www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 2 Sayı 18 - Temmuz 2013 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com bilgi@gencaydergisi.com
BÜYÜK TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN / Veysel Gökberk MANGA BİR GARİP ROJAVA / Sertaç EKEMEN SIRADAKİ HEDEF İRAN / Pirali Çağrı ŞENSOY BİZ SUSARSAK ŞEYTAN KONUŞUR / Baturay Şamil YILMAZ GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR / Bülent ERDİL ÜLKÜCÜ AYDININ VARLIĞI SORUNU / Yunus Emre UYAR MHP’NİN İLETİŞİM SORUNU / M. Bahadırhan DİNÇASLAN ÖRGÜTLÜ ÜLKÜCÜLER VE ÜLKÜCÜ İNTERNET PROJELERİ / Emre ECE İLPEN – NİHAİ ADIMLAR / H. Kürşat GEZE RUH ADAM’IN KÖŞESİ / Yalçın Selim PUSAT
GENCAY
BÜYÜK TÜRKİYE VE KÜRDİSTAN Veysel Gökberk MANGA tarafından yönetilmiş coğrafyalarda bile, tarihin ve talihin cilvesi olarak, böyle köksüz, yeni yetme horozlar, kendi iddialarına toplumsal bir taban bulabilir veya en azından kendilerini, zor yoluyla da olsa, kabul ettirebilirler. Aklımızdan çıkarmamamız gereken gerçeklerden birisi de, tarihin en başından beri devlet ve milletlerin nüfûz alanlarının genişlediği, daraldığı; hâsılı sınırların değiştiğidir. Dünyada ilk kurulduğu ândan bu yana hiç sınırı değişmemiş bir tane bile “kadîm” devlet gösteremezsiniz. Bugünün henüz çocuk yaştaki devletleri de, gençlikleriyle hadsiz hudutsuz övünen genç kızlar gibi kasılarak kendilerini dünya kazanına atmaya çalışmasınlar. Tarihin bu en büyük hakikati, en gerçek yüzünü bir gün o sonradan olma devletlere de gösterecektir.
Tarihin hiç değişmez kaideleri vardır. Bunlardan şu ân bizi ilgilendireni şu: Bir devlet, siyasî kudretini yitirdiği ânda, onunla etnik veya siyasî rabıtası olsun olmasın, başka müstakbel kudret veya devletler, güçten düşmüş devletin mirasçıları olarak ortaya çıkarlar. Bu çeşit hâllerde eski düzenin yerini bir anarşi ortamı alır. İnsanlar ilk önce ekonomik olarak kendilerini rahatsız hissederler, bunu muhtelif güvenlik kaygıları izler. Sonunda siyasî düzensizlik, karmaşa ve kargaşa, ufukları öyle bir sarar ki, gerçekten muktedir olsun veya olmasın, kurtarıcı olduğu iddiasıyla ortaya çıkan herkes kendisine ciddî miktarda taraftar toplar.
İşin, bizim için pek de hoş olmayan tarafına geliyorum: Bir topluluğun tarih boyunca hiçbir devlet kurmamış olması, milliyetçilik denen olgunun Batı’da yalnız Batı için birleştirici, geri kalan herkes için ayrıştırıcı bir faktör olarak algılandığı ve anlaşıldığı bu çağlarda, o toplulukların devlet kuramayacakları mânâsına gelmez. Çünkü artık eskisi gibi, ortaya çıkan bir adamın devletinin devletten sayılabilmesi, meşrûluğunu ispât edebilmesi, çeşitli ve delinmez kurallara bağlanmıyor. Bir masa başında, bazen düz, bazen kavisli cetvellerle sınır çizmeye memur edilmiş adamlar, keyiflerince ve kendilerine
Fakat eski ve köklü medeniyet ve devletlerin yerine, yeni, tarihî karşılığı olmayan, türedi devletlerin geçmesi de tarih boyunca rastlanmaz bir şey değildir. Bazen anarşi ortamı o kadar büyür, o kadar büyür ki, insanlar sadece eski düzenin yıkılması için Tanrı’ya duacıdırlar. Yerine neyi getireceğiyle hiç ilgilenmeden başlarındaki belâyı almasını isterler. Hattâ Ortadoğu gibi, asırlar boyu köklü kavimler 1
GENCAY gösterilecek mukavemetleri de hesaplayarak, daha çok da petrol şirketlerinin uzmanlarının yardımıyla, dünyanın bütün maddî zenginliklerinin üzerine kendi ülkelerini oturtuyorlar.
devletlerde yaşayacak insanların etnik kökenleri, kültürel farklılıkları büyük devletler için hiçbir şey ifâde etmiyordu. Türk Milleti bu paylaştırmadan en fazla nasibini alan millettir. Bir kere, tarihte çok millete nasip olmayacak bir şeyini, imparatorluğunu kaybetmiştir. İmparatorluğunu, hem de çok kötü bir şekilde kaybetmiş, savunmaya çekilmiş, millî sınırları içerisinde gelebilecek her tür tehdide karşı algıları açık, fakat kendisini ciddî mânâda tehdit etmediğine inandığı şeyleri de meskût geçmeye hazır bir siyasî pozisyon almıştır. Cumhuriyetin ilk yılları, yayılmacı bir siyaset gütmediğimizi bütün dünyaya anlatmakla geçmiştir. Ancak her şeye rağmen, ülkemizin sınırları içerisinde yer almayan, ama bizim için hayatî önem taşıyan bazı bölgelerle de yakından ilgilenilmiştir. Misâk-ı Millî’den söz ediyorum.
Koca Roma İmparatorluğu “hasta adam” konumuna düştüğü vakit, kılıç ustalıklarını mensubu oldukları yeni dini yaymak için kullanan Türklerin Anadolu’ya girmesini ve Anadolu’yu Türkleştirmesini engelleyemedi. Bu, eskisinin yerine rabıtasız gelen devlet örneği. Türk Devleti’ni Ötüken’den daha batıya kaydıran kavim, daha önce devlet kurmamış Moğollardı. Gerçi Moğolların devletleşmeleri, Türkleşmeleri ve devleti Türklerden öğrenmeleri ile doğrudan alâkalıdır. Ama yine de bu, ikinci ve köksüz devlet örneğini karşılar. Düvel-i Muazzama Türklerin, ta 11. asırda ellerine geçirdikleri Ortadoğu hâkimiyetini Birinci Harp’ten sonra ellerinden aldı. Koskoca bir coğrafyayı, halefi olduğu devletin yönetim sistemini hiç araştırmadan, yerel beklentilere de kulak asmayarak, kendi bildiği ve uzmanı olduğu şekilde, yani sömürerek yönetti. İnsanların hürriyetlerini elinden aldı, hürriyetlerine karşılık onlara demokrasiyi öğrettiği yalanını ortaya attı. Bu sırada, elinde cetvellerle masa başlarında bekleyen adamlar sahneye çıktılar ve Osmanlı’nın enkâzını, kendi çıkarlarına göre pay ettiler. Bir hocamızın, “Türkiye’nin Suriye sınırı da cetvelle çizilmiştir.” lâfını ömrüm boyunca unutmayacağım. Hakîkaten bu sınırlar, petrol kuyularının yerleri tespit edilerek ve başka hiçbir şey dikkate alınmayarak çizilmişti. Yeni oluşturulan
Cumhuriyetin ilk yıllarının bu doğru ve en az doğru olduğu kadar gerekli siyaseti, Mustafa Kemal’den sonra onun gibi bir dehânın daha maalesef gelmemesi dolayısıyla, bir miskinlik, tembellik, çekingenlik ve hattâ korkaklık politikası hâline dönüşmüştür. Kıbrıs gibi bir yeri, Akdeniz’in en büyük uçak gemisini ve güney kıyılarımızın savunulması için olmazsa olmazımızı alırken bile binlerce tereddüte düştük. Fakat bizim için bu geriye çekiliş, temkin siyaseti, “siyaset-i ebed müddet” olmamalıydı. Atatürk’ten sonraki politikacılarımız bunu kestiremediler. Mustafa Kemal’in isâbetle işâret ettiği Sovyetlerin yıkılacağı gerçeğine hazırlıksız yakalandık. İnönü’nün 19 Mayıs Nutku ile 2
GENCAY meşrûluğuna darbe vurduğu Türk Milliyetçiliği fikrinin hakiki fikir adamları ve romantik mensupları hariç hiç kimse, Sovyetlerin yıkılacağı gerçeğini göremedi. En büyük uykuya ise dış işlerimizin daldığı âşikârdır. Bu devirde Ermenilerin Karabağ’ı işgâline sessiz kalan Türkiye, bütün dünya ülkeleri nezdinde büyük bir itibâr kaybına uğradı. Dış işlerimiz Sovyetlerin yalnızca doğusundaki yıkılışına değil, batısındaki nüfuz alanının parçalanmasından sonra oraların başsız kalacağı gerçeğine de hazırlıksız yakalandı ve Avrupa’nın göbeğinde Boşnaklara yapılanlara karşı da sesini çıkaramadı.
İki bölgenin tarih boyu Türkmen deposu ve yurdu olduğunu anlatmama bilmem gerek var mı?
Kuzey Suriye’de, Kuzey Irak’ta olduğu gibi, özerk bir Kürt bölgesi kuruldu. İşin en ilgi çekici yanı, ezelî düşmanların Kürdistan kurma konusunda hemfikirmiş gibi görünmeleri. Kuzey Irak’taki Kürt bölgesini kurup Barzani’nin emrine veren ABD’nin, Suriye’de Türkiye’ye komşu bir Kürt bölgesi kurulacağını öngörmemiş olması düşünülemez. Hattâ, kendisinin uzun vadede ulaşmak istediği Kürdistan hedefine varmasını kolaylaştıracak bu hamlenin yapılmasına, o bölgedeki muhalifleri biraz da güçsüz düşürerek fırsat vermiş bile olabilir. Tahtının derdine düşmüş Baasçı(Sosyalist Arap Irkçısı) Esad’ın da kuzeydeki bu Kürt bölgesine karşı çıkacağını düşünmek hayâlperestlik olur.
Yirmi yıl önceki bu tedbirsizliklerimizden ders aldık mı? Maalesef! Almış gibi görünmüyoruz. Batı’nın Osmanlı’nın elinden aldığı, petrolünü ele geçirdikten sonra bir iki diktatörün insâfına bıraktığı Ortadoğu kaynıyor. Ortadoğu’da rejimler yıkılıyor, diktatörler yıkılıyor, sınırlar değişti değişecek. Ve ben sanmıyorum ki bizim miskinliği hayat felsefesi edinmiş dış işlerimizin bu konuda bir ön hazırlığı olsun. Suriye’den bahsediyorum, anladınız. Esad Suriye’de, muhaliflere karşı pekaka’nın Suriye kolu olan peyede’nin desteğini aldı, biliyoruz. Buna karşılık Esad, Suriyeli Kürtlere özerklik sözü vermiş olmalı. Zirâ şu günlerde verdiği sözü tutuyor veya Kürtler ona sözünü zorla tutturuyor. Türkiye’nin güneydoğusunda ikinci bir sınırdaş Kürt bölgesi kuruluyor.
Türkiye’nin ABD’nin “emriyle” Suriye’ye askerî harekât düzenlemesi ihtimal dâhilindedir. Böyle bir harekât bir de 3
GENCAY büyük çaplı olursa, kuzeydeki peyede’yi bastırmaya muktedir olacaktır. Ve aynı harekât, Amerika’nın baş belâsı ve Rusya’nın dostu olan Esad’ın düşmesini de sağlayabilir. Harekât, Kuzey Suriye’nin Türkiye’ye ilhâkıyla neticelenebilir. Böyle bir sonuç, Amerika’nın hazır vaziyetteki Kürdistan’ı kurmayı reddetmesi değil, ertelemesi ve Esad belâsından kurtulması olarak okunmalıdır.
bile yerinden kalkmaya takatinin kalmadığını biliyoruz. Bir vekil bir özel toplantıda, bize güzel bir lâf etmişti. “Geminin yelkenleri Arap Yarımadası’nda şişirildi, istikâmet İran.” demişti. Eğer bölgesel Kürt devletçikleri siyasî bir birlikteliğe giderler de bölgedeki varlıklarını karşı koyulmaz hâle getirirler, pekiştirirlerse, İran’a karşı Kürt ve Âzerî Türk kartları oynanacaktır. Bunun da İran’ın bölünmesine yol açacağı bizce malum. Gerçi biz, Turancılar olarak, en azından İran’ın bölünmesi ve soydaşlarımızın hürriyetlerine kavuşması isteğindeyiz; fakat bu bölünmeyi Türkiye’nin yönlendirmemesi, Türkiye için bir felâket olur ve üç parçası birleştirilmiş Kürdistan gerçeğine Türkiye dayanamaz. Parçalanmış bir Türkiye de Güney Âzerbaycanlıların da, bütün Türklerin de hiçbir işine yaramaz.
Türkiye ABD’nin “emriyle” Suriye’ye askerî harekât düzenlemeyebilir. Bu hâlde Suriyeli Kürtler, AKP’nin gurur duyduğunu haykırdığı Barzani’nin de belirttiği gibi, “dört parçalı Kürdistan”ı kurmak için düzenlenen faaliyetlere katılacaklardır. Bazı arkadaşların kendilerini rahatlatmak için söyledikleri “Değil dört, iki bölgenin Kürtleri bile birleşemez, iktidar mücadelesine girişir, kavga ederler. Arkalarındaki güçlerin-ABD ve Rusya kastediliyor-mücadeleleri bu bölgesel yönetimlerin de birbirine düşmesine neden olur.” lâflarına katılmıyorum. Bu adamlar öyle hızlı vaziyette siyasî ve kültürel bağlar kurarlar ki, nutkumuz tutulur, dumûra uğrarız. ABD ve Rusya da, en kötü ihtimalle “statüko”yu korumak formülüyle anlaşmakta acele ederler. İsrail’in de bu bölgede, İlber Ortaylı’nın tâbiriyle “anti Arap ve non Arap” bir devleti hasretle beklediğini takdir edersiniz.
Bu siyasî ortam Türkiye için müthiş genişleme fırsatları da barındırıyor. Eğer insanlar, bu ortamın üzerine millî bir hükûmetle gidebilecek Türkiye’nin kazanabileceklerini hayâl edebilselerdi, dudakları uçuklardı. Ölü sevicilik yapmıyorum, bir fâniye de tapmıyorum; fakat Mustafa Kemal yaşasa, bu ortamdan güçlü ve büyük Türkiye’yi çıkarmakta hiçbir zorluk çekmezdi. Ancak bu hükûmetin ABD’nin dümen suyundan çıkmayacağı açıktır. ABD’nin politikaları ise orta vadede Türkiye’ye sadece bölünme getirir.
Eskiden olsa, “Böyle bir Kürdistan’ın kurulmasına Suriye, Irak, İran ve Türkiye izin vermez. Dördü de kendi topraklarından pay almaya çalışan bir Kürt Devleti’ne karşı gelirler, o devleti kurdurmazlar.” diyebilirdik. Fakat şimdi, Irak ve Suriye’nin öldüğünü, ölmediyse
Hava puslu, göz gözü görmüyor. Yolun sonunda hapsolmak da, hükümdar olmak da var. Pusun içinden, doğru zamanda çıkacak ve bize aydınlığa giden yolda yolbaşçılık edecek bir kurda muhtacız 4
GENCAY
BİR GARİP ROJAVA Sertaç EKEMEN düşmeleri kaçınılmaz olmuştur. Öyle ki; PYD yöneticilerinin geçtiğimiz hafta kendi inisiyatifleri doğrultusunda Ankara’ya gelmesi, Suriye yönetiminin Kuzey Suriye iradesine vermiş olduğu desteğin kesilmesi ile sonuçlanmıştır. Bu yüzden PYD, sempatisi olan halkı koruyamayarak katledilmelerine kayıtsız kalmıştır. Kuzey Suriye’de otoriteyi tekrardan eline almaya başlayan uluslararası İslami terörizm, Birleşik Kürdistan teorisine de büyük darbe indirmiştir. Geçen sene bu dönemde sözde bir devrimin gerçekleştiği Kuzey Suriye’de, Peşmerge kuvvetlerinin sınıra kaymasına tanık olundu. Bir yıl sonra Esad desteğinin kaybedilmesi ile beraber El Kaide karşısında mağlup olmaya başlayan PYD hareketi, Peşmerge’den askeri bir destek görmediği gibi silahsız insanlara yapılan saldırılara da Kuzey Irak yönetiminden diplomatik bir girişimi göremedi.
KCK’nın tanımlaması ile ortaya çıkan, sosyal medya aracılığı ile de hafızalara kazınan Rojava’da gerçekleşen kaos, neredeyse özerkliğini ilan edecek olan bir siyasal iradeyi yok etmektedir. Suriye Arap Cumhuriyeti, ilk olarak Kuzey Suriye üzerinde denetim kurmak isteyen Özgür Suriye Ordusunun alan hegemonyasını kırmak; örgütün merkez üssü olan Hatay ile Suriye içlerindeki teröristlerin bağlantısını koparmak ve çok uluslu teröristlerin Suriye’ye geçişini engellemek için, PKK’nın Suriye koluna bağımsız hareket etmeyi yani ‘silahlı tolerans’ iznini vermiştir. Suriye’nin kuzeyinde ayrı bir cephe açılması, otonomi noktasındaki PKK-Suriye kanadını tam bağımsız bir hale getirmiştir.
Batı Emperyalizmi güdümlü Pankürdist hareket, Suriye’de KCK-KDP-KYB gibi öncü Kürtçü örgütler tarafından yüz üstü bırakılmıştır. Bu pratikten çıkarılacak sonuç; Irak, Türkiye ve Suriye’de yaşayan Kürt toplumunun kendi içerisinde oluşacak üniter bir yapıdan fayda göremeyeceği şeklindedir.
Hal böyle olunca Suriye yönetiminden destek kaybetmeleri ve uluslararası İslami teröristler karşısında yenik duruma
5
GENCAY
SIRADAKİ HEDEF İRAN Pirali Çağrı ŞENSOY toprakları bu topraklar. Petrolün bulunması ve önem kazanması neticesinde de bütün stratejilerin hedefi hâline gelen bu topraklar yirminci ve yirmi birinci yüzyıl siyasetini şekillendiren çok mühim bir unsur olmak vazifesi teşkil ediyor. Hıristiyan batının bin yıllardan beri İslâm tehdidini bitirmekten daha büyük bir gayesi yok. Bunun için Haçlı Seferleri yaptılar. Vaat edilmiş topraklara sahip olmak isteyen Yahudilerin de, bu toprakların mevcut sahipleriyle pek anlaşabilmeleri mümkün değil. Filistin’de bunun için oluk oluk kan akıyor. Hıristiyanlığı benimseyemeyip eksik bularak ateist olan, sonralardan İslâm’ı tanıyıp Müslümanlıkla müşerref olan taraftarlarını kaybetme korkusu da materyalist ve seküler çevrelerin hedefi hâline getiriyor İslâm’ı. Birçok komplo teorisinin merkezinde de yine bu topraklarda yatan tarihi eserler var. Son yıllarda giderek ilgi kazanan Mason, İllimünati gibi cemiyetlerin tarihlerinin bu topraklara dayandığı iddialarının yanı sıra, “Ahmet(sav) Peygamber”den bahsederek Hıristiyanlığı bitireceğine inanılan ilk İncil’in de bu topraklarda bulunduğu zannediliyor. Ve tabii bin yılların değişmez putu: Para. Dünya petrol rezervinin büyük bir kısmı bu topraklarda yer alıyor. Bölge liderleri ellerini ceplerine koyup yattıkları yerden keselerini dolduruyorlar. Halkının sefalet çektiği bu verimli topraklardaki Arap zenginlerinin lüksü, petrol ticaretinden kaynaklanıyor.
Türkiye’de ve dünyada yaklaşık son on yıldır yaşanan gelişmeler sizleri şaşırtıyor mu? Açıkçası beni hiç şaşırtmıyor. Irak’ın işgal edilmesi, kuzeyinde Kürt yönetimi kurulması; Mısır, Libya gibi ülkelerde yaşanan devrimler; Suriye’de yaşanan olaylar ve nihayetinde Suriye’de de Kürt yönetimi kurulması… Milletçe idrak edemediğimiz, dikkate almadığımız çok mühim bir husus var: Büyük devletler, büyük planlar yapar. Küçük devletlerin payınaysa, ağaca bakmaktan ormanı görememek kalır. Ortadoğu… Bin yıllardır en büyük savaşlara tanıklık eden kutsal, verimli, kadim fakat bataklık, kan gölü topraklar… Dünyanın en kadim yerleşimleri bu bölgede kuruldu. Müslümanların, Hıristiyan ve Yahudilerin en kutsal mabetleri bu topraklarda… En büyük peygamberler bu topraklarda vazifelerini yerine getirdi. Kutsal kitaplar bu topraklarda yazıldı. Yahudilere bu topraklar vaat edildi. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla dünyanın en verimli 6
GENCAY Buraya kadar saydıklarımız Ortadoğu’nun nasıl bir stratejik bölge olduğunu anlatmak içindi. Böyle kıymetli bir bölgeyi ele geçirmek için elbette ki bazı politikalar geliştirilecektir. Yirminci yüzyıla Osmanlı’nın egemenliğinde giren bu bölge, yüzyılın başlarında özellikle İngiliz ajanlarının çabalarıyla Osmanlı’nın elinden alınmış ve sömürge toprakları olarak Araplara bırakılmıştı. İngilizler için elbette ki Osmanlılarla uğraşmaktansa bölük pörçük Arap devletçikleriyle uğraşmak daha kolaydı. Osmanlı devleti devrinde Ortadoğu’dan mülk bile alamayan Yahudilerin, Filistin’den toprak satın alarak İsrail devletini kurabilmeleri, bölgedeki değişimin en aleni delili olarak karşımıza çıkıyor.
ormanı göremez, ağaca bakar. Erdoğan’ın “Türkiye’nin Ortadoğu’da bir görevi var” diyerek ifade ettiği Geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesi, Ortadoğu ülkelerinin rejimlerinin ve sınırlarının değişmesine yönelik hazırlanmış bir proje. Tarihin hiçbir devrinde olmayan bir şey olup da, batılı dostlarımızın(!), bizi düşünerek, demokratikleşmemiz ve muasırlaşmamız için böyle bir proje hazırladığını mı sanıyorsunuz? Evet, Irak’ta bu projenin getirdiği demokrasiyi gördük. Müslüman ırzına geçip Amerikan –özür dilerimpiçleri doğarken, Müslümanların feryadı işkence kamplarında gökyüzünü yırtarken; Amerika, Irak’a demokrasi getiriyor, Irak’ı muasırlaştırıyordu. Çağımız ırzına geçilmiş devletler çağı olduğu için, Amerika’nın kucağından inerek devlet başkanlığı makamına oturan Barzanilerle Irak muasır bir hâl aldı. Üstelik Müslüman kadınlarına yapılan tecavüze Türkiye gibi güya Müslüman bir devlet ve çok dindar hükümet çanak tuttu, Amerikan üslerinin kullanılmasına izin verdi, hatta Amerika’yla müttefik olarak Kuzey Irak’a girmeyi bile mecliste tartıştı. Filistin’de çocukların üzerine fosfor bombası atmak vahşeti neticesinde din kardeşliği mavalı okuyanların Irak’ta yaşananlara sessiz kalması münafıklık alametidir. Suriye’de “benim din kardeşim” edebiyatı yapanların yakasından tutup sormak gerekir: “Irak’ta hangi taraftaydınız?” Hep aynı taraftayız. Hangi tarafta olduğumuzu söyleyelim: Libya’da devrimler başladığı sırada başbakana NATO’nun Libya’ya askerî müdahale yapıp yapmayacağı sorulduğunda başbakan “NATO’nun ne işi var Libya’da” dememiş miydi? Daha sonrasında NATO’yla birlikte Libya’ya
Yirmi birinci yüzyılın başlarından itibaren de Ortadoğu topraklarında Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) yürürlüğe konuldu. Ortadoğu’da yaşanan gelişmeleri Amerika’nın bu projesinden soyutlayarak düşünmek mümkün değildir. Yazımızın başında ifade ettiğimiz gibi, Amerika gibi büyük devletler büyük stratejiler geliştirir, Türkiye gibi devletlere de bu plana hizmet etmek kalır. Amerika Ortadoğu için plan yapıp yürürlüğe koyar, bir orman yetiştirir; Türkiye, Suriye’yle kavga ederek 7
GENCAY müdahalede bulunmadı mı? Hangi dünya liderliğinden bahsediyoruz?
“babası” arkasından çekilecek olsa perişan bir vaziyette ortada kalacak. Türkiye’nin gördüğü inkişaf serabı, Hasan Sabbah müritlerinin gördüğü Cennet’ten başka bir şey değil. Alamut Kalesinin surunda “Cennet için, benim için atla” emrini bekliyoruz. Toparlamak gerekirse, Büyük Ortadoğu Projesinin haritasına bakan herkes başkenti Diyarbakır olacak bir Kürdistan devleti görecektir. Tıpkı demokratik(!) Arap ülkeleri göreceği gibi… Dünyanın yavaş yavaş o haritaya benzemeye başladığını görenler, Kürdistan’ın Irak’taki ve Suriye’deki hedeflerine ulaştıklarını görünce geriye İran ve Türkiye kaldığını anlayacaktır. Bu da demek oluyor ki, bizim kabadayıların İran’a dayılanmaya başlamaları yakındır. Üçüncü köprünün Yavuz Sultan Selim Köprüsü olarak isimlendirilmesiyle başlayan tartışmaların akabinde bir mezhep tartışması yaşanır da İran’la bu şekilde mi karşı karşıya geliriz, yoksa Amerikan füze savunma sisteminin Türkiye’de kurulmasına karşı çıktıkları için mi karşı karşıya geliriz, orasını Allah bilir. Ama unutmamak gerekir ki: “Men dakka dukka” (Kötülük eden kötülük bulur.).
Irak’ta yaşanılan yüz karası savaşın, BOP’un bir adımı olduğunu hepimiz biliyoruz. Türkiye’yi ilgilendiren en önemli adımlarından bir tanesi de, başkenti – güya- Diyarbakır olacak Kürt devletinin toprak alacağı dört ülkeden ilkinin Irak olması ve bu topraklarda aynen BOP’da olduğu gibi bir Kürt idaresi kurulması. Dört ülkeyi Irak, Suriye, İran ve Türkiye teşkil ediyor.Bugün Türkiye, PKK’nın dünkü hamisi Suriye ile çekişiyor hatta birçok kere savaşın eşiğine geldi. Ne için? PKK’yı himaye ettikleri için mi? Hayır. O zamanlar “Esat kardeşim” olan Beşer Esat, şimdi neden zalim diktatör oldu? Elbette ki yine Erdoğan’ın vazifesi olan BOP sebebiyle… Ve Suriye’den gelen haberlere göre, Suriye’nin kuzeyinde de bir Kürt idaresi kurulduğu haberini aldık. Kürdistan’ın ikinci adımı da atılmış oldu. Ortadoğu’da muteber olduğunu zanneden Türkiye, aslında Amerikan egemenliğine karakolluk etmekten başka bir şey yapmıyor. Tıpkı bir mafya babasının haraç toplayan serserisi gibi dayılanıyor. Hâlbuki 8
GENCAY Son bir söz de zafer sarhoşluğuyla kendinden geçmekte olan yeni millet(!) Kürtlere: Tarihte bir defa bile devlet kurma şerefine nail olamayan Kürtler, bugün büyük bir Kürt devleti kurma hazırlığında. Hem de bu devleti, ona, Avrupalı dostları ve Amerika hediye ediyor. Batının bu bonkör teklifi için teşekkür ettikten sonra Kürt aklına hiç getirmiyor mu, dünyanın bu en verimli petrol yataklarını, en kadim topraklarını, hatta Yahudilerin kutsal vaat edilmiş topraklarını bunlar neden bana bırakıyor? Dünyanın bin yıllardır en kıymetli toprakları olan bu araziler aptal Kürt’e mi
yâr olacak? Bir “Men dakka dukka” da size… Hem Kürtler, hem de batı dünyası unutmamalıdır ki; Türk milleti ne kadar rehavet içerisinde uyuyor olsa da, dünyaya iki defa hükmetmiş bu milletin içindeki kudretli potansiyel, hâlâ mevcudiyetini muhafaza etmektedir. Bu kudret mevcut olduğu sürece de, biz değil, onlar korkmalıdır. Türkiye, BOP’a karşı mücadele ederek, “Kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır” müjdeli, kesin zaferin tarafında olmakla kazançlı çıkmalıdır. Çıkacaktır da…
9
GENCAY
BİZ SUSARSAK ŞEYTAN KONUŞUR Baturay Şamil YILDIZ Şu garibim Türkistan, şu güzel Türkmeneli… Haykırsın dağlar taşlar, deli olurum deli! Kader bizi çileye sürüp tayin edeli Canım yanıyor canım, dökülüyor öz kanım!!! politikaları ve tepkisizliği sinir bozucu iken bu konuya dair hassasiyetlerini bildiren ancak “elden bir şey gelmez” diyerek kenara çekilen kardeşlerimizin tavrı düşündürücüdür.
Geçtiğimiz haftalarda Doğu Türkistan’daki ve Irak’taki din kardeşlerimize, soydaşlarımıza dünya kamuoyu gözü önünde nasıl zulmedildiğini gözlerimiz gördü, kulaklarımız işitti. Kahpece ve huncarca gerçekleşen katliamlar çok az Müslüman Türk evladının yüreğine bir od gibi düştü. Uykuları kaçıracak, zihinlerde zelzelelere sebep olacak, gönüllerde kapanması neredeyse imkânsız olan hazin gelişmelerin medyada yankı bulmaması elbette kahredilecek durumlardan birisidir. Ancak birincisi değildir! Bizler bir şekilde Doğu Türkistan ve Irak olmak üzere birçok bölgede zulme maruz kalan kardeşlerimizin vaziyetinden haberdar oluyoruz. Peki zulme karşı ne yapıyoruz?
Dillere pelesenk olan “demokrasi” amaç olmaktan çıkıp araç olalı asırlar geçmiştir. Bunu fark ettiğimiz vakit bir ihtimal meydanları inletebilmeli, zulme dikkat çekebilmeliyiz. En ufak, önemsiz dediğimiz herhangi bir gelişmede, tasvip ve takdir etmediğimiz, etmeyeceğimiz bazı grup ve cemiyetler gündem belirleyip, gündemde kalmayı başarırken haksızlık karşısında haklı olarak “isyan” eden bir avuç milliyetçiler, yani bizler, gündem belirlemenin yol ve yordamlarına ne yazık ki vakıf değiliz.
Sosyal medyada “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır!” Hadis-i Şerif’ini paylaşmayı bilirken Kocatepe Camii’ndeki gıyabi cenaze namazına katılmaktan geri duruyoruz. Bu konu hakkında iktidarın
Ama bu olamayacağımız anlamına gelmez! Her ne kadar Milliyetçi Hareket Partisi’nin internet sitesinde 6 Temmuz 2009’da 10
GENCAY Sincan Uygur bölgesinde yaşanan olaylar hakkında yayınlanan bildiride(1) “Türk milletinin arzusu ve beklentisi, soydaşlarımızın “Çin’in toprak bütünlüğü içinde” temel hak ve özgürlüklerden yararlanacakları şartların ve ortamın hazırlanması ve maruz kaldıkları şiddet ve baskıların biran önce son bulmasıdır.” ibareleri mevcutsa da ve her ne kadar Ülkü Ocakları her üzücü olay sonrası basın açıklaması(2) yayınlamakla yetiniyorsa da zulme büyük başkaldırı bir gün bizlerin olan bu iki haşmetli kurumun öncülüğünde gerçekleşir inşallah…
olmuyorsa, yüreğinde tufanlar kopmuyorsa yüreğin taşlaşmış, zihnin başkalaşmış demektir! Türk’ün yaşadığı daha doğrusu yaşamaya çalıştığı yerlerde zulüm varken, bizim sokaklarımızda pervasızca insanların yürümesi yerine o kaldırımlar gözyaşıyla ıslanmalı, yumruklar eşliğinde haykırışlar göğü delmelidir! Yazılı açıklamaların yerini, vakitsiz baskınlar, ziyaretler ve hatta gerekirse tehditler almalıdır! Bunu yapabilecek konumda olanlar siyasiler misali imkânı olanlardır. Bize gelince… Biz bir gün Çin Seddi’nde vuslatı düşleyerek ölmek yerine zalimlerin gülüşüne inat şereflice yaşamaya devam edeceğiz. Bağıracağız, elçilik önünde olur, orada olur, her yerde olur… Ama sesimiz kulakları çınlatana dek, bağırmalıyız!
Şimdi öncelikli işimiz “aman susalım biz, çıt çıkarsak muhalefet yapıyor derler” düşüncesinden sıyrılıp bu ülkede, bu topraklarda yaşayan vicdan sahibi insanlara hitap etmek ve onları uykularından uyandırmaktır. Bu görev ve sorumluluk bizimdir! Tarihte böyle olmuş ve bir avuç insan zulme baş eymemiş, atiye yön vermiştir!
Sokaklara bugün inmeyeceksek ne zaman ineceğiz? Şampiyonluk kutlamalarında mı? Irak dibimizde… Tuzhurmatu’da Türkmen Cephesi Başkan Yardımcısı Ali Haşim MUHTAROĞLU şehit olduktan kısa süre sonra ortalığı yıkmamız gerekirdi. Barzani denilen adama dünyayı dar etmemiz gerekirdi. Velhasıl, bazen mutluluğu hatırlamak acıyı unutmamak gerekir. Sırf Türk oldukları için, sırf Allah’ın huzurunda eğildikleri için toprağa düşenlere selam olsun, rahmet olsun…
Doğu Türkistan’da şehit olan daha ömrünün baharındaki kardeşin için uykun kaçmıyorsa, ellerini yumruk yapıp, dişlerini sıkarak “Sabır ve güç ver ya Yarabbi!” diye içinden her gece haykırmıyorsan, zihninde depremler 11
GENCAY Yuvalanmış otağımda soysuzu, kincisi; Kalk ve doğrul Türkoğlu, Türklük için şu matem! O yangın yerlerinde -yürekte- başlar sitem… Korkmadan varacağın her boynu bükük şehir Olacaktır emin ol bir Maveraünnehir! Kalk ve doğrul Türkoğlu, Türklük için şu matem!
Aklına ve gönlüne işlenmeden her zehir:
O yangın yerlerinde -yürekte- başlar sitem…
Kalk ve doğrul Türkoğlu, Türklük için şu matem!
Atinin ışığıdır mazinin mefkûresi,
O yangın yerlerinde -yürekte- başlar sitem…
Bize rehber olmalı Kuran’ın her suresi. Öz yurdunda suskunluk, esaret neyin nesi?
1http://www.mhp.org.tr/htmldocs/genel_ba skan/konusma/699/index.html
Kalk ve doğrul Türkoğlu, Türklük için şu matem!
2http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/habe r79893Olcay_Kilavuz_Kerkukte_meydana_gelen_eli m_olayi_kinadi.html
O yangın yerlerinde -yürekte- başlar sitem… Sen benim serabımsın, tahayyülün incisi! O kutlu Turandır ki ülkünün birincisi…
12
GENCAY
GÜNEŞ DOĞUDAN DOĞAR Bülent ERDİL Bulgarlar’a, Sırplara, Yunanlılara “Soykırım” suçlaması yapan var mı?”
Esen “Takı mundın song sevinç taptılar. Kine künlerdin bir kün Ay Kagannung közleri yarıp bodadı. İrkek ogıl togırdı.” – Oğuz Kağan Destanı’ndan…
hiç
Kafkasya’da da durum Balkanlar’dan farksızdı. Eş zamanlı olarak burada da Ermeni ve Ruslar tarafından Türkler yok edilmekteydi. 1876’da Kafkasya’da başlayan ve 1913 yılının ortalarına kadar süren büyük bir kırım… Bu süreçte Türkler’den öldürülenlerin sayısının SSCB kayıtlarında 2 milyonu geçtiği belirtilmektedir.
Sonra onun da çocukları oldu ve dünyanın her yerine, özellikle batısına doğru yayıldılar… Çoğalıp, güçlendiler, dünyanın birçok yerini kendilerine yurt edindiler. Yüzyılın başlarında, Anadolu gibi bir Türk yurdu haline getirdikleri Balkanlar alev alevdi. Sistemlice soykırıma uğrayan Türkler can havliyle, Anadolu’ya doğru kaçmaya başlamışlardı. Kalanlar da işkencelerle öldürülüyordu. Yeni bir Haçlı Seferi olarak ilan edilen bu soykırımda tarihçi Justin McCarty’ye göre Bulgar, Sırp ile Rum çetelerinin öncülüğünde Balkanlar’da öldürülen Türkler’in sayısı 5 milyondan fazlaydı. Bir o kadarının da Anadolu’ya göçtüğünü belirtmiştir. Yani bu, Avrupa tarihinin gördüğü en büyük soykırımdı. Her 3 vatandaşımızdan birinin Balkan göçmeni olması, bu travmanın ne denli derin olduğunun göstergesidir. Bunun sonucunda Türk yurdu olan Balkanlar bu niteliğini kaybetmiştir. Hatta Fransız yazar Pierre Loti, Balkan Savaşları’nda Türklere karşı yürütülen soykırım için şöyle demişti:”Öldürdükleri Türkler’i derelere doldurarak üstünden karşıya geçen vahşi katillerin yaptıklarına tek söz eden var mı bugün? Türkleri yakalayıp törenle öldürürken resimlerini çektiren ve bunu dünyaya dağıtan
Yıl 1912 – 1913… Balkan Savaşları sürerken… Hac için Mekke ve Medine’de bulunan Türkistanlı hacılardan oluşan büyük bir gönüllü grup Osmanlı Ordusu’na katılır. Medine’de eğitim gören 400 genç Türkistanlı, Balkan Savaşı’na katılmak için gönüllü olarak İstanbul’a gelir. Kazan Türkleri, Hilal-i Ahmer’e büyükçe para yardımı yaptığı gibi, Türk Ordusu’na çok sayıda gönüllü asker ve sağlıkçıyla katılır. Balkan Savaşlarında mücadele eder. Ve daha niceleri…
13
GENCAY askeri birlikle olurlar.
çatışmaya
girip
şehit
Trablus, Hicaz ve Ortadoğu’nun her bölgesinden binlerce Türkistanlı; Kaşgar, Hotan, Hokand, Semerkant, Buhara ve Türkistan’ın diğer bölgelerinden gelen Türkler’le birlikte ölmek uğruna kardeşlerinin yardımına koşarlar. Türk Ordusu’na katılıp, direnişe destek verirler.
Yıl 1914… Türkler Balkanlar’dan atılmıştı. Sıra Anadolu’daki Türkler’deydi. Buraya sıkıştırılan Türkler de yok edilecek; böylece bin yıldan bu yana süregelen “Şark Sorunu” nihayet sona erdirilecekti. Avustralya’ya savaş açan iki yiğidin silahları ve elleriyle yaptıkları Türk bayrağı (1915)
Türkistanlı Kadı Abdürreşid, Kazan ve Başkurt Türkleri’nden bir gönüllü birlik toplar. Türkistanlılar Birliği olarak İngilizler’e karşı savaşmak için Türkiye’ye gelirler. Irak cephesinde çoğu şehit olur.
Yer Çanakkale… Batı var gücüyle Türk milletinin boğazını sıkıyordu. Türkler’in adı artık sadece tarih kitaplarında geçmeliydi. Dünyanın en güçlü ordularının karşısında tek başına ayakta kalmaya çalışan, tükenmek üzere olan bir millet var gücüyle direniyordu. Türk milleti, kahraman komutan ve askerleriyle tarih yazmış; geçit vermemişti.
Çanakkale ve Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye için savaşan Doğu Türkistanlılar Yine hacdan dönen 40 Türkistanlı Çukurova’dayken, Birinci Dünya Savaşı başlar. Anadolu Türkleri’nin aciz durumunu görünce, onlara yardım etmek için yurtlarına dönemeyip orada kalırlar. Fransızlar tarafından bölgede işgal başlayınca Türkistanlılar Tarsus’un ilk silahlı mücadelesini başlatırlar. Türkistanlılar’dan Hacı Yoldaş başkanlığındaki bir grup, Fransız karakollarını basar; Çukurova’daki Türk direnişini ateşler. Bu yiğidin oğlu Ahat
1915… Avustralya’da yaşayan Güney Türkistanlı (Afganistan) 2 yiğit, Çanakkale’ye asker göndermesi üzerine Avustralya’ya savaş açarlar! 500 kişilik
14
GENCAY (Andican) sonradan Türkiye’de bakan olacaktır.
Anlaşmalar yapar… Ama Çin ile… Siyasi, kültürel ve ekonomik bağlarla birlikte “Çin dostluğunu” güçlendirmek niyetine…
Kurtuluş Savaşı’nda Türkiye’ye 100 milyon altın ruble gibi büyük miktarda yardımda bulunan Buhara Halk Cumhuriyeti, yardımın güvenli biçimde yerine ulaşması için parayı SSCB üzerinden vermek istemiştir. Ancak bu büyük yardımın büyük bir kısmını cebine indiren Ruslar, 11 milyonunu Türkler’e teslim etmiştir. Ne acıdır ki, bu yardım da tarihe “Sovyet Yardımı” olarak geçmiştir. Ve daha niceleri…
“Yaza çıkardık danayı, beğenmez oldu anayı” demiş atalarımız…
Hatta şair Mağcan Cumabayev, yaşam mücadelesi veren Türkiyeli kardeşleri için demiş ki:
Doğu Türkistan’da çocukları
Uzakta ağır azap çeken kardeşim! Kurumuş lale gibi çöken kardeşim! Etrafını sarmış düşman ortasında, Göl kılıp göz yaşını döken kardeşim!
katledilen
Türk
Bizimkisi de o hesap, Türkiye dışişleri bakanı 2013’deki bir konuşmasında, soykırıma uğrayan Uygur Türkleri’ni terörist olarak niteleyerek, bu konuda ahlak sınırlarını oldukça zorlar.
Önünü ağır kaygı örtmüş kardeşim! Ömrünce yaddan cefa görmüş kardeşim! Hor bakan, yüreği taş, kötü düşman, Diri diri derini soymuş kardeşim!…
Meram Belediyesinin Çin ile kardeşliğini(!) pekiştirmek amacıyla yaptığı park(2013)
Kardeşim! Sen o yanda, ben bu yanda, Kaygıdan kan yutuyoruz, bizim adımıza Layık mı kul olup durmak, gel gidelim, ALTAY’A… Atadan miras altın tahta…
Parklar yapar… Ama Çin ile kardeşliğini pekiştirmek için… Açılışını da Uygur Türkleri’ne yapılan soykırımın yıl dönümünde yapar!
Türkistan’ın şerefli yiğitlerinden kimi Türkiye için can vermiş; kimi gözyaşı dökmüş… Ellerinden ne gelirse bu millet için yapmış ve onların yok olmasına izin vermemiş… Bunlara rağmen, karşılığında Türkiye ne yapar? 15
GENCAY İstikameti şaşırır…
Doğu Türkistan’daki soykırımları protesto eden Japonlar (2013)
Ak ile karayı, doğru ile eğriyi, düşman ile kardeşi birbirine karıştırır…
Anadolu’daki Türk kardeşlerine her alanda yardımda bulunup, yaşam mücadelesini kazanmasına destek veren, uğrunda binlerce can veren Türkistan’ın doğu kısmı ne yazık ki bugün yok olmakla karşı karşıyadır. Tıpkı Anadolu’daki kardeşlerinin yüz yıl önceki durumuna düşen Doğu Türkistanlılar’a ne acıdır ki beklenen ilgi ve olaylara tepki, batıdaki Türkiyeli kardeşlerinden değil; güneşin doğduğu ve bayraklarında bu simgenin olduğu dostlarından gelir. Japonya, 2013 yılında yaşanan son olaylarda Çin’i sert biçimde uyarır. Hatta Japon hücumbotları Doğu Türkistan bayrakları asarak, Çin karasularına girer. Bunun üzerine Türkler’e yapılan katliam durur.
Yasaklar…
Çin’deki Türk kurtuluş hareketi liderlerinin ülkeye girişini ve faaliyetlerini… Bu yasakla Çin ile birlikte, Doğu Türkistan kurtuluş hareketine cephe alan dünyadaki iki ülkeden biri olma başarısını yakalar…
Türkiye’ye neden gidemiyorsun diye sorulduğunda, boğazı düğümlenen Rabia Ana…
Ümmetçi ya… Haklarını arar Müslümanların… Ancak Mısır, Suriye ve Filistin’in… Söz konusu Türkler olunca, Müslüman da olsalar işler değişir.
Sıkma canını… Türkeli’nin batısından selam eder; ellerinden öperim. Gül sen; Ay yüzlü…
Ve daha niceleri…
Baksana güneşe… O bile biliyor; nerede doğup, nerede batacağını…
Not: Yakın geçmişe kadar Batı Türkistan olarak adlandırılan Türkler’in yurdu, Sovyet egemenliğine girdikten sonra Kazak, Kırgız, Özbek ve Türkmen ülkeleri olarak parçalanarak birbirinden ayrıştırılmıştır.
16
GENCAY
17
GENCAY
ÜLKÜCÜ AYDIN’IN VARLIĞI SORUNU Yunus Emre UYAR Ülkücü aydın meselesi söz konusu olduğunda pek rastlanmayan bir tartışma noktası da böyle bir şeyin var olup olmadığıdır. Genellikle böyle bir realitenin mevcut bulunduğu sayıltısından hareketle yürütülen tartışmalar şu ihtimalin üzerini örtmemelidir: Mantıken ülkücü aydın diye bir niteleme mümkün değildir. Bu iki temel sebebe dayandırılabilir.
aydın” tamlaması gereksiz ve yanlıştır. Aydın zaten ülkücüdür. Yukarıdaki çıkarım “ülkü” ve “ülkücü” kavramlarına gerçek anlamlarını vermiş olmaktan kaynaklanmıştır. Ülkücülüğe Türk Milliyetçiliği ideolojisinin taşıyıcısı olan bir hareketin mensubu olma anlamını yükleyenler için böyle bir çıkarım kabul edilemezdir. Ne de olsa bu hareketin mensubu olmayan çokça aydın vardır. Ancak ülkücülüğün sözü edilen ikinci anlamı için de ülkücü aydının olamayacağına yönelik iddianın şu dayanağı da dikkate alınmalıdır: Aydın, tanımda değinildiği gibi o kadar kültürlü ve o kadar ileri düşünceli kimsedir ki hiçbir zaman aydınların kültürüne erişemeyecek olan ve yine asla ideal düzeyde ileri düşünceyi sağlayamayacak olan, üstelik böyle bir iddia da taşımayan meclis içi siyasetin yanından bile geçmez. Gazali’nin haram sofrası dediği yere oturmaz. Aydın, Hocaoğlu’nun tarifindeki gibi “Cemiyetin kanayan vicdanı, düşünen beynidir.” Ancak bu kanın aktığı oluk meclisten geçmediği gibi beynin düşüncesi de daima meclis üstü kalır.
Birinci olarak, aydın kavramının bazı aydınların birtakım tarihi hatalarına dayanan farklı farklı anlamlandırılmaları ve aydın, entelektüel, münevver kavramlarının arasındaki nüansı şimdilik Türkçe Sözlük’ün vermiş olduğu yetkiye dayanarak bir kenara bırakıp doğrudan sözlükte en net şekliyle verilen aydın tanımına başvurulsun: “Kültürlü, okumuş, görgülü, ileri düşünceli kimse, münevver, entelektüel.” Sallantısızca söylenebilir ki bu özellikleri bünyesinde toplayan her sağlıklı insan ülkücüdür. Ne de olsa böyle birisi olup da bir mefkûre/ideal/ülkü sahibi olmamak mümkün değildir. Çünkü hakiki manada okumuş, kültürlü, görgülü, ileri düşünceli kimsenin varlığında toplanan yüce duyuş ve düşünüş kişinin kendisinden taşacaktır. Bu taşma, bir tür içeriğin yayılması çabası olduğundan, her aydını aynı zamanda tabi kendisini dışlaştırarak toplumu aydınlatma ülküsünün peşinden koşan bir ülkücü olarak nitelemek mümkündür. Yani, ülkücü olmak zaten aydının değişmez/tabi özelliğidir. Bundan başkası zaten aydın olarak nitelenemez. Öyleyse “ülkücü
Ülkücü hareketin ve tabiatıyla ülkücülük olgusunun bugün meclis içi siyasetle olan ilişkisi Ülkü Ocakları’nı milliyetçi bir partinin gençlik kolları işlevinde gösterecek kadar sıkıdır. Bu eğitim ve kültür vakfının resmi web sitesinde “lider” olarak siyasi bir partinin genel başkanının gösterilmesinden vakıf şube etkinliklerinde yerel parti idarecilerinin 18
GENCAY konuşmacı olması ya da milletvekili adaylarının oy isteme gezilerinde yanlarında vakıf başkanlarının bulunmasına kadar türlü hadiseyle su götürmez delillere sahip olmaktadır.
aydınların vaziyeti üzerinde asıl durulması gerekenlerdir. Neticede ülkücü devinişin bilişini Türk milliyetçisi aydınlar sağlar. Ülkücü aydın konusunda bu noktalara dikkat çekilmesi gerekliliği bu konuda söylenenlerin çoğu kez övgü düzmekten ileri gidememiş olmasının verdiği rahatsızlıktan kaynaklanır. Sözgelimi, Ahmet Zaimoğlu’nun Ülkücü Aydın başlıklı yazısında bu kavrama bir içerik tasarlama çabası görünmüyor. Yazının genelinde kavrama yönelik bazı anlayışlardan söz edilmiş ve ardından daha varlığı bile çok su götürecek olduğu halde varlık-yokluk meselesine hiç değinmeden ülkücü aydının övgüsüne geçilmiştir. Hakkı verilmelidir ki hedef kitleye birtakım önerler de getirilmiştir.
“Aydın”ın ve “ülkücü”nün meclis içi siyasetle olan ilişkilerine dayanarak, bu tabiatı gereği kirli sahada tabiatı gereği tertemiz bulunan aydının asla yer almayışından ve ülkücülerin bizzat bu sahanın içinde olmasından hareketle bu kez de ülkücü kimsenin bu kimliği taşıdığı sürece aydın olabileceğini söylemek mümkün gözükmüyor. Hal öyle olunca da ülkücü aydın kavramının içini doldurma girişimi bir kez daha sonuçsuz kalıyor. Elbet bu durum ülkücü kimsenin hiçbir zaman aydın mertebesine ulaşmayacağı anlamına gelmez. Ne zaman bir ülkücü bir siyasi hareketin kendisine verdiği sıfatı ve düzeni bir yana bırakıp bu sözcüğün asıl anlamını sırtlayarak meclisle uğraşmaktan vazgeçerse işte o zaman aydın olma yolunda önemli bir engelden kurtulmuş olur. Aydınlığa ulaştığında da zaten bir ülkücü olacağından yine ülkücü aydın diye nitelenemez.
Gazi Karabulut’un Ülkcü Aydın Tiplemesi yazısında ise hatrı sayılır bir kısım gerekli vasıflara sahip olamadığı halde aydın etiketine nail olanların aydın kavramına yüklenmesini sağladığı birtakım olumsuzluklara ayrılmış. Yazıda ülkücü aydın diye nitelenen tiplemeden beklenenler gerçekten zaten aydın kişilikte olması gerekenlerdir.
Ülkücü aydın diye bir kavramın olmayışı ülkücü hareket için bir hüzün vesilesi olmamalıdır. Eşyanın tabiatından kaynaklanan bu duruma içerlenmek pek işlevsel görünmüyor. Camianın asıl kafa yorması gereken Türk milliyetçisi aydınlar meselesidir. Ülkücülerin taşımakla benlik buldukları Türk Milliyetçiliği ideolojisinin aydınlığın neresinde olduğu, milliyetçi
Sözü edilen iki yazıya karşın bu yazının amacı ise ülkücü aydın diye bir tipleme üretip aydın tipten alıntılarla özellikler sıralamak ya da haksız ithamları yanıtlamak yerine adına bu çabaların var olduğu görülen ülkücü aydın kavramının var olup olmadığını tartışmaya açmaktır.
19
GENCAY
20
GENCAY
MHP’NİN İLETİŞİM SORUNU M. Bahadırhan DİNÇASLAN Milliyetçi Hareket Partisi’nin beslendiği fikir havzası, beğenelim ya da beğenmeyelim, Türkiye insanının kültürel kodlarıyla en uyumlu arkaplana sahiptir. Buna rağmen, üstelik yeterli [kırk yıldan uzun] bir süre geçmiş olmasına ve parti bir şekilde baskı ve “yok sayma”yı kırıp meclise defalarca girmiş, medyayı kendisine yer vermeye mecbur bırakmış bulunmasına rağmen, iktidar alternatifi yaratamıyor, iktidar olamıyorsa, orada mutlaka bir iletişim sorunu vardır. MHP adını anmadan değineceğimiz savlar, farazi bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı algısında olumlu imaj yaratacakken, MHP boyası çalındığında insanları itiyorsak, bu iletişim sorunu hayli büyük demektir. Şahsen, fikir açısından da MHP’nin geneline hakim olan görüşten ayrılıyorum ve buna dair yazıp çiziyorum, ancak bu fikren farklı olmak hiç sorun yaratmamışken, iletişim sorunu, beni ve benim gibileri MHP’den uzağa itiyor, bu yüzden hayli önemlidir.
MHP’de Korku Havası, Kongre ve Ülkücü Gençler diye bir yazı yazmış, siyasi hesaplar yüzünden birbirine düşen “büyük” ülkücülerin ben ve benim gibi düşünen gençleri nasıl tiksindirdiğini anlatmıştım. MHP’ye sızan bu “Bizans hastalığı” ne zaman müşahade etsem midemi bulandırıyor. Yazıya giriş yapmadan önce, “parti içi iletişim sorunu”na değineyim hemen: Bir mevzuda fikir ayrılığı yaşayanlar hemen “ocak dışı” ilan ediliyor. Böyle olduğunda, Paşa Tambay’ı ve ölümünü hatırlıyorum. Kendisiyle görüşlerimiz aynı değildi ama ölmeden evvel son sözlerinden biri, “Bizim ülkücülüğümüzden şüphe eden, anasının nikahından şüphe etsin” oldu. O ve onun gibi insanlar belki hatalar yapmışlar, başka yollara sapmışlardır ama bu sapışta, hep baskıya uğramalarının, muhatap bulamamalarının, en ufak muhalif tavırlarında kovulmalarının da payı vardır mutlaka.
İlk ve genel sorun, “insan kaynaklı sorun”lar. Ülkü Ocakları’na dair yazdığım çeşitli yazılarda, mevcut anlayışın, parti tarafından ocağa biçilen rolün, ülkücülerin tecrit olmasına, insan kazanamamasına, kötü imaj çizmesine sebep olduğuna değinmiştim, o yüzden “Ocak” konusuna girmeyeceğim.
Bu “hızlı ve öfkeli” girişten sonra, genç bir iletişimci olarak, aldığım eğitim ve şahsi okumalarıma dayanarak, MHP’de iletişim sorunları nelerdir, onlara değinmeye başlayayım.
MHP’nin “omzu düşük” tabir ettiğimiz, 80 faciası sonrası yeni düzende kendine yer bulamayışıyla “dejenere” olmuş “kayıp” neslinin mümessilleri, insanlara itici 21
GENCAY mesajlar veriyorlar. Bu konuya, yazının sonunda Gezi olaylarına değinerek yeniden gireceğim, o yüzden bu kadarlık bir tespitle yetineyim. Bu neslin arasında, hem eylemci ve gerekirse silahla çatışacak ruhunu muhafaza eden, hem de değişen dünyayı “kimliğini değiştirmeden” realist bir şekilde okuyarak kendini yeniden konumlandıranlar da var, onlar, bayrağı devralacağımız “öncü”lerdir.
dedikodulara derinlemesine vakıf değilim ama MHP sürekli ön plana çıkan, sorun yaratan ve ayrılan/üstü çizilen adamlar döngüsü yaşıyor. Son örneği Mansur Yavaş’tır. Ümit Özdağ bunlardan biridir. İş, git gide, Stalin’in, Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren isimlerden her birini teker teker kurşuna dizdirip “sağcı”, “troçkist”, “menşevik” suçlamalarıyla karalamasına dönüyor: Partinin yetiştirdiği eli yüzü düzgün, ön plana çıkan isimlerin biri diyelim cemaat ajanı, diğeri Ergenekoncu, öbürü kripto Ermeni, beriki mason, öteki dönek; tek doğru ülkücü partiyi şu kadar yıldır yönetip iktidar yapamayan, Hüseyin Çelik gibi bir hadsizin bizi öfkeden deliye döndüren açıklamalarına ortam hazırlayan, gençlere açılım yapamayan, “AKP Payandası” sıfatını üstümüze bırakan, en önemlisi, gündem belirleyemeyip, hep yaratılan gündemde küçük hesapların peşinde “merkez sağ” odağında konum almaya çalışan mevcut yönetim midir? Ben şahsen Mansur Yavaş’ı pek sevmem, mevcut yönetimi eleştirenlerin de, özellikle kongre zamanında, ne kadar iğrençleşebildiğini görüp, yönetimi müdafaa eden yazılar yazmıştım ki genel merkezden kimi isimlerin sevgisini kazanmıştım. Ama bunu söylemek lazım, söylemek lazım ki Hüseyin Çelik gibiler, Mümtazer Türköne gibilerden değil, ülkücü bir gençten duyun, ağırınıza gitmesin, el yıkmak için eleştirir, “gardaş” yapmak için.
İnsan kaynaklı sorunlardan bir diğeri, liyakat ölçüsüne göre değil, “kulis” ve “para” gücüyle belli makamlara gelmiş insanların, liyakatli gençlerin yükselmesini, “koltuğumu kaybederim” korkusuyla engellemesidir. Bu sorun, MHP’nin maalesef “ortadoğu partisi” haline gelmesine zemin hazırlamaktadır. İkinci sorun ise, “bilimsel yetersizlik” sorunudur. MHP, -yapıyorsa bilmiyorum, eğer öyleyse, yanlış yapıyor demektir. Zira burada örneklemekten utandığım o kadar ciddi iletişimsel hatalar var ki, AKP ya da CHP hiç propaganda yapmasa dahi, kendi kendimizi fena halde baltalıyoruz- ciddi iletişimcilerin bilimsel rehberliğinde kendisine bir yol çizerek, bilimsel, kurumsal ve realist bir iletişim karması hazırlamalı, bütün söylemlerini buna göre, çok yönlü ve uzun vadeli bu karmaya uygunluk esasına dikkat ederek belirlemelidir. Sözgelimi, Gezi Parkı olayları sırasında Bahçeli’nin bir destekleyen, bir köstekleyen, sağdan sola savrulan açıklamaları ciddi bir eksikliği gözler önüne serdi. Kendi partim olmasa gülerdim, maalesef dişlerimi sıkıp üzülmekle yetindim. Üçüncü sorun, yönetim sorunudur. Yaşım ve ilgi alanım itibariyle siyasi 22
GENCAY Dördüncü sorun, girişte değindiğim, “tahammülsüzlük” sorunudur ki, üçüncü sorunla da ilişkilidir. Tepeden inmeci, “lider teşkilat doktrin tartışılmaz” diyen usul, Türkiye’deki iç savaş şartlarındaki gereksinimlerden ortaya çıkmıştır, artık ne MHP’de, ne genel siyasette yeri vardır. Hal böyleyken, bir ülkücü genç olarak, tahammüllü, kapsayıcı, kuşatıcı, gerekirse özür dileyebilen, samimi bir şekilde aramıza karışan, “odunla adam döven öğretmen” tipi değil, “müşfik ve vakur baba” karizmasında bir lider istiyorum.
yazacağım, ayrıca “çözüm ne olmalıdır?” sorusuna eğileceğim. Şimdilik, mevcut yönetimi, doğru olanın o olduğuna inandığım için savunduğumda teveccühünü kazandığım “makamlı” ve “makamsız” kimi isimlerin tepkilerini ölçmek istiyorum. Gelelim Gezi Parkı olayları meselesine. Uzun uzun dört yazı yazdım bu konuyla ilgili, tekrar analize girişmeyeceğim. Sadece ilerisi için bir öngörüde bulunmaya çalışayım. Bahçeli, “10 milyon oy iktidar değiştirir” diyor, gençleri MHP’ye kanalize etmek amacını belirtiyor.
Beşinci sorun, söylem sorunu. MHP ana propagandasını hep hamasi tutuyor, sosyal sorunlara, Gezi Parkı gibi sosyal reaksiyonlara yeterince eğilmiyor, “insana dair ne varsa” bütünüyle kapsamıyor, sanki varoluş karmasının içinden sadece “milli reaksiyonerlik”i seçmiş ve “ben iktidara gelmeyeyim, sadece arada bir Türk lafını kullanarak hamasi bir nutuk çekecek bir parti mecliste, renklerden biri olarak mevcut olsun” der gibi. Bu bizim çok eskiden beri gelen bir sorunumuzdur ve buna karşı şahsen önerdiğim “evrensel milliyetçilik” bakışı, kimileri tarafından “beynelminelcilik” olarak algılanıyor, beni eleştiriyorlar. Varsın eleştirsinler, haklı olduğum ortaya çıktığında onlar bu fikrin en ateşli savunucuları olacaklar.
Evet, 10 milyon oy iktidar değiştirir ve Bahçeli’nin meyl-u muhabbetini kazanmaya çalıştığı bu 18-25 yaş arası gençler, gezi parkı için düzenlenen eylemlere büyük oranda destek veriyorlar. Bahçeli tam tersi bir konumlandırma yaptı kendine. Şimdi, “gençler bize oy verin” diyor. İlk yazdığım yazıda açıklamıştım, o gençlerin büyük çoğunluğunun ilk “politize olmak” tecrübesiydi bu eylemler, ve orada “yanında” gördüklerine meyl edecekler. Biz milliyetçi gençler, orada bulunarak, hiç değilse bizi gören gençlerin teveccühünü kazandık, Bahçeli, Gezi Parkı olaylarının en büyük kaybedeni oldu.
MHP, ne olursa olsun benim partim olduğu için, yazasım gelenleri kırptım, diyeceklerimin çoğunu demedim. Ülkücüler ve Sokak, Gezi Parkı Olayları ve Milliyetçi Analiz başlıklı yazılarımı okursanız, daha aydınlatıcı olacaktır. Eğer bu yazıya “öyle değil” gibisinden geri dönüşler alırsam, böyle olduğunu ispatlayacak, daha etraflı bir yazı
-Yahu ülkücü anne babanın ülkücü çocuğuyum, ben verirken gönülsüz veriyorum, dışladığın, aşağıladığın, 23
GENCAY görmezden geldiğin, dilinden konuşma ihtiyacı duymadığın herhangi bir Türk genci neden oy versin?-
müteşabih olarak seçtim, “araplar” ya da “avrupalılar” ile ilgisi yoktur. Bu “Avrupalı algısı”na geçiş, en büyük kazanımdır. Bu yeni algı, bir alternatif yaratmayacak, AKP’yi indirmeyecek, ihtilal tetiklemeyecek. Bu algı, mevcut hareketlerin “kendine çeki düzen vermesini sağlayacak: İslamcılar Avrupa Hristiyan demokratlarına benzer bir “muhafazakar liberal” havaya, solcular “sosyal demokratlık”a meyledecekler. Milliyetçiler ise, treni kaçırdıkları için yok olacaklar, yok olmaması için tek çare, bahsettiğim sorunları aşıp, seküler, bilimci, realist ve çok yönlü bir “evrensel milliyetçilik” anlayışıyla Türk milliyetçiliğinin ve milletinin öncüsü haline gelmektir.
[Mhp'nin bu iletişim sorunu, genel merkez binası kadar büyük. Bunun sorumlusu Bahçeli de değil, çok derine inen ve genişe yayılan bütüncül bir "dekadans". (sözcüğün Türkçesini kullanmaya içim elvermedi.)] Gezi parkı olaylarını, bu açıdan yorumlayınca, bir işarettir: Yeni neslin “algı”sı farklı. Bu algının ne olduğuna, neden değiştiğine dair sosyolojik analizler başka bir yazının konusudur. Sadece şunu diyeyim, ben ki ülkücüyüm, MHP’nin ortaya koyduğu eylem ve söylem karması beni çekmek şöyle dursun, itiyor, yanlış, saçma, gereksiz ve muzır bir kurgu var çünkü. Ülkücülükle hiç alakası olmayan gençler içinse, çok daha feci bir durum var.
Bu yazıyı, diğer yazılarımı tamamlayıcı bir yazı olarak yazdım, iddialarımın temelleri, diğer yazılar okunmazsa, boş kalabilir, belirtmek isterim. Eğer ihtiyaç duyarsam, değindiğim noktaları açımlayan bir yazı daha yazacağım.
Öyleyse, Gezi parkı olayları, yeni neslin, “arabesk” kafadan, “avrupalı” kafaya geçişinin göstergesidir. Buradaki “arabesk” ve “avrupalı” terimlerini, henüz dönüşüm yeterince tamamlanmadığından, uygun terimlerimiz yokluğu sebebiyle,
Ezen bolsun karındaş kalık.
24
GENCAY
25
GENCAY
ÖRGÜTLÜ ÜLKÜCÜLER VE ÜLKÜCÜ İNTERNET PROJELERİ Emre ECE Ülkücü Göstergeler” isimli yazıyı okumanızı tavsiye ediyorum. Yazıdaki verilerin de genişletilerek sürekli güncel tutulabildiği bir sayfanın da oluşturulması lazımdır. Şimdi benim görebildiğim kadarıyla internet projesi olarak oluşturulmuş birkaç projeyi sizinle paylaşmak istiyorum. Gerçek hayatta olduğu gibi internet ortamında da bu projelerin çoğundan kimsenin haberi yoktur. Bu projeler hakkında kısa kısa fikirlerimi sunacağım. Bu listedeki proje sahipleri de belki birbirleri ile yardımlaşma imkanı bulabilirler.
Ülkücülük kendine has duruşu ve milli yapısıyla ülkemizdeki diğer hayat görüşlerinden ayrılmaktadır. Siyaset ile bireysel çıkarları, ideolojik veya mezhepsel bir grubun ekonomik refah düzeyini yükseltmek, toplumun yaşam tarzını baskıyla, zorbalıkla tehditle değiştirmek, anarşiden ve şiddetten medet ummak fiillerinden uzak duran Ülkücülüğün; çağın getirdiği kolaylıkları bir an evvel sistematik bir şekilde kullanması gerekmektedir. Tarif edilen, kendine has olan bu duruşu kaybetmeden teknolojiyi kullanabilirse yeni Ülkücü nesil çok sağlam karakterli, tefrikalardan uzak, eğitimli ve ahlaklı olacaktır. Başbuğ’un tarifinde olduğu gibi.
Örgütlü Ülkücülük, birbirinden kopuk yapılan projelerden daha iyi değil mi? Kırgınlıklar varsa bir kenara bırakılmalıdır. Halimiz ortadadır, bayrağımızın yanında bayrak dikme raddesine gelinmiş, polisimize, askerimize “Burası Kürdistan, TC defol” denilmiş ve Kuzey Kürdistan (Güney ve Doğu Anadolu Bölgesi) konferansları ülkemizde yapılır, üniversitelerde Ülkücüler her türlü baskıya karşı yalnızlık hisseder olmuştur. O sebepten lütfen birlik olmaya gayret edelim.
Teknolojinin getirdiği en büyük yenilik şüphesiz internettir. Ülkücülerin internetteki etkinliği ile ilgili sayın Dr. Hayati Bice’nin “İnternet ve Sosyal Medya: 26
GENCAY Ülkücü Projeler
çalışmaları da yapılmaya devam edilecektir. Bu takvim oluşturulduğunda hangi çalışmanın ne zaman yapılacağı belirli olacağı için bilgi toplama, etiket belirleme, görsel oluşturma gibi çalışmalar daha güzel bir şekilde yapılacaktır.
Twitter Örgütlenmeleri Twitter bildiğiniz gibi ülkemizde çok etkin bir şekilde kullanılıyor. Hemen hemen her görüşten insan bu ortamda bulunuyor ve gündem listesine kendi görüşlerini sokabilmek adına Twitter grupları oluşturuyor. Böylece belirledikleri etiketleri üyelerine yazdırarak TT listesine sokarak bütün kullanıcılara etiketleri okutmuş, farkındalık yaratmış oluyorlar. Bu farkındalığın içinin doluluğu tartışılabilir. Yani bu etki oluşturulmaya çalışılırken insanların ne kadar bilinçlendirilebildiği. Bu konuda başlı başına bir yazı yazmak gerekiyor.
Diğer bir husus da gündem çalışması yapılırken görsel düzenlemeden “anlayan” üyelerin dikkat çekici, yüksek kaliteli ve göze hoş gelen görselleri Twitter’a yüklemeleri ve bu görselleri retweet yaptırarak gündemin en tepesinde bu görseli yerleştirmeleri yararlı olacaktır. Diğer bir husus da benim de dâhil olduğum “örgütsüz” Ülkücülerin bu gruplara daha fazla destek vermelerinin gerekliliği.
Ülkücülerin bulunduğu iki tane ana grup bulunmakta. Alparslan Türkeş’in Askerleriyiz #ATA ve Milliyetçi Hareket Partisi #MHP isimli gruplar ana akımı oluşturuyor. Bu iki grup da MHP çizgisinde ve partiyle resmi bağı olmasa da MHP’ye gönül verenlerden oluşuyor, Türk milliyetçilerinin hassas olduğu konularda gündem çalışması yapıyorlar. Örgütsel bir hiyerarşi olmasa da grupların kullanıcıları bulunmakta ve gündeme sokulacak etiketi çekirdek kadrolar belirliyor. Şu anda ciddi şekilde kullanıcı sayısına sahipler ve gündem yaratma konusunda oldukça özverili ve başarılılar. Gerçek hayatta görüşerek de bağlarını kuvvetlendirmekteler.
Ülkünet Projesi
Bu proje bütün Ülkücüleri yakinen ilgilendirmektedir. Eğer duymamışsanız lütfen bu siteyi araştırıp tanıtımını yapın. “Türk Milliyetçiliğinin Dijital Kütüphanesi” sloganıyla hayata geçen bu projeyle oluşturulan http://www.ulkunet.com, çok geniş bir arşive sahip ve günden güne gelişmekte. Yalnız kullanım kolaylığı için kategori, yazar, yıl gibi filtreler ile içerikler gruplandırılmalı. Tasarım iyileştirmesi de gerekiyor.
Bu gruplar etiket takvimi isimli bir doküman ile önemli olayların tarihlerini not ederek çalışmalarını kolaylaştırabilirler. Tabi bu tarihlerin haricinde gündemle ilgili gündem
Yukarıda bahsettiğim twitter grupları bu siteye destek vermeli ve facebook, twitter sayfasını takip etmelidir. Hatta Ülkü Net 27
GENCAY için bir gün yapılabilir.
gündem
çalışması
da
Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Eğitim Dokümanları
Twitter Sayfası:
Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı, gençleri eğitmek için çok yararlı eğitim dokümanları oluşturmuş. Sanıyorum geçen ay tesadüfen rastladım ve kendi web sitesinde bulamasam da Kayseri Ülkü Ocakları’nın web sitesinde dokümanların tamamına ulaştım.
https://twitter.com/ulkunet_com Facebook Sayfası: https://www.facebook.com/ulkunet Sahipsiz Değil Projesi
http://kayseriulkuocaklari.com/egitim-2 adresinden siz de bu dokümanlara ulaşabilirsiniz. Ülkücülük şuurunun gelişmesi için oluşturulan bu dokümanlar, okumayan neslimiz için güzel bir başlangıç olacaktır. PDF formatındaki dokümanları çevrimiçi olarak da indirerek de okuyabilirsiniz. Hazırlanan dokümanların isimleri:
Sahipsiz Değil projesi Ülkücü ve Türk milliyetçilerinin oluşturduğu ilk özgün video sitesini oluşturma fikri. http://www.sahipsizdegil.com adresli yayın yapan bu sitede içinde “Sahipsiz Değil” geçen 1 dakikayı geçmeyen videolar çekiliyor ve yayınlanmaktadır.
Temel Görüşlerimiz Din ve Tasavvuf Tarih
Türkiye Cumhuriyeti Sahipsiz Değil
Kültür-Edebiyat
Bu Millet Sahipsiz Değil
Güncel Meseleler ve Kavramlar
Bu Vatan Sahipsiz Değil
Güncel Meseleler
şeklinde ve daha farklı konularda videolar yayınlanıyor. Siz de içinde “Sahipsiz Değil” geçen videolarınızı çekebilir ve siteye gönderebilirsiniz. Özgün olması ve devamlılığı sağlandığı için gönülden destek verdiğim bir proje.
Türk Siyasi Hayatında Tarihi Dönemler
28
GENCAY Milli Kanal Videoları
Örgütlenme Üzerine Bir Proje Fikri Henüz rastlamadığım ve benim de yapmak için enerji toplamaya çalıştığım bir proje var. Ülkücü web sitelerinin bir envanterini oluşturup bu editörler arasında hızlı ve etkin iletişim sağlamak, haber ve yazı paylaşımı serbestliğinin anlaşmasını sağlamak, bu web sitelerine, sahiplerine ve editörlerine Ülkücülerin kolay ulaşabilmesi için bir ortam oluşturmak. Bu projeler benim ulaştıklarım elbette bu kutlu davaya emek verenler, yazanlar ve çizenler vardır. Es geçtiklerim affetsinler ve http://twitter.com/kmemre adresinden bana bildirsinler. Tanışalım, yardımlaşalım. Bu emeklerden verim elde edebilmek için “örgütlü olmak” lazımdır. Birbirimize destek vermemiz, birbirimizden haberdar olmamız gerektir, bir oku kırarlar ama oklar birleşirse kıramazlar, unutmayalım “Ülkücü Ülkücü’nün öz kardeşidir.” ve insan öz kardeşine küsmez, dargınlık varsa aşılır. Çok değiliz belki ama yürekliyiz, Ülkücü yüreğine uygun davranışlarla yolumuza devam etmeliyiz.
Millikanal.com Sayın Sadi Somuncuoğlu ve Milli Düşünce Merkezi’nin açmış olduğu bir video sitesi. İmam Maturudi’nin Din Anlayışı’ndan tutun da Suriye’deki Türkmenlerin Durumuna kadar birçok konuda yapılmış sohbetlerin yayında olduğu web sitesi güncel meselelere ışık tuttuğu gibi konusunda uzman isimlerin sohbetlerini kayda alarak da çok önemli bir görevi ifa etmekte. Bu çalışma tarzı diğer Ülkücü kuruluşlara da örnek olmalı ve yaygınlaşmalı. Web adresi: http://www.millikanal.com http://www.iktidarmuhalefet.com/Videol ar.aspx
29
GENCAY
30
GENCAY
İLPEN-NİHAİ ADIMLAR H. Kürşat GEZE
Ne kaldı hatıran? İyi hallerinden ne kaldı? Biriken tüm güzelliğini riyakar yüzün çaldı.
Kim bilebilir sonu ve bitirebilir sana çıkan yolu. Düşler anka olduğu anda dertler Kaf Dağı ile dolu.
Yaşam sebebindir o hâl; Her ne desem duymazsın. İhtiyacına müptela; Sen o zehirden bıkmazsın.
Bir yanda yalanlarının istilası, bir yanda başkaldırış. Barışın bile sahtelik peşinde; Öldüresiye bu yarış..
Katmazsın hesaba sonunu, zulme boyarsın dünyanı. Renkli kapısından girenin karalar sarar her yanını.
Badireler senden pâre, hazzın ki en yüce silahındır. Krallara dahi diz çöktürür, iblislerse seyyahındır..
Ağusu kalbe şerbetinin gözü kör eden ziyafeti. Ruhu bedende bırakıp işler büyük cinayeti!..
Her devirde adın var, her yıkılış sana ithafen. Her gönülün isimsiz ahısın sen İlpen..
Ey şuarâ sultanı, ey kubh-e ilham Tanrıça. Kalemler uğruna savaşıyor İlpen, Şiirler paramparça…
Ve gaib faciasın da aslen, ebedi dinçlik yolunda. Mükafatınsa burada değil; O Yüce Tanrı katında…. ****** Biçaresin artık Ilpen, var mı ihanetin ilacı? Bir Atilla bekler seni, bir de onun kılıcı
Yıkılan onca kalenin, yazılan en yüce eserisin. Bedâyî kaynamalı rüyalar; Er ya da geç bitmelisin.. 31
GENCAY
BİR ŞİZOFRENİN GÜNLÜĞÜNDEN - 2 Yalçın Selim PUSAT (…)
üşüşen düşünceleri de dağıtacaktı ama öyle olmayacağını adı gibi biliyordu. Çayından bir yudum daha aldı.
İşlek sayılan bir caddenin ortalarında bir kahve, hemen hemen yarısı dolu, televizyon açık, Nazan Öncel’in yıllar önce çektiği klibi var ekranda.
İnsanların çok konuştuğunu fark edeli uzun süre olmuştu. İnsanlar sadece konuşuyordu. Herkes dertliydi, herkesin sıkıntısı büyüktü, herkesin hayatı çok çileliydi, herkes haklıydı, herkesin hayatı yazsan roman olurdu. “Daha hayatı roman olan birini görmedim ben” diye düşündü. “İleride olur belki” Gülümsedi, Neden gülümsediğini bilmiyordu ama gülümsemişti işte.
“Soruyor musun bakalım nasılsın diye Ne biliyorsun belki iyi değilim bu gece Anlamadan dinlemeden Son sözümü söylemeden Nereye böyle” Kendini müziğe kaptırmışken yan masadaki iki kişinin konuşmalarına kulak kabarttı; birisi yirmi dört - yirmi beş yaşlarında, diğeri ise otuzlarındaydı.
Düşüncelerini bölen çaycı oldu: -Çay vereyim mi abi?
-Ben herkesin yanında ağlamam -Ver usta, demli olsun. dedi genç adam. -Tamam abi -Ben herkesin yanında ağlamam. İnsanlara güvenmiyorum çünkü. İnsanlar da dinlemiyor zaten. Ve bu yüzden de ben gülerim genelde, hep gülerim. Bundan dolayı çoğu kişi benim ciddiyet sahibi olmadığımı düşünür.
İlk başlarda canını sıksa da artık çok önemsemiyordu insanların dinlememesini. Alışmıştı çünkü. Çok şükür sağlam arkadaşları hala vardı. Sağlamdan kastı, her şeyini bilen, maddi manevi başı her sıkıştığında arayabildiği, hatta yanında çekinmeden ağlayabildiği arkadaşları.
Halbuki tam tersi, ben birinden ne kadar uzaksam o kadar gülerim yanında.
Ve yine çaycı girdi araya “Genç adam haklı bence” diye geçirdi içinden Sigarasını kül tablasına daha bir sıkı bastırdı. Sanki böyle yapınca kafasına
-Buyur abi, afiyet olsun. -Eyvallah usta.
32
GENCAY
MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.