2 minute read

Zamanın Elini Bırakmak / Sema Karakurt

ZAMANIN ELINI BIRAKMAK

Advertisement

Sema Karakurt

“Ve hatıralâr. Gözlerimi yumuyorum. Roman. Belki on cilt doldurur, belki incir çekirdeği doldurmaz.” (Peyami SAFA\Yalnızız) Her birimiz kendimizi tanımlamak adına bir başlangıç bulmuş ve ona göre kendimizi eğer cüret gösterebilmişsek baştan icat etmişizdir. Üniversiteyi kazanmak, üniversiteyi bırakmak, bir fikrin peşinden gitmek, bir fikrin karşısında dimdik durmak vesaire vesaire. Verdiğimiz her kararı zihnimizde sembolize etmek, bir iz bırakmak; kimi zaman elle, bayrakla, bir cümleyle

ortaya koymak, ben de buradaydım, vardım demenin bir göstergesi olmuştur. Bu tavra aklımızca şehadet edecek nesnelerden birisi de, zaman’ı kontrol ettiğimiz zannını da doğuran saat gibi gelir bana ya da Tanpınar’a öykünürsem -kendimize atfettiğimiz biricikliği de göz önünde bulundurarak- “Mübarek” derim adına.

1 Mumford, zamanın değil saatin felsefesini yaparken art arda gelen anlar dizisi oluşturan insanın, Tanrı ve tabiattan bağımsız olarak kendi yarattığı bir makine parçasıyla kendi kendisiyle konuştuğunu, doğanın otoritesini sarsıp güneşe ve mevsimlere saygı göstermediğini dile getirir. Böylece “ebediyet” insani olayların ölçüsü ve odak noktası olma özelliğini kaybeder. Hatta bu kanaat şu noktaya kadar ilerler: İnsanın kendi kendisiyle konuşması sayılan saatin icadıyla kaybeden taraf Tanrı’dır. Başladığım yeri tanımladığım noktaya baktığımda karşıma ebedî ve nihai iki yol belirmiştir. Seküler tavrı gözardı edip Tanrı ile aramı bozmayı bir kenara koyup, saate Mübarek diyen yazarımın ardından gitmeyi yeğliyorum. Tavrım “ebedî” olandan yana.

Şaire; Hata yapmak/fırsatını Adem’e veren sendin/bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana dedirten; zamanı, yaratandan ötürü olmayan her histen münezzeh tutup dünyadaki başlangıcını bir hatayla yapıp bunu fırsat belleyen, yaratıcı karşısına kendini koyan ve kendi metaforunu oluşturmaya çalışan insanın, kendini alt edebilir gördüğü, varlığımı ortaya koyabilirim dediği yan, henüz sınanmadığı yanıdır. Sınandığı yerde yenilgisine nereden/ne zaman başlayacağını bilir çünkü. Bu ise hata yapmak fırsatını elinden alır, özünü eleştirmesini gerektirir. Bura

daki eleştirmenin bir merceği ise zamandır. Zaman ise; kendi başlangıcını icat edip hükmettiğini zannettiği şey›le değil yenilgisiyle yüzleştiği an’la olur. çekin ruhun kehribar tespihini kopartın Ve elbet insan cevabını bildiği soruları sordurmakta pek mahir bir varlık. Bu soruları açık yüreklilikle cevaplamak ise tıyneti ölçüsünde. Yahya Kemal’in bir sabah, bayram namazı vakti soru sorma cüretini ve cevap verme ızdırabını yanına alıp camiye girişi gelir böyle anlarda hatırıma. Tam da kendini sınadığı yerden ve zamandan- Büyükada’da sükûna eren yollardan geçerken, bir bayram sabahı girdiği camide yüklendiği tüm soruları ve dâhi cevaplarıyla- kendine, kendi zamanına ‘yabancı’ kalışıyla çıkagelir. Burada tecessüm eden saat; icat olunan saat değil, kendi ifadesiyle Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı dedirten çağının saatidir. Ve kendini aradığı bu eşikte kaybeden, Tanrı değildir. Ona miras kalan hata yapmak fırsatını fark edişi ezansız semtinde Müslüman saatiyle olmuştur.

Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye, Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: “Yol nereye?”

Ayılıp neş’eni yükseltici sarhoşluktan, Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan

Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu, Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu. diyen şair aynanın hangi yanından haber verir, yenilenlerden sormak gerekir. Sahi bir romanı irdelemeye vaka zamanından mı anlatma zamanından mı başlanır, bilen beri gelsin.

This article is from: