bu tiyatro oyunu gibi… Özellikle belki Türkiye baùlam×nda üzerine çokta durulmayan ancak eùilinmesi gerekilen belki sanat×n bir imkân bir ç×k×ü sunabileceùi sosyal, ekonomik ve politik problemler olarak neleri görüyorsunuz? Bedir Afşin: Kürt Meselesi, ulus devlet saçmalığı, eşit olmayan gelir dağılımı, derin devlet meselesi, temel hak ve özgürlüklerin hala oturtulamamasının sanat ile doğru orantısı var. Çünkü sokaktayız ve gördüklerimize kayıtsız kalmamız mümkün değil. Bunu dışarı vururuz ve bu bir katkıysa bir çıkış yolu da sunabilecek kapasitesi var demektir. Sedat Doğan: Hiçbir şeye çok büyük anlamlar yüklememeliyiz. Türkiye de ya da dünyadaki sorunların temelinde hiyerarşik toplumsal düzenlerin hâkimiyeti yatmakta. Hem idari hem ekonomik alanda büyük bir açı oluşmuş durumda. Sanatla bu olumsuzlukları ifade edebiliriz ama mutlaka kolektif bir harekete ihtiyaç var. Bence sanatsal çalışmaları gençler yeni bir örgütlenme biçimi olarak görmeliler. Bir benliğin bütün benlikleri ezdiği değil, herkesin kendini ifade edebildiği bir model oluştururlar ve bunu eser üreten bir mekanizmaya dönüştürürlerse, sanat burada işlevsel bir rol üstlenmiş olur. Benlik iktidar demektir. Sosyal bütün ilişki biçimlerinde ego-iktidar baskısını görebiliriz. Allah’a mutlak itaatin gerekliliği de burada yatmaktadır. Hem kendi, hem de başka benliklerin dikte edici, dayatıcı hallerine karşı tevhidi duruş…


Herkesøicin Adalet Yusuf Elbaşı

K

avga edildi, dayak yenildi, sloganlar atîl- dir. O günlerden bugüne ne deìièti ki aynî insandî, istifa çaìrîlarî yapîldî Geçen ay gerçek- lar aynî aygîtîn yaptîìî benzer müdahaleleri “topleèen öìrenci olaylarî üzerinde çok konu- lumun güvenliìi”, “emniyet” ve “düzeni koruma” èuldu. Kim haklî, kim haksîz? Eylemin dozu tuttu- gibi isimler altînda deìerlendirerek meèru görüruldu mu? Asîl amaç neydi? … Benim ise asîl ko- yorlar, 28 éubat’ta yapîlanlar birebir uygulananuèmak istediìim konu; devlet terörak (Zaman gazetesindeki fièlemeler ründen yeterince muzdarip olmuè vb.) ne hedefleniyor? Peygamberimizden muhafazakarlarîn sessizliìi. Bir de susmakla yetinmeyip, biz gördüùümüz ahlak×n Lütfen diyeceklerime önyargî ile susanlarîz diye baìîranlar da var. yaklaèîlmasîn; zulüm görmüè öìren- hamile kad×nlar×n yer- Uluslararasî genç idealistler harekeci örgütlerini sütten çîkmîè ak kaèîk lerde dövüldüùü bir ti diye kendini adlandîran bir grup ilan etmiyoruz. Harçlar, YÖK, topdüzeni onaylayacaù×n× Beyazît’ta sucuklu yumurta daìîttî. lu ulaèîma yapîlan zam gibi hususYaèanan olaylarîn suçlusu “anarèist sanmam. Yaftalayarak larda takîndîklarî adaletçi tavra sayöìrenciler” in tüm öìrencileri temsil gî duymamîza raìmen baèörtüsü bu iüi yürütmek kolay etmediìini onlarîn küçük bir grup olkonusunda devletin yürüttüìü eliolabilir ama ne kadar duìunu ve saìduyulu olunmasî getist çalîèmalara katkîlarînî lanetliyor rektiìini söylediler. Gün gelir devve kendilerini faèist olarak niteliyo- úslami ve insani olduùu ran döner, ablalarînîzîn ve annelerinizin eìitim haklarî ellerinden alînîp ruz. Çoìu eylemde dozu kaçîrîlmîè tart×ü×l×r. namuslarîna karèî küfürler düzülünce protestolar yapmalarînî ve eylemi bir acaba siz yumurta atarken arkanîzda simge olarak kullanmaktan ziyade bir èiddet unsuru olarak görmelerini de kînîyoruz. duracak birini bulabilecek misiniz? Ama unutmamak gerekir ki; saydîklarîmîz gördük“Mazluma kimliìi sorulmaz” leri polis dayaìînî hiçbir èekilde haklî kîlmaz. “Susma sustukça sîra sana gelecek” Daha on yîl önce bu èiddete maruz kalmîè ve Bu sloganlar anlamînî yitirmemeli. Susmak tabu èekilde fièlenmiè insanlarîn sessizliìi hayli dü- rafsîzlîìî ièaret etmez. Susan herkes yapîlanlarî kaèündürücü. “herkes arkasînî dönüyordu”, “evde bul etmiè ve legal bulmuè demektir. Bu èiddeti gömi kalmak daha güvenli yoksa sokak bilemiyor- renlerin kimliìini unutmamîz ve onlara, düèen her duk”, “alçaklar direk fièliyorlardî”; 28 éubat dö- insana yapmamîz gerektiìi gibi el uzatmamîz laneminde siyasi baskîya maruz kalmîè insanlara o zîm. Yoksa Filistin davasî için de Pakistan için de günleri sorarsanîz duyacaklarînîz bu tip ifadeler- yaptîklarîmîz samimiyetsiz ve dolayîsîyla anlamsîz olacaktîr. Ben fakih veya muhaddis deìilim. Size hadisler ve imamlarîmîzîn kitaplarîndan yorumlar gösteremem. Ama peygamberimizden gördüìümüz ahlakîn hamile kadînlarîn yerlerde dövüldüìü bir düzeni onaylayacaìînî sanmam. Yaftalayarak bu ièi yürütmek kolay olabilir ama ne kadar êslami ve insani olduìu tartîèîlîr.

Ocak - fiubat ‘11 • 27


Polis Siddeti ya da ‘Siddet Polisi’ Enes Avar

28 • Ocak - fiubat‘11

S

on aylarda hemen he- mek için Beèiktaè’ta men her haber bülteninde yerlerini almîèlarAvrupa’nîn çeèitli ülkelerin- dî. Toplantî yerine de gerçekleèen öìrenci olaylarîna doìru yürümek isteyen grup polisin rastlîyoruz. êlk olarak Yunanistan’da boy gös- èiddetli müdahalesiyle teren ekonomik kriz sonrasî Yu- karèîlaètî. Bu müdahanan hükümetinin kemerleri sîkma leyle pek de yabancî olpolitikasîna karèî öìrenciler isyan madîìîmîz manzaralar bayraìî açtîlar. Atina sokaklarîn- ortaya çîktî. Sürüklenen da ve parlamento binasî önünde- öìrenciler v.s. ancak poliki Syntagma meydanînda topla- sin bu müdahalesi sonucu nan öìrenciler zaman zaman po- bir gösterici bebeìini kaybetti, ayrîca medyada bu lisle karèî karèîya geldiler. genç kîêngiltere de ise duzîn öìrenrum biraz daha farkKenneth Roth, ci olup olmadîìînî lî idi, êngiliz hükümeti dair iddialar hatta tarafîndan üniversite “Türkiye, polisin ‘’hamile kîzîn gösharçlarînîn artîrîlmaher an silah×n× çeteride ièi ne’’ baèsî için getirilen önerge mecliste oylanîr- kebileceùi ve üiddet lîklî akla hayale gelmeyecek tartîèken, yüz binlerce öìrenci Londra sokakla- kullanabileceùi dü- malar baèladî. Aslînda bu tablo 28 rîna döküldü. Bu eyüüncesiyle mücaéubat’î yaèayan lemlerin birinde gösdele etmelidir” Müslümanlar için tericiler arasînda katanîdîk bir tabloylan Prens Charles’în du, çünkü èiddet aynî èiddetti, arabasî tahrip edildi. Ülkemizde ise 4 Aralîk 2010 ta- çünkü iki olayda objeler farklî olrihinden itibaren bir yîìîn öìren- masîna raìmen subjeler ve eylemci olaylarî dizisi yaèandî. êlk ola- ler aynî idi. Aslînda iki olayîn da terak Baèbakan Erdoìan’în rek- melinde olan polis terörünü yahut törlerle buluèmasînî pro- polis èiddetini ve onu legal kîlan testo etmek amacîyla her türlü etmenler üzerinde duryola Ankara’dan çîkan mamîz gerekiyor. Dünyanîn önde gençler emniyet güçleri gelen insan haklarî kuruluèlarîntarafîndan Boìaz Köp- dan Human Rights Watch (ênsan Haklarî êzleme Örgütü) geçtiìimiz aylarda Türkiye’de polis èiddetinin arttîìînî belirten bir rapor yayîmladî. Örgüt Baèkanî Kenneth Roth, “Türkiye, polisin her an silahînî çekebileceìi ve èiddet kullanabileceìi düèüncesiyle mücadele etmelidir” diyor. Uluslararasî camiaya da r ü s ü - sîçrayan bu sorunun artîk kangnün giri- renleèmemesi için hükümet taraèinde araç- fîndan çeèitli reformlarîn yapîlmalarînda mahsur bîrakîldî- sî kaçînîlmazdîr. Yoksa tabiri caizlar, baèka bir öìrenci grubu se polis devlet olma yolunda emin da bu toplantîyî protesto et- adîmlarla ilerlemiè oluruz.


Bas×ndan Yans×yanlar Usame Sarıyaşar

Baübakan Erdoùan: Bu konu aslînda aynî zihniyetin deìièik yerlerdeki tezahürüdür. êki haftadîr êstanbul’da planlanan oyun ne ise iki haftadîr êstanbul’daki tuzak, tezgah ne ise SBF’deki olay aynîdîr. Kimse bunu özgürlükler adîna ifade edemez

Selahattin Demirtaü: Neredeyse ‘Yasadîèî Yumurtalî Terör Örgütü’ diye bir èey icat edecekler. Bu devlet üç yumurtayla yîkîlacaksa bîrakîn yîkîlsîn canîm

Cüneyt Özdemir: êstanbul polisinin Öìrenci Kolektifi ile farklî èehirlerden otobüslerle gelen öìrencileri êstanbul’a almamasî skandalîn ötesinde suçtur. Bunu ‘önleyici zabîta tedbiri’

olarak adlandîramazsînîz. Bu yapîlan, en baèta anayasaya aykîrdîr.êstanbul polisine ilk olarak èunu hatîrlatmakta fayda var…. Bir grup üniversitelinin Baèbakan’î protesto etmesi demokratik bir haktîr. Üniversite öìrencilerine slogan bile atmalarîna izin vermeden girièmek hiçbir yasada yazmaz.

Mümtaz’er Türköne: Karèîmîzdaki bir patoloji. Aklî baèînda herkesin bu patoloji karèîsînda bir hekim gibi soìukkanlî davranmasî lâzîm. Soìukkanlî, sabîrlî ve tarafsîz. En baèta da devlet otoritesini kullanan polisin. Aksi takdirde bu patoloji bulaèîcî hale gelebilir.... Bu durum siyasî bir sorun deìil. Amaç siyasete etkide bulunmak, talepleri dile getirmek hiç deìil. Bu bir patoloji. Polislerin hastanelerin acil servislerinde görev yapan güvenlik görevlileri gibi davranmalarî gerekir. Hastanîn kendisine ve çevresine zarar vermesini engelleyecek èekilde etkisiz hale getirecek ve tedavisine katkîda bulunacaksînîz. Ne èekilde

olursa olsun èiddet kullanmayacaksînîz.

Numan Kurtulmuü: Konu ne olursa olsun, öìrenciler neyi talep ediyor olursa olsun Türkiye’deki hiçbir öìrenci bu kadar aèaìîlanmayî, itilip kakîlmayî hak etmiyor…..Denilebilir ki, ‘Bu çocuklar protesto edeceklerdi’. Bîrakîn protesto etsinler. Emniyet kuvvetlerinin vazifesi, protesto edenlerin kafasînî, gözünü, ayaklarînî kîrmak deìil. Emniyet görevlilerinin vazifesi, protesto edenlerin èiddete bulaèmayacak èekilde protesto etmelerinin yolunu saìlamaktîr

Ali Bayramoùlu: Gençlere kîymayacaksînîz... Öìrencilere dokunmayacaksînîz... Yumurta atmalarîna, baìîrîp çaìîrmalarîna, polise direnmelerine tahammül göstereceksiniz... Güvenlik güçlerinize bunlarla baè etmeyi

öìreteceksiniz... Gençler keskin olmayî, sert olmayî, eleètirel olmayî, hemen èimdi istemeyi ve radikal biçimde istemeyi temsil ederler...

Kürüat Bumin: “Medeni dünya” èahittir ki, “toplantî ve yürüyüè düzenleme hakkî”nîn üzerine çizgi çekerek ya da onu ciddi biçimde budayarak bîrakîn “ileri”sini orta halli bir demokrasinin varlîìîndan bile söz etmek imkânsîzdîr

Hakan Albayrak: Rektörlerle toplantî düzenledi diye Baèbakan’î / Baèbakan’în çaìrîsîna uydular diye rektörleri protesto eden “solcu” üniversite öìrencileri, rektörlerin Genelkurmay’a tekmil verdikleri günlerde neredeydiler?

Ocak - fiubat ‘11 • 29


Wikileaks, Israil ve Egemen Küresel Güçler Hüseyin Erben

A

çıkladığı belgelerle dünyayı sarsan ve şok etkisi uyandıran Wikileaks hiç beklenmedik bir tarzda ilgili ilgisiz tüm ülkelerin Amerika’ya karşı diplomatik bir tepki vermesine ve kullanılan diplomatik dilin yeniden gözden geçirilmesine, ayrıca artık kimsenin Amerikan büyük elçileri ile rahatça ve aklından geçen her şeyi rahatça söyleyemeyeceği bir devrinde açılmasına sebep oldu. Daha önce benzeri skandallar yaşanmış olsa da bu kez ilgili aktörlerin önemi ve bu ülkelerin ikili ilişkilerini etkileme olasılığı ayrıca skandalın meydana geliş ve açıklanış tarzı belgelerin beklenenden daha fazla ilgi görmesine ve Amerika’ya karşı ortak bir tepki oluşmasına sebep oldu. Bütün bu süreç ise tüm dünyaya küresel dünyanın gerçeklerini, bürokrasinin kirliğini ve ikiyüzlülüğünü hatırlatır nitelikte oldu. Yüz binlerce belgeyi kapsayan devasa bir sızdırma Amerika ve diplomasisi için söz konusu olunca haklı olarak bu olayı ilgili ülkelerin küçümsemesi ve göz ardı etmesi de haliyle mümkün görünmemekte. Ancak, yapılan ilk değerlendirmeler, ortaya çıkarılan bu skandalın aslında bilinmekle beraber resmi olarak açıklanmamış hadiselere işaret ettiğini ve bu sebeple de ilgili ülkelerin ikili ilişkilerinde radikal bir değişime sebep olmayacağını göster-

30 • Ocak - fiubat‘11

mekte. Ancak Wikileaks hadisesinin gözler önüne serdiği ve üzerinde durulması gereken önemli pek çok noktadan bahsetmek yerinde olacaktır. Bu noktada öncelikli olarak diplomasinin içinde olduğu koşullara ve kullandığı bayağı dile bakmak, ardından da Wikileaks belgeleri, belgelerin sızdırılış tarzı, belgelerle ortaya konulmak istenen etki ve ilgili ülkelerin ilişkilerine yansıyacak etkiye bakmak faydalı olacaktır. Wikileaks belgeleri öncelikli olarak diplomasinin ve diplomatik mekanizmaların aslında çokta profesyonel olmayan bir tarzda olduğunu ve mekanizmalarda görevli olan diplomatların kullandıkları dilin aslında nezaketten uzak, ilgili ülkeye ve yöneticilerine yönelik yakıştırmalarla dolu, aslında çokta diplomatik olmayan bayağı bir dil olduğunu ispatlar nitelikte oldu. Ayrıca Amerika gibi bir devletin büyükelçiliklerinin sıkça birbiri ile çelişen ve daha çok dedikodulardan oluşan bilgileri diplomaside kullanıyor olması da diplomasinin içine düştüğü durumu göstermesi açısından çok önemli. Zira Amerika Afganistan’a bu tarz bilgilerle müdahale etmiş, Irakta nükleer silah olduğu iddiasıyla Irak’a yine bu tarz bilgilerle girmişti. Bu da dünyaya aslında kullanılan dilin ve aslında savaşlara sebep gösterilen argümanların ne denli temelsiz ve dedikodular üzerine bina edildiğini göstermiştir. Bu belgeler Amerika için öncelikle diplomasisinde ne denli tutarsızlıklar olduğu ve diplomatik me-


kanizmalarının ne denli bayağılık içinde olduğunun ortaya konması açısından, akabinde ise de Amerikanın itibarının ciddi darbe aldığı ve diplomatik kurumlarının güvenilirliğinin en aza indirgendiği bir sürecin başlangıcını oluşturması açısından ciddi önem arz etmekte. Şimdi sorulması gereken soruya geçecek olursak bu belgeleri kim niçin ele geçirdi ve bu belgeleri yayınlamaktaki amacı neydi? Bu soruya vereceğimiz cevap bulunduğumuz noktaya ve olaylara bakış açımıza göre farklılaşacaktır. İlk olarak; ortaya konan bu belgelerin Obama ve ortaya koyduğu eskiye nazaran daha ılımlı olan politikalarından rahatsız olan neoconların operasyonu olduğu söylenebilir. Çünkü neoconlar Amerika’da daha fazla savaş isteyen, istedikleri şeyi zorla ve güç kullanarak diğer devletlere yaptırmayı politika olarak benimseyen ve İsrail’i her halükarda desteklemeyi Amerika’nın kendi çıkarlarının da üstünde gören bir grup. Ve daha çok cumhuriyetçileri destekliyorlar. Ayrıca Amerika derin devletinin de bu grubun yönetiminde olduğu söylenebilir. Bütün bunlar yan yana gelince aslında Wikileaks operasyonunun Demokrat parti ve Obama’yı köşeye sıkıştırmaya yönelik olduğu söylenebilir. İkinci olarak ise, bütün bu sızdırma işlemlerinin arkasında Obama yönetimi olabilir. Çünkü ilgili belgelerin büyük kısmı Bush yönetiminin dönemi ile alakalı. Dolayısıyla da Obama yönetimi Bush döneminde zirve yapmış olan Amerika’nın iğrenç politikalarında bir değişiklik yapmak istiyor olabilir bu yüzden de bu belgelerin ortaya sızdırılmış olması argümanını kullanarak yapmak istediği politika değişiklerini daha rahat ve ikna edici bir dille gerçekleştirebilir. Üçüncü ve son ihtimal ise aslında en güçlü diyebileceğim ihtimal; bunun bir servis olduğu ve Obama’dan ve politikalarından ayrıca Türkiye gibi yükselen bir gücün orta doğuya etkilerinden şiddetle rahatsız olan İsrail, neoconlarla birlikte böyle bir operasyona imza atmış olabilir. Aslında ortaya çıkan belgelerde bu tezi ispatlar nitelikte. Çün-

kü Amerika üzerinde ne denli etkiye sahip olduğu bilinmesine rağmen İsrail’in adının belgelerde çok fazla geçmiyor olması ve İsrail adına rahatsız edici hiçbir durumun olmaması bu şüpheyi doğrular nitelikte. Ayrıca İsrail deyince akla Amerika’daki Yahudi lobileri ve egemen küresel güçler gelmekte. Egemen küre- Kuüku yok ki, çok sel güçlerin kim oldu ise mafazla hükümet ve lum. Büyük çoğunluğu Alman asıllı Yahudi olan ve dünyayı bürokrat yiyecek yöneten daha doğrusu enerji, olan bu belgeler ve sağlık, tarım, silah, savaş, eği- bu belgelerin amatim, medya, iletişim odaklarına c× çok fazla tart×sahip olması dolayısıyla her ülkenin diplomasisinde belirleyi- ü×lacak ancak bu ci olan bu çevreleri ve hedefle- belgelerin bir serrini anlamak wikileaks belgelevis olduùu ve kürerinin hedefini de önümüze koyacaktır. Ancak egemen Siyo- sel güçlerin desteùi nist çevrelerin hedefleri, 11 Ey- ile çok daha fazlalül ve akabinde Afganistan ve s×n× göreceùimiz de Irak’ın işgalinde oynadıkları rol aüikâr. tam olarak algılanmadan da wikileaks belgelerinde bu çevrelerin rolünü tam olarak bilemeyeceğiz ve öngörülerimiz ancak tahminden ibaret olacak. Kuşku yok ki, çok fazla hükümet ve bürokrat yiyecek olan bu belgeler ve bu belgelerin amacı çok fazla tartışılacak ancak bu belgelerin bir servis olduğu ve küresel güçlerin desteği ile çok daha fazlasını göreceğimiz de aşikâr.

Ocak - fiubat ‘11 • 31


“Takma Yürek”

Silah Gülnur Sarı

Â

demoğullarının tarih boyunca kurduğu tüm medeniyetler, silâhların gölgesi altında yeşerdiğinden ve medeniyetler de güç simgesi olarak görüldüklerinden bireyler güç sahibi olmanın yolunun bireysel silahlanmadan geçtiğini düşünürler. Halkın silâhlanması konusunda bizde Kara Avrupa’sı doktrini geçerlidir: “Silâh tekeli devletindir, vatandaş silâhsız gezer ve devlet onu güvenlik güçleri eliyle korumakla yükümlüdür.”

Türk toplumunun geleneùinde bulunan “at, avrat, silah” üçlemesi ta çocukluk dönemlerinden itibaren kiüilerin bilinçalt×n× koüulland×rmakta ve mezkûr üçlemenin ilk tohumlar× bilhassa erkek çocuklar×n×n ellerine ald×klar× ilk oyuncaklar üzerinden at×lmaktad×r. 32 • Ocak - fiubat‘11

Fakat buna rağmen, Türk toplumunun geleneğinde bulunan “at, avrat, silah” üçlemesi ta çocukluk dönemlerinden itibaren kişilerin bilin-

çaltını koşullandırmakta ve mezkûr üçlemenin ilk tohumları bilhassa erkek çocuklarının ellerine aldıkları ilk oyuncaklar üzerinden atılmaktadır. Erkek çocukları namus bekçiliğinin, kudretin, güvenliğin ve gerektiğinde adaleti sağlamanın gerekliliği üzerinden karakter gelişimini tamamlamakta ve sevinçler havaya ateş açılarak kutlanmakta, adaletten çözüm beklemek yerine silaha davranılmaktadır. Emniyet Genel Müdürlüğü’nün istatistiklerine göre ülkemizde ateşli silahlarla işlenen suçların %75’i ruhsatsız silahlarla işleniyor. Ruhsatlı silahla işlenen suçları saptamak çok daha kolay olduğundan suç işleyenler genellikle ruhsatsız silahla suç işlemektedirler. Son zamanlarda gündemde olan “Silah Kanunu Tasarısı” halen


TBMM Alt komisyonunda görüşülmekte. Söz konusu tasarıdaki değişikliklere baktığımızda medyada yer alan haberlerin çok sağlıklı olmadığı görülüyor. Tasarı ile ilgili olarak basında çıkan, “Silah edinme yaşı 18’e indiriliyor’ haberi çok da gerçeği yansıtmıyor. Zira hâlihazırda var olan yönetmeliğe göre av tüfeği ruhsatı alma yaşı 18, diğer tüm ruhsatlarda ise 21 yaş sınırı varken tasarıyla birlikte var olan yaş sınırı kanunla düzenlenmiş olacaktır. Anlaşılan o ki daha önce yönetmelikte var olan bir husus kanunla düzenleme altına alınmakta hâlihazırdaki mevcut durumda bir değişiklik olmamaktadır. Halen komisyonda görüşülmekte olan silah kanun tasarısında ruhsatsız silah taşımanın cezalarında artışa gidilerek caydırıcılık sağlanmaya çalışılmış; ayrıca eğlence ve düğün yerlerinde silah taşımak yasaklanmıştır. Üçüncü olarak da kişilerin bu tür yerlerde gelenek, gösteriş vb amaçlı silahla ateş etmelerinin cezasında artışa gidilmiştir.

değişiklikler yapıldığı sonucuna varmak mümkün görünmektedir. Bu anlamda silah taşıma yaşının 18 ve 21 olarak sabitlenmesini tartışmaya açmak gerekir. Zaten Alt Komisyon’dan gelen tasarının görüşüleceği İçişleri Komisyonu’nun Başkanı Ziyaeddin Akbulut, görüşmelerde yeni kısıtlamalar getirilebileceğini söylerken hassasiyetlerin korunacağını belirtmiş ve kamuoyundaki hassasiyetin durumuna göre yaş konusunu tekrar tartışıp yukarı çekebileceklerini açıklamıştır. Kamuoyundaki hassasiyetin gözetildiğini belirten komisyon başkanı bu anlamda daha esnek bir tutum sergilemiştir.

Bireysel silahs×zlanma denilince sadece ruhsats×z silahlanmalar anlaü×lmamal× aksine ruhsatl× silahlar da konu içine dâhil edilmelidir. Bireysel silahlanma asl×nda hem toplumun gelenekleri hem de güvenlik kayg×s×yla alakal× bir durumdur.

Yani özet olarak yeni kanun tasarısı ile ruhsatsız silah taşımanın cezası arttırılmakta, silah taşıma ve bulundurmanın yasak olduğu yerler genişletilmekte ve yasağa uymayanlara öngörülen cezalar arttırılmaktadır. Şu andaki mevcut mevzuata göre sınırsız sayıda ruhsatlı silah edinmek mümkün iken alt komisyonda görüşülmekte olan tasarıya göre bu en fazla beş ile sınırlandırılmış ve silah taşıma sayısı da ikiye düşürülmüştür. Ancak her şey bu kanun tasarısının gerekçesinde belirtildiği kadar masum değildir. Ruhsatsız silah taşımanın cezaları arttırılırken ruhsatlı silah taşıma yaşı 18 ve 21 olarak korunmaktadır. Tasarı komisyonda ilk görüşülmeye başlandığında silah ruhsatı almak için tek hekim raporu isteme şartına gösterilen tepkiler neticesinde alt komisyon bu şartı metinden çıkarmış ve heyet raporunun istenmesine imkân tanıyan düzenlemeyi getirmiştir. Buna göre tasarı metninde kamuoyunun tepkisine göre

Bireysel silahsızlanma denilince sadece ruhsatsız silahlanmalar anlaşılmamalı aksine ruhsatlı silahlar da konu içine dâhil edilmelidir. Bireysel silahlanma aslında hem toplumun gelenekleri hem de güvenlik kaygısıyla alakalı bir durumdur. Tasarıdaki yaş sınırının daha ötesine geçerek silah ruhsatı alabilmenin güçleştirilmesi ve geçtiğimiz dönemde verilen silah ruhsatlarının da çok zorunlular dışında iptal edilmesi, silah satımının engellenmesi yolunda kamuoyu oluşturulması kanun tasarı metnini hazırlayan komisyon üzerinde baskı kuracak ve istenen düzenlemelerin yapılması yönünde komisyonu etkileyecektir. Tasarıyla birlikte gündeme gelen silahlanma konusunda; metindeki yaş eşiğinin yükseltilmesi yönündeki taleplerin yanı sıra televizyonlarda ve özellikle tüm ailenin birlikte izlediği dizilerdeki silahlı sahnelerin, kahramanların silah ile adalet dağıtması gibi negatif unsurların özellikle gelişme çağındaki çocukların ve gençlerin üzerinde etkili olmasının önüne geçecek tedbirlerin alınması yönünde kamuoyu oluşturmak da aynı önemdedir.

Ocak - fiubat ‘11 • 33


hayali röportaj

Geçtiìimiz ay hayalî röportajlarda konuk ettiìimiz Ragîb el-êsfahani ile bu ay kaldîìîmîz yerden devam ediyoruz. êsfahani’nin Türkçeye erdemli yol ismiyle tercüme edilen eseri hakkînda kîsa bir bilgiyle neden onun üstünde îsrarla durduìumuzu izah etmeye çalîèalîm: Erdemli Yol asîrlar öncesinden bugüne adeta bir projektör tutuyor. êsfahani, tefekkür edecek, ferasetle bakacak, tertemiz kalpler ve dimaìlar için gerekli olan temel kavramlar dizisini her asra hitab edebilecek bir üslûb ile kaleme almayî baèarmîètîr. Bu ay için son derece önemli bir konum arz eden hayâ, sakînma (vera), iffet ve himmet kavramlarîyla alâkalî olarak yönelttiìimiz sorularîmîza aldîìîmîz cevaplarî istifâdelerinize sunuyoruz. 1- Utanmak, s×k×lmak, çekinmek pek çok anlamda anlaü×l×yor ama bir Müslüman için hayâ ne anlama gelmektedir? Hayânın insanoğlunda aklın ilk emaresi olarak ortaya çıktığı, imanın da aklın en üst mertebesi olduğu söylenmiştir. Aklın ilk mertebesine ulaşamamış birinin en üst mertebesine ulaşması elbette imkânsızdır. Dolayısıyla hayâsı olmayan kimsenin imanının da olmayacağı açıktır. Nitekim Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: ‘’Hayâ imandandır’’. ‘’İman çıplaktır. Giysisi takva, süsü ise hayâdır.’’ 2- únsan×n en tuhaf özelliklerinden biri de amellerini iman×ndan, düüüncelerinden, niyetlerinden ayr× sayabilmesidir. Amellerinde çirkin bir kimsenin hayâs× olabilir mi? Hayâ, korku ve iffet duygularının sentezinden oluşur. Bu nedenledir ki, hayâ sahibi fasık olmadığı gibi fasık da haya sahibi olamaz. Çünkü iffet ve fısk bir araya gelmez. 3- Kimlere karü×d×r? İnsanlardan hayâ etmesine rağmen kendinden hayâ etmeyen kimse, kendisine değer vermeyen biridir. Her ikisinden de hayâ etmesine karşın Yüce Allah’tan haya etmeyen kimse, O’nu hakkıyla bilmeyen biridir. Çünkü Allah’ı hakkıyla bilerek ululayan kimse, gizli yaptığı görüp işittiğini bilerek O’nu kızdırmaktan çekinir. Yüce Allah’ı bilmeyen biri O’nu nasıl ulular ve gizli açık her şeyine muttali olduğunu 34 • Ocak - fiubat‘11

düşünebilir? Peygamber Efendimizin (sav) “Allah’tan hakkıyla hayâ edin.’’ Buyruğunda da zımni olarak O’nu bilmeye teşvik konusudur. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Allah’ın kendisini gördüğünü bilmez mi?” (Alak 14). Bu ayette şuna dikkat çekilmektedir ki, Yüce Allah’ın kendisini gördüğünü bilen kimse günah işlemekten hayâ edecektir.

4- Kavramlar×n yozlaüt×ù× bir zaman× yaü×yoruz. Pek çok kavram birbirinin yerine kullan×labiliyor. Asl×nda kavramlar zay×Áad×ù× için birbirleri yerine kullan×labilir bir hâl al×yorlar. Böylece kendi mahiyetlerinde saklad×klar× hikmet eksiliyor. Hayâ ile sak×nmak da böyledir. Hayây× izah ettiniz, sak×nmay× nas×l anlamak gerekir? Sakınmanın aslı çekingenlik ve zayıflıktır. Her iki anlamda da kullanılabilir. Şer’î kullanımda ise, dünya malına yönelme konusunda aceleci ve ihtiraslı olmamaktır. Vera, üç farklı hükme sahiptir: a. Vâcib olan sakınma; haramlardan sakınıp geri durmaktır. Bu hükmüyle bütün insanlar için geçerlidir. b. Mendub olan sakınma; şüpheli hususlardan geri durmaktır ki, orta hâlli insanlar için geçerlidir. c. Erdem olan sakınma; mubahların bir çoğundan ele çekerek zarûretlerin en alt sınırıyla yetinmektir. Takva sahibi peygamberler, sıdıklar, şehitler ve sâlihler için geçerlidir. Allah Resûlü (sav) buyur-


du ki: ‘’Kul, mahzur olma korkusuyla mahzuru olmayanları terk etmedikçe takva sahiplerinden olamaz.’’ Sahabeden biri, sakınmanın en zor şeklini sormuştu. Allah Resûlü (sav) şöyle buyurdu: ‘’Sakınma en kolaydır! Her hangi bir şeyden kuşku duyduğunda onu terk edersin!’’

5- Bakt×ù×m×z zaman bu kavramlar×n birbirlerine omuz verir bir duruüu var. únsan×n sak×nmas×n× ve hayâs×n× muhafaza etmesinde bir baüka destekçisi sahip olduùu iffeti olsa gerektir. úffet de sadece s×k×lma, utanma zannedilir çoùu zaman. úffet anlaü×lmas× gerektiùi üekli ile nedir? İffetin esası, kalbi bedensel arzular üzerinde düşünmekten alıkoymak, azgınlık ve saldırganlığa yol açabilecek fikirlerinden uzak tutmak, kısaca bütün uzuvları kötü davranışlarından muhafaza etmektir. Bir insanın tamamen iffetli biri olabilmesi için, eli, dili, kulağı ve gözüyle iffetli olması gerekir. Örneğin dili iffetli olmayan biri alaycı olacak, başkalarının sırlarını araştıracak, gıybet edecek, iğneleyecek, söz taşıyacak veya kötü lakaplar takacaktır. Gözü iffetli olmayan biri harama bakacak, bayağı şehvetleri tahrik eden dünya hayatının ziynetlerini seyredecektir. Kulağı iffetli olmayan bir çirkin söz ve müzikler dinleyecektir. Bütün uzuvlarda iffetin temeli, sahiplerinin onları akıl ve şeriatın gösterdiği sınırlarda tutup hevâ ve arzulara yönelmelerine izin vermemeleridir. 6- úffetin dengesi, bizi ulaüt×racaù× iyilik ve içinde bar×nd×rd×ù× erdemler nelerdir? İffet, zikrettiğimiz türdeki hayvanî hazlar noktasında nefsi tutmak, ona hâkim olmaktır. Bu anlamıyla o, açgözlülük olarak niteleyeceğimiz ifrat ile şehvetin tamamen donmasını ifade eden tefrit noktaları arasında bir orta hâldir. İffet; kanâat, zühd, gönül zenginliği ve cömertlik gibi erdemlerin anasıdır. Onun yokluğu diğer güzellikleri bulandırır, övgü giysisinin sıyrılmasına yol açar. Bir kimse iffet ile tavsif olunduğunda iffet onun için diğer erdemlere bir hüccet olur ve güzel ahlâka ulaşmasını kolaylaştırır.

7- Kimi insanlar kendilerini s×n×rlayan durumlarda mecburen çekinir, sak×n×rlar. Hangi hâllerde bir davran×ü×n erdem olur. Onlar×n bu hâli iffet olarak adland×r×labilir mi? Bil ki, iffetli görünmeye çalışarak çekingen davranan biri şunlara riayet etmedikçe iffetli bir insan olamaz: her hangi bir şeyden çekinmesi; daha fazlasını umduğu, işine gelmediği, arzusunu uyandırmadığı, arkasından bir tehlike sezdiği, kendisine yasaklanmış olduğu veya cehaleti nedeniyle o şeyi hakkıyla bilmediği gibi durumlardır. Bunların hiçbiri iffet kapsamına girmeyen hâller olup kimi avcılık, kimi tedavi, kimi yaşlılık ve acz, kimi de cehaletle ilgilidir. Nefse arzu ve şehvet noktasında gem vurmamak, öfkeyi bastırmaya çalışmamaktan daha fazla yerilmiştir. Çünkü şehvet gücü hilekâr ve aldatıcıdır. Öfke gücü ise zora ve galebeye dayanır. Hilekâr biriyle savaştan çekilen biri, kuvvete dayanan biriyle savaştan çekilenden daha aşağıdır. Bu nedenle şöyle denilmiştir: Şehvete teslim olan kimse, köleliğe teslim olan kimseden daha zelildir. 8- Bu erdemleri yüklenebilmek için bir araç olarak himmeti görüyoruz. Mahiyeti itibariyle himmetin yüce olmas× ne anlama gelir? İnsana düşen midesinin ve cinsel uzvunun isteklerine iltifat etmemesidir. Bir parçası ile diğer canlılar gibi olsa da akıl ve fikir gücüyle o bir melektir. Benliğini yitirdiğinde hayvanlardan daha beter olabilir ki bu apaçık bir ziyandır. Bu konuda şöyle denilmiştir: Kişinin himmeti âli –büyük- olduğunda geri alınacak bir metaya ve geçici bir hayata kanmaz. Eğer siz de ebedi bir birikime ve sonsuz bir hayata sahip olabiliyorsanız bunun için elinizden geleni yapın. Çünkü yok olup gidecek olana itibar edilmez. Mutlak anlamda himmeti yüce olan kimse erdemlere ulaşmayı,; şan, şöhret, zevk ve liderlik gibi bayağı amaçlar için istemez. Bilakis o, herkesin iyiliğini isteyen, bununla da Allah’ın nimetine şükretmeye ve rızasını kazanmaya çalışan biridir. Bu uğurda eş dostunun az olmasını da önemsemez. Çünkü amaç büyüdüğünde destekçi sayısı azalır, yükseliş yolu her zaman tenha olur. Ocak - fiubat ‘11 • 35


Objektifime TakÖlanlar Tayyibe Çelik:

Az evvel ateütim, üimdi kül oldum.

Kevser Merve

ûiüli Camii’nin avlusunda kuülar...

36 • Ocak - fiubat‘11


Yasemin Senocak

Küçücük bir bardak... Ve yan×nda edilen dost sohbeti... Bütün bir ömrün yorgunluùunu alacakm×ü gibi...

Enes Bayram

Dubrovnikten... Ocak - fiubat ‘11 • 37


Razı Olursan Razı Olunursun Şeyma Nur Ekren

Ç

ağın ve modernitenin insanlığa sunduğu onca imkâna rağmen, dünyamız bu asır kadar mutsuz insanı nadiren bir arada görmüştür herhalde. Emrine sunulan onca kolaylığa ve imkânlara rağmen insanoğlu yine de mutsuz… Mutsuzuz çünkü ‘ne kadar imkân o kadar mutluluk’ fikrine saplanmış bulunuyoruz. Bu saplantıdan kurtulamadığımız sürece de gerçek mutluluğa ve huzura ulaşamıyoruz. Oysa her ne şart altında olursa olsun Allah’tan gelene, O’nun takdirine razı olabilsek dünya ve ahiret mutluluğumuz yolunda çok büyük adımlar atmış olacağız. Allah Teâlâ, Maide suresinde dünya ve ahiret ‘kurtuluşumuz’ ve ‘saadetimiz’ için yol gösterirken. “Allah, onlardan razıdır, onlar da Allah’tan razıdır. İşte bu, en büyük kurtuluş ve saadettir” buyuruyor. Allah’ın kulundan razı olması; onun inanç, amel, söz, fiil ve davranışlarını kabul edip sevap ver-

38 • Ocak - fiubat‘11

mesi, onu affedip cennet mükâfatlandırması demektir.

ve

nimetleriyle

Kulun Allah’tan razı olması ise, Allah’ın emir ve yasaklarını, helal ve haramlarını, kaza ve kaderini, O’ndan gelen her şeyi, güzel ve hoş karşılamasıdır. Müfessirler bu ayeti kerimeyi açıklarken kulun, Allah Teâlâ’dan razı olmasına şöyle açıklık getirmekteler; Hayır ve şer Allah’tandır. Bu iş Allah’tan geldiğine göre, bir Müslüman olarak bu işe rıza göstermek gerekir. Çünkü müminin başına gelen her iş, müminin hayrınadır. Onun için vaki olanda hayır vardır buyrulmuştur. Vaki olan bir işle karşı karşıya olan kişinin, ne kadar zor olursa olsun buna rıza göstermesi gerekir. Unutulmaması gerekir ki kulun her halükarda Allah Teâlâ’dan razı olması Allah Teâlâ’nın da o kuldan razı olmasını beraberinde getirir. Peygamber Efendimiz bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor: “Allah Teâlâ buyuruyor ki, benim kaza ve kaderime razı olandan razı olurum. Razı olmayandan razı olmam ve ona gazap ederim.”


“Allah’tan razı olma” halinin hakikati ise kısaca şöyledir. 1. Rab olarak, yaratıcı, kulluk edilmesi gereken biricik varlık olarak Allah Teâlâ’yı bilmek ve kulluğu sadece O’na yöneltmek, Allah’tan razı olmanın bir göstergesidir. 2. Sadece “iman” değil, aynı zamanda “salih amel” de Allah’tan razı olanların vasfıdır. Dolayısıyla Allah Teâlâ’nın varlığına ve birliğine iman yanında, O’nun gönderdiği bütün ahkâma “Radiytu billâhi Rabbâ” (Rab olarak Allah’tan razı oldum) teslimiyeti içinde bağlanmak, Allah’tan razı olmanın vazgeçilmez göstergelerinden birisidir. Şu halde ahir zamanda Din’in birtakım hükümlerini “sıkıntılı” bulup, “ele-güne izahta zorlanıyoruz”, ya da “çağdaş insana yakışmıyor” gibi gerekçelerle askıya almak isteyenler, Rab olarak Allah Teâlâ’dan gerçekten razı olup olmadıklarını, dolayısıyla O’nun rızasına nail olup olamayacaklarını tekrar tekrar düşünmelidirler. Zira meali verilen ayetlerde “Allah onlardan razı olmuştur; çünkü onlar da Allah’tan razı olmuşlardır” anlamının saklı olduğu, pek çok tefsirde geçmektedir. Yani Allah’ın rızasını kazanmanın anahtarı, O’ndan razı olmak ve buna uygun bir hayat yaşamaktır.

Allah’ın Rızası “Binasını takva (Allah’a karşı gelmekten sakınmak) ve O’nun rızasını kazanmak temeli üzerine kuran kimse mi daha hayırlıdır, yoksa binasını çökmeye yüz tutmuş bir yarın kenarına kurup, onunla birlikte kendisi de cehennem ateşine yuvarlanan kimse mi? Allah, zalimler topluluğunu doğru yola erdirmez.” (Tevbe Suresi, 109) Allah’ın ayette de haber verdiği gibi, Kuran’da tarif edilen şekilde bir imana sahip olmayanların yaşamları, “yıkılacak yar”ların kenarlarına kuruludur. Onların hayattaki tek amaçları “bu dünya”da mutluluğu ve rahatlığı elde etmektir. Bu insanlar, kendilerine “zengin olmak” veya “itibar sahibi olmak” gibi bir hedef belirlerler. Bunu elde etmek için de ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Her türlü zorluğa katlanır, çeşitli fedakârlıklarda bulunur. Ama bun-

ların hepsi, ölümle birlikte yok olacak olan, yalnızca dünya hayatına dair hedeflerdir. Hatta birçoğu henüz hayattayken de kaybedilebilir. Dahası söz konusu kimseler bu hedeflerine ulaşsalar, hayatları boyunca bu hedeflerine sahip olsalar, hatta planladıklarından çok daha fazlasını elde etseler dahi hiçbir zaman elde ettikleri onları manen tatmin etmeyecek, Oysa mümin, Allah’×n arayış içinde oldukları hu- varl×ù×n×n ve gücünün zur, mutluluk, sevgi ve rafark×ndad×r. Allah’×n hatlığı elde edemeyeceklerdir. Çünkü gerçek mutluluk, onu niçin yaratt×ù×n× derin sevgi ve kalp rahatlığı ve ondan neler isteancak samimi imanla kazanı- diùini bilir. Bu nedenlan birer nimettir. Oysa mümin, Allah’ın varlığının ve gücünün farkındadır. Allah’ın onu niçin yarattığını ve ondan neler istediğini bilir. Bu nedenle de dünyadaki asıl amacı Allah’ın razı olduğu bir kul olmak için çalışmaktır. Kendisini amacına ulaştıracak her yolu dener, bunun için ciddi bir çaba gösterir.

le de dünyadaki as×l amac× Allah’×n raz× olduùu bir kul olmak için çal×ümakt×r. Kendisini amac×na ulaüt×racak her yolu dener, bunun için ciddi bir çaba gösterir.

Bu gerçeklerin farkındayken de, elbette diğerleri gibi hayatını “yıkılacak bir yarın kenarına” kurmaz. Kendisini ve tüm evreni Yaratan’ın Yüce Rabbimiz olduğunu, hayatın, ölümün ve ölüm-sonrası gerçek hayatın asıl sahibinin Allah olduğunu bildiği için, Ocak - fiubat ‘11 • 39


Allah’a yönelir. Para, makam ve mevki, fiziki güzellik, sadece Allah’ın koyduğu kurallar sayesinde kısa bir süre işleyecek olan “sebep”lerdir. Allah’ın yaratmış olduğu düzenin temeli ise Allah’ın rızasıdır. Çünkü Allah sadece rızasına uyanları doğru yola iletecektir: “Allah, rızasına uyanları bununla kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları Kendi izniyle karanlıklardan nura çıkarır. Onları dosdoğru yola yöneltipiletir.” (Maide Suresi, 16) Mümin, Allah’ın rızasını aradığı için mümindir. İşte mümini, diğerlerinden ayıran en önemli fark buradadır.

Müminin ise as×l hedeÀ ahirettir. Rabbimiz mümin kullar×na dünyada da güzel bir hayat vereceùini vaat etmiütir; ama bu onun dünyada hiç zorluk ve s×k×nt×yla karü×laümayacaù× anlam×na gelmez. Karü×laüacaù× zorluk ve s×k×nt×lar ise, onun denenmesi ve olgunlaümas× içindir.

Allah Rızası İçin Ciddi Bir Çaba “Kim çarçabuk olanı (geçici dünya arzularını) isterse, orada istediğimiz kimseye dilediğimizi çabuklaştırırız, sonra ona cehennemi (yurt) kılarız; ona, kınanmış ve kovulmuş olarak gider. Kim de ahireti ister ve bir mümin olarak ciddi bir çaba göstererek ona çalışırsa, işte böylelerinin çabası şükre şayandır.” (İsra Suresi, 18-19)

Allah’ın Kuran’da tarif ettiği mümin modeli son derece açık ve nettir. Allah’a ve ahirete “kesin bir bilgiyle” (Lokman Suresi, 4) iman edip, sonra da Allah yolunda “ciddi bir çaba” gösterenlerin yurdudur cennet. Allah’a ancak “bir ucundan ibadet” edip, Allah’ın rızasının yanında kendi basit dünyevi çıkarlarını korumaya çalışanların durumunu ise, Rabbimiz Kuran’da şöyle açıklamaktadır: “İnsanlardan kimi, Allah’a bir ucundan ibadet eder, eğer kendisine bir hayır dokunursa, bununla tatmin bulur ve eğer kendisine bir fitne isabet edecek olursa yüzü üstü dönüverir. O, dünyayı kaybetmiştir, ahireti de. İşte bu, apaçık bir kayıptır.” (Hac Suresi, 11)

40 • Ocak - fiubat‘11

Müminin ise asıl hedefi ahirettir. Rabbimiz mümin kullarına dünyada da güzel bir hayat vereceğini vaat etmiştir; ama bu onun dünyada hiç zorluk ve sıkıntıyla karşılaşmayacağı anlamına gelmez. Karşılaşacağı zorluk ve sıkıntılar ise, onun denenmesi ve olgunlaşması içindir. Müminin karşılaşacağı zorluklar, aslında dışarıdan zor gibi görünen, fakat tam bir teslimiyetle içine girildiğinde, Allah’ın kolaylaştırdığı olaylardır. Örneğin, Hz. İbrahim (as) imanından dolayı ateşe atılmak istendiğinde Müslümanca karşılık vermiş, inancından ve Allah’ın emirlerinden hiçbir taviz vermeyerek ateşe atılmayı göze almıştır. Ateşe atılmak, dışarıdan bakan ve imanın derinliğini kavramamış biri için bir insanın dünyada başına gelebilecek en büyük fiziksel işkencedir. Fakat Allah’ın bu denemesini en güzel, en teslimiyetli bir biçimde karşılayan Hz. İbrahim (as), dışarıdan zorlu görünen bu olaydan Allah’ın yardımıyla hiçbir zarar görmeden kurtulmuştur. Nitekim Allah Kendi rızası için, sahip oldukları her şeyi ortaya koyanların, hiçbir zarar görmeden, maddi ve manevi kazançlarla geri döndüklerini ayetlerinde şöyle haber verir: “Onlar, kendilerine insanlar: “Size karşı insanlar topla(n)dılar, artık onlardan korkun” dedikleri halde imanları artanlar ve: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir” diyenlerdir. Bundan dolayı, kendilerine hiçbir kötülük dokunmadan bir bolluk (fazl) ve Allah’tan bir nimetle geri döndüler. Onlar, Allah’ın rızasına uydular. Allah, büyük fazl (ve ihsan) sahibidir. İşte bu şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Siz onlardan korkmayın, eğer müminlerseniz, Benden korkun. Küfürde ‘büyük çaba harcayanlar’ seni üzmesin. Çünkü onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Allah, onları ahirette pay sahibi kılmamayı ister. Onlar için büyük bir azab vardır. Onlar, imana karşılık küfrü satın alanlardır. Onlar, Allah’a hiçbir şeyle zarar veremezler. Onlar için acıklı bir azab vardır.” (Al-i İmran Suresi, 173-177) Sonuç olarak, Allah’ın rızasını arayan ve gözeten bir mümin için hiçbir sıkıntı, zorluk ve üzüntü yoktur. KAYNAKÇA 1. Diyanet İşleri Meali (Yeni) 2. Rıza ve Allah’ın Razı Olması, Kavramlar Ansiklopedisi 3. http://www.islamiyol.com/razi-ol-mutlu-ol.html#more-2870


Birbirlerini Y×kan Ellere Duyurulur; “Mü’minler birbirlerini yıkayan eller gibidirler.”* “Ey Şark Milletleri Şimdi Ne Yapmak Lazım?”** Tüm sorunların olduğu gibi “Kürt Sorunu”’nunda çözümü, genelde herkesin, özelde ise Kürtlerin ve Türklerin İSLÂM AKİDESİ ETRAFINDA BİRLEŞMELERİDİR. Ali Tarık Parlakışık mmetinden olduğunu söylüyorsak Hz. Muhammed’i her alanda örnek almamız gerekiyor. Siyasette, ekonomide, hukukta, tapınmada, sosyal hayatta vs. İşte bu yazının konusu onun ümmetinin sosyal, siyasi ve zihni hayatındaki bir sorunla ilgili; “Kürt Sorunu”. “Kürt Sorunu”, müslümanlar için önem arz ediyor. Bu önemin sebebi ise, bu topraklara batılılar geldiğinden, hakim olmaya başladığından beri, vuku bulan olaylardaki spekülasyonlar ve vakıanın esasını duyurmak yerine farklı anlatılar olması, kimliklerin net bilinmemesiyle bağlantılı olarak, safların belli olmaması/edilmemesi. Haliyle saflar belli olmayınca müslüman kardeşlerimiz kim göz kırparsa onun yanına geçmesi, olmamış vakıa değildir, bu topraklarda. Halbuki “insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet” oluşumuzla, basiretimiz arasında önemli bir bağ vardı(r). Kendisine “Türk Devleti” demeyen ama müslüman kürdünde, türkünde devleti olan kendisine “Devlet-i Aliyye (Büyük, Yüce Devlet)” diyen, küresel emperyalizme meydan okuyan bir güç vardı bir zamanlar. Osmanlı müslümanların devletiyken gayr-i müslim tebaasına da adil davranırdı. İstanbul’u fethetmeye gelirken Osmanlı tarafından yönetilmeyi istiyordu,

Ü

Bizans halkı. “Hristiyan libasına tercih ediyordu, müslüman sarığını” bir papaz. 3 Mart 1924’te Hilâfet kaldırılmıştı. “Hilâfet’ten geriye bize kalan tek şey, Türk baskısıdır” diyordu, aslında kemalistleri kastederek, müslüman Kürtlerin ve Türklerin büyük mücahidi Şehid Şeyh Said. Zulüm, baskı ve cehalet üzerine kurulan T. C. Devleti’nden, yine onun mahsulü olan “Diyarbakır Cezaevleri”’ne, “dağlara”, ve dinsizlik üzerine kurulu olan PKK’ya kadar giden “Kürt Sorunu” vakıasından, bu süreçten herhalde emperyalistler dışında, İslâm düşmanları dışında kimse haz etmemiştir. PKK ve Kemalizm’i (T. C.’yi) kastederek “Anadolu insanı iki kurşun arasında” demişti eskilerden bir zat. “Kürt Sorunu”nun çözümü Tevhid’dir. Kürtlerin ve Türklerin etrafında birleştiği bir İslâm Nizamı’dır. Çünkü Anadolu’nun halkı genelde müslüman bir halk olması itibariyle başka bir çözüm yolu düşünmemiz imkânsızdır. Yani bu sorunun çözülmesini isteyen bir Türk veya Kürt, çözümü ‘orada’ veya ‘şurada’ aramamalıdır. Çözümü bütün halklara eşit davranan, tebaasına herhangi bir ayrım veya zulüm etmeyen/etmeyecek olan İslâm Nizamı’nda bulacağının bilincinde olarak İslâm Nizamı’nın savunucusu olma-

Ocak - fiubat ‘11 • 41


lıdır. Çözümü İslâm Nizamı’nda aramalıdır. Tek suçu Kürt doğmasından, Kürt olmasından ve Kürtçe konuşmasından dolayı, Diyarbakır Cezaevine giren bireyler oldu. Neler edilmedi ki? İşkencenin türlerini canlı canlı yaşadılar. Bu insanlar bu “suç”tan dolayı hapse girdikten yıllar sonra kodesten çıktıklarında devlet tarafından “potansiyel suçlu” haline getirilmişlerdi. Bunun peşinden de dağa çıkmaları ve on beş yıl silahlı mücadelesinden sonra bu günkü anlamıyla PKK’nın varlığı bize, T. C.’nin PKK’yı güçlendirdiği yani, İslâm Ümmeti’nin Türk ve Kürt halklarının üzerinde, emperyalistlerin yaptıkları planları göstermektedir. Müslümanın düşünmesi gereken nokta şudur; PKK ve T. C.’den oluşan iki cahili hizbin savaşı kendi aralarında kalmayıp, sosyal ve zihnî hayatta müslüman Kürt ve Türkleri etkilemektedir.(Evet, PKK ve Kemalizm yani T. C. cahilî iki gruptur. “Cahillik” kelimesinin anlamı İslâmi bir görüşü olmayan, icabında İslâm karşıtı vs. PKK, “varsayalım PKK bastırıldı, bitirildi. O zaman ne olur bölge biliyor musunuz, gericiliğin merkezi olur Güneydoğu… … İslâmcı Hareketi alternatif olarak geliştirmek istiyorlar.”( Milliyet Gazetesi’nden aktaran, Hamza Türkmen (bkz. Ulusçuluık Çıkmazı, shf. 208)) diyen bir lideri olması ve İslâm karşıtı bir dine, ideolojiye sahip olması cahilî olduğunu gösterir. Kemalizm’de yani T. C. de “Arap oğlunun yavelerini (saçma sapan sözlerini) Türk oğullarına öğretmek için Kur’ân’ı, Türkçe’ye tercüme ettireceğim. Ve böyle okutacağım. Ta ki budalalık edip aldanmakta devam etsinler.”( Kazım Karabekir Anlatıyor (Uğur Mumcu)’dan aktaran, Süleyman Uğurlu (bkz. Demokrasiye Eleştiri -Ve Onu İslâm’dan Gösterme Gayretlerine-, shf.117)) diyen bir liderinin ve İslâm karşıtı bir dine, ideolojiye sahip olması cahilî olduğunu gösterir.) Zaten en başından beri yapılmak istenen bu olsa gerek. İşin en başında yoksa niye müslümanlara tek tek gelip, “o Arap peki nesin?” deyip, “ben de Türk’üm” cevabını alınca, “bak o Türk. Peki sen nesin, kimsin” deyip “ben de Kürdüm” cevabını alıp, bin dört yüz senelik bu hamuleyi, birikimi çatlatıp, İslâmi Ümmet’in “ümmet, vahdet” gibi kavramlarını bir kenara at(tır)maya çalışsın ki zalimler. “Kürt Sorunu”nun çözümüne dair bir iki madde sıralamak gerekirse şöyle diyebiliriz; -Şirk ve pagan değerler içermediği takdirde, yasaklanan yerel, tarihi ve coğrafi isimlerin iadesi sağlanmalıdır.

42 • Ocak - fiubat‘11

-Emperyalistlerin müslüman halkların parçalanmasına yönelik niyetleri, gayretleri ve çıkarları ortadadır. Bu niyet, gayret ve çıkarlara karşı tavır almak, yani emperyalizmin planlarını, hedeflerini, oyunlarını boşa çıkartmak İslâmi Kimliğimiz’in bize yüklediği bir sorumluluktur. Ayrıca zorbalığa ve sömürüye karşı barış ve huzur ortamı isteyen her kişinin görevidir. Bununla birlikte bölge devletlerinin inkârcı ve asimile edici politikalarının, emperyalistlerin ekmeğine yağ sürmekte, onlara imkân ve fırsat vermekte olduğu gözden kaçırılmamalıdır. -Batıl ideolojilerin, dinlerin herkesi kendi seçtikleri uyruktan görme gibi fıtratla çatışan politikalarına karşı tavır geliştirmeye devam edilmelidir. Ve en sonunda da Allah’ın izniyle, tüm zulüm düzenlerinin, Rabb’imizin “zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir”, vaadinin gerçekleşmesiyle, Müslümanların yüzünü nasıl güldüreceğini göreceğiz İnşaAllah. İşte o zaman da, Rabb’imizin, “Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde hemen Rabb’ini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir” emri doğrultusunda Allah’a “hamd ile tesbih” edeceğiz, “ve O’ndan mağfiret” dileyeceğiz İnşaAllah. -”Andımız” adlı, fıtratla çelişen laik-kemalist yemin tarzı kaldırılmalıdır. (Görüldüğü üzere bu ve benzeri istekler, yapılması gerekenler kişi vicdanı adına gereklidir ama türkçü, kemalist , laik, batıcı ve Allah’ın razı olmadığı tüm ideolojilerin yasakçı ilkelerine uygun düşmediğinden “yapılamaz, yasaktır”. Bir kere daha İslâmî Yönetimin tüm halklar, hangi dine inanırsa inansın herkes için adalet, özgürlük ve barış ortamı sunduğunu görmüş olduk. Yani, özgürlük ve barış ortamını sağlayacak icraatlar cahilî hiçbir sisteme uygun düşmezken, İslâmî Yönetim halkın huzurunu ve refahını sağlamak zorunda olduğu için işin en başında bunu yani, özgürlük ve barış ortamını sağlar.) Çözüme dair daha bir çok madde sıralamamız mümkün. Biz burada neler yapılabilirle ilgili olarak çözüm tartışmalarını anmak adına bir iki madde verdik. Tarihi belgelere bakıldığında, görülecek ki, Şeyh Said’in, Piran’daki İstiklâl Mahkemesi’nda yaptığı savunma, Kürt ulusalcılarını ve sosyalistlerini rahatsız etmiş. Önceleri “din alimi” iken daha sonra sosyalistliği seçen, gerçek ismi Mela Şêhmus olan Cigerhun, Diyarbakır’da kurulan İstiklal Mahkemesi’nde Mücahid Şehid Şeyh Said’in ‘Kürt’ ve ‘Kürdistan’ kelimelerini bile telaffuz etmediğinden hayıflanmakta ve Şeyh Said’i aşağılamaktadır.(Türk Siyasal İslâmcılığında


Kürt Damarları’ndan aktaran, H. Türkmen (bkz. Sorunu”’yla ilgili emirler ve ayerlerle yaUlusçuluk Çıkmazı, shf.169)). Beşerin sahibi Allah’ı zımıza son verelim; tanımayıp, Allah’ın katında makbul olmayan bir ideo“Mü’minlerden iki topluluk çarpışacak lojinin, dinin peşi sıra gidenler anlayamazlar, ki zaten olursa, aralarını bulup-düzeltin. Şayet biri diğeride anlayamadılar Şeyh Said’in kıyamını. Şeyh Said’in ne tecavüzde bulunacak olursa, artık tecavüzde bulubirkaç sözünü aktarmakta fayda görüyoruz; nanla, Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın; eğer Kardeşi Hınıs Müftüsü Bahaeddin Efendi, mevcut sonunda (Allah’ın emrini kabul edip) dönerse, bu duolan durumun olumsuz olduğunu anlattıktan sonra rumda adaletle aralarını bulun ve (her konuda) adil Türkiye’den gidelim demiştir. Said ona:”Bahaeddin! davranın. Şüphesiz Allah, adil olanları sever.” (HucuBen bu işe elimdeki tek değnekle de olsa karşı çıkaca- rat/9) ğım”( Kürt Sorunu (Altan Tan)’ndan aktaran, H. Türk“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlemen (bkz. Ulusçuluk Çıkmazı, shf,188)) demiştir. rinizin arasını bulup-düzeltin ve Allah’tan korkupArapça olarak kaleme aldığı fetsakının; umulur ki esirgenirsiniz.” vasını açıklarken, “kurulduğu gün“Hepiniz Allah’×n ipine s×m- (Hucurat/10) den beri Din-i Mübin-i Ahmedi’nin “Ey iman edenler, bir kavim (bir s×k× sar×l×n. Daù×l×p ayr×lmatemellerini yıkmaya çalışan Türk başka) kavimle alay etmesin, belki Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal y×n. Ve Allah’×n üzerinizdeki kendilerinden daha hayırlıdırlar…” ve arkadaşlarının Kur’ân Ahkâmı’na nimetini hat×rlay×n. Hani siz (Hucurat/11) aykırı hareket ederek, Allah ve peydüümanlar idiniz. O, kalp“… birbirinizle tanışmanız için gamberi inkar ettikleri ve Halife-i sizi halklar ve kabileler (şeklinde) lerinizin aras×n× uzlaüt×r×pİslâm’ı sürdükleri için gayri meşru kıldık. Şüphesiz, Allah katında siolan bu idarenin yıkılmasının bü×s×nd×rd× ve siz O’nun nimezin en üstün (kerim) olanınız, (ırk tün İslâmlar üzerine farz olduğutiyle kardeüler olarak saya da soyca değil) takvaca en ileride nun ...” (İslâmi Hareketler Ve Kıolanınızdır. …” (Hucurat/13) bahlad×n×z. Yine siz, tam yamlar Tarihi (Mustafa İslamoğlu) “Şüphesiz Allah, göklerin ve shf.608’den aktaran, H. Türkmen ateü çukurunun k×y×s×ndayyerin gaybını bilir. Allah, yaptıkları(bkz. Ulusçuluk Çıkmazı, shf.188)) ken, oradan sizi kurtard×. demiştir. nızı görendir.” (Hucurat/18) Umulur ki hidayete erersi“Eğer Allah ve Din için kavga “Hepiniz Allah’ın ipine sımsıvermişsem basit dallarda asılmak- niz diye, Allah, size ayetleri- kı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve tan perva etmem.” Allah’ın üzerinizdeki nimetini hani böyle aç×klar.” Coğrafyamız da müslümanların tırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. (Âl-i úmrân/103) en büyük sorunu Kur’ân’i bilinç yeO, kalplerinizin arasını uzlaştırıptersizliğidir. Bir an önce İslam Ümısındırdı ve siz O’nun nimetiyle karmeti kendini toparlarsa, layık oldudeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukuğu seviyeye ulaşmak için çalışmaya ve gayret göster- runun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur meye kalkarsa Rabb’imiz İnşaAllah bu ümmete zafe- ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle ri verecektir. açıklar.” (Âl-i İmrân/103) Müslümanlar olarak alternatifimiz ulus devletler “Gerçekten, sizin bu ümmetiniz tek bir ümmethapishanesi değil, emperyalizmi ve hapishanelerini tir. Ben de sizin Rabb’inizim, öyleyse bana ibadet ediaşacak olan Kur’ân Nesli’nin oluşturulması, birbiriyniz.” (Enbiya/92) le kenetlenen İslâm Ümmeti’nin Kur’ân ve Sünnet ekİslâm Akidesi’ni anlayıp, yaşayıp, etrafında birleşsenli özgürlük zinciri, direnişi ve inkılâbıdır. memiz, hiç bir zaman ayrılmamamız duasıyla... Üzerimizden her türlü emperyalistik kılıfları, hurafeci, bidatçı ve batıl libasları atıp, zalimlere ve tuğ- *Hadis-i Şerif yanlara karşı Türk ve Kürt’leri aynı safta çalışıp, dire- *Muhammed İkbal nirken gördüğümüzde emin olabiliriz ki, vahiy bizi Alıntılar ve Kaynaklar: Ulusçuluk Çıkmazı, Hamza Türkmen, Ekin Yayınları kuşatmış ve zalimlerin sonu gelmiştir. Daru’s-Selam; Evrensel Adalet Ve Barış Yurdu, R. İhsan Eliaçık, İşte o zaman müslümanlar daha önce çözümü İnşa Yayınları yanlış yerde aradıklarının farkına varırlar inşaAllah. Demokrasi’ye Eleştiri -Ve Onu İslâm’dan Gösterme Gayretlerine...-, Süleyman Uğurlu, KöklüDeğişim Yayıncılık Sözlerin en güzelleriyle, Kur’ân-ı Kerîm’den, “Kürt

Ocak - fiubat ‘11 • 43


islam coğrafyas›ndan

Yemen ve Tarihi Betül Babacan ‘geçmiüler geleceùe suyun suya benzemesinden daha çok benzer’

H

aritayî açîp Ortadoìu’ya göz gezdirdiìimizde Arabistan’în hemen kuzeyinde, Umman’în batîsînda, kapladîìî coìrafi alan bakîmîndan çok da büyük olmayan fakat islam tarihi ve insanlîk tarihi açîsîndan büyük bir önemi olan ve baèîndan siyasi ve askeri karîèîklîklar hiç eksik olmamîè bir ülkedir Yemen. Bu coìrafyaya êslamîn girièinden önce yaèanan karîèîklîklar bir süreliìine durulsa da sonralarî yeniden baè gösteriyor, derken Osmanlî himayesinde geçirilen yîllar ki bu dönemde Osmanlî hükümdarlarî Haremeyn’in korunmasî için Yemen’in güvenliìine çok dikkat etmièlerdir ve son dönemlerde bu bölgede yaèanan ciddi çarpîèmalarîn sosyolojik yansîmalarî zamanînîn kültürel eserlerine de konu olmuètur, birçok èiir ve türküde Yemen’e atîfta bulunulmuètur. Ve Osmanlî’nîn çöküèüyle êngilizlerin saldîrîlarî, tüm bunlardan sonra ülke içindeki kuzey güney gerilimi... Ve Yemen Baèkenti Sanaa’nîn Hz. Nuh’un oìlu Sam tarafîndan kurulduìu kabul edilen Yemen, dünyanîn en eski yerleèim bölgelerinden biridir. Dolayîsîyla islam 44 • Ocak - fiubat‘11

èbn-i Haldun ve insanlîk tarihi açîsîndan önemli olan birçok hadise Yemen topraklarînda gerçekleèmiètir. Hz. êsmail, Mekke’ye babasî tarafîndan bîrakîldîktan sonra, zemzem kuyusunun keèfiyle beraber Yemen’den göç ederek bölgeye yerleèen Curhumoìullarî’ndan bir kîzla evlenmiè, Curhumoìullarî da zaman içinde Mekke’nin asîl ahalisini oluèturmuètur. Hicret’ten sonra êslam dinine vatan olan Medine’nin iki büyük kabilesi Evs ve Hazrec de Yemen kökenlidir. êslam’dan önce Sebeliler, Himyerîler, Katabânîler, Etiyopya merkezli Aksum Krallîìî ve êran merkezli Sâsânî êmparatorluìu’nun hâkimiyeti altînda bulunan Yemen, Kuran’da bahsi geçen birçok kîssaya da merkezlik yapmîètîr. Sebe Kraliçesi Belkîs ve görkemli ülkesi Ma’rib, Sebe suresinde anlatîlan Ma’rib Barajî, Hz. Hud’un kavmi Ad ve yaèadîklarî Ahkaf bölgesi, Ad kavminin meèhur êrem baìlarî hep Yemen sînîrlarî içindedir. Ayrîca Ebrehe ve Burûc suresinde inanmîè insanlara yaptîìî korkunç zulümlerle anîlan Kral Zû-Nuvâs da Yemen yöneticilerindendi. ênkarcî kavimlerden Tubba da, Yemen’de yerleèmièti.


Kaynaklardan ulaèabildiìimiz kadarîyla Yemen’in tarihi serüveni M.Ö. 10. y.y. da Saba Dev. hakimiyetinde baèlîyor. Bu dönemden sonra farklî krallîklara ev sahipliìi yapan Yemen topraklarîndaki yerleèim birimleri M.S. 6. asîrda Hîristiyan Etiyopyalîlara ait bir krallîk tarafîndan yîkîldî. Yemen Topraklarînîn èslamla Tanîímasî Hz. Peygamber’in en yakînîndaki sahabelerin birçoìunun vatanî olan Yemen, Hicret’in dokuzuncu yîlînda, Muaz b. Cebel’in yönetici olarak gönderilmesiyle, bir êslam ülkesi haline gelmiètir. Emeviler ve Abbasiler zamanînda da, merkezden atanan bir vali ile yönetilen Yemen, Abbasi Devleti’nin gücünü yitirmeye baèlamasîyla, bölgesel güçlerin denetimi altîna girmiètir. Yemen, Arap yarîmadasînîn Hint Okyanusu’na açîlan en uç kîsmînda bulunmasî sebebiyle birçok gücün hesaplaèma sahasî içindeydi. 1517’de baèlayan Osmanlî hakimiyetinden önce Yemen, Abbasilere tabi olan Ziyadiye, Yafuriler, Karmatiler, Ressiler, Suleyhiler, Hemdaniler, Mehdiler, Resuliler ve Tahiriler gibi birçok devletin egemenliìi altînda kaldî. Bu devletlerden Mehdiler, önce Fatîmi, sonra da Eyyubi devletlerine tabi oldu. Osmanlî êmparatorluìu döneminde Yemen, 1517 yîlîndan itibaren kademeli olarak fethedildi. Mondros Ateèkes Antlaèmasî (30 Ekim 1918) ile son Osmanlî askerlerinin de çekildiìi Yemen, toplam 401 yîl boyunca Osmanlî vilayeti olarak kaldî. Osmanlî’nîn gerileme döneminde, imparatorluìun bütün uzak coìrafyalarînda olduìu gibi Yemen’de de bazî idari problemler baè gösterdi. Giderek güçlenen ve dünyanîn dört bir yanîndaki sömürgeleri sebebiyle “güneè batmayan imparatorluk” olarak anîlmaya baèlayan Büyük Britanya, 1839 yîlînda, Yemen’in Hint Okyanusu kîyîsîndaki önemli limanî olan Aden ve çevresini iègal etti. Yemen, Osmanlî’nîn yîkîlîèîna kadar, êngilizlerle Türkler arasînda paylaèîl-

mîè olarak kaldî. Osmanlî, 1918 yîlînda Orta ve Kuzey Yemen’den askerini çekerken, êngiltere Güney Yemen’de 1967’ye kadar kaldî. Osmanlî’nîn Son Vilayeti: Yemen 30 Ekim 1918 tarihinde imzalanan, Mondros Ateèkes Antlaèmasî’nîn 16. Maddesine göre, Yemen ve Asir’deki Osmanlî kuvvetlerinin en yakîn êtilaf devletleri garnizonlarîna teslim olmalarî gerekiyordu. Yemen Valisi Mahmud Nedim Bey ise, merkezi hükümetten resmen emir almadîkça êtilaf ordularîna teslim olmaktan kaçînîyordu. Aynî görüèü paylaèan êmam Yahya da, êstanbul’dan özel bir memurun gönderilmesini èart koèmaktaydî. Bu dönemde Yemen’in itilaf devletlerine ve özellikle de êngiltere’ye karèî koymasî hususunda êmam Yahya ciddi uìraèlar vermiètir. Ne Osmanlî askerlerinin Yemen topraklarîndan çekilmesini istedi ne de yönetici ve subaylarîn êngilizlere teslim olmasînî. Fakat bu çabalar tam olarak istenildiìi èekilde sonuç vermedi. 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaèmasî ile Kuzey Yemen’in baìîmsîzlîìînî ve Güney Yemen’in êngiltere sömürgesi olduìunu resmen tanîyan Türkiye Cumhuriyeti, Yemen’in yeni hakimi êmam Yahya ile iyi münasebetler geliètirdi. Bunda, 1910–1912 yîllarî arasînda, Osmanlî delegasyonunun baèkanî olarak, Yemen’de êmam Yahya ile barîè müzakerelerinde bulunan ve anlaèma imzalayan êsmet ênönü’nün büyük rolü vardî. Zeydiye mezhebine mensup olan

Ocak - fiubat ‘11 • 45


di. Soìuk Savaè sonrasînda Sovyetler’in daìîlmasîyla sosyalist Güney Yemen yalnîz kalarak ekonomik bakîmdan çöküntüye uìradî. Bu çöküntü sonrasî Güney Yemen, Kuzey’le birleème girièimlerinde bulundu. Bu arada bu birleèime Yemen’deki Müslüman kesim öncülük etmekteydi. Böylelikle güneydeki Sosyalist Parti ile kuzeydeki Yemen Halk Kongresi Partisi arasînda geçici bir koalisyon hükümeti oluèturuldu.

êmam Yahya, 1924 yîlî baèlarînda kendisini Yemen Kralî ilan etti. Daha sonra baèa oìlu êmam Ahmed ve torunu Seyfulislam geçti. Krallîk yönetiminin yol açtîìî çeèitli huzursuzluklarîn ardîndan, Kuzey Yemen’de 26 Eylül 1962 tarihinde cumhuriyet ilan edildi. 30 Kasîm 1967’de son êngiliz askerinin Güney Yemen’den çekilmesiyle, ülke topraklarî tamamen Yemenlilerin eline geçmiè oldu. Osmanlî’dan Sonra Yemen Kuzey ve Güney Yemen’in güçlerini birleètirmelerinin önünde bazî ideolojik engeller vardî. Kuzey Yemen’de zaman içinde liberal ve dîèa açîk bir rejim oluèturulurken, êngilizlerin çekilmesinden iki yîl sonra, Güney Yemen’de komünist bir devlet kuruldu. Bu durum, 1990 yîlîna kadar böyle devam etti.

O yîllarda meydana gelen Körfez Savaèî’nda Irak’a destek veren Yemen, Suudi Arabistan tarafîndan ekonomik ambargoya maruz bîrakîldî ve ülke ciddi anlamda fakirleèti. Bu zaman zarfînda Yemen’de ciddi petrol rezervleri keèfi sonrasî Suudi Arabistan’în desteìiyle Güney Yemen baìîmsîzlîìînî tekrar ilan etti ve 1994 yîlînda kuzey ve güney arasînda bir yîl kadar sivil savaè süreci yaèandî. Bir yîl süren savaè sonrasî ülke tekrar birleèti ve Ali Abdullah Salih, birleème sonrasînda tamamen kontrolü ele geçirdi. Fakat Yemen’de yolsuzluklar da büyük oranda artmîètî. Bu aèamadan sonra 2005 yîlîna kadar ciddi anlamda güçlenen muhalif partiler 2006 yîlînda yapîlacak baèkanlîk seçimleri için ortak bir platformda buluèup beraber hareket etmeye ve hükümeti boykot etmeye karar verdi. Durumun vahametinin farkîna varan hükümet, muhalefetin seçim çalîèmalarînî büyük oranda engelledi ve hükümet karèîtî yayîn organlarînîn yayînlarînî da durdurdu. Bu yüzden tansiyonun yüksek olduìu seçim ortamî beklenilenin aksine sakin bir havada geçti ve bu seçimlerin galibi de Ali Abdullah Salih oldu. 33 yîldîr idarede olan Ali Salih’in kuzey kabilelerinin en büyük ailelerinden birine mensup olmasînîn bu baèarîsînda önemli bir etken olduìu düèünülüyor.

22 Mayîs 1990’da Kuzey ve Güney Yemen birleèti. Yeni ismiyle Yemen Halk Cumhuriyeti’nin devlet baèkanlîìîna kuzeyin önceki baèkanî Ali Abdullah Salih getirilirken, baèkan yardîmcîlîìî görevini de güneyin eski baèkanî Ali Salim el-Beyd üstlendi. Ancak kîsa zaman sonra çeèitli siyasal problemler ve uyuèmazlîklar ortaya çîktî. Uzun karmaèa dönemlerinden sonra el-Beyd, güneyin eski baèkenti Aden’e çekildi. Anlaèmazlîklarîn silahlî çatîèmaya dönüèmesi üzerine, Kuzey Yemen askerleri 1994 yîlînda Aden’i kuèatarak, güneyi tamamen denetim altîna aldîlar. Ali Salim de, siyasi mülteci olarak Umman Sultanlîìî’na sîìîndî.

KAYNAKÇA:

Yani kuzey ve güneyin birleème çabalarî bir takîm problemler sonucu sekteye uìradî. nedenleri arasînda elbette dîè güçler de etkili. 1990 yîlîna kadar Kuzey ve Güney Yemen olarak iki ayrî etnisite halindey-

• Raghavan, S.(08 ocak 2010) Yemen’s internal divide complicates U.S. efforts against al-Qaeda, analysts say. http://www. washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/01/07/ AR2010010704303.html

46 • Ocak - fiubat‘11

• Kîlînç, Taha. (16 Ocak 2011) http://www.dusuncegundem.com/component/option,com_alphacontent/section,4/ cat,109/task,view/id,468/Itemid,83/ • http://tr.wikipedia.org/wiki/Yemen • Ayîèîìî, M. ‘Osmanlî’nîn Son Vilayeti : Yemen’, Uluslararasî XIII. Türk Tarih Kongresi, (4-8 Ekim 1999), Ankara • http://www.historyofnations.net/asia/yemen.html http:// www.dusuncegundem.com/component/option,com_alphacontent/Itemid,83/section,4/cat,36/task,view/id,19/


Yemen’de Sosyokültürel

YapÖ ve OsmanlÖ Etkisi

è

slam dini, Yemen’in hakim rengi durumunda. Orta Yemen’de yer alan tarihi Cibla èehrinde yerleèmiè az sayîda yabancî Hîristiyan nüfus bulunuyor. Yaklaèîk 130 yîl êngiltere topraìî olarak kalan Aden’de ise yine yabancîlara hizmet veren faal kiliseler vardîr. Buna karèîn, Yemen’in Suudi Arabistan sînîrîna yakîn Sa’da èehrinde, Yemenli Yahudiler bulunuyor. 1948’den itibaren kafileler halinde êsrail’e taèînan Yemenli Yahudilerin bu son kalîntîlarî, huzur içinde yaèîyorlar. Ülkede kendilerine karèî herhangi bir düèmanlîk gösterilmiyor. Yemen, petrol zengini Arap dünyasînîn en fakir bölgelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Yapîlan uluslararasî araètîrmalar, Yemen’deki insanlarîn %60’înîn fakirlik sînîrînîn altînda yaèadîìînî göstermektedir. Bulunduìu coìrafya ve dünyanîn önemli transit yollarî üzerinde yer almasî itibariyle, siyasi açîdan oldukça èanslî bir ülke olan Yemen’in, bu èansînî gelièmiè ve etkili bir ülke olma noktasînda deìerlendirilebildiìini söylemek mümkün deìildir. Petrol, doìalgaz, kaplîca sularî gibi doìal kaynaklarînîn yanînda verimli arazileri, aynî anda farklî iklim èartlarînîn yaèanabilmesi gibi tabiat unsurlarîyla beraber Yemen, büyük bir atîlîm yapma potansiyeline sahiptir. Fakat genç nüfus oranînîn çok yüksek olduìu ülkede, çiìnenmesi milli bir anane haline gelmiè olan narkotik etkili “kat” bitkisi, insanlarîn dina-

mizmine ve ülkenin ekonomik yapîsîna büyük bir darbe vurmaktadîr. Yurtdîèîna çîkarîlmasî ve uluslararasî ticaretinin yapîlmasî resmen yasak olan kat, bir zamanlar kahvesiyle meèhur olan Yemen’in bütün ekilebilir alanlarînda devlet teèvikiyle ekilmeye baèlamîè, yîllar içinde ülke, bir kîsîr döngüye hapsolmuètur. Yemen’in tarihinde o topraklara hükmetmiè devletlere ve ya idari yapîlara baktîìîmîzda Osmanlî’nîn gerek yönetici seçimi gerekse altyapî hizmetlerini iyileètirme konusunda çok özenli davrandîìînî görürüz. Fakat buna raìmen 1517’de Yavuz Selim’in Memluk Devleti’ni yenilgiye uìratarak Mîsîr’î almasîyla baèlayan Osmanlî’ya baìlî tarihi, bölgede çîkan kabile çekièmeleri ve bir kîsmî çîkarlara bir kîsmî dini mezhep farklîlîklarîna baìlî olan isyanlar sonucu birinci dönem ve ikinci dönem èeklide bölünmeler yaèamîètîr. Yemen’in herhangi bir topraktan daha fazla önemi vardî çünkü kutsal topraklara geçièi koruyordu. Gönderilen fermanlardan da açîkça anlaèîlîyor:

“… Yemen Vilayetinin fethi ve elde tutulmas× konusu sadece gelir elde etmek için deùildir. Allah muhafaza etsin, Portekizlilerin Müslümanlara sald×rmas× ve o bölgeyi tehdit etmesi dini gayret ve hamiyetimize yak×ümamaktad×r. Ve özellikle de alemlerin biricik K×blegah× ve tavaf ettiùi yer olan Kabe-i Mukerreme’nin korunup muhafaza edilmesi her üeyden daha önemli olduùu ve her turlu görevden önemli ve her vazifeden öncelikli vazife olduùu ac×k ve tart×ü×lmazd×r” (günümüz türkçesiyle) (Baèbakanlîk Arèivi, Muhimme Defteri 7 no: 2738 )

Ocak - fiubat ‘11 • 47


Okullardan Haberler Alperen Gençosmanoğlu

Trabzon’dan Yunanistan’a Köprü Suriye’den Kenya’ya Uzanan “kaçîí” Yolculuéunda Abdullah Öcalan’în Yanînda Bulunan Eski Yunan èstihbaratçîsî Savvas Kalenderidis’in iddiasîna göre, Yunan Gizli Servisi EYP, 1997-1998 yîllarînda Trabzon’un çeíitli köylerinden 20 genci Atina’ya götürdü ve Yunan Üniversitelerinde okuttu. 1997 ve 1998 yîllarînda Trabzon’un Yunancanîn konuíulan çeíitli köylerinden yaklaíîk 20 genç modern Yunanca öérendi ve Yunan üniversitelerinde okudu.

K

aradeniz’de Rum Pontus Devleti kurmak amacıyla faaliyette bulunduğu iddiasıyla Ekim 2002’de tutuklanan Fethi Gültepe de, polisteki sorgusunda, Trabzon’un Tonya ilçesinde yaşarken, 1998 yılında Teodoros Spardopulos tarafından Yunanistan’a götürüldüğünü itiraf etmişti.

3 Ocak 2011 tarihinde The Independent gazetesinde Steve Connor’un “Jason ve Argonotlar; Antik Yunan Dilinin Yaşamakta Olduğu Topraklarda” başlıklı yazısı yer aldı. Söz konusu yazıda Cambridge Üniversitesi profesörü İoanna Sitaridu’nun bilimsel incelemesi de yer alıyor. Sitaridu’ya göre Trabzon iline ait Tonya (an-

tik Toania) bölgesinin uzak bir köyünün 5 bin sakinin ana dili ve günlük hayatlarında kullandıkları dil, antik Yunanların; Perikles, Platon ve Sokrates’in konuştuğu dile çok yakın bir diyalekt. Yunan profesöre göre bölge dil bilimciler için bir “altın madeni” çünkü dünyanın herhangi bir yerinde konuşulan Yunancadan antik Yunanca-

ya; bir kültürün aracı olan dile en fazla benzeyen canlı bir dili burada duyma yeteneğine sahip olacaklarını vurguluyor. Trabzon bölgesinin kadim medeniyetlere beşik olmuş coğrafyasının öneminin farkına varılıp, bu konuda geleceğe dönük, kendi insanının eğitimini temel alan bu çalışmaları ilgiyle takip ediyoruz.

Balyozcular Bütün Üniversiteleri GATA Sanm×ü Gölcük Donanma’dan çîkan belgeler, Hava Kuvvetleri eski Komutanî Org. êbrahim Fîrtîna’ya baìlî havacî birliklerin darbe sonrasî üniversiteleri de yeniden èekillendirmek istediìini ve bu kapsamda büyük bir kîyîma hazîrlandîìînî ortaya koydu. Ele geçirilen 5 Nolu CD’nin içerisinde aralarînda Boìaziçi, Yîldîz Teknik, Balîkesir, Çanakkale ve Fatih üniversitelerinin de bulunduìu birçok üniversitenin yönetimine el konulacaìî ifade ediliyor.

E

le geçirilen aynı CD içerisinde birçok fişleme evrakına yer verildi. Donanmadan çıkan belgelerde fişlemelerin katlanarak devam ettirildiği göze çarpıyor. Ele geçirilen raporlarda 845 dershane, yurt, vakıf ve derneğin ‘Nurcu’, ‘Süleymancı’, ‘Menzilci’, ‘Milli Görüşçü’ şeklin-

48 • Ocak - fiubat‘11

de fişlendiği, darbe sonrası bu kurumların süratle kapatılacağı vurgulanıyor. Balyoz Darbe Planı semineri kapsamında eski Kayseri Jandarma Alay Komutanı Albay Cemal Temizöz’ün de fişleme ekibinde olduğu belirtiliyor.

Sanıyoruz asker döneminin geçtiğini fark ettikçe gözü görmez oldu ve tüm üniversiteleri öğrenci değil emir eri yetiştirilen GATA zannetti, ama anlamıyor ki GATA’da bile kemalistler müzelik olmaya başladı. Devletçilik baki ama artık Türkiye’deki yeni hegemonya neo-liberalizm.


YÖK KúME HúZMET EDúYOR

Danıştay’dan Evlere Şenlik Karar

Yükseköéretim Kurulu (YÖK) baíkanî Yusuf Ziya Özcan, üniversitelerde resmi temsilci olarak tanînan Öérenci Konseyi baíkanlarîyla görüíürken toplantîya katîlarak taleplerini dillendirmek isteyen muhalif öérencilere polis engel oldu.

Ö

zcan, 125 üniversiteden gelen temsilcilerle görüştü. Öğrenci temsilcilerinin de bir kısmı toplantıyı protesto etti. Öte yandan bazı öğrenciler içeri alınmadı ve polisin tazyikli su ve biber gazlı saldırısına maruz kaldı. Toplantının ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan Özcan, “YÖK önünde eylem yapan öğrencilere polisin müdahalesini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu gruptakilerle neden görüşmediniz?” sorusu üzerine, “Bizim, muhatap aldığımız grup, gerçekten üniversitelerinde bir seçim ki gerçekten çok ciddi bir seçim. Bence milletvekili seçiminden daha ciddi bir seçim. Böyle bir süreç takip ediliyor onların seçiminde. O seçim sonucunda seçilip gelmiş arkadaşlar şimdilik muhatap alacağımız grup, bu gruptur ama diğer grubun sesine de kulak veriyoruz. İlla benim onlarla konuşmam şart değildir. Gazetelerden, medyadan onların düşüncelerini de öğreniyoruz” dedi. Özcan, “Hareketlerinde şiddet olan hiçbir grupla konuşmamayı, başkasının özgürlüğünü engelleyen hiçbir grubu muhatap almamayı, akademik faaliyetleri herhangi bir şekilde zorlaştıran hiçbir grupla konuşmamayı prensip olarak kabul ettik” diye konuştu. Yusuf Ziya Özcan’ın bu açıklamalarından sonra maalesef iyi niyetli olduğuna dair herhangi bir inancımız kalmadı. Çünkü alenen yalan ve manipülasyon merkezli bir açıklama yapmış. Aşağı yukarı tüm üniversite öğrencileri bilir ki üniversitedeki öğrenci konseyleri, hiçbir temsiliyeti olmayan, okul yönetimleri tarafından öğrenciye koz olarak kullanılan, ülkedeki pek çok bürokratik engelden biridir. Sadece Boğaziçi Üniversitesi’nden örnek vermek gerekirse, seçimler oy yetersizliğinden dolayı 6 kez tekrar ediliyor ve rektör öğrenci gruplarıyla başı sıkıştığında kendi sorunlarını çözmek için kullandığı bir araca dönüştürüyor bu kurumu. YÖK başkanı da herhangi bir meşruiyeti olmayan bu öğrencileri, milletvekilleriyle karşılaştırarak bir şekilde dışarıda kalanların da kimler olduğunu tanımlama gücüne sahip oluyor ve ya bu hegemonyayı kabul edin ya da dayak yiyip, marjinal bölücü olarak kodlanmak zorunda kalırsınıza getiriyor sözü. Bizim perspektifimizden ise YÖK başkanının akademik faaliyetleri zorlaştıran diye bahsettiği grup tam da yanına aldıkları, çünkü şiddet sadece bağırarak değil, susarak da olur. Üniversitelerde kapitalizmin hiç sorgulanmadan kabul edilmesini, bir tür cv oluşturma mekânına dönüşmesi buralara vurulan en büyük yıkıcı darbe oluyor ne yazık ki… Tabi buna ek olarak belirtmeden geçemeyeceğiz bizim için kalabalıkların değil, sözü olanların ne dediği önemlidir.

M

azlumder yaptığı bası açıklamasının bir kısmında olaya ilişkin şunlara değindi: 2010 ALES sonbahar dönemi kılavuzunda sınava girecek adayların başı açık olma zorunluluğunu ortadan kaldıran düzenlemeye karşı Eğitim-İş’in Danıştay’a açtığı dava, 8. Daire’nin yürütmeyi durdurmasıyla sonuçlandı. Danıştay kararın gerekçesinde, “laiklik elden gidiyor” gibi artık inandırıcılığı kalmamış bir iddia yerine bu kez herkesi şaşırtan bir gerekçe ileri sürdü. Şaka gibi gerekçede Danıştay, sınava başı açık girilmesinin “…erkekkadın adayların fiziksel olarak teşhislerinde güçlük oluşacağı ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğurabileceği” gibi zekâ parıltıları saçtı. Tabi bu olay karşılaştığımız ilk adaletsiz, zalimane yargı kararı değil, büyük ihtimal sonda olmayacak ancak artık onların oyunlarına gelmemeliyiz, yani verdikleri kararları ve bizim isteklerimizi bize kendi kitaplarından aratma arzularına hayır diyebilmeliyiz. Belki de talep siyasetinden vazgeçmeliyiz, çünkü bu şekilde yarın bu karar iptal edilmiş olsa bile sonuçta karar düzlemi, siyasetin üretildiği zemin yine var olan hukuk sistemi olacaktır. Bu yüzden yasalar üzerinden değil, ilkelerimiz üzerinden siyasete talibiz. Egemenler için asıl tehdit yasalara uygunluğun değil, yasaları yapanların meşruiyetinin sorgulanmasıdır. Ocak - fiubat ‘11 • 49


ústanbul Üniversite’sinde Garip Olaylar İstanbul 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 30 Kasım 2010 tarihli kararına itirazı inceleyen 12. Asliye Ceza Mahkemesi, önleme araması kararını iptal etti. Kararda özel hayatın gizliliği, masumiyet karinesi gibi en temel insan haklarına vurgu yapılıyor. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İstanbul şubesi başkanı, avukat Taylan Tanay, kararı öğrenci hareketinin ve demokratik muhalefetin bir başarısı olarak değerlendirdi. “Kararda arama kararı ve uygulamasının keyfiliği ve insan haklarına yapılan atıflar önemli.” dedi. Tanay, rektörlüğün çantalarını aratmak istemedikleri için disiplin soruşturması açtığı öğrencilerden özür dilemesi ve soruşturmaları kaldırması gerektiğini söyledi. Ayrıca İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün talebi üzerine Fatih İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne talimat veren Fatih Kaymakamlığı’ndaki sorumlu kişilere valilik tarafından disiplin soruşturması açılması gerektiğini belirtti. “Fatih Kaymakamlığı, İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne talimat vererek kişi haklarını ihlal eden arama uygulamasının başlamasını sağlamıştır. Ayrıca hukuka tamamen aykırı olan ve polise İstanbul Üniversitesi’nde ve çevresinde bir yıl süreyle arama izni veren 1. Sulh Ceza hakimi Cavit Marancı hakkında da HSYK disiplin soruşturması başlatmalıdır.”

50 • Ocak - fiubat‘11

Kürt Öùrenciler Üzerindeki Bask× Çemberi

Ü

niversitelerde Kürt öğrencilere yönelik baskılar artıyor, can güvenliklerinin kalmadığını söyleyen öğrenciler okulu bırakmak zorunda kalıyor. Yüksekovahaber’den Sibel Çapraz’ın haberine göre, Üniversite öğrencisi Saffet Yardımcı, Okulda puşi taktığı için kendisine ‘terörist’ denildiğini söyleyen Yardımcı, “Bir öğretmenim ders ortasında bana ‘Sen PKK’yi savunuyor musun? Diyarbakır başkentli bağımsız Kürdistan istiyor musun? Sizin şehitleriniz gelince ne yapıyorsunuz?’ şeklinde sorular sorarak beni rencide etmeye çalıştı. Başka bir gün de okul bahçesinde beni bekleyen ülkücü bir grubun sözlü saldırısına uğradım. Bu durum karşısında savunmasız kaldım. Bu yaşadıklarımdan dolayı savcılığa suç duyurusunda bulunarak can güvenliğimin olmadığını belirten bir dilekçe sundum. Hukuki girişimlerim sonuçsuz kaldı” diye konuştu. Hatay Mustafa Kemal Üniversitesi Dörtyol Meslek Yüksekokulu Muhasebe ve Vergi Uygulamaları bölümünde öğrenim gören 23 yaşındaki Yardımcı, “Birinci senemi başa-

rıyla tamamladım, ancak Kürt olduğum için sürekli sözlü tacizlere maruz kaldım, tehdit edildim. Bu yıl da aynı sıkıntılarla karşılaşınca okulu bıraktım” dedi. Geçtiğimiz aylarda da Muğla’da Kürt kimliği dolayısıyla polis kurşunuyla öldürülen üniversite öğrencisi Şerzan Kurt’un davası için mahkemeye giden arkadaşları saldırıya uğradı. Bu da gösteriyor ki tüm açılım söylemlerine rağmen özellikle toplumun içinde Kürtlere karşı belki önceki dönemden farklı olarak bir tanıyarak dışlama tavrı fiili bir şekilde kendini yoğun olarak gösteriyor. Bu konuda Müslüman kimliğimizin gerekliliği olarak ezilen ve baskı altında tutulan Kürt kardeşlerimizin yanında olacağız.

ODTÜ’ye Tanklar Yürüdü ODTÜ’de bir süre önce Başbakan Tayyip Erdoğan’ı protesto ederken polis barikatı önünde ‘uzun eşek’ oynayan öğrenciler, bu kez güvenlik güçleriyle çatıştı. ‘Eşit, parasız, bilimsel anadilde eğitim’ için ODTÜ’den AKP Genel Merkezi’ne yürümek isteyen öğrenciler, önlerine barikat kuran ve dağılmaları için tazyikli su sıkıp, gaz bombası atan polise taş atarak karşılık verdi. Öğrencilerin yoğun katılımıyla gerçekleşen eylemde, polis öğrencilerin yürümesine dahi izin vermeyerek üniversitenin önüne sıkıştırmaya çalıştı öğrencileri, uzun süreli bir direnişin ardından grup dağıldı. Okulun doktora öğrencilerinden Mustafa Akçınar şu açıklamalarda bulundu: Askerinizle, polisinizle, copunuz silahınızla biz, yani “geleceği” yok edemezsiniz. Bunu anlamak için tazyikli suyla paramparça ettiğiniz BAŞKALDIRIYORUZ suntalarının arkasındaki kararlılığa dikkatle bakmanız yeterli olacak. *Radikal, Bianet, Timeturk’ten yararlanılmıştır.


Bursa Gezisi Gülsüm YAŞAR 31 Aralîk’î 1 Ocak’a baìlayan gece yani yeni yîla girdiìimiz saatlerde yaklaèîk 95 kièi 2 otobüs Bursa’ya gitmek üzere yola çîktîk. Sabah saatlerinde Bursa’ya yakîn tesislerde vakîfta yaptîìîmîz çekilièlere göre sîrayla abdest aldîk. Gece çîktîìîmîz yol boyunca hemen hemen hepimiz uyumuèuz, sîcacîk otobüsün içinden uykulu halde buz gibi soìuk havada epey yürümek ayrî bir güzel oldu. Neyse ki abdest aldîìîmîz su îlîktî. Sabah namazî vakti yaklaèîyordu. Bursa Ulu Cami’ye geldiìimizde sanki o uyuyan èehir meìer çoktan kalkmîè, camide toplanmîè namazî bekliyor gibiydi. Caminin avlusu abdest almak için bekleyen insanlarla hînca hînç dolmuètu. Çevre illerden gelenler de azîmsanamayacak kadar çoktu. Kendimizi Eyüp Sultan’da bir sabah namazînda gibi hissettik. Yîlbaèî sabahlarî genelde böyle oluyormuè. Biz erken geldiìimiz için kadînlar bölümünde yer bulmamîz kolay oldu. Bursa’nîn soìuk bir èehir olduìunu biliyorduk ama sabah olmasîndan dolayî da gerçekten ellerimizi ve ayaklarîmîzî hissedemez hale geldik. Ama birbirimize sarîlîp ezanî beklerkenki ortam çok sîcaktî. Kîsa bir bekleyièten sonra yîlîn ilk sabah namazînî kîldîk. Kîldîran imam kalabalîktan ne kadar memnun olduìunu belirtti. Caminin çoìunluìunu gençler oluèturuyor-

du. Bu saatlere kadar eìlenen gençler varken burada olduìumuz için bize dua etti. Biz de Rabbimize èükrettik. Camiden ayrîlîp kahvaltî yapacaìîmîz mekâna geçtik. Karnîmîz da doymuètu artîk gezmek için enerjimizi de almîètîk. Çevrede görülecek tarihi yerleri gezdik. Daha sonra hepimizin beklediìi an alîèveriè saati gelmièti. Meydandaki meèhur Kozahan’da birbirinden güzel èallara baktîk. Öìlen namazîmîzî da Ulu Camii’nde kîldîk. Meydana yakîn bir restorantta Bursa’nîn meèhur, nefis êskender kebabîyla karnîmîzî doyurduk. Oradan Bursa’nîn meèhur dar sokaklî, sevimli köyü Cumalîkazîk’a èöyle bir uìradîk. Köy turistik bir mekâna dönüèmüè sanki. Hafta sonu ve resmi tatillerde böyle kalabalîk oluyormuè. Köyün dar sokaklarînda yürüdük, küçük camiinde namazîmîzî kîldîk. Oradan êstanbul’a dönmek üzere yola çîktîk. Bütün günün yorgunluìunu otobüste attîk biraz. Her èeyiyle çok güzel bir gün geçirdik. Hep beraber çekildiìimiz fotoìraflar her zaman bakîp hatîrlayacaìîmîz bu güzel günün bir hatîrasî olarak kalacak.

“èSLAMèYET’è TEMSèL NOKTASINDA GENÇLèêE BAKIì” PANELè 18 Aralîk Cumartesi günü vakfîmîzda farklî bir heyecan yaèadîk. Yîllardîr bizlerle birlikte vakîf çatîsî altînda eìitim gören kardeèlerimiz, konuèmacî olarak karèîmîzdaydî bu sefer. Fatih Merkez èubemizde gerçekleèen panelde “êslamiyeti Temsil Noktasînda Gençliìe Bakîè” konusu farklî açîlardan ele alîndî. Büèra Özkan’în baèkanlîìînda yürütülen panelde; Nihal Açîkel, Nilüfer Coèkun, Elif Tellioìlu ve Esra Gönen sunumlarînî yaptîlar. Müslüman bir genç êslamiyet’i temsil noktasînda nasîl bir duruè sergilemeli, üniversite gençliìinin karèîlaètîìî sîkîntîlar, nefsin gençlik üzerindeki engelleri gibi her dönem tazeliìini koruyan sorunlar bir kez daha ele alînîp, pusuda bizleri bekleyen tehlikelerin altî çizildi ve çözüm yollarî sunulmaya çalîèîldî. Bir buçuk saat süren programîmîz panelistlerimize hediye takdiminin ardîndan son buldu.

Ocak - fiubat ‘11 • 51


tarih defteri

555K Muhammed Tutkun

555K, 5 Mayîs 1960 tarihinde, Ankara Kîzîlay’da Demokrat Parti aleyhtarî öìrencilerin yaptîìî protesto eylemi. Adînî 5. ayîn 5. günü saat 5`te Kîzîlay’da gerçekleèmesinden alan eylem cumhuriyet tarihinin ilk “sivil itaatsizlik” eylemi olarak da anîlîr. 1959 yîlî iktidar ve muhalefet arasîndaki ilièkiler açîsîndan son derece gergin geçmièti. Bu gerginlik 1960’a girildiìinde bir türlü yumuèamak bilmediìi gibi daha da sertleèmeye yüz tuttu. 7 Nisan’da DP Meclis Grubu bir bildiri yayîmladî. Bildiride CHP’nin ülkedeki bütün yîkîcî gruplarî çevresinde topladîìî, halkî orduyu iktidara karèî ayaklanmaya kîèkîrttîìî öne sürüldü. Bu bildirinin ardîndan DP Meclis Grubu TBMM Baèkanlîìî’na muhalefetin eylemlerinin soruèturulmasî için bir önerge verdi. Önerge 18 Nisan’da Meclis’te büyük bir çoìunlukla kabul edildi. Yasaya göre bir Tahkikat Komisyonu oluèturulacak ve bu komisyon üç ay boyunca muhalefetin ve basînîn eylemlerini soruèturacaktî. Muhalefet ve basînî soruèturmak için Tahkikat Komisyonu kurulmasî ülkede geniè yankî yaptî. Komisyon görevine baèlar baèlamaz, Ankara ve êstanbul’da öìrenciler protesto gösterileri düzenlediler. 26 Nisan’da êstanbul Üniversitesi öìretim protesto ederken, 28 Nisan’da üyeleri baskîlarî bask öìrenciler merkez binada bir toplantî düda öìrenc zzenlediler. enledile Güvenlik güçlerinin toplantîya müdahale etmesiyle olay çîktî. Üniversite içinbaèlayan çatîèma Beyazît Meydanî’na de ba taètî. Buradaki çatîèmada Orman Fakülteöìrencisi Turan Emeksiz aldîìî bir kursi öì èun yarasîyla hayatînî kaybetti. Olaylar nedeniyle Ankara ve êstanbul’da sîkîyön ne netim ilan edildi ve gece sokaìa çîkn ma yasaìî kondu, ancak öìrencilerin gösterileri durmadî. 30 Nisan’da êstanbul Sultanahmet Meydanî’nda düzenlenen protesto gösterileri sîrasînda Nedim Özpolat adlî bir baèka öìrenci hayatînî kaybetti. 2852 • Ocak - fiubat‘11

29 Nisan gösterilerinden sonra bu kez DP yönetimi, 5 Mayîs günü saat 5’te, Ankara’da Kîzîlay Meydanî’nda bir gösteri düzenlemeye karar verdi. Buna göre iktidar partisine mensup gençler, Kîzîlay Meydanî’nda, Meclis’ten çîkîp Çankaya’ ya gidecek olup Celal Bayar ve Adnan Menderes’i alkîèlayîp destekleyeceklerdi. Ama iktidara karèî olan gençler de plandan haberdar oldular ve 555K (5’inci ayîn 5’inci günü saat 5’te Kîzîlay Meydanî’nda) parolasînî geniè bir öìrenci kitlesine duyurdular. 5 Mayîs günü iktidara karèî olan gençler, Kîzîlay’a akîn ederken, iktidarî destekleme amacîyla Kîzîlay’a gelen DP yanlîsî gençler azînlîkta kaldî. Saat 6 civarînda meydana gelen Bayar ve Menderes burada çok büyük protestolarla karèîlaètî. Bazî göstericiler Menderes’i tartakladîlar. Hatta rivayete göre, o zamanlar öìrenci olan, CHP eski lideri Deniz Baykal, èair Cemal Süreyya’nîn aktardîìîna göre ise Vedat Dalokay, Menderes’in“Ne istiyorsunuz” sorusu üzerine baèbakanîn yakasîna yapîèîp “Hürriyet istiyoruz” demièti. Menderes ise èu soruyla cevap vermièti: “Baèbakanîn yakasîna yapîèîyorsun, bundan büyük hürriyet olur mu?” . Menderes bir gazetecinin arabasîna bindirilerek meydandan güçlükle uzaklaètîrîldî. 21 Mayîs’ta bu kez Ankara’daki Harp Okulu öìrencileri iktidarî protesto için bir gösteri yürüyüèü düzenlediler. Artîk ok yaydan çîkmîètî. Gerginlik doruktaydî. Bu arada Baèbakan Menderes, bir açîklama yaparak Tahkikat Komisyonu’nu baèlangîçta üç ay olarak öngörülen çalîèmalarînî tamamladîìînî, raporun yakînda Meclis’e sunulacaìînî kamuoyuna duyurdu. Ancak bu açîklama darbecileri daha önce almîè olduklarî yönetime el koyma kararîndan vazgeçirmedi. Geniè bir kesim de ordunun yönetime el koymasînî sabîrsîzlîkla bekliyordu. 555K eyleminden kîsa süre sonra, 27 Mayîs 1960 tarihinde cumhuriyet tarihinin ilk askeri müdahalesi gerçekleèti.


Melike YURT - Yusuf ELBAŞI

Kültür Sanat

ETKÂNLÂK

4. Buruciye ìiir Akíamlarî Dil ve Edebiyat Derneìi Sivas éubesi’nce Kültür ve Turizm Bakanlîìînîn katkîlarîyla ‘’4. Buruciye éiir Akèamlarî” adlî program düzenlendi. 5 Aralîk 2010 Pazar günü Cahit Zarifoìlu anasîna düzenlenen programda ilk olarak “éiir ve Medeniyet” konulu panele yer verildi. Geceye katîlanlar arasînda Recep Garip, Nurettin Durman, Sadettin Kaplan, Muhammed Nur Doìan, Sîtkî Caney, Azerbaycan’dan Hayat éemi, M. Atilla Maraè, Mustafa Özçelik, Sivas’tan Alim Yîldîz, êbrahim Yasak, Bilal Tîrnakçî, êdris Ekinci, Orhan Karahan, Hüseyin Akkaya gibi èairler yer aldî. Ayrîca Dil ve Edebiyat Derneìi Sivas èubesince düzenlenen yazarlîk okuluna katîlan genç kalemlerin èiirlerinin de bulunduìu antoloji, programî izlemeye gelenlere hediye edildi.

Temrin Dergisi Roman yarîímasî Temrin dergisi 2011 yîlî için bir roman yazma yarîèmasî düzenliyor. Yarîèma serbest konulu olup yarîèma èartnamesinde sadece “Eser genel toplum ahlakîna, milli ve dini unsurlara aykîrî öìeler barîndîrmamalîdîr.” ifadesi yer alîyor. Yarîèma 8 Nisan 2011 tarihinde sona eriyor. 3 Haziran Cuma günü sonuçlarî açîklanacak yarîèmanîn jürisi; Sadîk Yalsîzuçanlar (yazar), Feyza Hepçilingirler (yazar), Yîldîz Ramazanoìlu (yazar), V. Hüseyin Kaya (Temrin Dergisi Yayîn Yönetmeni), éeref Yîlmaz (Ferfir Yayînlarî Yayîn Yönetmeni)’dan oluèuyor.

Gemuhluoélu anîlîyor... 30 Aralîk 2010 Perèembe günü Pendik Belediyesi tarafîndan düzenlenen êrfan Fethi Gemuhluoìlu’nu anma programîna Prof. Dr. Sadettin Ökten, Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoìan, Prof. Dr. Mehmet Genç, Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar konuèmacî olarak katîldîlar. Panelin moderatörlüìünü ise yazar Sadîk Yalsîzuçanlar gerçekleètirdi. Panel öncesinde program için özel olarak hazîrlanan “Fethi Gemuhluoìlu ve Dostluk” belgeseli katîlîmcîlarîn dikkatine sunuldu. Anma programî çerçevesinde açîlacak olan sergide Fethi Gemuhluoìlu’na ait fotoìraflar ve özel eèyalarî sergilendi. Ayrîca “Fethi Gemuhluoìlu ve Dostluk” konulu kompozisyon yarîèmasî ödülleri daìîtîldî.

Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisi Frida Kahlo ve Diego Rivera sergisi, 23 Aralîk 2010 - 20 Mart 2011 tarihleri arasînda pera müzesinde ziyarete açîk olacak. Meksika dîèînda çok gösterilmemiè olan Meksikalî çiftin kîrk tane eseri Türkiye’ye ilk defa geliyor. Fresk sanatînî Latin amerika’da yeniden canlandîrmîè olan Rivera’nîn eserleri ve eèi Kahlo’nun otoportreleri ziyaretçi akînîna uìrayacak gibi gözüküyor.

Ocak - fiubat ‘11 • 53


Zarif Haykîrîílar

PèR SULTAN ABDAL 11 ve 25 Ocak tarihlerinde Sadri Alîèîk tiyatrosunda Pir Sultan Abdal’în hikayesi canlandîrîlacak. Erol Toy’un yazdîìî, Nurhan Karadaì’în yönettiìi ve kadrosunda Cem Özer, Melike Öcalan, Yusuf Atala, Barîè Koçak gibi ünlü oyuncularî da barîndîran oyunun ücreti öìrenci için 29 lira. Sevième sahnelerinin bulunduìu filmlere bütçeden kaynak ayîrmayî kendilerine borç bilen büyüklerimiz reklam panolarîndaki afièlerde efes markasînîn sponsor olduìunu görünce izledikleri kültür sanat politikalarî hakkînda ne düèünecekler acaba?

Cahit Zarifoìlu’nun vefat günü olan 7 Haziran’dan hareketle her ayîn yedisinde genciyle yaèlîsîyla edebiyatseverler bir araya gelip èiirler okuyor. Cahit Zarifoìlu Türkiye ve dünyanîn farklî èehirlerinden çok sayîda kièinin katîlîmî ile anîlîyor. êlki 7 Temmuz’da Gülhane Parkî’nda gerçekleèen programa katîlîm her ay farklî èehirlerde de eè zamanlî olarak yapîlan programlarla arttî. Programîn düzenlendiìi bazî èehirler: Bucureèti (Romanya), Viyana (Avusturya), êstanbul, Adîyaman, Adana, Ankara, Eskièehir, êzmir, Bolu, Sakarya, Bursa, Gaziantep, Denizli, Kahramanmaraè, Sivas, Samsun. Ankara, êstanbul, Eskièehir’de Zarifoìlu’nu yakîndan tanîyan kièilerin ve edebiyatçîlarîn katîlîmî ile zenginleèen programlar, her èehirde Zarifoìlu ve èiirler ilgili kièilerin bir araya gelmesi ile organize edilebilir.

Filistin Günleri êlki geçtiìimiz yîl düzenlenen Ankara Filistin Günleri, bu yîl 11-12 Aralîk tarihlerinde Kocatepe Kültür Merkezi’nde yapîldî. 300 Gazzeli çocuìun psikolojik ve sosyal rehabilitasyonu için düzenlenen programda konserler, kermesler, film gösterimleri, konferanslar, resim sergileri ile zengin bir içerikle katîlîmcîlarîn her anlamda ilgisini üzerine çekti. Cumartesi günü Filistinli yönetmen Michel Khleifi’nin Üç Mücevher Masalî filmi gösterimi ve Pazar günü Grup Endièe konseri ile program son buldu.

ìiirin Sultanlarî Osmanlî Devletinin kurucusu Osman Gazi ile baèlayan èiir yazma geleneìi, 36 Osmanlî padièahîndan 26’sînda devam etti ve ‘’Sözün Sultanlarî’’ da olan bu padièahlar, duygularînî dize, beyit, gazel ve kasidelerle dile getirdi. Divan Edebiyatî Vakfî’nca hazîrlanan ‘’éiirin Sultanlarî’’ kitabîndan derlenen bilgilere göre, 6 yüzyîl boyunca kîtalara hükmeden Osmanlî êmparatorluìu’nun 36 padièahîndan 26’sî èair olarak da anîlîyor. Osman Gazi ile baèlayan èiir yazma geleneìi, padièahlar arasînda yüzyîllar boyunca sürerken, èair padièahlarîn èiirlerinde çeèitli mahlaslar kullandîìî da görülüyor. Kitapta padièahlarîn èair portreleri inceleniyor.

Metrobüs Duraéînda Safahat Gençler vefatînîn 74. yîldönümünde milli èairimiz Mehmet Akif’i andî. Anma, Akif’in Edirnekapî éehitliìi’ndeki kabri baèînda ve aynî anda kabrinin hemen yakînîndaki metrobüsün Edirnekapî duraìînda gerçekleèti. Önce metrobüs duraìînda ellerindeki megafonlarla safahat okuyan gençler daha sonra Akif’in mezarî baèînda dualar okuyarak kabir ziyaretinde bulundular. Daha sonra êstiklal Caddesinde bulunan Akif’in vefat ettiìi Mîsîr Apartmanî önünde de megafonlarla safahat okundu. 54 • Ocak - fiubat‘11


Kültür Sanat

KÂTAP

Ali Tarık Parlakışık

Ulusçuluk Çîkmazî Kürtler Ve Çözüm Arayîíî Hamza Türkmen Ekin Yayînlarî Çatîsî büyük oranda, Hamza Türkmen’in Haksöz Dergisi’nde yayînlanan çalîèmalarîndan, yararlanîlarak hazîrlanan eserin, Kasîm 2009’da ilk baskîsî yayînlandî. “… bölgemizde seküler ulusçuluìun ve küresel kapitalizmin dayatmalarî kîrîlmadîìî müddetçe, Kürt Sorunu’nun çözümüyle ilgili de hayali beklentilere kapîlmamak gerekmektedir” tespitinde bulunan yazar, eserini 171 tane kaynaktan yararlanarak, titiz bir çalîèmanîn neticesi olarak okuyucuya sunmuètur. Yazar bu çalîèmasînî son dönemde öne çîkan gelièmeleri gözeterek bölümlere ayîrmîètîr. Yazar eserde, “Kürt Sorunu”’nun tarihi, nedenleri, tahlili, vakîayla ilgili emperyal niyetler, PKK ve T. C.’nin kimlikleri ve “Kürt Sorunu” vakîasînda oynadîklarî rolleri ièlemiè, aydînlatmîètîr. Ayrîca kitap kavim, kabile, ümmet, îrk, etnisite, ulus, millet, Türkiyecilik, üst kimlik meselesi; “Kürt Sorunu”’nun doìru tanîmlarî; PKK’nîn yeni tezleri, stratejileri; müslümanlarîn “Kürt Sorunu”’na ilgileri, önerileri, çözüm arayîèlarî; Kürt kimliìini deìerlendirmede ulusalcîlar ve müslümanlar; éey Said’in gerçek mesajî, misyonu ve 21. Yüzyîl Türkiye’sinde Sistemin Restorasyonu Ve Kürt Açîlîmî’yla ilgili geniè bilgilerden ve açîklamalardan oluèuyor diyebiliriz. Konuyla ilgilenenlerin eserden epeyce faydalanacaìînî düèünüyoruz, umuyoruz. HAYAL PERDESè KèTAPLIêI Editörlüìünü êhsan Kabil’in yaptîìî yönetmen sinemasî dizisine iki yenisi daha eklendi. Ayèe Pay’în hazîrladîìî ve Küre yayînlarîndan çîkan kitaplarîn biri Semih Kaplanoìlu’nu ve filmlerini, diìeri ise birçok genç sinemacîya örnek olan ve türk sinemasîna farklî bir soluk getirmiè rahmetli Ahmet Uluçay’î ve filmlerini anlamaya yardîmcî birer kaynak niteliìinde. Hayal Perdesi dergisi yazarlarî yönetmenlerin filmlerini eleètirmièler ve yapîlan söyleèiyle birlikte yönetmenin izleyici için daha anlaèîlîr olmasînî saìlamîèlardîr.

Allah’în Kulu ve Rasûlü Hz. Muhammed (sav) Afzalur Rahman ënkîlâb Basîm Yayîm Pakistanlî eìitimci, aktivist Afzalur Rahman’în, Peygamberimiz’i kapsamlî olarak anlatan, altî ciltlik “Sîret Ansiklopedisi” (bu eserde ênkîlâb Yayîm’dan çîkmîètîr) isimli eserinin bir bölümü olan bu kitap, Peygamberimiz’i çeèitli yönlerden anlatan, tanîtan bir eserdir. Müstakil olarak yayîmlanmîètîr. Siyer okumaya küçük bir giriè mahiyetindeki bu eser, hadis rivayetleriyle, farklî kaynaklardan alîntîlarîyla beè bölümden oluèmaktadîr. Birinci bölüm olan “Ana Hatlarîyla Hz. Muhammed’in Hayatî” adlî bölümde, Peygamberimiz’in tabiri caizse olay olay hayatî özet bir èekilde anlatîlmîètîr. êkinci bölüm olan “Hz. Muhammed: Mükemmel ênsan” bölümünde Peygamberimiz’in èahsînîn güzelliìi, mükemmelliìi; nezaketi; çocuklara, fakirlere vs. karèî davranîèlarî; takva ve doìruluìu; cömertliìi vs. anlatîlmîètîr. Üçüncü bölüm olan “Hz. Muhammed: Mükemmel Örnek”te ise adalet, güzel ahlak, takvayî anlatmakla kalmamîè, kendi hayatînda bizzat uygulamîèlîìî, yani örnek oluèu anlatîlmîètîr. Dördüncü bölüm “Hz. Muhammed: Allah’în Rasûlü”’nde, Allah’în elçilerinin insandan farklî bir èey olmayîèlarî, peygamberlerle ilgili yanlîè kanaatleri, Hz. Peygamber’in yüksek deìeri; Peygamberimiz’in görevleri vs. ièlenilmiètir. Beèinci bölüm ise Peygamberimiz’e salât ve selâmîn anlamî, önemi, usulü ve muhtelif vesilelerle salât ve selâm getirmek gereken durumlarîn anlatîldîìî “Hz. Peygamber’e Salât Ve Selâm Getirmenin Önemi” isimli bölümdür. Peygamberimiz’in èahsînî, karakterini öìrenmede yardîmcî olacaìînî düèündüìümüz bu eserin dilinin de okuyucuyu çok yormayacaìînî düèünüyoruz. Ocak - fiubat ‘11 • 55


HÃCRET Zeynep Topuz

Dönüèü olmayan, yüreklerin en çileli yarasî Kalplerin beklilerle büyüttüìü muètusu Ufak ufak sevinç yaìdîran bir ümit Kuytularîn kutlu sözü, çaresizlerin en mükemmel inèasî Çîkmaz sokaklarîn cihadî, cevapsîz sorularîn tevhidi Nefislerin ölümü, gözyaèlarînîn gayreti Sonsuzluklarîn, yok olmuèlarîn buluèma noktasî Gölgelerinden korkanlara karèî en samimi duruè Yüreìi sancîlar içerisinde kîvrananlara bir diriliè Yüzü kîzaranlara bembeyaz bir perde, bir çaìrî Bir lisan edemeyen dillere sîìîntî, bir kapî Dünyeviyet sahalarîna hapsedilmièlere bir çare Bir kuè misali zikriyle yükselmek semaya Semerinle birlikte belini bükmek, boynunu eìmek Yalnîzca, tereddütsüzce aldîìîn nefesin deìerince arînmak Tek çîkîè yolu olan bu yolun hakkînî verebilmek Vicdanlar sîzlamadan, kalpler kararmadan Ve henüz güneè batmadan, bulutlar kararmadan La êlahe êLALLAH diyerek, sîrat-î müstakimde VAROLMAK….

56 • Ocak - fiubat‘11


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.