www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 4 Sayı 38 - Mart 2015 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com bilgi@gencaydergisi.com
KARA HASRET/ Veysel Gökberk MANGA ARTIK ERMENİLER / Ahmet ŞAHİN ERMENİ İDDİALARI VE D. ANADOLU’NUN TARİHİ COĞRAFYASI/ Sergen ÇİRKİN KARABAĞ SORUNU / Eren TAŞTAN SEVK VE İSKÂN SIRASINDA OSMANLI DEVLETİ / Evren KAMALI SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ İDDİALARI (Y. HALAÇOĞLU) / Canan MIZRAK İLK KAN İLE BİRLİKTE (JUCTIN McCARTHY) / Aslıhan KAYA ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? / Çağhan SARI TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM / Metehan ÇAĞRI ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK TEMELLENDİRMELER / Sertaç EKEMEN ERMENİ DOSYASI (KÂZIM KARABEKİR) / Burçin ÖNER PROF. DR. HANIM HALİLOVA İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA - Emre SEVİNÇ PROF. DR. ÖMER TURAN İLE SÖYLEŞİ / Bülent ERDİL
GENCAY
KARA HASRET Veysel Gökberk MANGA Bir elimde gün, bir elimde ay, Aklım bin yaşlı, rûhum deli tay, Ben devlerle boğuşurdum, Ve göklerle döğüşürdüm; Şimdi... Öldüm say. Dedem Korkut, dağlarımın bin yerinden seslenir; Bir hasret filizlenir. Gence dolaylarında, Yazın ilk aylarında, "Paşa"sından ayrılmış lâlelerim hislenir. Dost postalı altında çiğnenmemiş torpağım, Düşman çizmelerinin "rap rap"ında pislenir. Yârin bahçasında, açmaz çiçekler, Bahar küleğinde gül kokusu yok. Uca dağlarımı, düşmanım bekler. Ellerim bağlı, kollarım bağlı, Destanlar dediğim dillerim bağlı, Sizler hep sessiz kaldınız, Ve hülyâlara daldınız; Ben Karabağlı! Bir "güzel" sevdâsı serimde tüter; Bir "vatan" sevdâsı serimde tüter. Bülbül yatağında baykuşlar öter. Gül bahçelerinde, dikenler biter. Gel gayrı sevdiğim, bu hasret yeter, Beyim otağında, elçiler yiter, Gel gayrı Enver'im, bu hasret yeter! Böyle yaşamak mı? Nereye kadar? Ey koca Timur, ey İsmâil Şâh, Göklerde Tanrı etmez mi eyvâh? Ben devlerle döğüşürdüm, Ve göklerle boğuşurdum; Şimdi... Vah ki vah!.. 1
GENCAY
ARTIK ERMENİLER Ahmet ŞAHİN 1915 yılında çıkarılan “sevk ve iskân” kanunu ile birlikte özellikle savaş hattında bulunan Ermenilerin savaş bitene kadar daha güvenli bölgelere sevki gerçekleştirilmek istenmiş ve bunda da büyük ölçüde başarılı olunarak, aslında 100 yıldır devam eden sözde soykırım tartışmalarının ötesinde özellikle Ermenilerin savaşın ortasında kalarak olası bir kıyıma uğramaları engellenmiştir. Osmanlı Devleti toprakları dâhilinde bulunan ve toplamları 1.300.000’i bulan Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak 700.000’i tehcir ile Suriye ve Lübnan gibi bölgelere gönderilmiştir. Geriye kalan Ermenilerin bir kısmı Rus ordusunda Türklere karşı savaşmayı tercih ederken bir kısmı da bir şekilde Anadolu’da kalmayı başarmıştır.
Kimliklerini açığa vuramayışlarının en büyük sebebi ise edindikleri Kürt kimlikleri sebebiyle o bölgede yaşayan Kürt aşiretleriyle kurdukları akrabalık ilişkilerinden kaynaklanmaktadır. Öyle ki tehcir sırasında göç etmek istemeyen Ermenilerin bir kısmı kız çocuklarını Kürt aşiret reisleriyle evlendirerek Anadolu’da kalmak adına kendilerince çözüm üretmişlerdir. Evlendirilen Ermeni kızlarına yapılan dövmeler onları Kürt aşiretinin bir üyesi hâline getirmiştir.
Bugün İstanbul dışında Anadolu’nun çeşitli vilayetlerinde farklı kimlikler altında gizlenmiş Ermeniler yaşamaktadır. 1915’te göç eden Ermeniler, önce Suriye ve Lübnan’a ardından da Ermenistan göç ederken bir kısmı da, Amerika kıtasına ve Avrupa’ya göç etmiş ve bugün Diaspora diye adlandırdığımız kesim oluşmuştur. Ancak tehcirden kaçan Ermenilerin varlığı da azımsanamayacak kadar çoktur. Kaçan Ermenilerin büyük bir kısmı Müslüman Kürt kimliğine bürünerek Anadolu’da kalmıştır. Cumhuriyet sonrasında kimliğini gizleyen Ermenilerin bir kısmı kimliklerini açık ederek Ermeni olarak yaşamaya devam ederken bir kısım Ermeniler de isteyerek ya da istem dışı olarak kimliklerini açık ed(e)memişlerdir.
(Maral Bisnikyan, 20 yaşında)
Ancak şunu da belirtmek gerekir ki, Ermeni kızlarının Kürt aşiretleriyle evlenmesinin sebebi yalnızca Ermenilerin tehcirden kurtulmak istemeleri değil, Kürt aşiretlerinin bazılarının Ermeni kızlarını alıkoymaları da sebeplerden bir tanesidir. Müslüman gibi büyüyen ve İslam inanç ve esaslarını yerine getiren ancak gerçek kimliğinden bihaber olan Ermenilerin gerçek kimliklerini öğrenmeleri ise bugünlerde yavaş yavaş
2
GENCAY
gerçekleşmektedir. Buna küçük bir örnek verecek olursak; Trabzon’da yaşayan bir imamın, babası ölmek üzereyken kendisine Ermeni olduğunu söylemesi ve ardından tüm dini inanışlarını değiştirmesi bu konuda karşılaşılan örneklerden yalnızca bir tanesi. Bugün Kürt aşiretlerinin birçoğunda Ermenilerle olan akrabalık söz konusu olup kimi aşiretler bunun farkındayken kimileri hâlen bundan habersiz yaşamlarını sürdürmektedirler. Türkiye’de terör örgütü olan PKK’nın içerisinde bulunan Ermeniler ve “Ermeni Soykırımı vardır.” diyen bazı Kürt siyasetçilerin ortak çıkarlara hizmet etmelerinin altında dolaylı olarak da olsa birbirleriyle kurdukları akrabalık ilişkileri de yatmaktadır düşüncesi akıllarda yer etmektedir.
çalışmalarının yapıldığını belirtmektedir. Günümüzde bu mezhepsel çatışmalar özellikle Türkiye’de yaşayan Ermenilerin bir araya gelmesinin önündeki en büyük engellerden biridir. Bugün hâlen farklı mezheplere sahip Ermeniler birbirleriyle akrabalık ilişkileri kurmaktan kaçınmaktadırlar. Bu mezhepsel çatışmalar Türkiye’de yaşayan Ermeniler ile Ermenistan Ermenileri arasında da önemli problemler meydana getirmektedir. Gregoryan olan Ermenilerin bugün Ermenistan’da yaşayan büyük kısmı Ortodoks mezhebinin mensubudur. Bunda Sovyet Rusya’nın bünyesinde yaşadıkları yaklaşık 70 yılın etkisi büyüktür. Türkiye’de misyonerlerle birlikte yayılan Protestanlık ve Katolik mezheplerinin etkisiyle bu mezhepleri seçen Ermeniler, Ermenistan tarafından dışlanmaktadır.[3] Bunun en açık örneği ise 19 Ocak 2007 yılında öldürülen Hrant Dink’in Protestan olması, Ermenistan’ın Türkiye’ye karşı kullanacağı bir kozdan öte gitmemiştir. Kaldı ki geçtiğimiz yıl Hrant Dink’in ölüm yıldönümü olan 19 Ocak’ta Türkiye’de Ermeniler ve bazı Kürtler “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeni’yiz” sloganları atarken Ermenistan’da ne bir gösteri ne de bir toplantı gerçekleştirildi.
Anadolu’da yaşayan Ermeniler dini olarak sadece İslamiyet’i seçmek durumunda kalmamışlardır. Osmanlı’nın son dönemlerinde Anadolu’ya gönderilen misyonerler aracılığıyla birçok Ermeni Protestan veya Katolik olmuştur. Ermeni Sovyet tarihçi Arutyunyan: “Ermeni halkının kaderi, 1878 yılından başlayarak Ermenistan’da Sovyet iktidarı kuruluna kadar kapitalist devletler arasındaki en utanç verici pazarlıkların bir unsuru olmuştur. Ancak Ermeni meselesinin sömürülmesinde en aşağılık rolü İngiliz burjuvazisi oynamıştır. (…) Batı Ermenistan’daki konsolosluklar istihbarat ofisi olarak kullanılmış, Protestan misyonerler ise İngiliz diplomasisinin ajanı rolünde ideolojik suç ortağı olmuştur.”[2] sözleriyle Ermenilere karşı emperyalist devletlerin uygulamalarının bir sonucu olarak misyonerlik
İşte tehcir sırasında Anadolu’da kalmış Ermenilere “artık” dememizin temel sebebi bu durumların meydana gelmesidir. Bugün Türkiye sınırlarında yaşayan Ermenilerin neredeyse 3
GENCAY
tamamının ortak endişeleri Türkiye tarafından değil Ermenistan ve Diaspora tarafından dışlanmış olmalarıdır. Ermenistan’daki Ermeniler için Türkiye’deki Ortodoks Ermeniler hariç diğer Ermeniler, sadece ve sadece Türkiye’ye karşı kullanılacakları için önem arz etmektedir. Onlara göre; “Türkiye’deki Ermeniler, dinlerini, mezheplerini ve kültürlerini değiştirerek Ermeni olmaktan çıkmışlardır. Eğer gerçek Ermeni olsalardı ya Türkiye’de Ortodoks Ermeni olarak yaşarlardı ya da çoktan Türkiye Cumhuriyeti tarafından öldürülmüş olmaları gerekiyordu.” Diaspora Ermenileri ise 2014 yılının Ekim ayında duyurdukları Türkiye’den isteklerinin yer aldığı listede Müslüman olan Ermenilerin kendi kimliklerine dönmelerinin cesaretlendirilmesi mesajını içeren maddeyi de koymayı ihmal etmedi. “Ermenilerin ata toprakları, özellikle de tamamı Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut (şimdiki) sınırları dâhilinde olan altı tarihi Ermeni bölgesi olan Van, Erzurum, Kharpert, Bitlis, Dikranagerd-Diyarbakır ve Sebastia – Sivas, sessiz zulme maruz kalan Müslümanlaştırılmış veya gizlenmiş binlerce Ermeni dışında, Ermeni Soykırımı nedeniyle gerçek sakinlerinden temizlenmiş ve bu kişilerden bazıları son yıllarda kendi gerçek etnik kimliklerini idrak etmek istemektedir, o halde bu kişilerin kendi köklerine dönmeleri için cesaretlendirilmeleri gerekmektedir.” [4] Temel varlık sebepleri “Sözde Ermeni Soykırımı” olan Diaspora Ermenilerinin yayınladıkları bu bildiri Türkiye Ermenileri için samimiyetsiz ancak
çıkarları açısından olması gereken bir durumdadır. Sonuç olarak söylenmesi gereken şeyleri, Kılıç Artıkları isimli eserin de yazılma sebebi olan şu cümle açıklamaktadır: ”Kesin olan bir şey var, Onlar bazen Türk, bazen Ermeni, bazen de Kürt, bazen Hristiyan bazen de Müslüman.” [5] 2015 yılı içerisinde özellikle diaspora tarafından bolca zikredilecek olan Artık Ermeniler, samimiyetsiz ve bir o kadar da çıkarcı projelerin piyonlarından olmaya devam edeceklerdir. KAYNAKÇA 1)http://www.genocidemuseum.am/arm/online_exhibition_2.php 2)G.M. Arutyunyan. “Reaktsionnaya Politika Angliyskoy Burjuazii” Moskova, 1954. 3)http://www.eraren.org/index.php?Lisan= tr&Page=DergiIcerik&IcerikNo=557 4)http://repairfuture.net/index.php/tr/erm eni-soykirimi-tanima-ve-tazminatlarermeni-diasporasindan-bakis/tasnakpartisi-nin-turkiye-den-toprakla-ilgilitalepleri 5)Sivaslian Max. “Kılıç Artıkları: Türkiye’nin Gizli ve Müslümanlaştırılmış Ermenileri” Uluslararası Hrant Dink Vakfı. 6)Akçam, Taner Ermenilerin Müslümanlaştırılması. İletişim İstanbul, 2014
4
Zorla Yay.
GENCAY
ERMENİ İDDİALARI KARŞISINDA: Doğu Anadolu’nun Tarihi Coğrafyası Sergen ÇİRKİN "Sonra Tanrı Nuh’u ve gemideki evcil ve yabanıl hayvanları anımsadı. Yeryüzünde bir rüzgâr estirdi, sular alçalmaya başladı. Enginlerin kaynakları, göklerin kapakları kapandı. Yağmur dindi. Sular yeryüzünden çekilmeye başladı. Yüz elli gün geçtikten sonra sular azaldı. Gemi yedinci ayın on yedinci günü Ararat Dağları'na oturdu." İncil Genesis/ Yaradılış 1-4.
bir anlamda Sümer'e dayanır. Yazının mucidi olan Sümerler, Ortadoğu'daki pek çok yerleşim hakkında ilk kayıtları tutan kişilerdir. Bu kayıtları, onların ardından gelen Akat kralları genişleterek devam ettirmiştir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'nun bilinen ilk şehir ve kral adları işte bu çivi yazılı kil tabletlerde geçmektedir. Buna göre Güneydoğu ve Doğu Anadolu'da yer alan Urkiş ve Nawar gibi şehirlerde hüküm süren kralların Hurrice isimler taşıdıkları görülmektedir. Sonraki zamanlarda da bölgedeki şehir beyliklerinin pek çoğu Hurrice isimler taşımaya devam etmiştir. (MÖ. 2300'ler) Türkiye sınırında bulunan Habur'dan İran Zagroslarına kadar uzanan bölgenin adı Sümerce kayıtlarda "Hurum" ülkesi olarak geçmektedir. Bu bölgede de Hurri ve Arap kökenli halklar yaşamaktadır. (MÖ. 2100'ler)
İnanışa göre Aryan soylu Hint-Avrupa halkları Nuh'un üçüncü oğlu Yafes'ten türedi ve tüm Eski Dünya'ya buradan yayıldı. Ararat, Aryan soylu halkların köklerini saldığı ana vatanları haline dönüştü... Dini metinler tarihi veriler ile bir yerde buluşur ve kesişir, fakat bu metinler özellikle İncil gibi çokça değişikliğe uğramış bir kitapsa, onlardan nesnel bir tarihi veri beklemek anlamsızdır. İncil'deki bahsin aksine Tufan yaklaşık 5.000 yıl önce Güney Mezopotamya'da gerçekleşen bir sel baskınıdır, yani kökleri
Eski Babil döneminde Suriye ve Güneydoğu Anadolu'da Hurri şehirlerinin 5
GENCAY
giderek yaygınlaştığı ve Babil'in yıkılmasıyla birlikte bölgede bağımsız Hurri merkezlerinin kurulduğu bilinmektedir. Suriye'den Anadolu'ya doğru sokulan topraklarda Halep, Urşum ve Haşşum gibi önemli şehirlerin Hurrilerin elinde olduğu görülür.
kelimesi Hurrice'de de aynıdır. Bu sözcüğün Türko-Moğol dillerdeki Tengri kelimesi olduğu bilinen bir gerçektir. Fakat daha önemlisi Hurrice bazı dil bilgisi kurallarının da Altay dillerine çok yakın olmasıdır. Örneğin Hurriler, "Tanrılar" demek için DİNGİR + LE = DİNGİRLE ifadesini kullanıyorlardı. Yukarıda da belirttiğimiz gibi Hurrice, Altay dilleri gibi sondan eklemeli bir dildir. Bu örnekte görülen -LE eki kelimeye çoğulluk anlamı kazandıran Türkçedeki -LER ekidir.
Hatay'daki yerel krallık "Alalah"ta da Hurrice kökenli isimler taşıyan kişiler kral olmuştur. (MÖ.1595) MÖ.1550'lere gelindiğinde Hurri etkisi öylesine büyür ki, Hitit İmparatorları dahi Hurrice isimler alırlar. Doğu Anadolu'dan Güneydoğu'ya oradan da Mısır'a kadar uzanan alan Hurrilerin kültürel ve yeryer siyasal egemenliği altına girmiştir. Firavun III. Amenofis döneminde Mısır'da dahi Hurrice tabletler bulunmuştur...
Urartular Hurrilerin Doğu Anadolu'daki varisleri Urartulardır. Urartuca, doğrudan Hurrice'den gelişmiş bir dildir. Urartular ise MÖ 6. yüzyıla kadar Doğu Anadolu'da hâkim olmaya devam etmiş, fakat MÖ. 6. yüzyılda Asur, Med ve İskit saldırıları sonucu yıkılmıştır.
Hurriler Kimdir? Hurrice Nedir? Peki, Doğu Anadolu'da ilk krallara adını veren Hurrice nasıl bir dildi. Hurri dili bitişken (aglutinatif) bir dildir. Bu dilde bir kelimenin anlamı sonuna eklenen eklerle değişir. Bu bakımdan yaşayan diller açısından Altay dillerine yakından benzer. Hurrice bir Hint-Avrupa veya bir Sami dili değildir. Yani Doğu Anadolu'da mesken tutmuş olan Hint-Avrupa kökenli Ermeniler ve Sami kökenli Araplar, kesinlikle Hurri soylu halklar değildirler.
Bu şu anlama gelir; Doğu Anadolu'da, isimleri bilinen tarihin en eski şehirleri ve krallarından MÖ. 6. yüzyıla kadar yaklaşık 2.000 yıl boyunca, Asyatik kökenli halklar hüküm sürmüştür.
Bu şu anlama gelir. Ermeniler dâhil bugün bölgede yaşayan mevcut halkların hemen hepsi bölgeye dışarıdan gelmişlerdir, yani Anadolu'nun yerli unsuru değillerdir. Hurrice, Asyatik özellikler gösterir ve yaşayan en yakın benzerleri Kafkaslarda bulunan otokton dillerdir. Hurrice, kısmen Sümercenin etkisi altında kalmıştır. Sümerce Tanrı anlamına gelen DİNGİR
Bu, tarihi coğrafya açısından son derece kritik bir veridir. Çünkü bölgenin yerli halklarının Hint-Avrupa veya Sami kökenli insanlar olmadığını gösterir. Hâlbuki bu
6
GENCAY
durum Hint-Avrupa kökenli Ermeni tezleri ile tamamen zıttır.
bir çatı altında toplanır ve tarihte Arminiya adı ile kurulan ilk krallığı meydana getirirler. Perslere bağımlı olarak yaşayan Ermeni Krallığına MÖ.331'de Büyük İskender son verir. İskender, Pers İmparatorluğu'nu yıkar ve Perslerle birlikte onların vasal bir krallığı olan Arminiya da tarihe gömülür. Bu dönemde Arminiya topraklarında Orontidler adında bir hanedan hüküm sürmüştür. Orontid hanedanı her ne kadar Ermeniler ile ilişkilendirilmek istense de, bu hanedanlığın Ermeni değil, Pers kökenli satraplardan oluştuğu bilinmektedir.
Urartuca'nın henüz çözülmediği yıllarda Rus şarkiyatçılar bölgede araştırmalar yapmış ve Urartuların Ermenilerin ataları olduğunu ileri sürerek, Ermenilerin Anadolu'nun yerli halkı olduğunu savunmuşlardır. Fakat Urartuca'nın çözülmesi bu tezlerin tamamen çökmesini sağlamıştır. Doğu Anadolu'da İrani ve Ermeni Kavimlerin İstilası Doğu Anadolu'ya İrani kavimler ancak MÖ. 6. yüzyılda Med İmparatorluğu ile girmeye başlamıştır. Urartuların yıkılmasıyla birlikte Doğu Anadolu'da ilk siyasal Ermeni örgütlenmeleri meydana gelir. Bunlar yarı bağımlı, yarı bağımsız yerel krallıklardır. Bu yerel krallıklardan ilki MÖ. 522'de kurulmuş olup Ermenice adıyla "Hayastani" vasal krallığıdır. "Hayastani" krallığı İran egemenliği altındadır ve Eski Persçe tabletlerde İranlılar bu krallık için "Arminiya" adını kullanmışlardır.
Büyük Ermenistan İmparatorluğu Gerçek anlamda bağımsız ilk Ermeni devleti ancak İskender'den sonra kurulabildi. İskender'in ardından oluşan Büyük Ermeni İmparatorluğu (en geniş hali ile), doğuda Hazar Denizi kıyılarından batıda Doğu Akdeniz sahillerine kadar yayılıyordu. (Bu coğrafi sınırlar Antik Hurri medeniyetinin yayılım sınırları ile aynıdır, Ermenilerin bölgede egemen olması ancak Hurri-Urartu Devletlerinin yıkılması ile başlamış, Pers İmparatorluğu’nun yıkılması ile ise hız kazanmıştır.)
Ermeniler Tarih Sahnesine Çıkıyor
İskender'in ölümü sonrasında Ermeni İmparatorluğu "Büyük Armenia ve "Sophene" adıyla ikiye bölündü. MÖ. 1. yüzyılda Büyük Ermeni İmparatorluğu yeniden toparlanmaya çalışsa da bu kez de Roma tehlikesi belirdi. Doğuya doğru genişleyen Roma Cumhuriyeti, Ermeni İmparatorluğu’nu giderek etkisi altına aldı. Ermeniler Hıristiyanlaşıyor Urartuların yıkılmasıyla birlikte bölgede hâkim olan Ermeni unsurlar ilk kez siyasal
Geç Roma Çağında MS. 301 yılında Ermeni Kralı III. Tiridates, Hıristiyanlığı resmi din 7
GENCAY
olarak benimsedi. Bu Büyük Konstantin'in Roma'nın başkentini İstanbul'a taşımasından yaklaşık 30 yıl önce gerçekleşmiştir.
verdi ve bu dini İmparatorluğun resmi dini haline çevirdi. Bizans döneminde Ermeniler imparatorluğun sevilmeyen insanları oldular. Bizans, Ermeni sınırını neredeyse Van'a kadar öteledi ve Ermeniler büyük ölçüde Anadolu'dan uzaklaştırıldı veya Anadolu'nun belli bölgelerine parçalar halinde dağıtıldı. Bizans'ın ezeli düşmanı haline gelen Ermeniler ancak 1071'de yeniden hareketlendiler. Bizans'a karşı Anadolu içlerinde doğru ilerleyen Selçuklu Türk Sultanları, Ermeniler için yeni bir umut kaynağı haline dönüştü...
M.S. 301 yılında Roma tahtında Dioclatianus bulunuyordu ve Hıristiyanlar Roma'nın en nefret ettiği insanlardı. Ancak Hıristiyan ilerleyişini durduramayan Roma, en sonunda Büyük Konstantin ile Hıristiyanlığı kendine benzetmeye kadar
8
GENCAY
KARABAĞ SORUNU Eren TAŞTAN Karabağ Sorunu nedir?
Yazıya başlamadan evvel şöyle bir kısa bilgi vermekte, hafızalarımızı canlandırmakta fayda var diye düşünüyorum. Sovyetler Birliği'nin dağılması üzerine Ermenistan 23 Ağustos 1991'de bağımsızlığını ilan etmişti. Şiddetlenen Ermeni-Azerbaycan Türk'ü savaşında Ermenistan, Dağlık Karabağ ile Ermenistan arasındaki Laçın Koridoru'nu da işgal ederek Dağlık Karabağ'ı fiilen kendisine ilhak etti. Azerbaycan'ın Ermenistan'a uyguladığı ekonomik ambargo, Ermenistan'da büyük sıkıntılara yol açtı. 1993'te Türkiye de Ermenistan'a karşı ambargoya katıldı. Dağlık Karabağ savaşı 1994'te Rusya'nın dikte ettiği ateşkesle sona erdi. Lakin Ermenistan, uluslararası topluluk tarafından Azerbaycan'a ait toprakların %20'sini halen işgal altında tutmaktadır.
Dağlık Karabağ hukuken Azerbaycan sınırları içerinde bulunuyor, lakin fiilen Ermenistan tarafından halen işgal altında olan bir bölgedir. Burada yaşayan Azerbaycanlıların çoğu ya öldürülerek yahut göç ettirilerek yok edildi. Dağlık Karabağ sorununun başlangıç tarihi 1988'dir. Biz biraz daha öncesine gidelim. 1748-1805 yılları arasında, burada Penah Ali Han tarafından kurulan Karabağ Hanlığı hüküm sürmekteydi. 1805'te, Ruslar Karabağ Hanlığını kontrol altına aldılar ve 1813'te de Gülistan Anlaşmasıyla ilhak ettiler. 1822 yılında ise Karabağ Hanlığı ortadan kaldırıldı. 1783'te Knez Potyomkin, Çariçe II. Katerina'ya yazdığı mektupta: “Fırsat bulunca Karabağ'ı Ermenilerin kontrolüne vermekten ve böylece Asya'da bir Hristiyan devleti kurmaktan” bahsetmekteydi. 19. yüzyılda, bölgeye Anadolu'dan ve İran'dan Ermeni göçleri yaşandı. Dönemin Rus tarihçilerine göre, bu süreç boyunca, en az 1.000.000 Ermeni Kafkasya'ya göç ettirilmişti. 1832 yılı resmi nüfus sayımında Karabağ bölgesinin %64'ü Müslüman, %38'i ise Ermeni olarak kayıtlara geçmiştir. Çarlık Rusya’sının diplomatı Griboyedov, Ermeniler için çalışıyor ve her fırsatta “Ermeni kardeşlerimin yoluna başımı koymaya her an hazırım” diyordu.
Öte yandan Ermeni diasporası faaliyetleri de bir anlaşmazlık sebebidir. Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan 2011 yılının Temmuz ayında Ermeni dili ve edebiyatı yarışmasında öğrencilerden birinin, “Batı topraklarımızı Ağrı Dağı'yla birlikte geri alabilecek miyiz?” sorusuna yanıt olarak “Karabağ'ı biz aldık, Ağrı'yı size bıraktık” diyerek Ermeni gençlerine açık hedef göstermiş ve Ermenistan'ın Türkiye üzerinde toprak talebini yinelemiştir. Şimdi gelelim Karabağ'a…
Sovyet dönemi öncesinde Ermeniler burada azınlık iken, Sovyet döneminde de gerçekleştirdikleri sürekli göç 9
GENCAY
politikalarıyla, 1988'de nüfusun yaklaşık yüzde %75'ini oluşturur duruma geldiler.
programında kendini “Azerbaycan’da bütün alanlarda köklü demokratikleşmeyi ve yeniden yapılandırmayı savunan toplumsal bir teşkilat” olarak tanımladı.
O tarihlerde Sovyetler Birliği içinde Azerbaycan'a bağlı özerk bir bölge olan Dağlık Karabağ'ın Ermeni çoğunluğundaki Parlamentosu, Ermenistan Sovyet Cumhuriyeti ile birleşme kararı almışlardı. Lakin 1989 yılında Kremlin, Dağlık Karabağ'ın bu kararını geri çevirip, bölgeyi yeniden Azerbaycan'a bağladı. Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başladığı 1991 yılı sonunda ise otorite boşluğunu fırsat bilen Ermeniler bu kez de Dağlık Karabağ'ın bağımsızlığını ilan ettiler. Bu durum, Dağlık Karabağ ve Ermenistan ile Azerbaycan arasında silahlı çatışmaların da fitilini ateşlemiş oldu.
Sonuçta, birçok insan yaşamını yitirdi, işkencelere maruz kaldı ve evleri, ocakları dağıldı. Binlerce aile yurtlarını bırakarak zorunlu olarak göç etmek zorunda kaldı. 1994 yılından bu yana Azerbaycan topraklarımızın yaklaşık %20'si Ermeni işgali halinde bulunuyor. Propaganda Alanı Bu başlık altında da bazı bilgileri yinelemekte yarar görüyorum.. Gelinen noktada Ermenistan, Rusya'nın da desteği ile SSCB sonrası en büyük ekonomik entegrasyon olma özelliği taşıyan Avrasya Ekonomik Birliği'ne katılmış oldu. Dünya petrolünün %9'u, doğal gazın %23'üne sahip olan bu birliğin bir üyesi olmak, şüphesiz 200 milyonluk bir pazarda ekonomik sıkıntılarına kısmi çözümler bulacak olan Ermenistan'da bu katılım tartışılsa da bölgedeki güç dengeleri dikkate alındığında Ermenistan açısından doğru bir hamle olmuştur. Bu noktada, belirtmek istediğim husus şudur; Bu katılımın işlevselleşmesi halinde Dağlık Karabağ veya sözde Ermeni Soykırımı konusu birlik içerisindeki ülkelerde de bir propaganda aracı olacaktır. Ermenistan böylelikle bir yandan Ermeni lobisi ile ABD siyasetine etki ederken, diğer yandan da Avrasya alanında yeni partnerler bulabilme eğilimi taşıyacaktır.
Dağlık Karabağ, 8 Mayıs 1992'de Ermeniler tarafından işgal edildi. Burada öldürülen Azerbaycan Türklerinin sayısı 20.000'i geçmektedir. Aynı yıl 18 Mayıs'ta, Dağlık Karabağ ile Ermenistan'ı ayıran Laçin bölgesi de işgal edilmiştir. Ermeni saldırıları 1993'te de devam etti. Kelbajar, Agdam, Fuzuli, Jabrayıl, Gubatlı ve Zengelan gibi Dağlık Karabağ'ı çevreleyen bölgeler de Ermenilerin eline geçti, işgal edildi. Ermeniler’in faaliyetleri, Azerbaycan’da milliyetçi hareketlerin artmasında etkili oldu. 1988 yazında Azerbaycanlı aydınlar Azerbaycan Halk Cephesi (AHC)'nin temellerini attılar. Ülke çapında aydınların önderliğinde yönetime karşı gerçekleştirilen eylemler Moskova’yı tedirgin etti. Bu gergin ortamda, 16 Temmuz 1989’da Bakü’de AHC’nin kuruluş kongresi yapıldı. AHC
Sonuç Bugün Ermenistan'ın niyeti, Karabağ'da bağımsız bir Ermeni devletinin kuruluşunu sağlayacak koşulları yaratarak 10
GENCAY
sağlayacak koşulları yaratarak, daha sonra buradaki Ermeni çoğunluğun isteği doğrultusunda bölgeyi kendisine bağlamanın yollarını açmaktır. Herhalde Ermeniler, Dağlık Karabağ'da bu yüzden bağımsızlık ilan etmiştir. Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan da herhalde böyle bir amaç için Dağlık Karabağ'da Ermenilerin selfdetermination haklarını kullandıklarını söylemektedir.
formülünden kısaca söz edilmesi gerekir. Azerbaycan, Karabağ'ın bir kısmını elinde tutmakla birlikte, gerisi Ermenistan'a bırakılacaktır. Ermenistan'a ayrıca Karabağ Ermenistan arasındaki koridor bırakılacaktır.
ile da
Azerbaycan ise, bunun karşılığında Zengezur'u (yanı Azerbaycan ile Nahçivan'ı ayıran ve şimdi Ermenistan'ın elinde tutulan toprağı) alacaktır. Toprak değişimiyle birlikte bu bölgelerde nüfus değişimi de gerçekleştirilerek, Ermeni bölgesinde Azerbaycan Türk'ü, Azerbaycan Türklerinin yoğun olduğu bölgede de Ermeni bırakılmayacaktır.
Ennenistan ve Azerbaycan, Bağımsız Devletler Topluluğu çerçevesinde, başta 21 Aralık 1991 Alma Ata Antlaşması ve 14 Şubat 1992 Minsk Bildirisi olmak üzere, aralarındaki anlaşmazlıkları barışçıl yollarla çözmek konusunda belgeler imzaIamışlardır. B.D.T.’ye kadar gevşek bir yapı olursa olsun, bu yapı içinde yer alan öteki devletlerin de bu anlaşmazlığın giderilmesi için çaba göstermeleri gerekir. Ancak, şimdiye dek öteki Türk cumhuriyetleri de dâhil B.D.T. üyelerinin bu doğrultuda ciddi bir çabası görülmemiştir.
Karabağ, Hocalı ve tüm Türk ellerinde şehit düşen, soykırıma ve katliamlara uğrayan soydaşlarımızı da saygı ve minnetle anıyorum. Esen olsun...
Kaynaklar:
Belki de soruna kalıcı bir çözüm, daha önce Türkiye'de de önerildiği gibi, bölgede Ermenistan ile Azerbaycan arasında toprak ve nüfus değişimi ile sağlanabilirdi. Ermenistan Karabağ'a hâkim oldukça böyle bir çözüme yanaşması uzak bir olasılıktır, fakat yine de bu çözüm
1)Prof. Şükrü S. Gürel, Karabağ Sorunu Üzerine Bir Not 2)Yaşar Aksoy, Ermeni Komşum 3)Mustafa Gökçe, Yukarı Karabağ Sorunu ve Türkiye-Ermenistan İlişkileri Üzerine Bir Değerlendirme
11
GENCAY
12
GENCAY
SEVK VE İSKÂN SIRASINDA OSMANLI DEVLETİ Evren KAMALI ANAHTAR KELİMELER: Ermeni, Sevk, İskân, Osmanlı Devleti, Kanunname
ÖZET Osmanlı devleti yaklaşık 6 asırdır birçok topluluğu bünyesinde barındırmıştır. Ancak özellikle 19 yüzyıl başlarından itibaren başlayarak düvel-i muazzama olarak tanımlana Avrupa devletleri imparatorluğumuzdaki birçok topluluğu ayaklandırmaya çalışmıştır. İşte bu topluluklardan biride Osmanlının Millet-i Sadıka olarak adlandırdığı Ermenilerdir. Ermeniler Osmanlı devletine karşı birçok isyan ve ayaklandırmalar başlatmıştır. En son Van isyanıyla berber Enver ve Talat paşaların da görüşleriyle bazı bölgelerdeki itilaf devletlerine yardım eden topluluklar devlet sınırları dâhilinde başka topraklara sevk ve iskânları karar alınmıştır. Osmanlı devleti savaş dönemine rağmen tehcir edilen Ermeniler için kendi mali bütçesinin büyük bir kısmını ayırmıştır. Ayrıca devletin elinde bulundurduğu imkânları elinden geldiğince seferber etmeye çalışmıştır. Buna karşılık Ermeni halkının belli kısımları devletin mühimmatlarına ve Osmanlı vatandaşlarını öldürmüşler, mallarını yağmalamışlardır. Ancak buna rağmen Devlet-i Ali Osmaniye onlara yardım etmiş ve Uluslar Arası Savaş Hukukunun vermiş olduğu hakları kullanmamıştır. Giden vatandaşlarda gittikleri yerlerde barındırılmışlar hatta geri dönüş kararnamesi çıktıktan sonra dahi azımsanmayacak sayıda nüfus geldikleri yerlere geri dönmemişlerdir.
Avrupalılar tarafından ‘’Armenia’’ adı verilen ancak kendilerini ‘’Hayk’’ adıyla tanıtan Ermeniler Türk tarihinin önemli bir kısmında bulunmaktadırlar. Büyük Selçuklu devleti, Anadolu Selçuklu devleti, Osmanlı devletine tabi olarak yaşamışlardır. Özellikle Osmanlı devleti tarafından çok sevilen Ermeniler 16. YY’dan itibaren devlet kademelerinde çalışmışlardır. Ayrıca Ermeniler Osmanlı kültür ve uygarlık tarihine de büyük hizmetlerde bulunmuşlardır. Osmanlı devletinde Ermenilere Millet-i Sadıka ya da Tebaa-i Sadıka-i Şahane olarak anılmaktadırlar. Ancak 19.yylda Ermenileri Milliyetçilik ve Din kavramlarıyla kendi devletlerini kurmak için teşvik eden Düvel-i Muazzama olarak bilinen Avrupa devletleri de kendi ticari çıkarlarını sağlamak için bunu istemektedirler ve orada kurulan devleti kendi sömürge devletleri olarak kullanmak isterler. Ermeniler 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşında ve 1877-1878 Osmanlı Rus savaşında Ermeniler Rusların tarafını tutmuş ve bulundukları bölgelerde isyanlar çıkartmışlardır savaş sırasında Rus birliklerine gönüllü olarak katılmışlardır. Özellikle 93 harbinden sonra imzalanan Berlin Antlaşmasının 16. Maddesinde Ermenilere ayrıcalıklar verilmesini istemişlerdir. Ayrıca Ermeniler kurmuş oldukları silahlı cemiyetlerle de 13
GENCAY
katliamlar, suikastlar düzenleyip; Anadolu’daki Müslüman halka karşı katliamlarda bulunuyorlardı. Özellikle 1. Dünya Savaşı sırasında Ermeniler’in çetecilik faaliyetleri artış göstermiştir. Bütün Ermeni çetelerine talimatnameler dağıtılmıştır. Bu talimatlar şu şekildedir:
9. Resmi devlet dairelerini kundaklayacak Osmanlı zaptiye ve jandarmasını katledeceklerdir. 10. Cepheden yaralı olarak dönen Osmanlı askerlerini öldüreceklerdir. 11. Şehirlerde, kasabalarda, köylerde isyanlar, ihtilaller çıkaracaklardır.
1. Kim olursa olsun her Ermeni asli ihtiyaçlarından bazılarını bile satmak suretiyle silahlanmalıdırlar.
12. Müslüman askerlerin ve sivil halkın morallerini bozarak göçe mecbur edeceklerdir.
2. Seferberlik ilanıyla silahaltına çağrılan Ermeniler, bu çağrıya uymayacaklar ve çevredeki halkı, Müslümanlar dâhil, orduya katılmaya men edeceklerdir.
13. Bomba, silah imal ve tedarik veya ithal ederek bütün Ermenileri silahlandıracaklardır.
3. Her ne suretle olursa olsun silahaltına alınmış olan Ermeni askerleri ordudan firar edip Ermeni çetelerine veya gönüllü birliklerine katılacaklardır.
14. Ermenilerin yaptıkları isyan, ihtilal ve katliamların faturasını Müslümanlara çıkararak bunu iç ve özellikle dış kamuoyuna yayacaklardı.
4. Rus orduları sınırı geçer geçmez komiteciler, firariler ve çeteler Rus ordularına katılarak onlarla birlikte Osmanlı ordusuna saldıracaklardır.
15. İtilaf devletleri adına casusluk ve rehberlik yapacaklardı. Böylece Ermeniler bu talimatlara uyarak birçok yerde katliamlarda ve mezalimlerde bulunmuşlardır. Ancak bu isyanlardan biri var ki bu isyan sonrası Osmanlı devleti Ermeniler için bir önlem alması gerektiğini anlayacaktır. Bu isyan II. Van İsyanıdır. Ermeniler Ruslarla işbirliği yaparaktan Van ve çevresinin Rusların eline geçmesini sağlamışlardır. Ayrıca bölgedeki Müslüman halkın katledilmesiyle beraber hem Osmanlı ordusunun ikmal yollarının kapatılmasına hem de Rusların Erzurum Bitlis ve Trabzon’a saldırmalarına sebep olmuşlardır. Osmanlı devleti bu olay sonrasında Ermeni sorununu halletme gereksinimi hisseder. Bunu ilk olarak Başkumandan vekili Enver Paşa’nın 2
5. İkmal yollarını ve telgraf hatlarını kesmek suretiyle Osmanlı ordusunun iaşe ve istihbaratını sekteye uğratacaklardır. 6. Cephe gerisinde iki yaşına kadar olan Müslümanları gördükleri yerde ve her fırsatta katledeceklerdir. 7. Müslüman halkın yiyecek, mal ve mülkünü ele geçirecek veya yakıp yıkacaklardır. 8. Terk edecekleri ev, tarım ürünleri, kilise ve hayır kurumlarını yakıp bunları Müslümanlar yapmış gibi propaganda yapacaklardır.
14
GENCAY
Mayıs 1915’te Dâhiliye Nazırlığına yazmış olduğu şu yazı ile anlıyoruz: “Ermeniler, isyanlarını sürdürmek için daima toplu ve hazır bir haldedirler. Toplu halde bulunan Ermenilerin buradan çıkartılarak isyan yuvasının dağıtılması düşüncesindeyim 3. Ordu Komutanlığının verdiği bilgiye göre Ruslar 20 Nisan 1915 de kendi sınırları içerisindeki Müslümanları sefil ve perişan bir halde sınırlarımızdan içeri sokmuşlardır.
tarafından herhangi bir suretle evâmir-i Hükumete ve müdafaa-ı memlekete ve muhafaza-ı asayişe müteallik icrâât ve tertibata karşı muhalefet ve silahlarla tecavüz ve mukavemet görürlerse derakap kuvâ-ı askeriye ile en şiddetli surette te’dibât yapmaya ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye me’zûn ve mecburdurlar. Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanlarından icâbât-ı askeriyeye mebni veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kurâ ve kasabât ahalisini münferiden veya müctemi’an diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler. İşbu kanun tarih-i neşrinden mu’teberdir. İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkâmına Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nâzırı me’mûrdur.
Hem buna karşılık olarak hem de yukarıda belirttiğim amacı sağlamak için ya bu Ermeni aileleriyle birlikte Rus sınırı içine göndermek ya da bu Ermeni ve ailelerini Anadolu içinde çeşitli yerlere dağıtmak gereklidir. Bu iki şekilden uygun olanının seçilmesiyle tatbikini rica ederim. Bir mahsur yoksa isyancıları, ailelerini ve isyan bölgesi halkını sınırlarımızım dışına göndermeyi ve onların yerine sınırlarımız içine dışarıdan gelen Müslüman halkın yerleştirilmesini tercih ederim.”
Sevk ve İskâna uğrayan yerler ise Talât Paşa tarafından gönderilen şifreli mesajda şu şekilde belirtilmiştir; Erzurum, Van ve Bitlis vilayetleri Adana, Sis ve Mersin, Kozan ve Cebel-i Bereket sancakları Maraş şehir merkezi hariç olmak üzere Maraş sancağı Halep Vilayetinin merkez kazası hariç olmak üzere İskenderun, Beylan, Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları dâhilindeki köy ve kasabalar;
Osmanlı Devleti Enver Paşa’nın dediğini yapabileceği gibi Uluslararası Savaş Hukuku’nu kullanarak düşman devlete yardım eden vatandaşlarını idam ettirebilirdi. Ancak Osmanlı devleti savaş döneminde olmasına rağmen Sevk ve İskân için ayrı bir bütçe hazırlayarak onlara bir şans daha vermeyi denedi. Böylece 14 Mayıs 1915(13 Receb1333) de ‘’Vakt-ı seferde icrâât-ı Hükumete karşı gelenler içün cihet-i askeriyece ittihaz olunacak tedâbîr hakkında kanun-ı muvakkat.’’ Adıyla 4 maddelik bir kanun hazırlanmıştır. Bu kanuna göre:
Ayrıca Ermenilerin sevk edildikleri yerlerde tekrardan birleşip çevrede fesatlık yaratmamaları için Sevk ve İskân edildikleri yerlere yerleşmelerinde bazı hususlara dikkat edilecekti. Bu hususlar ise;
Vakt-ı seferde ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve bunların vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahâli 15
GENCAY Ermeni nüfusu gönderildiği yerdeki aşiret ve İslam sayısının %10 nispetini geçmemelidir. Göç ettirilecek Ermenilerin kuracakları köylerin her biri 50 evden çok olmamalıdır. Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev değiştirmemelidir.
67 kişi: İdam cezası 524 kişi: Hapis cezası 68 kişi: Kürek, para, kalebent, pranga ve sürgün cezası 227 kişi: Berat ve yargılama reddi 109 kişi: Mahkeme devam etmekte ve inceleme aşamasında 4 kişi: Velisine teslim 674 kişi: Hakkında henüz bir işlem yapılmayanlar
Düşmanla işbirliği yapan Ermeniler ve bazı aşiretlerin İskânı sırasında Osmanlı devleti herhangi bir karışıklık veya işbirlikçi çetelerden intikam almak amacıyla saldırabilecek bazı kişilerin veyahut eşkıyalara karşı güvenli bir şekilde İskânı sağlanması için gruplara koruma takviyeleri yapılmıştır.
Osmanlı devleti ayrıca, nakledilen Ermenilerin sevklerinin nasıl yapılacağına dair ilk olarak 30 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezaretinde 15 maddelik yönetmelik yayımlanmıştır. Bu yönetmelik maddelerine bakılırsa özetle: Devletin varlığının korunması ve emniyetinin sağlanması için yürütülen mücadeleyi sekteye uğratan zararlı faaliyetlerin etkili bir şekilde ortadan kaldırılması için tezkirede belirtilen önlemlerin alınması uygundur. İsimleri belirtilen köy ve kasabalarda yaşayan Ermenilerden nakledilmesi gerekenlerin iskân yerlerine sıkıntı çekmeksizin ulaşmaları temin edilecek, yolda can ve mal emniyetleri sağlanacaktır. Vardıkları yerde kesin olarak yerleşinceye kadar yeme, içme ve geçimleri “Muhacirin Tahsisatından karşılanacaktır. Eski ekonomik durumları oranında Ermenilere emlak ve arazı dağıtılacak, içlerinden muhtaç olanlara hükümet tarafından ev yapılacak, ziraat malzemeleri, tohumluk, alet ve gereç dağıtılacaktır. Terk ettikleri memleketlerinde kalan mal ve eşyalarının veyahut kıymetlerinin
Ayrıca Osmanlı devleti yerel yöneticilere ve tehcir sırasında görevli kişilere görev suiistimallerinde ve göç edenlere karşı şiddet kullanmaları, görevini kötü kullananlara karşı, Ermenilere saldırıda bulunan çete mensuplarına da soruşturma açarak Divan-ı Harbe sevk etmişlerdir. Bu sebeplerden dolayı yargılanmak üzere tutuklanan 1.673 kişinin içinde asker, polis ve teşkilat-ı mahsusa elemanı sayısı 528’dir. Sıhhiye müdürü, kaymakam, belediye reisi, nahiye müdürü, kâtip, sevk memuru, mal müdürü, nüfus memuru, başkâtip ve Emval-i Metruke Komisyonu Reisi gibi 170 kamu görevlisi de yargılanmıştır. Çete mensubu ve halktan da 957 kişi yargılanmıştır. Bu kişiler adam öldürme, yaralama, Ermenilerin mallarına zarar verme, çalma, zorla parave eşya alma, rüşvet, yağma, yankesicilik, Ermeni kızlarıyla izinsiz evlilik ve vazifeyi suiistimal suçlarından yargılanmışlardır ve 1916 yargılanma sonuçlarına bakılırsa: 16
GENCAY İskân bölgesinde Ermenilerin yerleştirilebileceği devlete ait arazi bulunmaması halinde devlete ait çiftlik ve köylerin iskân için tahsis edilmesi; Mevcut köy ve kasabalar ile yeni kurulan köylere yerleştirilen Ermenilerin nüfus sayılarının düzenli alınması; Çiftçi ve meslek sahiplerine yeterli sermaye ya da alet, edevat verilmesi; İskân edilen her aileye daha önceki maddi durumları ve şimdi ki durumları göz önüne alınarak ona göre arazi verilmesi; Sevk edilenlerin iaşelerin ve muhtaç durumda olanlara ev inşası için gerekli paranın muhacirin tahsisatından karşılanacağı belirtilmektedir.
kendilerine uygun şekilde iadesi yapılacaktır. Boşaltılan şehir ve kasabalarda oturup nakledilen halka ait taşınmazların yazımı ve cins, kıymet ve miktarlarının tespiti yapıldıktan sonra Müslüman muhacirlere dağıtılacaktır. Bütün bu işler için gereken masraflar “Muhacirin Tahsisatından” yapılacaktır. -Yeni kurulacak olan köy ve kasabalarının Bağdat demir yolu ve birleşme noktalarından 25 kilometre uzak olacaktır. Müslüman göçmenlerin ihtisas ve uğraşları dışında kalan zeytinlik, dutluk, bağ ve portakallıklar ile dükkân, han, fabrika ve depo gibi gelir getiren yerler, açık artırma ile satılacak veya kiraya verilecektir. Bedelleri sahiplerine Ermenilere ödenmek üzere mal sandıklarında emanete alınacaktır. İçişleri Bakanlığı’nın talimatnamesine uygun olarak bütün bu işlerin yapılması takibi ve Ermenilerden geride kalan malların korunması, idaresi, iskân muamelelerinin etkili bir şekilde yürütülmesi için Bakanlığın uygun göreceği talimat çerçevesinde, memur alma yetkisi de olan ve Bakanlığa bağlı tali komisyonlar oluşturulacaktır.
Dâhiliye Nazırlığının 7 Ekim 1915 de yayımladığı kanununda ise;56 maddede Ermenilerin sevk ve iskânı sırasında ihtiyaçların nasıl karşılanacağı detaylı olarak açıklanmıştır. Bu kanunun açıklanması kısaca: Sevk güzergâhı ve İskân bölgelerinde yeterli iaşe, sevk ve ambar memurları bulundurulacağı; Kara yoluyla sevk edileceklerin özellikle genç ve dinamik olmasına dikkat edilecek, kafileler en fazla 1.000 kişiden oluşturulacak, yeteri kadar muhafızın yanı sıra kafiledeki çocuk ve kadın sayısına göre veya deve verilecek her kafilenin, 4 günlük yiyecek v e içeceklerini birlikte götürmelerinin temini; Başta Halep olmak üzere her menzil ve merkezde gıda sıkıntısını engellemek için un ambarları oluşturulması; Bu ambarlara un ve bulgur için yeterli miktarda para gönderilmesi;
Daha sonrada Sevk edilen Ermenilere ait mal, mülk ve arazilerin düzenlenmesi için 10 Haziran 1915 te 34 maddeden oluşan bir başka yönetmelik yayımlanır. Bu yönetmeliği özetlemek gerekirse: Sevk edilen Ermenilerin taşınabilir tüm mallarını ve hayvanlarını yanlarında götürebilecekleri; Can ve mallarının korunması ile iaşe ve istirahatlerinin sağlanmasında, güzergâhta bulunan mahalli görevliler sağlayacakları; 17
GENCAY Ekmek ihtiyacını karşılamak için mahallelere fırınların yapılması, buna imkânları olmayan bölgelere de 100’er sac gönderilmesi ve tuz temininin yapılması; İskân bölgelerindeki göçmenlere günlük okka12 ekmek verileceği, yarım iskân bölgelerindeki tarıma elverişli toprakların ve yeterince suyun bulunması; Sevk edilenlerin yiyecek ve içeceklerinin yanı sıra, istirahatlarının sağlanması, seri ve uzun yürüyüşlerden kaçınılması, her üç menzilden birinde istirahat mahallelerinin oluşturulması buralarda, sağlık memurları bulundurarak hastaların tedavi edilmesi; Her bölgede bir sevk ve iaşe memuru, on muhafız bulundurarak iaşenin teminini ve teminin sağlanması konularına vurgu yapılmıştır.
Osmanlı devletinin maliyesi pek parlak değildir. Osmanlı devletinin dış borçlarını ödeyememesi sebebiyle 1881 yılında Düyûn-ı Umumiye adında kurulan daire Osmanlı devletinin %44’ünü alırdı.19141915 mali yılında 3.401.200.396 kuruş olan Osmanlı bütçesinin kalan miktarı 1.496.528.174 kuruştur. Osmanlı devleti bu paradan 102.716.036 kuruşunu Dâhiliye nezaretinin bütçesine ayırmıştır. Ayrıca bu dönemde Osmanlı Devleti de topraklarımız içerisinde Kafkas, Kanal, Çanakkale, Irak Cephelerinde savaşıyordu. Sınır dışında da Galiçya, Romanya, Makedonya Cephelerinde savaşıyordu. Bu bölgelere de gönderilmesi gereken mali yardımlar, yiyecek, silah, elbise, cephane gönderilmesi gerekiyordu. Ama Osmanlı devleti bu problemleri arasında dahi kendine ihanet edenlerin her şeyini düşünmeye ve ihtiyaçlarını karşılamaya çalışmıştır.
Devlet bütün bu yaptıklarının haricinde Ermenilere günlük yevmiyede vermiştir. Örneğin 19 Mayıs 1916 tarihinde Konya’da bulunan bütün Ermeni muhacirlerin 20’şer para yevmiye verilirken, Çorum ve Yozgat mutasarrıflıklarına gönderilen talimatlara göre büyüklerin aldıkları 2 kuruşluk yevmiyenin 3 kuruşa çıkarılacağı ve küçüklere verilen 1 kuruşun 60 paraya çıkarılması, ayrıca ihtiyacı olanlara da elbise temininin yapılmasını belirtir.
Sevk ve İskân 25 Kasım 1915 tarihinde vilayetlere gönderilen emirle geçici olarak durdurulmuştur. 15 Mart 1916 da ise genel bir emirle Ermeni sevki durdurulmuştur. Henüz yolda olanlarda bulundukları vilayetlere yerleştirilmiştir. Savaşın bitmesiyle tehlikenin geçtiğini düşünen Osmanlı 21 Ekim 1918 de geri dönüşlere izin verdi. 31 Aralık 1918 de geri dönüş kararnamesini çıkardı. Kararname özetle;
Deniz yoluyla gidenlere de sıtma hastalığından korunmaları için kinin dağıtmışlar, hastalar içinde sivil ve askeri hastanelerden yararlanma imkânı vermişlerdir. Aynı zamanda Göçmenlerden ailesini yitirmiş olanları da ya yetimhaneye ya da göç edilen mahallelerdeki ailelere yerleştirmişler çocuklara iaşe sağlayarak mesleki eğitim imkânı sağlamışlardır. Ancak bu dönemde
Geri dönüş isteğe bağlıdır. Döneceklere evleri, arazileri teslim edilecek. Muhacir yerleştirilen evler boşaltılacak. Kiliseler, mektepler, ait olduğu cemaate iade edilecek. İhtida etmişler eski dinlerine dönebilir. 18
GENCAY Muhtaç olanların dönüşlerinde masraflar Harbiye tahsilatından karşılanacak. Yetim çocuklar, istenirse denetim sonucu velisine ya da cemaatine verilebilir.
6 –Akgündüz Ahmet, Öztürk Said, Kara Recep, Sorularla Ermeni Meselesi, 2008İstanbul 7-Halaçoğlu Yusuf, Ermeni Tehciri, 2006İstanbul 8-Süslü Azmi Ermeniler Sonrası,2009-Ankara
Sonuç olarak devlet o zamanki sıkıntısına ve savaş durumunda bile kendine ihanet edenleri sahiplenmiş elinden geldiği kadar yardımlarda bulunmuştur. Yapabileceği elbette başka seçenekleri vardı. Dönemin yapısına göre elbette bazen aksaklıklar olmuş olabilir. Bölgedeki bazı eşkıyalar ve Ermenilerden intikam almak isteyen kişiler elbette bazı Ermenileri öldürmüşlerdir. Ancak bunu devletin yaptırdığını söylemek, ima etmek, yapılan saldırılara sessiz kaldığını, müdahale etmediğini söylemek çok büyük bir yanlış olacaktır.
Tehcir
ve
9-Onkök Arda, Ermeni Sevk ve İskânı Örneğinde Soykırım Kast Unsurunun İncelenmesi, 2011İstanbul 10-Guenter Lewy, 1915 Osmanlı Ermenilerine Ne Oldu, 2011-İstanbul 11-HalaçoğluYusuf, Ermeni Tehciri ve Gerçekleri, Türkler Ansiklopedisi cilt:14 s:482-499 1999-Ankara 12-Bildirici Yusuf Ziya, Ermeni Soykırımı Aldatmacası Ve 1919-1920 Adana Katliamları Türkler Ansiklopedisi cilt:14 s:503-511
KAYNAKÇA
13-Sarınay Yusuf, Sevk Ve İskân, Türk Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu s:211-233
1-Süslü Azmi, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayını NO:5 1990-Ankara
14-Halaçoğlu Yusuf, Mali Harcamalar, Türk Ermeni İthafı Makaleleri, TBMM Kültür Sanat Yayın Kurulu s:235-243
2-Uras Esad, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi 1979 – İstanbul
15-Altıntaş Ahmet, Osmanlı Arşiv Belgelerine Göre Ermeni Sorunun Ortaya Çıkışında Fransa’nın Rolü www.tarih ve medeniyet. com.tr
3- Bekâr Bülent, Öztürk Necdet, Beyoğlu Süleyman, Tarihi Gerçekler ve Bilimin Işığında Ermeni Sorunu 2007 – İstanbul
16-İlter Erdal, Ermeni Meselesinin Doğuşunda Ermenilerin Rolü www.tarih ve medeniyet. com.tr
4-Genel Kurmay Harekât Daire Başkanlığı, 100 Soruda Ermeniler 2001- Ankara 5-Aslan Betül, Erzurum da Ermeni Olayları 2004- Erzurum
19
GENCAY
SÜRGÜNDEN SOYKIRIMA ERMENİ İDDİALARI - Yusuf HALAÇOĞLU Canan MIZRAK Osmanlı Devleti’nin son yüzyılında cereyan eden gelişmeler, yıllarca sükûn ve birliktelik içinde yaşanılan Türk olmayan unsurların Batılı emellerin elinde oyuncak olup Osmanlı’dan birer birer kopmalarıyla sonuçlandı. Dünyayı avucuna alan milliyetçilik akımları ve 1900lerin başında sömürgecilik yarışının en üst düzeye ulaşması, artık yıkılmak üzere olduğu belli olan Osmanlı Devleti üzerinde büyük sömürgeci devletlerin hâkimiyet kurma yarışını hızlandırmıştı. Hıristiyan Batı devlerinin Türk algısı da onları “hasta adamı” bölüşmeye itekliyor, bunu yaparken de maşa olarak Osmanlı tebaası içindeki Hıristiyan ve Türk olmayan unsurlar kullanılıyordu. 1877-78 Osmanlı – Rus Harbi’nin birkaç yıl öncesine kadar, Osmanlı Devleti ve tebaası ile aralarında önemli bir olay yaşanmayan, Osmanlı Ermenileri de büyük güçlerin kirli hesaplarına ortak olanlar arasındalardı. Öyle ki Birinci Dünya Savaşı esnasında İtilaf Devletleri ile işbirliği içine girerek fiili savaşa dâhil oldular. Ordunun ikmal yollarını keserek cephe gerisinde önemli sorunlar yarattılar. Tüm bunlardan da önemlisi Müslüman – Türk tebaaya karşı bir kıyıma giriştiler.
niteliği taşıyan Sürgünden Soykırıma Ermeni İddiaları isimli bu eser, yazarın bu konuda ortaya koyduğu pek çok çalışmasından yalnızca biridir. Babıali Kültür Yayıncılığı tarafından, ilk kez 2006 yılında piyasaya sürülmüştür ve Ermeni iddialarıyla ilgili araştırmalarda bulunanlar için bir başlangıç eseri niteliğindedir. Yazarının da sunuşta belirttiği üzere bu kitap, “… Ermenilerin Osmanlı Devletine karşı tutum ve davranışlarını, buna karşı alınan tedbirleri ve sonrasında ortaya atılan katliam ve nihayet soykırım iddialarını bilim penceresinden değerlendirmekte ve soykırım tanımıyla Ermenilerin Suriye’ye nakilleri sırasında maruz kaldıkları muamelenin uyuşup uyuşmadığını ortaya koymaktadır.”
Yazarın açıkladığı tarihi sürece göre olaylar şöyle gelişiyordu: 93 Harbi sonrası imzalanan Ayastefanos Antlaşması 16. maddesinde belirtilen ve daha sonra Berlin Antlaşması 61. maddeye giren Ermeni ıslahatı meselesi ve Rusya,
Ermenilerin Suriye’ye nakilleri esnasında yaşanılanları ve bugün uluslararası kamuoyunun Türkiye Cumhuriyeti üzerinde baskı unsuru oluşturan asılsız iddialarını cevaplandıran bir el kitabı 20
GENCAY
İngiltere ve Fransa arasındaki bu hâkimiyet mücadelesi; Ermenileri harekete geçiriyor ve yurt içinde ve dışında ihtilalci Ermeni komiteleri kuruluyordu. Van’da kurulan Kara Haç Cemiyeti, Cenevre’de kurulan Hınçak Partisi, Tiflis’te kurulan Taşnaksutyun bunların başında gelir. Hayır, cemiyeti görüntüsü altında oluşturulan bu örgütler, bağımsız bir Ermenistan kurmayı amaçlayan terör örgütleri haline dönüştüler. 1895’te çıkan Sason İsyanı sonrasında 27 ilde daha ayaklanma çıkarmayı başardılar. Bu olaylarda yalnızca Türk ahaliyi değil, kendilerine destek vermeyen Ermenileri de katlediyorlardı. 1915’e kadar gelişen vetirede Osmanlı Devleti’nin yalnızca teröre bulaşmış Ermenilerle mücadele ettiği görülür. Dönemin Rus Dışişleri Bakanı Sazanof’un ve Ermeni komitelerinin kendilerine ait bildirgelerinde amaçları, bu amaçların kimlerce desteklendiği açıkça belirtilmiştir. Bir yandan Rusya’ya yakınlaşan Ermeniler öte yandan Fransızlarla yakın ilişkiler kuruyorlardı. Bahsi geçen örgütlerin intikam dolu faaliyetleri Türkiye’deki yabancı gözlemcilerin de raporlarınca teyit edilmekteydi. Ermenilerin önündeki en büyük engel nüfus dengesi olduğu için Müslüman ahaliyi vahşice katlediyorlardı. Silahları misyoner okullarında ve kiliselerde depolanmış halde bulunuyordu. Yazarın ayrıntılarına da yer verdiği bu hususlar dikkatle incelendiğinde, Suriye’ye naklin hayli vicdanlı ve mecburi bir önlem olduğu anlaşılacaktır.
katledildiğini iddia ettikleri nüfus oranlarında saklıdır. İddialarına 600.000 diyerek başlayan Ermeniler bugün 1,5 milyondan bahsedebilmekte ve o tarihte Anadolu’daki toplam Ermeni nüfusunun yaklaşık olarak bu değerde olduğunu göz ardı etmektedirler. Yazar, gerek Patrikhane’nin, gerek Osmanlı nüfus kayıtlarının gerekse yabancı araştırmacıların ve hatta Ermenilerin kendilerinin sundukları rakamları göz önüne alıyor. Osmanlı verilerine göre 1914’te Anadolu Ermenilerinin nüfusu 1,285.535 iken 1912 tarihli Patrikhane verileri nüfusu artırarak ve Osmanlı’nın bilinçli olarak nüfusu az gösterdiği iddiasında bulunarak 1,915.651 gibi bir rakamdan bahsetmektedir. David Magie isimli bir araştırmacının 1914 tarihli verilerine göre Anadolu’da Ermeni nüfusu 1.479.000’ken 1919 tarihli İngiliz verileri Ermeni nüfusunu 1.602.000 olarak saptar. İtilaf Devletleri dahi Patrikhane’nin verilerini abartılı bularak, David Magie’nin nüfus verilerinden faydalanmışlardır. Osmanlı’da nüfus sayımlarının millet sistemine göre yapıldığı, Müslüman kadınların sayılmadığı gibi gerçekler ayandır fakat bu kıstas Katolik, Ortodoks, Protestan ve Yahudi unsurlar için geçerli olmamıştır. Bunlar göz önüne alındığında eksikliklerin olabileceği ama bunda bir kasıt aranmak yerine dönemin şartlarının göz önünde bulundurulması gerektiği görülür. Zira diğer otoritelerin sunduğu verilerin çok masum amaçlarla saptandığı iddia edilemez. Tehcire giden süreçte bir başka mesele ise Rus ve Fransız ordularına katılan ve kendileri göç eden Ermenilerdir. Rus ordusunda 180.000’den fazla Ermeni
Muhakkak ki soykırım iddialarının en önemli tutarsızlığı Ermenilerin 21
GENCAY
bulunurken Fransız ordusunda 12.440 Ermeni bulunmaktaydı. Ayrıca 250.000’i aşkın Ermeni savaş başlar başlamaz kendiliklerinden Kafkasya yollarına düşmüş, binlercesi de Amerika’ya ve Avrupa’ya göç etmişlerdi. 1899’dan 1925’e kadar 76.605 Ermeni Amerika’ya kabul edilmiştir. Kafkasya’ya doğru yola düşenlerin salgın hastalıklar ve açlık sebebiyle 160.000 kadarı kırılmış, hatta öyle ki Erivan’a ulaşanlar bile açlık ve hastalıklarla mücadele etmek zorunda kalmışlardır.
edilmemesi, gerektiğinde merkezden ödenek istenilmesi önemle belirtilmiştir. Savaş koşulları sebebiyle yeterli oranda olamasa dahi güvenlik tedbirleri alınmaya çalışılmış, mümkün nispette ulaşım için demiryolu kullanılmıştır. Suriye’ye ulaşan Ermenilerin verimli arazilere yerleştirilmeleri, orada yaşamlarını sürdürmeleri için kendilerine gerekli alet edevatın sağlanması ve masraflarının devletçe karşılanması bu talimatnamelerde yer alan bir başka husustur. Halaçoğlu’nun Osmanlı arşivlerinde yürüttüğü çalışmalara göre 438.758 Ermeni tehcir edilmiş, bunun 382.148’i varış noktasına ulaşmıştır. Yazar, 30-40 bin civarı göçmenin hastalıktan öldüğünü ve 7-8 bin göçmenin ise eşkıya saldırıları sonucu hayatını kaybettiğini söylüyor. 28 Mayıs 1915’te başlayan tehcir Şubat 1916’da durduruldu ve sevk için bekleyen bir kısım göçmen bulundukları illere yerleştirildi. Fransızlar ve Amerikan Halep konsolosu toplam 500.000 Ermeni’nin Suriye’ye yerleştirildiğini belirtirler. Ermeni göçmenlerin ihtiyaçlarının karşılanması için Muhacirin Komisyonu görevlendirildi ve vilayetlere para yardımları yapıldı. Ayrıca göçmenlere mümkün nispette sağlık hizmeti de verildi, Kızılhaç ve diğer yabancı yardım kuruluşlarının yardımlarına izin verildi.
Osmanlı tehcir kararını alır almaz, İtilaf Devletleri bildirge yayınlayarak Osmanlı’yı suçlu ilan ettiler. Oysa zorunlu göç öncesi meydana gelen olaylar aksi savunulamayacak bir isyandı. Tehcir nasıl gerçekleşti ve kimleri kapsadı sorularına verilen cevapları incelediğimizde kimsesiz kadın ve çocuklar, yaşlılar, sanatkârlar, ordu görevlileriyle komitelere üye olmayan Protestan ve Katolik mezhebi mensuplarının sevk edilmediklerini görürüz. Tehcir kararı merkezden gelen talimatnamelerle bildirilmiş, gerekli önlemlerin alınması, tehcir edilenlerin mal varlıklarının sahiplerine iade edilmek üzere korunması ve ihmali olanların cezalandırılacağı bildirilmiş; bizzat Talat Paşa tarafından yazılan talimatnamelerde istasyonlarda yeterli ekmek depolanması, zorunlu göçe tabi tutulan halkın mağdur
18 Aralık 1918’de yayınlanan Geri Dönüş Kararnamesi sonrası pek çok Ermeni Anadolu’ya geri döndü. 20 Mart 1919’a kadar 232.679 Ermeni ve Rum’un Anadolu’ya geri döndüğü saptanmıştır. Sevr imzalanmadan hemen önce Anadolu’da yaşayan Ermeni sayısı 644.900 olarak belirtilmiştir. Dönenlere kayıt 22
GENCAY
defterlerine not edilen, depolarda saklanan malları yahut mallarının değeri; başkaları yerleşse yahut işletse dahi evleri ve ticarethaneleri iade edildi. 1922 tarihli İstanbul İngiliz Büyükelçiliği’nin raporu tüm dünyada bulunan Osmanlı Ermenilerinin oranını 1.200.000 olarak belirtmektedir. Savaş esnasında ölen 4050 bin Ermeni mevcudiyeti, göç esnasında ölen oran ve hatta kendiliklerinden Kafkasya’ya göç ederken ölenler toplandığında, soykırım iddialarının yersizliği bir yana, 600.000 Ermeni öldürüldü demenin dahi çok abartılı olduğu görülür.
normlarında sıklıkla kullanılan geriye yürütülmezlik ilkesinin aksine 1915 olaylarına uygulanmaya çalışılmasının abesliğini de vurgulamaktadır. Bilindiği üzere soykırım kavramının gündeme gelmesi, Hitler Almanya’sının uyguladığı büyük Yahudi soykırımı ile olmuştur. Yazar kitabın sonunda, bir savunma sunmak gereği duyarak Almanya’nın Yahudilere uyguladığı bilinçli katliamla, zorunlu göçü karşılaştırmakta ve savaş durumunda güvenlik sebebiyle uygulanmış olan zorunlu Ermeni göçünün soykırım kavramıyla açıklanamayacağını belirtmektedir. İddia edildiği gibi bilinçli bir nüfus eritme politikası devlet eliyle yürütülmüş olsa bugün 3000-5000 civarında toplu mezarın bulunması gerektiğini vurgulayan yazar, yapılan karşılıklı inceleme çağrılarına uymayan Ermeni araştırmacılarının tutumunu da irdelemektedir. Kitabın sonunda faydalanılan raporların asıllarının bulunması ise okuyucuya birinci elden konuyu araştırma imkânı vermektedir.
Yazar, ihmali bulunanlar ve göç eden kitlelere saldıranların nasıl cezalandırdığı konusu üzerinde de önemle durmuş. Hükümetin tebligatlarına bağlı olarak, 1915 yılı sonundan itibaren mahkeme süreci başlatılmış olup mahkemeye verilenlerin sayısı 1673’e ulaşmıştır. Çeşitli yerlerdeki Divan-ı Harbi Örfi’ye sevk edilen bu kimselerden, 22 Mayıs 1916 tarihine kadar sonuçlandırılan yargılamalara göre 67 kişi idama, 524 kişi hapse, 68 kişi kürek ve para cezalarına çarptırılmıştır. Kalanlardan 227 kişi berat ederken diğerlerinin yargılama süreci devam etmiştir. Bu yargılanan kimseler ihmali bulunan yetkililer ve göç eden kafilelere saldıran kimselerdir. Yazarın ortaya koyduğu üzere, devlet yetkililerinin bu konudaki hassasiyeti soykırım iddialarının yersizliğini sergileyecek kadar incedir. Tehcirin, Soykırım Hukuku ile ilişkisini de inceleyen yazar, 2. Dünya Savaşı sonrası dünya kamuoyunun gündemine girmiş bulunan soykırım kavramının, hukuk
Sonuç olarak Osmanlı’nın son çeyrek asrında meydana gelen tüm gelişmeleri,
23
GENCAY
devletin içinde bulunduğu kaotik ortamı, üst üste gelen yenilgileri, siyasi-sosyal krizleri ve mali bunalımları göz önüne aldığımızda Ermenilere uzun süre tahammül eden bir Osmanlı idaresi ile karşılaşırız. Tehcir kararının dayanakları ve nasıl uygulanacağına dair maddelerle; Ermenilerin gidiş ve dönüş esnasında can sağlıklarına dahi ehemmiyet verilmiş olmasına rağmen bir soykırımdan bahsedilmesi Hıristiyan dünyanın ikiyüzlülüğünü gözler önüne sermektedir. Balkan Harpleri esnasında tüm malvarlıklarına el konularak, zorla topraklarından çıkarılan Balkan Türklüğünün yaşadığı dram henüz hafızalardan silinmemiştir. Sovyet Rusya’nın Müslüman Türk ahaliye uyguladığı sürgünler, Sibirya’da kilitli vagonlarda ölüme terk edilen binlerin feryatları hala zihinlerdedir. Karadeniz’de balıklara yem edilen Çerkezler; önce Türk Revan’ın Ermeni Erivan’ı olması için daha sonra Karabağ’ın alınması için Azerbaycan Türklerine uygulanan, bir asırdan fazla
süren ve 25 yıl öncesine kadar sistematik bir biçimde devam eden Rus destekli Ermeni katliamları unutulmak için oldukça yenidir. Örnekleri çoğaltmak mümkün olmakla birlikte amaç acıları yarıştırma basitliğine düşmek değildir. Vurgulanmak istenen suçsuz ve masum milyonlarca Türk-Müslüman unsurun yaşadıklarına göz yumabilen Batı’nın, isyankâr Ermenilere uygulanan bir güvenlik tedbiri olan zorunlu göçün soykırım olduğu iddiasını öne sürerken insancıl emellerle değil, Haçlı emelleriyle meseleye yaklaşmasıdır. Yazarın kitabını bitirmeyi uygun gördüğü, Howard M. Sachar’ın Ortadoğu’nun Doğuşu(1969) adlı eserinde geçen ifade ile yazıyı bitirmek yerinde olacaktır: “Bütün o savaş yıllarında hiç kimsenin, Ermenilerin bile, Türkler kadar kanı akmamıştır. Artık savaş yılları sona ermiştir.”
24
GENCAY
“İLK KAN” İLE BİRLİKTE Juctin McCARTHY Aslıhan KAYA Tarihçinin sevdiği şey gerçekler olmalıdır çünkü onlar sadece gerçeği yazmakla yükümlüdürler. Yazmadan önce tüm ilgili kaynaklara bakmak zorundadırlar. Önyargılardan tamamen kurtulduklarına emin olduktan sonra tarihi yazmalıdırlar. İlke şudur: “Konuyu bütün yönleriyle ele al, önyargılardan vazgeç; işte o zaman gerçeği bulmayı ümit et.” Peki, tarihçiler her zaman bu ilkeyi izlerler mi? Şimdilik pek nadir bulunsalar da iyi tarihçiler buna gayret ederler.
sonra haince saldırılara uğradığını yazmadığı sürece asla gerçek bir tarih kitabı niteliği taşımayacaktır. Bazıları artık “… tarafsız şekilde…” şartını hatırlamak zorunda. Amerikalı Tarihçi Justin McCarthy’nin Ermeni Mezalimi konusuna açıklık getirebilmek amacıyla yayınladığı “İlk Kan” önemli bir belgedir. Türklerin yaptığı iddia edilenlerin ve yaptıklarının, neden yapılmış olabileceği hususunu önde tutan McCarthy gözden kaçmayan bir yöntem kullanıyor: Karşılaştırma. Sayfalarca bilginin sıralanmasındansa karşılaştırma yöntemiyle yazılan makale konunun daha kolay kavranmasını sağlıyor. Sorgulayabilen ve kesin hükümlerden kaçabilen bir tarihçi olduğu görülüyor. McCarthy için suçlu taraf “ilk kanı döken taraf”, makalede bunu bulmaya çalışıyor. Türkler de Ermeniler de iyi şeyler yapmadı ama suçlu aranıyorsa bu kendini müdafaa eden taraf olmamalıdır, diyor. “Neden?” sorusu etrafında dönerken konu 6 farklı bağlamda inceleniyor.
“İnsana rahatsızlık veren olaylar, yanlış düşünce ve önyargılar bir tarafa bırakılmak ve göz ardı edilmek yerine (bilhassa) ele alınmalıdır.” diyor McCarty. Evet, biz de tarihimizin yazılırken sadece kahramanlıkların, zaferlerin, fedakârlıklarımızın yazıldığına şahit olduk. Yenilgilerimiz nadir, hatalarımız çok nadir yazıldı. Bu, belki tarihimizi her satırıyla sevmek belki de tarihten ders almamızı engellemek amacıyla yapıldı. Ne sebeple olursa olsun sade aklayan yahut sade karalayan tarih amacından sapmış demektir. Önyargılar ve ahlaki çöküntü her zaman ilimin önüne geçmiştir. Türk ve Ermeni tarihini ele alan bir kitap öldürülen, göçe zorlanan, zulme uğrayan Türkleri de yazmadığı sürece, Müslüman Türklerin yüzyıllarca Ermenilere sahip çıktıktan
25
GENCAY
Ermenilerin yaşadıkları topraklara ihtiyacı varmış. Bilinmelidir ki mülteciler Batı Anadolu ve Trakya’ya yerleştirilmiştir; Doğu Anadolu’ya değil.
1. 2. 3. 4. 5. 6.
Peki ya dini nefret? Müslümanlar Ermenileri 700 yıl kabul ettikten sonra, İslam’ın hükümlerini de bir tarafa bırakarak Hristiyanların haklarını reddetmiş olabilirler mi? Hayır, Osmanlı İmparatorluğu her zaman hoşgörü konusunda Avrupa devletlerine örnek olmuştur, bu tarihsel bir kanıttır.
1877-1878 Türk-Rus Savaşı İhtilalci Ermeni Örgütleri 1890 Ayaklanmaları Birinci Dünya Savaşı Azerbaycan Türkleri ve Ermeniler Ermeni İddiaları
Bütün bu suçlamalar tek bir noktada birleşiyor ve nihayet Ermeni milliyetçilerini tatmin ediyordu: “Türkler delidir.” 700 yıl Ermenilerle yaşadıktan sonra bir anda onlardan nefret edip saldırmaya başlamışlardı. Sözde soykırımının tüm açıklamaları ve hatta kanıtları Türklerin her zaman akıl dışı davrandıkları tezi üzerine kurulmuştur.
Türkler, Ermenilerle asırlarca aynı imparatorlukta yaşamış, onların asırlarca dinlerine ve geleneklerine dokunmamışlardı ve bilhassa onların kültürlerini, namuslarını ve canlarını korumuşlardı. Birden bire ne olmuştu da Türkler Ermenilere saldırmıştı? Ermeni milliyetçileri için bunun birçok hayali sebebi var. Bazısı için bu hiç de aniden olmamış. Türkler planlı bir soykırımla Ermenileri yok etmeye çalışmışlar. Çünkü Türkler Ermenileri kıskanıyormuş, onların üstün olduğuna inanıyorlarmış.
Avrupa tarzı ırksal bir düşmanlık Osmanlı İmparatorluğuna uzak bir konuydu. Hiçbir zaman Ermenilere yahut başka bir azınlığa Almanya’nın Yahudilere yaptıkları yapılmamıştı. Ermeni isyanları sırasında bile isyancı olmayan Ermeniler kabul görüyordu. Tarihin çoğu devirlerinde devlet yönetiminde bile yüksek mevkilere gelmişlerdi. Herhangi bir ırk kayırması olması mümkün değildi.
Kimisi için Türkler Ermenilerin mallarına göz diktikleri için saldırmışlar. Lakin şu unutuluyor ki Birinci Dünya savaşında Ruslar Doğu Anadolu’yu işgal ettiklerinde Türklerin mallarını çalan Ermenilerdi. Ayrıca Batı Anadolu’daki zengin Ermenilere dokunulmadığı halde Doğu Anadolu’daki Ermenilerin malına göz dikildiği iddiasının ciddiyeti yoktur. Kimisine göre ise Osmanlıların Balkan savaşlarından gelen mülteciler için
Peki, bu savaşı kim başlatmıştı? Saldıran kimdi? Kendini savunan kim? Ermeniler, Türklerin onlara saldırdıklarını, sonra da kendi başlattıkları olayların acısını çektiklerini öne sürmüşlerdir. Ama gerçek bundan çok daha farklıdır.
26
GENCAY
“Türkler ve Ermeniler arasındaki çatışma 19. Yüzyılın sonlarında Osmanlı’da değil İran’da ortaya çıkmıştır. 1796’da, Rusların Derbent Hanını mağlup etmesi ve Derbent şehrini ele geçirmesine, o şehirde yaşayan Ermeniler aracı olmuştur. Ermeniler Güney Kafkasya bölgesinde 700 yıl Türklerle yaşamıştı. Bölgenin her kısmında ikamet ediyor ve şehirlerde çalışıyorlardı ki istenilseydi buralarda kolaylıkla yok edilebilirlerdi. Rusların gelişiyle, Ermenilerin çoğu kendi hükümetlerine karşı olup Rus işgalci güçlerine katıldılar. Ruslarla birlik olan bu Ermeniler, Rus ve Ermeni azınlıkların, 700 yıl boyunca egemenlikleri altında yaşadıkları Müslüman Türk çoğunluğu yönetmesini istiyordu. Bu demokrasi isteği değildi. Bu halk iradesi isteği de değildi. Onlar yönetimi ele geçirmek istiyorlardı ve bu yolda Ermeni milliyetçilerin karşısına çıkan her Müslüman yok edilecekti. ” Görüldüğü üzere Ermenilerle kırılma noktalarından biri buradadır. Ermenilerin Türklere düşmanlığı ile Müslümanlığa düşmanlıkları da birleştirildikten sonra sanki asırlardır Müslümanlar onlara hoşgörüyle davranmamış, güç kullanarak Ermenilere zulüm etmiş gibi, Müslüman himayesinden çıkmak adına azınlık oldukları Türk toprağında isyan ederek yönetime göz dikmişlerdir. Bu hoşgörüye yer bırakmayacak bir tavırdır.
Dünyada çıkan çoğu milliyetçi ayaklanmalarda en azından çoğunluğun kendi kendini yönetmesi adına bir savaş veriliyordu. Lakin Ermenilerin farklıydı, onlar azınlık olarak çoğunluğu yönetmek hayalindeydiler. Ermeniler, ülke çoğunluğunu bozguna uğratıp onların topraklarını ellerinden almak isteyen küçük bir topluluktu. Ermeniler ülkelerinin düşmanlarından yardım alan küçük bir azınlık grubuydu, çünkü dışarıdan yardım almadan Müslüman çoğunluğu yenmeleri imkânsızdı. Eğer Ermeniler amaçlarında başarıya ulaşsalardı ne yaparlardı? Tarih bize Balkanlar’daki Türklerin acı verici akıbetinden dersler vermektedir. 1877-78 Ruslarla olan savaşlarında Osmanlı kendi tebaasına güvenmiştir. Hatta Müslüman Türk yetkilileri Ermenileri hedef alan farklı saldırılardan korumuştur. Ne yazık ki Osmanlılar, savaşı kaybettiklerinde, Müslümanları Ermeni saldırılarından koruyamamışlardır. Kars Rusların eline geçtiğinde, orada yaşayan Ermeniler hem Osmanlı askerlerine hem de sivil Türklere saldırmışlardır. İngilizler, Ermenilerin, yaralı Türklerin öldürülmesinde Ruslara yardım ettiklerini rapor etmiştir. Erzurum’u işgal eder etmez, Türklere zulmedilmeye 27
GENCAY
başlanmıştır. 6000 Türk ailesi şehri terk etmeye zorlanmıştır. Bunun üzerine İngiliz Büyükelçisi şöyle yazmıştır: “Şüphesiz ki Ruslar Erzurum’u işgal ettiklerinde Ermeniler, elde ettikleri Rus korumasından faydalanarak Müslüman nüfusa zarar verdiler, acımasızca davrandılar ve onları tahkir ettiler.”
ordusu ve sivil Müslüman halk Ermenileri öldürmüştür. “Samsun’da, Van’da, Maraş’ta ve Adana‘da katliamı başlatan Ermeniler olmuştur… Türkler Ermenilere değil, Ermeniler Türklere saldırmışlardır. Zeytun ve Maraş bölgesindeki Ermeni isyancıların yaptıkları da neredeyse aynıdır. Ermeni liderin kendisi 25.000 Müslüman öldürdüğünü belirtmiştir. Osmanlı ordusunun bu katilleri cezalandırmaya bile imkânı olmamıştır çünkü Avrupa güçleri onları korumuştur. “Balkan savaşından sonra bir zamanlar Müslüman çoğunlukların bulunduğu topraklarda artık Hıristiyan çoğunluklar bulunmaktaydı. Bu, Ermenilerin daha uzun vadede yapmak istedikleri şeyin tamamen aynısıydı ve Balkanlar’da işe yaramıştı. İki tarafta Balkan Savaşları’ndan bir şeyler öğrenmişti. Türkler, Ermeni ihtilalcilerin başarıya ulaşması durumunda başlarına ne geleceğini biliyorlardı.
Ermenilerle olan meselede söz sahibi olmuş bir önemli unsur da kurulan Ermeni örgütleridir. Rusya’da kurulan Taşnaklar isyanın öncülerinden olmuştur. “Parti Manifestosunda ‘Ermeni halkının Türk hükümetine karşı savaşı’ ilan edilmiştir. ‘Ulusal özgürlüğü korumanın ürkütücü külfetinden’ söz edilmiştir. 1892 yılının Taşnak Program’ı, toprakların yeniden paylaştırılması, toplumsal kardeşlik ve iyi bir yönetim gibi çağrıların arasında, aslında isyancı eğilimlerini dile getirmiştir. Bu eğilimler, ihtilalci örgütler ile savaş toplulukları kurmayı ve ‘halkı’ silahlandırmayı kapsamaktaydı. Taşnak özdeyişi (1896) şöyleydi: “Silahlara sarılın! Savaşın! Zafer bizimdir!” Bu sözleri, amaçlarının Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kanlı bir ayaklanma olduğunu açıkça belirtmektedir. Ayrıca parti manifestosunda yer alan maddeler de Ermenilerin kanlı oyununun delilleridir.
“Ermeni milliyetçileri ayaklanmaları örgütlemeye başlamadan hiçbir Ermeni sürgün edilmemiş, hiçbir Ermeni politikacı idam edilmemiş, hiçbir Ermeni Osmanlı askerleri tarafından öldürülmemiş, hatta resmi olarak savaş ilan edilmemişti. Ermeni isyancılarının eylemleri yalnız ayaklanmalardan ibaret değildi. Osmanlılar ayaklanmaları bastırmak mecburiyetindeydiler, çünkü Ermeni çeteler Müslümanları katlediyordu. Osmanlı Ermenileri Rus ordusuna casusluk yapıyorlardı.” Kendi ülkeleri olan Osmanlı İmparatorluğu baş düşmanı Rus İmparatorluğu ile savaşırken, Ermeniler Rusya’nın yanında savaştılar. O zaman da itiraf ettikleri gibi, kendi ülkelerinin baş düşmanlarıyla bir olup onlarla birlikte savaşan vatan hainleriydiler.
“Ermeni ayaklanmaları 1860’larda ve daha öncesinde Batı Anadolu’da başlamıştır. Fakat 1890’larda Ermeni örgütleri tasarılarını tam anlamıyla uygulamışlardır. İsyancılar hükümete saldırmışlardır. Osmanlı ordusu isyancıların üzerlerine gitmiş ve isyancılar geri çekilirken yolları üstündeki köy sakinlerini katletmişlerdir. Ancak buna karşılık olarak, Osmanlı 28
GENCAY
Ya Osmanlılar Ermenileri neden göçe zorladı? Amaç düşmana yardım ve yataklık edeceği belli olan sivillerin yerini değiştirmekti. Belki Ermenilerin çoğu Osmanlılara karşı gelmeyecekti, fakat Osmanlılar, Ruslara, İngilizlere ve Fransızlara kimin yardım edip kimin etmeyeceğini nasıl bileceklerdi?
müdafaadır. Savunma kimi zaman sınırları aşıp intikama dönüşebilir. Bu savaşlarda çok sık karşılaşılan bir durumdur ve eleştirilmemelidir.”
Ermeni ayaklanmasına karşı gelmek hükümetin göreviydi, yapılmak zorundaydı Ayaklanan Ermeniler Müslüman çoğunluk üzerinde egemenlik kurmak isteyen bir azınlıktı. “Azınlıkların barış içinde yaşama hakları vardır. Bütün yasal haklarıyla, yasalar önünde eşit olmalıdırlar. Dini özgürlükler olmalı ve korunmalıdır. Tüm bu haklar azınlıklara garanti edilmelidir. Fakat bir azınlığın çoğunluk üzerinde egemenlik kurma hakkı asla olmamalıdır. Bir azınlığın çoğunluğu öldürerek ve yurdundan sürerek çoğunluğu ele geçirme hakkı asla olmamalıdır. Ermeni isyancılara karşı duran Türkler ahlaki açıdan doğru olanı yaptılar.” Osmanlılar Doğu Anadolu, Arabistan ve Bosna’da Müslüman isyancılara, Balkanlarda ise Hıristiyan isyancılara karşı savaşmışlardı. İmparatorluklarını ve halkını korumak için savaşmışlardı. Doğal olarak aynı şekilde Ermeni isyancılara karşı savaştılar. “Osmanlılar görevlerini ifa etmeye çalıştılar.”
Elbette ki bugün Ermenilerle olan ilişkilerde tarihin rolü büyüktür. Ermenilerin planları hala devam etmektedir. Siyasi çıkarlara göre yazılan uydurma bir tarihleri vardır. Siyasetçilerin bu tutumu kendilerine faydalı olabilir, ama fayda gerçeklik değildir. Siyasi kürsüde tarih dersi vermek isteyenler dersi önce kendileri çalışmak ve bu süreçte tarihin ilkelerine saygı duymak zorundadırlar. Evet, belki halkın duyguları istismar edilip yapay bir sevgi kazanılabilir, bu sayede oy da toplanabilir lakin bu bir insanlık ayıbı olarak kalacaktır. Ermenilerle ilgili karar alan Fransız ve Avrupa Birliği parlamentoları ön yargılarıyla çelişen hiçbir kanıtı görmek istemediler. “Ermeni Soykırımı”nı kabul edilmesi gerektiğini söyleyen siyasetçiler oluşturdukları düzmece tarihte taraflardan biri olan Osmanlı’nın arşivlerini gerçekten incelediler mi? İnceledilerse ölen milyonlarca Türk’ü görmediler mi? Gördüler de önyargılarıyla mı çelişti? Âlim(!) Avrupa bunu yapar mı? Yapar.
“Suçlu aranıyorsa suçlanması gerekenler, savaşı başlatanlar, ilk vahşeti yapanlar ve kan dökülmesine sebep olanlardır”. Meseleleri başlatan her zaman Ermeniler olmuştur. Ermeni isyancıları olmuştur. Suç daima onların üzerinde kalacaktır. Türklerin yaptığı soykırım değil 29
GENCAY
McCarthy yazısında bir davette bulunuyor. Türk ve Ermeni tarihçilerini arşivlerini açıp tartışmaya bekliyor. “Korktuğunuz şey nedir? Buyurun çözün.” Diyor. Evet, Soykırım iddiaları tarihsel bir durumdur. Şayet merak edilen neler olduğu, nasıl olduğu, ne sebeple olduğu ise görev tarihindir. Siyasetçiler, şu anki politik unsurlar, hükümet ve hatta devlet menfaatleri bunun dışında tutulmalı ve tarihi araştırma böylece yapılmalıdır. Eminim ki Türklerin Ermenileri göçe zorlamasının perde arkası sadece bu yolla aydınlanır, soykırım iddiaları bu yolla çürütülebilir. Bu elbette zor bir iştir. Çünkü “Düşmanın bile ahlaklı olanı makbuldür.”
söyleşide kendisine sorduğum çözüm sorusunun cevabını hatırlıyorum. “Ne çözümü kızım? Neyi çözeceksin? Bu çözülür mü?” Nitekim Ermenilerin Hocalı’da yaptıkları da geçmişte olduğu gibi bir insanlık ayıbıdır. Acıların dindirilmesi için yapılması gereken Türklerin üstüne düşeni yapmaları, Türklüklerini göstermeleri ve bayrağın işgal altındaki Karabağ’a asılmasıdır. Evet, gerçekler ortaya çıkabilir, kimin ilk kanı kimin çok kanı döktüğü belgelerle de ispatlanabilir. Lakin Ermeni-Türk dostluğu isteniyorsa bu ancak tarihin silinmesiyle, geçmişin unutulmasıyla yapılabilir. Çözülecek bir şey yoktur, bu çözülür mü? Hayaldir…
Şayet istenen çözümse bunun bir yolu yoktur. “Ne çözüm sürecinin bir anlamı vardır ne de kardeşlik türkülerinin. Hanım Halilova’yla geçenlerde yaptığımız bir
30
GENCAY
31
GENCAY
ASALA YETERİNCE YAZILDI MI? Çağhan SARI Türkiye, çektiği acıları kolaylıkla unutabilen bir ülke… Toplum hafızamızın yaralara, facialara karşı örten bir yapısı var. Elbette travma yaratan hadiseleri çabuk atlatma adına bu yapının işlevi mühim bir vazife görmektedir. Ancak bazı şeyler vardır ki, onları unutmanın, daha doğru bir ifade ile hatırlamamanın sonucu, en az o hadise kadar yaralayıcıdır, zarar vericidir.
1975 senesinde, - bazı kaynaklarda 1973 iddiası da bulunuyor- Agop Agopyan ve altı arkadaşı tarafından Armenian Secret Army for the Liberation of Armenia (ASALA) kuruldu. Ermenistan'ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu adını alan bu örgütün kuruluş yeri Lübnan idi. Beyrut'ta örgütün kurulması için ortam müsaitti. Lojistik temini kolaydı. Çünkü o tarihlerde bölgede zafiyet yüksekti. ASALA, eğitim ve mühimmat noktasında Yunan ve Suriye istihbarat servislerince desteklendi. Örgüt, Marksist-Leninist ideoloji ile Ermeni milliyetçiliğini resmi görüşü olduğunu belirten broşürler hazırladı.
Özellikle 2015 senesinde Birinci Dünya Savaşı'nda uygulanan Tehcir Kanunu'nun 100. yıl dönümü olması nedeniyle Türkiye'ye karşı 'soykırım suçu işledi' baskıları artacaktır. Burada sözde soykırımın gayr-ı hukuki istinatlarına yanıtlar vermek için bu yazının kapsamı dışında. Biz 1975-1985 yılları arası 42 diplomatımızın hayatını kaybetmeleriyle sonuçlanan saldırıları düzenleyen ASALA'yı, kuruluşunun 40. yılı dolayısıyla hatırlatacağız. ASALA hakkında yapılan çalışmalara değineceğiz.
27 Ocak 1973 tarihinde Los Angeles'taki Türk Konsolosluğuna gerçekleşen saldırıda ASALA'nın öncüsü olan gruplarca düzenlendi. İki Türk diplomatı şehit edildi. Bu saldırıdan iki sene sonra ise 24 Ekim'de Paris'te, 27 Ekim'de Viyana'da yapılan saldırılarda büyükelçiler şehit edildi. ASALA bu iki saldırı ile resmen dünyaya kendini duyurdu. Büyükelçilik ve Konsoloslukları bombalamak, araçları 32
GENCAY
kurşunlamak, havalimanı bombalamak, pusu kurarak suikast tertip etmek gibi yöntemleri seçen ASALA 1985'ten sonra kendi içinde parçalandı. 1989da dağıldı. Değişik uzantılar ve farklı isimlerle devam etmeye çalışsa da 1991'den sonra Türkiye'ye yönelik bir eylem bulunmadı. Örgüt 2012 yılında yeniden faaliyete geçeceğini duyurdu.
dayanması, eserleri bu yönden güdük bırakıyor. ASALA hakkındaki araştırmaların diğer kısmı da ASALA PKK, ASALA - Kızıl Tugaylar - IRA işbirliğini ortaya koyan çalışmalardır. Bu çalışmaların ana minvali PKK olması, ASALA'nın siklet merkezi olmaması, alanın ihtiyacına doğrudan yönelik yayınlar olup olmadığını sorgulatmaktadır.
Kronolojik olarak 1985'ekadar düzenlenen saldırılar, hayatlarını kaybeden diplomatlarımız, siviller, hangi ülkelerin terör listesine aldığı yahut almadığı kısa bir internet araştırması ile ortaya çıkmaktadır. Şuan ASALA'nın resmi web sitesi hala aktiftir. Dilediğiniz görsellere ulaşabiliyor, gazete arşivlerinde saldırılar ile ilgili haberlere ulaşabiliyorsunuz. Ancak, bu mesele üzerine Türkiye'nin ilgili mercileri tarafından yeterince araştırma yapılmış mıdır bu sorunun üstüne gidelim. ASALA ile akademik yayınlara bakıldığında da Atılım Üniversitesi’nde biri Uluslararası İlişkiler, biri Kamu Yönetimi bölümlerinde hazırlanmış iki tez, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Türkiye Cumhuriyeti Tarihi anabilim dalında biri Hürriyet öteki Tercüman gazeteleri minvalinde iki tez, Celal Bayar Üniversitesi'nde de 'Cumhuriyet Dönemi Ermeniler ve ASALA' isimli bir tez bulunuyor. Beş tezden dördüne erişim açık. Tezlerden özellikle T.C.T. anabilim dalında hazırlananların noksan yanı arşiv malzemesi bulunmamasıdır. Bunun da nedeni, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'nde 30 yılı doldurmayan evrakların araştırmacılara sunulmaması, Dış İşleri Bakanlığı'na ait arşivin Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi'ne gönderilip araştırmacılara açılmamasıdır. Dileriz ki ilerleyen yıllarda Dış İşleri
ASALA hakkında yayınlanmış kitapların neredeyse tamamı, bu terör örgütüne karşı Türkiye'nin düzenlediği operasyonlara dairdir. Yani, ASALA'nın kan dökmesini vurgulayıp, diplomatlarımızın öldürülmesini unutturmamak yerine biz, bu örgütün nasıl söndürüldüğünü inceleyen, tetkik eden eserler yayınlamış bulunuyoruz. Dahası bu yayınların da ekseriyetle belgelere ve kuvvetli delillere değil, spekülasyolara, hatıratlara, demeçlere 33
GENCAY
Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, MAH, Nüfus Genel Müdürlüğü arşivlerinin de belli yıl kotasını dolduran evraklarının araştırmacılara açılmasıdır.
saldırıları okutacak kitapların yazılması, ASALA terörünü hatırlatacak belgesellerin hazırlanılması talep edilmektedir. Türk sinemasının dikkat ve titizlikle -basit ürünlerin kalitesizliğe sürüklemeyeceğiortaya koyacağı çalışmalara da ihtiyaç duyulmaktadır.
Akademik dergilerde yayınlanmış makalelerin de azlığı düşündürücüdür. Türkiye'nin büyükelçilik ve konsolosluklarına herhangi bir saldırının bu gün gerçekleşmesi durumunda toplumun, siyasetin tepkisi, hassasiyeti düşünüldüğünde 42 cana mal olmuş saldırıların tarihe bırakılması - ancak tarihe bırakırken bile araştırmaların salt gazete haberleri üzerinden yapılmaya mecbur bırakılması- gerçeği, 'o zaman neşriyat yapılmalıdır' yanıtıyla geçiştirilmemelidir. Geçtiğimiz yılın Eylül ayında Türk Tarih Kurumu'nun, başlıklar arasında ASALA ve onun uzantısı olan JCAG ile Hocalı'yı da dâhil ettiği Ermeni Külliyatı'nın 10 ciltlik bir bölümünün tamamlandığı, çalışma sonunda 40 ciltlik ciddi bir araştırma-inceleme ürününün ortaya konulacağı açıklanmış idi. Bu çalışmanın yanında artık ASALA'nın nasıl söndürüldüğü değil, Türkiye'ye yaptığı
Türkiye, içte ve dışta mahkum ettirilmek istendiği hadiseler karşısında yeterince tedbiri alamamakla handikap yaşamaktadır. Yakın bir tarihe kadar Ermeni soykırımı iddiasını ileri süren cenahların uluslararası arenada 30.000 kadar yayın ortaya koydukları sırada Türkiye'nin 4.000 yayında kalması ciddi eleştirilere neden olmuş idi. Şimdi görülmektedir, ASALA yeterince yazılmamış, aktarılmamıştır. Lise ders kitaplarında yer almıyorsa yer almalı sıkça müfredat değiştirildiğinden bu yazının yazarı da artık lisede nelerin okutulup okutulmadığını takip edemeyecek duruma geldidiplomatlarımızın şehit düştüğü günler anımsatılarak sivil toplum kuruluşlarınca anılmalıdır.
34
GENCAY
TARSUS’TA FRANSIZ-ERMENİ BİRLİKLERİ VE MOLLA KERİM Metehan ÇAĞRI
19 Aralık 1918, Ermeni destekli Fransız birliklerinin Tarsus’u işgal ettiği tarihtir. Fransız üniformaları içinde işgal kuvvetleri içinde yer alan Ermeniler Tarsus Kız Okulu binasına yerleşmiş ve yerleşkelerine yakın çevrede yaşayan Türklere nefret söylemleri, küfür ve tacizleri ile saldırılara başlamışlardır.
müfrezeler Tarsus şehrini kuşatarak Bağlar savaşını kazanmışlar, işgalci kuvvetlerin Adana ve Mersin arasındaki bağını kesmişlerdir. Tarsus içinde mahsur kalan Fransızlar ve onlarla işbirliği yapan Ermeniler bu durumdan büyük paniğe kapılmışlardır.
Nefret ve büyük bir kin ile Tarsus halkına yaklaşan Fransız Birlikleri olası bir kalkışmaya da önlem alma gereği hissetmişler ve 9 Mayıs 1919’da çıkarttıkları bir kararname ile bütün silahların toplatılması kararı almışlardır. Sivas Kongresinin tamamlanmasının ardından alınan kararlar vatanın dört bir köşesine kısa sürede ulaştırılmaya çalışılmış ve milli birliklerin kurulması noktasında alınan kararlar Tarsus’ta da hemen etkisini göstermiştir. Tarsus eşrafından Molla Kerim, Tarsus’un köylerine haber göndermiş ve eli silah tutan herkesi işgale karşı koymaya çağırmıştır. Bu çağrı Tarsus’ta birçok müfreze kurulmasını sağlamıştır. Molla Kerim’in başında olduğu müfreze Çeliktaş Müfrezesidir.
Bunun üzerine, Adana’daki Fransız kumandanlığı uçaklar ve tanklar desteğinde zırhlı araçlarını da seferber ederek Adana’dan Tarsus’a doğru yola çıkmıştır. Yenice’ye kadar olan yol güzergâhındaki Türk köyleri ateşe verilmiştir. İşgalci kuvvetlerin Tarsus’a girişinin engellenmesi görevi bölgenin sayıca en kalabalık Kuva-i Milliyeci topluluğu olan Molla Kerim’in Çeliktaş müfrezesine verilmiştir. Molla Kerim, daha önceki Kavaklıhan Savaşı’nda emrindeki çetelerle birlikte düşman askerlerine karşı büyük zaferin kazanılmasını sağlayan bir kahramandır. 26 Temmuz 1920 günü Adana’dan Mersin’e geçecek olan bir Fransız Birliğini durdurma görevi alan Çeliktaş Müfrezesi Komutanı Molla Kerim, 4 Tabur, 6 Süvari bölüğü, 3 batarya topa karşı 370 kişilik
1920 yılı Temmuz ayının ortaları… Adana şehir merkezinde can güvenliği kalmadığı için Türkler canını kurtarmak amacıyla şehirden uzaklaşmaya daha güvenlikli olan Karaisalı yöresine ulaşmayı amaçlamışlardır. Kuvay-i Milliyeci 35
GENCAY
müfrezesi ile kahramanca mücadele etmeye hazırdır. Fransız askerleri zırhlı araçları ile birlikte Kamber höyüğüne kadar yaklaşmış, Molla Kerim savunma hattını tuttuğu dere kıyısında düşmana ateş açmıştır. Ancak Molla Kerim’in geri çekilme esnasında arka tarafına güvenlik altında tutacak önlemler alınmamıştır. Fransız askerler Türk müfrezeler arasından hareket ederek Molla Kerim’i arkadan kuşattır ve çatışma sonrası Molla Kerim ve arkadaşları esir düşerler.
29 Temmuz 1920 tarihi Tarsus’ta kara bir gün olarak tarihe geçti. Tarsus halkı derin bir üzüntü içindeydi ve birçok ağıt yükseldi yanık sesler ile göğe… Köyden köye, dilden dile, gönülden gönüle dolaştı ağıtlar. Tarsuslular işgale karşı büyük mücadeleler veren Şehit Kerim’i unutmadılar, hep andılar… Bugün Molla Kerim’in şehit edildiği Bac Köprüsü’nün hemen yanında Ermeni Mezalimi Anıtı bulunmaktadır. Molla Kerim Ağıdı Belindeki filik kuşak Sarar dolayı dolayı Molla Kerim’i vurmuşlar Kana bulayı bulayı Evimizin önü yonca Yonca çıkmış diz boyunca Çeteler harb etmek diyor Molla Kerim olmayınca Adana’dan bir yel esti Yenice’yi düşman bastı Ayan olsun Sinan Paşa Molla Kerim esir düştü Yol üstünde ağaca mezar Yelin eser kumun kazar Öldürmüşler seni oğul Bak kır atın gemsiz gezer Seni vuran dağlı mıydı? Kurşunları yağlı mıydı? Neye çekip vuramadın Elin kolun bağlı mıydı? Firezden yastık etmişler Üstüne beylik örtmüşler Garip miydin Molla Kerim Yol üstüne uzatmışlar Çataltepe’nin arası Azgın yiğidin yarası Çatlayıp ta ölmemiş mi? Molla Kerim’in anası
Fransız askeri konvoyu Tarsus’a girmek üzere Bac köprüsüne kadar gelmiştir. Milli kuvvetler işgalci kuvvetlerin o anını yakından izler. Türklerin elinde bulunan topların namlusu düşman üzerine çevrilir, dürbünle gözlem yapılır. Ve “Bismillah” sesleri ile top atışları başlar. Türk topçusunun atışları Bac köprüsünde bulunan Fransız konvoyuna tam isabet eder. Molla Kerim ve esir arkadaşları durumdan yararlanarak kaçmak isterler. Birçok kuvvacı kendilerini Bac köprüsünden aşağı Tarsus çayına atarak kurtulmaya çalışmıştır. Molla Kerim’in eli zincir kelepçe ile sıkı sıkıya bağlıdır. Öteye beriye kaçışan askerler arasında kalan Molla Kerim’in üzerine düşman askerleri kurşun yağdırır. Bir yiğit, bir kahraman, Molla Kerim Bac köprüsü üzerinde son nefesini vermiştir.
36
GENCAY
ERMENİ SOYKIRIMINA POLİTİK TEMELLENDİRMELER Sertaç EKEMEN
100. yılında büyük bir veryansın koparması beklenen Sözde Ermeni Soykırımına, Türkiye kaynaklı olarak verilen tezler ve belgeler, uluslararası kamuoyunu yeteri düzeyde tatmin etmemiştir. Ne var ki Ermeni kaynakları hiçbir şekilde Türk kaynaklar ile aynı payda da değerlendirilmemiş, bütün ısrarlara rağmen belge alışverişinde bulunulmamıştır. Ancak bir öz eleştiri yapmak gerekirse; Türk merciiler mevzu bahis olan Ermeni kaynakların Soykırım tezine yeterli önem ve kıymet vermemiştir. Bu durumun neticesi olarak, böylesi bir çalışma içerisinde Ermeni kaynaklarının oluşumuna kaynaklık eden öbekler üzerinde durmak yerinde olacaktır. Kabaca üç ana ekseriyetten oluşan Ermeni tez ve argüman dağılımları birincil Politik ikincil alıntı, hatıra veya söylenceler üçüncül olarak ise kültürel olmak üzere üç kaynaktan beslenmektedir. Birinci dünya savaşına giden yolda ortaya çıkan mikro milliyetçilik ve oryantalist dünyaya farklı, batı dünyasına farklı bir biçimde pompalanan ulusçuluk akımının, Osmanlı İmparatorluğu ayağında Ermeni milleti oluşturma sürecinin diğer benzer milletlere uygulanan kimlik inşasına benzer noktalarla karşılanmaktadır.
kullanıldığı açıktır. Ermeni kimliği Türk düşmanlığı üzerinden yapılmış bir kimlik tanımlanmasıdır. Keza bu durumun kalıntıları hali hazırda devam etmektedir.
(Yakın bir zamanda çekilmiş olan bu video alıntısında Ermeni Ordusunun hafif ytong tuğladan yapılan Türkiye ve Azerbaycan Bayraklarını parçaladıkları görünmektedir. Bu durum tıpkı Yunan kimlik inşa sürecinde olduğu gibi Ermeni kimlik inşasının da Türk kimliği düşmanlığında yükseldiğini ve bunun kalıntılarının devam ettiğini ifade etmektedir.)
20. Yüzyıl ideolojiler çağı içerisinde, Ermeni uzmanların derlemelerinden yola çıkarak, “soykırım suçu” bir ideolojinin nedeni olmuştur. Birinci Dünya Savaşı başladığında Jön Türkler, zayıflamış Osmanlı imparatorluğunun kalıntılarını toplayıp ve Pantürkizm siyasetini uygulamaya başladı. Pantürkizm sınırları Çin’e kadar uzanan, tüm Kafkasları ve Orta Asya’yı içine alan büyük bir Türkiye’nin kurulmasıydı. Bu plana göre İmparatorlukta yaşayan tüm azınlıklar Türkleştirilmeliydi. Ermeni halkı bu planın gerçekleşme sürecinde en büyük ayak bağıydı. Batı Ermenistan’dan tüm
Ermeni soykırımına yapısalcı teori bakış açısından bakmak gerekirse, Yunan kimliğinin oluşturulmasında kullanılan yapıtaşları Ermeni kimliği oluşumunda 37
GENCAY
Ermenilerin tehcir edilmesine henüz 1911’de karar verilmişti. Jön Türkler için Birinci Dünya savaşı bu planlarını gerçekleştirmek için kaçırılmayacak bir fırsattı. Buradan da görüldüğü gibi sözde soykırımı bir fikirsel akım ile temellendirilip, olayların sistematik hale getirildiği üzerinden meşruiyet kazandırılmaya çalışılmaktadır. Burada üzerinde durulması gereken en önemli nokta, Soykırım tanımıdır. Bir katliam ya da katliam zincirinin soykırım olabilmesi için öncelikli olarak devlet politikası halinde işlenmiş olması gerekmektedir. Yugoslavya’nın yıkılması akabinde başlayan Bosna savaşı ve Belgrad’ın N.A.T.O. tarafından bombalanması ile biten süreç içerisinde, Srebrenitsa soykırımı adına bir fail devletin bulunmaması, günümüzde var olan bir Sırbistan’ın o dönem de var olmamasından kaynaklanmaktadır. Uluslararası Hukuk bağlamında bu durum, bir emsal olup Türkiye Cumhuriyeti’nin ilgili dönemde var olmadığı için herhangi bir fail durumunda tutulamayacağı gibi, Ermeni Uzmanlar nezdinde herhangi bir Osmanlı belgesinin bulunamaması da bu tür ideolojik çıkarımlar sonucu bir soykırım arayışında olmalarını bizlere göstermektedir. Ermeni kaynaklarının ortaya koymuş olduğu soykırım kaynaklarının diğer ana ekseriyetini ise, sözde anlatılar oluşturmaktadır.
bulundurulursa bir anlatı oldukça çarpıcı ifadeler taşımaktadır. Verjine Sıvazlıyan’nın derlemiş olduğu Ermeni soykırımı: Soykırım’dan kurtulan görgü tanıklarının hatırları adlı eserde, bölgedeki savaş koşullarının farklı etnik yapılardaki bireyler üzerinde oluşturmuş olduğu düşman algısını gözler önüne sermektedir. Ana anlatı olarak ele alacağımız 1902 Bitlis doğumlu Hımayak Boyacıyan’nın sözlerindeki bazı kesitlere bakmak gerekirse
(Surp Prgiç kilisesi, 11.yüzyıl)
….Rus ordusu yaklaşmakta idi. Türk ordusu kitlesel olarak kaçıyordu. Bir gün amcam hastalanmıştı. Bizim de bir eşeğimiz vardı. Köylülerle birlikte ben de Bitlis’e mal teslim etmeye gittim. Dört silahlı Kürt de bize eşlik ediyordu. Bize: “Çabuk köyünüze dönün dediler.” Bir de baktık ki, Arap üniformalı, başlarında sarık ve ayaklarında çarık bulunan, don giymiş askerler Bitlis’e doluştular. Öyle bir an geldi ki, şehirdeki trafik durdu. Geri dönmek için şehir içinden, uzun bir yoldan geçtik. Birden ağlama sızlama sesleri duyduk.
ERMENİ SOYKIRIMINDA ANLATILAR Ermeni uzmanların referans olarak değindikleri diğer ana kaynağı ise anlatılar oluşturmaktadır. Bu anlatılar genel geçer baz da birbirine benzemekte olup, tarafsız olarak kaleme alındığı göz önünde
…Yolumuzun üzerinde bir tarla vardı. Bir de baktık ki, Türkler ve Kürtler geliyor ve bizi öldürmek istiyorlar. Bize dediler ki: “Bize bir söz verin, sizi kurtaralım.” Biz de 38
GENCAY
istedikleri sözü verdik. Köye vardık. Baktık ki, köyde katliam başlamış. Biz üç çocuk ve Muşeğ Ğazaryan dağa kaçtık. Oradan Van Gölü görünüyordu. Hava karardı. Köyden kurtulabilenlerden her birinin birer taşın ardına saklandığını gördük. Biz çocukları katliamın bitip bitmediğini öğrenelim diye köye gönderdiler. Karşımıza Türk askerler çıktı. Kaçmaya başladık. Türkler de arkamızdan geliyordu. Ben ve amcamın oğlu Hıraç kaçarken, amcamın oğlunu yakaladılar. Artık ona ne olduysa bilmiyorum; görünüşe göre onu öldürdüler. Sonra ben evimize gittim ve bizimkilerin matemli olduklarını gördüm…
köydendi ve hayvanları birlikte otlatmaya başladık. O annesi ve ablasıyla başka bir Kürt’ün evinde yaşıyordu. Kış geldi. Biz orda bir aydan fazla yaşadık. İnsanlar beni Müslüman sanıyorlardı. Ama birisi geldi ve bana : “Sen Ermeni’sin; Müslüman değilsin” dedi.
(Baknayır Manastırı 13. Yüzyıl)
…Katliam sırasında bütün yakınlarımı kaybettim ve esaret döneminde de Türklerin ve Kürtlerin zulmüne tanık oldum. Benim yüreğim kinle dolu. Ben çocuklarıma benim şehitlerimin adlarını koydum: Şoğik, Yervand… Türk Tarih Kurumu’nun da hem fikir olduğu birinci dünya savaşı ve tehcir yasası içerisindeki savaş dışı Müslüman ve Hristiyan Çatışmaları, alıntı yapılan hikâyelerde de görülmüştür. Ancak ortada olan bariz bir gerçek, bölge de yaşanan silahlı veya silahsız iç savaş ve çatışma durumunun genel savaş hali içerisinde tezahür ettiği düşman algısından ibarettir. Görüldüğü gibi bölgenin karakteristik etnik toplumları olan Türk, Kürt ve Araplardan bahsedilmiş ve birbiri içerisinde yapmış oldukları davranışlar tanık aracılığı ile günümüze taşınmıştır. Ancak Osmanlı Devleti’nin resmi askerlerinin Ermeni toplumu üzerinde yapmış olduğu sistematik eylemler
(Khkonk Manastırı, 7.yüzyıl)
…Bana: “Git Ruben’i uyandır” dediler. Gidip onu uyandırdım. İki Kürt gelerek beni çekti. Kürt beni öldürmek istedi; ama yanındaki: “Günahtır” dedi. Beni evlerine götürdüler. Gündüz hayvanlarını otlatmaya götürüyordum; gece de eve gidiyordum. Ben de tifüse yakalanmıştım. Hayvanları otlatmaya götürdüğümde köyümüz uzaktan görünüyordu. Akşam Kürt p.çleri bana tahtalarla vuruyorlardı. Ben ölesiye çalışıyordum. Amcamın karısı da o köydeydi; ama birbirimizi görmeye hakkımız yoktu. O Kürt köyünde ben Manukyan Askanaz’a rastladım. O bizim 39
GENCAY
gözlenememiştir. Görüldüğü gibi anlatılar var olan felaketleri aktarmış ancak devlet politikası olarak herhangi bir soykırım belgesine bu şekilde de ulaşamamıştır. SOYKIRIM İSMİNİN MÜCADELESİ VE FARKLI ARAYIŞ YOLLARI Soykırım adlandırılması kimi Avrupa devletleri ve Amerika’da Ermeni Lobisine olan hassasiyetten dolayı zaman zaman gündeme gelse de hatırı sayılır bir düzlem de genel geçer bir kabul görmemiştir. Bunun nedeni Türkiye Cumhuriyetine karşı duyulan bir korku-kaygı durumundan ziyade, bu durumu taçlandıracak en ufak bir Osmanlı İmparatorluk belgesi bulunamamasından dolayıdır. Bu tanımlama boşluğu, kavramın anlamına ulaşması için bir engel taşıyor olacaktır ki; Ermeni Uzmanlar bir farklı kanala doğru eğilmiştir. Kültürel Soykırım. Herhangi bir halkın veya etnik grubun ait olduğu kültürü yok etmek için yapılan faaliyetler milli-kültürel soykırımlardır. “soykırım” sadece bir milletin ya da etnisitenin temsilcilerinin yok edilmesi değil aynı zamanda onun kültürel ve milli değerlerinin ortadan kaldırılmasıdır. Fakat “milli-kültürel soykırım” kavramına 1948 de BM tarafından kabul edilen soykırım konvansiyonunda yer verilmemiştir.” Tanımından yola çıkan Ermeni Uzmanlar, Osmanlı’nın son dönemi içerisinde var olan kimi Ermeni mimari eserlerin imha edilme politikasına başlanıldığına dem vurmuşlardır.
(Horomos Manastırı 11. yüzyıl)
7 ila 11. Yüzyıldan kalma ve günümüze kadar gelen süreçlerde Safevi - Osmanlı Rus Osmanlı gibi birçok savaşa ev sahipliği yapmış olan Doğu Anadolu’daki bu Ermeni eserlerin salt bu dönem içerisinde imha edildiğini öne sürmek tarihi bir haksızlığı doğurmaktadır. Bunun yanında gerekli yıkıcı- yok edici envanterin bulunduğu geçmiş yüzyılda yalnızca bir alanın tahrip edilip bir alanın kalması gibi bir durum kimlik soykırımı gerçekleştirme gayesinde olan bir topluluğunda yapacağı bir durum değildir. Görüldüğü üzere Ermeni kimliğini oluşturan ve/veya Hristiyan kimliğinin ifadesi olanak teşkil edecek olan yapılar şekiller veyahut Binaların sembolik yapıları olduğu gibi kalmıştır. Sistematik bir eser talanı veyahut imhası durumunda, gerekli yıkıcı teçhizatın (Kazma, Kürek vs.) sağlanamayacağı düşünülse dahi, bu tarz sembolik ifadelerin korunup, yerine duvar avlu gibi kısımların yıkılması bu durumunda asılsız bir iddia olduğunu kanıtlamaktadır.
40
GENCAY SONUÇ Ermeni Toplumu üzerinde yaratılan bu hegemonya, doğrudan doğruya bölgenin emperyalizm projelerinin devamı niteliği taşımaktadır. Soykırım sorunu yüzünden Ermeniler kimlik kompleksi içerisine sürüklenmiş ve bunun nihai sonucu olarak 1992 Karabağ/ Hocalı Soykırımları cereyan etmiştir. Ermeni toplumu tarafından dayatıldığı varsayılan bu sorun, aslında ezilen halklara dayatılan emperyalist ve onun işbirlikçi diasporalarının dayattığı bir çözmek istememe sorunudur. Soykırım isminin üzerinde bu kadar durulmasının temel nedeni ise, bu çözmek istememe sorununun yanında bahsi edilen diasporaların faaliyet alanıdır. Başta Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri Ermeni lobilerinin politikaya karışmasının yanında, ekonomik rant aracı olarak gördükleri soykırım teması, bu denli kanıtlanmaya açık bir yapıda olmasına karşın halen kabuk bağlayamayan bir yara gibi kaşınmaktadır.
(Kars’ın Ani Harabelerinde bulunan Selçuklu dönemine ait 1067 yapımlı olduğu tahmin edilen Selçuklu Camisi “aynı bölgenin ve dönemin eseri olmakla birlikte kilise ve manastırları aratmayacak harabe görünümünde”)
Görüldüğü üzere, yerleşke dışında kalan bazı tarihi eserler zamanla kullanılmadıklarından, biraz da savaş koşullarının etkisi ile harabe durumuna gelmiştir. Türk tarihinde önemli yeri olan Selçuklular dönemine ait olan bu iki “kutsal” yapıda tarihin kaderine boyun eğmiş ve Ermeni kilise ve manastırlarında olduğu gibi harabe durumuna gelmiştir.
KAYNAKÇA: 1. Armenian Genocide Museum www.armenian-genocide.am 2. Verjine Svazlian, The Armenian Genocide: Testimonies of the Eyewitness Survivors
(Selçuklu cami Mut, 11. Yüzyıl)
41
GENCAY
ERMENİ DOSYASI- KAZIM KARABEKİR Burçin ÖNER “Erzurum’a o kadar yaklaşım ki artık insanların dişlerini görecek kadar yakındım. Gülerek karşılıyorlardı. Biraz daha yaklaştığım zaman ortada bir gayr-i tabiilik hissettim; bu insanlar hiç kımıldamıyordu. Daha yaklaştığım zaman ıstırapla gördüm ki her biri canlı canlı birer kazığa oturtulmuştu. Istıraptan kasılmıştı yüzleri; gülmüyorlardı. Allah benim gözümün gördüklerini dünya üzerinde hiçbir göz göstermesin. “
Biz alevler şehrinin ağlaşan çocukları (Bu ülkenin) ölümü paylaşan çocukları” Olan ve yakın bir tarihte kaybetmiş olduğumuz üniversite öğrencisi Fırat Yılmaz Çakıroğlu kardeşimiz başta olmak üzere “Vatan tecavüze uğramasın!” diye kan döken; can veren tüm şehitlerimize armağan ederiz. Dileğimiz, bu yazıdaki her bir harfin “Fatiha” olup kabirlerine nur olarak yağması; duamız, ülkemizde ve tüm Türk Dünyası’nda böyle acıların tekrar yaşanmamasıdır.
Kâzım KARABEKİR
GİRİŞ: Ermeniler… “Ev alma komşu al!” deyişinin olumsuzlamasının ete kemiğe bürünmüş hali… Küllerinden defalarca kez doğan ve doğabilecek kudrete sahip bir milletin külüne bile sahip olamayacak olan yaramaz bir komşu…
Ermenilere karşı iki defa galibiyet kazanan bir Osmanlı Paşa’sının düşmanına olan bakış açısının yer aldığı kitapta Kazım KARABEKİR’in vurgu yaptığı en önemli nokta şüphesiz “Düşmanınızı, küçümseyerek de yenemezsiniz; önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ!” felsefesidir. Bu eseri de o sebeple kaleme aldığını söylüyor: “Ben tanıdım; yendim. Size de tanıtıyorum. Yenilmeyesiniz diye…” diyerek…
Tarihimizin parlak ve uzun bir dönemini kapsayan bölümünde “Millet-i sâdıka” sıfatına nail olmuş bir komşu devlet realitesinin ele alındığı, Milli Mücadele Dönemi’nin kudretli paşalarından Kazım KARABEKİR’in 1946 yılında “Ermeniler Nereden Geldiler? Nereye Gidiyorlar?” adıyla sunmuş olduğu ve Emre Yayınları tarafından yeniden düzenlenerek “Ermeni Dosyası” ismini alan bu kitabın, dilimiz döndüğünce aktarımını ve yorumlamasını yapmak niyetindeyiz. Kaleme aldığımız bu yazının her bir kelimesini; “Ey kuşlar neredesiniz, neredesiniz ey filler Bizi yalnız bıraktı insan adlı sefiller
Kitap, Ermeniler’deki Türk düşmanlığının temelinde, asırlardır batılı devletlerin
…
42
GENCAY ERMENİ HALKINA YAZIK OLDU
doğu ırkları ile aşırı haşır-neşir olmasının bir tezahürü olarak ortaya çıkardıkları yayımlar olduğunu ve Ermeniler’in de özellikle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu eser(!)lerden yararlanarak üretim yapmalarının yattığını söylemektedir. Esas amacın, “Ermeni” isminin unutulmasını engellemek olduğunu ve bunun da gayet doğal bir his olduğunu söylemekten çekinmeyen Karabekir Paşa, bahsi geçen kitap vs. eserlerdeki ana fikrin Türk düşmanlığı olması sebebiyle bir dolu yalanlarla hem de olayların canlı şahitlerinin henüz yaşıyor olmasına rağmen pek gülünç hadiselerin kasıtlı olarak yanlış aktarılmasının, kişilerde tam da hedeflendiği şekilde düşmanlığa sebep olduğunu belirtmektedir.
Karabekir Paşa, Türk-Ermeni düşmanlığının 1880’li yıllarda tohumlarının filizlendiğine gönderme yaparken esasında kendisinin böyle bir düşmanlık hissi duymadığını hatta küçüklüğünden itibaren Doğu illerinde yaşamasından dolayı Ermenilerle yakın dostluğu bulunduğunu belirtmektedir. Bu yıllarda (1880’li yıllar) bile ayrılık fikirlerinin halk tabakasına inmediğini, çeşitli silahlı cemaatler kurulmuş olmasına rağmen bu dostluğun pek sarsılmadığını ileri sürmüştür. Öyle ki Ermeni halkı, kendilerini aynı vatanın evladı saymışlar ve Türkler de hem Kürtleri hem de Ermenileri böyle kabul etmişlerdir, der. Sadece halk türkülerimizle bile bunun kanıtlamak mümkündür: “İndim kiliseye, baktım saçına Mail oldum Ahcik’imin saçına…” Burada “Ahcik”, Ermeni kızı anlamını taşımaktadır ve Türk, Ermeni ayırmaksızın bu türküler hep bir ağızdan söylenegelmiştir. Yüzbaşı olduktan sonra başına geçtiği İstihbarat Teşkilat’ındaki görevinde, zaten kıpırdanmalara başlamış olan Ruslar ve Ermenilerle daha yakından ilgilenmek durumunda kalan Paşa, eline geçtiği oldukça mühim, gizli bir Rus belgesinden bahseder. Ermenistan’ın özerklik kazanmasından çekinen Rusların gayet mahrem saydığı ve pek az kişinin elinde olmasını sağladığı “Van ve Bitlis Vilayetleri İstatistiği” isimli belgede, gerçek durum gözler önüne serilmiştir. Belgenin önemi aşikâr olduğundan kitapta yayımlanan şekliyle aynen iktibas edilmiştir:
Paşa, kitabındaki niyetini şöyle açıklamaktadır: ”Hâlâ Türk düşmanlığı güden Ermenilerin de büyük devletlerin siyasi tuzaklarına düşen küçüklerin de ne hâle gelebileceklerini –kendileri de tattıklarından- göz önünden ayırmayarak tehlikeli yoldan gidenleri uyarmak lazımdır. Bu eserimin biraz da bu işe yardım edeceğini umarım.” Biz de aynı halis niyet ve aynı sarsılmaz hedef içerisindeyiz.
43
GENCAY lirasını Batum’daki hısımı olan bir başka Ermeni’ye göndermek üzere Rus konsolos kâtibi Serdarof’a teslim etsin diye… Serdarof da aynı zamanlarda buna dair bir mektup alır. Kahveci Aziz, konsolos kâtibine hemen müracaat ederek Serkis’in yüz lirasını teslim eder. Serdarof da Batum’a göndererek o Ermeni’den makbuzu alır. Fakat üç yıl sonra Serkis konsoloshaneye resmen müracaat ederek parasının henüz varmadığından şikâyet eder. Tahkik edilince Batum’daki hısımı olan Ermeni’nin bu parayı harcadığı anlaşılır.” Konsoloshane Dosyası No:73, Yıl:1903)
“Türk vahşetine hiçbir yerde tesadüf edilemez. ‘Türk Vahşeti’ bir hakikat olmayıp bile bile uydurulmuş siyasi bir hikâyedir. Çünkü ekseriya göz önünde cereyan eden vakalara dair Avrupa matbuatındaki bizzat müşahede edenler imzasıyla yazılan satırları okuyunca insanın gözüne inanamayacağı geliyor. Hakikat gözüyle bakıp da hakikati olduğu gibi söylemek icap ederse Doğu’da vahşeti Müslümanlar değil; doğu Hristiyanları’nın yaptığını itiraf etmek icap eder. Her türlü fenalığı doğudaki Hristiyanlar, irtikâp etmiş; sonra da himayesiz Müslümanlar’ın başına yüklemişlerdir. Bir Türk’le bir Ermeni bir iş görecek olsa doğu Hristianları’nın göz içinden fikir anlamak derecesinde yaltaklanmalarına karşılık bu, Türkler’den namus ve doğruluk görür. Eğer bir Türk’ten bir iş sözü alacak olursa, emin olmalıdır ki bu söz en kuvvetli noterlerin tasdikini içeren kontratodan daha sağlamdır. (Burada bir anekdottan bahsetmekte fayda var: “1899 yılı Rize’de Aziz Muhsinoğlu’nun kahvehanesine Serkis Hanikof adında bir Ermeni misafir olur. O zaman Rusya’dan geri gelen Ermeniler, Osmanlı memleketlerine kabul edilmediklerinden tutulan kayıklarla Rusya sahiline geri gönderilmekteydi. Ermeni’nin kahvesine gizlice girdiğini haber alan polis ve zabıtalar, kahveyi muhasara ederler. Serkis, kaçma ihtimali olmadığını görünce üzerindeki yüz Osmanlı lirasını kahvenin karanlık bir köşesinde yine gizlice kahveci Aziz’e teslim eder ve polislere teslim olur. Usul üzere, filika ile Batum kıyısına geri gönderilir. Üç ay sonra Hrikdof’tan Serkis kendisine bir mektup gönderir ki yüz
Avrupa’nın bunca yıllardan beri Islahat yaygarası Türkiye’nin tedrici olarak parçalanması maksadına matuftur. Islahat ne kadar radikal olursa Türkiye arazisinin bir parçasının, başkasının eline geçmesi o kadar çabuk olur.” Kitabın ilerleyen bölümlerinde fıtratlarına da değinen Karabekir, Ermenilerin yegâne arzularının “maddi servet toplamak” olduğunu savunur. Ancak, zenginlikleri ile kazançlarını, zevk ve sefada harcama istekleri ters orantılıdır. Bu bağlamda oldukça çalışkan olan Ermeniler diğer rekabet kollarının zayıf olduğu hemen her yerde ticareti ellerinde bulundurmuş ve ticaretle daha çok uğraştıkları için toplu oldukları yer de şehirler olmuştur. 44
GENCAY
Şehirleşmenin de etkisiyle asgarisinden azamisine kadar her aşamada eğitim alan Ermeniler, gelişime oldukça önem vermişler ve özellikle de siyasette fikir sahibi olmaya başlamışlardır. Zaten kendilerine olan güven ve ben-merkezci özellikleri olması nedeniyle de ekseriyetle genç nüfusuyla politika ile uğraşmışlardır. Politikanın tüm inceliklerini öğrenmiş (güzel konuşma, düğün-cenaze gibi etkinlere toplu katılma vb.) ve ona göre tavır sergilemişlerdir. Ancak bu durum, milletin ihtiyaçlarını karşılama noktasında tek başına yeterli olamamış ve bu parlak sözler ne politikacı Ermenilere ne de onları dinleyen kişilere fayda sağlamıştır yani, ayinesi iş olan kişinin lafına bakılmamıştır.
arasına büyük bir soğukluk girmesine neden oldu ki artık bu durum hiçbir ıslahat yöntemiyle iflah olunamayacak seviyeye geldi. Peki, nedir bu algı yönetimleri? Dün de bugün de kullanılan tek ve en etkili yöntem tüm kurumları ele geçirmektir. Örneğin; o dönemde Ermeni Ruhanileri, asırlarca hoşgörü içinde yaşamış farklı dini grupların arasına nifak sokmuştu. Kiliselerde Ruhani ayinlerin yerine Hristiyanlık-Müslümanlık din düşmanlığı yer tutmuştu. Dini konularda çok da hassas olmayan Ermenilerin bu tutumunu bilen batılı devletler de dezavantajlı olan bu durumu avantaja çevirmeyi bilmişler ve Ermeni komitecileri aracılığıyla papazları taraflarına çektirip Türk ve Kürtleri nefretle saydırmalarını sağlamışlardır. Ermenilerin milli duygularından faydalanarak sahte bir “Ermeni Meselesi” icat etmişlerdir. Hatta bu durum için bazı kâşif ve generaller bir takım özeleştirilerde de bulunmuşlardır. Örneğin; meşhur kutup kâşifi Nansen, 1926 yılında Ermenistan’a yaptığı bir ziyaret sonrasında şu sözleri söylemiştir: “Avrupa politikasına karıştırılan Ermeni halkına yazık oldu. Bir Avrupa diplomatı tarafından adının hiç ağıza alınmaması, kendisi için daha hayırlı olurdu.” Bir diğer örnek de Sivas Kongresi’nin ardından Anadolu’yu gezen bir Amerikan heyeti başkanı General Harburd, Erivan’a gidince onlara şu tavsiyelerde bulunmuştur: ”Delegelerinizi Paris’e göndererek hâlâ Türk düşmanlığını körükleyeceğinize, Erzurum’a göndererek Türklerle anlaşmaya ve dost olmaya çalışın. Sizi Türk dostluğundan ve Türk
Ötesinde, şehirli Ermeni ihtilalcileri arasında, gerçekten vatansever olanlar bulunmadığını beyan eden Paşa; eğitimsiz, basit meseleleri dahi göremeyecek durumdaki gençleri parlak sözleriyle galeyana getirerek devlete karşı kışkırttıklarından ve bu gençleri kandırarak kurdukları komitalara aldıklarından yakınmaktadır. 1895 yılında Ermeni halkının büyük kısmı bu akıl oyunları ile komitacıları, milletin kurtarıcısı olarak gördüler fakat beraberindeki bir tezat olarak da Paşa’nın tabiriyle onlardan bir “veba” kadar korktular. Tabii bu durum da devam eden iki yıl içinde Türk- Ermeni ve Kürtler 45
GENCAY
alicenaplığından başka hiçbir kuvvet yoktur.”
kurtarabilecek
hakikatler olduğuna göre Morgan Heredot, Ermenilerin Türk ırkından olduğunu ortaya çıkarmış oluyor.”
ERMENİ TARİHİNE TOPLU BİR BAKIŞ Kitabın büyük çoğunluğunda “Ermeni Meselesi” ile ilgilenen Paşa, meselenin havada kalmaması için Ermenilerin tarihi ile ilgili de bazı bilgilere değinmiştir. Ermeni tarihi ile ilgili çokça yapılan araştırmalar sonucundaki son iddia, Heredot’un savunucusu olduğu şu teze dayanır: ”Orta Asya’dan Trakya’ya; oradan da Anadolu’ya yayılmış olan Firikler(Firijie)’dir.” Fakat Hristiyan olmalarının da etkisiyle zamanla Ermeniler kendilerini, mukaddes kitaplarda gösterilen atalara dayandırmışlardır. Bu da ortaya bir takım efsanelerin çıkmasına sebep olmuştur. Bu anlamda Ermeniler, soylarını Nuh peygamberin oğlu Yafes’e dayandırmaktadırlar; Yafes’in torunun torunu olan Haik’ten türediklerini savunurlar. Bütün bunlar bir efsane olmakla birlikte 20. y.y. tarihçilerinden Heredot, Makedonyalılar’a ve diğer kavimlere göre en çok hayvan ve meyve yetiştiren Firikler’e, Avrupa’da bulundukları müddetçe Brij(Briges) denirdi. Ancak Asya’ya geçip memleketlerini değiştirdiklerinde isimleri de değişti ve Firiji adını aldılar. Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta olarak Kazım Karabekir şunları söylemektedir: ”Türk ırkından olan Etiler M.Ö. 4000’lerde Anadolu’da medeniyet kurdukları ve M.Ö. 2500’lerde bir takım Türk oymaklarının Aras boyuna uzandıkları Urartu ve Türk ırkından Friklerin de M.Ö. 1500’lerde Anadolu’ya geçerek Eti medeniyetini devam ettirdikleri ortaya çıkarılmış
ERMENİLER TÜRK MÜDÜR? Anadolu ve Hazar Denizi’ne kadar olan bütün Kafkasya güneyinde bulunan insanların Hitit, İskit, Firik, Kaman, Peçenek vb. Orta Asya’dan muhtelif tarih ve yönlerden gelip birbirleriyle etkileşim içinde oldukları düşünüldüğünde Ermenilerin de Türk asıllı oldukları hakkında bir takım belirtiler bulmak kolaylaşmaktadır. Bütün bunlarla birlikte tarihi açından kendimizi yetkin görmediğimizden bu başlık altında ele alınan tüm savları olduğu gibi aktaracağız. “Ermeniler yakın zamanlara kadar, atalarının Babil’den geldiklerini sanıyorlardı. Soylarını, Türkom ve Yafes’e bağlıyorlardı. Babil ve etrafının Sümer, Elam, Kalde halkının, Hititlerin akrabası olan Türkler olduğu artık tespit edilmiştir ve bu anlamda da Ermenilerin cet olarak gösterdikleri Türkler’dir. Şu halde Ermeniler, güneyden gelen bir Türk oymağıdır. Ermeniler, geldikleri Aras diyarında Urartular’ı buluyorlar ki bunlar da Hititler’dir yani, Hata Türkleri’dir. Hatta Tevrat bunlara Het der. Bugünkü Türkçemiz’de bile Hititlerin kullanmış 46
GENCAY
olduğu pek çok kelime bulunur. Son zamanlarda Ermeniler’in Frik oymaklarından biri olduğu ispatlanıyor. Friklerin ise Orta Asya’dan önce Trakya’ya, Makedonya’ya sonra da Boğazlar’dan Anadolu’ya yayıldıkları tespit edildiğine göre bunlardan ayrılan Ermenilerin de Türk ırkından olduğu anlaşılıyor.
medeniyet saçanın Türk ırkı ve medeniyeti olduğu görülüyor. Alp ırkına mensup olan bizlerin yaptığımız hizmetlere göre Âri vs.nin hizmeti hiçtir. Kan, ırk ve geçmiş medeniyetin bir olduğu anlatılır ve şuurumuz da uyanırsa tarih kongresinde büyük verim verecektir. Ermenilerin yapması gerekenler şunlardır: Dışarıdan gelen kültürlerle iki millet birbirine benzemez olmuştur. Her iki milletin medeniyetleri toplanıp birbirine yaklaşmalıdır. Türk-Ermeni yemeği, aile hayatı ve muamelesi birdir; İtikatlarda birçok birlikler vardır. Medeniet eserleri (şehirler, kaleler, yollar, evler) aynıdır. Eskiden bir Ermeni, bir yere giderken ailesini Türk evine, Tür de aynı şekilde Ermeni evine bırakırdı.
Ayrıca Van Gölü ile Fırat Irmağı arasındaki yerlere Sümerler, Nairi diyorlardı. Nairi Yukarı İl demektir. Van Gölü havzası ve daha kuzeyindeki Urartu yani, yüksek yerler, Rumya Gölü civarına da Urumi yani, Alçak Yer demektir. Buraların halkına da aynı isim yani, Frik denilmiştir.
Ermeniler, bir zamanlar kendilerini Acemlerle bir sanırlardı. Sonraları büsbütün ayrı bir ırk sandılar. Hâlbuki Ermeniler, Türklerle aynı ırktandırlar.’” Kitabın ikinci bölümünde bu savı desteklemesi amacıyla Ermeni isminin nereden geldiğinden, dili, yazısı, Hristiyan oluşları, çeşitli egemenlikler altındaki yaşam şekillerinden bahsedilmiştir.
Ermeni bilginleri, kendilerinin Türk oldukları hakkında pek çok yazı yazmışlardır. Amerika’da California’da bulunan Prof. Minasyan’ın Ermenice Mişak (Rençber demek) Gazetesi’nde yazdığı “Biz Türküz!” başlıklı makalesinde özetle şöyle der: ‘Ermeniler ve Türkler müşterek vatan kardeşleriyiz ve aynı ırka mensubuz. Türkler ve Ermeniler, birlikte öz medeniyetimize/geleneklerimize dönmeliyiz. Ermeni ve Türk yeni nesline öğretmeliyiz ki ayı ırka mensubuz. Irkın sesi Türk ve Ermeni kalplerinde aksetmelidir. Türk ve Ermeni müşterek vatanı olan Anadolu’da birçok milletler ve medeniyetler geçmiştir. Fakat asıl cihana
İLK KIPIRDANIŞLAR Ermenistan’ın kurulduğu zamandan bu yana hiçbir yerde tam anlamıyla Ermeni topluluğu olamaması başlarında dolanan kara bir lanet gibiydi. Ancak bunun bir nedeni, Firik oymağı olan Ermenilerin en verimli topraklara yayılmaları ve oralardaki yerli halkın jandarması görevini yürütmek, eş zamanlı olarak da bölge halkının varlıklarından kendilerini doyurma istekleridir. Tarihteki tüm istilacı devletlerde olduğu gibi… 47
GENCAY
Ermeniler’in Klikya, Trakya, Makedonya, Orta Anadolu ve Suriye gibi bölgelere yatıkları göçler de onlara büyük zararlar vermişti. Cengiz İstilası (1223), Fatih Sultan Mehmed’in Karaman Devleti’ni yıkmasıyla(1467) doğu illerindeki yer değişiklikleri, Yavuz Sultan Selim’in Şah İsmail ile çekişmeleri (1514) sonucunda Ermenileri Osmanlı’nın değişik bölgelerine yerleştirmesi… Özetle, bütün bu sebeplerden ötürü doğu bölgesinde Ermeni adını taşıyan insanlardan ziyade sadece bir Ermeni adı kalmıştı. Bu durum ise ağızlarından salyalar akarak Osmanlı’yı yıkmak için fırsat bekleyen batılı devletler (İngiltere, Fransa, Rum Patrikhanesi ve dahi Rusya) için bulunmaz bir nimet olmuş ve hemen Ermeniler’i kışkırtmaya başlamışlardır.
aynı tavır içinde değillerdi ve Ermeniler’e kötü muamelede bulunmaya başladılar. Bütün bu olumsuz koşulların sonucunda aradıkları çıkış noktasını bir türlü bulamayan Ermeniler, çareyi bir katolikos olan IV. Agop başkanlığında altı sivil ve altı din adamı olmak üzere toplam on iki kişilik bir gizli cemiyet kurmakta buldular. Kuracakları bir heyetle bir dizi görüşmeler yapacak, Avrupa’nın yardımını kazanacak ve Papa’nın idaresini kabul ederek Ermenistan’ın istiklalini kurtaracaklardı. İşler pek de hesapladıkları gibi gitmedi. Fransa, İngiltere, Almanya, İtalya, Avusturya-Macaristan ve Rusya ile yaptıkları her görüşmede pohpohlandılar, Türkler’e karşı biraz daha kışkırtıldılar, tabir-i caizse Avrupa’nın yumuşak elini yakmak istememesi için kullandıkları kızgın bir demir maşa oldular ama yaptıkları her hamle kendileri için de zarar getirdi.
İlk olarak; 1630 yılında İstanbul’daki Fransız papazları zaten çok da dini duyguları sağlam olmayan Ermeniler’e “ Eğer Katolik olursanız Fransa’nın her türlü himayesine kavuşursunuz.” Diyerek onları aldatmışlardı. Eskiden de Katolik olan Ermeniler Bizans baskısıyla Ortodoksluğu kabul etmiş ve şimdi yeniden bahsi geçen heveslerle Katolik olmuşlardı. Tabii ki mesele Katolik olmakla bitmiyordu. Asıl hedefleri Büyük Ermenistan’ı kurmak olan Ermeniler, Osmanlı Devleti’nden “Papalığa bağlanmak niyetinde olduklarını ve bunun için de bir Patrik tayini” istediklerini bildirdiler. Ancak, Bab-ı âli, asıl niyetin bu kadar saf olmadığının farkına varmakta gecikmedi. Dolayısıyla da bu isteği reddetti. Bu sırada I. Şah Abbas döneminde İran’daki vilayetlerin başına vali olarak Ermenileri getirdi. Ancak, Şah’ın ölümünden sonra başa geçenler
Rusya’nın sıcak deniz hayali ile yanıp tutuştuğu gerçeğiyle 1724 yılında Anadolu’yu tehdit edecek kadar yaklaşması Osmanlı’nın erken tedbirler almasıyla epey zaman önlenmiş ve bu halde Ermenistan (Gürcistan ile birlikte) Osmanlı himayesinde kalmıştı. Ancak sonraları iç karışıklıklarından kurtulan 48
GENCAY
İran’ın göz açmasıyla Osmanlı-İran arasında yapılan çarpışmalarla 1735’te Ermenistan ve Gürcistan’ın büyük kısmı İranlıların eline geçti.
mutfakları, dükkânları, aileleri, kıyafetleri vs. her konuda Türkler’in tıpatıp aynısıydılar. Türklerle Ermeniler, yalnızca mabetlerine girdiklerinde birbirlerinden ayrılırlardı.
Bir elden diğerine pinpon topu gibi geçip duran Ermeniler, arada kalmaktansa büyük bir göç yapmaya karar verdiler. Bütün bu sebeplerle de Ermenistan denen yerde Ermeniler azınlık haline geldiler. Böylelikle Melikler, büyük çoğunluğu Karabağ’da kalan Ermeniler’den gizli teşkilatlar kurup gönüllü ve zorla çeteler oluşturmakta da ustalaşmış oldular.
Ermeniler’in bu huzurunu ilk bozan, Ortodoksluğun oldukça sıkıcı olduğunu ve bu nedenle Katolik olup papalığa bağlandıklarında çok daha rahat edeceklerini söyleyen Fransız Katolikleri oldu. Çeşitli propagandaların sonucunda 1811’deki Bükreş Antlaşması’ndan sonra Ermeniler’in bir kısmı Katolik olduklarını açıkça ilan ettiler. Osmanlı hükümeti bu duruma saygı duyup gerekli imtiyazları onlara da sağladı. Ancak Fransızlar’daki bitmek bilmeyen algı yönetimi stratejileri meyvelerini vermeye başladı. Amaçları elbette ki Osmanlı Devleti’nin paylaşılmasında kendine sadık olan bu öncüleri / piyonları bu suretle hazırlamıştı. Oysa ki Osmanlı Devleti Ermeniler’in sadakatinde şüphe duymamış; hükümet işlerinde ve serbest hayatta en rahat yerleri onlara vermekten beis duymamıştı.
KOMİTACILAR-AYAKLANMALAREZİLMELER: Ermeniler, Bizans iradesinden kurtulduktan sonra biraz rahatlamışlardır. Hele de Fatih’in İstanbul’u fethinden sonra çok daha güvenli bir yaşama kavuşmuşlardır. Fatih Sultan Mehmed, 20. Yy’da Ermeniler’e o zamana kadar hiç verilmemiş olan değeri göstermiştir. Orada burada dağınık halde yaşayan Ermeniler’i İstanbul’a getirdi; onlara cemaatler kurdurdu; sanat ve ticaret yapmaları için çeşitli fırsatlar sundu; Rumlar’a verdiği dini ve ekonomik müsamahaları onlardan da esirgemedi. Öyle ki Ermeniler, (tarihleri boyunca da böyle yaşadılar.) dinlerinden başka her konuda tam bir Türk gibi yaşadılar. Evleri,
Sultan Mecid zamanında saraydaki sonu gelmek bilmeyen israflar en çok Ermeniler’in işine yaramış ve onları zengin etmişti. Becerikli ve kendilerini sevdirmeyi iyi bilen Ermeniler bu sayede de kuyumculuğu tamamıyla tekellerine aldılar. Bu sayede de zenginliklerine zenginlik kattılar. Mükemmel evlerinde sınırsız bir lüks içinde yaşıyorlar; kazandıkları servetlerle çocuklarını Avrupa'ya tahsil için gönderiyorlar; gidemeyenleri ise Robert Kolej’inde himaye altına sokuyorlardı. Memleketin sanatını, ticaretini iyiden ellerine alan
49
GENCAY
Ermeniler zenginliklerine zenginlik katarken zavallı Türk halkı ise git gide fakirleşiyordu. Hem zihnen hem de kisven…
ediyordu. 1857 yılında dini amaçlar doğrultusunda açılmak istenen Ermeni Patriği’ni bir basımevine çevirmişlerdi. “Ermeni İstiklali” emeli ile yanıp tutuşanlar “an Kartalı” isimli bir gazete çıkardılar. Halkın içinde Ermeni istiklali naraları atılmaya başlandı. Okullarda, Ermeni edebiyatı, coğrafyası, istiklal şiirleri okutulmaya başlandı. Yapılan piyeslerde Ermeni halkına istiklal fikri aşılanırken Türk halkı da yerden yere vuruluyordu.
Osmanlı’daki Ermeniler böylesine zevk-ü sefa içerisindeyken Rusya’daki Ermeniler ise Ortodoks olmak için zorlanıyordu. Bütün Katolik kurumlar, mektepler, mabetler kapatılıyor; Ermeni dilinde okumak, yayın yapmak yasaklanıyordu. Serbestçe dolaşmak yasaklanmış; köy ve şehirler bakımsız bırakılmış; adeta Rusya’da Ermeniler’e vebalı muamelesi yapılmıştı. Bu zulümden bıkan Ermeniler en iyi bildikleri yola başvurdular: başka bir yere göç…
Rus-Türk Savaşı’nın sonucunda Ermeniler için seçebilecekler iki seçenek sunulmuştu. Birincisi Türk vatandaşı gibi idari ve ekonomik eşit haklar içinde kardeşçe yaşamak; ikincisi bir istiklal hayali uğruna yanıp tutuşmak… Onlar ikinci yolu seçtiler…
Ne zaman ki Rus-Osmanlı harpleri başladı; Ruslar o vakit Ermeniler’in gözlerini boyamak için onlara iyi davranmaya başladı. Yapabildikleri iyilik ise 1877-78 harbinde Kafkas orduları başkomutanlığına bir Ermeni’yi getirmekten öteye gidemedi.
Seçtikleri bu yolda yaptıkları ihanetler, çeşitli cinayet programları ve bu akan kanı içmekten zevk alan vampir ruhlu itilaf devletlerinin faaliyetlerinin belgeleriyle bulabileceğiniz kitabı kısa zamanda temin edip faydalanmanızı tavsiye ederiz. Pek tabii Karabekir Paşa’nın başından beri dediğine kulak vererek: “Düşmanınızı, küçümseyerek de yenemezsiniz; önemseyerek de… TANIYACAKSINIZ! Ben tanıdım; yendim. Size de tanıtıyorum. Yenilmeyesiniz diye…”
Osmanlı’daki ilk Ermeni komitesi 1880’de kurulmuştur. Berlin Kongresi’nde uydurma olarak ortaya atılan Doğu Vilayetlerindeki Ermeni çoğunluk meselesinin asılsız olduğu hatta çok oldukları iddia edilen yerlerde bile çoğunluklarının üçte biri geçmediği türlü raporlarla –ki bunların içinde İngiliz Konsoloslarının raporları da bulunmaktadır- ispat edilmiştir. Buna ve hatta Berlin Antlaşması’nın 61. Maddesini bile önemsemeyen Osmanlı, millet-i sadıkasının hatırına eski iradesinde bir değişikliğe gitmiyordu.
NOT: Şehitlere atıf yapılan bölümde alıntılanan şiir Nurullah GENÇ’e ait olmakla birlikte parantez içinde kullanılan “Bu ülkenin” ifadesi, şiirin esas hâlinde “Filistin’in” olarak geçmektedir.
Bu durumdan rahatsız olan komitacı Ermeniler ne yazık ki faaliyetlerine devam 50
GENCAY
SÖYLEŞİ/PROF. DR. HANIM HALİLOVA Aslıhan KAYA – Emre SEVİNÇ başlıyor. İşte Ermeni’lerin size olan bu ilk etkisini bir de sizden genişçe dinleyebilir miyiz?
Hanım Halilova Azerbaycan Kobalt kasabasında ailesi sürgündeyken doğdu. 1969 yılında Bakü Devlet Üniversitesi Kimya Fakültesi’ni bitirdi. 1974 yılında Moskova’da doktorasını tamamladı. 1979’da doçent unvanı aldı. Genç ve başarılı bir bilim insanı olduğu gerekçesiyle zamanından önce profesörlük unvanı alması gerektiği talimat verildiyse de Komünist partisi üyesi olmayı reddettiğinden profesörlüğü erteledi. 20 yaşından itibaren Ebülfez Elçibey ile beraber Sovyetlere karşı mücadele veren ilk kadındır. Azerbaycan adın taburunu kurdu ve fiilen savaşlara katıldı. Bilimsel 15 projesi, 10 eseri yayınlanan 200’den fazla makalesi vardır.
1915’de Ruslar Van bölgesini işgale başladıklarında Ermeniler burada yaşayan Türklere saldırmaya başlıyor. Mustafa ÇAVUŞOĞLU benim dedemdir. Onun da kafasına vurarak öldürüyorlar. Neydi suçları? Türk olmaları. Bir temel kazısı sırasında tesadüfen ortaya çıkmıştır. Çavuşoğlu Samanlığı denilen mevkide bir evin temel hafriyatı yapılırken büyük bir tesadüf eseri bulunan insan iskeletleri antropolojik açıdan incelenmek için teslim alınıp Hacettepe Üniversitesindeki laboratuvara götürülmüş. 5 kadın ve 4 erkek tespit edilmiş. Yaş ve cinsiyetleri belirlenen bu iskeletlerin hepsinin kafataslarında kesici aletle yapılmış yara izleri bulunmuş. Anlayacağınız istisnasız hepsi işkence ile öldürülmüş. Kazıdan çıkanların arasında bir de yanmış Kur’an-ı kerim bulunmuş. Ermeniler, Erciş’in erkeklerini ve birçok kadınını öldürdükten sonra kalanları da camiye doldurup yakmak istemişler. Ama Ruslar, Ermenilerin camideki kadın ve çocukları yakmalarına izin vermemişler. Camide diri diri yanmaktan kurtulan bu insanlar Van’dan Muş’a oradan da Iğdır’a gelmişler. Annem Mustafa kızı Merife Çavuşoğlu, küçük kız kardeşi Fatma; bu kadın ve çocukların arasında imiş. Annem o zamanlar 7-8 yaşlarında kardeşi Fatma da 1 yaşındaymış. Kadın ve çocukların kimisi yolda kaybolmuş, bazıları da ölmüş.
Öncelikle söyleşi teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz… Sevgili hocam, siz ömrünüzün büyük kısmını Azerbaycan’ın bağımsızlığına harcadınız. Bu bağımsızlık mücadelesinde birçok kez Ermeniler ile karşı karşıya geliyorsunuz. Onların size ilk etkisi aileniz henüz siz hayatta değilken başlıyor. Ermeniler günümüzdeki Türkiye topraklarından Van-Erciş’te ailenizin de bulunduğu ahaliye karşı katliama girişiyor. Dedeniz Mustafa ÇAVUŞOĞLU burada Ermenilerce şehit ediliyor. Anneniz ise Bakü Cemiyet-i Hayriye-i İslamiye Teşkilatınca Nahcıvan’a götürülüyor, sonra da manevi dedem dediğiniz Ziya Talipzade annenizi evlatlık ediniyor. Böylece ailenizin Azerbaycan günleri 51
GENCAY
Teyzem Fatma yolda kaybolanlardan olmuş. Bazılarının Iğdır’da akrabası varmış onlar akrabalarına sığınmışlar. Bakü’de kurulan Bakü Cemiyet-i Hayriye-i İslamiyesi teşkilatı kimsesi olmayan çocukları Nahcivan’a götürüp yetimhaneye yerleştirmiş. Bu cemiyetten olan büyük şair Abdullah Şaik’in kardeşi ve Nahcivan’ın harbi komiseri olan Yusuf Ziya Talıbzade annemi evlatlık almış. Manevi dedem olan bu Albay eşini ve annemi de alıp Semerkand’a gitmiş. Bolşevikler onu orada şehit edince annem üvey annesiyle birlikte Tiflis’e gelmiş.
taşıyıp yok ettirmiş. Buna kızan Ermeniler yakaladıkları Türkleri dövmüşler. Daha sonra hükümet, bu yaşananlardan ve Moskova’dan korkup Gence valisini başka bir bölgede görevlendirmiş. Ağabeyim dağlık Karabağ’ın merkezi Hankent’e gittiğinde Ermeniler onu Andronik’in anıtını yok ettiği için zehirleyerek öldürdüler. Ama hükümet suikasta kurban gittiğini açıklamadı. Sovyet kayıtlarındaki ölüm sebebi kalp krizi… Eğer bu suikast olmasaydı kendisi bir süre sonra Ulaştırma bakan yardımcısı olacaktı. Elçibey onu çok severdi, Gence’ye gittiğinde görüşürdü. Elçibey ağabeyimin yasını 3 gün yemek yemeyerek tuttu. Sevgili hocam, şüphesiz modern Dünya’nın en utanç verici günlerinin başında Hocalı Katliamı gelir. Hocalı Katliamı’nı birçok yerde anlattınız. Bizim bu konuda sorumuz şöyle olacak milli kahraman, şehit Cingiz MUSTAFAEV bu katliamı görüntüleyip belgeleyen gazetecimiz. Kendisi ve beraberindeki heyet bu çalışma sonunda beraberinde Hocalı’da Ermenilerce kafaları kesilerek katledilmiş üç Türk çocuğu getiriyorlar. Siz de bu şehitlerimizle beraber Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı sarayına yürüyerek Muttalibov’a tepkilerinizi dile getiriyorsunuz. Bu yürüyüş sırasında Hocalı şehitlerimize özellikle de kucaklarınızdaki 3 çocuk şehide karşı duygularınız nasıldı?
Çocukluğunuz ise Gence’de geçiyor. Ermeni terörü burada da yakanızı bırakmıyor tabi. Ağabeyiniz Tofik Halilov’un burada yaptığı faaliyetler de Ermeniler tarafından unutulmuyor ve ağabeyiniz de onlar tarafından şehit ediliyor… Ağabeyim Gence’de üst düzey bürokrattı. Sovyetler zamanında Gence’ye yakın olan ve Ermenilerin yoğun olarak yaşadığı Daşkesen’in Bayan ilçesinde Ermeniler, 1915’de Van’da Türklere büyük zulümler ve katliamlar yapan Andronik’in anıtını dikmişler. Bu adam Taşnakların lideri güya paşaymış. Bu yapılanların uygun olmadığını düşünen ağabeyim arkadaşlarına “ Bu işi ben hallederim.” demiş ve gece Bayan ilçesinin elektriklerini kestirip, anıtı söküp bir tırla
O gece ben uyuyordum. Telefonla beni aradılar. Halk Cephesinden bölgeye yakın konumda olan Ramiz beydi arayan. Ağlayarak: -Hanım Muallime, Hocalı Yoktur, 52
GENCAY
sonucunda dünya tarihindeki en çirkin günlerden birini yaşadık, Hocalı’yı yaşadık. Muttalibov’un sözünden dönmesinin bedelini Azerbaycan halkı çok ağır ödedi.
Dedim ki, nasıl yoktur? -Evet, Hocalı yoktur, yeryüzünden silindi, Ermeniler şu an kırıyor hepsini! Şubat ayı, kar yağıyor. Ben deli oldum. Hemen Elçibey’in yanına gittim. Elçibey dedi ki, ‘’haberim var’’. O gün bazı toplantılar ve konuşmalar yaptık. Elçibey de konuşma yaptı. Ancak o dönemki cumhurbaşkanı Muttalibov 2 gün boyunca açıklama yapmadı. Cengiz Mustafayev de helikopterle yanına yabancı gazetecileri alarak Hocalı’ya gitti. O deli oldu! Bu kadar vahşilik olur mu? Buradan 3 çocuk getirdiler. 3 katledilmiş çocuk… Bunları tabuta koyarak bana getirmelerini istedim. Kadın erkek, yürüyüşe başladık. Ben Muttalibov’a ‘’ey Muttalibov, bu millet seni bağışlamaz, sen susuyorsun ama herkes bilecek bunu’’ bu gösteriler üzerine Muttalibov açıklama yapmak zorunda kaldı. Biz bu çocukları şehitliğe toprağa verdik.
Hazır Karabağ demişken, Ermeniler Karabağ’ı alabilmek için hep yaptıkları gibi insanlık dışı davrandılar. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir? Ermenilerin Karabağ’ı istemesi halkta milli toprak sevdası uyandırdı. Evet, toprak bizimdi ve halk uyanıyordu. Ama bu hareketi Ermeniler beklemezdi. Ermenistan’daki Azerbaycanlıları yüzyıllardır oturdukları evlerinden atmaya başladılar. Yüz bine yakın Azerbaycanlı yerlerinden yurtlarından edildi. 1988’de Ermenistan’dan çıkarılan Azerbaycanlılara büyük bir insanlık dramı yaşatıldı. Her şeylerini bırakmak zorunda kalmışlardı. Birçoğu yollarda öldü. Kadınlara tecavüz edildi. Bundan kurtulmak isteyen kadınlar kendilerini dağlardan tepelerden attılar. Ayaklarında ayakkabıları bile yoktu. Annelerinin kollarında donarak ölmüş çocukların cesetleri herkesin içini parçalıyordu. Ermenilerin Ermenistan’da yaşayan bu Azerbaycanlı insanları yerlerinden etmesi konusunda Sovyetlerin tutumu sadece susmak oldu. Zaten Sovyetlerin de esas amacı, Azerbaycan’ın Karabağ bölgesini Ermenistan’a katmaktı
Peki, Hocam, Muttalibovla olan önceki görüşmelerinizde Ermenilerle mücadele konusunda beraber hareket etme sözü vermemiş miydi? Tarihe kara ve kanlı bir utanç günü olarak geçen 1992’nin 26 Şubat’ından önce yürüyüşler yaptık, Muttalibovla görüşme talebinde bulunduk. Cumhurbaşkanı Muttalibov bizimle görüşmeyi kabul etti. Görüşmeye ben ve 3 kadın daha gittik. Halk cephesiyle birlik olunmasını istedim çünkü Karabağ meselesinde bu ikilikten yararlanan Ermeniler sürekli hücum ediyorlardı. “Ermenilere karşı birlikte mücadele edelim.” Dedim. Muttalibov beraber hareket edeceğine söz verdi. Ne var ki sözünü tutmadı. Sözünden dönmesi
Hanım hocam 1988 yılında Ermenistan’da büyük bir deprem oluyor. Siz ‘‘Ebulfez Elçibey ile Bağımsızlığa Giden Yol’’ adlı kitabınızda bu durumla alakalı sevinmediğinize dair cümleleriniz var. Bu kadar mezalim, Hocalı’daki soykırım, ‘’Allah’ın parmağı yok gözlerine soksun’’ 53
GENCAY
ondan dolayı bu yapılanlar Allah’a hoş gitmedi. Ama bir insan olarak, bir insanın ölümüne herkes üzülür. Bir TürkMüslüman olarak her zaman üzülürüz. Biz hiçbir zaman soykırım yapmadık ama onlar insanlık dışıydılar. Bir insan olarak dedim ki yapmasaydılar Allah da bunları yaptırmazdı onlara.
yürüyüşler düzenledikten sonra izin verdi. Ahıska Türkleri bugün dahi vatanlarına gidemiyor. Çünkü onların yerine Ermenileri yerleştirdiler. Bu Ermenileri her yere yerleştirme çalışmaları Büyük Ermenistan hayaliyle ilgiliydi. Başka çalışmalar da yaptılar mı?
Bu da sadece Türk milletinin kişilerinde görülebilecek bir şeref galiba Hanım hocam…
Büyük Ermenistan hayali için 1890 yılında kurulan bir parti vardı: Taşnaksutyun. Hemen ardından Hınçak partisi kuruldu. Bunlar daha sonraları birleşerek tek bir parti oldular. Bu partilerin esas gayesidir büyük ermenistanı kurmak. Azerbaycan ve Gürcistan topraklarını ele geçirip Nahcivan, Karabağ, Ahalkalaki, Borçalı ve Türkiye’nin Doğu Anadolu bölgesinden toprakları koparıp devlet kurmak isterler.
Evet, O yalnız Türk milletinde var. 1915’te Ermeniler bizlere katliam yaptı. Ancak savaş ortamında Ermenilerden kalan çocuklara Kazım KARABEKİR sahip çıktı. Bu hiçbir başka millette olmaz. Başka milletler düşmanlık yaparlar. Türklere baktığımızda, bize o kadar zulüm ettiler, biz hiçbir zaman kötülük etmedik. Ermenilerin toprak talepleri bugün Gürcistan sınırlarına kadar ulaşabiliyor hocam. Burada da Ahıska Türkleri’nin topraklarına yerleşmiş bir Ermeni kitlesi ve bu kitle aracılığı ile toprak talep eden Ermeniler mevcut… 4 milyon var ya da yoklar. Bu toprakları ne yapacaklar? Ben de anlamıyorum. Aynı zamanda Gürcistan’da Ahılkelek’te, Ahıska Türkleri yaşıyordu. Orası da güya bunlara bağlıdır. Bu nedenle 1944 yılında, bir gecede yapılan operasyonla katliama maruz kaldılar. Geri kalanlar aynı gece sürgün edildiler. Özbekistan Feragana’ya. Sonraki dönemde Özbek Türkeri ile Ahıska Türkleri arasında ikilik çıkardılar. Biz burada yaşayan Ahıska Türkleri’nin güvenliğini sağlayabilmek için Azerbaycan’a getirmek istedik. Muttalibov başta izin vermek istemese de biz
Siz 1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgal edilmesinden sonra Kadın Taburu’nu kuruyorsunuz. Kelbecer’in işgali özellikle Elçibey ve hareketine karşı yapılan bir faaliyetti. Siz bu faaliyeti engellemek için Kadın Taburunu kuruyor ve Türk kadınlarını da yanınıza alarak AZ TV’de canlı yayına katılıp Ermenilere karşı Türk kadınını göreve çağırıyorsunuz. Kadın Taburu’nun bundan sonra Ermenilere karşı faaliyetlerinden bahsedebilir misiniz?
54
GENCAY Vatan savunmasında kadın taburundan verdiğiniz şehitlerden de bahsedebilir misiniz?
Biz bağımsızlığı kazandıktan sonra Elçibey bana, ‘’Hanım, unutma temiz Türk’ü burada tutmazlar dedi. Nitekim bu şekilde de oldu.
Vatan savunmasında kadın taburumuzdan şehitler verdik. Melahat Nasibova bunlardan biridir. Savaş bölgelerine gitmiş, fiilen savaşmış. Yaralanmış fakat esir düşmemek için canını feda etmiştir. Karatel Hacımahmudova, Gönül Kahramanova, Sadagat Racebova, Gülbar Heydarova bunlardandır. Kadın taburunda gönüllü olarak savaşan kadınlarımız, topraklarımız uğrunda Ermenilere karşı mücadele vermekte ve ölüme gitmekteydiler. Melahat ve Karatel hanımlar gibi birçok mücahit kadınımızı Bakü’de şehitler mezarlığında toprağa verdik. Bizim düzenli ordumuz yoktu. Kıymetli insanlar, aydın üyeler hep şehit oldular. Thomas Goltz kitabında onlardan “Hanım Halilova’nın Amazonları” diye bahsediyor.
1 Nisan 1993’te Kelbecer’in işgale uğradığı gün doğum günümdü. Kadınlarımız doğum günümü kutlamak için toplanmış hazırlık yapmışlardı. Ama Kelbecer’in işgal edildiğini duyar duymaz, Elçibey’in söylediklerini hatırladım. “ Önce Fuzuli bölgesi, ardından Kelbecer işgal edilecek. Sonra darbe yapılacak.” demişti. Fuzuli bölgesini işgal edilmekten kurtardık ama Kelbecer’i kurtaramadık.” Kelbecer işgal edildikten sonra anladık ki darbe geliyordu. Hemen bir karar aldık. Darbe planları yapanları utandırmak ve yapılacak darbeye engel olmak istiyorduk. Benimle mücadele vermekte olan birkaç kadınla birlikte hemen AZ TV’ye gidip, canlı yayına katıldık. Azerbaycan kadın taburu olarak dünyaya bir mesaj vermek istiyorduk. “ durum o kadar vahimdir ki kadınlar olarak savaşmak zorundayız.” Bu yayında cemiyetin ve bizim bütün siyasi faaliyetlerimizi durdurduğumuzu ve bir kadın taburu oluşturduğumuzu: bundan sonra tüm gücümüzle savaş bölgelerinde olacağımızı söyledik. Savaş bölgelerine gidip erkeklerle omuz omuza savaşacaktık. Ertesi gün Halk Cephesindeki odama geldiğimde yüzlerce kadınımız kadın taburuna yazılmak için beni bekliyorlardı. Böyle kadınları olan millet ölmez diye düşündüm. Çünkü biliyordum kadınlar meydana çıkınca erkekler evde oturmazlardı.
Son olarak, Azerbaycan’da hiçbir mezalime, haksızlığa uğramadan rahatça yaşayan Ermeniler hakkında ne söyleyebilirsiniz? Yıllarca Ermenilerle komşuluk, dostluk, arkadaşlık yaptım. Mesela sınıf arkadaşlarım vardı, ermeni. Zor zamanım olduğunda bana ekmek, su, aş getirdiler. Kanaatim odur ki dini, dili, ırkı, milleti ne olursa olsun insanları yalnız başlarına bıraksalar, bir takım devletler çıkarları için ortalığı karıştırmasalar herkes dost olur. Bu oyunun baş aktörleri büyük devletler. Halkın ne suçu var?
55
GENCAY
PROF. DR. ÖMER TURAN/SÖYLEŞİ Bülent ERDİL
1. Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda; Ermeniler, içinde bulunduğumuz yıl içerisinde birçok çalışmada bulunmayı hedeflemektedirler. Önümüzdeki 24 Nisan'dan sonra bizi neler bekliyor? Bu açıdan Ermeniler'in kat ettiği yol hakkında ne düşünüyorsunuz?
2. Dünya geneline konuya bakış düşünüyorsunuz?
baktığınızda hakkında
bu ne
Büyük bir kesimi bir şey bilmiyor. Bildiğini zannedenler Ermeni propagandasının etkisinde yanlış bilenler. Bunların sayısı az değil. Daha önemlisi etkililer. 20 civarında ülkenin parlamentosunda Ermenilere soykırımı yapıldığı kabul edildi. Bunların arasında Kıbrıs Rum Kesimi gibi, Yunanistan gibi, Rusya ve Fransa gibi bir şekilde tarihsel ve siyasal sebeplerle Türkiye’nin önünü kesmeye çalışan ülkelerin yanı sıra Uruguay, Arjantin, Şili gibi ülkeler de var. Uruguay parlamentosundakilerin yarısından fazlasının haritada Türkiye’nin yerini tam olarak gösteremeyeceklerinden eminim. Bizim milletvekilleri Uruguay tarihini ne kadar bilirlerse Uruguay milletvekilleri de bizim tarihimizi o kadar bilir. Ancak Uruguay parlamentosunda 1965 yılında, 2004 yılında ve 2005 yılında üç kere Ermeni soykırımı kararı çıktı. Neden? Oradaki çok az sayıdaki insanın planlı ve sistemli çalışmasının sonucunda bu karar alınabildi. Bir kamuoyu oluşturuldu. Amerika Birleşik Devletleri’nin 42 eyaletinde soykırım kararı çıktı. Bu karara evet oyu veren eyalet parlamenterlerinin kaçı Türkiye ve Birinci Dünya Savaşı hakkında bir tane kitap okumuştur? Ama o eyaletlerde çalışan bir avuç Ermeni’nin ısrarlı çalışmaları sonucunda bu kararlar alınabildi. Durum budur. Bu meyanda son
Önümüzdeki 24 Nisan’dan sonra bizi ima etmeye çalıştığınız kötü şeylerin beklediğini düşünmüyorum. Bu 100. yılında 24 Nisan korkusunu doğru bulmuyorum. Bunu gereksiz bir korku olarak değerlendiriyorum. 100. Yılında 24 Nisan’da olacaklardan korkarak, panik içerisinde bir şeyler yapmaya çalışmaktan hayırlı bir sonuç çıkmaz. Bunu gevşeyelim ve yatalım diye söylemiyorum. Soğukkanlı ve bilinçli bir gayret içerisinde olalım diye söylüyorum. Bu konuda 100 yıl boyunca ne yaptık, ne yapmadık, eksiğimiz ne, görelim, bir durum değerlendirmesi yapalım ve ona göre harekete geçelim diyorum. Bu bakımdan Ermeniler çok büyük bir yol aldılar. Dünyada Türk’e, Türkiye’ye düşman çevrelerden de destek gördüler. Ama kendileri de hep çalıştılar. Bilimsel olarak, siyasal olarak, sanatsal olarak her yolu değerlendirdiler. Ve dünya kamuoyunu belli bir istikamette etkilediler. Bizdeki bu 24 Nisan telaşı ve endişesi bunun bir sonucu.
56
GENCAY 5. Önceki hükümetlerin ve şimdiki hükümetin Ermeni iddialarına yönelik çalışmalarını ve konuya bakışlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
50 yıl içerisinde çalışan olarak, tüccar olarak, eğitim alan veya veren olarak dünyaya yayılan varlığımızı değerlendirmemiz gerekir diye düşünüyorum.
Önceki hükümetler de şimdiki hükümet de günü kurtarmak kaygısı ile hareket etti, ediyor. Günü kurtarmak önemli elbette ancak orta ve uzun vadeli ve gerçekçi stratejilere de ihtiyacımız var.
3. Ermeni iddialarının 100. yıl propagandasına karşılık, Türkiye'nin yeterli çalışmalar yaptığını düşünüyor musunuz? Neler yapmalıyız? Dediğim gibi bu işi 100. yıl stresi ve telaşına düşmeden soğukkanlı bir şekilde değerlendirmeli, ne yapıp neyi ihmal ettiğimizi tespit etmeliyiz evvela. Bizim bu konudaki ilk bilimsel çalışmamız 1950 yılında Esat Uras tarafından kaleme alındı. Arşivlerimizi değerlendirmek 1980’li yıllarda aklımıza geldi. Hala belgelere ulaşmada bir sürü zorluklarla karşılaşıyoruz. Şu son beş on yıl içerisinde Türk tezi bilimsel eserlerine kavuşabildi desem abartmış olmam. Bu konuda Türk tezi sanatsal eserlerine ne zaman kavuşacak? 1930’lu yıllarda yazılan “Musa Dağında Kırk Gün” romanını hepimiz biliyoruz. Peki bu konuda Türk tezini işleyen bir roman biliyor musunuz? “Ararat”’tan, “Kesik” (The Cut)’e Ermeni tezini işleyen kaç tane film sayabiliriz. Peki, Türk tezini işleyen bir film ismi söyleyebilir misiniz bana?
6. Ermenistan'ın, Azerbaycan ve Gürcistan gibi ülkelerden de toprak talep ettiğine dair söylemler var. Gelecekte bu iki ülkeyi neler bekliyor olabilir? Ermenistan talep eder de, ne alabilir, bilmiyorum. Ermenilerin bir hayalci tarafları var. Birinci Dünya Savaşı yıllarında bazı büyük güçlere güvenerek olmadık işlere giriştiler. Akıttıkları kanda boğuldular. Bin yıldır yaşadıkları Anadolu’dan ayrılmak zorunda kaldılar. Kafkaslarda da irredantist politikalarını sürdürürlerse yine akıtacakları kanda boğulurlar diye endişe ediyorum. Keskin sirke küpüne zarar derler. Komşuları ile iyi geçinmeyen, doğusunda Azerbaycan ve batısında Türkiye ile kavgalı, Gürcistan ile ilişkileri gergin bir Ermenistan ne kadar güçlü olabilir, ne kadar ayakta kalabilir, ben esas bunu düşünüyorum.
4. Ermeni Soykırımı iddiası konusunun bilimsel anlamda, tarih bilimi ile çözülebileceğini düşünüyor musunuz? Yoksa bu konu ancak siyasal alanda mı çözüme kavuşacaktır? Tarihsiz olmaz. Ancak geldiğimiz nokta itibariyle tarih de yetmez. Tarih, siyaset, ekonomi, sanat, kamuoyu oluşturma faaliyetleri hep birlikte olmalıdır. 57
GENCAY 7. Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda, Türk halkı da oldukça bilinçsiz görünüyor. Bu bilincin oluşması konusunda nasıl çalışmalar yapılabilir?
merkezleri bu anlamda kendilerinden beklenen eserleri üretemiyorlar. Veya ürettikleri yeterli değil. Sivil toplum kuruluşları bunları takip edip topluma yayma yerine kendileri eser üreterek boşluğu doldurmaya kalkıyorlar. Kimse kendi işini yapmıyor vesselam.
Meseleyi kaba bir Ermeni düşmanlığına dönüştürmeden yaşanan geçmişin yeni nesillere doğru bir şekilde aktarılması önemli… Tarihimizi ve geçmişimizi doğru bir şekilde çocuklarımıza ve gençlerimize öğretebilirsek, tarih şuuruna sahip nesiller yetiştirebilirsek bu mesele çözülür, artı başka bir sürü mesele daha çözülür.
9. Ermeni iddialarının Türkiye'ye kabul ettirilmesi sonucu, Türkiye'yi neler beklemektedir? Mithat Cemal Kuntay’ın “Ölmez bu vatan, farz-ı muhal ölse de hatta - Çekmez kürenin sırtı bu tabut-ı cesimi” beytinde söylediği gibi böyle bir şey söz konusu olamaz. Bu iddialar Türkiye’ye kabul ettirilemez. Mamafih bizim vazifemiz Ermeni tezlerini kabul etmemekle yetinmek değildir, kendi tezlerimizi hem dünyaya hem Ermenilere kabul ettirmeye çalışmaktır. Bunun için evvela bilgi sahibi olmak sonra da bu bilgileri ikna edecek bir şekilde muhataplarımıza aktarabilme becerimizi geliştirmek durumundayız.
8. Üniversite ve STK'ların bu iddialara karşı yapmış olduğu çalışmaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yetersiz görüyorum. Üniversitelerde uzun vadeli araştırmalar yapılır, akademik eserler üretilir. Bu çalışmalardan elde edilen verileri sivil toplum kuruluşları, popüler tarihçiler, gazeteciler, sanatkârlar topluma kendi dillerinde aktarırlar. İkisi de olmuyor. Üniversiteler ve araştırma
58
GENCAY
millikanal.com