Merhaba Değerli Okurlar, Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ali Tarık PARLAKIŞIK Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Firdevs Büşra KALUÇ Muhammed TUTKUN Sabâhat BOYNUKALIN Şeymanur EKREN Usame SARIYAŞAR Yusuf ELBAŞI Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Abdulvahid SİPAHİOĞLU Alperen GENÇOSMANOĞLU Burak KALPAKLIOĞLU Celile GÜNSELİ Melike YURT Meltem GÜLEÇ Nesibe KANUNİ Osman Zinnur AKSU Sare Gülce YENİCE Sena ÖZKAN Serdar YILMAZ Sude KARAMANOĞLU Uğur DEMİREL Zeynep TOPUZ Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr
Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91
E
vlerimizde, sokaklarımızda, okullarımızda yıllardır benimsediğimiz, değişmez/değiştirilemez sandığımız katılaşmış durumları fark etmek ve üzerine gitmek kolay bir iş değil. Körelmiş algılarımızdan dolayı görmekte zorlandığımız veya gördüğümüz zaman da başımızı çevirdiğimiz bu sorunları kamuoyuna deklare eden, domino etkisi oluşturan organlar, çoğu zaman sivil toplum örgütleri olmuştur. Son zamanlarda bazı STK’ların kolektif çalışması sonucu gündemlerimize yeni bir konu düştü: “evsizler”. Sokak lambası, kaldırım taşı gibi sokakların vazgeçilmez nesnelerinden biriymiş gibi algıladığımız “evsizler”, dergimizin de bu ayki “karantina” bölümünü oluşturmakta. Bizler de bu kolektif çalışmaya katkıda bulunarak, durumu çeşitli araştırmalar ve röportajlarla incelemeye ve özellikle Türkiye’deki süreci gözler önüne sermeye çalıştık. Genç Öncüler Dergisi olarak amacımız, sadece bir profil ortaya çıkarmak değil, bu konuda toplumun geçirmesi gereken dönüşümün aktif bir parçası olmaktır. Karantina bölümünde, Nesibe Kanuni’nin “Kaplumbağanın Kabuğuna Çizilmiş Dünya”, Burak Kalpaklıoğlu’nun “Evsizler Nasıl ve Nerelerde Yaşarlar” ve Ali Tarık Parlakışık’ın “Sokakta Yaşayanlara Dair Birkaç Not” başlıklı yazıları yer almakta. Buna paralel olarak sokak çocukları üzerine çeşitli araştırma ve çalışmaları bulunan Celaleddin Vatandaş ile bir röportaj gerçekleştirdik. Konuyu gündeme taşımada etkin bir rolü olan “Birimiz Üşürse Hepimiz Üşürüz” eylemler zincirinde ön saflarda bulunan aktivistlerden Kadir Bal ile gerçekleştirdiğimiz röportajda ise bu hareketi konuştuk. Celile Günseli gündem bölümünde “Van Depremi”nin analizini yapmakta. “Ortadoğu Ekseninde İslam ve Batı Dünyası Güç Dengesi” yazısında Serdar Yılmaz, 11 Eylül’den bugüne islamofobiyi ele alıyor. Her sayımızda görmeye alışkın olduğunuz Karikatür Analizi, Hayali Röportaj, Tarih Defteri, İslam Coğrafyası, Dini Kavramlar, Kültür-Sanat, Etkinlik Haberleri, Kitap-Film Tanıtımı, öykü ve deneme bölümleri de ilerleyen sayfalar da sizleri beklemekte... Gençliği konuşmak ve sıkıntılarına çözüm üretmek için bu kez bir sempozyuma davet ediyoruz sizleri. 31 Aralık’ta Ali Emiri Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek olan “Bir Gençlik Aranıyor! Geç olmadan…” sempozyumunda buluşmak dileğiyle.
Aral›k‘11 • 1
Aralık 2011 • Sayı 69 • Yıl 9
KAPLUMBAĞANIN KABUĞUNA ÇİZİLMİŞ DÜNYA
04
ÜMMET BİZİ BEKLİYOR FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
NESİBE KANUNİ
21 KEREM KERÎM CÖMERTLİK
VAN DEPREMİ CELİLE GÜNSELİ
2 • Aral›k ‘11
30
ŞEYMA NUR EKREN
14
Filipinler SARE GÜLCE YENİCE
38 Kaplumbağanın Kabuğuna Çizilmiş Dünya / Nesibe Kanuni........................4 Evsiz İnsanlar Nasıl ve Nerelerde Yaşarlar / Burak Kalpaklıoğlu .................8 Röportaj - Celaleddin Vatandaş ile Sokak Çocukları Üzerine ....................10 “Sokakta Bırakılanlar”a Dair bir Kaç Not / Ali Tarık Parlakışık..................14 Kadir Bal ile Röportaj / Uğur Demirel - Alperen Gençosmanoğlu.............17 Van Depremi/ Celile Gülseli.....................................................................21 Güç Dengesi ve İslamofobi Türkiye Yansımaları / Serdar Yılmaz................23 Kelimelerin Hikayesi / Firdevs Büşra Kaluç..............................................28 Çok Şükür Yanımdasın / Sena Özkan.......................................................29 Dini Kavramlar - Kerem, Kerîm, Cömertlik / Şeyma Nur Ekren ...............30 Karikatür Analizi / Sûde Karamanoğlu ..................................................34 Kermit Roosevelt ile Hayali Röportaj / Abdulvahid Sipahioğlu ................35 İslam Coğrafyası - Filipinler / Sare Gülce Yenice.....................................38 Şiir - Dengeler Adına / Hakan Albayrak..................................................41 Öykü / Zeynep Topuz...................................................................42 Kitap Film Tanıtımı / Ayşenur Aksu...............................................44 Gezi Etkinlik / Osman Zinnur Aksu.........................................46 Kültür Sanat / Melike Yurt ..................................................47 İskender Paşa Cami / Sûde Karamanoğlu...................48
Aral›k‘11 • 3
a
karantin
KAPLUMBAĞANIN KABUĞUNA ÇİZİLMİŞ DÜNYA NESİBE KANUNİ
S
on zamanlarda çok bilim kurgu filmi izlemiş gibi görünmek istemem ama yine farkında olmaksızın hayal dünyasına daldım. Aradan birkaç yüzyıl geçmiş, ben yine şehir insanıyım. Büyük caddelerde uçan araçlar bir o yana bir bu yana son hızda geçip giderken üzerime soğuk rüzgârlarını bırakıyorlar. Hayat öyle kolaylaşmış ki anlatamam! Artık yanımda çanta, cüzdan veya para taşımama gerek yok. Doğar doğmaz vücuduma yerleştirilen minicik bir çip sayesinde yolumu kaybetsem hemen navigasyon sistemi devreye giriyor, dünyada nerede bulunduğumu bir çırpıda görebiliyorum. Alışverişe gidiyorum, kolumu tarayıcıya tutmam yeterli satın aldıklarımın hesabıma yazılması için. Hastaneye girdiğim an, “hoş geldiniz” diyerek ismimle teşrifatta bulunuyorlar. Bazı binalara ancak kornea taramasıyla girebiliyorum, güvenlik önemli çünkü. Böyle güçlü bir sistemi kurmak kolay olmamalı! Hayal kurmak güzel de, bir süre sonra can sıkıcı tarafları baş gösteriyor. Çünkü elimi kolumu sallayarak özgürce gezerken yolum arka sokaklara da düşüyor. Aslında büyük caddelerde de oldukça sık karşılaştığım bir görüntüymüş ama ben ileri teknolojinin cazibesi altında bilinçsizce yok
4 • Aral›k ‘11
saymışım hepsini. Nasıl da görmemişim, baktıkça sayıları artıyor! Bu durum güzel bir bahar düşü görmekten kâbusa doğru seyretmeye başlıyor. Zira hiç hoşlanmıyorum gördüklerimden. Hoşlanmıyorum çünkü bildiğim tüm estetik kanunlarına aykırı bu manzara. Böyle çirkin bir görüntünün bu müthiş dünyada ne işi var diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Daha fazla içim kaldırmıyor bu manzarayı ve kendime bir ufak çaplı bir çimdik atıp uyanıyorum bu derin uykudan. Kötü rüyaların ardından bir “oh” çekmişimdir hep. “Çok şükür gerçek değilmiş, ya gerçek olsaydı ne yapardım o zaman” demişimdir. Bu sefer diyemiyorum. Diyemiyorum çünkü gördüklerimin zamanlar ötesi bir manzara olduğunun fazlasıyla bilincindeyim. Frankenstein’in yaratığına ilk hayat verdiğinde yaşadığı mide bulantısı, tiksinti ve bir o kadar da pişmanlık dolu hissin bir benzerini yaşıyorum. Ortaya çıkaracağı sanatsal bütünlüğün hazzını onu gördüğünde yaşayamadan kaybeden sanatçıyı buluyorum içimde. Kendimi rahatlatamıyorum, “buna ben sebep olmadım, bu korkunç yaratığa ben hayat vermedim, suçum yok” diyemiyorum… Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Yönetmeliği’nde ‘evsiz’, ‘bedensel, zihinsel ya da
psikolojik ve sosyal problemleri, keyif verici her türlü maddeyi kötüye kullanmaları gibi nedenlerle ya da bunların dışındaki herhangi bir nedenle evden atılan, uzaklaştırılan ya da evini terk etmek suretiyle sokakta geçici veya sürekli olarak yaşamak zorunda kalan, geceleri yatacak uygun ve düzenli bir yeri olamayan, terminal, metro, köprü altları, gar ve parklar gibi bölgelerde yaşayan ve istismara açık 18 yaş üzeri kişiler olarak tanımlanıyor. Evsizlik en az kanser kadar yaygın ve önüne geçilemez bir hastalık halini aldı son yüzyılda. Eski dönemlerde evsizlik var mıydı, Osmanlı böyle bir duruma nasıl yaklaşırdı bilinmez. En azından biz duymadık ki bu da Osmanlı’nın daha köklü çözümler üretebildiğinin, aile bağlarının bu duruma sebebiyet vermeyecek kadar kuvvetli olduğunun, böyle insanların toplumun da ayıbı olacağından himaye altına alındığının göstergesi olabilir. Yaşadığımız çağa gelirsek manzara çok hızlı yükselen parabolik bir grafiğe benziyor. Özelikle Amerika’yı evsizleri ve dilencileriyle tanıyoruz. Tabiri caizse ayrı bir yaşam tarzı haline gelmiş bu durum, toplum sınıfları arasındaki uçurumun her geçen gün daha da büyümesine yol açıyor. Kapitalist ekonomi ve esnek iş modelleri çalışanları daha çok çalışmak ve başarılı olmak mecburiyetinde bıraktı. Zira ekonominin yeni ürettiği bu yazılı olmayan kuralla-
Kapitalist ekonomi ve esnek iş modelleri çalışanları daha çok çalışmak ve başarılı olmak mecburiyetinde bıraktı. Zira ekonominin yeni ürettiği bu yazılı olmayan kurallara göre toplum doğal bir seçilime sahip. Başarısızlara, kusuru olanlara bu mükemmel düzende yer yok. Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu tamamen o kişinin suçudur. Ya başarılı olmalı, ya da kendini tıkır tıkır işleyen bu sistemin bir parçası olmaktan uzak tutmalıdır.
ra göre toplum doğal bir seçilime sahip. Başarısızlara, kusuru olanlara bu mükemmel düzende yer yok. Eğer ortada bir başarısızlık varsa bu tamamen o kişinin suçudur. Ya başarılı olmalı, ya da kendini tıkır tıkır işleyen bu sistemin bir parçası olmaktan uzak tutmalıdır. İstatistiklere ve haberlere bakıp, intihar oranlarına ve sokaktaki insanların artışına dikkat edilirse durumun vahameti açıkça ortaya çıkacaktır. Toplumun iğrendiği, görmeye tahammül edemediği, yani çürük ve bozuk tarafını simgeleyen bu insanlar oldukları durumdan daha da kenara itilmeli, onları anlamaya çalışmak bile bir çeşit muhatap olmak sayılabileceği için yoklarmış gibi davranmak en konforlusu olacaktır! Çağdaş ve başarılı insan tam da böyle davranmakta, bu insanları mümkün ölçüde aklına getirmemek için elinden gelen çabayı göstermeye çalışmaktadır. Biraz vicdanı olanlar sosyal projelere maddi destek verirken, düşenin kirli elinden tutmayı aklının
Aral›k‘11 • 5
a
karantin
en ücra köşesinden bile gedurumdur. Aslında kaçırılan çirme ihtimalinden azade nokta onların en az bizim kadavranmaktadırlar. Toplum dar insan olduğu gerçeğidir! hızla bireyci/bireysel bir Peki, bizi her hangi bir mecraya doğru sürüklenirAmerikalıdan, post modern ken herkes ancak kendi toplum insanından ayıran dertleriyle ilgilenebilecek özelliğimiz nedir? Farklarıvakte ve imkâna sahiptir. mız azalmaya başlamış ki Zaman çok değerli ve karşıgittikçe onlara benzemeye lığı alınmayan bir fedakârlık başlıyoruz. Bizim de büyük boşa gitmiş, çöpe atılmıştır. ve profesyonel şirketlerimiz, Evsizler dünya metropolkredi kartlarımız, akıllı sistemlerinin veya büyük ülkelelerimiz çoğalırken diğer yanrin sorunları zannedilirken da hiç kimlik kartı olmamış, bizim büyük şehirlerimizde kartonunu ve çöpten çıkarOlaya psikolojik yönden baksak de sayıları azımsanmayacak dığı üç beş eşyayı sürüyerek çok daha derin/çıkılmaz bir prob- dolaşan evsizlerimiz de aynı hızda artıyor. Amerika’dan lemin içinde kalabiliriz. Evsiz in- oranda artıyor. Dünyada evsizçekilmiş fotoğraflarda bir market arabasıyla kaplumsanlar için diğer bir gerçek de on- lerle ilgili çeşitli sosyal projeler bağa misali yaşayan insanlar ların toplumla gerçek bir irtibatı var. Hiçbir ülkede devlet eliyle görmek ne kadar normalse, olmadığıdır. İnsanların çoğunun getirilmiş büyük çözümler göİstanbul’un merkezi bir cadhissettiklerini onların da hisset- remiyoruz, fakat sivil toplum desinde/parkında üzerine mesi, duygularının hatta düşün- kuruluşlarıyla güçlü organibattaniyesini çekmiş morarzasyonlar düzenleyen yerler celerinin olması gözden kaçırılan mış ayaklarıyla uyumaya çalıvar. Avrupa’da ve Amerika’da bir durumdur. Aslında kaçırılan şan yaşlı biri de o kadar nor“Houseless is not homeless!” nokta onların en az bizim kadar malleşti bizim gözümüzde. (Ev’siz evsiz değildir!) slogainsan olduğu gerçeğidir! Kapitalist sistemin aşıladığı, nıyla çeşitli etkinlikler düzenhatanın onlarda olduğuna lenmiş, çalışmalar yapılmıştı. dair teoriler bizim için de Yakın zamanda İstanbul’da fazlasıyla geçerli. Sokağa düşmüş birinin bu duru- düzenlenen “Birimiz üşüyorsa hepimiz üşür!” mu hak ettiğini düşünüyoruz. “Yatacak yeri yok, kampanyası da yine az sayıda da olsa bu durumu bunca sigarayı içiyor, bir de utanmadan alkolik dert edinen gönüllülerin etkinliğiydi. Ses getirdiği olduğunu söylüyor, ailesine sahip çıksaymış” gibi aşikâr fakat sosyal projelerin çoğunluğunun etkili düşüncelerin hepsi hızlandırılmış bir çekim gibi ka- bir çözüm getirecek çapta olmadığını söylemek famızdan geçip gidiyor. Sonra da içimiz rahat bir çok zor olmasa gerek. şekilde, başımızı mümkün olduğunca dik tutarak Böyle kompleks ve gittikçe kronikleşen bir duyanlarından geçip gidiyoruz. ruma sihirli bir dokunuşla dokunmak ve mucizevî Olaya psikolojik yönden baksak çok daha de- bir çözüm üretmek elbette gerçekçi değil fakat bu rin/çıkılmaz bir problemin içinde kalabiliriz. Evsiz durumu doğuran ilk adımı atmamak, yani evsizleinsanlar için diğer bir gerçek de onların toplumla ri/sokakta yaşayanları görmezden gelmemek hegerçek bir irtibatı olmadığıdır. İnsanların çoğunun pimizin öncelikli amacı olmalı diyebiliriz. Evsiz bahissettiklerini onların da hissetmesi, duygularının rınakları açmak, istihdam edilmeleri için imkânlar hatta düşüncelerinin olması gözden kaçırılan bir oluşturulmasına destek vermek, bu kişileri soğuk-
6 • Aral›k ‘11
“Kimsesizlerin yardımına koşanlar, Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alırlar”. (Riyazüs-Salihin: 1/310) tan ve tehlikeli durumlardan korumak, psikolojik destek vermek gibi görevlerin yapılması için yardımda bulunmak geçici çareler gibi görünse de kan kaybını önleyecek ilk müdahale, bir tampon gibi görülebilir. Fakat hasta sadece bu müdahaleyle yalnız bırakılırsa yapılan ilk girişim de anlamını yitirir ve kişiyi yine kaybetmiş oluruz. Her şeyden önce Müslümanlar olarak bu duruma sebebiyet veren etmenleri araştırıp, bu konuda çalışmalar yapıp kalıcı çözümlere ulaşmaya çalışmalıyız. Peygamber efendimiz (s.a.v.) yetime, yolcuya, düşküne yardım konusundaki uygulamalarının yanı sıra Kuran-ı Kerim’de açıkça bize böyle emirlerin gelmesi toplumun kötü bir tarafa yönelmesini en başından engelleyecek niteliktedir. Sana (Allah yolunda) ne infâk edeceklerini soruyorlar. De ki: “Hayır olarak ne infâk ederseniz (Allah yolunda verirseniz) işte o, anne-baba, akrabalar, yetimler, yoksullar ve (yolda kalmış) yolcular içindir. Ve hayır olarak ne yaparsanız, o takdirde muhakkak ki Allah, onu en iyi bilendir.”(Bakara-215) Dini literatürde karşımıza yüzlerce bu konuyla alakalı örnek çıkar. Rasulullah’ın (s.a.v.) bizzat örneklendirdiği şu hadisler o döneme neden Asr-ı Saadet (mutluluk asrı) dendiğini anlamamıza yardımcı oluyor.
“Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. O’na zulmetmez onu yalnız bırakmaz, bir kimse Müslüman kardeşinin ihtiyacını karşılarsa, Allah da ona yardım eder. Bir kimse bir Müslüman’ın sıkıntısını giderirse, Allah da kıyamet günü onun sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse din kardeşinin ayıbını örterse, Allah da kıyamet gününde onun ayıbım örter. (Riyazüs-Salihin: 1/284) “Kimsesizlerin yardımına koşanlar, Allah yolunda cihad etmiş gibi sevap alırlar”. (RiyazüsSalihin: 1/310) Etrafımızda evsiz ve kimsesizlerin sayısı gitgide artıyorsa bu bizim kendi ayıbımızdır. Yakınlarımıza, bulunduğumuz çevreye karşı görevlerimizde bazı aksamaların olmasına aldırmıyoruz demektir. Belki biraz batılı olmuş, kendi rahatımıza bakarken sıcak evimizin dışında kalan dünyaya acıyan ve ezici gözlerle bakıyoruzdur. Tüm olup bitenden hesaba çekileceğimizin çok da farkında değiliz, öylesine yaşayıp gidiyor, sadece içimize kendimize bakıyoruzdur. Yegâne örneğimiz, Peygamberimiz’in (s.a.v.) buyruğu karşısında kendimize acımamız gerektiğinin bir an önce farkına varmamız gerek demektir! “Fukarayı arayın, görüp gözetin. Siz ancak fakirlerinize yardım sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.”( Riyazüs-Salihin: 1/314)
Aral›k‘11 • 7
a karantin
EVSİZ İNSANLAR
NASIL VE NERELERDE YAŞARLAR
BURAK KALPAKLIOĞLU
B
u sene kış kendini erken hissettirdi. Erken gelen soğuklar 16 Ekim günü İstanbul Şişli’de sokakta yaşayan bir evsiz vatandaşımızın canını aldı bile. Tüm ölümler trajiktir, tüm ölümler can sıkıcıdır ancak 13 milyon insanın yaşadığı bir şehirde soğuktan donarak ölebilecek kadar yalnız insanların olduğunu görmek insanı bir başka incitiyor. Evsiz insanlar neden bu duruma düşerler, düştükleri zaman sokaklarda nasıl bir yaşam mücadelesi verirler hiç düşündünüz mü? Şu ana kadar evsizlerle ilgi yapılmış resmi bir araştırma yok. Bu konuda araştırma yapan tek sivil toplum kuruluşu olan Şefkat-Der’e göre İstanbul’da 7 ila 10 bin arası Türkiye’de ise 70 bin evsiz vatandaşımız vardır. Sayıları hızla artan bu insanlar ailevi, ekonomik ya da ruhsal problemlerden dolayı sokağa düşüyorlar. Sayıları 3500 ila 4000 arasında olduğu tahmin edilen çocuklar için tüm sıkıntılara ve yetersizliklere rağmen kalabilecekleri devlete bağlı yetiştirme yurtları, 60 yaş üstü yaşlılarımız için ise sığınabilecekleri huzur evleri var, ancak 18 ve 60 yaş arası evsizlerimiz için ise sığınabilecekleri hiçbir güvence yok. Sıkıntı ve Çile İçinde Yaşıyorlar Genelde parklarda köprü altlarında ve bankamatiklerde yatarlar. Sığınabilecekleri bir çatıları olan insanlar evlerine çekildikten sonra şehir onla-
8 • Aral›k ‘11
Rabbin üstüne örtecek örtü bulamayınca pazar brandalarına sarınan garibandan, zalimlerin yüzlerce yoksulu ısıtacak bir gecelik israfından, tükettikçe özünden uzaklaşanlardan habersiz değildir.
ra kalır. Kışın bankamatikler onlar için en uygun mekândır, tabi polis tarafından yaka paça dışarı atılmazlarsa. Karton kutuları ve süngerleri yatak olarak kullanıyorlar. Yılın 365 günü açlık ve hastalık ile uğraşıyorlar. Hastalandıkları zaman sosyal güvenceleri ve paraları olmadığı için mecburen geçmesini bekliyorlar. Aslında sürekli açlık ve hastalıkla karşı karşıya olduklarından dolayı sosyal güvencelerinin olması da çok bir anlam ifade etmiyor. Evsizlerimizin çoğu alkol kullanıyor ancak sanıldığı gibi çoğunun sokağa düşme sebebi alkol değil. Soğuk havalarda üşüme hissini engellediği için alkole başlıyorlar ve bu daha sonra bağımlılığa dönüşüyor. Evsizlerimiz halkın verdiği paralarla ve yiyeceklerle yaşamlarını sürdürüyorlar. Halk tarafından kabul görmüş bazı evsizlerimize pek çok esnaf yardımcı olmaya çalışıyor ancak hepsi bu kadar şanslı değil. Bazıları çöpten bulduğu yiyecekleri yiyor ve eski giysileri giyiyor. Evsizlerimiz basında sadece donarak ölümler olduğu zaman haber oluyor. Hâlbuki bu insanlar 365 gün büyük sıkıntılar çekiyorlar. Sürekli açık ve hastalıkla boğuşuyorlar, buz gibi soğukta, karda kışta yağmurda ıslanıp tir tir titriyorlar, sapıkların tecavüzüne uğruyorlar. Akıl ve ruh sağlığını yitirenler ise derdini nasıl anlatacaklarını bile bilmiyorlar. Evsiz insanlar dünyanın neresinde olursa olsun her ülkenin en büyük sorunlarından biridir. Evsizliğin önüne tamamen geçilmesi mümkün olmayabilir ancak Türkiye’de devlet evsizlere yönelik
planlı programlı hiçbir çalışma yapmamaktadır. Devletler halklar için vardır, halkların ihtiyaçlarını karşılamak için vardır. Bir devletin 70 bin vatandaşı sürekli bir yaşam mücadelesi veriyorsa insanlar soğuktan donarak ölüyorlarsa ve bu insanlar için tek bir sığınma evi bile açılmayıp kendi kaderlerine terk ediliyorlarsa bu devletin suçu, devletin ayıbıdır. Rabbin üstüne örtecek örtü bulamayınca pazar brandalarına sarınan garibandan, zalimlerin yüzlerce yoksulu ısıtacak bir gecelik israfından, tükettikçe özünden uzaklaşanlardan habersiz değildir. “... Rabbin yaptıklarınızdan asla gafil değildir.” (Neml-93) Rabbin, “güzel işler yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatının peşinde, tüm çaba ve koşuşturmaları eğri ve çarpık olan kimselerden”(Kehf104) gafil değildir.
Aral›k‘11 • 9
RÖPORTAJ
PROF. DR. CELALEDDİN
VATANDAŞ İLE SOKAK ÇOCUKLARI ÜZERİNE KONUŞTUK…
Sokakta çalışan çocuklarla ilgili ifade edilebilecek en önemli problem, kontrolün olmadığı bir sokak kültürü ile tanışmalarıdır. Bu çocuklar potansiyel olarak sokakta yaşayan olma durumuyla karşı karşıyadırlar. Ayrıca sokakta çalışarak veya çalışmak zorunda kalarak zihinsel ve bedensel potansiyellerinin üzerinde sorumluluk üstlenmekteler. Bu da en azından kişilik gelişimlerinde önemli problemlere yol açabilmektedir. Sokakta çalışan çocuklar için en genel manada söylenebilecek en önemli niteleme bunların ihmalin çocukları oldukları veya olacakları gerçeğidir.
10 • Aral›k ‘11
GENÇ ÖNCÜLER: Türkiye de sokak çocukları probleminin varlığından sıklıkla bahsedildiğini okuyor veya işitiyoruz. Genel hatlarıyla soracak olursak nedir bu problem? CELALEDDİN VATANDAŞ: Türkiye böyle bir problemle ilk defa 1950’li yıllarda karşılaştı. Fakat problem çok lokal ve küçük olduğu için 1980’lere kadar gündemde yer bulmadı. Bu problemin gündemde yer bulması 1990’lara denk gelir. Burada sorulması gereken temel soru “Zaman içinde ne oldu da böyle bir problemle karşılaşıldı” sorusudur. Bu problemin temel faktörü kırsaldan kentlere göçtür. Zaten eğer dikkat edilirse Türkiye’nin belirgin düzeyde kırsaldan kente göç problemiyle karşılaşması ile tarihinin sokak çocukları prob-
lemini yaşamasının tarihi örtüşür. İkisinin de tarihi 1950’lerden başlar. Bu iki problemin aynı yıllarda görülmeye başlanması bir tesadüf değil, bir sebep sonuç ilişkisidir. Kırsaldan kente göçün 1990’larda kitlesel düzeye erişmesi sokak çocukları probleminde de patlamaya yol açmıştır. Kırsaldan kente göçün niceliğinde ve niteliğinde gerçekleşen değişmeler ayrı bir konu, fakat şurası açık ve kesindir ki söz konusu iç göç kontrolsüz şekilde yaşanmaya devam ettiği sürece sokak çocukları problemi de var olmaya devam edecektir. Çünkü toprağından, sosyal çevresinden kopan ve kırsaldayken zorluklarla karşılaşsa bile ihtiyaçlarını bir şekilde karşılayabilen aileler kente göç ettiklerinde daha önce karşılaşmadıkları bir yığın yeni problemlerle karşılaşıyorlar.
Türkiye böyle bir problemle ilk defa 1950’li yıllarda karşılaştı. Fakat problem çok lokal ve küçük olduğu için 1980’lere kadar gündemde yer bulmadı. Bu problemin gündemde yer bulması 1990’lara denk gelir. Burada sorulması gereken temel soru “Zaman içinde ne oldu da böyle bir problemle karşılaşıldı” sorusudur. Bu problemin temel faktörü kırsaldan kentlere göçtür. Prof. Dr. Celaleddin Vatandaş
Örneğin daha önce kira vermeyen aile, kira verir hale geliyor. Daha önce temel yiyeceklerini kendisi üreten aile, bunları satın alır hale geliyor. Böylelikle bu aileler tahminlerinin ötesinde ekonomik problemlerle karşılaşıyorlar. Bu problemleri çözebilmek için de sadece evin erkeğinin/ babasının çalışması yetmiyor; kadının/annenin ve hatta çocukların da çalışması gerekiyor. Sokak çocukları olgusunu oluşturan ve besleyen temel faktör budur. Çocuk, aileye katkı sağlamak için çalışmak zorunda kalınca sokakla tanışıyor çünkü çalışma mekânı sokak.
önemli farklılık, çocuğun ailesi ile/evi ile ilişkisinin olup olmamasıyla ilgilidir. Eğer çocuk akşamları ailesinin yaşadığı eve gidiyorsa bu çocuk sokakta çalışan çocuktur. Fakat akşamları ailesinin yaşadığı eve gitmiyor sokakta bulduğu son derece sağlıksız koşullara sahip mekânlarda kalıyorsa bu sokakta yaşayan bir çocuktur. Kabul etmek gerekir ki, sokakta çalışan çocukların problemleriyle, sokakta yaşayan çocukların problemleri hem kendileri ve hem de toplum açısından oldukça farklıdır. İkisini ayrı ayrı değerlendirmek gerekmektedir.
GENÇ ÖNCÜLER: Bu aşamada şunu sormak isterim: Sokak çocukları isminin yanında sokakta çalışan çocuklar veya sokakta yaşayan çocuklar tanımlamalarıyla da sıklıkla karşılaşılıyor. Aralarında ki benzerlik veya farklar nelerdir? CELALEDDİN VATANDAŞ: Sokak çocukları genel bir nitelemedir. Aslında sokak çocukları iki farklı kesimin ismi olarak kullanılmaktadır. Bu kesimlerden birisini sokakta çalışan çocuklar, diğerini de sokakta yaşayan çocuklar oluşturmaktadır. Bu iki kesim arasındaki en
GENÇ ÖNCÜLER: Yukarıda ki tanımlamanızdan hareketle sokakta çalışan çocukların sokakta yer almalarının en önemli faktörünün ailenin ekonomik olarak kendisine yeterli olmadığını anlıyoruz. Peki, sokakta yaşayanlar içinde aynı şeyi söyleyebilir miyiz? CELALEDDİN VATANDAŞ: Bu iki kesim arasında önemli bir farklılık var; sokakta çalışan çocuklarla ilgili daha kolay tespitlerde bulunmak mümkün, ailenin ekonomik yeter-
Aral›k‘11 • 11
Prof. Dr. Celaleddin Vatandaş
sizliği, yoksulluğu temel belirleyici konumundadır. Ancak çocuğu sokakta yaşamaya iten sebeplere gelince durum çok farklılaşıyor. Artık burada sadece ekonomik faktörler yok, çok daha başka faktörler söz konusudur. Fakat iki kesim arasında da şöyle bir irtibat var; sokakta yaşayan çocukların önemli bir kesiminin sokakta çalışan çocuklardan geldiğini söyleyebiliriz. Ekonomik nedenlerle sokakta çalışmak zorunda kalan ve böylelikle aile kontrolünün dışında yer alan çocuklardan bazıları sokağı bir çalışma mekânı olarak değil bir yaşam mekânı olarak görmeye başlıyorlar. Bazı çocukları sokakta yaşamaya iten, yönlendiren faktörlere gelince, Aile içi problemlerin, bu problemlerin niteliği ve büyüklüğü, aile içi şiddet, çocuğun dışlanması, üvey anne veya baba problemi sokakta çalışan bazı çocukların bazılarını sokakta yaşamaya iten önemli faktörler arasında yer almaktadır. Sokakta yaşayan çocukların büyük çoğunluğu sokakta çalışanlardan gelmekle birlikte bir kısmı ise aile problemleri nedeniyle doğrudan sokakta yaşamayı tercih edenlerden oluşmaktadır. Bunlar evlerinden kaçarak sokağa katılmaktadırlar. Yine bunların bir kısmı da hayatını sürdürebilmek için de sokakta çalışmaktadır. GENÇ ÖNCÜLER: Sokakta çalışan çocukların bekleyen en önemli problemler nelerdir? 12 • Aral›k ‘11
CELALEDDİN VATANDAŞ: Sokakta çalışan çocuklarla ilgili ifade edilebilecek en önemli problem, kontrolün olmadığı bir sokak kültürü ile tanışmalarıdır. Bu çocuklar potansiyel olarak sokakta yaşayan olma durumuyla karşı karşıyadırlar. Ayrıca sokakta çalışarak veya çalışmak zorunda kalarak zihinsel ve bedensel potansiyellerinin üzerinde sorumluluk üstlenmekteler. Bu da en azından kişilik gelişimlerinde önemli problemlere yol açabilmektedir. Sokakta çalışan çocuklar için en genel manada söylenebilecek en önemli niteleme bunların ihmalin çocukları oldukları veya olacakları gerçeğidir. Ailenin ve devletin gerekli imkânları sağlayamaması sonucunda sokakta çalışmak zorunda kalmaları psikolojileriyle, sağlıklarıyla ve bedensel gelişmeleriyle dezavantajlı konumda olmalarına yol açmaktadır. GENÇ ÖNCÜLER: Sokakta yaşayan çocukların karşılaştığı potansiyel tehlikeler ve problemler nelerdir? CELALEDDİN VATANDAŞ: Sokakta yaşayan çocuklar her türlü sosyal kontrolün ve hatta yasal kontrolün dışında yer aldıklarından çok kolaylıkla fiziksel, cinsel, duygusal istismarların nesnesi olabilmektedirler. Uyuşturucu kullanımı ve hırsızlık başta olmak üzere bazı olumsuz alışkanlıklar ve suç davranışları sokakta yaşayan çocukların en kolay karşılaşabileceği tehlikelerdir. Bunlar bir başka yönle de suç örgütlerinin, çetelerin, terör gruplarının potansiyel elemanları konumundadırlar. Bu kesimler elemanlarını sokakta yaşayan çocuklardan daha kolay edinebildikleri için bu çocuklar eğer gerekli tedbirler alınmazsa çok kolaylıkla geleceğin suçluları olabilirler. GENÇ ÖNCÜLER: Bildiğimiz kadarıyla sizin sokakta çalışan ve yaşayan çocuklarla ilgili araştırmalarınız var, bu araştırmalarınız sırasında karşılaştığınız ilginç durum veya durumlar nelerdir diye soracak olsam.
GENÇ ÖNCÜLER: Sokak çocukları problemin çözümü için neler önerirsiniz? CELALEDDİN VATANDAŞ: 1990’li yılları takiben çeşitli nedenlerle başlayan, 1980’lerin sonu itibariyle başta terör olmak kitleler lehine uygulaüzere çeşitli nedenlerle hızlanacak sosyal politikalar nan ve büyüyen kırsaldan kenik om on ek de sin ve çerçe te göçün yol açtığı önemli bir da lir ge en rk problem olarak karşımıza çıkan önlemler alı , ret üc sokak çocukları probleminin ğılımı, ücret, asgari k, çözümü beslendiği kaynaklar istihdam, sosyal güvenli nedeniyle çok boyutlu olmak eğitim gibi alanlara sis zorundadır. Problemin çözütematik biçimde yakla mü için öncelikle ailelerin gelir r. şılması bir zorunluluktu düzeylerini yükseltecek ekoe ülk bir n ola Gelişmekte nomik önlemler alınmak zo’de iye rundadır. Geniş kitleler lehine konumundaki Türk k uygulanacak sosyal politikalar bazı çocukların çalışma çerçevesinde ekonomik önızorunda kalması bazılar lemler alırken gelir dağılımı, yı nın da sokakta yaşama ücret, asgari ücret, istihdam, esi geleceğin etm cih ter sosyal güvenlik, eğitim gibi GENÇ ÖNCÜLER: Sanırım l Türkiye’sinde potansiye alanlara sistematik biçimde Sokak çocukları problemi ı ağ yn ka yaklaşılması bir zorunlulukdaha çok büyük kentlerin bir problemler tur. Gelişmekte olan bir ülke problemi, öylemi? olarak durmaktadır. konumundaki Türkiye’de CELALEDDİN VATANDAŞ: bazı çocukların çalışmak zoEğer konu sokakta yaşayan çocuklarsa tespitiniz büyük oranda doğru. Fakat runda kalması bazılarının da sokakta yaşamayı 1990’larla birlikte orta büyüklükteki kentlerde tercih etmesi geleceğin Türkiye’sinde potansiyel de bu problemle karşılaşılır oldu. Bu çocuklara bir problemler kaynağı olarak durmaktadır. Bu daha önceleri yaşadıkları mekân esas alınarak nedenle kalkınmada öncelikli yöreler için kalkınköprü altı çocukları denilirdi. Ve bu çocuklara ma projeleri geliştirilmeli, yatırımların artırılması daha çok İstanbul, Ankara ve İzmir’de rastla- teşvik edilmeli, kırsal üretime önem verilmeli, nıldı. Ancak bugün nüfusu 100-150 bin olan kırsal alanın problemlerine yerinde çözümler kentlerde de görülmeye başlandı. Sokakta çalı- üretilmelidir. Özellikle sokakta yaşayan çocukşan çocuklar problemlerine gelince bu çok daha lar içinde psikolojik, ekonomik ve sosyal destek yaygın bir problem. Her geçen gün de daha programları devreye sokulmalı; sosyal devlet yaygınlaşıyor. Küçük kentlerde hatta ilçelerde varlığını bu alanda güçlü bir şekilde göstermebile sokakta çalışan; ayakkabı boyayarak, kâğıt lidir. GENÇ ÖNCÜLER: Katkılarınızdan dolayı temendil satarak ailesine ekonomik katkı sağlaşekkür ederiz. maya çalışan çocuklara rastlanabilmektedir. CELALEDDİN VATANDAŞ: Anlatılabilecek pek çok şey var, ama bir tanesini özellikle anlatmak isterim. Bu bahsedeceğim konu daha çok ve hatta tamamen sokakta yaşayan çocuklarla ilgili. Bu çocukların kış mevsiminde en önemli problemleri üşümekle ilgili. Bunlar için üşümek üstesinden gelemedikleri en önemli problem. Üşümemek için de alkol veya uyuşturucuya yöneliyorlar. Ben “En önemli probleminiz nedir?” diye sorduğumda “soğuklar” dediklerinde önce anlamakta zorlanmıştım. Ancak sonradan ayrıntılı şekilde düşündüğümde problemin boyutunu anlamam mümkün oldu.
n Problemin çözümü içi öncelikle ailelerin gelir düzeylerini yükseltecek ekonomik önlemler alınmak zorundadır. Geniş
Aral›k‘11 • 13
GÜNDEM
Biz onları hep gece karanlıkta yürürken, yanımızdan geçtiklerinde bize yaklaşıp “Kardeş bir iki lira var mı?” diye sorarken hatırlarız. Kimimiz, hemen rahatlıkla bir iki lira çıkartıp veririz. Kimimiz korkar ve ne yapacağını bilememekten bir iki lira verir. Biraz cesaretli olanlarımız yok deyip geçer. Ama öyle veya böyle sokak çocukları ve diğer evsizler bir gerçektir. Halkın onlara karşı duyarsız, düşüncesiz olmaması lazım gelir. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın düşüncesiyle bakılmamalıdır onlara. Yöneticilerin de sokaktaki insanların bir şekilde barınmalarını sağlayıp, sosyal ve psikolojik hizmetlerle manevi yaralarını sarması, kullandıkları maddeleri (eroin, tiner vs.) bırakmaları için çalışmaların yapılması gerekiyor. *** Sokakta yaşayan insanların nasıl dışarıda kaldığı ve benzer konular elbette ki önemlidir. Ama onları o hayattan ve kullandıkları maddelerden kurtarmaya yönelik çalışmalar bir an önce başlamalıdır. *** 70.000 kişi… Tam 70.000 kişi köprü altlarında, parklarda, köşe başlarında, çöp kutularının kenarlarında vs. kalıyor. *** Sokak çocukları, gece uyurken ya nöbetleşe uyuyorlar ya da donarak ölüyorlar. En yakın örneklerinden birisi de 16 Ekim 2011’de soğuktan donarak ölen evsiz vatandaştır… *** 16 Ekim 2011’de ölen evsiz vatandaşın arkadaşlarıyla bir arada bir gece geçirmek, bana az çok onların yaşamını hissetme, onları yakından görme, dinleme şansı verdi. Ama daha bu ne ki… İçerisinde AKDER, Emek ve Adalet Platformu, Kalplere Sevinç Bırakanlar İnsiyatifi, Mavera Gençlik Hareketi, 14 • Aral›k ‘11
Mazlumder İstanbul Şubesi, Özgür Açılım Platformu kuruluşlarının bulunduğu bir organizasyon 29 Ekim 2011 tarihinde (cumartesi günü) Taksim Meydanı’nda halka açık bir şekilde, evsizlerle beraber bir etkinlik tertip ettiler. Biz 5 Kasım 2011 (Cumartesi Günü-arefe günü) ikincisi yapılan etkinliğe katıldık. Birinci etkinlik daha kalabalık ve eylem tarzında yapılmış. İkinci etkinlik Eyüp Sultan Camii’nin önünde oldu. Basın açıklamasıyla başlayan etkinlikte, geceyi evsizlerle beraber geçirdik. Yeri geldi sokak çocuklarıyla ateşin etrafında şarkı, türkü, ilahi söyledik. Yeri geldi onlarla muhabbet edip, gözyaşlarımızı tutamadık… Ama ne olursa olsun evsizlerle ilgili düşünürken ne salt bir duygusallık içinde ve ne de tümden onları reddedici bir anlayışa sahip olmak doğru değildir. *** O gece oradaki sokak çocuğu kardeşlerimizden biriyle röportaj yapılırken yaklaştım ve söylediklerine kulak kesildim; “biz buraya gelenlerden para istemiyoruz, ev istemiyoruz, bizimle olmak için gelmişler, Allah hepsinden razı olsun…” Sonra şöyle dinliyorum; “ben taşta yattım, kartonda yattım…” Şu bir gerçek ki sokak çocuklarıyla, diğer çocukları ayıran nokta ‘sokak’tır. Onlara kalacakları bir barınak sağlanmalıdır. Bulundukları kötü hal (tiner ve benzeri kötü maddeleri kullanmaları vs.) engellenmeli, düzeltilmelidir. Devlet bunu sağlamalıdır. Halk bu tür vakıalara karşı duyarsız olmamalıdır. Medya kuruluşları bu konuya dikkat çekmelidirler. Medya kuruluşlarının evsizlerle sabahlama gibi eylemleri daha çok göz önüne almalarını istemekte haksız değiliz herhalde. *** Ve ikinci etkinlikte okunana bildiride geçen şu cümleler hakikaten yerinde cümlelerdir; “Hangimiz bir bayram sabahını sokakta geçirdik? Hangimizin bayram namazından sonra dönecek bir ailesi yok?” “Onlar hırsız değil. Çalınan, esirgenen hayatlarına karşılık işkenceye, tecavüze, şiddete, hor
ve hakir görülmeye mahkûm edilen bu mazlumların hesabını, -5’i bekleyen yetkililer mi, burada sabahlayacak olan kalabalık mı, israfı yaşam biçimine a Ama mallarımızla, am dönüştüren müsvaktimiz, ama ilmimiz, tekbirler mi veremakamlarımızama cek?” la.. sokakta yaşamaya “Mescide gimahkûm edilen yokrildiğinde orayı , mesken edinen sulların yanında olmak yoksullardan ayırt inancımızın ve vicdanla ! edilemeyen bir rımızın gereği değil midir n peygamberin ümHesap vereceğine inana meti kendini bu soinsanlar anı yaşayamaz! rumluluktan tenzih O halde hayatının ve edebilir mi?” tasarrufunu ölümünün “Şu gelip geçici yalnızca Rabb’ine bıradünya hayatında, kan ve alnı secdeye gibenliklerimizi esir den, var oluşun bizatihi alan heva ve hevesinsanı kıymetli kıldığını lerimizin, anlık hazi, düşünen inanç sahipler lardan başka hiçbir merhametlerini, sokakta getirisi yok! donmaya bıraktıkları ev Bugün yanlasizler gibi çıplak ve aciz rından geçerken, bırakmasın! bırakın kalplerimizi gözlerimizin dahi görmediği evsizler gibi sokakta kalmayacağımızın garantisi yok! Ama mallarımızla, ama vaktimiz, ama ilmimiz, ama makamlarımızla.. sokakta yaşamaya mahkûm edilen yoksulların yanında olmak, inancımızın ve vicdanlarımızın gereği değil midir! Hesap vereceğine inanan insanlar anı yaşayamaz! O halde hayatının ve ölümünün tasarrufunu yalnızca Rabb’ine bırakan ve alnı secdeye giden, var oluşun bizatihi insanı kıymetli kıldığını düAral›k‘11 • 15
rde bizim gibi Nihayetinde sokaktakile ndıkları insandırlar… Onların kulla rine göz yumamaddelere devam etmele sokakta kalmayacağımız gibi, onların yız… Devletin malarına da göz yumama er değil, köklü uyguladığı geçici yönteml rilmelidir. uygulamalar gerçekleşti
şünen inanç sahipleri, merhametlerini, sokakta donmaya bıraktıkları evsizler gibi çıplak ve aciz bırakmasın! Soğuktan değil, Hak ve adaletle vicdanları titreyenler bu sorumluluğu savsaklamasın.” *** Gecede dile getirilen taleplere de kısaca bakacak olursak; - 81 ilde sokakta yaşayan insanların acilen tespit edilmesi, - Kadın, erkek, ailecek evsiz kalanlar için her ilde ve ilçede ayrı ayrı “evsiz evleri” ve evsizler rehabilitasyon merkezlerinin ivedilikle faaliyete geçmesi, - Evsiz evleri ve merkezlerinde koşulsuz, süresiz, nitelikli barınma imkanının verilmesi, üç öğün yemek sunulması ve psikolog ve sosyal hizmet uzmanlarınca gereken hizmetlerin sağlanması, - Evsiz merkezlerinin işlemeye başlayıncaya kadar kısa vadeli bir çözüm olarak otellerin kiralanması ve atıl kamu binalarının geçici barınma merkezlerinin acilen açılması, - Akıl ve ruh sağlığı bozuk evsizlerimizin ilgili hastanelerde tedavi altına alınması önündeki bürokratik zorlukların aşılması, evsizlerimizin tedavilerinin yapılması ve sonrasında uygun rehabilitasyon merkezlerine yerleştirilmesi, - Evsizlere yönelik tüm bu faaliyetleri koordi-
16 • Aral›k ‘11
ne eden bir birimin kurulması, bu birime bağlı 365 gün 24 saat hizmet verecek, halkın sokaktaki evsizlerimizi bildirebileceği bir telefon ihbar hattının oluşturulması ve kamuoyuna duyurulması. Nihayetinde sokaktakilerde bizim gibi insandırlar… Onların kullandıkları maddelere devam etmelerine göz yumamayacağımız gibi, onların sokakta kalmalarına da göz yumamayız… Devletin uyguladığı geçici yöntemler değil, köklü uygulamalar gerçekleştirilmelidir. Havaların soğuduğu şu günlerde, gece sıcak yatağımıza yattığımızda, kendimizi bir an dışarıdaki soğukta, sokakta kaldığımızı düşünelim… Kendimizi köprü altlarında düşünelim… Bize uzatılacak bir ele ne kadar da ihtiyacımız var değil mi? *** Sabah bayramlaşıp ayrılırken, oradaki sokak çocuklarından bir kardeş, “bizim oraya bekleriz” dediğinde, “İnşaAllah” demiştim. Belli mi olur. Belki bir gün onlar bizi kendi mekanlarında, ‘ev’lerinde ağırlarlar… *** Evsizleri ve sokak çocuklarını unutmayın… Ya da ‘sokakta bırakılanları’ unutmayın mı demeliyim... Bilmiyorum… Siz yine de onların sorunlarının çözülmesini istediklerini bilin… Unutmayın…
RÖPORTAJ
KADİR BAL ile Röportaj UĞUR DEMİREL - ALPEREN GENÇOSMANOĞLU
S
okak insanları” diyoruz, “evsizler” diyoruz ama Türkiye’de bu problemin tarihi nedir, bugün bu sorun hangi noktadadır, bu konulara dair tam da bir fikrimiz yok sanki, isterseniz buradan başlayalım? - Tarihi kayıtlara bakılırsa Osmanlı’nın son dönemlerine kadar gidebiliyoruz. Osmanlı’nın son dönemlerinde başlayarak Cumhuriyete geçişte ve Cumhuriyetin devam ettiği yıllarda katlanarak artmıştır. Son otuz yılda ise bu artış ciddi bir şekilde gözlenmeye başlamıştır. Fakat tarihi itibariyle fikir vermesi açısından Mevlana dönemlerinde de sokaklarda kalan insanlardan söz edildiğini görüyoruz. Evsizler gerçeği ile tarım toplumlarından ziyade sanayi toplumlarının bir sorunu olarak karşılaşmaktayız. Mesela kayıtlar karşımıza İstiklal Marşı Yazarımız Mehmet Akif Ersoy’un oğlunun bir çöplüğün kenarında soğuktan donarak öldüğünü bildiriyor. “Bimekân”, “Evsizler”, “sokak insanları”, “köprü altı insanları” gibi tanımlarla ortaya konan bu sorun kim için sorundur? Sorunun devlet açısından, toplum açısından, birey açısından ve evsizliğe mahkûm olan insanlar açısından farklı farklı sorunsallığı ve çözüm yaklaşımları söz konusu olabiliyor. Bu biraz da sizin nereden durarak baktığınıza bağlı oluyor. Evsizlik, Sokak İnsanları problemi Neo-Liberal Politikalar çerçevesinde devlet mekanizması ile modern ve seküler STK’lar açısından konuya yaklaşım ve başvurulan çözüm yolları açısından da farklılık taşıyabiliyor. O yüzden “evsizler” sorununa Genç Öncüler hangi zeminden yaklaşmakta önce bunu belirlememiz lazım. Nasıl bir sorunla karşı karşıya olduğumuz kadar o sorunun karşısında nasıl durduğumuz da
Kadir Bal
önem arzetmekte. Okuyucularınıza en azından bu meseleyi okurken yaşam içinde politik, ekonomik, kültürel açıdan durdukları yerden bağımsız olarak evsizler gerçeğine yaklaşmamaları gerektiğini özellikle vurgulamak istiyorum. Malumunuz önümüz kış. Havalarda iyice soğumaya başladı. Bu zor şartlarda dışarıda yaşam mücadelesini nasıl devam ettiriyorlar? Camilerin yatsı namazından sonra kapalı olduğu ülkemizde cami avlularında bizi “cami avlusunda yatmak yasaktır” yazan tabelalar karşılar. Bu insanlar soğukla baş edebilmek için sokulmadıkları camilerden uzaklaşarak internet cafelerde sabahlıyorlar. Sabahçı kahveleri, apartman girişleri, bankamatikler onların soğuktan korunmak için başlarını soktukları mekânlar olarak önde gelmekte... Ama insanlar rahatsız olmasınlar diye artık bankamatiklerden de güvenlik görevlileri aracılığı ile uzak tutulan bu insanlar bulabildikleri kartonları yere sererek kuytu köşelerde sabahladıklarını, uyuduklarını görüyoruz. Aral›k‘11 • 17
Sokakta yaşayan evsiz insanlarımız hastanelerde yer olsa bile kimsesiz, sahipsiz, ilgileneni yok tedavi olsa bile teslim edeceğimiz aileleri yok. “Teslim edecek kimse bulamayız elimizde kalır” denerek en başta alınmıyor! Tabi bu insanlık suçunu hiçbir yetkili resmen kabul etmez! Vatandaşlar sokakta yaşayan bir evsiz insanımızla ilgili 112 ambulansı aradığı zaman da çoğu zaman ambulans ya gelmek istemiyor, ya da gelince yüzeysel bir bakıp, alıp hastaneye götürmek istemiyor. Kimsesiz diye ilgileneni yok diye bu evsizlerimizi bu kadar hasta olmalarına rağmen bile götürmek istemiyorlar. Götürmeye mecbur kaldıkları vakalar olunca da sanki iyileşmiş gibi iyileşmeden evsiz hastayı dışarı çıkartıyorlar.
Parası olmayan ve akıl sağlığı yerinde olmayan evsizler ise ne kahvehaneleri ne de internet cafeleri kullanabilmektedirler. Onların üstleri ve başları perişan olduğu için esnaf da yardım etmek istemiyor, mekânına sokmuyor. Dondurucu kış soğuklarında ise havalar -5 dereceyi bulduğu zaman “donarak ölmesinler” deyu İstanbul belediyeleri bir telaşla görevlilerini sokağa yollayıp bu insanları kapalı spor salonlarına toplamakta. Karlar erimeden tekrar bırakılan bu insanların ise diğer şehirlerde ne yazık ki durumları içler acısı. Ankara Valiliği geçen sene otel tutarak bu sorunla yüzleşmeye çalışmışlardı. Ama sonucu ne siz sorun ne de ben söyleyeyim! Ayrıyeten kapalı spor salonlarına akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan evsizlerin toplanması hususunda yetkililerin yeterli çabayı sarfetmediklerini de kendi gözlemlerimizden biliyoruz. Mesela donarak ölmemesi için kendisine gidilen bir evsiz, duruma tepki göstererek, kaldığı yerden ayrılmak istemediği zaman görevliler “yapacak bir şeyimiz yok, istemiyor” diyerek meseleden hemen uzaklaşmayı tercih ediyorlar. Oysa akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayan insanlardan bahsediyoruz, dikkatinizi çekerim!!! Sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldıklarında neler yaptıkları hakkında bilginiz var mı? Sokaklar o insanlar için soğuk havalar haricinde güvenli yerler mi, başka ne tür tehlikelerle yüzleşiyorlar? Sokakta yaşayan akıl ruh sağlığı yerinde olmayan bazı evsiz insanlarımızı ilgili ruh sağlığı hizmeti sunan hastanelere götürdüğünde de hastanedeki ilgililer doktor vb “yer yok” diyerek bu insanlarımızı geri 18 • Aral›k ‘11
çevirmektedir. Sokakta yaşayan evsiz insanlarımız hastanelerde yer olsa bile kimsesiz, sahipsiz, ilgileneni yok tedavi olsa bile teslim edeceğimiz aileleri yok. “Teslim edecek kimse bulamayız elimizde kalır” denerek en başta alınmıyor! Tabi bu insanlık suçunu hiçbir yetkili resmen kabul etmez! Vatandaşlar sokakta yaşayan bir evsiz insanımızla ilgili 112 ambulansı aradığı zaman da çoğu zaman ambulans ya gelmek istemiyor, ya da gelince yüzeysel bir bakıp, alıp hastaneye götürmek istemiyor. Kimsesiz diye ilgileneni yok diye bu evsizlerimizi bu kadar hasta olmalarına rağmen bile götürmek istemiyorlar. Götürmeye mecbur kaldıkları vakalar olunca da sanki iyileşmiş gibi iyileşmeden evsiz hastayı dışarı çıkartıyorlar. Güvenli olan neresi kaldı Allah aşkına? Sokaklar güvensiz peki ama evler güvenli mi? Okullar güvenli mi? Hastaneler güvenli mi? Güveni soruyorsanız modern çağın en büyük hastalığı güvensizlik değil midir? Kariyer ve konfor dışında güvenilecek bir şey kaldı mı? İnandığımız Allah’a bile güvenmediğimiz bir çağda yaşamıyor muyuz? Allah’a inanıyoruz ama umudumuzu piyasaya bağlıyoruz. Şunu önemle belirtmek istiyorum sevgili Genç Öncüler, güvensizlik ve çağın sorunları her yeri sardığı için sokağı güvensiz, evleri ya da kurumları güvenli ilan etmenin bir anlamı yok. Her yerin kendisine göre bir sorunu var. O yüzden sokakların da kendisine göre bir güvensizlik sorunu var. Yani her türlü saldırıya öncelikle açık hale geliyorsunuz; dışarıda. Her türlü saldırının hem nesnesi hem de öznesi olabiliyorsunuz. Evde sizi reklamlar, diziler, internet… kısacası evi rehin alan sanal dijital bir yozlaşma ele geçirirken, sokaklarda da her türlü fiziksel temas daha yakın olduğu için
tüm sorunlar gelip sizi buluyor. Açlık, ucuz ve sağlıksız yemek, çöpten beslenmek, taciz-tecavüz, hastalık, donarak ölüm, akıl ve ruh sağlığının bozulması, madde bağımlılığı, asayiş adı altında polis hakareti, darp, dışlama ve yabancılaşma… Sokakta yanlış bir algı var. Üstlerinin başlarının eski olması, toplumu onlardan uzaklaştırıyor. Kötü gözle bakılıyor. Ama bu insanlarla konuşulduğunda, yemeklerini çöpten bulduklarını, yine de hırsızlık yapmadıklarını öğreniyoruz. Toplum genel olarak “yabancı”, “pis” olarak gördüğünü “tehlikeli” olarak kodluyor, bu zihin dünyasına dair neler söylemek istersiniz, bir de olayı tersten okumak istersek durum nasıl gözüküyor, yani sokakta yaşayan insanlar, yanlarından geçip sıcak evlerine giden insanlar için ne düşünüyor? Bu bağlamda psikolojilerine dair gözlemlerinizi de aktarabilir misiniz? Hırsızlık mı? Birilerinin 2. 3. evlerini aldığı bir toplumda, jeepler, katlar, lüks sitelerin yaygınlaştığı bir zaman da öncelikle kim hırsız bunu konuşmak lazım. Elbette evsizliğe mahkûm olan insanların çoğunluğu hırsız değildir. Hırsız olsalardı zaten sokakta olmazlardı. Onların birçoğu kendilerine yardım için teklif edilen parayı algılayamayan, dönüp yüzüne bakmayan, yardımları reddeden insanlar. Olayı tersten okutmanız çok önemli. Yani o insanların evsizliği, evleri olan insanların pencerelerini, perdelerini, sokak kapılarını onların üstüne kapatmasıyla başlayan bir gerçektir. Yani evsizlerin mağduriyeti, evlilerin satın aldığı konforla başlamaktadır. O yüzden kimin hırsız olduğuna bakmak için sokaklara değil, yükselen gökdelenlere, plazalara bakmak yeterli olacaktır. Evsiz ve sokakta yaşayan insanların birçoğunun akıl ve ruh sağlığı yerinde olmadığı için bu durumu duygusal açıdan çok tanımlamıyorlar. Yani sokak sokaktır. Yanlarından gelip geçenler de yanlarından gelip geçenlerdir; hepsi bu! Lakin akıl ve ruh sağlığı biraz olsun yerinde olan insanların ise kalpleri şehir
Devletin ve belediyelerin, sokakta yaşamak zorunda kalan insanlara yönelik nasıl bir politikaları var? Sokakta yaşam savaşı veren özellikle 18-60 yaş arası evsiz barksız insanlarımız için Türkiye’de hiçbir çalışma yapılmıyor. Kışın donarak ölümler artınca geçici olarak bazen spor salonlarına bazen de otellere yerleştiriliyor. Daha kış bitmeden bu evsiz insanlarımız tekrar sokağa bırakılmaktadır. 1.Sokakta yaşayan evsiz insanlarımızla ilgili bazen bakanlık ve valilik düzeylerinde genelgeler çıkarılıyor ama genelgenin gereği yerine getirilmiyor! SHÇEK, Emniyet, Sağlık Birimleri umursamıyor! 2.Vatandaş 183 sosyal hizmetler hattını aradığında ilgili görevliler sorumluluğunu tam yerine getirmiyor. 183’teki görevliler ilgili yetkililerle illerdeki SHÇEK yetkilileriyle bizzat görüşüp evsiz insanlarımız için evsizin yerinde alınmasını vb sağlatmıyorlar, vatandaşın saatlerce aradığı numaralardan bir netice alınamıyor.183 ve 155 ve 112 de sorun yaşandığında 24 saat 365 gün telefonla ulaşılabilecek yetkili mercilerin numaraları adresleri belirlenmeli ve bunlar da bildirilmelidir. 3.SHÇEK görevlileri 60 yaşın üstüyse huzurevine alabiliriz ama 60 ın altındaysa alamayız deyip sokakta yaşayan 18-60 yaş arası insanımızı sokakların acımasız şartlarına terk etmektedir. 4.Sokakta yaşayan insanlarımızla ilgili 155 polis 156 jandarma da arandığı zaman “yapacağımız bir şey yok kimse kabul etmiyor” demektedirler ve o evsizi ya oracıkta bırakmakta ya da başka bir yerde sokağa terk etmektedir.
mezarlığı ile eş değerdir. Orada her gün öldürdükleri ve gömdükleri umutları, beklentileri, yalnızlıkları ve yüzlerine bakılmamışlığın sessizliğinde selasız cenazeleri gömülmektedir.
Sokakta yaşamak zorunda olan insanlar için neler yapılabilir? Bu bağlamda sizin elan içinde bulunduğunuz çalışmanın nasıl ortaya çıktığını Aral›k‘11 • 19
81 ilde de sokakta yaşayan insanlarımızın acilen toplanmasını, 365 gün 24 saat hizmet verecek, kadın-erkek-aile evsizlerimiz için ayrı ayrı evsizler evleri sığınakları, gece barınakları-evsizler rehabilitasyon merkezlerinin faaliyete ivedilikle geçmesini, ilgili barınma merkezleri yapılasıya kadar, devlet kurumlarındaki boş binalar ya da özel sektördeki boş binalar kiralanarak bu barınma merkezlerinin faaliyete sokulmasını, durumun çok acil olması dolayısı ile de ilgili barınma merkezleri oluşturulasıya kadar, komple oteller ya da yerine göre otel odaları kiralanmasını, bunların giderlerinin il-ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, özel idare bütçeleri ve belediyeler tarafından karşılanmasını, akıl ruh sağlığı bozuk olan evsizlerimizin hastanelerde tedavi altına alınmasını, sonrasında uygun bakımevlerine yerleştirilmesini, evsizlerimiz için 365 gün 24 saat ulaşılabilecek şekilde telefon numaraları ve muhatap olacak kurum ve kurumlardaki görevlilerin tek tek tespit edilmesi ve bu irtibat bilgilerinin karakollara, sivil toplum kuruluşlarına, muhtarlıklara, basın kuruluşlarına bildirilmesi gerekmektedir. 20 • Aral›k ‘11
ve çalışmaların şu an ne aşamada olduğunu aktarabilir misiniz? Şunlar Yapılabilir: 81 ilde de sokakta yaşayan insanlarımızın acilen toplanmasını, 365 gün 24 saat hizmet verecek, kadın-erkek-aile evsizlerimiz için ayrı ayrı evsizler evleri sığınakları, gece barınakları-evsizler rehabilitasyon merkezlerinin faaliyete ivedilikle geçmesini, ilgili barınma merkezleri yapılasıya kadar, devlet kurumlarındaki boş binalar ya da özel sektördeki boş binalar kiralanarak bu barınma merkezlerinin faaliyete sokulmasını, durumun çok acil olması dolayısı ile de ilgili barınma merkezleri oluşturulasıya kadar, komple oteller ya da yerine göre otel odaları kiralanmasını, bunların giderlerinin il-ilçe sosyal yardımlaşma ve dayanışma vakıfları, özel idare bütçeleri ve belediyeler tarafından karşılanmasını, akıl ruh sağlığı bozuk olan evsizlerimizin hastanelerde tedavi altına alınmasını, sonrasında uygun bakımevlerine yerleştirilmesini, evsizlerimiz için 365 gün 24 saat ulaşılabilecek şekilde telefon numaraları ve muhatap olacak kurum ve kurumlardaki görevlilerin tek tek tespit edilmesi ve bu irtibat bilgilerinin karakollara, sivil toplum kuruluşlarına, muhtarlıklara, basın kuruluşlarına bildirilmesi gerekmektedir. Bizim Çalışmalarımız Şu Şekilde Ortaya Çıktı: Biz kendimizi fark etmeye başladığımız andan itibaren etrafımızı sorgulayan ve çevresine kayıtsız kalmayan birkaç genç olarak önce kendi kapımızın
önünden başlamak istedik. Kapımızın önü, semtimizin önüne; semtimizin önü ise yaşadığımız şehirlerin arka sokaklarına açılmaya başladı. Bireysel, bağımsız kendi çabalarımızla yüzleşmeye çalıştığımız mağduriyetler bizi bir araya getirdi ve süreç içinde Kalplere Sevinç Bırakanlar İnsiyatifi olarak sokaklarda yaşayan insanlarla beraber kendi kavgamızı
vermeye
“Birimiz
Üşüyorsa
miz
Üşürüz”
başladık. Hepi-
etkinliklerini
gerçekleştirdiğimiz Adalet Platformu
Emek
ve
ve Öz-
gür Açılım ile Mazlumder’in de desteklemesi ile beraber İnsiyatifimizin
yolu
değişik
STK’lar ile çakışmaya başladı. Çalışmalarımız şuan hem eylem düzeyinde olup hem de bürokrasiye taleplerimizi sunmak şeklinde devam ediyor. Bununla birlikte toplumsal duyarlılığı da kışkırtabilmek amacı ile eylemlerimize evsizler, sokak insanları ile ilgili bir telaşı olan herkesi davet etmeye çalışıyoruz. Basın açıklamaları ve bildirilerimizi kamoyuna sunarak hem basının, hem ilgili kurumların hem de sivil alanın dinamiklerini harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bu konuda 20 yıla yakın süredir çalışmalar yapan Şefkat-Der’in ise çalışmalarına ve birikimlerine kendi yağımızla katılarak bu alanda çalışan STK’lar ile beraber aynı çorbaya yüreğimizi katıyoruz.
GÜNDEM
VAN DEPREMİ CELİLE GÜNSELİ
Van depremi, unuttuğumuz birçok şeyi hatırlattı bizlere. En başta Gölcük depremi ile hafızamızdan silinen deprem gerçeğini ve hala değişmediğimiz gerçeğini hatırladık. Büyük depremler geçmişte olduğu gibi şuanda da bu toprakların kaderi ve gelecekte de böyle olacak. Bu gerçek düşünülmeden, ihmal edilerek inşa edilen şehirlerimiz, bu hakikat ile yüzleştiğinde bizleri üzen ve aynı zamanda öfkelendiren sonuçlar bırakıyor. Öfkeleniyoruz çünkü daha çok kazanmak için, para için hesapsızca yapılan binalarımız var, öfkeleniyoruz çünkü hiçbir vicdani muhasebe yapmadan sonunu düşünmeden binalar inşa eden müteahhitlerimiz var, öfkeleniyoruz çünkü bu binaların denetimi olması gereken gibi olmuyor, öfkeleniyoruz çünkü hala faşizanca duygularla “oh olsun” dedirtilmeye çalışılıyor ülkemizin “batısı” “doğu”suna. Aral›k‘11 • 21
Ve aynı zamanda üzülüyoruz çünkü biz insan ve müslümanız ve orada kardeşlerimiz var, üzülüyoruz çünkü kardeşimizin derdiyle dertleniyoruz, üzülüyoruz çünkü bunun hepimiz için bir ilahi ikaz olduğunu biliyoruz, üzülüyoruz çünkü o müteahhit babanın kızı enkaz altında, üzülüyoruz çünkü bir baba enkaz altındaki eşi ve çocuğunun çığlıklarını çaresizce dinliyor, üzülüyoruz çünkü biz kaloriferlerimizin sıcaklığını artırırken Van’da bir anne bebeğini ısıtmak için battaniye bulamıyor… Her şeye rağmen yaşanılan acı, güzelliklere de vesile olabiliyor. Ülkemizin dört bir yanından Van’a gönderilen yardımların sadece maddi değeri yok. Maddi değerinin ve faydasından çok daha öte olan tüm ahlaki çöküntü ve değer dejenerasyonuna rağmen insanlığımızın kavi oluşu ve politik anlamda çokça kullanılan “doğu sorunu”nun zihinlerimizde olmayışı. Tabi ki insan olmanın gerektirdiklerini sadece depremlerle, felaketlerle geçici olarak değil, müslümanca bir duruşla tüm hayatımıza ikame ettirmemiz gerekir. Belki de Van’da yaşanılan ikinci depremde hayatını yitiren Japon yardım görevlisi Miyaza’kinin hikâyesi değişimimiz için bir ilham vesilesi olur. O dini, ırkı, dili ayrı demeden, “dünyanın bir ucundan” kalkıp fıtratın emrini yerine getirdi. Kendi ülkemde, yardıma muhtaç insanlar varken ne diye “elin” Türkiye’sine gideyim demedi. Japonya ve Japon halkı özellikle deprem konusundaki teknik başarısı ve insani duruşuyla tüm
22 • Aral›k ‘11
dünyaya örnek olabilecek nitelikte. Depreme dayanıklı binaları ve devletin bu konuda gösterdiği hassasiyet, kolonlarını keserek kendine daha çok yer açmak için genişlettiği dükkân sahibine de, bu iş yerine ruhsat veren kurumlara da hatırlatılması gereken bir örnek. Aslında sorumluluk böyle durumlarda sadece yapanın ve buna izin verenin değil bu tür kural dışı ve insan hayatını tehlikeye düşüren durumlarla karşılaştığımızda susan, itiraz etmeyen, değiştirmeyen bizlerin de. Unutmayalım ki bizler yolda bir diken gördüğünde kimsenin ayağına batmasın diye gidip alan bir Peygamberin ümmetiyiz. Bundan sonra yapılacaklar, alınacak önlemler, verilecek cezalar gidenleri geri getirmeyecek. Fakat alınacak tedbirlerle bundan sonraki hayatları kurtarabiliriz. Bundan sonra vicdanı rahat yöneticiler, vicdanı rahat müteahhitlerimiz olabilir. Bunların yanı sıra herkesin yapabileceği ölçüde ve yetki alanı içersinde tedbir alması, dinimizin bir gereği, peygamberimizin buyruğu. Adamın biri gelip soruyor: -Ya Resulallah, devemi salıp da mı Allah’a tevekkül edeyim, bağlayıp da mı? -Deveni bağla ve Allah’a tevekkül et! Hep dinlediğimiz bu misali hayatımıza tam anlamında geçirdiğimizde, yaşadığımız her şeyin kemalatımıza ulaşmak için bir adım olduğunu anladığımızda beşer kaynaklı felaketlerin, trajedilerin önüne geçmiş olacağız inşallah. Kendi nefsimiz için istediğimizi mümin kardeşimiz için de istemedikçe hakiki iman etmiş olmayız hadisi ile unutmamamız gereken gerçek, dayanışmak ve paylaşmak sadece olağanüstü hallerde değil her zaman bir mümin olarak boynumuzun borcudur.
DENEME
or olanı başarabilmek adına; bir kafese dönen kapana sıkıştırılmaya mahkûm edilen insanların yaşadığı bir coğrafyadayız takdir edersiniz ki ve bu coğrafya tüm acımasız gerçeklerini önümüze koymaktadır. Oynanan oyunlar, çok önceden düşünülmüş senaryolar ile bunların içinde kendini zoraki dublör tadında bulanlar. Her şey 11 Eylül ile mi başladı? Sorusu ve buna anında verilen hayır cevabı. Ardışık negatif tam sayılar gibi gelen onlarca olumsuzluk. Üstüne üstük bununla da yetinmeyerek devirli sayılar gibi hiç bitmeyen sorunlar. İşte karşımızda batının en çok sevdiği kelimelerden biri duruyor: İslamofobi… İslam dünyasının yıllardır karşılaştığı sorunların başında gelen bu konu küresel anlamda çokça karşımıza çıkmaktadır. İslamofobi’nin ortaya çıkmasında ki en büyük kaynak ise, antisemitizmin dünyada yükselmesinden İslam dünyasını sorumlu tutan, aynı oranda ise dünyada İslam düşmanlığını körüklemeye çalışan Yahudi ve Hristiyan Cemaatleridir. Bu durum da onların antisemitizm iddialarında hiç de samimi olmadığının en büyük göstergesi durumundadır.
Buna müteakip gerek ABD, gerek İsrail’in bu coğrafyadaki sorunlara son derece katı ve realist bir tutumla yaklaşmaları, bu durumu azaltmak yerine aksi yönde hala İslam devletleri açısından sanki bu durumdan onlar sorumluymuş havası oluşturmaya devam etmektedir. Buradaki sorun ise bu devletlerin kendilerini yeterince dünya kamuoyunda aklayamaması mıdır? Sonuç odaklı hareket eden ve devlet terörü uygulayanların İslam düşmanlıklarını yeterli kanıtlara oturtamadıkları halde, sözde Antisemitist iddiaları ile süslemeye çalışmaları ve İslamofobi’yi kendi hayal dünyalarında oynamaları çok manidar olmaktadır? Sonucu birçok konuda müzakere etmeksizin savaş olarak görenlerin, Afganistan, Irak gibi ülkelerde savaşları başlatmalarına rağmen, milyonlarca masumun hakkına girmelerine rağmen, Gazze’yi bomba yağmuruna tutmalarına rağmen, Mavi Marmara’ya korsanlardan bile daha hukuksuz bir şekilde saldıranların hala bu topraklardan dünyaya karşı bir kin ile öfkenin Müslümanlar tarafından yayıldığını, uluslararası kurumlar nezdinde bile işlemesi çok manidar bir durumdur. Bu uluslararası kurumlar neden birçok olayda ses-
Aral›k‘11 • 23
sizliklerini korumaktadırlar. Somali’ye Daadab’a karşı umarsızca duran Birleşmiş “birkaç” millet-ler neden sözde Antisemitizme karşı olan sert tutumlarını İslamofobi’ye karşı göstermemektedir. Zamanında Afganistan’da istediklerini yapabilmek ve bölgede hâkimiyeti elde tutabilmek adına Taliban’ı Afgan halkının başına geçiren Amerika, daha sonra aynı Taliban’ın öz çocuğu Bin Ladin ikamesi ile Afganistan’ı işgal atına alırken, hepimizin bildiği gibi Irak bir hiç uğruna işgale uğrarken, sesleri cılız çıkan dünya örgütleri; Filistin kan ağlarken kısacası Ortadoğu yanarken, Bosna’da Srebrenitsa’da onlarca Müslüman Boşnak katledilirken, Avrupa haritasında insanlar etnik kökenleri ve dinleri uğruna öldürülürken, neden köşelerinde beklemekteydiler. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın deyimiyle “fok balıkları ölmesin diye ayağa kalkanlar” hani şimdi neredesiniz cümlesiyse bu noktada bizlerin hislerine bir nebze olsun tercüme olmaktan öteye geçemiyordu ne yazık ki. Son BM Genel Kurulunda yaptığı konuşmadaysa Birleşememiş Milletlerin ağır ağabeylerini tokatlar tarzda üslubuylaysa kanayan yaraya dikkat çekmekten öte, Arap ve Afrika halkları nezdinde dünya kamuoyu vicdanına seslendiği bir gerçekti. Fakat yine bu ağır ağabeyler yüzsüz ve para bağımlısı, Dolara, Euro’ya içleri giden hırslı manda, himaye ve işgalciler o yüzden biliyoruz ki o ses hiç yükselmeyecek. Aksine İslamofobi tematiği insanların aklına batıda daha da fazla işlenecek. Bunun nedenlerinin başında da şüphesiz ki 24 • Aral›k ‘11
Sovyetlerin yıkılması ve Sovyet tehlikesinin ortadan kalkması ve yeni bir düşmanın edinilmesi gereksinimi bulunmaktadır. Düşününüz ki soğuk savaş dönemi denilen onca yılda ABD ile Sovyet Rusya’sı neden hiç savaşmamıştır. Neden hep savaş tehdidi ile iki ülke zamanının bir kısmını müzakere masalarında geçirmiştir. Hâlbuki bu iki devlette son derece realist bir tutum içerisinde birbirlerine savaş kartlarını oynamaktan geri durmazlarken, ne sebebi ile sadece birbirlerini tehditle yetinmişlerdir. Çünkü bu iki devlette bunu istemiştir. Onlar dünyanın iki hâkim devleti olarak istediklerini perde arkasında elde ederken dünyayı hep bir savaş ile tehdit etmişlerdir. Bu “3.Dünya Savaşı” tehdidi perdenin arkasında müzakere masalarının olmadığı yerlerde birbirlerine istediklerini vermeleri ile sonuçlanan bir oyunun ana hikâye konusu olmaktan öteye geçmeyen klişe cümlesi olmuştur. Onlar için hep önemli olan güç ve güçlü olmak olmuştur. Sorun şunda ki Sovyetlerin yok olması, batının daha doğrusu ABD’nin istediklerini elde etmesi için yeni bir yol bulmasını gerektirmiştir. Çünkü Amerika ve İsrail, karşılarında dünyaya karşı “tehdit ve korku salınımlarında” bulunan ve kendilerini haklı çıkartacak bir akıma ihtiyaç duymuştur ve işte yeni düşmanı ortadadır: İslam. Çünkü bu coğrafyada en çok değer verilen ve insanları birbirlerine bağlayan olgu İslam’dır, dindir. Bu coğrafya hem kültürel olarak hem maddiyat olarak dünyanın en zengin bölgelerinden biridir. Dolaylı yoldan İslam’a açılan savaş, bu bölge halkına açılan bir savaş ve yüksek para hırsı için elde
edilmesi gereken topraklar demektir. ancak bu Marksist harekete, İslam Tüm bunların İslam ile uğraşmak bu toplulukların düşmanlığı nedeniyle tolerans içinde arasında da olup onuru ile uğraşmak demektir. Fabakanların söyleyeceği ve takınacağı biten yaşanan kat yine ortada bir sorun vardır. Bu bir tavırdan ibarettir. İnsanların ılımlı hengâmede İslam toplumları din birbirine etnik noktaİslamcı radikal İslamcı konumunda düşmanlığının en da; ayrılıklar konusunda bir bütün ayrıştırılması politikalarının en eksilginç örneği ise edememiştir. Bu da batı için hiç de trem durumudur. Bunun bir değişik kendini AB üstü kaçırılmayacak bir fırsat oluşturmakörneğini de Irak’ta Sünni, Şii çatıştadır. Bu boşluk ve birliktesizlik batımasında yaşamaktayız. Bunu fırsat bir ülke olarak nın İslam’ı dünya gözünde terörize bilen güçler İslam’ın kendi içinde gören özgürlükçü etme çabasına deyim yerindeyse tam bile barışık bir tutum sergileyemediİsviçre’de dahi anlamıyla yağ sürmüştür. İslam dünğini söyleyerek yalan yanlış bilgiler camii minareleriyasının içinde yaşadığı savaşlar buna ortaya koyarak kendilerini dünya nin 2009 itibari ile örnek gösterilirken. Batının birbirini siyasetinde aklamaya çalışmaktadır. yasaklanmasıdır. insan kıyımına uğrattığı zamanlar çaİsrail Filistin’i bombalarken, ABD, Bu yasağın ardına buk unutulmuş gibi durmaktadır.30 Irak’la Afganistan’dayken üstüne aklımıza düşen soyıl savaşları Westphalia anlaşmasının üstük İran’ı tehdit olarak dünyaya ruysa, yüzyıllardır neden imzalandığı, ABD’nin kendi iç sunarken ve nedense bütün bunlara hala çan seslerinin savaşları, AB’nin ortaya çıkış sebepsebep gösterdiği 11 Eylül saldırılarıyankılandığı kilileri, Winston Churchill’in Fransa ve nın 1 numarası Usame Bin Laden 10 selere ev sahipliği Almanya arasında bir barış olmadığı sene sonra daha yeni öldürülmüşyapan Ortadoğu sürece Avrupa’ya rahat yok sözü biken, İslam dünyasının değerli isimletoprakları mı daha zim için batının iç yüzünü ortaya kori suikastlere kurban verilirken, bunadaletli olmakta yan yegâne delillerdir. dan mıdır korkan veya çekinen Arap Tüm bunların arasında da olup liderleri ve Arap Birliği suskunluklayoksa batı mı? biten yaşanan hengâmede İslam rını ufak kınamalar dışında ne yazık düşmanlığının en ilginç örneği ise ki bozamamaktadır. İslam Konfekendini AB üstü bir ülke olarak göransı Örgütünün başına Bir Türk’ün ren özgürlükçü İsviçre’de dahi camii minarelerinin E.İhsanoğlu’nun gelişi de Türkiye’nin bu duruma 2009 itibari ile yasaklanmasıdır. Bu yasağın ardına el atmak istemesinden kaynaklanmaktaydı. aklımıza düşen soruysa, yüzyıllardır hala çan sesArap Baharından önce bu noktada bir şeyler lerinin yankılandığı kiliselere ev sahipliği yapan Or- değişmeyince devreye 3.güç olarak Türkiye girtadoğu toprakları mı daha adaletli olmakta yoksa mekteydi ve özellikle Tayyip Erdoğan iktidarından batı mı? sorusunun cevabıdır. sonra Ortadoğu’da kuvvetlenen Türkiye imajı ile Durum kendi aleyhlerine olduğunda seslerini Davos çıkışının birbirini pekiştirmesi süreci aslında kısanların, Hıristiyanlıkla savaşların adını pek yan Hamas ile Ankara’da ilk görüşmenin yapılmasınyana gelmesini istemeyenlerin, nedense İslam ile dan sonra başlamıştı. Türkiye bölgede kimsenin bırakın savaş kelimesini, terör terimini bile yan yapamadığını yaparak Batıya İslamofobi’nin geyana koyması son derece kasti bir tutumdur. Öyle reksizliğini anlatmaya çalışırken bir yandan da ki Türkiye Cumhuriyeti’nin 30 yıldır içinde bulun- böyle bir şeyin olmadığını göstermeye çalışıyordu. duğu terörizm ortamında, terör örgütünün yıllar- Aksine bu düşmanlığı Batının İsrail eşliğinde kendica Marksist bir söylem içerisinde Müslüman bir sinin yarattığını ve olayı dramatize ederek sadece devlete saldırdığı hep göz ardı edilmiştir. İslam’ı kendi çıkarlarını maksimizasyona uğratmaya çalışılımlı ve radikal diye ayırıma sokmak ise ancak ve tığını bağıra bağıra Türkiye söyleyebiliyordu. Buna
Aral›k‘11 • 25
karşılık olarak da halk nezdinde duygusal anlamda bastırılmışlık ve haykırış taşıyan sessiz çoğunluklar İslam Coğrafyasında laik Türkiye’yi eski konumundan alıp çok daha kutsanmış bir yere getiriyordu. Ne nükleer denemeler yapan uzaya ilk canlısını gönderen İran’ın söyleyemediğini söylemekten çekinen, ne de petrol zengini körfez Arap ülkelerinin korkaklığını yaşayamayan Türkiye, aksine sesini çıkartarak hem bölgede liderlik konumuna yükselirken, kendine sempati duyan petrol zengini ülkelerinde sermayesini topraklarına çekerek kendi modelini Arap devletlerine gösteriyordu. Kanaatimizce “tartışmasız” Arap Baharının belki bilinçli beklide bilinçsizce temeli atılıyordu. Tüm bunlardan sonra ise dönüp kendi içimize bakmakta yarar ve fayda görüyorum. Bu kadar İslam düşmanlığından ve nedenlerinden bahsettikten sonra, ülkemizdeki bu sorunsala dikkat çekmek istiyorum. Türkiye Müslüman bir ülke olmasına rağmen neden ülke içinde aşırı derecede bir İslam korkusu empoze edilmektedir. Bunun nedenseline girersek uzunca bir tartışma yazısı daha yazmamız gerekir. Bize şuan düşen sadece sorunsala değinmek ve bunun kimin işine yaradığını anlatmaktır. Laik demokratik çağdaş Türkiye sloganının bir tezahürat haline geldiği ülkemizde, bu holiganizmin tek sebebi ülkedeki yükselen din olgusu olması mıdır? Nasıl ki son zamanlarda dünyada milliyetçilik ve dini akımlar yükselişte ise Türkiye’de bundan nasibini almaktadır ve gelenekçi muhafazakâr yapısı
26 • Aral›k ‘11
ile Türk halkı da buna çok uygundur. Fakat ülkemizde bir kesimde nedenini bilmediğimizden veya tam bu korkunun sebebi açıklanmadığından; İran olma yolundan gidilmektedir. Eskiden komünist mi olalım? Cümlesi kendini İran mı olacağız? cümlesine çoktan bırakmıştır. Peki, neden insanların kafasındaki bu korkular ve soru işaretleri? Bundan 30 yıl önce komünist tehlikesini kafalarına işletilenler bugün neden İslam ile korkutuluyor. Çünkü dünyada yükselen İslamofobi, Türkiye’de uygun bir zemin bulabiliyor. Bölgenin yükselen gücü Türkiye içerde yaşadığı suni tartışmalarda zafiyete uğratılıyor. Türkiye’de artık reformist insanlar 2. cumhuriyetçi (liberal politika yanlısı ve değişimin destekçileri) olarak algılanıp, rejim düşmanı ilan edilirlerken, bu tutum 2. cumhuriyetçileri muhafazakâr kesimin çizgisine yaklaştırıyor. Kendilerini 1. cumhuriyetçiler olarak tanımlayanlar ise ülkenin, devletin ideolojisinin katı ve son derece taassup sahibi savunucuları halinde yollarında ilerliyorlar. Peki, vatanseverlik ulusalcılık toplumda İslamofobi etkisi yaratmak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve suni rejim tartışmalarında taraf olmak ile birkaç mitingde boy göstermek midir? Yoksa vatanını sevmek tüm değerleri özümsemiş ve ülkenin geleceğini kuru bir milliyetçilik anlatışı dışında ileriye yönelik çözüm ve öneriler geliştirme yolunda istekli ve Türkiye’nin geleceğini - sadece boş laflarla “tehlikenin farkında mısınız” yahut “kaygılanıyoruz” - gibi içi doldurulamamış tematiksel cümlelerden ve popüler yaklaşımların dışında ele alıp plan-proje üretmeye çalışanlar olarak yerimizi almak mı daha milliyetçi bir tavırdır? Tartışmasına elbette girmeyeceğim. Fakat bunları yapamayanlarında sadece İslamofobi’den hareketle bölgenin güçlü bir ülkesini içerde güçsüzleştirmeye ve yormaya hakkı olmadığını hepimizin düşünmesi gerektiği kanısındayım. İnsanlar gerçekten İslam’dan mı korkuyor? Yoksa kendi yaşayış alanlarına bir kısıtlama geleceğinden mi korkmakta? Batının hep empoze ettiği İslam kadını köleleştiriyor tezi neredeyse tamamı Müslüman ve kendilerini Müslüman olarak tanımlayanlar arasında neden revaç buluyor.
Bu ülkenin belediye başkanlığı yapan sözde bir Profesörü nasıl oluyor da “camiye ayakkabı ile giriliyor mu ki kamusal alana başörtüsü ile girilsin’’ diyebilecek kadar cehalet içerisinde yer alabiliyor. Bizce aslında Türkiye’de gerçek sorunu ne İslam ne de başka bir şey oluşturuyor. Sorun İran olmak veya olmamak değil. Sorun kendi meşrutiyet alanlarını kaybetme korkusunu yaşayan jakoben kesime kendini ait hissedenlerin statülerini kaybedişleridir, 2002’den sonra yükselen yeni orta sınıfın muhafazakâr yapısı ile liberalize edilerek eski laik orta sınıfın yerini almasıdır. Güç ve iktidarın para ile yer değiştirmesi sonucunun ortaya çıkardığı güç dengesinde ki ayrışım, içimizde ki Sabetaylar tarafından siyasette kamplaşma aracı olarak kullanabilmektedir. Bu Sabetayist tutum ne yazık ki 1600’lü yıllardan beri başımıza dert olmakta ve İslamofobi adına elinden geleni ardına koymamaktadır. Bütün bunların ışığında en can alıcı ve üzücü yere gelmek istiyorum: Biz tüm bunlarla uğraşırken içerde çatışmalar yaşarken, Türkiye en hızlı büyüyen ekonomilerden biri oluyor, hedefler gerçekleşiyor, Türkiye dünya politikasında söz sahibi olmaya başlıyor, Türkiye büyüyor, gelişiyor ama içerde birileri hala bundan rahatsızlık duyuyor, terör örgütü Türkiye büyüdükçe eylemlerini artıyor, Sivil Ana-
yasa çalışmaları sekteye uğratılıyor. Bunun yanında aniden aklımıza birden bizim daha bir nükleer santralimizin olmadığı düşüyor, yaptırtmamak için uğraşanlar karşımıza çıkıyor. Yerli bir otomobil markamızın olmadığını düşünüyor, düşünürken iç çekiyor, iç çekerken yeniden karşımıza Sabetaylar geliyor, O “Babayiğidi” bulmayı uzayı geçtim, otomobil yapmanın özlemini yaşıyoruz. Uzaya çıkmanın belki bir 90 sene daha gerektirdiğini biliyoruz uzay demişken; dünyada, uzaya çıkan ilk Müslüman ve ilk Türk astronotu daha doğrusu kozmonotu Talgat Musabayev’i kaçımızın bildiğini de merak ediyorum. İşte sorun burada başlıyor diyorum. Kendine bu kadar yabancı bir coğrafyanın insanlarıyız. Burada Batının İslam düşmanlığını kendi içimize bile soktuğunu görmek hiç de zor değil ve yine bu noktada Cemil Meriç hocanın şu cümlesi düşüyor aklımıza “Türkiye’de aydınlar din değil, İslam düşmanıdır’’… Çünkü İslam şuurlandırır, İslam bilinçlendirir. İslam şiddeti reddeder, çünkü ilim dinidir. İlk ayeti “Oku! Rahman ve rahim olan Allah’ın adıyla oku” olan bir dinden korku salınımları beklemek cehalet içerisinde olmaktan öteye geçemeyen tutum ve davranışlardır. Şimdi soruyoruz(m): İslamofobi’den sonra batının dünyaya sunacağı tehlike ve düşman sizce kim? Aral›k‘11 • 27
DENEME
FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
H
er gün yaptığımız, yapmayı hiç unutmadığımız bir işimiz var: Konuşmak. Meramımızı anlatmak için, ihtiyacımız olduğu için, vakit geçirmek için ya da sadece konuşmuş olmak için konuşuyoruz. Konuşmak aslında düşündüklerimizin ağzımızdan taşmasıdır. Bir buzdağı düşünelim. Buzdağının görünen kısmı vardır. Büyük bir buzdağı gibi görünür. Ama buzdağının altını da görmüşsek fikrimizi değiştiririz. Asıl heybetli olan alt kısmıdır. İşte bu buzdağının dalgalar ile görünen kısmı, konuştuklarımızdır. Alt tarafın taşmasıyla görünen kısım ortaya çıkar. Ama buzdağının üstünü, buzdağının görünmeyen kısmı olan “düşüncelerimiz” şekillendirir. Hep şikâyet edilir çok az kelimeyle konuşuyoruz diye, az kelimeyle konuşuyoruz bu doğru. Ama daha da vahimi var. Konuştuğumuz kelimeler ya popüler kültürün bize dayattığı kelimeler ya argo ifadeler ya da modernitenin hayatımıza soktuğu anlamsız ifadeler… Çağdaşlık mesela, toplumda, her şeyin en güzeli: Avrupa’dadır. Bizim de mutlu olabilmemiz için onları takip etmemiz gerekir gibi bir düşünce var. Batı dünyasında kitap okuma ihtiyaç sırasına göre 18. sırada, ülkemizde ise 222. sıralarda yer almaktadır. Peki, Kur’an ‘okuma’yı, bizim ihtiyaç listemizin kaçıncı basamağına koyuyor? ‘’İkra!’’ emri ile ihtiyaç listemizin 1. basamağında yer alıyor. İşte Kur’an’ın çağları aşan mesajı! Argo ifadeler de hayatımızda büyük bir yer işgal ediyor. Bazıları fark edilemeyecek kadar dilimize yerleşmiş durumdalar. Mesela, “Kıl oldum abi ya” ifadesinin Osmanlı Türkçesindeki karşılığı “Ziyadesiyle taciz oldum efendim .” Öfkenin bile bu kadar nazik bir ifadesi olabilir mi diyor insan. Osmanlı hanımefendileri ve beyefendileri ‘’Evladım ışığı uyut derlermiş.’’ Işığı söndür demezlermiş. Söndürmek Allah’a mahsustur diye. İncelmiş bir irfan örneği. Kelimeler kalıptır aslında. O kalıbın içini dolduran ise inançlarımız ve değerlerimizdir. Kelimeler aşınmaya başlarsa, inançlarımız ve değerlerimiz de aşınmaya başlar. Kelimelerimizi kaybedersek, yüz yılların birikimini de kaybetmiş oluruz. Önce satırlardan sonra da sadırlardan silinir. Niçin bir İngiliz Shakespeare ‘in yüzyıllar önce yazılmış kitaplarını okuyup anlayabilirken, sadece yüzyıl önce yazılmış Safahat’ı bile okuduğumuzda hiçbir şey anlamıyoruz? “İki kutsalım: Din ve Dil” (Mehmet Akif) 28 • Aral›k ‘11
DENEME
ÇOK ŞÜKÜR YANIMDASIN SENA ÖZKAN
u
B
ir gün dedim: “Tamam bu sefer yapacağım. Bu sefer, işte bu sefer başaracağım.” Daha cümlelerim son bulmadan kendimi varmak istediğim yerde buldum.. Ne korku ki ,bir türlü dilim varmıyordu demeye, cesaretli olan ben, ne oldu da şimdi ürkek bir ceylan gibi tir tir titriyordum. Kendi kendime sormaya korktuğum neydi beni esir alan? Etkisinden çıkamadığım şey, tek tek süzdüm etrafı, hayret ki henüz kimseler yoktu. Hep de en gereken zamanda kayıp olurlardı. Cesaretimi toplamalıydım, ne de olsa karar vermiştim bu sefer yapacaktım. Olmuyordu sanki bir türlü ne yapsam da, söylesem yüzüm kalmadı ki, neyi söyleseydim? Tekrar bakındım etrafa, bu sefer gözlerim bir noktada durakladı. Öylece kalakaldım sanki benliğimi almışlardı. “Hatırladım” diye bağırdım... Şey benim aklımdan çıkmamak için vicdanıma çivilerle işlenmişti ki... Her hatırıma düşünce acı acı gözyaşlarına boğuldum, her gün beni sanki bin yıl yaşlandırmaya yeterde artardı. Ne tesadüf ki bugün o günlerden biriydi. Düşündüm ne yapsam da artık şu ızdıraptan kurtulsam. Aklıma gelmişti aslında, hep duyardım babaannemden... “Bir gün sıkıntıya düşersen hep yanında bulunanın kapısını çal, emin ol o hep kapıyı aralı bırakır. Olurda kapıma gelirse açık bulsun diye.” Sahi, gerçekten o kapı gerçekten açık mı bırakılmıştı? Bunu nasıl anlayacaktım ki ben? Gene kafam düştü omuzlarımın arasına. Ne yapabilirdim ki ? Birden ani bir harekete kapılarak doğruldum seccadenin önünden. Hiç durmadan volta atmaya baş-
ladım. Ben niye duramıyordum, onun huzuruna? Bir an sıkıntı bastı, hissettim ki bir şeyleri eksik yaptım. Tabii ya! Koşup elimi rafın en dip, en tozlu köşesine attım. Elime geçen tozlu KUR-AN’I KER’İM’İ hemen kavradım. Sanki birileri almaya gelmişti elimden. Bir an irkildim ya alırlarsa onu elimden, ya bir daha, bir daha kavuşamazsam ona… Mahmurlaştı çehrem, ızdırabım benden çıkıp bedenimi aşmıştı..” Ama ben daha okumamıştım onu.” Hemen korkuyla oturdum ayrıldığım köşeme. Daha bıraktığım sıcaklıkta bulmuştum seccademi. Hemen hızla açtım ki; sanki sayfalar haykırıyordu bana, nerede kaldın? Neyi bekliyordun? dercesine... Gözümden bir damla yaş aktı, tam besmele-i şerifin bulunduğu ayete isabet etti. Vicdanım bir kere daha çivileri batırıyordu kalbime. Tam okumaya koyulacağım sırada, bir gümbürtüyle irkildim. Oysa benim yerimden kalkmaya hiç niyetim yoktu. Cesaretimi bulmuşken sırası mıydı şimdi? Henüz okuyamadan neydi şimdi bu? Daha yerimden doğrulmadan hızla yanıma koşar adımla bulunan, iki adamı yanımda buldum. Daha neyin olduğuna varamadan, ellerini Kuranıma uzattı… Olanca gücümle kendime doğru hızlı bir çekişle çektim. İki kolumu kenetledim üzerine. Bir çığlık attım ”Vermemmm..” dıye haykırdım. Nefesim daraldığını hissettim, gözlerimi açtığımda kendimi seccadede uyur buldum. Hemen başımı kaldırdığım da Kur-an’ı iki kolumun arsında buldum.. İki cümle döküldü dudaklarımdan. “ÇOK ŞÜKÜR YANIMDASIN.” Aral›k‘11 • 29
İSLAMİ KAVRAMLAR
KEREM-KERÎM / CÖMERTLİK ŞEYMA NUR EKREN
A
yet ve hadislerde aziz ve kıymetli olmak, cömert olmak, iyi ve ahlâklı olmak, kerem sahibi olmakta üstün gelmek anlamlarındaki “k-r-m” kökünden türeyen kerem sözcüğü, dinî bir kavram olarak ihsan, lütuf, kolay ve rahat bir şekilde mali yardımda bulunma, karşılıksız yardım demektir. Kerîm (çoğulu; kirâm, küremâ’) ise, kelime anlamı olarak, cömert, kerem sahibi, hoşgörülü, kıymetli, asil, nazik, şerefli, iyi, faydalı, erdemli, bol demektir. Allah’ın sıfatı olarak kerîm; yaratıklarına nimet veren, bağışta bulunan, tevbe edenleri affeden, ihsanı bol olan anlamına gelir. “Kerîm” kavramı, Kur’ân’da, Allah’ın sıfatı olarak iki âyette geçmiştir: “Ey insan! Kerîm Rabb’ine karşı seni aldatan nedir?” (İnfitar, 82/6); “... Kim nankörlük ederse (bilsin ki) Rabb’im ganî (zengin, müstağnidir) kerimdir.” (Neml, 27/40). Her iki âyette insanın Allah’a karşı isyân ve nankörlük durumu karşısında Allah’ın kerem vasfı zikredilmiştir. Bu, insanın, pek çok ikramda 30 • Aral›k ‘11
bulunan Allah’a isyânı ve nimetlerine nankörlük etmemesi gerektiğini ifade eder. Peygamberimiz (a.s.) “Allah, kerîmdir, keremi sever.” demiştir (Tirmizî, Edeb, 41). O vaad ettiği zaman sözünü yerine getiren, verdiği zaman son derece çok veren, ne kadar verdiğine ve kime verdiğine aldırmayandır. O’ndan başkasına muhtaç olduğu söylendiğinde razı olmaz. Kendisine sığınan ve gönül vereni boş çevirmez, rahmetine gark eder. Vesilelere ve şefaatçilere muhtaç bırakmadan doğrudan doğruya kendisine yönlendirir. Kendisine verilmiş olan yeteneğini kullanan ve görüp akleden bir insan; kim tarafından yaratıldığını, kendi başına elde etmeye asla güç yetiremeyeceği sayısız nimeti kimin verdiğini, algılama, düşünebilme, akledebilme kabiliyetlerine nasıl sahip olduğunu düşünür. Bunları düşünen insanın karşısına çıkan gerçek tektir: İnsanı var eden ve asla güç yetiremeyeceği üstün nimetleri ona bağışlayan, son derece cömert olan Allah’tır.
Rabbimizin Kerîm sıfatı, biz kullarını da kerem sahibi olmaya teşvik eder. Kur’ân’da “kerîm” bir insan olarak övülen Peygamberimiz (s.), kerem ve cömertlikte tüm insanlık için en güzel bir örnektir. O halde, Allah’ın kulları ve Hz. Muhammed’in ümmeti olan bizler de; insanlara ikram ve ihsanda bulunmakta çok cömert olmalıyız.
Kur’an-ı Kerîm’de cömertlik, cihat ile aynı seviyede tutulmakta; Allah’ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir. (Bakara, 2/254) Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmektedir. (Bakara, 2/222).
Zira cömertlik, ruhun bir melekesidir. İnsanları, muhtaç olanlara vermeye, ihsanda bulunmaya sevkeder. Bu melekeye sahip olan kişi, ferdî ve ictimaî alanda lüzumlu olan her şeye yardım eder. Hiç bir kimsenin zorlaması olmadan ihsanda bulunmayı canı gönülden ister. “Rızkı veren Allah’tır.” (Neml, 27/64; Zâriyât, 51/58) düşüncesi ile hareket ettiklerinden kalpleri de temiz ve zengindir.(Leyl, 92/17-20).Kendi varlıklarıyla, her ne suretle olursa olsun başkalarına faydalı olmaya çalışırlar. Allah Teâlâ’nın kendilerine fazl ve kereminden verdiğine ve bunlarda da muhtacların hakkı olduğuna (Hüd, 11/6) inanırlar. Cömertliği kul hakkının temeli sayarlar. Kendi haklarını affederler. Kendi ihtiyaçlarını düşünmeden başkasının ihtiyaçlarını gidermeye çalışırlar. Hatta zarurî ihtiyacı olan bir şeyi, başka birine vermeyi tercih ederler. Cömertlik vasf’ının elde edilebilmesi için; yardımın gönüllü olarak yapılması (Haşr, 59/5; Hadid, 57/1118; Maide, 5/13); karşılığında hizmet, övgü, mükâfaat beklenilmemesi (İnsan, 76/8-l0); yardım edileni rencide edebilecek davranışlardan kaçınılması (Bakara, 2/263-264); yapılan yar-
dımın sahibi katında üstün bir değeri olması (Âli İmrân, 3/92) şarttır. Sıralanan şartlar altında, İslam âlimleri cömertliği şöyle derecelendirirler: • Sehâvet: Malının bir kısmını dağıtarak yapılan cömertlik. Bu, cömertliğin asgarî derecesi olarak kabul edilir. Zekât vermek gibi. • Cûd: Malının çoğunu dağıtıp, geriye azını bırakarak yapılan cömertlik. Hz. Ebû Bekir’in çoğu zaman cihat için yaptığı yardım gibi.
• Îsâr: Kendi için gerekli olan bir şeyi, zarar ve sıkıntılara katlanarak kendisi kullanma yerine, başkalarının istifadesine sunmak sureti ile yapılan cömertlik. Bunun Asr-ı Saadet’teki misâli; Medineli müslümanların (Ensar), Mekkeli Muhacirleri şehirlerine davet edip onları her şeylerine ortak ederek Allah Teâlâ’nın takdirini kazanmalarıdır. (bk. Haşr, 59/5) Bir başka örnek de Hz. Ebû Bekir’in Hicret esnasında mağarada hayatını tehlikeye atarak canını, sevdiği Hz. Peygamber için feda etmesidir. (Tevbe, 9/40) Kur’an-ı Kerîm’de cömertlik, cihat ile aynı seviyede tutulmakta; Allah’ın insanlara verdiği rızıktan diğer kulların da yararlandırılması istenmektedir. (Bakara, 2/254) Cömertliğin, kıyamet gününde insanı her türlü sıkıntı, elem ve kederden kurtarmaya vesile olacağı bildirilmekte-
Aral›k‘11 • 31
dir. (Bakara, 2/222). Bazı ayetlerde cömertlik alışverişe benzetilmekte; Allah Teâlâ’ya verilen bir borç olarak temsil edilmektedir. (Bakara, 2/244; Maide, 5/13; Hadid, 57/11). Kalpler cömertlik sayesinde temizlenir. (Leyl, 92/17-20) Çünkü, küfür ve nifaktan sonra kalbi karartan âmillerden biri de, aşırı mal sevgisi ve servete bağlılık arzusudur. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de; “Serveti de düşkünce seviyorsunuz. “ (Fecr, 89/20) buyurulur. İşte bu sevgi ile insan, “Ben bu malı sarfedersem bana bir şey kalmaz” korkusuna düşer ve hemen şeytan harekete geçer: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur, size cimriliği emreder. “ (Bakara, 2/268) Oysa ki Allah Teâlâ’nın bildirdiğine göre:“Mal ve servet insan için bir imtihandır.” (Zümer, 39/4952) Bu imtihandan başarılı çıkmanın yolu da cömertliktir. (Tegabün, 64/15-17).
Peygamberimiz (sav) “Şu Uhud Dağı kadar altınım olsa bundan dolayı sevinmem. Herhangi bir borcu ödemek gayesi ile yanında tuttuğum dışında elimde bir dinar olduğu halde üç gün geçirmek istemem” buyurdu. Sonra “Dünyada çok mala sahip olanlar ahrette en az sevaba sahip olanlardır. Ancak dünyayı kesben değil, kalben terk etmek kazancı ile Allah rızasını kast edenler, tasaddukta ve ihsanda bulunanlar, cömert olanlar müstesnâdır. Ama ne var ki bunları yapanların sayısı çok azdır” buyurdular.
İnsanların cömertlikten kaçmasının sebepleri başında: “Benim olan varlığı başkalarına niçin vereyim?” duygusu ile, “Başkalarına verirsem,benim varlığım azalır ve zaruret zamanında zahmete düşerim” düşüncesi gelir. İslam dini ise bu duygu ve düşünceyi kökünden kaldırmıştır. İslâm’a göre mal ve servet herhangi bir şahsın inhisarı altında değildir. Mal ve servet yalnız Allah Teâlâ’nındır. Her şeyin gerçek Mâlik’i O’dur. (Âli İmrân, 3/179; Hadîd, 57/10) Kur’an-ı Kerîm’de bu durum yirmiyi aşkın ayette vurgulanmaktadır. Mülk Allah Teâlâ’nın olduğuna göre, tabiî olarak sahibinin yolunda sarfedilmesi, inanan için en makûl bir hadise olarak değerlendirilir. Mümindeki cömertlik duygusu da bu düşünce32 • Aral›k ‘11
den kaynaklanır. Hz. Peygamber, şöyle buyurur: “Cömert kişi, Allah’a yakın, Cennet’e yakın, insanlara yakın ve Cehennem ateşinden uzaktır. Hasis insan, Allah’tan uzak, Cennet’ten uzak ve Cehennem ateşine yakındır. Cömert cahil, ibadet eden cimriden Allah’a daha sevimlidir” (Tirmizî, Birr, 40) Peygamberimiz, insanlara dünyada yaşadıkları sürece cömert olmalarını, işi öldükten sonraya bırakmamalarını tavsiye eder: “Sadakanın en iyisi bizzat kendisinin vereceği sadakadır. Sadaka sağ iken, malınız elinizde iken, istediğiniz kimseye istediğiniz kadar verdiğinizdir. Yoksa can boğaza geldikten sonra geç kalmış olursunuz. Sizden sonrakiler istediklerini yapar.” (Buhârî, Vesâya, 14).
Peygamberimizin Cömertliği
(sav)
Hz. Ali’den şöyle rivayet edilmiştir: “Rasûlullah’dan bir şey istendiği zaman, eğer bu isteği yerine getirmek isterse, “peki” derdi. Yapmak istemediği zaman da susardı. Hiç bir şey için “hayır” dememiştir” (Y. Kandehlevî, Hayâtü’s-Sahâbe, III, 1181). Peygamberimizin (sav) cömertliğinin nice kalplari İslama ısındırdığının delili de şu kıssa da mavcuttur: Saffan b. Umeyye Mekke fethedilince islama düşmanlığı bilindiği için korkudan Mekke’yi terk etmişti. Huneyn savaşına da ganimet amacı ile inanmayanların da katılmasına müsaade edildiği
için katılmıştı. Bu arada peygamberimizi yakından tanıma fırsatı buldu. Merhametini ve insan sevgisini görünce peygamberliğine inanmadığı halde yakınında bulunmaktan çekinmemeye başladı. Havazinliler mağlup olup büyük bir ganimet bırakınca bundan peygamberimize 500 koyun düşmüştü. Safvan koyunu ne kadar çok sevdiğini söyleyince peygamberimiz (sav) kendi hissesine düşen 500 koyun için Safvan’a: “İstersen sana verebilirim” buyurdu. Buna inanmayan Safvan koşarak kavmine ve kabilesine giderek “Koşun, koşun hayatta fakirlikten asla korkmayan birini gördüm. Elindeki her şeyini hiç tereddüt etmeden verebiliyor. Bu ancak peygamber olabilir” diyerek Müslüman oldu. (Vakıdî, Megazi, 1:381)
bir borcu ödemek gayesi ile yanında tuttuğum dı-
İşte böyle sahabelerin bir kısmı önceleri dünyalık elde etmek için Müslüman olmuşlardı. Sonra zaman içinde iman kalplerine yerleşerek iman ve İslamiyet kendilerine her şeyden daha sevimli hale geldi.(Müslim, Fedail, 57-58)
diyen Abdullah b. Ömer (r.a.)’ın sözü, bize, as-
Şüphesiz cömertliğin sırrı ise mal sevgisine uzak olmaktadır. Peygamberimizin mal sevgisine uzaklığını da şu rivayetlerden okuyoruz: Peygamberimiz (sav) asla mal biriktirmemiştir. Evinde üç günlük yiyecek saklamazdı. Asla alıcı değildi, daima verici olmuştur. Kuru hasır ve çıplak toprak üzerinde uyurdu. Hz. Ömer bu haline acıyarak ağlayınca “Yâ Ömer! Allah dünyayı Kisra ve Kaysere, ahreti ve cenneti bize vermiştir. Bu taksime razı olmaz mısın?” demiştir. Bu şekilde bize cennetin ancak dünyayı terk etmekle kazanılacağını anlatmıştır. (Buhari, Tefsir, 66:2; Müslim, Talak, 30-31)
şında elimde bir dinar olduğu halde üç gün geçirmek istemem” buyurdu. Sonra “Dünyada çok mala sahip olanlar ahrette en az sevaba sahip olanlardır. Ancak dünyayı kesben değil, kalben terk etmek kazancı ile Allah rızasını kast edenler, tasaddukta ve ihsanda bulunanlar, cömert olanlar müstesnâdır. Ama ne var ki bunları yapanların sayısı çok azdır” buyurdular. (Buhari, Rikak, 14; Müslim, Zekât, 32) Sonuç olarak, “Öyle zamanlar yaşadık ki, aramızdan hiç biri, müslüman kardeşinden daha çok altın ve gümüşe sahip olmayı düşünmedi...” habın cömertlik ve isâr konusunda nasıl davrandığını göstermektedir. Şu halde, sonradan pişmanlık duymamak için, müslümanın cömert davranarak Allah Teâlâ’nın kendisine ihsan ettiği malını sağlığında Allah yolunda ve O’nun rızasına uygun bir biçimde harcaması gerekir. Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Sizden birinize ölüm (alâmetleri) gelip de: “-Ey Rabbim, beni yakın bir zamana kadar geciktirsen de, sadaka versem ve salihlerden olsam” demeden önce size, rızık olarak verdiğimiz şeylerden (Allah yolunda) harcayın.” (Münâfikûn, 63/10).
KAYNAKÇA
Bunları söylemişken, bizden vasat bir ümmet olmamızı isteyen peygamberimizin, mal sahibi olmak ve infak etmek arasında kurduğu dengeyi de dile getirmek gerekir:
1. “Allah’ın Kerîm ismine inananlar kerim olur”, Abdullah Yıldız,
Peygamberimiz (sav) “Şu Uhud Dağı kadar altınım olsa bundan dolayı sevinmem. Herhangi
dir.asp?id=1009
Yeni Akit,2009-08-25 2. Esma’ül Hüsna Şerhi, İmam Gazali, Ferşat Yayınları 3. http://www.diyanet.gov.tr/yayin/basiliyayin/ydinikavramlaryaz-
4. “Mertlik ve Cömertlik”,Cumartesi, 02 Ekim 2010 M. Ali Kaya
Aral›k‘11 • 33
KARİKATÜR ANALİZİ
SÛDE KARAMANOĞLU
Kolu Kesilince Özgür Olan Adam
Bilgisayar Kullanan Ve Bilgisayarın Kullandığı Adam
Biz insanlar sahip olmadığımız bir ‘şey’ adına – soyut veya somut bir olgu ya da kavram fark etmez- duygularımızı belli edemeyiz. Veya o ‘şey’den sorumlu olmayız. Bizim değildir ve biz onun getirdiği ya da götürdüğü bir durumdan herhangi bir şekilde etkilenmeyiz. Nefsimiz örneğin. Biz nefsimizle insanız ve biz yine onun bizler üzerindeki etkisiyle şu ya da bu şekilde hareket ediyor, insan oluyor, diğer canlılardan ayrılıyoruz. Kimi tasavvuf tarikatlarında en son mertebede nefs yok edilir. Böyle bir hâl dünya üzerinde mümkün değildir, olsa dahi bizim tüm yapıp etmelerimize, Allah(c.c) indindeki sıfatımıza aykırıdır. Nefsimiz yokken bizim eşref-i mahlûkat ya da esfele safilîn olmamızın bir mânâsı yoktur. Yani bizim Allah(c.c) katında değerli bir insan oluşumuz nefsimiz varken değer kazanır. Bu aynı zamanda çok fakir birinin ‘ben hiç israf yapmam’ diyerek övünmesine de benzetilebilir.
34 • Aral›k ‘11
Ne kadar özgürüz aslına bakarsanız. Sürüyle ‘seçeneğimiz’ var bize sunulan. İstediğimiz zaman ‘özgür irade’mizle seçebiliyoruz ne istiyorsak. Kanaatsizlik işte bu. Bir türlü duramıyoruz durduğumuz yerde. ‘Büyük(!) amcalarımız’ bize istediğimizden bile fazlasını veriyorlar. Fazlasını veriyorlar, üstüne üstlük seçtiriyorlar. Daha ne isteyelim. Susmasını beceremiyoruz. Bi izin vermedikleri seçeneklerimizi ‘özgür irade’mizle bizlerin oluşturduğu hâl. O da nazarlık olsun
canım.
HAYALİ RÖPORTAJ
Kermit Roosevelt ile Hayali Röportajj ABDULVAHİD SİPAHİOĞLU
B
ir süperin dramıdır İRAN. ABD başta olmak üzere küresel sistemin koruyucuları için en büyük dertlerden biri olmuştur İran. Bugün belki de İsrail’i dizginleyen en önemli unsurlardan biri. Devrimi, idaresi, politikaları tartışılabilir. Ancak İran, küresel sistemin kontrolörlerinin kontrolüne girmemekte gösterdiği inadıyla önemli bir mevkiyi işgal ediyor. Bugün Batının İran’a saldırma konusunda iştahı bir kez daha artmış durumda. Neden bu kadar saldırgan ve tehditkâr ve hatta dişlerini göstere göstere saldırmaktan bahsediyorlar onu sayın stratejistlerimiz yorumlarlar. Ancak biz tarihe bakacağız ve orada bizi bekleyen manidar bir olayı bulacağız. AJAX operasyonu. Bizim 27 Mayıs darbesinden yaklaşık yedi yıl önce, 1953 Ağustosunda, Şah’la işbirliği yapan ABD ve İngiliz istihbaratçıları Başbakan Dr. Muhammed Musaddık’ın devrilmesi için AJAX operasyonunu düzenlediler. Operasyonun fikir babalarından birisi ve aynı zamanda uygulayıcılarından olan Kermit Roosevelt, Türkçe’ye “Karşı Darbe” olarak çevrilen hatıratında operasyonun günlüğünü aktarıyor bizlere. Musaddık yönetimini Sovyetlere yakınlaşmakla suçlayan ABD için bu darbeyi gerçekleştirmenin meşru zemini çoktan oluşmuştu. İran petrollerindeki sömürge hâkimiyetini yitiren İngil-
Biz bu röportajda operasyonun detaylarına girmeden kim, ne için bu operasyonu düzenledi; operasyondaki soğuk savaş karakteristiklerinden birkaç detayı ve İran için bu kadar epeyce çaba sarf etmiş Kermit Roosevelt’in bir Batılı olarak nasıl bir pencereden olayı değerlendirdiğini sorguladık. Merak edenlerin kitaba müracaat ederek gün be gün akan süreci okumasını tavsiye ediyoruz.
Kermit Roosevelt
tere ise adeta bir kuyruk acısıyla sabırsızlanıyordu. Ve ne ilginçtir ki demokrasinin ağabeyleri için Şah ülkenin meşru hâkimi oluveriyordu. Ülkedeki dengeleri en iyi kullanmanın hesabını yapan darbeciler, Şah’a iktidarı tamamıyla ele almayı vaad ediyor, halkın ve ordunun teveccühünü ülkenin meşru hâkimine yani Şah’a yönlendirmeye çalışıyorlardı.
Öncelikle Şuradan başlayalım: bu operasyon Musaddık ve Şah arasındaki bir çekişmeye müdahale etti varsayalım. Siz bu iki lideri nasıl değerlendiriyordunuz? Başlangıçta amaçları aynıydı. –Kendi petrollerinden adil hak almak için İran’ın kararlılığı- diğer konular üzerinde temelden ayrılıyorlardı. Şah realizm, liderlik ve planlama yönünden gelişkindi. Musaddık ise huysuz, hatalı, yaşlı bir köylü gibiydi; gerçeğin ve sorumluluğun kenarında gibi dolaşıyordu. Ancak tüm sorunları kendi duygusal bakış açısıyla yargılıyordu. Peki, böyle bir adamı Şah’ın başbakan yapması nasıl mümkün oldu? 1946 ile 1951 arası yedi hükümet düşmüştü; artık etkin bir hareket gerekliydi. Şah Musaddık’a güvensizlik gösterdikçe yaşlı Aral›k‘11 • 35
adam halkın daha büyük desteğini kazanıyordu. Halkın desteğine sahip bir başbakan fiili bir zorunluluk haline gelmişti. Musaddık halka pek çok şey vaad etmişti. Aslında Musaddık Şah’ın da söylediği gibi: “Musaddık’a nasıl karşı olunabilirdi? Herkesi zenginleştirmek, yabancılara karşı savaşmak, haklarımızı güvence altında almak istiyordu. Öğrencilerin, entelektüellerin, toplumun her kademesinden insanın onun bayrağı altına akın etmesine şaşmamak gerekir.” Biraz daha açacak olursak size göre süreç nasıl gelişti? Yeni meclis 1950 Şubat’ında toplandı, Başbakan Said halkın, meclisin ve Şah’ın Gss-Goldstein anlaşmasına muhalefetini bildiğinden ciddi bir savunmada bulunmadı. 22 Mart’ta istifa etti. Ali Mansur’un onun yerini alması kararlaştırıldı. Sokaklarda ise alijatörler (kışkırtıcı) hemen millileştirme çağrısında bulunmaktaydılar. Ali Mansur bunu hemen kabule yanaşmadı. Haziran’da görevden düşürüldü ve yerine General Hacı Ali Razmarah geldi. Razmarah mahalli hükümetleri güçlendirme teklifleriyle meclisi geriletmeye çalıştı. Ancak meclis gerilemedi. Kasım ayında hükümetin petrol konusundaki kararlarının onaylanmaması karara bağlandı. Bu sonuç yabancı düşmanlığını İran Şahı 36 • Aral›k ‘11
kışkırttı ve Razmarah’ın lanetlenmesine sebep oldu. Bundan sonraki dönemde de Musaddık tüm İran petrol endüstrisinin millileştirilmesini istedi. Musaddık iktidara geldi. Sonrasında ne yapmaya çalıştı ve nasıl bir tablo ortaya çıktı? Dr. Musaddık da zaten Şah’ı yerinden edip onun yerine kendisi oturmayı planlayarak Sovyetler Birliği ile bir ittifaka girmişti. 71 ile 81 yaşlarında olduğuna dair değişik ileri sürüldüğü bu hırslı ihtiyarın düşüncesi, Rusya ile ittifakın kendi düşüncesi olduğu idi. Oysa pek çok kişiye göre durum farklıydı. Gerçek inisiyatif Ruslardan gelmişti. Pek çok Musaddık destekçisi de bunu fark etmişti. Bu yüzden son aylarda İran komünist Partisi TUDEH Musaddık hükümeti üzerindeki kontrolünü artırmıştı. Bu gerçeğin anlaşılması ve ortaya çıkarabileceği tehlikeler Amerika’yı, İngiltere’yi ve İran’daki pek çok unsuru bir araya getirmişti. Sizi müdahale etmeye sevk eden süreç sanıyorum buradan başladı. Operasyona karar vermeden önce nasıl bir resim gördünüz? İngilizlerle İran arasındaki petrol görüşmelerini yeniden başlatmakla görevli Harriman’ın girişimleri ABD başkanı Truman ve Dışişleri Bakanı Acheson’un umduğu gibi sonuçlanmadı. Aksine Allen Dulles ve benim gördüğümüz gibi olaylar amansız bir şekilde Musaddık ve Şah, Musaddık’la arkasındaki SSCB’ye
ve Şah’a yakınlık duyan Batılı güçler arasındaki çekişmeye doğru hızla ilerliyordu. Sanıyorum bu noktadan sonra operasyon teklifi geldi. Teklif kimden geldi ve kim ne ile ilgileniyordu? AJAX operasyonu hakkında ilk teklif İngiliz-İran petrol şirketi (AIOC) millileştirmeye uğraşan Musaddık’ı, bu işten vazgeçirebilmek için her yolu deneyen ama başarısız kalan İngiliz istihbarat teşkilatından gelmişti. İngilizlerin tek isteği AIOC ile edinilen petrol imtiyazına tekrar kavuşmaktı. Biz ise bu meseleyle pek ilgilenmiyor, Ruslar’ın muhtemel yayılımlarının doğuracağı apaçık tehlikeyi hesaba katıyorduk. Özetle bu operasyonda kimler yer aldı ve hedef olarak tam neyi belirlediniz? Operasyona verilen şifre adı AJAX idi. AJAX ortaklaşa bir operasyon olacak, İran şahı, Winston Churchill, Anthony Eden ve öteki İngiliz temsilcileri, Başkan Eisenhower, John Foster Dulles ve CIA, müttefik olarak çalışacaktı. İttifakın hedefi İran Başbakanı Dr. Muhammed Musaddık’ı devirip yerine bir başkasını getirmekti. Siz bu operasyonun fikir babalarından ve yürütücülerindendiniz. Başarı ve başarısızlık ihtimalini nasıl değerlendiriyordunuz? Zira çok kritik bir karar aşamasında olduğunuzu söylesek mübalağa etmeyiz herhalde. Beklenen destekler sağlandı-
ğı takdirde başarısız olmak için bir neden yoktu. Ama eğer durumu yanlış değerlendirmişsek olabilecekleri düşünmek bile istemiyordum. Sonucun çok, çok kötü olacağı açıktı. İran Rusların eline düşer ve bunun sonucu tüm Ortadoğu’da felaketler yaşanabilirdi. Bu arada şunu da ekleyeyim: Hiç bir şey yapmadığımız takdirde de bizi aynı felaketler bekliyordu. Operasyonla ilgili ilginç bir detay var. Şah’ın ne düşündüğünü öğrenmek ve onu da bu ittifaka dâhil etmek zorundaydınız. Onunla siz görüştünüz. Şah’ı, sizin ABD ve İngiltere’yi temsil ettiğinize nasıl ikna ettiniz? İspat etmek zorunda olduğum en önemli nokta ABD Başkanı Eisenhower ve İngiliz Başbakanı Churchill’i temsil ettiğimdi zaten. Başkan Eisenhower bunu Şah’la görüşmemizden yaklaşık dört saat sonra San Francisco’da yapacağı konuşmadaki bir cümle ile doğrulayacaktı. Başkan Churchill ise BBC’nin radyo yayınında yapılacak saat başı anonsunda özel bir değişiklik ayarladı. Spiker ‘şimdi saat on iki’ demek yerine ‘Şimdi saat –duraklayacak- tam on iki’ diyecekti. Ancak Şah beni tanıdığına göre böyle bir delile gerek duymadığını belirtti. Bu tarz operasyonlarınızda en önemli detaylardan biri yerli işbirlikçiler. AJAX’ta İranlı ajanlarınız vardı. Onları nasıl seçtiniz ve ne görev verdiniz?
Operasyon öncesindeki günlerde kendini kanıtlamış bu iki kişi Boscoee kardeşler diye isimlendirdiğimiz İranlı kişiler. İlerideki günlerde bize müthiş yararları olacağından emindim. Kendilerini her yoldan soruşturmaya tuttuk. Her ne kadar geçmişlerindeki bazı noktaları saklı tutmak istediklerini ifade etseler de öğrenebildiklerimiz bizi tatmin edecek kadar iyiydi. Kendilerini şu anda bahsetmek istemediğim bir eylemde kanıtlamışlardı. Onlardan beklediğimiz, esnafı Şah lehine döndürmeleri. Bunu becereceklerinden emindik. Ve bu da halkı ve orduyu harekete geçirmek için bir işaret olacaktı. Operasyon nasıl sonuçlandı. Hem siz hem de Şah sonucu nasıl değerlendirdiniz? Şah muzaffer olmuştu. ABD ve İngiltere başarılı bir destek vermişti. Olayların en sonunda, 1953 yazının sonlarında, Şah samimi bir şekilde bana şunu söylemişti: “Tahtımı Tanrı’ya, halkıma, orduma ve tabii size borçluyum.” Siz’den kastı hem bendim hem de temsil ettiğim iki ülke: ABD ve İngiltere. Hepimiz muzafferdik. Bu zaferiniz Şah’ın iktidarı yeniden ele almasını sağladı. Ama işler onun çok da düzgün gitmedi. İran’ın geleceği için emek harcamış biri olarak hikâyenizin nasıl devam ettiği hakkında ne düşünüyorsunuz? Kahramanca yönleri olan bir zaferin hikâyesi trajik bir hikâyeye dönüştü. Örneğin Şah, ekonomik
19 Ağustos 1953 günü, askerler Tahran’daki Parlamento Binası’nı kuşattı
alanda köylülere toprak dağıtılması konusunda oldukça başarılı adımlar atmıştı. Yabancı yatırımcıları gelişme projelerinde ortak olmaya çağırmış, böylece İran halkı için yeni kaynakların ortaya çıkmasına uğraşmıştı. Kuzeyde Sovyetler Birliğine giden petrol ve doğal gaz boru hattı ülkenin o andaki ve gelecekteki büyümesine büyük katkılar yapmıştı. Ama Ortadoğu toplumlarında yaygın bir hastalık olan pastanın bir kesim tarafından yenmesi durumu burada da kendisini göstermişti hemen. Ve Şah bir topluluğun siyasi yönelimlerinin ekonomik büyümeleri takiben canlanacağı ve değişebileceğini anlayamamıştı. Fransız devrimi, köylülerin fazladan bir gelir elde etmelerini takip eden bir dönemde gerçekleşmişti. Şah ise ekonomik büyümeyi takip edecek politik tutkuları hesaba katmamıştı hiç. Böylece ekonomik alanda sağladığı başarılar siyasi bir başarısızlığa yol açmış, trajedinin zeminini hazırlamıştı. Aral›k‘11 • 37
İSLAM COĞRAFYASINDAN
SARE GÜLCE YENİCE
FİLİPİNLER İ
slam coğrafyası dendiğinde ilk anda akla gelemeyecek bir ülke var bu defa karşımızda; Filipinler ve onunla ilintili olarak Moro Müslümanları… Çok uzun yıllar önce bu topraklar İslam’la tanışmış olmasına karşın ülkede hala müslümanların problemleri çözülebilmiş değil.
Geçmişten bu güne Filipinler’in tarihi 7100 adadan oluşan Filipinler kuzey ve batıdan Güney Çin Denizi, doğudan Filipinler Denizi ve Pasifik Okyanusu, güneyden Sulavesi Denizi ve Borneo adasının kıyı suları ile çevrilidir. Filipinler’in nüfusunun neredeyse tamamı Malay kökenli olup, yine de koloni dönemi ve coğrafi yakınlık nedeniyle ataları İspanyol, Çin ve Amerikalı kökenli olan vatandaşları da bulunmaktadır. Ülkenin resmi dili Filipino olup, İngilizce neredeyse ülkenin tamamına yayılmıştır. Ayrıca nüfusunun büyük bölümü Katolik’tir. 1571-1898 yılları arasında bir İspanyol kolonisi 38 • Aral›k ‘11
olarak kalmış ve hatta adını da bu dönemde almıştır. Amerika-İspanya savaşı sonrası 1898 yılında Amerika’nın kontrolüne giren Filipinler, İkinci Dünya Savaşı sonrası bağımsızlığını kazanmıştır. 13. yüzyıl sonlarında Hint Okyanusu’ndan ve Endonezya’dan bölgeye gelen Müslüman tacirler, Filipin adalarına İslamiyet’i yaymışlardır. 1363 yılında Meksika’dan gelen Legazpi tarafından adalar üzerinde İspanyol hakimiyeti kurulmuştur. Sırasıyla Portekizliler, Çinliler ve Hollandalılar, İspanyollar’ın bölgedeki hakimiyetini yıkmaya çalışmışlardır. İngilizler, 1762 ve 1763 tarihlerinde Manila’yı iki kez işgal etmişlerdir. Bu yıllardan başlayarak, Süveyş kanalının açılmasına bağlı olarak Avrupa’dan ulaşım süresinin kısalmasının da etkisiyle Filipinler’de milliyetçi görüşler gelişmeye başlamıştır. Nisan 1898’de İspanyollar’la savaşa giren Amerikalılar, Mayıs 1898’de Manila’yı ele geçirmişlerdir. 10 Aralık 1898‘de imzalanan Paris Anlaşması ile Filipinler ABD’ye bağlanmıştır. ABD ülkede sivil bir yönetim kurmuş, 1916
yılında çıkarılan Filipinler Özerklik Yasası, Amerikan tipi iki meclisli bir yasama sistemi oluşturmuştur. 24 Mart 1934 tarihinde ABD’ye bağlı “Filipinler Milletler Topluluğu”nun kurulduğu ilan edilmiş, bu 14 Mayıs 1933’de yapılan plebisitle onaylanmış ve 10 yıllık bir geçiş döneminin ardından, 4 Temmuz 1946 tarihinde Filipinler tam bağımsızlığını kazanmış, Roxas Cumhurbaşkanı olmuştur. Fakat Filipinler’in bağımsızlığını kazanması ülkenin demokratik bir rejime ve refah toplumuna ulaşmasına yardımcı olmamıştır. Bugün Filipinler hala ekonomik ve siyasi çalkantılar içerisindedir ve nüfusunun önemli bir bölümü yabancı ülkelere işçi olarak göçmektedir. Filipinler siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Ferdinand Marcos’tur. 1965 yılında seçimle işbaşına gelen Marcos ülkeyi 1986 yılına kadar yönetmiştir. Filipinler’in bugün içerisinde bulunduğu kötü ekonomik ve siyasal koşulların başlıca sorumlusu olan Marcos, Soğuk Savaş yıllarında anti-komünizm retoriğini başarıyla kullanarak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere kapitalist Batı dünyasının desteğini arkasına almış ve bu yolla iktidarını korumayı başarmıştır. 1972 yılında ikinci dört yıllık başkanlık süresinin sonuna doğru gücünü rakip aday Benigno Aquino karşısında koruyamayacağını anlayan Marcos, yükse-
len komünizm tehlikesini bahane ederek ülkesinde sıkı yönetim ilan etmiş ve 1986 yılına kadar iktidarda kalmayı başarmıştır. Bu dönemde Filipinler Komünist Partisi mensuplarına ve Marcos karşıtı gazetecilere yönelik büyük baskılar uygulanmıştır. Marcos’un tüm bu antidemokratik uygulamalarına karşın gücünü koruyabilmesinin önemli nedenleri devlet mekanizmasını çıkar ve akrabalık ilişkileri nepotizm üzerine kurulu ve kendisine bağlı bir şekilde yeniden düzenlemesi, ordunun desteğini kaybetmemesi ve eski Filipinler güzeli karısı İmelda Marcos’un popülaritesini çok iyi kullanmasıdır. Amerika Birleşik Devletleri’nin yardımlarına rağmen gücünü giderek kaybeden Marcos, sürgüne yolladığı siyasal rakibi Benigno Aquino’nun 1983 yılında ülkesine döndükten hemen sonra daha havaalanından çıkamadan vurulması olayı nedeniyle halkın büyük tepkisini çekmiştir ve bu olay Marcos’un iç ve dış desteğini tamamen kaybetmesine yol açmıştır. ABD, detant süreciyle Çin Halk Cumhuriyeti ile yakınlaştığı ve Sovyetler Birliği eski gücünü kaybettiği için artık Filipinler’e eskisi kadar önem vermemektedir. Dahası Filipinli komünistler kendileri bir ordu kurarak askerle çatışmaya başlamıştır. Bunlara ek olarak öldürülen Benigno Aquino’nun dul karısı Corazon Aquino Aral›k‘11 • 39
artık halkın gözünde bir azizedir ve siyasal girişimlerine başlamıştır. Marcos1986 yılında seçimlere izin vermiş ve seçimlerde kilisenin ve askeriyenin de desteğini alan Corazon Aquino’ya yenilerek, karısı ve ailesiyle birlikte milyonlarca dolarla birlikte Havai’ye kaçmıştır. EDSA devrimi olarak bilinen olay sonucunda Aquino başa geçmiş ve Filipinler tarihinde yeni bir sayfa açılmıştır. Fakat ‘İran ve Nikaragua’da toplumsal devrim gerçekleşirken Filipinlerde yalnızca bir siyasi devrim söz konusu olmuştur.’ (Misagh Parsa) Yani her ne kadar hükümet değişse de halkın hak ve özgürlükeri hususunda ciddi bir değişiklik yaşanamamıştır, ayrıca ekonomik anlamda da ülkenin yüzlerce yıllık sömürülmüşlüğü, ekonomik kırılganlığı, Marcos dönemi IMF borçlanmalarından kaynaklanan dışa bağımlılığı ve yarı-feodal yapısı Aquino’nun başarı şansını engellemiştir. 1992 yılında yeniden aday olmaktan vazgeçen Aquino’nun yerine emekli general Fidel Ramos başkan seçilmiştir. 1997 yılındaki Asya Finansal Krizi’nden asya krizi çok kötü etkilenen Filipinler’de darbe girişimleri yaşanmış ancak 1998 yılında yapılan seçimler sonrası eski bir aktör olan Joseph Estrada başkan seçilmeyi başarmıştır. Ancak yolsuzluk, ekonomik sıkıntılar, Müslüman azınlık ve komünistlerin silahlı mücadelesi Estrada döneminde de devam etmiş ve 2001 yılında yapılan seçimlerde Gloria Macapagal-Arroyo başkan seçilmiştir. Bu dönemde ülke ekonomik anlamda kısmen bir felaha ulaşmıştır. Ancak ülkenin yapısal sorunları hala devam etmektedir.
40 • Aral›k ‘11
Ferdinand Marcos
Filipinler siyasi tarihinin en önemli isimlerinden biri kuşkusuz Ferdinand Marcos’tur. 1965 yılında seçimle işbaşına gelen Marcos ülkeyi 1986 yılına kadar yönetmiştir. Filipinler’in bugün içerisinde bulunduğu kötü ekonomik ve siyasal koşulların başlıca sorumlusu olan Marcos, Soğuk Savaş yıllarında anti-komünizm retoriğini başarıyla kullanarak başta Amerika Birleşik Devletleri olmak üzere kapitalist Batı dünyasının desteğini arkasına almış ve bu yolla iktidarını korumayı başarmıştır. 1972 yılında ikinci dört yıllık başkanlık süresinin sonuna doğru gücünü rakip aday Benigno Aquino karşısında koruyamayacağını anlayan Marcos, yükselen komünizm tehlikesini bahane ederek ülkesinde sıkı yönetim ilan etmiş ve 1986 yılına kadar iktidarda kalmayı başarmıştır.
Bu çalkantılı siyasal hayata Müslüman halk yönetimin başkıları sonucu aktif bir katılım gösteremedi. Ayrılma taraftarı müslümanlar 1969’da Moro National Liberation Front’u (MNLF) kurdular. Önce özerklik daha sonra bağımsızlık isteyen müslüman halk diğer islam ülkeleriyle kurdukları temaslar sonucu İslam Konferansı Teşkilatı’nın desteğini kazandı. Teşkilat bu taleplerin göz önünde bulundurulması için hükümete çağrıda bulundu. Önce özerk bir bölge kurulmasını Trablus Antlaşması(1976) ile kabul eden hükümet sonradan alınan kararlarda bazı oynamalar yapınca bu durum müslümanlar ve hükümet arasında yeniden gerilim oluşmasına neden oldu. Hükümet bu durumun arkasından bazı tebdirler aldı: medeni hukukta müslümanlara yönelik düzenlemeler yapmak, islami eğitim verecek kurumlar açmak, islai usullere uygun bir banka kurulmasına izin vermek gibi. Fakat bu gelişmelere rağmen o zamandan günümüze değin müslüman halkın sorunlarına kesin çözümler getirilebilmiş değil. KAYNAKLAR 1. Parsa M., Devlet, İdeoloji ve Devrim; İran, Nikaragua ve Filipinler Devrimlerinin Karşılaştırmalı Analizi, iletişim yayınları(2004) 2. Filipinler Cumhuryeti Ülke Raporu, Konya Ticaret Odası, (http://www.kto.org.tr/ dosya/rapor/filipinler.pdf), (2011) 3. Örmeci O., Filipinler Demokrasisi, (http://ydemokrat.blogspot. com/2009/08/filipinler-demokrasisi.html), (2011) 4. Filipinlerde Ayrılıkçı Gruplar ve Barış Süreci, (http://www.tobb.org.tr/AvrupaBirligiDairesi/Dokumanlar/Raporlar/Filipinlerde%20Ayrilikci%20Gruplar%20ve%20 Baris%20Sureci.pdf), (2011) 5. http://www.dunyabulteni.net/index. php/arama.php?aType=haber&Article ID=171609, (2011)
ŞİİR
DENGELER ADINA Yaşasın Konfederasyon! er! Yaşasın kamçılar ve kölel de, Çünkü siyahları sevsem uğunu biliyorum old cı Lincoln’ın bir yalan kim vurulduysa Dengeler adına vuruldu , Bağdat Çiftçiler, Marlyn Monreo kendimle baş başa Dengeler adına bırakıldım Burada, Şehremini’de dönüşmüş olarak. Ve bir hallaç pamuğuna Kimim ben? iyorum? Nereden gelip nereye gid Bunun ne önemi var. ı, Mossad besliyor Kafka’y ediyor. ZEN’i Amerika finanse up Çünkü hepimizi uyuştur ek istiyorlar. Ortadoğu’yu ateşe verm İkilem, Üçlem ve dörtlemler… ü Alternatif çöplüğüne dönd i. ler Üçüncü dünyanın beyin “Hiç akletmez misiniz?” “Hayır etmeyiz...” teslim ederiz ayetleri. Felsefenin soysuz çarkına ttük ki felsefeyi, Öyle büyüttük öyle büyü Eylemi de aldı içine, Eylemi aldı bizden. ın orta yerinde. Ve ateşler içinde, Bağdat’ Çırılçıplak kaldık işte. Dengeler adına silahsız, z, Dengeler adına şahsiyetsi l… tüe ek Miskin, geveze, entel bizi Dengeler adına vurmadı Kim vuramadıysa. lar bizi… Dengeler adına şair yaptı Hakan ALBAYRAK
Aral›k‘11 • 41
HİKAYE
ÖYKÜ ZEYNEP TOPUZ
M
asallardaki tekerlemeler gibi gün yine aynı tazeliğiyle doğmuştu. Sanki bugün bulutlar birbirlerine sırt dönmüşlerdi. Tıpkı benim hayata sırt döndüğüm gibi, bugün evet içimde bir şeyler koptu kopacak. Gözlerimi açtığımda tatlı bir üşüme sardı vücudumu. Sanırım uyanıklığımın göstergesiydi. Hala rüyam devam ediyormuşçasına kıpırdayamadım yerimden usulca elimle uyku kokan saçlarımı buğday kokan kirpiklerimden geri attım. Ayaklarımı yatağımdan indirdim, kendimi kalkmaya hazır vaziyete getirdim. Ve kalktım günümün küskün ışıkları gözüme battı. Elimle engellemek istedim ümit dolu ışıkları görmek umuduyla. Ama aşağıdan umut dolu bir ses işittim. Annemim sesiydi, beni çağırıyordu. Ben de hiç büyümemiş gibi oflaya, puflaya üzerimi değiştirdim. Yorgun adımlarla merdivenlerden salona yol aldım. Herkes kahvaltı sofrasına oturmuş beni bekliyorlardı, aynı kurtlar sofrasındaki gibi. Kısık bir ses tonuyla “Hayırlı Sabahlar’’ dedim. Oturdum. Dudak bükerek etrafa bakındım bir an beynim sulandı. “Müsaadenizle” deyip sofradan kalktım. Bu kalkışımı kimse anlayamamıştı, ben çok anlamıştım ya sanki. Üzerime hır-
42 • Aral›k ‘11
ka alıp dışarı attım kendimi, annemin nereye dediğini duya duya. Adımların nereye gittiğini bilmeden atıyordum. Okullar tatil olmuştu, herkes başka bir türlü girdi tatiline. Ben ise evimde tatil yapardım; her sene, her ay, her gün. Hayalimdeki dinlenişim olmamıştı hiçbir zaman. Bayağı yürümüşüm, deniz hışıltılarını duymaya başladım. Gelene kadar bin bir kazan döndü beynimde. Sahilde bir sürü insan kalabalığı kimi para, kimi boğaz, kimi lay lay lom ayrı ayrı havalarda dolanıyorlardı. Büyük bir kayanın üzerine oturdum, ayaklarımı karnıma doğru çektim ve dizlerimin üzerine çenemi koyup şöyle izledim ve dinledim bu canlılar ne yapıyor diye. Havaya baktım, kuşlar denizin sesiyle birlikte mutlu bir biçimde kanatlarını nazlı nazlı açıyorlardı. Bir süre dalıp gittim onlara keşke onlar gibi olabilsem dedim içimden. Belki de onlar bize imreniyorlardı ya. Nerden bilelim şu fani dünyadan ne ister faniler çilesi zahmet olan dünyadan. Sonra dalgalara yelken açtı gemiler, onlarda ya şikayetçi altındaki cevherden ya da memnun. Kaşlarımı çattım, yüreğime tek kalmışlık korkusu düştü. Kapadım alıcılarımı her şeye, düşündüm uzun bir müddet. Düşüncelerimi,
düşündüklerim bile zorladı. Her şeyim birbirini takip ediyordu. Tekrar açtım gözlerimi. Ayağa kalkıp kayaların üstünde kollarımı açıp yürüdüm. Çok iyi hissetim kendimi, aynı az önceki kuşlar misali. Fakat uzun sürmedi, kayalar sona erdi ve oturdum aklıma hayatımın da böyle biteceği aklıma düştü. Hüzünlendim, boğazıma düğümler atıldı, beynimden aşağı gözyaşlarım sinyal vermeye başladı artık o kuşlar gibi olamayacaktım ya bu da ayrı bir acıydı. Uzun sürmedi bu hüzün nedense, havanın tatlığından olsa gerek… “Ya Allah’’ dedim içimden fırladım birden. Yolumu almaya baktım. Daha çok izlemek istediğim filmler var diye. Yaklaşık on adım atmış olmalıydım kara mantolu bir adam gördüm, ellerini koynuna koymuş sallana sallana oturuyordu. Bir derdi vardı, onu uzaktan seyrettim. Yıkık bir hali, saçı, sakalı birbirine karışmıştı. Bir de onun yerinde olmak ister miyim diye kendimi yoklamaya çektim. İçimdeki ses tabii ki olmak istemezsin dedi. Yanından geçerek yoluma devam ettim. Şirin ve ufak bir çay bahçesi gördüm. Etrafı sarmaşıklarla çevrili, dalları tatlı tatlı öten kuşlarla örtülü... İçim ısındı, insanlar oturmuşlar hoş bir şekilde muhabbetlerine tat katan çaylarını yudumluyorlardı. Ben ise bendeki olan benle hadi gidelim diyip girdik beraber içeri, oturduk güzel bir köşeye. Bir çay söyledim içtim soluk soluğa. İyi gelmişti burası bana sevmiştim ne
kadar yalnız olsam da. Yalnızlığımın içinde bahsedebileceğim yalnız olan ben varım. Hava melül melül bulutlarını çökertmeye başlamıştı ki telefonum çaldı. Arayan babamdı. Merak etmişti sanırım sabah anlamsız çıkıp gidişimden sonra; telefonu açıp geleceğimi söyledim. Sesi titriyordu, korkmuş olmalıydı. Kendimi suçladım ve kahrettim. Neyse ki, evin yolunu tuttum. Beynim de artık tutmaz oldu, bunca şeyden sonra. Sokağımızın başına gelmiştim ki yağmur bastırdı. Bu benim için çok büyük bir nimetti. Altında bekleyip ıslandım, kollarımı açıp bir çember oluşturacak biçimde döndüm. Islanmış vaziyette evimin kapısını çaldım. Kapıyı meraklı gözlerle annem açtı yavrum diyerek boynuma sarıldı. Ben de içeri girdim direk odama çıktım. Babam henüz gelmemişti. Tereddütlü bir şekilde penceremi açıp yatağıma uzandım. Şimşek çarpıyordu sanki her çarpışında beynime çarpıyordu. Kapım hafiften çalındı. Babam olmalıydı evet, evet babamdı içeri girdi. Korkuyla doğruldum ve yanıma oturdu. “Nasılsın’’dedi, ben de ‘’İyiyim’’dedim. Ve elini hafifçe omzuma koydu. “Bir daha olmasın’’ dercesine yanağıma ufak bir buse kondurdu. Sonra üstümü örtüp usulca kapımı çekti, gitti. Gözyaşlarımı tutamaz oldum, kendimden utandım. Yağmurda bana inat hızlanmıştı. Yastığıma sarılarak gözyaşlarımla beraber döne döne o geceye yol aldım…
Aral›k‘11 • 43
KİTAP-FİLM TANITIMI AYŞENUR AKSU ELVEDA ANKARA/SAKİNE AKÇA Bu kitap, sıradan bir anı kitabı değil. Başörtü sorununun yaşandığı yıllarda tercihini örtüsünden yana yapmış iki sıkı dostun yaşamlarından bir kesit. Bu sıralarda üniversitede yaşadıkları sıkıntılar okurken içinizi acıtacak. Buna mukabil birbirleriyle olan kardeşlik bağlarının asla kopmadığını, aksine daha da güçlendiğini, birbirlerini Allah için sevdiklerini ve Allah için sevilmenin muhteşemliğini gıptayla takip edeceksiniz. Kitabın sonunda gözyaşlarınıza hâkim olamayacaksınız.
KALK SON GÜNÜNE VEDA ET/ MİHAİL NUAYME Romanımızın kahramanı Musa Askeri, üniversitede felsefe hocasıdır. 56 yaşına girdiği gün “Kalk son gününe veda et!” diyen bir ses işitir ve kendisiyle, yaşamıyla hesaplaşmaya girer. Yaşamın anlamını aramaya koyulur. Lübnanlı yazar Mihail Nuayme’nin bu eseri, düşünsel bir çizginin uzantısıdır. Edebiyat ve felsefeyi harmanlayarak insanın kurtuluşunu amaçlamıştır. Yazarın diğer eserleri de hep insan ruhunun olgunlaşması üzerine kurulu. Oldukça akıcı olan romanımız, belki bizlerin de hayatımızı dizginlememiz gerektiğini düşünüp ders çıkarmamıza vesile olacaktır.
ANNE ÜŞÜRÜM YOKLUĞUNDA/ DEMET TEZCAN Annesi’nin vefatının ardından (kendisi de bir anneyken) anne sıfatından sıyrılıp bir çocuk gibi hissettiğinden bahsediyor Demet Tezcan. Aslında ne kadar büyürsek büyüyelim, ya da ne kadar yetişkin olduğumuzu zannedersek edelim, anne-babalarımızın yavrularıyızdır yine de. Ve her fırsatta dile gelir bu muhabbetler, kimi zaman rahatsız oluyoruzdur. Bu kitap anne-babalarımızın kıymetini onlar veya biz ölmeden önce anlamamız gerektiğini öğütlüyor. Kendi ölümümüzü ya da onların ölümünü hatırlamak biraz olsun kalplerimize merhamet indirecektir.
MAVİ MARMARA RİSALESİ/ BÜLENT AKYÜREK 31 Mayıs 2010… Gecesinde endişelerimizden ve merakımızdan uyuyamadığımız yakın tarihteki en acılı günlerimizden biri. İşte üslûbuyla kimilerinin beğenerek kimilerininse yererek takip ettiği yazar Bülent Akyürek’ten Şehitlerimizin ve yaşanan zulmün unutulmaması maksadıyla yazmış olduğu kitap. Bazı yerlerinde çok ince espriler, ironiler yapan yazarı okurken, tebessüm etmemek elde değil. Hem güldürüp, hem düşündürüyor vesselam. Kitapta, o sıkıntılı günlerimizdeki hislerimize de tercüman olmuş. Okurken “Mü’min Mü’min’in kardeşidir.” Hadis-i Şerif’ini yalnızca birlik olmamız gereken durumlarda uygulayamayacağımızı hatırlayacaksınız.
44 • Aral›k ‘11
POLİS 2006, Türkiye yapımı aksiyon-polisiye türünde sinema filmidir. Yönetmenliğini Onur Ünlü yapmıştır. Başrolümüz Musa Rami, filmde bir cinayet masası polisidir. Haluk Bilginer bu rolün altından da başarıyla kalkabilmiş. Filmde Musa Rami’nin kafasını meşgul eden iki şey var; biri ailesine yönelik aldığı tehditler, diğeri ise kendisinden yaşça küçük olan üniversite öğrencisi genç kız. Filmde intikam, macera, trajedi ve şiddet konuları sıkça işlenmiş.
HAYVAN ÇİFTLİĞİ George Orwell’ın romanından uyarlanan bu filmde, baskıcı insanın zulmünden bıkan hayvanların akıllı ve taktik bilen domuzlar önderliğinde yaptığı devrimle insanı iktidardan düşürmesi ve hayvanlar arasında kolektivist bir sistem kurması anlatılıyor. Ancak başlarda son derece güzel görünen bu sistemde daha sonradan domuzlardan birinin kendisini mutlak hâkim ilan etmesi ve insanların yaptığı tüm kötülükleri yapması betimleniyor. Hayvanlar bir süre en azından şimdi kendileri için çalıştığını düşünerek kendilerini tatmin etseler de uzun bir süre sonra bu sistemin de insanların kurduğu sistemden pek de farkının olmadığını anlıyor. Romanda Stalin’in kurduğu sosyalist sisteme mesajlar gönderen Orwell, kendisinin de sıkı bir sosyalist olduğunu ancak bunların realite olduğunu iddia ediyor.
BENİM ve ROZ’UN SONBAHARI Antik bir kasabada yapılacak olan baraj nedeniyle dünyanın en güzel alanlarından biri yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Barajın rantını yiyecek olan müteahhitin ise tek derdi paradır. Hayat algısı paradan ibaret olan ve parayı araç değil amaç olarak kullanan müteahhite karşı duran halkı ise yerel bir gazeteci olan Metin örgütler. Eski bir fotoğraf makinesiyle yerel bir gazeteye vererek kamuoyunun ilgi ve dikkatini buraya çekmeye çabalar. Metin’in, rant kavgaları ve çıkar sevdaları peşinde koşturan robotlaşmış insanlara büyük dersler verdiği bu film sanatsal bir değer taşımasının yanında, toplumsal birçok mesaj da vermektedir.
ESARETİN BEDELİ Stephen King’in “Kuşku Mevsimi” adlı romanından sinemaya uyarlanmıştır. 1994 yapımı Frank Darabont filmidir. Başrollerinde Tim Robbins yer alıyor. Karısını öldürmek suçuyla hapishaneye giren Andy, oradaki mahkûm Ellis Boyd ile çok sıkı bir dostluk kurar. Hiç alışık olmadığı hapishane hayatında, yaşama bağlı olan tavırları tüm mahkûmları etkilemeye başlar. Filmde hapishane klişelerinin tümü yer almasına rağmen hiçbiri göze batmamış ve filmi izlemekten alıkoyamamıştır bizleri.
Aral›k‘11 • 45
GEZİ/ETKİNLİK
MALCOLM X GECESİ OSMAN ZİNNUR AKSU
4 Kasım Cuma akşamı saat 18.00 sularında vakfın ikramı olan acı çiğköfteleri yerken tatlı bir muhabbetle kardeşliğimizi pekiştirdik. Farklı liselerden gelen 25 kardeşimizle buluştuğumuz bu günde keyifli sohbetimizin yanı sıra Malcolm X’i rahmetle andık ve anlamaya çabaladık. Hayatından kesitler sunarak tamamladığımız bu programdan tüm kardeşlerimiz memnun ayrıldılar.
ÇAY GÜNÜMÜZ GERÇEKLEŞTİ!
GELENEKSEL VAKIF BAYRAMLAŞMASI
Liseli kardeşlerimizle özlenen “çay gün”lerimizden birini daha geride gerçekleştirdik ve anılarımıza bir yenisini daha ekledik. Uzun zamandır görüşemediğimiz dostlarımıza hal hatır sorduk, dertleştik, sohbetler ettik. Çayımızı keyifle yudumlayıp, karnımızı doyurduktan sonra slayt gösterimi ve konuşmanın ardından eğlence faslımız başlamış oldu. Birbirinden zevkli oyunlarımızla hep beraber güldük, eğlendik. Fakat bu defa öncekilerden çok farklı, çok yeni oyunlarda buluştuk. Allah rızası için yaptığımız bu programda Rabbim kalplerimizi ısındırdı. Bir sonraki lise faaliyetinde görüşmek üzere…
Araştırma ve Kültür Vakfı olarak her bayramda gerçekleştirdiğimiz bayramlaşma merasimiz bu bayramda da gerçekleşti. Kurban Bayramının 3. günü vakıf merkezinde gerçekleşen bayramlaşmamız vakfımız gönüldaşlarının aileleri ile birlikte katılımıyla coşkuyla geçti. Dostlar birbirleriyle bayramlaşarak muhabbet ettiler. Ailelerin tanışma fırsatı bulduğu bu programımızda gönüldaşlarımız memnuniyetlerini bildirerek ,bir daha buluşmak duasıyla ayrıldılar.
46 • Aral›k ‘11
Kültür Sanat Melike YURT
Seni En Mutlu Günlere Götürebilirim Metin Karabaşoğlu Bu kitap Metin Karabaşoğlu’nun gençlerin asr-ı saadeti daha yakından tanımalarına vesile olmak adına yaptığı detaylı ve titiz çalışmanın ürünü olarak Genç Nesil Yayınları’ndan piyasaya sürüldü. Kitabın adından da anlaşıldığı üzere yazar gençleri Asr-ı Saadete götürüp, oradan hayatlarına katacakları bir şeylerle geri dönmelerini sağlayacak şekilde bir kitap hazırlamış. Öyle ki kitabın üslubu ve anlatılan olaylar, başlıklar okuyucuyu kuşatıp kitabın içine çekiyor. Ahlakın En Güzeli, İncelikler, Ümide Dair, Ayrıntılar, Sevenlere, Sevilenlere Dair şeklinde beş başlıktan oluşan kitap, güzel örnekleri ile Efendimizi daha yakından tanımamıza da vesile oluyor.
Çok Sesli Bir Yazar Rasim Özdenören Edebiyatımıza kazandırdığı usta yazarlarından dolayı minnettar olduğumuz Kahramanmaraş, düzenlediği sempozyumlarla da son yıllarda dikkatleri üzerine çekiyor. Daha önce Nuri Pakdil Sempozyumu’na imza atan, bunun yanı sıra kültür sanat faaliyetleri ile de göz dolduran Kahramanmaraş Belediyesi bu seferde medarı iftihar tablosunda en üst sırada yer alan kıymetli yazarımız Rasim Özdenören adına bir sempozyum düzenledi. Duran Boz’un organize ettiği sempozyum 19 Kasım Cumartesi günü saat 10’da Necip Fazıl Kısakürek Kültür Merkezinde yapıldı. Yazarlık hayatında elli yılı geride bırakan usta hikâyeci ve denemeci Rasim Özdenören kendi memleketinde geniş bir katılımcı tarafından çeşitli yönleriyle Arif Ay, Bahtiyar Aslan, Cem Uraldı, Cemal Şakar, Ercan Yıldırım, Kenan Çağan, Hayri Maraşlıoğlu, Fetih Yanardağ, Murat Özkul, Mehmet Narlı,Necip Evlice,Ömer Faruk Dönmez, Şaban Sağlık gibi isimler tarafından anlatıldı.
2. Türkiye Dergi Fuarı 10-14 Aralık’ta Geçen yıl ilki Türkiye Yazarlar Birliği’nde düzenlenen ve yoğun ilgi gören Türkiye Dergi Fuarı bu yıl Sirkeci Garı’nda düzenlenecek. Geçen yıl her çeşit dergiyi bir arada ulaşma kolaylığı sağlamasından ötürü ve önemli kişilerin verdiği paneller, seminerler ile yoğun ilgi gören fuar, bu yılda hareketli geçeceğe benziyor…
İzmit’te Klasik Sanatlar Sergisi Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin organize ettiği Klasik Sanatlar Sergisi ve İcazetname Töreni 15 Kasım Salı günü yapıldı. İzmit’te ilk defa düzenlenen sergide Hüsn-i Hat, Tezhip, Ebru, Minyatür, Çini, Naht ve Katı’ sanatlarına has eserler sanatseverlere sunuldu. İcazetname veriliş töreninden sonra Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Türk Tasavvuf Musikisi Korusu (hattat bestekârlar) ilahi konseri gerçekleştirdi. Sergide eserleri görülen bazı sanatçılar şunlar: Hüseyin Kutlu, Ali Alparslan, Gülbün Mesara, Sadrettin Özçimi, Ali Rıza Özcan, Abdulhadi Erol Dönmez, Ersan Perçem, Fevzi Günüç, Nimet Kalkanlı, Abdulkadir Uçaroğlu, Süleyman Şenol, Ayşe Feyza Dikmen, Betül Kırkan, Feyza Kırkan, Ceyhun Oydem, Vahide Karababa, İzzet Elitaş, Nurdan Erkal, Merve Altunel, Yasin Kurt, Zeynep Özkaraca…
Hasan Nail Canat’ı Anma Programı 2004 yılında vefat eden merhum şair, yazar ve tiyatrocu Hasan Nail Canat, 20 Ekim 2011 tarihinde Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde Perşembe günü saat 19.30’da anıldı. Hasan Nail Canat’ın tiyatroculuğunun, sinema oyunculuğunun, sanatçı kişiliğinin, eserlerinin konuşulacağı, basın, sanat, ekonomi ve siyaset camiasından da yoğun katılımın gerçekleşeceği anma programına İbrahim Sadri, Sibel Eraslan, Salih Tuna, İsmail Güneş, Recep Garip konuşmacı olarak katıldılar. Her konuşmacı Canat’ın farklı şeyleri en başarılı şekilde barındırdığı zengin dünyasının farklı yönlerini sundu dinleyicilere. Ayrıca Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in eşsiz eseri Sakarya Türküsü’nü internetten, birde Hasan Nail Canat’ın yorumundan dinlemenizi tavsiye ederim, keza Üstad demiştir ki Sakarya Türküsü için: ‘Ben yazdım, Hasan Nail okudu’. Üstad dediyse bir kulak vermek lazım… Aral›k‘11 • 47
CAMİ TANITIMI
İskender Paşa Camii SÛDE KARAMANOĞLU
İstanbul Fatih’te, Sarıgüzel caddesindedir. Banisi, II. Beyazıt vezirlerinden İskender Paşa’dır. 1505’de inşa edilen cami çeşitli tarihlerde tamir görmüş ve en son 199 depreminde kubbe ve minaresinde hasar meydana gelmiş ve yeniden tamir edilmiştir. Kare planlı, tek kubbe ve tek minareli olup kesmetaştır. İçi 10.90x10.95 metrekaredir. Kıble pencereleri renklidir ve kürsüsü mermerdir. Kubbede Nur suresi 35. ayeti yazılıdır. Son cemaat yeri, şadırvanı, tuvaleti, derslikleri, aşevi bulunan camide her sabah namazı öncesi mukabele yapılır. 360 metrekarelik geniş bir avlu yeni yapılmıştır. İskenderpaşa camiinin asıl önemi, 1958’de burada imamlığa başlayan M. Zahid Kotku’nun burada geniş bir Halidiye cemaati oluşturmasıyla başlar. Türk kültürü ve siyasetindeki birçok kişi bu cami çevresine mensuptur. Necmeddin Erbakan,Turgut Özal, Korkut Özal, Nevzat Yalçıntaş gibi önemli isimler bu cami ekolündendir. Cami çevresinde kümelenen bu kültürel ve sonrasında türk siyasi hayatında önemli bir yere sahip olacak olan bu oluşuma mensup camiaya İskenderpaşa Cemaati denilir. 1980’de M. Zahid Kotku’nun vefatından sonra Esad Coşan ve onun vefatından sonra Nureddin Coşan hareketin başına geçmiştir.
48 • Aral›k ‘11