![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/457aec2e668c4625c62476d2f64e4515.jpg?width=720&quality=85%2C50)
7 minute read
Tanık Olduğum Savaş / Hilal Gül
TANIK OLDUĞUM SAVAŞ
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/f04f08aaebd914011855f1dc8c469e22.jpg?width=720&quality=85%2C50)
Advertisement
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/b0bcb9eaf0e412de102900179d8f3186.jpg?width=720&quality=85%2C50)
Kahpe gerçeklerden uzakta olduğumu dâhi bilmeden ‘’Tepenin Üzerinde Parlayan Şehir’de piknik yapıyorum. Sepetimde meyveler, abur cuburlar ve birkaç farklı içecek var. Her birini nasıl içeceğimi daha bilmeden ve hangisinin zehir hangisinin hayat olduğunu umursamadan dikiyorum şişeleri, diplerini görüyorum. Hükümdarların ellerinde oyuncak olan ve tarihin akışını etkileyen bir toprak var altımda. Ellerimi toprağa sürünce kırmızı bir sıvıya bulanıyor ve çeker çekmez kuruyorlar. Bisikletlerde kadınlar, erkekler geçiyorlar önümden. Bir yandan kocaman bir ailenin en küçük çocuğunun taşıdığı yükü görüp alnındaki teri siliyor bir yandan tüfeği tutukluk yapan bir askerin önüne atılıp ona siper oluyorum. Ateşin nerden geldiği belirsiz. Gökten yağan havan mermileri kafamda patlayacakken paraşütleri açılıyor, kurtuluyorlar. Çingene kızları geceleri karton kutuların üzerinde yatıyor, buldukları çaputları başının altına yastık ediyorlar. Alkolik evsizler sataşıyorlar kızlara. Ancak bu göbekli adamlar adım atacak hâlleri kalmadığı için bir kaldırımın üstünde sızıp kalıyor. Bu benim iyimserliğim, görmezden gelişimdir kötülükleri. Geceleri bekçiler düdükleri ile uykularını bölüyor bu adamların. Penceremden izliyorum. Hafif araladığım perde bana eski bir tarihi gösteriyor. Sanki hükümdarım değişen dinime direnmiş, dua ettiğim Tanrı’ya yabancılaşmışım ve tarihî bir ana denk gelmişim gibi uyanıyorum sabahları. Bu gün topraklarımı kontrol altına alanlardan çok şey öğreniyorum. Bir başıma özgür bir şekilde yaşayamayacağımı bildiren Tanrı gibi askerler buralara geliyor. Aralarında henüz ne erler var ne subaylar ancak hayatta kalmanın sırrını çözmüş bir bilgi var içlerinde. Benim henüz bunu çözmeme belki iki yüzyıl var hatta daha fazla… Kılıçlarını bir tutuşları, atlarına bir binişler var ki; cehennem ayaklanmış dörtnala koşuyor sanırsın. O sırada ben tüm savaş naralarına kulak tıkayarak elimde bir gayda, boynumda bir hac ile dinleyici toplamaya çalışıyorum. Çaldıkça insanlar etrafımda toplanıyorlar, terim alnımdan akıyor ve boğazım kuruyor. Bana eşlik etmek isteyenler havaya birkaç boş atış yapıyorlar. Kurşunlar belli bir yüksekliğe kavuştuktan sonra havai fişeklere dönüşüyor ve gökyüzünde bir cümbüş ortaya çıkarıyor. Bunu fark edince dikkatim dağılıyor ve gaydamı bir kenara bırakıp yükselmeye başlıyorum. Oysa o kadar çok içmişim ki yükseldiğimi sanıyorum. Yere yatıp kaldığımı gören seyirciler yüzüme şöyle bir bakınıp dağılmış olmalılar.
Kısaca size kendimden bahsetmek istemem ancak az çok bir fikir sahibi olmak herkesin hakkıdır. Siz okuyucular daha fazlasını henüz hak etmiyorsunuz. Yaklaşık 1.60 boylarındaki cılız bedenimi karlı bir tepe misali beyaz saçlarım süslüyor. İnce, uzun bir yüzüm var. Upuzun kirpiklerimin altında kemerli bir burnum olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bana kalırsa kollarımın bedenime göre uzun oluşu bir yetenek bahşedildiğini gösteriyor. Genel olarak güleç olan yüzümün altında ne kadar nefret dolu bir ben yattığına beni görseniz inanmazsınız. Ne kadar çok sinirlensem de sesimi çıkarabildiğim pek söylenemez. Eh, güç her devrin sesi olmuştur. Yoksa ya kelleni ya mideni alıverirler de şuncacık hayatına doyamadan nalları dikersin. Yaşamın kıymetini iyi bilirim. Ah, adımı söylemeyi unuttum. Adım Benjamin. Buralarda oldukça yaygın kullanılan bir isim. İsimler belki de kaya kadar kalıcıdır. Sadece söylüyorsun ve dil ölse de insana koyulan bir isim ölmüyor. Muhtemelen benim ismim de hayal edemeyeceğim kadar uzun süre yaşayacaktır.
Serildiğim topraktan kalkıp eve doğru yürümeye niyetleniyorum. Öylesine çok çiçek açmış ki çiğnememek elde değil. Papatyalar, çiğdemler, laleler hatta bir arada ve bu coğrafyada yaşaması pek mümkün olmayan çiçekler bile yan yana açmış. Adımlarımı kocaman atmaya çalışsam da yaşım geçtikçe dünyayı turlayacak kadar kocaman adımlar atamayacağımı öğreniyorum. Gittikçe azalıyor mu, artıyor mu anlayamadığım bir zaman tüneli içerisinde başım döne döne evime varmayı umarken milyonlarca kez kayboluyorum. Çiçeklerden ucu bucağı görünmeyen yol yavaş yavaş düz bir toprak olmaya başlıyor. Yol kenarında bir tabelada ‘‘Akıl kendi mekânın yaratır, kendi başına
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/457aec2e668c4625c62476d2f64e4515.jpg?width=720&quality=85%2C50)
cehennemi cennete, cenneti cehenneme çevirebilir.’’ cümlesinin yazılı olduğunu görüyorum, bir anlam veremiyorum. O eğlenceli, güleç, sorunsuz ve kafasına göre yolun nasıl olur da çorak bir toprak olduğunu aklım almasa da kabul ediyorum. Nihayetinde geçen andan sonra dönme şansımız yok geri. Uçurum; yuvarlanan bir toprak parçasını kara delik içerisine çeker gibi, çekiyor ömrümüzü.
Bedenimin saydamlığı dikkatimi çekiyor bu sırada. Etim adeta şeffaf bir deriye dönüşmüş ve tüm organlarım canlı canlı görünür hâle gelmiş. Ellerimden damarlarımı takip etmeye başlıyor ve tüm vücudumu dolaşmasını dikkatle inceliyorum. Zaman geçtikçe ve ben yürüdükçe çorak toprak yolda kalbimin karardığını görüyorum. O ilk beyazlığından eser kalmıyor. Geriye bakıyor ancak göremiyorum. Sonsuz bir yolda yürüme fikrinin dehşet verici korkusu ile nefesim hızlanıyor. Koşar adım bir gerçeklik görebilmek adına devam ediyorum. Yaşamın vazgeçilmezliği beni durup, öylece durup bir son beklemekten alıkoyuyor. Koşa koşa yolun biteceğine olan inancım beni yanıltmamış ola ki çorak toprakların bittiği yolda iki kişi ile karşılaşıyorum. Gördüğüm kişilerden biri 50 yaşlarında, ağarmış saçları ile bir simitçi amca. Gidip evimi aradığımı ve çok aç olduğumu söylüyorum. Amca bir simit ile beni uğurluyor. Diğer gördüğüm kişi ise bir kadın. Kadın bardaklara doldurduğu suları dağıtıyor gibi bir hâlde masanın başında bekliyor. Ona da durumumu anlatacak oluyorum ki daha ağzımı açmadan bir bardak su uzatıyor. Gayet ciddi yüz ifadesinden korkup suyu bir dikişte içiyorum. Bardağı elimden alıyor ve yüzüme hiç bakmadan arkasını dönüp gidiyor. Kadının bu tavırları içtiğim şeyden şüpheye düşmeme sebep oluyor diye düşünürken ufak bir baygınlık geçireceğimi dönen başımdan anlayıp, kendimi toprağa bırakıyorum. Baygınlığım esnasında bu topraklardaki tüm kötülükleri tek tek rüyamda görüyorum. Cinayetler, tecavüzler, alaylar, aşağılamalar, savaşlar ve aklınıza gelebilecek tüm kötülükleri... Rüyamda tüm bu gördüklerim nihayetinde deliriyorum. Uyandığımda ise aklımı kaybetmemiş olmanın verdiği sevinçle Tanrı’ya şükrediyorum.
Yanıma daha önce hiç görmediğim bir çocuk koşarak geliyor ve elime bir not bırakıyor. Notta ‘’Kâbusların bile karşısında kaçıştığı bu yaşananlara dayanmanın sırrı, içtiğin suda gizlidir.’ yazıyor. ‘‘Merhamet Dinliler’’e içirmek için bana bu iksiri veren kadını aramaya
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/457aec2e668c4625c62476d2f64e4515.jpg?width=720&quality=85%2C50)
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/51146a92b95161fc9f745df5a12979cf.jpg?width=720&quality=85%2C50)
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/4043c3740f1b89cf9e337ca547da1204.jpg?width=720&quality=85%2C50)
başlıyorum. O sırada bedenimin şeffaflığını fark edip kahkahaya boğulan ahaliyi hiç umursamıyorum. Karşımda bir kolonya dükkânı görüyorum. İçimden bir ses buraya girmemi söylüyor dükkâna yöneliyorum. İçeride her biri diğerine karışmış olan binbir çeşit koku var. İçtiğim su bunlardan biri olsa bile ayırt edebilmem imkânsız gözüküyor derken dükkan sahibi beni selamlıyor. Buralara yabancı olduğumu anlayınca nereden geldiğimi, kim olduğumu sormaya başlıyor. Cevaplarım onu tatmin etmiyor. Nereden geldiğimi unutmuş olmam insanlarda şüphe oluşturmaya başlıyor. Başlı başına çelişkiler ile dolu aklım içtiğim bir yalan iksir ile hayatta kalabiliyor.
Dükkân birden insanlarla dolup taşıyor. İki kişinin kendi arasında bu rüyadan artık ne zaman uyanacaklarını, burada çok mutsuz olduklarını, bir mehdinin geleceği dedikodularına artık inanmadıklarını söylüyorlar. Onları biraz daha dinleyince anlıyorum ki bu yaşadığım kimsenin çıkamadığı, herkesin hapsolduğu bir rüya. ‘‘Tabi ya! Yoksa bu kadar gerçek dışı olayı nasıl yaşayabilirdim?’’ diye kendi kendime konuşuyorum. İnsanların bu rüyaya nasıl girdiklerini öğrenmek için onlarla biraz sohbet kuruyorum. Kimi bir rüyaya uyanmış kimi ise en başından beri burada doğmuş. Burada doğup uyanmayı bekleyenlerin, diğerlerinden bir farkı var; onlar daha mutlular. Bu rüyadaki yaşamlarının uyandıktan sonraki yaşam için bir sınav olduğunu düşünüyorlar. Ve o günün gelmesi için bol bol gerçekliğe şükrediyor, O’nun için ibadet ediyorlar. Sonradan buraya gelenler ise diğerlerinden bunu gizliyorlar. Bana verilmiş olan bu bilgi nereden geliyor anlamıyorum ancak biliyorum.
Dükkândan çaktırmadan çıkıp sokaklarda yürümeye başlıyorum. Kar serpiştiriyor. Hâla kuzeyde olmalıyım. Ellerim ve burnum donuyor. Bir çocuk koşarak yanıma geliyor ve elime bir not bırakıp kaçıyor. Evet, evet, şu iksirin ne işe yaradığını anlatan notu getiren çocuğun ta kendisi bu. Notta ‘‘Nefes al, nefes ver. Nefes al nefes ver.’’ yazıyor. Üç kere derin derin nefes alıp veriyorum. Bir üç kere daha... Bir sahilde buluyorum kendimi. İsmim Tresias. İnsanlar sahile ip gibi dizilmiş hep bir ağızdan denize nazır şiir okuyorlar. Daha önce hiç duymadığım bu şiirin kime ait olduğunu hiç tahmin edemiyorum. Hiç, hiç, hiç...
‘’Ey bu cehennemin dibinde yaşayan Güçler Kaos ve Eski Gece
Buraya casusluk yapmak ve Diyarınızın sırlarını öğrenmek için
Gelmedim, ama ışığa giden yolda bu karanlık çölde giderken
sizin büyük diyarınıza rastladım yalnızım rehberim yok
yarı kaybolmuş gibiyim sizin karanlık diyarınızın sınırlarıyla beni yönlendirin bir yol gösterin bana
cennetin birleştiği yere giden yolu ararım: Ya da bana Semavi
Kralın son zamanlarda bulduğu yeni bir yer gösterin
Beni yönlendirin bir yol gösterin bana
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200301192521-970fcd64815450ec51371e985941f945/v1/457aec2e668c4625c62476d2f64e4515.jpg?width=720&quality=85%2C50)
Ben buralarda kaybolursam sizin bir yararınız olmaz bundan,
Sizin hiçbir şeyinizi zorla alacak durumda değilim
Yapamam bunu bir kez daha söylüyorum Eski Gece,
Sancağını dik tüm avantajlar sizlerin olacaktır.
Ben intikam almak istiyorum!’’ 1
Bir çocuğun beni işaret etmesiyle tüm insanlar dönüp bana bakıyor birden. Her bir çift göz, bedenimde bir delik açıyor. Beynimin kıvrımlarında sisli bir yolculuktayım. Bu varlık, tüm bu bakışlar ruhuma düşen bir ateş... Yeniden doğarken ölüyorum. Yığılıp kalıyorum çöl kumlu bir sahilin kıyısında ve suya karışan bedenim okyanusları aşıp verdiği savaşı unutup, öldürüyor milyonlarca kez başka kıtaları.