Gencay Dergisi - Sayı 30 - Temmuz 2014

Page 1


www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22


GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 3 Sayı 30 - Temmuz 2014 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com bilgi@gencaydergisi.com

ANKARA TÜRK OCAĞI AÇILIŞ KONUŞMASI / Hamdullah Suphi TANRIÖVER TÜRK OCAKLARI’NIN TARİHİ MİSYONUNDAN BUGÜNE BAKIŞ / Mehmet ALTINTAŞ DOĞU TÜRKİSTAN’DA BİR İTTİHATÇI: AHMET KEMAL İLKUL / Mustafa GAZEL ANKARA TÜRK OCAĞI VE KAPATILMASI/ Metehan ÇAĞRI BİR TÜRKÇÜ’NÜN ÜTOPYASI / Sergen ÇİRKİN TÜRK OCAKLARI, MUSTAFA KAFALI VE ANAHTAR / Fatma Özge ÖZDEMİR TARİH BUNU DA YAZAR / Çağhan SARI SONSUZ SALTANAT / Veysel Gökberk MANGA Y KUŞAĞI NESLİN TÜRK OCAKLARI’NA BAKIŞI / Serhat KAHRIMAN TÜRK OCAKLARI VE MİLLİ ŞUUR / Ziya GÖKALP


GENCAY

1


GENCAY

2


GENCAY

TÜRK OCAKLARI’NIN TARİHİ MİSYONUNDAN BUGÜNE BİR BAKIŞ Mehmet ALTINTAŞ Dünya tarihini hemen şöyle kabaca bir tasnife tabi tuttuğumuzda, muhakkak suretle en mühim bir safha olarak, modern çağı yani, modernizmin ifade ettiği teknolojik gelişmeleri, açık düşüncenin gelişmesini, pozitivizmin yaygın egemenliğini ve mutlaka uluslaşmayı ifade etmek mecburiyetinde kalırız.

bizim topraklarımızda da en belirleyici bir etken olarak karşımıza çıktı. İmparatorluğumuzun topraklarında yaşayan etnik ve dini asabiye sahibi birçok grup, ardı ardına isyan bayrağını çekip, uluslaşmaya doğru yelken açtı, ayrışma yolunu seçti. Neredeyse bir asra yayılan bütün bu süreç boyunca, kendini İmparatorluğun gerçek sahibi sayan Türkler, bir şekilde işlerin yoluna gireceğine ve imparatorluğun hayatına devam edeceğine inanıyorlardı. Bunun ne şekilde olacağını neredeyse kimse bilmiyordu, fakat kitlenin pek mühim bir kısmı, bilinçaltlarının derinliklerinden gelen bir rahatlık telkiniyle atalete sürükleniyor, tehlikenin kendilerine bir şekilde ulaşabileceğine kesinlikle inanamıyorlardı.

Halen üzerinde ayakta durduğumuz dünyanın en mühim amili, bugünkü dünyanın inşasının en mühim harcı, işte bu 'ulus' kavramı ve onun etrafında gelişen 'ulus devletler' olmuştur. Avrupa aydınlanmasının bir mahsulü olarak ortaya çıkan bu kavramlar, zamanla doğu ve batı dünyasını şekillendiren, yeniden biçimlendiren en gerçek bir araç olmuş, neredeyse bütün sosyal, siyasal, ekonomik, askeri içerikli alt mefhumlar, hep bu iki ana kavramın etrafında gelişip durmuştur.

Yazık ki işler hiç de beklenildiği gibi gitmedi. Bu rahatlık duygusu özellikle Balkan uluslarının ayaklanması ile bir anda kendini korkuya salan bir telaşa dönüştü. Millet hiç de hazır olmadığı bir anda yakalandı bu telaş haline. Düşünmeye pek fazla vakit bırakmayacak biçimde hızla gelişti bütün olaylar. Her şey kötüye gidiyordu ve böyle gitmeye devam ederse pek yakında ortalıkta bu yangından kurtarılabilmiş hiçbir şey kalmayacaktı. Münevverler, batılı usullerin tatbikiyle, inkılaplar yapmakla işleri yoluna koymayı

19. yüzyıldan itibaren ve hususan 20. yüzyılın başlarında, 'uluslaşma' meselesi 3


GENCAY deniyorlar fakat her yama yeni bir buhran yaratmaktan başka bir işe yaramıyordu.

misyon, Ocağın milli bir mektep olma iddiasıdır. Biz bu yazıda bu iki ana misyonu bugünkü Türk Ocakları'nın hangi ölçüde temsil edebildiğini cevaplamaya çalışacağız...

'Uluslaşma' imparatorluğu parçalıyordu. Hikâyenin bu en kötü kısmından sonra milletimize nefes aldıracak bir takım yeni fikirler ve onların tatbikçisi kurumlar oluşmaya başladı. Bu fikirlerin en mühimi Türkçülük ve kurumların ise hiç şüphesiz Türk Ocakları olmuştur. Türk Ocakları'nı kuran milliyetçi aydınlar, 'ulus' realitesini Türkler lehine kullanma iddiasıyla ortaya çıktılar. Bu bir anlamıyla imparatorluk bünyesine bir karşıtlık içeriyordu. İmparatorluğun çok uluslu, çok dinli yapısına karşın, Ocak tek uluslu bir yapı öneriyordu.

Türk Ocakları elbette ki millet hayatımızda başka pek çok misyonu daha yerine getirmiştir; bugün Türkiye'de millete hizmette bulunan neredeyse her faaliyet sahasının öncülüğünü ocaklar yapmıştır. Eğitimden-sanata, sağlık hizmetlerindenspora, entelektüel çabalardan tarıma kadar akla gelebilecek her sahada, genç cumhuriyetimizin yolunu Türk Ocaklılar çizmiştir. Bununla birlikte bütün bunlar esas gayelerin hizmetkârı sayılabilecek daha küçük çalışmalardır. Her ne hikmetse, şimdilerde Türk Ocakları'nın tarihi misyonlarına dair konuşanlar, geçmişte kurduğumuz spor kulüplerinden ve dispanserlerden bahsetmeyi, bir ulusun yaratılması gibi muhteşem bir gayeden bahsetmeye tercih ediyorlar!

Türk Ocağı'nın 1912 de yayımlanan ilk Esas Nizamnamesi’nin ikinci maddesi şöyle söylüyordu: “Ocağın amacı, İslam kavimlerinin en mühimlerinden olan Türklerin milli terbiye, sosyal, iktisadi ve ilmi seviyelerinin ilerletilmesiyle Türk ırk ve dilinin kemaline çalışmak.” Türk Ocağı’nın ilk reisi Ahmet Ferit Bey, Ocağın maksadına dair şunları yazmıştı: “ (...) Türk'ün maruz olduğu sefaletleri gidermek, onu duçar olduğu hastalıklardan kurtararak zinde ve faal bir hale koymak...” Ocaklar bu gayelerle çalışmaya ve Türklerde bir 'ulus-milliyet' bilinci oluşturmaya başladılar. İşte başlıkta kastettiğimiz “Türk Ocakları'nın tarihi misyonu” budur. Tarihi misyon, Türk Milleti’ni ve ona dayanan Türk Milliyetçiliği’ni yeniden yaratmak...

Türk Ocakları'nın 1912-1920 arasındaki faaliyet sahaları ve usulleri ile 1922-1931 yılları arasındaki ikinci devredeki faaliyetleri arasında farklılıklar vardır. Birinci devrede, yıkılmakta olan bir imparatorluğun hayatını devam

Bunun altına sıralanabilecek ikinci ana 4


GENCAY ettirebilmesini sağlamak için çeşitli siyaset usullerine, sosyal bilimlere, edebiyata ve tarih bilimine dair tetkik yapmak gibi hayli entelektüel bir çalışma sahası vardır. İkinci devrede ise büyük toprak kayıplarından sonra elde kalmış küçük bir kara parçasına tutunabilmek gibi daha hayati ve temel bir ihtiyaca cevap aranmaktadır. Böyle canhıraş bir hayatta kalma arayışında elbette çalışma usulleri değişebilecektir. Her ne haliyle olursa olsun bu iki devre birbirini tamamlayan, birbiriyle uyumlu iki parçadan mürekkep bir bütünü ifade eder. Ocağın son 30 yılında, cumhuriyetle sorunlu bir takım tiplerin, Türk Ocaklılık iddiasıyla ortaya çıkıp, 1922-1931 yılları arasındaki faaliyet ve usulleri eleştirmeleri iyi niyetli görünmüyor. Yeni doğmuş ve hayata tutunmaya çalışan bir milli devletin resmi ideolojisine destek olmak, resmi ideolojinin bir parçası olmak, millet hayatına yapılabilecek en büyük hizmettir. Sözde 'entelektüel' kaygılar adına “resmi ideoloji” eleştirileri yapmak, cahillik alameti değilse, su-i niyet emaresidir.

dair olmayan her söz ağzımızda bir kalabalık olarak yer işgal etmekten başka işe yaramıyor. Ağzı kalabalık, tükenmez söz sahibi bazı büyüklerimizin neden meyveye duramadığının cevabı da burada sanırım! Muhakkak ki toplumsal ve siyasi meseleleri kendi namına yönlendirip yönetmek isteyen herkes gibi Türk Milliyetçileri de sürekli olarak şimdiyi ve sonrasını anlamaya ve anladığıyla amel etmeye çalışmalıdır. Gerisi laf-ı güzaf... 21. Yüzyıl karşımızda bir heyula gibi dikilmiş duruyor. Öyle anlaşılıyor ki bu asırda hiçbir şey eskisi gibi kalamayacak. Özellikle sosyal bilimlere ve siyasete dair kavramlar mutlak bir dönüşümden kaçamayacaklar. Peki, 21. Yüzyılda nasıl bir “millet algısı”, nasıl bir “milliyetçilik” ve nasıl bir “milli devlet” olacak ya da bunlar olacak mı? İdeolojik anlamda modernizmin bir ürünü olan 'ulus' (millet), ve 'ulusçuluk' (milliyetçilik) postmodern dünyaya nasıl taşınacak? Bireyin ve toplumun 'kimlik arayışını' hangi amiller belirleyecek? Birey kendini konumlandırmak için hangi bağlara ihtiyaç duyacak? Bunların toplum ve birey psikolojisi namına tespit edilmesi gerek. Ocakların buna dönük bir faaliyeti olduğunu bilmiyorum. Birey ve toplum, 'millet' olarak kalmaya devam etmeyecekse, 'milliyetçilik' tamamen içi boşalmış ve anlamını yitirmiş bir kavrama dönüşecektir. En temel bir mesele olarak 'millet' kavramının geleceğini tartışmalıyız. Küreselleşme ideologlarının ağızlarında geveledikleri haliyle; en azından iktisadi bir zorunluluk olarak, millet realitesi sonsuza kadar devam

Her ne hal ise... Türk Ocağı'nın mazideki kıymet ve gücünü, sanırım bir milyon defa yazmış fakat bir defa bile bugün ve yarın ne yapılması gerektiğiyle ilgili fikir üretememiş, söylem ve eylem geliştirememiş büyüklerimizle aynı duruma düşmeyelim. Gerçi buraya kadar yazdıklarımız dahi geçmişle övünüp avunma çabalarından varestedir. Bugüne bir misal olsun diye temel bir iki konuya temas edip, yine bugünkü yanlış yorum ve yönelişlere bir cevap verme gayretinde olduk. Bundan sonraki kısım bugün ve yarın hakkında olacak. Zaten bugüne ve yarına 5


GENCAY edecek. Dünya yüzünde paylaşılması gereken mal ve çıkarlar söz konusu olduğu müddetçe, küresel anlamda dünya, bazı büyük paydaşlara ihtiyaç duyacaktır. Bu paydaşların her biri kendi içinde mümkün olduğu ölçüde homojenize olmuş olmalı ki mal ve çıkarların paylaşımı bir kaosa dönüşmesin. Küreselcilerin bakış açısı böyle… Benim şahsi kanaatim, insanların içlerinde barındırdıkları akrabalık ilişkilerine dair bağlar ve o bağlara olan ihtiyaçlar hiçbir zaman tükenmeyecek olduğu yönünde... Bu ihtiyaçlar, işlenebildiği, forme edilebildiği müddetçe, ulusların yaratılması için yeterli bir malzemedir.

Hülasa-i kelam Türk Ocakları'nı temsil yetkisine sahip bazı büyükler, tarihi misyondan gelen emanete sahip çıkamıyorlar. Çıkamadıkları gibi, emaneti incitiyor, “Millet” ve “Milliyet” ve dahi “Milliyetçilik” aleyhinde bulunmuş oluyorlar. Ya KAHHAR!..

Türk Ocakları'nı temsil yetkisiyle yazıp çizen, televizyon programlarına çıkan bazı büyüklerimiz, geleceğin çatı kavramı olarak, 'millet' yerine 'medeniyet' mefhumunu kullanmayı tercih ediyorlar. Bilindiği üzere, medeniyet kavramı milletler ve devletler üstü bir kavramdır. Aynı medeniyet çatısı içine birkaç millet, birkaç devlet, birkaç dil ve hatta birkaç din bile girebilir (huntingtonun medeniyetler çatışması teorisini hatırlayalım). Milletüstü bir kavramı fikir dünyalarının merkezine yerleştirmekle ne çeşit bir milliyetçilik üretebileceklerini şimdilik anlayabilmiş değiliz! “Yeni bir medeniyet tasavvuru” diye başlayıp, sonsuza doğru uzanan, fakat dinleyenlerin neredeyse hiçbir anlam çıkaramadığı bazı sesler çıkaran Türk Ocaklı büyükler gerçek anlamda neyin peşindeler onu da bilemiyoruz(!) Bu “medeniyet” temelli yapılandırmanın, bir zamanların “Osmanlıcılık” ya da “Ümmetçilik” siyasetlerinden hangi yönleriyle ayrıldığı da pek malum değil.

Ne yapmalı? “Millet” varlığını her türlü siyasetin üstünde tutacak, gerçek akademik donanım sahibi münevverlere yol vermek her halde yapılabileceklerin başında gelir. Siyasi ikbal beklentisi bulunmayan, akademik kimliğiyle rüştünü ispat etmiş ve en önemlisi “Türk Ocağı Heyet-i Umumisi” azası olmadan da milliyetçi camiada malum ve meşhur bulunan şahsiyetlere yol açılmalı. Kerameti kendinden menkul, kadro işgal etmekten başka bir hizmeti bulunmayan ve kartvizitindeki en büyük hane “Türk Ocakları Filanca Kurul Üyeliği” olanlarla iş yürümeyeceği açık. Yarınları kurgulayabilme, fikri ürün ortaya koyabilme yeterliliğine haiz akademisyenlerin alt kademeleri binlerce Türk genciyle doldurulmalı. Bilgi, tecrübe 6


GENCAY ve heyecanın bir araya gelmesi işleri kolaylaştıracaktır.

büyüklerimizi düşündürmeli. Kendini muhasebeye sevk etmeli. Elbette bu satırları okurken “şunları şunları yaptık ya” diye düşünecekler. Biraz adil bakarlarsa, o eski iddiamıza layık hiçbir iş yapılamadığını, kendini tekrar eden ve gündemi yakalamaya çalışan işleri aşamadığımızı fark ve itiraf edeceklerdir. Çözüm gündemin önünden gitmekte. Nasıl ki gerçek anlamıyla okullar, akademiler, gündeme göre değil, kendi müfredatlarına göre tedrisat yaparlar, ocaklar da öyle olmalıdır. Ocaklar siyasetin, şahısların, nefislerin üzerinde olmalı, kendi usulünce çalışmaya devam etmelidirler. Buna ne kadar da uzağız!..

İkinci olarak saydığımız tarihi misyon, “Ocakların milli bir mektep” olması iddiasıdır. Hakikatte de bu iddia yerli yerindedir. Ocaklar milli birer mektep olmuşlardır. Milli eğitim davamız, milli tarih yazımı davamız, milli dil ve edebiyat davamız ve kültür hayatımızı dolduran nice mühim işler hep ocakta kotarılmış, ocaklar yoluyla Türk münevverlerine, Türk gençliğine ve Türk milletine aktarılmıştır. Bu çok büyük bir iddia ve çok büyük bir projeydi. Şubeler toplum hayatının her yönüyle ilgilendiler. Ocak genel merkezi milli davaların en mühimleriyle ilgili çalıştaylar yaptılar. Dil ve Tarih kongreleri yapıldı. Mustafa Kemal'in de işaret ettiği gibi Ocakların ışığı herkesi aydınlattı. Geçmişin bu pek parlak hikâyesi ile bugünün realitesi birbirinden ne kadar da kopuk duruyor. Ya bu 'Ocak' o 'Ocak' değil ya da bu 'Ocaklılar' o 'Ocaklılar' değil. Son yıllarda, milletin fikir hayatına katkı sunulamaması, bir defa dahi gündeme tesir edilememiş olması, bir takım

Son sözüm muhataplarına bir anlam ifade edecektir. Hamdullah Suphi, İstanbul'un işgalinden sonra Ankara'ya gelir, Mustafa Kemal Paşa’yı bularak, İstanbul’da Ocağın kapatılması hakkında şu sözleri eder; “ Türk'e bir tek Ocağı fazla gördüler. Fakat sıkılmayın, OCAK BİZİM İÇİMİZDE YANACAKTIR. Bir tanesini kapatırlar, on tanesini açarız.” Baki selam, hürmet...

7


GENCAY

DOĞU TÜRKİSTAN’DA BİR İTTİHATÇI: AHMET KEMAL İLKUL Mustafa GAZEL RODOS VE İSTANBUL’DAKİ HAYATI

bütün kitapları okur. Bu arada rüştiyeyi bitirir. Fakat Süleyman Fuat Bey onu idadiye yollamayarak kitap evinin idaresine memur kılar. Ahmet Kemal pek çok kitabın yanında Mısır’da çıkan İttihad ve Terakki ile Şura gazetelerini de okur ve satar.

Ahmet Kemal, 1889 tarihinde, Rodos adasının aynı isimli şehrinde doğar. Babasının adı Yusuf, annesinin adı Zekiye, sülale adı Habibzâde’dir. Yusuf Efendi Muğla’nın Köyceğiz kazasına bağlı Dalyan kasabasında ticaretle uğraşmakta iken küçük yaştaki oğlunun hasretine dayanamayarak ailesini yanına aldırır. Ahmet Kemal beş yaşına geldiğinde Yusuf Efendi işi dolayısıyla Rodos’a gider iken hastalanır ve ardından vefat eder.

On altı yaşına geldiğinde teyze oğlu Ali Nazmi Bey tarafından mülazım olarak adliye kalemine alınır. Burada iki sene çalışır. On sekiz yaşında Sömbeki Adası’ndaki muallimlik imtihanını kazanarak muallim olur. 23 Temmuz 1908 tarihinde Meşrutiyet’in ilan edilmesiyle Namık Kemal’in oğlu Ali Ekrem Bolayır, İttihat ve Terakkice Rodos’a vali olarak gönderilir. Ahmet Kemal hürriyetin ilanından çok memnundur. İttihat ve Terakki binasında inkılâp lehinde konuşmalar yapar. Bundan sonraki hayatında hızla yükselecektir.

Zekiye Hanım, Yusuf Efendi’nin vefatından iki yıl sonra dört çocuğunu alarak tekrar baba yurduna, Rodos’a döner. Ahmet Kemal yedi yaşına geldiğinde, Ahmet Mithat Efendi’nin Rodos’ta sürgünde iken kurduğu Medrese-yi Süleymaniye’ye kaydolunur. Buradaki eğitimini başarıyla tamamlayarak rüştiyeye kaydolur. Rodos’ta sürgünde bulunan Vicdani ve Tevfik Beylerden özel dersler alır. Edebi ve tarihi kitapları okumaya başlar. Özel hocaları, Ahmet Kemal de meşrutiyet fikrinin doğmasına yol açarlar. Hocalarının isteğiyle yabancı gazeteleri postaneden almak ve dağıtmakla görevlidir.

Ahmet Kemal, Kalimnos adası baş muavinliğine tayin edilir. Aynı zamanda İttihat ve Terakki’nin adadaki temsilcisidir. Altı ay sonra 1909 yılında Meis Adası’nın baş muavinliğine tayin olunur. Burada “Meis Adası Tarihi” adlı bir eser neşreder. İzmir’de neşredilen “Ahenk” gazetesine “Adalar Mektubu” başlıklı makaleler yazar. 1911 senesinin yaz tatilini İstanbul’da geçiren Ahmet Kemal payitahttan çok etkilenir ve ailesiyle buraya göç etmeye karar verir.

Ağabeyi Süleyman Fuat’ın Tefeyyüz Kütüphanesi isminde bir kitap evi açması Ahmet Kemal’in kendisini geliştirmesine katkı sağlar. Başta Namık Kemal’in eserleri olmak üzere hocalarının tavsiye ettiği 8


GENCAY Fakat İtalyanların Trablusgarp’ı ve Menteşe adalarını işgali zorunlu bir göçü doğurur. Ahmet Kemal ve ailesi önce İzmir’e daha sonra ise İstanbul’a göç ederler.(1)

Bu dönemde halifenin oturduğu yer olması hasebiyle İstanbul, bütün Müslümanların ve tabiatıyla Türklerin en önde gelen şehri idi. İstanbul mekteplerinde Türk ve İslam ülkelerinden gelen öğrenciler eğitim tahsil ediyorlardı. Bu çerçevede Doğu Türkistanlı birçok genç sultanilerde, tıp fakültelerinde eğitim görüyor ve İttihat ve Terakki’nin himayesi altında bulunuyorlardı. 29 Mayıs 1947 tarihinde Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti Başkanı (Genel Vali) olacak olan Gulcalı Mesud Sabri Baykuzu da bu gençlerden biri idi.(3)

Ahmet Kemal muallimlik içim maarif nezaretinde Süleyman Sami Bey’e müracaat eder. Yapılan imtihanı kazanarak Aksaray’daki Rehber-i İttihâd-ı Osmânî mektebinde Türkçe ve tarih öğretmeni olarak vazifeye başlar. Aynı zamanda “Mektebli” gazetesinde şiirler yazar ve “Afitab” adlı edebi bir risale çıkarır. İttihat ve Terakki’nin fikirlerini yayan “Hak” gazetesinde işe başlar. Köprülüzâde Fuat Bey, bu gazetenin önde gelen yazarlarındandır. Hak gazetesinde çalışırken Ziya Gökalp ile tanışır. Gayretli ve başarılı çalışmaları sonucunda “Hilâl-i Osmânî” gazetesinin yazı işleri müdürlüğüne getirilir. Bu gazetedeki görevi dolayısıyla Dâhiliye Nazırı Talat Bey ile yakın temas kurar. İttihat ve Terakki’nin himayesinde bulunan Beşiktaş’taki İttihat ve Terakki mektebinde Türkçe öğretmenliği ve daha sonra müdür vekilliği görevlerinde bulunur. Okuldaki ve gazetedeki başarılarıyla büyük takdir toplar. Rodoslu Ahmet Kemal ismiyle adını duyurur.

Yine bu dönemde, Türk ve Müslüman ülkelerinin hacıları, İstanbul’a uğramadan Hicaz’a ya da memleketlerine gitmezlerdi. Bu cümleden olarak Kaşgarlı Musabaylar sülalesinden Ebulhasan Hacı da İstanbul’a gelmişti. Galata Sultanisi’nde okuyan akrabası Sabit Bey ve tıp talebesi Mesud Sabri Bey ona rehberlik ederek İstanbul’u gezdiriyorlardı. Talat Bey, Ebulhasan Hacı’yı Ahmet Kemal vasıtasıyla makamına davet ederek Kaşgar’a bir öğretmen gönderileceğini söyler. Ebulhasan Hacı bu daveti canı gönülden kabul eder. Talat Bey, Ahmet Kemal’in kılavuzluğunda Ebulhasan Hacı ve iki genç talebeyi Edirne’ye gönderir. Edirne valisi Hacı Adil Bey, onlara, Bulgarların yaptığı zulümleri gösterir. Talat Bey, Edirne ziyaretinden sonra görüştüğü Ebulhasan Hacı’dan, Kaşgar’a öğretmen olarak gönderilecek olan Ahmet Kemal’i himaye etmesini ister.(4)

Ahmet Kemal almış olduğu vazifeler sonucunda İttihat ve Terakki’nin güvenini kazanır. Cemiyetin en gizli işlerinde çalıştırılır. Talat Bey’in en yakın adamlarından biri olur. Türkçülük ideolojisinin teorisyeni olan Ziya Gökalp ile olan teması onu kendi ifadesiyle “Koyu bir Türkçü” yapar.(2)

Fikri alınmadan Kaşgar’a öğretmen olarak gönderilmesi kararlaştırılan Ahmet Kemal, Talat Bey ile görüşerek kendisinden daha layık birinin gönderilmesini talep eder. Bu alçak gönüllülük karşısında Talat Bey: 9


GENCAY “Bize ilim kadar duygu da lazımdır. Biz vazife aşkını duymuş ve müdrik olmuş insanlara itimat etmekten zevk duyarız. Binaenaleyh merkez-i umumide bu mesele münakaşa edildi. Ziya Gökalp Beyle sizi münasip gördük. Arzumuz dairesinde hareket etmenizi rica ederim. Vazifenin mühim ve hassas olduğunu müdrik olmanız benim ümit ve kanaatimi arttırdı ve kuvvetlendirdi. Yolunuzun sadece uzun bir seyahat olmadığını, oralarda görülecek işin ve çalışmanın mühim olacağına inandığınızı anlıyor ve bu vazifenin kudsiyetini idrak ve takdir ettiğiniz şu andan itibaren sizi bu mühim vazifeye başlamış addediyorum. (…) Ziya Gökalp Bey’i de bu akşam ziyaret ediniz. Size vereceği vazife ve mühim öğütler vardır. Yolunuz ve gönlünüz açık olsun. Azim, metanet ve cesaret daima işinize yarayacak bir silahtır. İcabında ölümü tercih ediniz. Fakat bu mukaddes yoldan dönmeyiniz. Bu gaye ve ideal yolunda ilk yürümek şerefi size nasip olduğundan dolayı sevinmeli ve öğünmelisiniz…”(5)

Bunun üzerine Ziya Gökalp: “Oğlum bu karardan haberdarım. Size verilen vazifenin kutsiyetini takdir ettiğinize eminim. Yolunuz çok tehlikeli gibi görünür. Fakat bu yolun sonunda bilinmeli ki Cennet vardır. Gaye mukaddestir. Bu nurlu topraklara ve insan melekleriyle meskûn diyarlara salimen ulaşmanı dilerim. Tanrı yardımcın olsun. Her yerde ve her işte nefsine hâkim ol. Girdiğin ilin adetlerine uy. Temiz kalpli ve yumuşak huylu bir halkın arasında yaşadığın müddetçe dilinde dirlik ve temizlik, gönlünde iyilik yer etsin. İyi huylarınla muhitte sevgi ve benlik yarat. Sen şimdi bu diyarlara gönül avcılığına gidiyorsun. İyi ahlak, tevazu ve feragat en müessir silahın olacak. Halkı arzularınıza tabi kılmak için kılmak için evvela kalpleri kazanmak gerekir. Ekeceğin tohumlar canlı ve feyizli mahsuller ve varlıklar yetiştirecektir. Tarih bunları toplayacak ve size de saadet ve şeref hisleri ayırarak sahifelerine kaydedecektir…”(6) Ahmet Kemal, almış olduğu ilmi ve siyasi öğütlerden sonra Ziya Gökalp’in elini öperek yanından ayrılır. Buradan Divanyolu’nda bulunan Türk Ocağı binasına giderek arkadaşlarına veda eder. Ertesi gün Odesa’ya hareket edecektir. Talat Bey ve Ziya Gökalp’in Ahmet Kemal’e vermiş oldukları talimat ve öğütler İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Türkistan’a bakışını ve beklentilerini yansıtmaktadır.

Ahmet Kemal, Talat Bey ile olan görüşmesi sırasındaki duygularını “Bu öğütleri dinlerken gözlerim yaşarmış, kendimde kanatlanıp Türkistan Cennetine uçmak azim ve heyecanı hâsıl olmuştu” diye ifade etmektedir. Ahmet Kemal ilgili talimatları alıp hazırlıkların tamamlanmasından sonra akşama doğru Nuriosmaniye’de, İttihat ve Terakki Merkez-i Umumisi binasında bulunan Ziya Gökalp’i ziyarete gider. Bu büyük Türkçünün elini öperek “ Türkistan’a hareket edeceğim, kıymetli emir ve öğütlerinizi almaya geldim” diyerek söze başlar.

10


GENCAY KADİM TÜRK TÜRKİSTAN

YURDU:

DOĞU

başta at olmak üzere büyükbaş hayvan yetiştirilmektedir.(10)

Türklerin yaşadığı ülke manasına gelen Türkistan’ın yüz ölçümü 5.340.066 kilometrekare olup, bunun 1.823.418 kilometrekaresini Doğu Türkistan toprakları oluşturmaktadır.(7) Doğu Türkistan’ın doğusunda Çin, Moğolistan ve Tibet; batısında Batı Türkistan; kuzeyinde Sibirya; güneyinde ise Hindistan, Pakistan ve Tibet yer almaktadır. Doğu Türkistan, Asya’nın tam ortasında yer alması sebebiyle stratejik bir öneme sahiptir.(8)

Güney bölgesi Kaşgar, Yarkent, Hoten, Aksu, Kuça ve Üçturfan şehirlerinden dolayı Altışehir Bölgesi adıyla da anılmaktadır. Bu bölgenin tarihte kullanılmış bir diğer ismi de Kaşgariye’dir.(11) Cungarya Havzası, Tanrı Dağları ile Altay Dağları arasında bulunmakta ve ülkenin ikinci büyük havzasını teşkil etmektedir. Yaklaşık 600.000 kilometrekareyi bulan Cungarya Havzası, Tarım Havzası’na göre daha küçük, fakat çok daha verimli topraklardan meydana gelir. Havzanın özellikle güney kısmı tarıma oldukça elverişlidir. Geniş bir otlaklık alana sahip olan bölgede, bol miktarda hayvancılık yapılır. Doğu Türkistan’ı komşu memleketlere ve Uzak Doğu ülkelerine bağlayan kara ve demir yollarının Cungarya Havzası’ndan geçmesi bölgeyi güneyde bulunan Tarım Havzası’na göre her sahada daha kalkınmış bir hale getirmiştir.(12)

Doğu Türkistan’da, batıdan doğuya doğru uzanan Tanrı Dağları ülkeyi, kuzey ve güney olarak ikiye bölmektedir. Tarım Havzası adıyla bilinen güney bölgesi sıcak ve kurak; Cungarya Havzası olarak bilinen güney bölgesi ise kışın karlı, soğuk, yazın yağmurlu yayla iklimine sahiptir.(9) Tarım Havzası, 900.000 kilometrekarelik yüzölçümü ile ülkenin yarısından fazla bir alanı kapsamaktadır. Tanrı Dağları ile Karanlık Dağlar arasında uzanan havzanın 500.000 kilometrekaresini dünyanın en büyük çöllerinden bir olan Taklamakan Çölü oluşturur. Tarım Havzası’nın geri kalan 400.000 kilometrekarelik kısmını ziraata elverişli topraklar oluşturmaktadır. Tarım Havzası’nın su ihtiyacını Tarım Nehri karşılamaktadır. Bölgeyi verimli hale getiren Tarım Nehri, havzanın doğusuna doğru akarak Karaburan (Lob) Gölüne dökülür. Tarım Nehri sayesinde bölgede buğday, pamuk, mısır, pirinç ile bol miktarda meyve ve üzüm yetiştirilmektedir. Hayvancılık bölgede yaygındır. Bol miktarda koyun ve keçi ile

Kuzey bölgesinde Urumçi, Gulca, Sarısümbe, Çöçek şehirleri ve bu yüzyılda kurulan Karamay, Şihenze gibi Çinli ahaliyle meskûn şehirler bulunmaktadır.(13) Ülkenin önemli akarsuları Tarım Havzası’nı sulayan Tarım Nehri ile Cungarya Havzası’nı sulayan Bulungir, Kara İrtiş ve Harungudu nehirleri; önemli gölleri ise Bağraç, Lob ve Ebi gölleridir.(14)

11


GENCAY Doğu Türkistan, tarihi İpek Yolu’nun üzerinde yer almaktadır. Tarih boyunca batıdan gelenler burada ya Süydün Urumçi - Guçin - Barköl hattıyla, ya da Hoten - Yarkent - Yenihisar - Kaşgar - Aksu - Kuçar hattıyla Kumul’a ulaşarak buradan Çin’e doğru; Çin’den gelenler de Kumul’dan itibaren bu iki yoldan birini seçerek batıya doğru giderlerdi.(15)

1920’li yıllardaki Çin resmi nüfus sayımına göre Doğu Türkistan’ın genel nüfusu 2.300.000 olarak gösterilmektedir.(17) 1929 yılında Ruslar tarafından yayımlanan “Novy Vostok” ile 1935 senesinde Batılılarca neşredilen “Chine Year Book” adlı istatistik kitaplarında Doğu Türkistan’ın nüfusu 4 ile 6 milyon arasında gösterilmiştir.(18)

Doğu Türkistan, yeraltı zenginlikleri bakımından, Asya’nın en önde gelen ülkelerinden biridir. Bölgede petrol, kömür, demir, bakır, kalay, gümüş, altın, kükürt, uranyum, volfram ve platin mevcuttur.(16)

Çinlilerin 1947 yılında yaptığı ve 1957 senesinde “Central Asian Review” de yayımlanan eyalet nüfus sayımına göre doğu Türkistan’ın nüfusu 6,5-7 milyon civarındadır. Fakat 1953 yılında yine Çinlilerin verdiği resmi bilgilere göre Doğu Türkistan’ın toplam nüfusu 3.640.000 olarak görülmektedir. “Çin makamlarının, Doğu Türkistan Türklerinin nüfusunu yarı yarıya az göstermesinin iki sebebi olabilir: ya azınlık milletleri az göstermek suretiyle onların haklarını vermemek ve onların bir tehlike olmadığı mesajını vermek, ya da nüfusun diğer yarısının Çinli olduğunu ima etmektir.”(19) Doğu Türkistan’ın milli liderlerinden Mehmet Emin Buğra Bey, 1952 yılında Doğu Türkistan’ın nüfusunun 8 milyondan biraz fazla olduğunu ve bunun yüzde 96’sını Türklerin teşkil ettiğini belirtmektedir.(20) Doğu Türkistan adlı eserinde Amaç Karahoca ise, 1949 senesinde Türk nüfusunun 8 milyon olduğunu zikretmektedir. Kadim bir Türk yurdu olan Doğu Türkistan, 1865-1877 yılları arasında hüküm süren Yakup Bey Devleti’nin sona ermesinden sonra Çin’deki Mançu Hanedanı’nın istilasına uğramıştır. Yakup Bey’in 29 Mayıs 1877

Doğu Türkistan Haritası

Doğu Türkistan’ın nüfus ve etnik yapısı hakkında sağlıklı bilgi edinmek oldukça güçtür. Bunun en önemli sebebi Çin idaresinin, etnik unsurların sayısını belirtecek açık ve inandırıcı bir nüfus sayımı yapmaktan kaçınmasıdır.

12


GENCAY tarihinde vefat etmesini fırsat bilen Çin orduları, bir sene sonra 16 Mayıs 1878’de Doğu Türkistan’ın tamamını işgal ve istila ettiler. Doğu Türkistan, 1882 yılının sonuna kadar Zo Zung Tang komutasındaki Çin ordusu tarafından idare edildi. 18 Kasım 1884 tarihinde Çin İmparatorunun emriyle Doğu Türkistan’ın adı, Çin’in 19. eyaleti olarak “Yeni Ülke” manasına gelen “Hsin Çiyang”a çevrildi. Bundan böyle Avrupa’da da, oldukça basit bir söylenişi olan “Sinkiang” adı yerleşti. Daha önceki Çin istilaları devrinde Çinliler, Doğu Türkistan’ı, bir sömürge sıfatıyla tanıyorlardı. Bu defa ise bir sömürge olarak değil, doğrudan Çin’in bir eyaleti olarak ilan ettiler ve ilk genel vali olarak da General Liu Cin Tang’ı görevlendirdiler.(21)

DOĞU TÜRKİSTAN’DAKİ HAYATI VE FAALİYETLERİ Ahmet Kemal, 14 Şubat 1914 tarihinde bir Rus vapuru ile İstanbul’dan ayrılır. Otuz iki saatlik bir yolculuğun ardından Odesa’ya varır. Buradan tren ile hareket eder. Yolculuğu esnasında sırasıyla Taşkent, Endican ve Oş şehirlerinde konaklar. Rus idaresinde bulunan bu tarihi Türk şehirlerinin bakımsızlığı karşısında büyük bir üzüntü duyar. Şehirler harap ve berbat bir haldedir. Yolları bakımsızlıktan bataklık halini almıştır. Nihayet beraberindeki Kadir Bey ile birlikte takriben bir ay süren zorlu bir yolculuğun ardından 14 Mart 1914 tarihinde Kaşgar’ın Artuş kasabasına vasıl olur.(23) Artuş ahalisinin göstermiş olduğu alaka ve dostluk karşısında Ahmet Kemal kendi ifadesiyle “pek şairane bir gün” geçirir. Yurdun aksakallıları ve gençleri ona Türk kardeşlerinden haber sorar. Karşılaştığı manzara karşısında bir vecd-i milli ile titrer ve mest olur. Evine konuk olduğu Musa Hacıbayzâde Bahaeddin Bay’dan, yakın bir ilgi ve misafirperverlik görür. Burada dinlenerek üzerindeki yol yorgunluğunu atar. Bahaeddin Bay’ın hazırlattığı araba ile tarihi Kaşgar şehrine gider. Şehrin güzelliği karşısında adeta büyülenir.(24)

1911 yılında Çin’de, Mançu Hanedanı ortadan kaldırılarak Milli Çin hâkimiyeti tesis edildi. Aynı yıl cumhuriyet ilan edildi. Mançu İmparatorluğu’na bağlı Çinlileri, Türkleri, Moğolları, Tibetlileri ve Mançuları temsilen beş renkli bir cumhuriyet bayrağı kabul edildi. Aynı zamanda Doğu Türkistan, Moğolistan, Tibet ve Mançurya yeni kurulan Çin Cumhuriyeti’ne iltihak etmeye ve Çin ile bir bütün olarak kalmaya davet edildi. Bu dönemde Çin Merkezi Hükûmeti, Doğu Türkistan üzerinde tam bir nüfuz tesis edemedi. Dış ülkeler ile olan ticari ve diğer anlaşmalar Doğu Türkistan’daki mahalli idareciler tarafından gerçekleştirildi. Ancak bu idarecilerin Çinli olduğu unutulmamalıdır.(22)

Kaşgar’da maruf ve meşhur olan on beş tane medrese vardı. Her medresede yaklaşık iki yüz öğrenci bulunuyordu. Talebelerin giderleri, zengin vakıflarla karşılanıyordu. Fakat medreselerin bir programları bulunmamakta ve eğitim iptidai şekilde gerçekleşmekte idi. Ahmet Kemal, Kaşgar medreselerinde yirmi yıl 13


GENCAY dirsek çürüten oğulların, daha adlarını yazmakta aciz kaldıklarını belirtir. Esir Doğu Türkistan adlı eserinde İsa Yusuf Alptekin de maarifin yetersizliğinden bahsetmekte ve eğitimli adamın zor yetiştiğini belirtmektedir. İsa Yusuf Bey Taşkent’te bulunduğu sırada Türkistan’ın mukadderatı üzerine Özbek Türklerinin milli şairi Çolpan ile bir görüşmede bulunmuştur. Çolpan “İsa Bey, gerek bizim gerek sizin için yapılacak şey, adam yetiştirmek! Her şeyden anlayacak adam yetiştirmek! Ne çekiyorsak, adamsızlıktan çekiyoruz…” tespitinde bulunur. Ahmet Kemal, Çolpan’ın da Türkistan’ın geleceği için hayati gördüğü eğitimli adamları yetiştirmek için harekete geçecektir.(25)

açılışına iştirak eder. Cemiyetin on altı maddelik nizamnamesi bu iktidarlı zevatın huzurunda okunur ve oy birliğiyle aynen kabul edilir. Kurbanların kesilmesi ve kadı-yı reisin Türk milletinin saadet ve kurtuluşu hususunda yapmış olduğu dualardan sonra mektep ve hayır cemiyeti açılır. Gaffar Hacı, Hüsameddin Hacı, Sadedin Hacı, Mühiddin Hacı mektebin idare heyetini oluşturur. Bahaeddin Bay ise reisliği üstlenir. Ahmet Kemal, sarığı, cübbesi ve hayli olan uzamış sakalıyla bu kişileri tebrik ederek ve vazifelerinde başarı diler. “O zamanda Kaşgar’da sarıksız, cübbesiz ve sakalsız bir şahsın söyleyeceği sözlere kıymet verilmezdi”

Ahmet Kemal, Bahaeddin Bay, Hacı Mehmet Ali Efendi, Veli Han Efendi, Abdülkadir Damolla gibi Kaşgar’ın ileri gelen isimlerinin desteğini alarak bir mektep ve hayır cemiyeti açmak için girişimlere başlar. Yine Kaşgar’ın önde gelen şahsiyetlerinden Ömer Ahund Bay ile bu konuda görüşür. Ömer Bay “Biz Çin hükümetinin ezgisi altındayız. Ben bu gibi işlere baş olmak cesaretinde bulunamam” gibi soğuk bir fikirde bulunur ve ikna edilemez. Bunun üzerine mektebin Artuş’ta açılmasına karar verilir.

Ahmet Kemal İlkul ve bir grup Doğu Türkistanlı

19 Nisan 1914 tarihinde Artuş’ta “Dârülmuallimin-i İttihat”ın açılacağı ve “Cemiyet-İslâmiye”nin kurulacağı çevre yurtlara ilan edilir. Özellikle Bahaeddin Bay’ın da gayretleriyle mektebin programları, defterleri ve tüzüğü hazırlanır. Bütçesi tanzim olunur. İçlerinde Kadı-yı Reis Dahallalı Hacı İslam Damolla’nın da bulunduğu birçok kanaat önderi ve nüfuz sahibi şahsiyet, mektebin

Dârülmuallimin-i İttihat mektebiyle Kaşgar’da, usul-i cedit ile eğitim yapan modern bir okul açılmış olur. Eğitim parasız ve yatılıdır. Öğrenciler iki sene tahsilden, usul-i talim ve terbiyeden sonra mecburen iki sene de yurtlarda muallimlik edeceklerdir. Mektebe pek çok öğrencinin kaydı yapılır. Ahmet Kemal, öğrencilerin olabildiğince iyi yetişmesi için vazifesini 14


GENCAY büyük bir şevkle yerine getirir. Talebelere modern ilimlerin yanında jimnastik talimleri yaptırır, şiirler okutur ve vaaz etme usullerini öğretir.(26)

mescide resim asması yeni bir tartışma mevzusunun doğmasını sağlar. Beraberindeki arkadaşlarıyla Artuş’a gelen Teşkilat-ı Mahsusa’nın esaslı adamlarından Adil Hikmet Bey hatıralarında, mescidin mihrap tarafında Mahmut Şevket Paşa ile Enver ve Niyazi Beylerin resimlerinin asılı olduğunu gördüklerini belirtmektedir. Ahmet Kemal ise suret meselesinin efkar-ı umumiyede bu kadar acı bir tesir icra edeceğini zannetmediğini belirtir.(27)

Mektebin açılmasından kısa bir süre sonra Kaşgar’da bir takım kimseler usul-i cedidin haram olduğunu belirterek Ahmet Kemal ve Bahaeddin Bay’a cephe alırlar. Fakat şehrin gençleri bu güruha karşı mektebi müdafaa ederler. Kaşgar’da da Dârülmuallimin-i İttihat’ın ve Cemiyetİslâmiye’nin kurulması için girişimlere başlanır. Bu sırada mektebin de etkisiyle gençler arasında milliyetçilik ve vatanseverlik duyguları iyice kabarır. Mektebin ahali üzerindeki etkisi giderek artar. Ahmet Kemal’in Teşkilat-ı Mahsusa ile arasındaki vasıta olan Hayati Zenger Bey’in getirdiği şapoğraf makinesiyle mektebin kitapları ve “Ulu Din” adında bir gazete basılır.

Mahmud Ahund Damolla ile Abdulkadir Damolla gibi kanaat önderlerinin mektebi savunmalarına rağmen öğrenci sayısı giderek azalmaya başlar. Mektebin ve cemiyetin kapatılması için baskılar artar. Yine Bahaeddin Bay’ın çabaları sonucunda mektebin kapatılması önlenir ve yeni kayıtlarla tedrisata başlanır. Bu defa aynı güruh, genel valiye, Bahaeddin Bay’ın mektep perdesi altında ayaklanma için asker hazırlamakta olduğunu ihbar eder. Çin hükümeti, bu ihbar üzerine daha ilkokul çağındaki çocukların ayaklanma başlatabileceklerini olası bularak tahkikat başlatır. Bahaeddin Bay, yapmış olduğu etkili savunma ile haklanır.

Selim Ahun isminde bir molla “Usul-i cedidçiler Allah’ı tanımazlar, dine itikatları yoktur, ahkâm-ı şeriata rağbet etmezler” gibi iftiralarla Kaşgar ahalisini galeyana getirmeye çalışır. Aynı molla, mektepte okutulan tarih ve coğrafyanın haram olduğu fetvasını verir. Ahmet Kemal, bu mollanın yıkıcı faaliyetlerini kendisine rüşvet vermemelerine bağlamaktadır.

Artuş ve Kaşgar ahalisinin zaman geçtikçe mektebe olan ilgileri tekrardan artar. Ahmet Kemal şapoğraf makinesiyle “Büyük Din Risalesi” ve ona ilaveten beyannâme ve hitapnâmeler basarak kamuoyunu aydınlatmak için halka dağıtır. Bunun faydası kısa zamanda görülür. Mektebin meslek ve programı halka ilan edilir. Bir müddet tartışmalar sona erse de özellikle Ömer Ahund Bay’ın kışkırtmalarıyla mektebin hükümet tarafından kapatılması gerektiği

Ahmet Kemal, tartışmalar içerisinde geçen altı ayın sonunda, kurban bayramının dördüncü günü, öğrenciler tarafından hazırlanan bir piyesi sahneye koymaya karar verir. Halka davetnameler gönderilir. Özellikle usul-i cedid karşıtları da piyese davet edilir. Öğrencilerin milli türküleri de icra ettiği piyese geniş bir katılım olur. Fakat Ahmet Kemal’in 15


GENCAY dillendirilmeye başlanır. Burada Ömer Ahund Bay’ın, Rus konsolosluğu ile olan yakın temasını belirtmekte fayda vardır.(28)

Yine bu sıralarda Enver Paşa’ya bağlı olarak kurulan Teşkilat-ı Mahsusa tarafından görevlendirilen Adil Hikmet Bey, Selim Sami Bey, Hüseyin Emrullah Bey, İbrahim Bey ve Hüseyin Bey de Kaşgar’a gelmişlerdi. Adil Hikmet Bey, dört yabancı dil bilen önemli bir Teşkilat-ı Mahsusa yüzbaşısıdır. Garbi Trakya Hükümet-i Muvakkatesi’nin kuruluşunda da aynı teşkilatta çalışmıştır. Hatıralarını “Asya’da Beş Türk” başlığı altında Cumhuriyet gazetesinde neşretmiştir. Selim Sami Bey, Teşkilat-ı Mahsusa’nın başkanı Eşref Sencer Kuşçubaşı’nın kardeşidir. Aslen Dağıstanlıdır. Ağabeyi Kuşçubaşı Eşref ile Arabistan’da pek çok olaya iştirak etmiştir. Hüseyin Emrullah Bey, heyetin tek sivil şahsiyetidir. Mülkiye mezunudur. Kaymakamlık, İzmir polis müdürlüğü ve Erzurum mebusluğu yapmıştır. İbrahim Bey, kaptan ve seçkin bir komitacıdır. Hüseyin Bey, “Tatar” ve “Mücahit” lakaplarıyla tanınan önemli bir komitacıdır. Aynı teşkilatın emrinde Edirne’nin kurtuluşu için çalışmış ve yararlılıklarından dolayı mücahit lakabını almıştır.(30)

Adil Hikmet Bey Bu sırada 1908 yılında tahsil için İstanbul’a gönderilen Mesud Sabri Baykuzu, Tursun Efendi, Abdürrahman Şadi, Hasan, Ahmet Necati, Tursun, Kemal Bedri Beyler, Birinci Cihan Harbi’nin başlamasından dolayı memleketlerine evdet etmişlerdi. Ahmet Kemal, İstanbul’dan tanıştığı arkadaşlarının gelmesinden çok memnun olur. Doğu Türkistan’ın bu yiğit evlatları, zaman kaybetmeden memleketlerine hizmete başlamışlardır.(29)

Adil Hikmet Bey, eserinde Ahmet Kemal’in ulema ile çekişmesine, mescide resim asmasına, çizdiği resimler ile ulemayı aşağılamasına ve muallimlere karşı olan olumsuz tutumuna eleştiri getirmektedir. Ahmet Kemal’e verdikleri öğütlerden sonra kendini çabucak düzelttiğini belirtir. Adil Hikmet Bey ve arkadaşları Kaşgar’da kaldıkları süre zarfında ahaliyle iyi ilişkiler kurarlar. Hüseyin Emrullah Bey, mektebin tedris ve terbiye programını yeniden kaleme alır. İsmail Hakkı Efendi, Hoten’e gönderilerek burada da bir mektep açtırılır. 16


GENCAY Adil Hikmet Bey başkanlığındaki bu beş Teşkilat-ı Mahsusa üyesinin Kaşgar’daki faaliyetleri İngiliz ve Rusların dikkatini çeker. İlk olarak Hacı Ramazan adında bir ihtiyarın para karşılığı İngilizlere casusluk yaptığını tespit ederler. Ardından Yusuf Ahun adında bir kişinin yine para karşılığı Rus konsolosluğuna malumat verdiğini öğrenirler. Bunun üzerine Kaşgar’daki işlerinin sona erdiğini düşünerek Afganistan’a gitmeye karar verirler. Adil Hikmet Bey ve arkadaşları Kaşgar’da bulundukları süre zarfında oldukça iyi tohumlar ekmişlerdir.(31)

(3) İsa Yusuf Alptekin, Esir Doğu Türkistan İçin (1)/ İsa Yusuf Alptekin’in Mücadele Hatıraları, Haz. Ömer Kul, Berikan Yayınevi, Ankara 2010, s.521.

Ahmet Kemal, Teşkilat-ı Mahsusa üyelerinin Kaşgar’dan ayrılmalarından takriben bir ay sonra Çin hükümetine tabi Muyaz Kümbez’de, Rus Kozakları tarafından esir edildikleri haberini alır. Bahaeddin Bay ile birlikte serbest kalmaları için girişimlere başlarlar. Ömer Ahund Bay’dan aradıkları desteği bulamazlar. Devletlerarası hukuktan bir haber olan Çin valisinin de meseleye önem vermemesi üzerine Pekin Alman sefaretine durumu bildiren bir telgraf gönderirler. Adil Hikmet Bey ve arkadaşları Rusların elinden kurtulduktan sonra Taşkent’e hareket edeceklerdir. Bu sırada mektep ilk mezunlarını verir. Yirmi yedi genç muallime diplomaları takdim edilir.(32)

(8) Saadettin Gömeç, Türk Cumhuriyetleri ve Toplulukları Tarihi, Akçağ Yayınları, Ankara 2011, s.364.

KAYNAKLAR

(15) Ercilasun, , a.g.e., s.20.

(1) Ahmet Kemal İlkul, Çin – Türkistan Hatıraları/ Şanghay Hatıraları, Haz. Yusuf Gedikli, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1997, s.9-13.

(16) Mehmet Emin Buğra, Doğu Türkistan Tarihi, Çoğrafi ve Şimdiki Durumu, Güven Basımevi, İstanbul 1952, s.7.

(4) İlkul, a.g.e., s.62-64. (5) İlkul, a.g.e., s.65-66. (6) İlkul, a.g.e., s.66. (7) Mehmet Saray, Doğu Türkistan Türkleri Tarihi (1) (Başlangıçtan 1878’e Kadar), Kitapevi, İstanbul 1997, s.9.

(9) Konuralp Ercilesun, Doğu Türkistan -II-, Türk Yurdu, Sayı 94, Haziran 1995, s.20. (10) Mehmet Saray, a.g.e., s.10-11. (11) İklil Kurban, Şarki Türkistan Cumhuriyeti (1944-1949), Türk Tarih Kurumu, Ankara 1992, s.6. (12) Saray, a.g.e., s.11-12. (13) Kurban, , a.g.e., s.6. (14) Saray, a.g.e., s.12.

(17) Kurban, a.g.e., s.6. (2) İlkul, a.g.e., s.14-15. 17


GENCAY (18) Saray, a.g.e., s.22.

(25) İlkul, a.g.e., s.88-93.

(19) Saray, a.g.e., s.22.

(26) İlkul, a.g.e., s.98-101. (27) İlkul, a.g.e., s.102-107.; Adil Hikmet Bey, Asya’da Beş Türk, Haz. Yusuf Gedikli, Ötüken Neşriyet, İstanbul 2012, s.135.

(20) Buğra, a.g.e., s.5. (21) Baymirza Hayit, Türkistan Devletlerinin Millî Mücadeleleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu, Ankara 2004, s.147149; Kurban, a.g.e., s.11-12.

(28) İlkul, a.g.e., s.108-113. (29) İlkul, a.g.e., s.114-115.

(22) Amaç Karahoca, Doğu Türkistan -Çin Müstemlekesi-, Doğu Türkistan Göçmenler Cemiyeti, İstanbul 1960, s.7-8.

(30) Adil Hikmet Bey, a.g.e., s.15-20.

(23) İlkul, a.g.e., s.67-88

(32) İlkul, a.g.e., s.117-120.; Adil Hikmet Bey, a.g.e., s.147-149.

(31) Adil Hikmet Bey, a.g.e., s.134-142.

(24) İlkul, a.g.e., s.88-93.

18


GENCAY

ANKARA TÜRK OCAĞI VE KAPATILMASI Metehan ÇAĞRI II. Kurultayında Mustafa Kemal’in; “Türk ve Türkçülük aleyhinde bulunanları ezeceğiz.” sözü şiar edilmiş, Türk ve Türkçülük düşmanlarına karşı mücadele ediliyordu. Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da, Türkçülüğün karşısındayız diyerek Türk düşmanlığını ilan eden başbakana rağmen dimdik ayaktaydı Ankara Türk Ocağı.

2009 yılında Ankara’ya lisans eğitimimi almaya geldiğim günden bu yana gönülden, son 1.5 yıldır da resmi olarak Türk Ocaklıyım. Türk’ün ocağı ile tanışmamı nasip eden Tanrı’ya şükürler olsun. Yanlış hatırlamıyorsam, Türkoloji’nin yaşayan devlerinden Prof. Dr. Ahmet Bican Ercilasun’un , “Ülkü Devi Nihal Atsız” konferansı sayesinde tanışmıştım Ankara Türk Ocağı ile. Durmadan Türklük için, Türkçülük için çalışan bir kadro, ocak başkanı Türkan Hacaloğlu… Sempozyumlar, paneller, konferanslar, basılı yayımlar, geziler, kutlamalar, anmalar, konserler, arı gibi çalışan gençlik kolları…

Peki, neydi, çalışan, mücadele eden, Türkçü bir nesil yetiştirmek için var gücünü ortaya koyan Ankara Türk Ocağı’nın feshedilmesinin sebebi? Evet, Ankara Türk Ocağı yönetimi, Türk Ocakları Genel Merkezi’nin 24 Haziran 2014 tarihli tebliğ ile görevden alındı ve Ankara Türk Ocağının kapısına kilit vuruldu!

Hocaların hocası, tarihçi Mustafa Kafalı ile de tanışma şerefine Ankara Türk Ocağı sayesinde erişmiştim. Başbuğ Türkeş anısına “Günümüzde Türklüğün Meseleleri” başlıklı bir panel düzenlemişti Ankara Türk Ocağı. Panel başkanı Prof. Dr. Mustafa Kafalı’ydı (Allah uzun ömürler versin) . Var gücüyle çalışıyordu Ankara Türk Ocağı! 23 Nisan 1925 Ankara Türk Ocağı 19


GENCAY 43. Büyük Kurultay ve Ankara Türk Ocağı’nın Tavrı

Dr. Mustafa Kafalı’nın Başkanlığında Türk Ocakları’nın tarihi misyonuna döneceğine inancım tamdır.” diyerek ilan yayınlamışlar, Türk Ocakları eski başkanı Sadi Somuncuoğlu, Prof. Dr. Ümit Özdağ gibi isimler de gazetede köşelerinden desteklerini açıklamışlardı. Türk milliyetçiliğinin bu dev isimlerinin desteklerine rağmen işi zordu Mustafa Kafalı’nın. Çünkü 90 atanmış genel merkez delegesi, 90 kurşun asker görevi oynuyordu kurultayda ( birkaç isim hariç). Türk Ocakları şubelerini temsilen “seçilerek” gelmiş, her şubenin üye durumuna göre iki-üç-beş delege oy kullanmak için hazır bulunurken, Türk Ocakları Genel Merkezi tarafından da “atanarak” hazırda bulunan 90 delege vardı. İşte bu hiç de adil olmayacak seçimlerde Ankara Türk Ocağı’da tavrını belli etmişti. Hocaların hocası Mustafa Kafalı’nın yanında yer almıştı. Ankara Türk Ocağı Başkanı Türkan Hacaloğlu bir asena gibi dik durmuş, genel merkez yönetimini yanlışlarından dolayı eleştirmiş ve mikrofonun kapatılarak susturulmak istenmesi üzerine ise bir bozkurt edası ile “benim sesim mikrofonsuz da gür çıkar diyerek” konuşmuş, dik duruşunu göstermişti.

Türk Ocakları Genel Merkezi 43. Olağan Büyük Kurultayı, 19 Nisan 2014 tarihinde (Tarihi Türk Ocağı Binası yerine) ATO Meclis Salonu’nda yapıldı. İki listeli bir seçim olacaktı. Türk Ocakları genel merkez yönetiminin, Türkçülüğü ayaklar altına alan bir iktidarın devrinde sessiz sakin pasif bir yönetimde bulunması, dik duruş sergileyememesi Türk Ocaklılarda rahatsızlık yaratıyordu. Bu pasif duruş Türk Ocaklarının kuruluş ruhuna yakışmıyordu. Baskı, istibdat, işgal ve haksızlığa karşı başkaldırı hareketinin adı olan Türk Ocakları, Türk ve Türkçülüğün düşmanlarının iktidar olduğu bir devirde pasif politikalarla yönetiliyordu. İşte bu gidişata dur demek, Türk düşmanlarına karşı kükrercesine hareket etmek ve Türk’ün ocağını asli misyonuna döndürmek için hocaların hocası Prof. Mustafa KAFALI adaylığını açıkladı. Adaylık açıklaması Türk Ocakları genel merkezinde yapılacaktı fakat genel merkez yönetiminin izin vermemesi üzerine yapılamadı. Mustafa KAFALI, Türk Ocakları genel merkezi önünde, yanında hazır bulunan ocaklılarla birlikte adaylık açıklamasını yaptı. Kurultay günü aslında Mustafa KAFALI hocanın işi hiç de kolay değildi. Kendi yönetim kurulu listesinde Türk milliyetçiliğinin devleri, entelektüel isimleri yer alıyordu. Prof. Dr. İskender ÖKSÜZ, Prof. Dr. Ahmet B. ERCİLASUN, Prof. Dr. Sadettin GÖMEÇ… Ayrıca İlber Ortaylı başta olmak üzere 60’ı profesör 110 Türk milliyetçisi akademisyen “Prof.

Kurultay 174’e 90 oyla sonuçlandı ve eski yönetim görevine devam etti. Genel Merkez’in atadığı 90 delege yerine sadece 20


GENCAY şubeleri temsilen seçilerek gelen delegeler oy kullanmış olsaydı sonucun çok daha farklı olacağı görülüyordu.

hususu daha söyledim. Aslında bir Türk Ocaklı olarak şikâyette bulunacaktım. Eskişehir Türk Ocakları Başkanı Nedim Ünal sosyal medyada sahibi olduğu bir hesap üzerinden Türklük düşmanı Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı adaylığı karşısında sempatisini belirtiyordu. Şikâyette bulundum ve Eskişehir Ocak yönetimine karşı nasıl bir tutum içinde bulunacaklarını sordum. Aldığım cevap şuydu; “ne yani en çok çalışan ocağımızı mı kapatmamızı istiyorsunuz?” Türkçülük adına arı gibi çalışan ocak Ankara Türk Ocağıydı hâlbuki. Sayın Nedim Ünal’ın yönetiminde Eskişehir Türk Ocağı, ne adına en çok çalışan ocaktı bilemeyeceğim. Şikâyetçi olduğumu yineledim, sosyal medya hesapları üzerinden yapılanların soruşturma gerekçesi olamayacağını belirtti sayın yönetici. Konuşmayı sonlandırdık.

Peki, Ankara Türk Ocağı yönetimi neden görevden alınmıştı? Genel merkezin karşısında yer aldığı için miydi yoksa başka gerekçeler de mi vardı? Ankara Türk Ocağı’nın Gerekçeli Kararına Dair

Feshi

ve

Ankara Türk Ocağı üyesi biri olarak feshedilme kararını öğrendikten bir gün sonra ocağımızın kapatılma gerekçesini öğrenmek için genel merkezi aradım. Sekreter bayan, şuan kimse olmadığını öğleden sonra 4-5 gibi aramam durumunda yöneticilerle görüşebileceğimi bildirdi. Belirtilen saatlerde aradım. Telefon çalıyor fakat açan yok. Üst üste aramama rağmen cevap yoktu. Farklı bir numaradan aradım, birkaç kez çaldıktan sonra telefon açıldı. Kendimi tanıttım ve neden aradığımı belirtince genel merkez yönetim kurulu üyelerinden bir kişiye telefon bağlandı. Ocağımızın neden kapatıldığına dair gerekçeli kararı kendilerinden değil “Ocak Eski Başkanı Türkan Hanımdan” öğrenebileceğimi kendilerinin açıklama yapmayacağını belirtti. Kayyum heyetinin ne zaman seçime gideceğini sormam üzerine ise biraz hiddetli bir ses tonu ile defterleri daha alamadıklarını sadece kapıyı değiştirebildiklerini, seçimlerin ne zaman olacağının belli olmadığını söyledi(ne utanç verici bir durum, defterleri alamamışlar sadece ocağın kapısını değiştirebilmişler!). Teşekkür ettim, “Ankara Türk Ocağı Başkanı Türkan Hacaloğlu’dan” öğreneceğimi belirttim. Telefonda konuştuğum yetkiliye farklı bir

İlginç olan bir durum vardı. Eskişehir Türk Ocağı başkanının durumu için sosyal medya da yaptıkları soruşturma gerekçesi olamıyordu, fakat Ankara Türk ocakları yöneticilerinin sosyal medya hesapları takip ediliyor ve Ankara Ocağa soruşturma evrakları gönderiliyordu. (İkiyüzlülüklerini ve yalancılıklarını Allaha havale ediyorum!) 21


GENCAY Daha da ilginç olan bir durum şu ki; Tayyip Erdoğan sempatizanı Nedim Ünal için sosyal medyada yaptıkları soruşturma gerekçesi olamaz denirken, Ankara Türk Ocakları yönetiminin görevden alınma gerekçeleri arasında ise sosyal medya hesaplarında olanlara açılan soruşturmalar gerekçe gösteriliyordu. Güler misin ağlar mısın?

Türk Ocaklı gençlerin terbiyesizliklerine destek vermek! (Ocaklı Türk gençlerinin terbiyesiz olduğunu iddia ediyorsanız böyle bir nesil yetişmesinin baş sebebi siz olurdunuz herhâlde. Öyle bir durumda kapatıp kepenkleri gitmenizi beklerdik)! Gördüğünüz gibi durum bundan ibarettir. Türk’ün şanlı çınarı nasıl bir yönetimin elindedir sizin takdirinize bırakıyorum. Fakat bilenmesini isterim ki bizler İzmir işgal edilince tarihi Sultan Ahmet mitinglerini düzenleyip halkı direnişe davet eden Türk Ocaklıların torunlarıyız! Bizleri öyle yıldırıp ocağımızı terk edip gideceğimizi zannediyorlarsa çok yanılırlar! Mustafa Kemal’in Ankara Türk Ocağı II. Kurultayında dediği gibi “Türk ve Türkçülük aleyhinde bulunanları ezeceğiz!” bunu yapmadan da bir yere gitmeye niyetimiz yok!..

Peki başka ne gibi gerekçeler var diyorsunuzdur ?.. Söyleyeyim efendim, fakat gülmeyin ya da şaka yapıyorum zannetmeyin! Yeterli sayıda Türk aboneliği yapmamak!

Yurdu

Dergisi

(Türklük ve Türkçülük için çalışmayı şeref sayan Ankara Türk Ocağı için iftiradır!) Genel Başkan ve yönetime tarih ve Türklük dersi vermek! (Haa ama haddi aşan bir şekilde yapılmış!)

22


GENCAY

BİR TÜRKÇÜ’NÜN ÜTOPYASI Sergen ÇİRKİN Bugün 25 Mart 2062, Türk Ocakları’nın 150. kuruluş yıl dönümünü anmak için toplanmış bulunuyoruz, kutlu olsun...

şubeleri ve yurtdışı temsilcilikleri ile sayısız üyesi bulunan anıtsal bir kültür kurumu haline gelmiştir. Ocakların 2014 yılında gerçekleşen 43. Kurultayı tam anlamıyla devrin Türkiye’sini yansıtıyordu. 58-61. Türk Hükumetleri’nin yarattığı kaos ve çatışma ortamı, ülkede hemen her alanda olduğu gibi Ocaklarda da etkisini göstermişti. “Büyük Türkiye Komitesi”nin kuruluşunu takiben çıkartılan bir parlamento kararıyla bahsi geçen hükumetler “damnatio memoriae” olarak ilan edilmiş ve Cumhuriyet hafızasından tamamıyla silinmiştir. İki farklı listenin adaylık yarışına tanıklık eden 43. Kurultay, Şerafettin Yılmaz’ın divan başkanlığında toplanmıştı. Bu listeler, her ikisi de Türk tarihçiliğinin önemli isimlerinden olan Prof. Dr. Mehmet Öz ve Prof. Dr. Mustafa Kafalı tarafından çıkartılmıştı. Genel Merkez yönetiminin ülke siyasetine dair izlediği tutumlar, şubelerce tepkiyle karşılanmış ve bu durum kurultayın ağır bir atmosferde geçmesine sebep olmuştu. Büyük kurultaya İstanbul delegesi olarak katılan Cezmi Bayram’ın basına verdiği şu ifadeler devrin milliyetçi camiasında ağır bir infial yaratmıştır:

Saygıdeğer Ocaklılar, bir devrin tarihe gömüldüğü son günlerde, ilk kıvılcımları 190 yiğit Türk evladı tarafından atılan Ocağımız bugün bir buçuk asrı devirmiştir. Sizleri 48 yıl öncesine, Ocaklarla tanıştığım ilk yıllara götürmek istiyorum. O yıllarda Türk Ocaklarının genel merkezi Ankara Balgat’ta bulunan 4 katlı bir binadan teşekkül ediyordu. Devrin şehir merkezine görece uzak ve soğuk bir görünüme sahip olan bu bina günümüzde mevcut değildir. Genel Merkez’in yeniden bu kutsal çatıya, ait olduğu yere taşınması, Ocaklılık ruhunun tüm yurda yayılmasında önemli bir aşama olmuştur. Türk Ocakları bugün,

“Cumhuriyet yapılmadı.”

döneminde

milliyetçilik

“Cumhuriyetin ilk yıllarında Türklere de darbe vurulmuştur.”

23


GENCAY “Türk Ocakları Cumhuriyet inkılaplarına karşı çıkmıştır.”

dönemi

sessiz kaldığını öğrenmek istiyorlardı. Nihayet genel kurul seçimleri 90’a karşı 174 oy ile Sayın Öz’ün lehine sonuçlandı. Fakat burada şunu belirtmek isterim ki bu 174 oyun büyük kısmı şube seçmenine ait değildi. Alınan oyların çoğunluğu Genel Merkezce atanan heyet üyelerinden geliyordu yani, ortada “Seçilmişlerin yaptığı bir Seçim” söz konusuydu. Bir müddet sonra terk edilecek olan bu delegasyon sistemi Ocaklılık ruhuna da tamamen aykırıydı.

“Kürtçe eğitim tartışmaların yapıldığı dönemde liselerde seçmeli Kürtçe dersi verilmesi kanaatini taşıyordum.” “Kürtçe eğitimine, sadece Kürtlerin değil Türklerin de onlarla anlaşmak için ihtiyacı vardır.”

Zira Ocak kurultayları hiçbir zaman tek düzey bir onay meclisi görevi görmemiştir. Türk Ocağı, daha kurulduğu ilk yıllarından itibaren ülkede seçim ve demokrasi kültürlerinin yerleşmesine büyük katkı sağlamıştır. Ocaklılar, yeri gelmiş siyasi üyelikleri sebebiyle Ziya Gökalp gibi bir ismin genel başkan seçilmesine hayır demiş; yeri gelmiş Hamdullah Suphi gibi bir genel başkana kurultay salonundan en ağır ifadeler ile yüklenmiştir ve daha da önemlisi bu gibi eleştiriler örtbas edilmeye çalışılmamış, kurultay tutanaklarına satır satır geçirilerek günümüze dek ulaştırılmıştır.

Bu cümlelerin, uzun satırlar arasından özenle cımbızlanmış olduğunu düşünebilirsiniz. Fakat aksine cümlelerin tamamı altı dikkatle çizilmiş ibareler olup Sayın Bayram’ın ana fikirlerini yansıtmaktadır. Bayram, benzeri görüşlerini Türk Yurdu mecmuasının Aralık 2013 sayısında da neşretmiş ve söylemlerindeki ısrarı sürdürmüştür. Bayram’ın görüşlerindeki bu ısrara karşın Genel Merkez yönetimi Bayram hakkında herhangi bir işlem yapmamış bilakis bu görüşlere Türk Yurdu mecmuasında yer vererek görüşleri teyit ettiğini ilân etmiştir.

İşte sizlere bir demokrasi örneği… Fakat 43. Genel Kurulda Türkan Hacaloğlu’nun Ankara Şubesi adına yaptığı konuşma, Genel Merkez Yönetimince hiç de hoş karşılanmaz. Bu konuşma metni, Şube yönetim kurulunun feshine neden olmuştur. Konuşmanın asılsız içerikle dolu olduğunu beyan eden Merkez Yönetim Kurulu, her nedense bu asılsız içerikten rahatsız olmuş ve şube yönetiminin feshine karar vermiştir.

Kurultay bu tartışmalar altında sürerken, kürsüye çıkan delegeler, Merkez Yönetim Kurulu’na ülkenin vahim durumu hakkında sorular yöneltiyor ve Genel Merkez’in bu vahamet karşısında niçin 24


GENCAY Bu kararı imza eden yüksek heyete sormak isterdim, Türk Ocakları Ne Yapar?

Ocağı yöneticilerine de sirayet etmişti. Hatta öyle ki eğer bugün bu satırları işitme imkânları olsaydı, aynı asabiyetle karşılık vereceklerinden kuşkum olmazdı. Mekânları Cennet olsun…

Türk Ocakları yorganlık patiska üretmez, fermuar veya domates salçası da… Türk Ocakları bir fikir kurumudur ve fikirler ancak tartışma ortamlarında vücut bulabilir. Fakat bu kez öyle olmamış aykırı tüm sesler devrin genel merkez yönetimi tarafından aforoz edilmiştir. Daha önce de belirtiğimiz gibi ülke genelinde hâkim olan tahammülsüzlük ve asabiye hali kimi Türk

Ve bugüne dönecek olursak Eski Genel Başkanımız Prof. Dr. İkbal Vurucu’dan bu kutlu bayrağı devralan saygıdeğer hanım efendi Prof. Dr. Özge Korkmaz’ı Ocakların ilk kadın Genel Başkanı olması dolayısıyla bir kez daha kutluyorum… Esenlikle…

25


GENCAY

TÜRK OCAKLARI, MUSTAFA KAFALI VE ANAHTAR Fatma Özge ÖZDEMİR Hani Galip Erdem’in Ülkücünün Çilesi adlı kitabında anlatmış olduğu bir ayrık otu hikâyesi vardır, bilir misiniz?

Herkesin fikri alınır." diyerek, çayırda yaşayan bütün bitkileri topladı. Kısaca meseleyi anlattı. Diz boyu çimenler, mor menekşeler kıpkırmızı gelincikler, sarı papatyalar, yeni bir arkadaşa kavuşacaklarını düşünerek çok sevindiler. Oy birliği ile "Ayrık otu"na münasip bir yer verilmesi tezini savundular. O çayırda, ulu bir Çınar vardı. Çok yaşamış, çok güngörmüştü. Söz aldı: "İşinize karışmak gibi olmasın ama bence hata ediyorsunuz. Siz, ayrık otunu tanımazsınız. Görünüşüne aldanmayın. Son derece zararlı bir bitkidir. Aranıza girerse huzurunuzu bozar, kökünüzü kurutur, yaşama hakkınızı elinizden alır. İyiliğiniz için söylüyorum. Bana göre hava hoş. Ben kuvvetliyim. Bana hiçbir şey yapamaz."

“Alabildiğine gür yemyeşil çimenlerin, renk renk menekşelerin, papatyaların, gelinciklerin yaşadığı bir çayır vardı. Bir gün bu Çayır'a ne idiğü belirsiz bir ot geldi. Masum ve mazlum bir eda ile "Sayın Çayır hazretleri" dedi. "Yersiz yurtsuz kaldım. Kıyıcığınızda köşeciğinizde, hiç işe yaramayan verimsiz bir parçanızda yerleşmeme müsaade eder misiniz?"

Çınar'ın öğütlerine aldırış eden olmadı... "İhtiyar, amma da saçmalıyor ha! Bu zavallı kime kötülük edebilir ki!" dediler. Böylece, karar verildi. Ayrık otu, çayırın verimsiz bir köşesine yerleşti. Sonra, zaman geçti... Ayrık otu, tabiatının icabını yapmağa başladı. Kendisine ayrılan saha ile yetinmedi. Her tarafa kök saldı. Toprağını gittikçe genişletiyor, herkese kafa tutuyor, yavaş yavaş herkesi yerinden ediyordu. Çayır'ın huzuru kaçmıştı. O eski ahenk, dostça ve beraberce yaşanılan günler şimdi bir hayâl olmuştu. Çimenler, artık diz boyu değildi. Menekşeler, o şahane morluklarını kaybetmiş kirli bir renge bürünmüşlerdi. Gelincikler, muradına ermeden soluveren gelinlere benzemişti.

Çayır önce şaşırdı. Bu davetsiz misafiri hiç tanımıyordu. "Adın nedir?" diye sordu, "Sana kim derler?" Öteki, biraz daha ezilip büzüldü, merhamet dilenen bir sesle: "Bana, ayrık otu, derler. Kimseye zararım dokunmaz. Herkese iyilik ederim." dedi. Çayır: "Pekiyi. Yalnız, bizim çocuklara bir danışayım. Kabul ederlerse, sana da bir köşe veririz. Bizim burada demokrasi vardır. Hiç kimse tek başına karar veremez. 26


GENCAY Papatyaların sarısı artık eskisi gibi tatlı görünmüyor, bir "ölüm sarılığı"nı hatırlatıyordu.

durum aslında. Türk Ocakları arasında en hızlı, hareketli ve faal çalışan Ankara Türk Ocağı şubesi -ayrıca Türk Ocakları tarihinde ilk bayan başkana sahip olan Türk Ocağı'dır-, eften püften bir gerekçeyle kapatılmış, hatta Başkan, Başkan Yardımcıları ve üyeler içindeyken gelinip anahtarı değiştirilmiş ve Türk’ün ocağına giriş engellenmiştir. Hiçbir etik kurala uymayan bu davranışın, Türk Milliyetçisi vicdanlarda da yer bulması mümkün değildir.

Vaziyetin gittikçe kötüleştiğini görünce, meseleyi bir kere daha müzakere ettiler. Herkes, başlangıçtaki fikrinin hatalı olduğunu, ayrık otunu kabul etmemeleri gerektiğini söyledi. Yazık ki, iş işten geçmişti. Ne yapılabileceğini düşündüler. Neticede, "Çayır Ana"ya gidip "Ayrık otu"nu şikâyet etmeye karar verdiler. Çayır, çocuklarının haline çok üzüldü, âdeta yüreği parçalandı. Hemen, "Ayrık otu"nu buldu. Hiddetle: "Sana verdiğimiz köşede durmamış, her tarafı istila etmeye başlamışsın. Çocukların huzuru kalmamış. Sana acıdıkları için aralarına almışlardı. Hepsini pişman ettin. Ya bu huyundan vazgeç, köşeciğine çekil, ya da geldiğin yere git." dedi. Ayrık otu, arsız arsız sırıttı. Kendine güvenen bir ifade ile: "Yerimden memnunum... Halimden asla şikâyetçi değilim. Rahatsızlığım da yok. Eğer rahatsız olanlar varsa, çekilip gitmekte serbesttirler. Beyhude yorulmayın. Elinizden bir şey gelmez. Köklerimi öyle derinlere saldım ki, artık söküp atamazsınız!" cevabını verdi.

Türk Ocakları, 25 Mart 1912’de resmen kurulmuş olup, ‘’90 yıllık bir gönüllüler kurumu’’ olarak nitelendirilmektedir. Diğer derneklerden farklı bir kuruluş yapısına sahip olan Türk Ocakları, bir gençlik hareketinin somutlaştırılmasıyla doğmuştur. Şimdiye bakacak olursak, artık çizgisinden çıkan Türk Ocakları, gençlik hareketinin somutlaştırılmasıyla doğup, gençlik hareketinin baskılanmasıyla son buldurulmak istenmektedir.

Bu hikâye, böylece biter. Sözünü kimseye dinletemeyen o Ulu Çınar'a gelince: Çayır sâkinlerinin haline o kadar üzülmüş, kaybolan saadetlerinin arkasından öylesine ağlamış ki, "Ben demedim mi?" bile diyememiş!..’’ (Galip ERDEM - Ülkücünün Çilesi -

Benzer olaylar bu yıl düzenlenen 43. Olağan Büyük Kurultay’da da yaşanmıştır. Burada da Mustafa Kafalı Hocamız başkanlığa aday olmuş ve bin bir hileyle, düzenbazlıkla seçimi kaybetmesine neden olunmuştur. Bunlardan kimin haberi var? Kimsenin. Çünkü ‘’Aman ocağımızı kapatırlar, aman bizim faaliyetimizi

Ötüken Yayınevi İstanbul 1976)

Bugünlerde ayrık otunun yerleşmesi misali, bir Türk Ocakları furyası var ya hakkımızda hayırlısı… Hakkımızda hayırlısı demek için bile geç kalınmış bir 27


GENCAY engellerler’’ denilerek, hep geri planda durmanın sonucudur bu durum. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığı, ocağın kapısına kilidi sonunda vurdurmuştur. Galip Erdem’in ayrık otu hikâyesini bu yüzden paylaştım sizlerle. Çünkü bu ayrık otlarını temizlemek artık bir o kadar zahmetli olduğu gibi, bir o kadar da güç. Balık baştan kokar hesabı, atılımcı gençlerin önünün kapatılması bizleri ilerletmemekle birlikte, 90 yıllık Türk’ün Ocağı’na kilidi vurdurmuştur. Bu duruma tepkisiz kalınmaması gerekir. Her şeyden önce hemen, acil bir plan yapılıp en yerinde tepki gösterilmelidir. Unutulmamalıdır ki; bizim ülkemizde zamanı geçen her olay çürümeye yüz tutmaktadır. Hatta çürümesine fırsat verilmeden, bir şekilde gündem değişmiş, o olayın üzerinden geçen zaman unutma yolundaki planlara çare olmuştur.

yaşadığımız olaylardan anlaşıldığı üzere, Galip Erdem ‘’Ayrık Otu’’ hikâyesini boşuna kaleme almamıştır. Dinlenilmeyen koca çınarlar, günümüzde hala dinlenilmemekte olmasına rağmen köşelerine çekilmek yerine meydanlarda gençlerden çok genç olarak faaliyette bulunmaktadırlar. Allah onları başımızdan eksik etmesin! Peki, bu kadar olaydan sonra neler yapılmalı? Bizim gibi insanlar bu haksızlığa göz mü yummalı? Ben size söyleyeyim; o kadar çok plan yapılır ki bu olaylardan sonra, sanırsınız bu güç dünyayı yerinden oynatır. Sonra üzerinden zaman geçer, bu zaman zarfında planların yerine oturması beklenirken; planları silip süpüren zaman gözden kaçar. Her olayda olduğu gibi yine zamanın eline bırakılan tepkiler, yok olur gider. Hep “Unutma, unutturma!’’ diye başlayan cümleler, yerini “Bir sonrakinde böyle olmayacak!’’ cümlelerine bırakır. Unuturuz arkadaşlar! Bunu da unuturuz! Ne de olsa bize dokunmayan yılan bin yaşasın, biz hep unuturuz. Unutmak gibi, sessiz kalmak gibi, yapılan haksızlığı yok saymak gibi bir huyumuz var ne de olsa. Bakınız, seçimden sonra Mustafa Hoca’ya yapılan haksızlığı unuttuk bile… Birkaç gün sosyal medyada yer alsın yeter. Birkaç gün insanlar paylaşımlarımızı beğensin kâfi… Unutmamamız gereken tek bir şey var aslında ‘’Unutmak Tükenmektir!’’. Bunu kavradığımız an bütün sorun çözülecektir.

Böyle şanlı bir tarihe sahip olan Türk Ocakları’nın, bu gibi bir durumla gündeme gelmesi Türk Milliyetçileri’nin üzerinde oynanan oyunun da bir göstergesidir. Buradan anlaşıldığı üzere düşünen, üreten ve çözümler sunan beyinlerin önü kesilmeye mahkûmdur bu ülkede. Bizlere düşünmeyen, sorgulamayan insanlar lazımdır. Türk Ocakları Genel Merkezi, Ankara Şube’nin kapatılma olayını, iktidarın gündem değiştirme yöntemini takip ederek, Madımak olaylarının yıldönümüne getirmiş olması ayrıca dikkat çekilecek bir mevzudur. Günümüz ve

28


GENCAY

29


GENCAY

TARİH BUNU DA YAZAR Çağhan SARI Siyasetle meşgul olanlar zaman içinde sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar ile sorun yaşayabilirler. Haklı haksız hepsi yaşayabilir. Üniversite öğrencileri, hocalarına sosyal paylaşım yolu üzerinden yaptıkları ifadelerdeki eleştiri ile hakaret sınırını ayırt etmezse sorun yaşarlar. İstisnasız hepsi yaşayabilir. Artık sosyal medyadaki paylaşımlarınız karakter analizlerinde ve etiketlenmenizde kullanılır. İlgililerin merceğine girin bütün paylaşımlarınız kullanılır. Unutmadan eğer Türk Ocakları üyesi iseniz, sosyal paylaşımlarınız Genel Merkez tarafından hakkınızda soruşturma açılmasında yeterli unsur teşkil edebilir. Maalesef haklı haksız hepsi teşkil edebilir!

etme imkânı buldu. Ancak hadisenin yargıya intikali sebebi ile neşredilme sakıncası göz ardı edilmedi. Türk Ocakları Genel Merkezi’nin bu karara vardığı aşamaları hatırlayalım. Türk Ocakları Genel Merkezi, 19 Nisan 2014 tarihinde gerçekleştirdiği kurultay sonucunda göreve geldi. Seçimleri kazanan mevcut yönetim idi. Mevcut yönetim ise yıllarca başkanlık görevini ifa etmiş saygıdeğer büyüklerden Nuri Gürgür’ün 2012 kurultayında seçimi kazandığı liste idi. Nuri Gürgür bu kurultay ile başkanlık görevini, listesinde yer alan tarihçi Prof. Dr. Mehmet Öz’e bırakmıştı. İki sene görev yapan Genel Merkez yönetimi 2014’de de seçimleri kazanıp yoluna devam etmiş oldu. Birçok yazıda değinildiği için son seçimlerde Genel Merkez delege sayısı ile ilgili mevzubahis açmayacağız. Kurultaydan iki gün önce, dönemin Ankara Türk Ocağı Gençlik Kolları Başkanı Burak Yamuç bir bildiri yayınlar. İki arkadaşının da imzası bulunan bu bildiride –şuan görevde olan- Türk Ocakları Genel Merkezi’nde Genel Sekreter Yardımcısı Emrah Şenel’in gençlere karşı yaklaşımlarından şikâyet edilmiştir. Bu bildiri Facebook üzerinden yayınlanmış ve birkaç saat içinde gençler tarafından paylaşılmıştır. Şimdi bu bildirinin fesih gerekçeleri arasında görmek, gençliğin bildiri kaleme almasında ne kadar titiz (!) olması gerektiğini gösteriyor.

Bu yazının kaleme alınmasından yaklaşık iki hafta kadar önce Türk Ocağı Genel Merkezi, Ankara Şubesi’nin Yönetim Kurulu’nu görevden aldığını duyurdu. Yönetimin feshi ile ilgili karar metni ile diğer yazışmaları, bu yazının sahibi tetkik

Bir başka Facebook paylaşımı gerekçesi, Bursa Türk Ocağı Gençlik Kolları Eski 30


GENCAY Başkanı, Ankara’da feshedilen yönetim kurulunun üyesi, Mehmet Altıntaş ile ilgilidir. Mehmet Altıntaş, Ankara’da yapılan Kırım mitingine katılmış, -malum bozkurt tartışması- mitingde yaşanan tatsız olayları Facebook’ta kendi hesabından yorumlamıştır. Bazı hocalar hesabına mesaj göndermişlerdir. Gerekçeler arasında Mehmet Altıntaş hakkında Ankara şube yönetiminin neden soruşturma açmadığı vurgulanmıştır. Olumlu olumsuz görüş beyan ederken gençlerin ne kadar dikkatli ve ölçülü davranması gerektiğini görüyoruz.

muhatabı olacağını yazmamız gerekiyor. Türk Ocakları Gençlik Kolları Eski Başkanı Ömer Serdar Karaca, feshedilen Ankara yönetiminde muhasip vazifesinde bulunmuş, 43. Kurultay’da da Prof. Dr. Mustafa Kafalı’nın listesinde yedek olarak yer almıştır. Ömer Serdar Karaca’nın, Mehmet Altıntaş ile masa başında çalışırken çektirdikleri fotoğraf, ‘güzel şeyler olacak’ yazısı ile paylaşılmıştır. Bu paylaşım hakkında Ankara şubeye, Genel Merkez’in soru yöneltmesi, yanıttan memnun kalmaması şunu göstermektedir ki, eğer muhalifseniz ve başarılı bir muhalifseniz lütfen mesai sırasında fotoğraf çekilmeyin. Çünkü siz böyle yaparsanız atasözlerine konu olabilecek bir performans sergiletirsiniz. Son olarak eğer konferans veya konuşma tertip ederseniz Facebook üzerinden duyurmayın, afiş hazırlatmayın. Çünkü o tarihlerde Genel Merkez’in bir etkinliği vardır ve siz bu etkinliğe katılmak yerine alternatif üretmiş olursunuz. Fesih gerekçelerinin Facebook üzerinden toplananları bu kadar ile sınırlı. Twitter’daki paylaşımların olmaması dikkat çekici; ya Twitter kullanılmıyor ya da takip edilmiyor, bilemiyoruz. Elbette Genel Merkez fesih kararı almaya haiz. Ancak bu gerekçeler tarihe geçmeyecek midir? Umumiyetle 1912-1931 devresi yazılan Türk Ocakları tarihinin bu döneminde, fesih kararlarını yazmak mesele değildir. Mesele, gerekçeleri yazabilmektir. Mesele, Ocak adabının ve geleneğinin fesih kararlarında hatırlandığını yazabilmektir.

Facebook’ta eğer Genel Merkez’e muhalif iseniz arkadaşlarınız ile yan yana gelip, fotoğraf çektirip, Güzel Günler Göreceğiz şiirine nazire yaparcasına ‘güzel şeyler olacak’ yazısıyla fotoğrafı takdim ederseniz yine bir soruşturmanın

31


GENCAY

SONSUZ SALTANAT Veysel Gökberk MANGA Bu yazıyı, bir "Türk Ocaklı eskisi" olarak, birkaç yıl alın terimi dökerek hizmet ettiğim Türk Ocağı'nın hâl-i pür-melâli hakkında birkaç kelâm etmek hakkım olduğuna inanarak yazıyorum.

onun bâzı yönlerden kusurlu ve tâmir edilemez derecede kusurlu olduğunu görmem oldu. İcrâ ettiği görev îtibâriyle "salonda kalmakla" suçlanan ve gerçekten de, şahsî çaba ve katılımlar gözardı edildiğinde, "akademik" olarak varlığını devâm ettirmeyi daha makul ve mantıklı bulan Türk Ocakları, kuruluşunun 100. yılını kutladığına göre, asırlık bir çınar olmasına asırlık bir çınardı; fakat artık hareket kaabiliyetinden yoksun bir bünyesi vardı. Aktif bir hareketin muharrik kuvveti olmak kudretinden, zannımca yoksundu.

Eskiliğim şöyledir: Bir süre, çeşitli şehirlerde Ülkü Ocağı şubelerinde bulunduktan sonra, buraların kısıtlı bir dâire içinde dönüp durduğunu fark ederek Ülkü Ocağı'ndan ayrılmıştım. Daha sonra, hâlâ bir Türk Ocağı şubesinin başkanlığını yapan kıymetli bir adamın, bir hocamın peşine takılıp aklından, ferâsetinden faydalanarak, Türk Ocağı bünyesinde düzenlenen, daha ziyâde "akademik" sayılabilecek faaliyetlere katıldım, konferans ve seminerlerin devâmcısı ve merâklı bir öğrencisi oldum. Tâ ki o şehirde vaktim dolana ve Ankara'ya gelene kadar...

Bu mütalaalar sonunda Ankara'da, "Türk Ocaklı" olmamaya karar verdim ve bu şahsî kararımı yalnızca uyguladım, kimseye açmadım. O kadar ki, geçenlerde kapatılan Ankara Şube'nin kapısından yalnız, özel toplantılar münâsebetiyle üç kez girmişliğim vardır. Genel Merkez'e ise iki kere gittim. Sırası gelmişken, Genel Merkez ziyâretlerimin ilkinden de kısaca bahsetmem faydalı olacak: Bu ilk ziyârette, yakından tanıdığım bir arkadaşın burs başvurusu için ocağımızın kapısını aşındırdık. Arkadaşım ısrârla benim de burs başvurusu yapmamı, ona göre bursu ziyâdesiyle hak ettiğimi söyleyip duruyordu. Ben de ona, "belki ben bursu hak ediyorum ama acabâ bu çeşitli hâlleriyle kerrat cetvelini andıran not tablonla sen hak ediyor musun?" diye takılıyordum. Başvurusunu yapmaya

O şehirden ayrılıp Ankara'ya gelmem arasında bir yıllık bir süre vardı. Bu bir sene, bende bâzı fikirlerin değişmesine, bâzılarının da filizlenip kökleşmesine imkân verdi. Bunlardan birincisi ve belki en önemlisi, bir kurum eğer fazla eski ise, 32


GENCAY gittiğimiz şeyin, benim arkadaşım için "önceden ayrılmış" olmasını bilmenin rahatlığıyla bu lâfları edebiliyordum elbet. Çünkü arkadaşımın torpili sağlamdı, şimdiki Genel Başkan'ın adını "referans" olarak kayıtlara geçirecekti. Onun ısrârları netîcesinde burs başvurusunu alan genç adama, başvuru yapmadan evvel bir soru yöneltmek ihtiyâcı hissettim: Eğer ben, Genel Başkan'ın adını yazan kötü bir öğrenci olsam bu bursu alır mıyım veyâ ben referansı olmayan iyi bir öğrenci olsam bursun bana çıkması ihtimâli nedir? Aldığım cevâp bana, Türk Ocağı'nın artık bir zümrenin tapulu malı olduğunu iyice belletti.

kastedenlerin elinden kurtarıldı. Fakat bu iki büyük ve târihî başarı, benim gözümde artık iki kurumun da âtıl kaldığı ve o muazzam muharrik kuvveti kaybettiği gerçeğini değiştiremez. Bu yazıyı, "bu iki ocağın da ateşli günlerinden eser kalmamıştır, ikisinin de kapatılması lâzımdır, bu millete faydalarından çok zararları vardır" demek için yazmıyorum. Hayır, söylediklerimin hepsi şahsîdir ve ben, en iyisini bulana kadar çâreyi, kurtarıcıyı bu kurumlar dışında arayacağım. Ancak derdim başka: Her şeye rağmen, Türk Ocağı'nın Ankara Şubesi'nin iyi işler yapmaya, hem de âtıl kalan, bozulan, belki çürüyen ve kokan yapıya rağmen iyi işler yapmaya, enerjisini hem o yapıyı düzeltmeye, hem de yeni ve güzel şeyler yaratmaya sevkettiğini hayretle görmüştüm. Çok iyi bir gençlik ekibiyle, Türkiye'nin her tarafındaki Türk Ocaklı gençleri bir araya getiren, düşündüren, heyecanlandıran, "en büyük eksiğimiz" olan "sevgisizliğimiz"e karşı savaş açan kadroyu, şaşırarak seyretmiştim. Şimdi bu gençlerin müdâvimi olduğu şube kapatıldı ve ben son kale de düşmüş gibi hissediyorum. Neden biliyor musunuz?

Meselemize dönelim: Türk Ocağı kurulduğu vakit, birkaç gencin aklında yeşeren bir yeni medeniyet tasavvurunun tecessümü idi. Hareketliydi ve harekete getiriciydi. Yeni ve kıymetli fikirler sunmak kudretindeydi. Bir mücâdelenin en güçlü yürütücüsü olacak kadar faaldi ve bunların hepsi, yeni ve sağlam bir temele oturması sâyesindeydi. Bu temelin köklerini târihin içinden aldığı da mutlakâ doğruydu fakat bu alış işi de, olduğu gibi bir alış değildi. Kusurlu, çürümüş, âtıl tarafların tasfiyesinden sonra kalanların yepyeni bir enerjiyle yoğrulmasından meydâna geliyordu. Nitekim cumhuriyeti kurdu. Ülkü Ocağı kurulduğunda ise, Türk Ocağı eliyle kurulan cumhuriyet çok acı bir tecrübe ile karşı karşıyaydı ve onun kurulması da bir ihtiyâç idi. Bu sefer mücâdele de biraz daha karanlık ve farklı usûllerle yürütülmek zorunda kaldı; çok canlar yandı ve kanlar döküldüyse de, muvakkaten de olsa cumhuriyet, canına 33


GENCAY Türk Ocakları Ankara Şubesi, son seçimde ilerleyen yaşına rağmen büyük fedâkârlıkla gidişâttan memnûniyetsizliğini dile getirerek adaylığını açıklayan Prof. Dr. Mustafa KAFALI'ya destek verdikleri için... Mevcut yönetim, kendisine yöneltilen her muhâlif seslenişi, giyinip kuşandırdığı, silâhlandırıp pusatlandırdığı 90 delegesiyle def etmeye önceden karar verdiği için...

haberleri ya yalanlayınız veyâ doğrulayınız ki, bizler de vicdanlı Türk milliyetçileri olarak, sizlere karşı nasıl bir tavır takınabileceğimizi kestirebilelim. İçinden âkil adam çıkaran, açılım sürecinde hükûmetin karşısında erkekçe duramayan, ERDOĞAN'ın cumhurbaşkanlığı adaylığını açıkladığı ATO'nun yönetim kurulunda önemli isimler barındıran, Genel Başkanı DTCF'deki bir eyâlet sistemi konferansında yalnızca bir akademisyen olarak, Türk Ocaklı kimliğini işe hiç karıştırmayarak konuşma yapan bir Türk Ocağı'nı bizden saymamak ve bütün kuvvetlerimizle, âdil veyâ değil, ona hücûm etmek en tabiî hakkımızdır. Şimdilik, cevâp gelmeden evvel, böyle bir Türk Ocağı'na, bir dörtlük hediye etmekle yetiniyorum:

Bu meselede yazacak çok şey var. Onların birçoğu da derginin bu sayısında, değişik yazılarda yazıldı. Onun için ben uzatmayacağım. Ancak yine de, bir alacaklı yâhut Almanya'dan oğlu gelen ev sâhibi gibi, Ankara Şube'nin kapısının kilidini dahi değiştirerek, ne bir tebliğ, ne başka bir şey, kapıya yalnızca bir not asarak mühür vuran, yönetimi sıradaki "seçimli atama"ya kadar kayyuma devreden Genel Merkez'e bir çift lâfım var.

Gün gelir, sonlanır hayât ve memât, Yıkılır ol devlet-i ebed-müddet. Sanmayın bâkîdir tâc, taht, saltanat; Sizin de devriniz geçecek elbet!

Bizdenseniz, bizden olduğunuzu göstermekte acele ediniz. Bâzı şube başkanlarınızın cumhurbaşkanlığı sürecinde Recep Tayyip ERDOĞAN'ı destekleyeceklerine dâir ortada dolaşan

Devrinizin "devr-i sâbık"a döndüğü vakit, sizi bugünkü yerimizde bekliyor olacağız.

34


GENCAY

Y KUŞAĞI NESLİN TÜRK OCAKLARI’NA BAKIŞI Serhat KAHRIMAN davasına hizmet edebilmem için lehime işliyordu. Hazırlık sınıfını bitirip 1. Sınıfa başladığım yıl bir arkadaşım vasıtasıyla Türk Ocakları Ankara Şubesi’nde bulunan gençlik kollarının sene başı tanışma kahvaltısına katıldım. Birbirinden kıymetli, değerli, donanımlı Türk milliyetçisi genç arkadaşlarla tanıştığım gün işte benim yerim burası dedim. Camiamız için ilmi ve fikri boyutta çalışmalar yapan, Türkçü camianın insanlarca üzerine yapıştırılmış portresinden çok farklı insanlardı burada gördüklerim. Efendim öncelikle burada yazılı olan her şey eleştirilere sonuna kadar açıktır. Her şeyin doğrusunu biliyorum diye değil benim de söyleyeceklerim var diye bu yazıyı yazıyorum ve bu satırlardaki cümleler yüksek bir bilgi seviyesinden değil bugüne kadar elde etmeye çalıştığım görgülerimden dökülmüştür.

İşte Türk Ocakları ile benim tanışmam böyle oldu. Bir çoğumuz gibi; “bir arkadaş vasıtası ile”. Yani Türk Ocağı’na gelip giden bir arkadaşınız yoksa orayı tanımak biraz zor olabiliyor. Kuşağımız ocağı tanımıyor mu? Camiamız ile alakadar olan gençleri saymazsak ne yazık ki bir çok arkadaş tanımıyor. Ülkü ocaklarıyla aynı değil mi, Alperenler’in değil mi gibi sorularla karşılaşabiliyorsunuz. Veyahutta daha acısı “ihtiyarlar kulübü, ulusalcıların mekânı” gibi daha başka yakıştırmalarla da karşılaşabiliyorsunuz. Hele son zamanlarda bir başka duyabileceğiniz yakıştırma; “cemaatçiler, akkurtlar”. İnsanlar bu yakıştırmaları yaparken elbette edindiği bazı izlenimler vardır. İnsanlara niye bunu bize yakıştırıyorsun diye çıkışmak yerine bu yakıştırmaları hak edecek ne yapıyoruz diye aynaya

Tevellüt; doksan iki, takdir ederseniz son zamanlarda yapılan tasniflere göre hani şu meşhur “y” kuşağındanım. Lise yıllarım boyunca hayalim hep Ankara’da okumaktı. Ankara’ya gidecek ve hep meraklısı olduğum şu ‘siyaset’e dalacaktım. Her gece başımı yastığa koyduğumda türlü hayaller kurdum. Ve nihayet kader beni de Ankara’nın taşlı yollarına düşürdü. Hem de Gazi Üniversitesi’ni kazandım. Her şey benim bir an önce “siyaset”e dalıp yıllardır sevdalısı olduğum Türk Milliyetçiliği 35


GENCAY bakmalıyız. Velhasılı kelâm insanlara Türk Ocakları’nın, Türk Ocaklıların kendini anlatmaya ihtiyacı var. Hatta her Türk Ocaklının ihtiyaçtan da ziyade ocağına, camiasına, davasına böyle yakıştırmalar yapıldığı için, yapılmasına fırsat verdiği için borcu da var.

yapmaya başlamış ve kendini yönetecek kadrolarını kendi yetiştirmeye başlamıştı. Rabbim bu şerefli kurumun Ankara Şubesi’nde Burak Yamuç’un başkan yardımcılığı görevini yürüttükten sonra bana da Gençlik Kolları Başkanlığı yapmayı nasip etti. Bu dönemde öyle güzel insanlar tanıdım ki; Türk Milleti’ni ve Türk Ocakları’nı omuzlarında taşımaya hazırlar. Özellikle bayan arkadaşlarımızın ocağımıza olan rağbeti bizi daha çok sevindiriyordu. Demek ki bizim beyefendi arkadaşlarımız bayanları rahatsız edecek bir tutumda bulunmuyorlardı ki; bayanlar bütün bir yüreklilikleriyle ocağa koşuyorlar. Bir nesli anaların yetiştirdiğini düşünecek olursak Türk Ocakları artık iki kuşak ötesine yatırım yapmayı başarmıştı. Lise yaş grubundan arkadaşlarımızda 1520 kişilik bir grup halinde sürekli aramızdalar. Hatta öyle ki aralarında 99’ doğumlu kardeşlerimiz bile var. Ağabey ve ablalarıyla birlikte ocaklılık şuurunu kazanmak için çabalıyorlar. Heyecanları ise görülmeye değer şekilde yüksek.

Tabii Tüm bu yanlış ve yakışıksız yakıştırmaların yanında Türk Ocakları’nın 102 yıllık bir mazisi ve belli bir kimliği, duruşu vardır. Fakat bizim kuşağımızın bir özelliği –kendi gençlerimizin tenzih ediyorum- büyüklerinden çok yaşıtlarına bakarak, onlarla konuşarak bir şeyleri öğrenme yolunu tercih ediyor. İşte tam da bu noktada Ankara Şubesi ile başlayan Gençlik Kolları yapılanması Türk Ocaklarını ve Türk Ocaklılığı kendi kuşağına tanıtma rolünü üstlenmişti. Sırası ile Ömer Serdar Karaca, Yusuf Emre Koç ve Burak Yamuç’un Şube Gençlik Kolları Başkanlıkları dönemlerinde gençlerle olan diyalog artmış ve ocağımız etrafında toplanan gençlik halkası gitgitde büyümüştür. Nuri Gürgür döneminde Genel Merkez’de Gençlik Kolları için bir başkanlık sıfatı oluşturulması ve bunun başına da Ömer Serdar Karaca’nın getirilmesiyle tüm ülke genelinde Türk Ocakları’nın gençlik faaliyetleri hız kazanmıştır. Öyle ki Türk Ocaklı gençler Türkçü camianın gülen yüzü olmayı başarmışlardır. Kuşağımızın buna tepkisi tabii ki gecikmedi. Zamanla etraflarında Türk Ocaklı gençleri gören arkadaşlar faaliyetleri hayranlıkla izler oldular. Tabii burada ocaklı arkadaşlarımızın güzel karakterlerinin ve güler yüzlü, çalışkan ve mütevazi tabiatlerinin büyük bir katkısı oldu. Türk Ocakları geleceğine yatırım

Bu arkadaşlarımıza asla ve asla kurum içerisindeki kişileri kötülemek gibi fena fikirler enjekte edilmedi. Bu gençler A şahsı, B şahsı, C şubesi, D’nin hatrı için değil doğrudan Türk Milleti ve Türk Ocakları için orada bulunuyorlar. Hepsinin bir sözü vardı kendi aralarında “Davamızı karakterimizde taşıyacağız. Tüm neslimize örnek olacağız. Bütün Türkçü camianın üzerine haksız yere yapıştırılmış olan kara ve çirkin etiketleri, tabuları yıkacağız.” Nihayetinde bu sözü vermekle kalmayıp hepsi yerine getiriyorlar. Oturup kalkmalarından, giyim kuşamlarına, konuşurken sarf ettikleri cümlelerden, 36


GENCAY insanlara karşı davranışlarına kadar lisan-ı hâl ile örnek olma gayreti içerisindeler. Yaptıkları okumalar ile kendilerini donatmaya özen gösteriyorlar. Öyle bir teşekkür beklentisi içinde de olmayan bu genç kardeşlerimiz “y kuşağı”na Türk Ocakları’nı tanıtmayı en güzel şekilde başarıyorlar. Bu çok kıymetli kardeşlerimin isimlerini burada tek tek sayamadığımdan ötürü çok üzgünüm. Hepsi sayfalara bedel, pırıl pırıl insanlar. Bu gençler için Türk Ocaklı olmak, ülkücü olmak bir siyasi kimlik değil, bir yaşam tarzıdır.

böyle güzel hayaller kurup, çalışıp, güzel şeyler amaçladığını bilmeyen, hiç bir şekilde haberi dahi olmayan adamlar görmek istemezdim, gördüm. Bu kalabalıkta bir birine tutkun bir gençlik yabana atılırsa yazık olacak. Türk Milleti adına, Türkçülük adına, Türk Ocakları adına hayalleri olan, bu nesli kazanmak çok emekler aldı, kaybetmek kolay olmasın. Lise yıllarımdan bir hocamın sözü aklıma geliyor; “Türkiye’de en kolay harcanan şey gençliktir.” demişti. Hocamın bu sözü haksız çıkarılsın. Son olarak peki senin vasfın ne ola ki bu yazıyı yazdın diye soran olursa; efendim ben bu millete gönül vermiş, Türkçü, kendini Türk Ocakları’nda yetiştirmeye çalışan bir çok gençten sadece biriyim. Bu kuşağın, bu insanların içinde onları izleyen sıradan bir çift göz olarak izlenimlerimi aktardım. Hep kuşak farkından, birbirimizi anlayamamaktan şikâyet edildiği için ben de arkadaşlarımın içinde genel gözlemlerimi yazdım. Belki de bir abimin dediği gibi doğru bildiğimi söylemek için 30 yıl beklemeliydim, ama 30 yıl sonra da gençler adına bir yazı yazmak için biraz geç olurdu değil mi? Saygılarımla, hürmet ederim…

Gelelim son günlerde yaşanan Türk Ocakları Ankara Şubesi’nin bu üzücü süreci bütün genç kardeşlerimizi derinden üzdü. Ankara Ocak gençler için artık bir yuva gibi olduğu için gittiklerinde kapının karşılarında duvar olması hepsini sarsıyor. Ve bu yürekli gençleri hiç kimse sormuyor. Bu süreç böyle işledi, bu gençler ne yapıyor, ne oldu diyen bir kimse yok. Gençler derken öyle üç beş kişilik marjinal bir gruptan bahsetmiyorum. Burada bulunan gençlerin fikriyatının ne olduğu üzerine zerre kadar fikri olmayan nice insanlar tanımak istemezdim, tanıdım. Gençlerin burada böyle kalabalık olup,

37


GENCAY

TÜRK OCAKLARI VE MİLLİ ŞUUR Ziya GÖKALP Millî şuurun kaynaklarından ikincisi millî tarih fikridir. Hakikatte tarih ve coğrafya, milletin hars ve medeniyetini yaratan esaslı âmillerden birisidir. Tarih şuuru, millî topluluğun mazisinin derinliklerinden kuvvet alarak istikbâle doğru bir bütün halinde ilerlemesini temin eden biricik unsurdur. Millî tarih fikrine bağlı bulunmayan cemiyetler maziden kuvvet alamadıkları gibi, istikbâle de metin adımlarla yürümek kudretini gösteremezler. Bu itibarla topluluk da milli tarih şuurunun yaratılması ve kuvvetlendirmesi iktiza etmektedir. Bütün eğitim müesseselerin yanı başında genel olarak Türk Ocakları eskiden beri bir gaye uğrunda çalışmaktadırlar. Birinci Cihan Harbinde Başkomutan, Çanakkale de olağanüstü fedakârlığı istilzam eden vazifelerde gönüllü isterken ortaya atılan gönüllülerin çoğunun Türk Ocağı mensuplarını teşkil eden yedek subaylardan çıkması, memleketimizde ve cemiyetimizde ocaklarımızın yarattığı müspet tesiri ispata kâfi gelir sanırız.

intikal ettirerek ruhlarında kuvveti bulabilmişlerdir.

aradıkları

Biz Türkler, tarihimizin her milletten daha zengin destanlara sahip bir ırkın çocukları olmakla iftihar ederiz. Orta Asya'da Çinlilerle ve Moğollarla olan mücadelemiz, hep bu tarihî kudretimize dayanmıştır. Ve aradığımız bu büyük ruh kudretini , zengin tarihimizin kaynaklarından bulmuş ve aramışızdır. Bozkurt Efsanesi, Orta Asya'da ırkımızın geçirdiği büyük buhranda daima rehberlik yapmıştır. Ünlü Başkumandan Atatürk, ordularına yaptığı tamimlerde en karanlık ve ümitsiz anlarda millî tarihin mefahirini zikrederek onların maneviyatını takviyeye çalışmıştır. Ve nihayet Türk Gençliğini de yine millî tarihin mirası olan Türk kanının

Millî tarih şuurunun milletin buhranlı zamanlarında kalkınması için biricik mânevi destek teşkil ettiği tarihte görülen misalleriyle tespit edilmiştir. Müşterek hâtıralar ve müşterek keder ve sevinçler hep tarih potasının içerisinde yoğurulmuştur. Bilhassa ecdâdın mâruz kaldığı büyük zafer dostlarını millî tarihimizin başlıca kuvvet menbâlarıdır. Eski Yunanlılar, yurtları istilaya uğradığı zamanlarda, Odise destanlarını nesillere

38


GENCAY mevcudiyetini ve büyük hazine olarak tavsif etmiştir.

Kartaca da Anibal'in etrafında toplanan küçük bir topluluk, büyük Roma İmparatorluğu ordularına karşı maddî kudretine inanarak mücadele etmiştir. Bu da, millî tarih şuurunun tezâhüründen başka bir şey değildir.

Tarih ve coğrafya, birbirini tamamlayan iki unsurdur. Coğrafya milletin yaşadığı vatan bütününü temsil eder. Bu umumî realiteye müstesna olarak bazı milletlerin mevcudiyetini görmekteyiz. Ezcümle İsviçre ve Amerika gibi memleketlerde birçok milletlerin bir yurt içerisinde toplandığı müşahede edilebilir. Fakat bu hal de, yine tarihin bir zaruretidir. Ve bu istisnalar umumi kaideye halel verecek mahiyette değildirler. Adı geçen topluluklarda yurt birliği kadar tarih birliği de mevcut olsaydı, muhakkak ki, mevcudiyetleri daha sağlam temellere istinat etmiş olurdu. Tarihin çizdiği hakikat budur.

Bugün her türlü eğitim ve öğretim müesseseleriyle hükümet olarak ve her türlü kültür müesseseleriyle millet olarak amacımız, millî tarih şuurunun takviyesi etrafında toplanması olmalıdır. Aksi halde bütün silahların ve her türlü maddi varlıkların en buhranlı zamanlarında bir taş yığınından başka bir mânâ ifade etmediğini ve milletin içinden gelen ruh kudretinin her türlü maddî kuvvetten üstün olduğuna tarih şahittir. TÜRK YURDU - Haziran 1955

Eski Roma'da Cermen istilasına karşı gösterilen mukavemet, millî tarih şuurunun kuvveti ile yapılmış ve Galya istilâdan bu şekilde kurtulabilmiştir.

39


GENCAY

HOCALARIMIZI ZİYARETLERİMİZDEN

40


GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ’NİN SON KİTABINI MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.