![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/457aec2e668c4625c62476d2f64e4515.jpg?width=720&quality=85%2C50)
2 minute read
Dağlara Buğday Serpin / Tuğba Dinç
DAĞLARA BUĞDAY SERPİN Tuğba Dinç Koştur koştur indiği merdivenlerin ardından attığı son bir adımla treni kaçırmamıştı. Uzun ve yoğun bir günün peşinden şu an istediği tek şey evine sürecek olan bu bir saatlik yolu oturarak geçirmekti. Etrafına bakınıp gözleri boş yer arıyordu. İki üç dakikalık bir arayıştan sonra vagonun sonlarına doğru kendine bir yer kestirmişti. İlerleyip hemen yerleşiverdi. Sanırım günün en güzel yanı oturarak eve gitmekti. Sabah akşam tıklım tıklım olan trende yer bulup yerleşmek cidden paha biçilemezdi. Geçinme telaşesi ile sabah akşam kavramı artık kalmamıştı, her an bir koşturmaca, bir yerlere yetişme çabası vardı. Hep yanında olan kitabına biraz göz atayım demesi ile göz kapakları günün yorgunluğuna sabredemeyip usulca kapanıvermiş ve düşüncelere itivermişti kendini.
Ne vakit hayat telaşesine kapıldı işte o vakit her şeye sınırlar çizilmeye başlanmıştı. En çok yıpranan umutları, yapmak istedikleri idi. Artık sıyrılmak istedikleri birikmişti yaşadıklarında. Ciddi anlamda uzun bir yolun güzide yolcusu olmak istiyordu. Kaçtı içinde biriktirdiklerinden demesinler diye gitmek değişikliktir, değişiklik ferahlıktır açıklamalarına talip olup yol almak istiyordu dağlarına doğru.
Advertisement
Hiç durmaksızın rastgele savrulan, hesapsızca aşırılığa koşan amaçsız bir duyarsızlığın istikrarsızlığı sirayet etmişti topluma. Yeni çağ insanlık hallerinin furyası eser olmuştu iklimimizde. Yalnız ve had bilmez bir dönemin garip huyları maalesef doğallığı, halis niyetleri, dinginliği, huzuru bir anda serpivermişti boşluğa. Değişik bir şeydi yaşadığımız bu hayat nereye çekseler sorgulamadan oranın yerlisi oluveriyordu, kabul ediyordu her şeyi. Görmek, yaşamak lazımdı ama geldiğimiz yerle gittiğimiz yer arasında hiçbir diyalog yok, hiçbir aşinalık yoktu. İmkanların çoğalıp duyarsızlığın sıfırlandığı bir şehir profili içimizden geçiyor, en içimizdekini önüne katıp sürüklüyorken buna kayıtsız kalmak kime yaraşıyordu ki? Dağınıklığın bulaştığı insanlığa dokunmak neden ondan başlamasındı ki? Her gün düşünüp çözümler ararken artık ertelememeliydi onca şeyi, bardağın dolu tarafı ile hasbihal edip elle tutulur her şey ile yol almalıydı. Belki yol uzundu ama ne kadar yürünmez olabilirdi ki, özünü bir yokladığında?
Çözüm değildi bir başına yürümek, adaletli değildi susuz pınarı yargılamak, kim bilebilirdi ki kuraklığa rast gelmiş olmadığını? Kim bilir ki dağlarına yaslanınca pınarının gözlerini doldurup taşmayacağını? Mücadele eden ne kaybeder ki en azından yaşananların adı değişirdi. Yeter ki her yarının sabahı “Karayı kaldırın mavi koyun umudumu yitirmedim” edasıyla yol alınırsa anın anılacak an/ıları kalırdı hatıralardan.
Bir anda yüzündeki gülümseme ile kendini toparladı. Bu sefer iradesine sahip olmak ve işe kendisiyle başlamak gayesine karar vermişti. Camda yansıyan yüzüne bakıp hayatında radikal kararlar alma ve onun hakkını verme zamanının gelip geçmekte olduğunu fark etti. Her gün daha çok tüketilen değerler, israf edilen maddi manevi değerlerin bulaşıcılığının önüne geçmek için bir an önce işe girişmeliydi. Çünkü giden gelmek bilmiyordu, daha çok şeye daha çok da insanlığımıza insanlarımıza veda etmek istemiyordu. Böyle düşünürken yanındaki küçük çocuğun, son durağa mı geldik, sesiyle irkildi.
Trenden indiğinde yağmur çiseliyordu. Kirpiklerine çarpıp aşağı yuvarlanan su damlalarının ferahlığını yüzünde hissedince içinden, dağlara hoş bir ehille buğday serpelim, ne de olsa bereketi geriden sökün gelirdi, diye geçirdi.
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/3e1701af18a86116b3e1952c0f9394c7.jpg?width=720&quality=85%2C50)