Gencay Dergisi - Sayı 43 - Ağustos 2015

Page 1


www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22


GENCAY

GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 4 Sayı 43 - Ağustos 2015 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com bilgi@gencaydergisi.com

EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI ÜZERİNE / Aslıhan KAYA PROF. DR. ALİ AKAR İLE SÖYLEŞİ / Mustafa ORAL ANTİK DÖ. TÜRK TAR. AÇISINDAN S. SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARI / Yaşar KESKİN AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE SÖYLEŞİ / Banu KAPKINER ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR SERVET: Güdül Kaya Resimleri / Emre SEVİNÇ CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Yaşar KESKİN ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-Gallemit ve Matbuat Yayın Grubu/ Batuhan SEVİN FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN KİTAP: GALLEMİT / Ömer ÜNAL İKİ YIL / Adil YILMAZ TÜRK DAMGALARI / Sefa Miraç DEMİRCİ ve Aslıhan KAYA GALLEMİT’TEN SEÇMELER ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN KÜMBETİ (ALBÜM) ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA GEZİSİ / Sefa Miraç DEMİRCİ DAMGALARIN MASALI (ALBÜM) / Emre SEVİNÇ


GENCAY

1


GENCAY

2


GENCAY

EDEBİ AÇIDAN TÜRK BENGÜ TAŞLARI ÜZERİNE Aslıhan KAYA Bugüne ulaşmış olan Türk yazıtları; Türk milletinin dilini, dinini, kültürünü, sosyal hayatını bugünlere taşırken aynı zamanda duygu ve düşüncelerine tercüman olmuştur. Türkler tarafından kutsallık atfedilen bu taşlara yazılmış iyi-kötü yaşam tecrübeleri; her yüzyıl içerisinde değişikliklere uğramış, kimi zaman yeniden şekillenmiş gerek kulaktan kulağa gerekse edebi eserler vasıtasıyla bugüne ulaşmıştır. Nasıl ki tiyatroda insanlar, müzikte notalar, resimde boyalar sergileniyorsa edebi eserlerde sergilenen de kelimelerdir. Yazıtlarda; işlenmiş bir edebiyat dili olarak karşımıza çıkan Eski Türk dilinin zaman içinde bir milletin milli lisanı olmuş olması, eserin edebi değerinden hiçbir şey eksiltmez. Belli zamanlarda ortaya çıkıp yazıtların edebi eser olarak ele alınamayacağı fikrini öne süren Türkologların aksine, Türk yazıtları edebi eser olarak kabul edilmiş ve edilmeye devam edecektir. Bu metinlerde kullanılan şairane üslup, sanatsal ve stilistik ögeler, uygulanan tekrarlar ve cümle içi aliterasyonları gibi edebi metinlere has unsurlar yazıtlarda apaçık görülür. Lakin yazıtların hangi edebi tür içine girdiği hala anlaşılamamış bir mevzudur. Örneğin; Köktürk yazıtlarının Söylev türünde olduğu söyleniyorsa da bu tamamen konusu ve içeriğiyle alakadır. Yapı olarak söylev türünden ayrıldığından, bu değerli yazıtlara vurulan “anı-söylev” etiketi çok doğru sayılmamaktadır.

Bilindiği gibi Türklere ait tek bir yazıt olmadığı için ‘Türk yazıtlarının özellikleri’ şeklinde genellenmiş bir açıklama da yapılamaz. Tarihin belirli zamanlarında Türkler farklı alfabeler kullanmışlar, kimi zaman coğrafyalarını kimi zaman ise dinlerini değiştirmişlerdir. Elbette ki bu değişiklikler edebi eserlerinin ve yazıtlarının da üzerinde etki etmiştir. Bu nedenle yazıtlar arasında kimi zaman ciddi değişmeler olduğu görülür. En bilinen birkaç yazıtı dönemlerine göre ele alıp, kullanıldığı alfabeye ve mevcut dilin özelliklerine göre incelemek daha doğru olacaktır. Köktürklerin ikinci döneminden kalmış olan Köktürkçe Bengü taş ve yazıtlarından bugüne ulaşmış, bilinen 10 yazıtı varsa da en önemlileri kuşkusuz, umumiyetle “ Orhun Abideleri” olarak bilinen Tonyukuk (Bayın Çokto), Köl Tigin (Birinci Orhun) ve Bilge Kağan (İkinci Orhun) bengü taşlarıdır. Bunlar Köktürk Edebiyatının en uzun ve en mükemmel örneklerini oluşturur. Kuşkusuz ki edebi üslubun en güzel örneği de yine Orhun kitabelerinde görülecektir. Lakin öncelikle şunun tekrar üzerinden geçilmelidir ki Orhun yazıtları ilkokullardan bu yana öğretildiği gibi Türk dilinin yazılı ilk örnekleri değildir. Servet Somuncuoğlu bu durumu “Orhun Anıtları önsöz değil, Türklerin taşlar üzerindeki 3


GENCAY son sözüdür.” Diyerek ifade etmiştir. Orhun yazıtları büyük bir birikimin ürünü ve son halidir. Göktürk alfabesi oluşana kadar her damganın arkasında binlerce yıllık geçmişi vardır. Orhun Anıtlarının şahane üslubunu gören müthiş derinliğini hisseden her Türkolog bu anıtların ilk örnek olamayacak kadar kusursuz olduğunu belirtir

beraber İltiriş Kagan olunca güneyde Çinli, doğuda Kıtay’ı, kuzeyde Oğuz’u pek çok öldürdü. Bilicisi, yardımcısı bizzat bendim. Cogay’ın kuzey yamaçları ile Kara Kumda oturuyorduk.” (Tonyukuk Anıtı 1. Taş Batı Yüzü)

Yazıtlardan ilki olan Bayın Çokto’yu diktiren doğrudan Bilge Tonyukuk olmuştur. Metinde Türk milletinin Çin tutsaklığından kurtuluşu ve İlteriş Kağan devrini daha sonra Kapgan Kağan’ın hakanlığının ilk yıllarında Köktürklerin Kırgızlarla, Türgişlerle ve Çinlilerle girdiği çatışmaları anlatılmakta ve bu olaylarda Tonyukuk’un rolü belirtilmektedir. Bilge Tonyukuk yazıtta kendisinden bahsederken Türk hatıra edebiyatının ilk temsilcisi durumuna gelmiştir.

Tonyukuk, 62 satırdan oluşan ve iki parçaya ayrılmış bu bengü taşında tanık olduğu olayları gayet sade, sanatsız bir şekilde halk diliyle anlatmıştır. Zaman zaman ayrıntıları tasvir etmişse de genel olarak kısa ve açık cümleler kullanmış, vakıaları ana çizgileriyle sözü uzatmadan vermiştir. Bunların yanında yukarıda da görüldüğü gibi atasözleri ve deyimlere zaman zaman yer vermişse de edebi değeri diğer iki yazıtla kıyaslandığında daha aşağıda kalacaktır.

“Bilge Tonyukuk ben kendim Çin ilinde kılındım. TÜRK milleti Çin’e tâbi idi. TÜRK milleti hanını bulmayıp Çin’den ayrıldı, hanlandı. Hanını bırakıp Çin’e tekrar teslim oldu. TANRI şöyle demiştir: Han verdim, hanını bırakıp teslim oldun. Teslim olduğun için TANRI öldürmüştür. TÜRK milleti öldü, mahvoldu, yok oldu. TÜRK Sir milletinin yerinde boy kalmadı. Ormanda taşta kalmış olanı toplanıp yedi yüz oldu. İki kısmı atlı idi, bir kısmı yaya idi. Yed iyüz kişiyi sevk eden büyükleri şad idi. Katıl, dedi. Katılanı ben idim, Bilge Tonyukuk. Kagan mı kılayım, dedim. Düşündüm. Zayıf boğa ve semiz boğa arkada tekme atsa; semiz boğa, zayıf boğa olduğu bilmezmiş derler deyip, öyle düşündüm. Ondan sonra TANRI bilgi vermediği için kendim bizzat kagan kıldım. Bilge Tonyukuk Boyla Baga Tarkan ile

İkinci bengü taş olan Köl Tigin yazıtında ise; Yollug Tigin yazmış Bilge Kağan kardeşi Köl Tigin’i söylemiştir. Köktürklerin birinci dönemindeki yükseliş zamanı, daha sonra zayıflayıp Çin’e tutsak olan Türk milletinin bu tutsaklıktan nasıl kurtulduğunu ve Köl Tigin’in kahramanlıklarını anlatan bengü taş Türk edebiyatının sanatkârane bir üslupla yazılmış ilk yazıtı olarak kabul edilir. Muharrem Ergin bu durumu “yalın ve keskin üslup, hükümdarane ve ihtişamlı hitap tarzı” olarak yorumlar. Bengü taş 4


GENCAY daha ilk satırında “ Tengri teg tengride bolmuş Türk Bilge Kağan” seslenişiyle başlayarak hitabet sanatının derinliğiyle kişiyi etkiler. Herkesçe bilinen “Üze Kök tengri asra yagız yir kılındukda ikin ara kişi oglı kılınmış” cümlesi ise çocukluğumuzdan beri ezberimizde olan ve bizde yer etmiş bir cümledir.

olmuş Bilge Kağan, bu devirde tahta oturdum. Sözlerimi baştan sona işitin, önce (siz) erkek kardeşlerim (ve) oğullarım, birleşik boyum ve (halkım…)…ileride gün doğusuna güneyde gün batısına, geride gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar… Bu sınırlar içerisindeki (bütün) halklar hep bana tabiidir. (Bunca halkı hep düzene soktum) Onlar şimdi (Hiç de ) kötü durumda değiller. Türk hakanı Ötüken dağlarında oturur (ve oradan hükmeder) ise ilde sıkıntı yoktur. Doğuda Şantung ovasına kadar ordu sevk ettim, denize az kala durdum; Güneyde Dokuz Ersine kadar ordu sevk ettim, Tibet’e az kala durdum; Batıda İnci nehrini geçerek Demir Kapıya kadar ordu sevk ettim. Kuzeyde Yir Bayırku yerine kadar ordu sevk ettim. Bunca yere kadar yürüttüm ) ve anladım ki)Ötüken dağlarından iyisi hiç yokmuş. İl tutacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin milleti ile anlaştım. Altını, gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyorlar. (Çinlilerin) tatlı sözlerine ve (ve) yumuşak ipekli kumaşlarına aldanıp (ey) Türk halkı çok sayıda öldün! (Ey) Türk halkı (sen) mutlak öleceksin! Güneyde Çuğay dağlarına ve Tüğültün ovasına yerleşeyim dersen Türk halkı mutlak öleceksin! Ötüken ülkesinde oturup (buradan) kervanlar gönderirsen (hiçbir) derdin olmaz. Ötüken dağlarında oturursan sonsuza kadar devlet sahibi olup hükmedersin. Tanrı lütufkâr olduğu için, kendimin (de) talihim olduğu için (hakan olarak) tahta oturdum. Tahta oturup yoksul (ve) fakir halkı hep derleyip topladım. Fakir halkı zengin yaptım, az halkı çok yaptım…” (Kül Tigin anıtı Güney Yüzü) (1)

Köl Tigin yazıtında Köl Tigin’in ölümü üzerine Bilge Kağan’ın söyledikleri ise kardeş acısının içler acıtacak halinin ve Bilge Kağan’ın çaresizlik durumunun yazıya dökülmüş halidir: “Görür gözüm görmez gibi, bilir aklım bilmez gibi oldu. Gözden yaş gelse önleyerek, gönülden feryat gelse bastırarak düşünceye daldım. İki şad ve kardeşlerimin, oğullarım, beylerim ve milletimin gözü kaşı perişan olacak diye düşündüm…” ifadelerinde lirik anlatımla şahane bir üslup birleşmiştir. Kahraman Köl Tigin Türk milleti için de, Bilge Kağan için de çok büyük anlam ifade etmiştir. Onun ölümü hem milletini hem ağabeyini yasa boğmuştur. Bilge kağan bu yüzden haykırmak günlerce ağlamak istemiş fakat kağanlık görevinin ona verdiği yükümlülükler, milletine karşı sorumlulukları buna engel olmuştur. Böylesi büyük bir acının sadece birkaç cümle ile bu denli derinden anlatılması edebiyatımızın ilk örneklerinden sayılan bu metinlerin yüksek edebi değerini gösterir. “(Ben) Tanrı gibi (ve) Tanrıdan

Yukarıda görüldüğü gibi Türk yazıtlarının anlatım şekli çok sağlamdır. Mantığa, belli 5


GENCAY bir anlatım biçim ve şekline dayanan bu eserin türüne Tofik Melikli “epitafik hikaye”(2) demiştir. Metinlerde önemli olan tasvirler ve söz zenginliğidir. Böyle bir dilin birden ortaya çıkmış olması mümkün değildir.

o kadar realisttir. Bu yazılarda yalan, mübalağa, boşuna övünme yoktur. Türk milletinin bütün ahlaki safiyeti, bütün değerleri ve kusurları apaçık göze çarpmaktadır.” ifadeleriyle yorumlamıştır. (4)

Fuat köprülü Yazıtın edebi dilini “…Bazı parçalarda eda o kadar canlı ve ahenkli, o kadar samimi ve derin tahassüslere makestir ki (duyguları yansıtır ki) işte buralarda çok kuvvetli ‘maşeri bir lirizm’ ‘destani bir ruh’ kendini kuvvetle hissettiriyor; buralarda hatta alelade nakil ve hikâyenin fevkinde ‘Bedii bir gaye’ takip edilmektedir. Kısa lakin kati ve vazıh cümleler, tasvirlerinde sahtelikten tamamen uzak sade ve kuvvetli bir ifade birbiriyle ahenktar bir surette telif edilmiş fiiller, arada ifadeyi yeknesaklıktan kurtarmak için fiillerin değiştirilmesi, tekrarlar, hülasa bütün bu gibi beyan incelikleri, bu kitabeleri alelade bir lisan ve tarih vesikası şeklinden kurtarıyor. Kök Türkçe’nin bu kadar muntazam ve güzel, imlası mazbut bir nesir lisanı olabilmesi için, herhalde uzun tekâmül devirleri geçirdiği muhakkaktır.” şeklinde değerlendirir. (3)

Üçüncü Bengü Taş ise Bilge Kağan’ın ölümünden bir yıl sonra oğlu tarafından dikilmiştir. Bu yazıtta da yine Bilge Kağan konuşmaktadır. Bu yazıtın büyük çoğunluğu, Kül Tigin Yazıtıyla aynıdır. Yalnızca Kül Tigin’in olmadığı zamanlarda geçen olaylar farklıdır.

“Tanrı gibi Tanrı yaratmış Türk Bilge Kağanı, sözüm: Babam Türk Bilge Kağanı… Sir, Dokuz Oğuz, İki Ediz çadırlı beyleri, milleti… Türk tanrısı üzerinde kağan oturdum. Oturduğumda ölecek gibi düşünen Türk beyleri, milleti memnun olup sevinip, yere dikilmiş gözü yukarı baktı. Bu zamanda kendim oturup bunca ağır töreyi dört taraftaki… Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındukta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini, töresini tutu vermiş, düzene sokuvermiş. Dört taraf hep düşman imiş… Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tabi kılmış.

Nihal Atsız, Köl Tigin Bengü taşını “Cümlelerin bazan kısa, bazan uzun oluşu; manaya kuvvet vermek için bazan aynı kelimelerin tekrarlanması yani bir nevi tekrir sanatı yapılması; bazan bir aksine olarak manası birbirine yakın kelimelerin aynı cümlede veya birbiri ardınca gelen cümlelerde kullanılması bu yazıta oldukça yüksek bir edebi değer vermektedir. Yullug Tigin bu yazıtta Bilge Kağan ağzından Türk milletine hitap ederken ne kadar lirik ve romantik ise tarihi vakaları anlatmakta da 6


GENCAY Başlıya baş eğdirmiş, dizliye dik çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında pek teşkilatsız Kök Türk’ü düzene sokarak öylece oturuyormuş. Bilgili kağan imiş, cesur kağan imiş. Buyruku bilgili imiş tabiî, Cesur imiş tabiî. Beyleri de milleti de doğru imiş. Onun için ili öylece tutmuş tabiî. İl tutup töreyi düzenlemiş. Kendisi öylece vefat etmiş… “ (Bilge Kağan Yazıtı Doğu yüzünden) (5)

sırasıyla hikâye edildiği kuru bir harp tarihi değildir. Tam tersine bu yazıtların, özellikle Bilge Kağan’ın beylerine ve halkına seslendiği ve onları Çinlilerin entrikalarına ve anayurdu bırakıp uzak diyarlara gitmelerinin doğuracağı felaketlere karşı uyardığı bölümleri son derece etkili bir anlatım gücüne ve güzelliğe sahiptir…”(7) Son olarak değinilmesi gereken bir nokta da metinlerin manzum mu yoksa mensur mu olduğudur. Orhun Kitabelerini içinde Talat Tekin’in de olduğu bir grup mensur olarak ele almış, bir başka grup ise metinlerin barındırdığı yüksek üsluba, dilin edebi sanatlar açısından gelişmiş olmasına, tasvirlere, bol bol kullanılan tekrarlara dayanarak metinlerin manzum eser olduğu görüşünü savunmuşlardır.(8) Lakin ikinci tezin bir sorunu vardır: Metinler dizelere ayrılamaz. Metinlerin manzum olduğunu ileri süren Steblava bu sorunu komik bir yöntemle ortadan kaldırmaya çalışmıştır. Orhon-Yenisey metinlerinin strüktürünü değiştirerek dizelere, mısralara bölmüş ve kıtalar oluşturmuştur. Çünkü; Steblava için yazıtın bir satırı tek bir cümle değildir. Bu fikir doğrultusunda yazıtları manzum hale getirerek incelemiştir. Lakin bilinir ki Türk şiirinin temel özelliği ritmik olmasıdır. Steblava’nın oluşturduğu suni metinlerde ritmik olmaktan eser yoktur. Cümleler fazla kurallıdır, devrik cümle yoktur. Bu nedenlerle Talat Tekin Steblava’ya tamamen karşı çıkmıştır.(9)

Muharrem Ergin kitabının önsözünde “Taşlar üzerine yazılmış tarih. Türk devlet adamlarının millete hesap vermesi, milletle hesaplaşması. Devlet ve milletin karşılıklı vazifeleri. Türk nizamının, Türk töresinin, Türk medeniyetinin, yüksek Türk kültürünün büyük vesikası. Türk askeri dehasının, Türk askerlik sanatının esasları. Türk gururun ilahî yüksekliği… Türk feragat ve faziletinin büyük örneği... Türk içtimai hayatının ulvi tablosu. Türk hitabet sanatının erişilmez şaheseri… Hükümdarâne eda ve ihtişamlı hitap tarzı. Yalın ve keskin üslûbun şaşırtıcı numunesi. Türk milliyetçiliğinin temel kitabı. Bir kavmi bir millet yapabilecek eser. Asırlar içinden millî istikameti aydınlatan ışık. Türk dilinin mübarek kaynağı. Türk yazı dilinin harikulade işlek örneği. Türklüğün en büyük iftihar vesilesi olan eser. İnsanlık âleminin sosyal muhteva bakımından en manalı mezar taşları. Dünyanın bugün belki de en büyük meselesi olan Çin hakkında 1250 sene evvelki Türk ikazı…” olarak mükemmel şekilde değerlendirmede bulunmuştur.(6)

Ne yazık ki bu büyük yazıtlar dışındaki Yenisey yazıtları, Moğolistan’da bulunan yazıtlar, Dağlık Altay bölgesindeki yazıtlar, Kırgızistan’da, Türkistan’da, Kuzey Kafkasya’da, Kırım Balkan

Alanın en saygı değer hocalarından biri olan Talat Tekin için ise Orhun kitabeleri “… Yalnızca siyasi ve askeri olayların oluş 7


GENCAY Macaristan’da bulunan yazıtların Türk Edebiyat tarihi açısından yeterli incelenmesi yapılmamıştır. Bu yazıtlar hakkında bilgi sahibi olmak için ulaşabileceğimiz kaynak sayısı çok az. Bir zamanlar özellikle genç Türkologların içinde bulunduğu umutsuzluk hali artık silinmeye başladı. Her şeyin daha yeni başladığını, Türk tarihinin derinliğini, bilinen yanlışları gün yüzüne çıkaran Servet Somuncuoğlu gençlere daha araştırılacak bir tarih, ortaya çıkarılacak gerçekler olduğu umudunu miras bıraktı. Umudumuz büyük…

Kaynakça: 1. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK, s.21,2010, Ankara 2. Melikli,Tofik Davudoğlu; “Edebiyat Anıtları Olarak Eski Türk Yazıtları”; TTK, s.263-265, 2001, Ankara 3. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”; Akçağ yayınevi,s. 132, 2008, Ankara 4. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”; Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara 5. Tekin,Talat;”Orhon Yazıtları”;TDK, s.51,2010, Ankara 6. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”; Akçağ yayınevi,s. 133, 2008, Ankara 7. Ercilasun, Ahmet Bİcan; “Türk Dili Tarihi”; Akçağ yayınevi,s. 134, 2008, Ankara 8. Türk Dili, 409, Ocak 1986, s.5 9. İ.V. Steblava;”Poeziya Tyurkov Y1-Y111 vekov”, s.79, 1965, Moskova

Servet Hoca’nın bıraktığı yerden…

8


GENCAY

TÜRKOLOG PROF. DR. ALİ AKAR İLE SÖYLEŞİ Mustafa ORAL Değerli hocam öncelikle başlayalım... Ali AKAR kimdir?

sizle

konularında seminerler verdim. Halen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi'nde görev yapmaktayım.

1965 yılında Sivas'a bağlı Yıldız beldesinde doğdum. 1988 yılında KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden mezun oldum. Kısa bir süre orta öğretimde öğretmenlik yaptıktan sonra 1990'da Fatih Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nde açılan araştırma görevliliği sınavını kazanarak üniversiteye geçiş yaptım. Yüksek lisans çalışmamı, 1992 yılında Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Eski Anadolu Türkçesi alanında hazırladım. Doktoramı İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Eski Türk Dili Ana Bilim Dalı'nda "Mirkâtü'lcihâd (Dil Özellikleri-Metin-Dizin)" adlı tez çalışması ile 1997 yılında tamamladım. Askerlik görevimi, Kara Harp Okulu'nda yedek subay öğretim elemanı olarak yaptım (1999-2000). 2006’da doçent, 2011 yılında profesör oldum. Çalışma alanım yoğunlukla Türk dili tarihi, tarihî Türk lehçeleri, Oğuz grubu lehçeleri, Eski Anadolu Türkçesi ve Türkiye diyalektolojisidir. Ulusal ve uluslararası dergilerde çok sayıda makalemiz yayımlandı. Rusya, Ukrayna, Hollanda, Romanya, Kazakistan, Azerbaycan, Mısır ve Suriye'de çeşitli bilimsel toplantılarda bulundum. Erasmus öğretim elemanı hareketliliği çerçevesinde İsveç'in Uppsala Üniversitesinde Türkiye'de diyalektoloji çalışmaları ve son dönem Türkoloji eğitimi

Türkoloji'nin önemli bilim adamlarından birisiniz. Sizce Türkoloji nedir, neyi kapsar? Teşekkür ederim. Türkoloji yahut Türklük bilimi, Türklük bilgisi adıyla tanınan bilim alanı, kısaca Türkleri tanıma, onların kültürlerini, tarihlerini, dillerini, edebiyatlarını, mutfak kültürlerini, hayata bakış açılarını kısaca, biyolojik varlıkları dışında kendilerini var eden bütün kültürel özelliklerini tanıma bilgisidir Türkoloji. Bu bakımdan kapsamı geniş bir bilgi alanıdır. Fakat Türkiye’de daha çok Türk dili ve edebiyatı alanındaki çalışmalar “Türkoloji” diye tanımlanıyor. Oysa terimin kapsamı daha geniş... Kelimenin sonundaki –loji eki Eski Yunancada “logos”tan geliyor. Bu kelime, bilgiyi akılla, mantıkla, usla kavrama anlamına geliyor. Türkoloji de Türklerle ilgili bilimsel bilgi edinme bilimidir. Bu yüzden Türk cumhuriyetlerinde Türkolojiye “Türkîtanuv” deniyor. Yani Türkleri tanıma bilgisi. Doğru ve kapsayıcı bir kullanım bence... 9


GENCAY Özel çalışmalarınızdan da bahsedebilir misiniz hocam?

Kaya resimleri, insanların yaşadıkları bütün bölgelerde bulunabilecek önemli kültürel ayak izleridir. Bu bağlamda, Asya’da özellikle Altay dağları yöresinde birçok kaya resmine rastlanmıştır. Bölgedeki Kazaklar ve Kırgızların Saymalıtaş yahut Tamgalısay adını verdikleri kayalarda yüzlerce kaya resmine rastlanmıştır. Bunların nitelikli fotoğraflarını Rahmetli Servet Somuncoğlu’nun oralarda çektiği resimlerde gördük. Bu resimlerde, o çağda yaşayan Asya göçebelerinin (bunların içinde Türkler başat unsur olsa gerek!) av merasimleri, inanışları, gündelik yaşayışları, av hayvanları, inanmalara dayalı ritüeller gibi insan hayatındaki bütün evreleri görmekteyiz. Tabii bu resimlerin çözümlenebilmesi için bu konuda uzman olmak lazımdır. Çünkü resimlerin büyük bölümü soyut nitelikler taşımaktadır. Örneğin bazı resimlerde güneşin kendisi çizilmişken bazılarında yalnızca bir daire ile gösterilmiştir. Aynı şekilde insan organları da bu sembolik bir dilin araçları olarak karşımıza çıkar.

Çalışma alanım Türk dili. Tabii Türk dili deyince iş büyüyor. 20 milyon km2 de konuşulan ve onlarca yazı dili, yüzlerce diyalekti olan bir dil. Bunun bir de tarihî dönemleri var. Bu yüzden bilimsel çalışmalarda alan sınırlamaları yapılır. Türk dili çalışmaları genellikle Tarihî Lehçeler ve Çağdaş Lehçeler olarak ikiye ayrılır. Bunlar da kendi aralarında uzmanlık alanlarına göre tekrar bölümleniyor. Orhun Türkçesi, Eski Uygur Türkçesi, Karahanlı Türkçesi yahut Kazak Türkçesi, Özbek Türkçesi gibi. Benim çalışma alanım yoğunluklu olarak Oğuz grubu lehçeleri. Eski Anadolu Türkçesi, günümüzdeki Oğuz yazı dilleri ve ağızları üzerinde çalışıyorum. Son on beş yıldır da özellikle Muğla bölgesi diyalektoloji çalışmaları yapıyorum/yaptırıyorum. Bu arada ağızlarla ilgili teorik yazılarımız var. Eskiden beri üzerinde kafa yorduğumuz konulardan biri de Türk dili tarihi. Bununla ilgili bir kitabımız da bulunmaktadır. Türkiye'de ve yurtdışındaki kayaresim çalışmaları üzerine düşünceleriniz nelerdir? Ülkemizde bu açıdan neler yapılmalı, gençler neler yapmalı? Kaya resimleri (petroglif), yazı öncesi insanlığın kültür tarihini aydınlatmak bakımından arkeolojinin uğraştığı önemli çalışma alanlarından biri. İspanya ve Fransa’da M.Ö. 12.000 ila 8.000 arasında tarihlenen petroglifler bulundu. Bunlar Avrupa’nın yazı öncesi tarihini aydınlatmada önemli bir ip uçları sayılmaktadır.

Bu alandaki Türkiye’de maalesef uzman yoktur. Bunları değerlendirenler genellikle, tarihçi, dilci yahut folklorculardır. Petroglifler üzerinde uzmanlaşmış bilim adamı şimdilik yok. Bunun için arkeoloji yahut sanat tarihi bölümlerinde bu konuda lisansüstü programlara ihtiyaç var. Bu alanda uzmanlaşacak kişilerin, öncelikle sembol 10


GENCAY dilini, dilin gelişme evlerini, Türk ve dünya mitolojisini çok iyi bilmesi gerekir. Bizler meseleye yalnızca dilin tarih içinde geçirdiği resim-ses-yazı gelişimi çerçevesinde bakabiliyoruz. Oysa sembol dilinin çözümü için yukarıda belirttiğim daha farklı bilgi alanlarına ihtiyaç duyulur.

önemli bir kitap geçen yıl Trabzon’da yayımlandı. Kafkasya’da diğer uygarlıklardan olan Gürcülerle Kıpçakların Kraliçe Tamara döneminde (1160-1213) döneminde önemli kültürel ve askeri ilişkileri olmuştur. Güneydoğu Anadolu ve özellikle Hakkâri bölgesinde Hurri egemenliği var. Hurriler, bilindiği gibi eklemeli, Sümerceye benzer bir dil konuşuyorlardı. Bunların Altay kavmi olduklarına dair kuvvetli dil delilleri vardır. Bu bölgede bulunan kaya resimlerinin de Ortaasya kaynaklı olduğu kanıtlanmıştır. Güdül’deki kaya resimlerinde de Ortaasya kaya resimleri üslubu görülmektedir. Bu konuda Servet Somuncuoğlu’na danışmalık yapan dilbilimciler ve sanat tarihçileri bunu açık olarak ifade etmişlerdir.

Bu konuda öncelik devlete ve üniversitelerde düşmekte… Arkeoloji bölümlerinin müfredatı genişletilerek petroglifler konusunda dersler ve lisansüstü programları açılmalıdır. Türkiye’de arkeoloji ne yazık ki Önasya ve Antik Anadolu ile sınırlı kalmış durumdadır. Bu bölümlerde mutlaka Uzakdoğu, Yenidünya, Sahraaltı Afrika ve en önemlisi de Ortaasya arkeolojileri öğretilmelidir. Servet SOMUNCUOĞLU'nun AnkaraGüdül'de keşfettiği önemli bir kayaresim bölgesi var. Anadolu'daki kaya resimleri üzerine ne düşünüyorsunuz?

Anadolu’daki kaya resimleri yukarıda çizdiğimiz perspektifle incelenmelidir. Bunların içinde birbirine benzer şekiller, semboller vardır. Bunların birbirinden ayırt edilmesi için mutlaka bu konuda uzmanlaşmış kişilere başvurulmalıdır. Bilindiği gibi kültürün özelliklerinden biri de taşınabilirliği, kopyalanabilirliğidir. Bir kültürel öge, sembol başka bir halk tarafından kolaylıkla kopyalanabilir. Burada önemli olan kimin kimden kopyaladığıdır. Bu bakımdan, eğer Kırgızistan’daki bir motifin aynısı Ankara’da yahut Iğdır’da bulursanız, bunun kopya olduğuna hükmedersiniz… Peki hangisi asıl hangisi kopyadır? Bunun yanıtı zordur. Fakat bu seferde tarihî dönemlerde yapılmış göçlere bakacağız. Anadolu’dan Ortaasya’ya, Ortaasya’dan Anadolu’ya olan göçler. İnsanlığın göçleri tarihine baktığımızda Anadolu’dan Kırgızistan’a kitlesel göçlere

Anadolu kaya resimlerini çevre kültürlerinden kopuk veya ayrı olarak değerlendirmek mümkün değil. Burada bulunan kaya resimlerinin üç kaynağı vardır: a) Antik Anadolu b) Önasya c) Ortaasya. Bunlar içinde üçüncüsü Türklerle ilgili olmalıdır. Bilindiği gibi Türklerin Anadolu’ya gelişleri 1071’den çok öncelere dayanmaktadır. 4. yüzyılın sonlarında (M. 395) Hunların Kafkaslardan bölgeye geldiklerini dönemin kronikleri ayrıntılı biçimde yazar. 4.-5. Yüzyıllardaki Gürcistan kroniklerinde Türklerle kültürel ilişkilerden uzun uzun söz edilir. Hatta bu konuda Giuli Alasania tarafından yazılan “”Gürcistan ve İslam Öncesi Türkler” adlı 11


GENCAY rastlayamazsınız. Oysa Asya’dan Ortadoğu’ya, Anadolu’ya, Kuzey Karadeniz steplerine yüzyıllarca büyük göçler olmuştur. Demek ki damgalar, kaya resimleri de oradan taşınmış olmalıdır. Bu sorunların çözümünü mutlaka disiplinler arası bilimsel yöntemlerle, duygulara kapılmadan, soğukkanlı ve nesnel bakış açılarıyla incelememiz gerekir.

“Tamgalar Dengizli” belgeselini yaptık. Denizli’deki Türk dönemi yüzey kültürünün tespitini yaptık. Projelerimiz arasında Muğla da vardı, ömrü vefa etmedi. Servet Beyle çalışma arkadaşlığımız dostluğa dönüşmüştü. Onu zamansız kaybetmemize fevkalade üzüldüm.

Servet SOMUNCUOĞLU... Onunla nasıl tanıştınız? Servet Somuncuoğlu’yla “Karlı Dağlardaki Sır” belgeselinin TRT’de gösterilmeye başladığı dönemde mektuplaşarak tanıştık. Daha sonra defalarca yüzyüze görüşmelerimiz oldu. Servet Bey, bana geldiğinde “Hocam, ben lisans düzeyinde Türkoloji bilgisine sahibim, fakat profesyonel bir belgeselciyim. Ben malzemeyi ortaya çıkarırım, sizin önünüze koyarım, onu sizler değerlendireceksiniz” dedi. Bu bağlamda, ben de kendisine petroglifi uzmanı olmadığımı, yalnızca Eski Türk yazısını, kültürünü, inanç sistemini bildiğimi, kendisine ancak kaya resimlerindeki “yazı” sonrası süreç ile ilgili noktalarda yardımcı olacağımı belirttim. Bundan sonra dostluğumuz pekişti. Hemen her hafta mutlaka görüşürdük.

Servet SOMUNCUOĞLU Türkoloji'ye ne kattı?

ülkemizde

Servet Bey, Türkologlara, Altay dağlarının sarp kayalıklarında Türklerin atalarından kalan binlerce yıllık kaya resimleri olduğu haberini verdi. Bunların fotoğraflarını çekti. O fotoğrafları kitaplaştırdı. O bu yönüyle önemli bir görev yaptı. Türk kaya resimlerinin malzemesini bilim dünyasının emrine sundu. Şimdi bunları bilimsel yol ve yöntemlerle inceleme görevi Türkologları bekliyor. Türkoloji ile ilgilenen tavsiyeleriniz nelerdir?

gençlere

Türkoloji ile ilgilenen gençlere en önemli tavsiyem, çok çalışmaları olacaktır. Türkoloji büyük bir bilim alanıdır. Yaklaşık 250 milyon insan Türkçe konuşuyor. Avrasya’nın önemli bir bölümüne hâkim olan bir nüfusumuz var. Tabii bunlara koşut olarak bir o kadar da sorunlarımız. Bunların çözümü için dünyayı iyi okumak, iyi anlamak, iyi algılamak ve ona göre hazırlanmak lazımdır.

Ortak çalışmalarınız oldu mu? Ortak çalışmalarımız oldu tabii. “Tamgaların Göçü-Kurgan” kitabında metin danışmanlığı yaptım. IV. Dünya Dili Türkçe Sempozyumu’da kaya resimlerinden oluşan geniş bir sergi açtık. Burada dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen bilim adamlarıyla bu meselelerin konuşulmasını sağladık. Daha sonra

12


GENCAY

ANTİK DÖNEM TÜRK TARİHİ AÇISINDAN SERVET SOMUNCUOĞLU ÇALIŞMALARININ ÖNEMİ Yaşar KESKİN “İnsan inanç adına ilk çizgiyi kayalara çizmiştir.” Servet SOMUNCUOĞU

atmışlardır. Bugün kullandığımız yazı sistemleri olan her harfin oluşumunun arkasında binlerce kaya resimleri vardır. Bunlardan bir tanesi de ‘’Tarihi Türk Abecesi’’dir. Atalarımız kendi inanç ve bilgi dünyaları adına dağların doruklarında yaptıkları resimlerle dünya uygarlığı ve aydınlanma sürecine çok büyük katkılar sağlamıştır. Ancak daha Türk tarihinin ana dayanak noktası henüz çözülebilmiş değildir.

Daha yazının bilinmediği dönemlerde insanlar birbirleriyle kaya resimleri aracılığıyla iletişim kuruyorlardı. Kaya resmi yapmalarındaki amaç gelecek kuşaklara bilgi birikimlerini aktarma kaygısı ve bireysellikten çıkıp birlikte hareket etmeye başladıkları dönemlerde Atalarımızın bizlere kaya resimlerine yazdıkları Taş Mektupları armağan etmişlerdir. Şunu da belirtmek gerekir ki; dünyanın çeşitli bölgelerinde, coğrafyalarında kaya resimleri bulunmaktadır. Kaya resimleri insanlığın ilk entelektüel arayışıdır ve bu entelektüel birikim dünyanın birçok bölgesinde aynı anda yükselmektedir. Biz bu noktada Atalarımızın yani Türklere ait kaya resimlerini Servet SOMUNCUOĞLU’nun çalışmalarını takip ederek belirleyeceğiz. Bu bölgeler; Sibirya, Orta Asya, Kafkaslar, Anadolu ve Balkanlar’da kültürel süreklilik içerisinde bu izleri takip edebiliyoruz.

Antik Dönem de yayılmış bir Türk kültür coğrafyası vardır ve bu Antik Dönem Türk Kültürü verileri toplanamamış ve sistemli bir biçimde bir araya getirilemediği için biz kendi tarihimizi net bir şekilde okuyamıyoruz. Bugüne kadar yapılan çalışmaların büyük bir çoğunluğunda temel olarak yabancıların derlediği kaynaklar dayanak noktası olarak alınmıştır. Tarih öncesi dönemde Sibirya bozkırlarından Macaristan ovalarına kadar geniş bir alana yayılan kazıbilim (arkelojik) verilerin bulunması, toplanması ve karşılaştırmaların yapılması var olan tarih kavramlarını sorgulayıp altüst edecek nitelikte ve tarihi yeniden yazdıracak varsıllıktadır. Avrasya

Binlerce yıl önce insanlığın gelişmesi ve ilerlemesi adına kayalara resimler çizen Atalarımız, bugün ulaştığımız uygarlık adına ilk ve en önemli adımları 13


GENCAY coğrafyasında, Türk tarihinin genel olarak oluştuğu kısımda üç büyük duvar vardır; Tanrı Dağları, Altay Dağları ve Ural Dağları. Türk kültürünün tarih öncesine ait Antik Dönem verileri bu dağlarda ve dağların kuytularındaki vadilerde saklıdır.

 SAYMALITAŞ – Gökyüzü Atları (SAIMALUU-TASH – Sky Horses)  DAMGALARIN GÖÇÜ – KURGAN / Ankara Güdül Kaya Resimleri (THE MIGRATION OF TAMGA / STAMPSKURGAN, Ankara Güdül Rock Engravings

Antik Dönem Türk Tarihi ve Kültürü açısından Kaya Resimleri neden önemli? M.Ö.’ki dönemlerde Türk Kaya Resimlerinde kendisine ait uygarlık anlayışı, ekonomisi, dili, inancı, evren anlayışı, bilinçaltını ve kozmolojisini görmekteyiz. Türk Kaya Resimlerini takip ettiğimizde, Türk tarihi ve kültürünü, damgalaşma dönemini, Türk yazı sisteminin oluşum sürecini ve Türk resim sanatının kökenini rahatça belirtebileceğiz. Mısırlıların papirüse, Çinlilerin ipeğe, Sümer, Asur vs. toplulukların kil tabletler üzerine yaptıklarını, Atalarımız kayalar üzerine yapıyorlardı. Bu şekilde bizlere yani gelecek kuşaklara miras bırakıyorlardı. İşte bu eşsiz hazineye sahip çıktığımız sürece biz var olmaya devam edeceğiz ve tarihsel öncelik haklarımızı ortaya koymuş olacağız.

BELGESELLER:  Karlı Dağlardaki Sır (5 Bölüm)  Damgaların Göçü (3 Bölüm)  Altın Elbiseli Adam

Antik Dönem Türk Kültür Tarihinin günümüzdeki yansımalarını anlatan Folklor ve Etnografik belgeselleri;  Tamgalar Dengizli (3 Bölüm)  Zamana Karşı (3 Bölüm)  Türkistan’da Bir Gün

Servet SOMUNCUOĞLU’nun binlerce km.lik yol kat edip 12 ülke, 260 kaya resmi alanında yaptığı çalışmalar sayesinde Türk Tarihinin Antik Dönem verileri olan kaya resimlerinin büyük bir bölümü toplanmış bulunmaktadır. Antik Dönem açısından eserleri;

Yine Servet SOMUNCUOĞLU’nun dediği gibi daha gidilemeyen birçok kaya resmi alanı vardır. Belirttiği bu alanlar Türk kaya resimlerinin izi olduğu ve araştırılmayı bekleyen ülkeler arasında Çin, Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan, İran ve Irak’taki kaya resimleri ve Türkiye’de yeni bulunan kaya resimlerinin

BETİKLER:  Sibirya’dan Anadolu’ya TAŞTAKİ TÜRKLER (From Siberia To Anatolia THE TURKS ON THE ROCK)

14


GENCAY derlenip, Güney Sibirya, Moğolistan, Kırgızistan, Kazakistan’daki ulaşılamayan yerlere de ulaşılmalı, ‘’Taştaki Türkler’’ betiğinin devamı niteliğinde bir eser sunulması gerekmektedir.

5. Anadolu’da yeni bulunan ‘’Tarihi Türk Abecesi’’yle yazılmış Türk yazıtlarının bir betikte toplanması ve Türk bilim dünyasına sunulup, okuma önerilerinin yapılması. 6. Türklere ait bir mezar geleneği olan Kurganların yerlerinin tespit edilmesi ve ‘’ Türk Kurganlar Atlası’’ yapılması ilerideki yapılacak kazı çalışmaları açısından yerlerinin bulunmasına kolaylık sağlayacaktır. 7. Türklere ait mezar yapılarının belirlenmesi ve Mezar Taşlarının sınıflandırılması. Kurgan, Balbal, Bengü Taşlar vb… 8. Etnografya eserlerinin bu bağlamlar içerisinde incelenmesi…

Kaya resimleri dışında, Türklerin kültür birikimi olan bu eserlerin bir bütünlük içinde toplanılması Türk bilim dünyasına ve konuya meraklı insanlarımıza sunmak boynumuzun borcu olduğuna inanmaktayım. Tabi ki bu saydıklarımı bir kişinin yapması asla mümkün değildir ancak birlik olunması sonucunda bunlarında üstesinden gelineceğine güvenim tamdır. Bu konularla ilgili içinde bulunduğum ‘’Genç Araştırmacılar’’ topluluğu olarak bir yerden başladığımızı da belirtmek isterim. Burada Servet SOMUNCUOĞLU’nun belirlediğim yarım kalan çalışmalarını ve yapılmasını dilediğim önerileri yazacağım. 1. Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı eserleri Türk bilim adamları farklı disiplinler arası araştırmayla genel hatlarını ortaya koymaları gerekmektedir. 2. Damgaların Göçü – Kurgan / Ankara Güdül Kaya Resimleri betiğinde belirttiği ‘’Karşılaştırmalı Anadolu Kaya Resimleri’’ adlı betik çalışmasının tamamlanması. 3. Yine aynı betikte belirttiği ‘’Tarihi Türk Alfabesinin Oluşumsal Süreci Üzerine Bir Deneme’’ adlı yazısını ‘’Göktürkler ve Orhun Anıtları’’ adlı eserinde yayınlayacağını da belirtmiş ve bu da yarım kalan eserler arasında kalmıştır. 4. Sürekli dile getirdiği ve Türk tarihi açısından önemini vurguladığı ‘’Türk Damgalar Sistemi’’nin oluşturulması.

Servet SOMUNCUOĞLU, TRT’deki Türkistan Gündemi programında kaya resimlerinin yorumlanmasında öncelikle şu konuya dikkat çekmektedir. ‘’Bugüne kadar kaya resimli alanlarda hep mistik yorumlarla geçiştirilmeye çalışıldı. Biz konuya nesnel ve somut olarak yaklaştık, yani o mistik yorumları efendim, yok göklere çıktı, yok uzaya kaçtı, yok bilmem ışık indi, bunlardan uzaklaştık ve alanları birbirleriyle karşılaştırırsak nereye varacağız dediğimizde, nesnel kriterlerle hiçbir şekilde duygusal davranmadan ortaya koyduğumuzda ne çıktı karşımıza; 15


GENCAY Baykal Gölü kıyılarından, Ankara Güdül’e kadar tanımlanmış tescillenmiş bir Türk kimliği ortaya çıkıyor.’’

bir bölümünü yaparak bizlere kalıcı eserler bıraktı. Geçmişteki Atalarımızın kayalara inanç adına çizmeye başladıkları ilk çizgi gibi bizde bu eksik kalan alanlarımızı tamamlamak için inançla çabalarsak büyük bir boşluğu doldurmuş olacağımızın inancındayım. Türkler dünyanın birçok kıtasında tarihin en eski çağlarından itibaren hep var olmuşlardır. Bu gerçeği belgeleriyle ortaya koymak özellikle içinde bulunduğumuz şu günlerde yakın ve uzak geleceğimiz açısından büyük önem taşımaktadır. Burada bize düşen görev ‘’elimizi taşın altına koymaktır…’’

Burada yazdıklarım kimilerince imkânsız olarak görülebilir ya da kim uğraşacak bu kadar işle de diyebilir. Ancak Servet SOMUNCUOĞLU inanmıştı ve işin büyük

16


GENCAY

17


GENCAY

AZİZ YUSUF YILMAZ ARAÇ İLE SÖYLEŞİ Banu KAPKINER Merhaba Yusuf Bey! Yusuf Yılmaz Araç kimdir? Servet SOMUNCUOĞLU ile olan dostluğunuz hakkında neler söylemek istersiniz?

İki kelime: Zekâ ve azim… Size Gallemit adlı eserinde de ‘Aziz’ unvanı ile hitap ediyor. Eserinde sık sık sizden bahsediyor ve bahsettiği üzere sizinle paylaşabileceği her şeyi paylaştığını söylüyor. Acaba bu kaya resmi alanlarıyla olan ilgisinden size ilk olarak hangi dönemde bahsetti ve nasıl söz açtı. O konuda neler diyebilirsiniz?

Teşekkür ediyorum. Öncelikle siz gençlerin Servet Somuncuoğlu’na teveccüh ve alakasının çok takdire şayan olduğunu belirtmek isterim. İsmim Yusuf Yılmaz Araç. Servet Somuncuoğlu ile 1975 yılında Sakarya Arifiye Öğretmen Okulu’nda tanışmıştık. Kırk yıla yaklaşan sarsılmaz dostluğumuz vardı. Şu an hayatta olsaydı dostluğumuz kırk yıla ulaşacaktı. Fakat takdir-i ilahi, kader böyleymiş, aramızdan erken ayrıldı. Onunla öğretmen lisesinde 1975 yılında başlayan dostluğumuz kesintisiz son nefesine kadar devam etti. Erzurum’daki yükseköğrenimi haricinde hep aynı şehirde bulunduk. Hemen hemen inkıtasız sürekli görüştük ve dolu dolu bir dostluk yaşadık. Onunla dost olmaktan çok mutluyum. Benim için çok büyük bir kazançtı. Aynı şekilde kaybı da çok büyük bir eksikliktir.

Aslında Aziz’in özel bir anlamı yok. Okuduğumuz, hoşlandığımız bir hikâyede geçen bir hitaptı. Tekrar tekrar okuduk, pek hoşumuza gitti. Ben ona Aziz diyorum o da bana Aziz diyordu, öylece kaldı. Başka bir manası yok. Gallemit kitabının girişinde; İstanbul gibi büyük, insanı yoran bir şehirde iş saatleri dışında buluşup günlük hayatın küçük keyifli yanlarını yakalamak için nefes aldığımız anlarda, çarşıda pazarda sağa sola bakınarak diğer insanlara normal geldiği halde bizim farklı yönlerini görebildiğimiz ve aynı bakış açısıyla bakabildiğimiz noktaları güzelce özetlemiş. Taşlara ilgisi, böyle gaipten gelen bir sese binaen veyahut rüyasında görerek doğmuş değil. Ama sanki çocukluğundan beri, belki doğduğunda, belki de yaratıldığı anda ona verilen kutlu bir görevdi. 2004 yılıydı sanırım, bir konferansa katılmıştı, Eski Türkler ile alakalı. Konu o günlerde bazı çevrelerde yeni yeni popüler hale geliyordu. Biraz ilim disiplini

Servet SOMUNCUOĞLU’nu iki kelime ile anlatsanız? 18


GENCAY dâhilinde, biraz ilim dışına taşarak, bazen de sulandırılarak gündeme getiriliyordu. Toplantıdan çıktıktan sonra Üsküdar’daki Yalı Kahvesi’nin önünde buluştuğumuzda; '’Bir başladılar Azizciğim. Bin yıl, iki bin yıl, üç bin yıl derken, her beş dakikada bir beş bin yıl gerilere gidiyor. Ben çıktığımda on beş bin yıl filandı. Herhalde şu an otuz bin yıla gelmişlerdir’’ diye espriyle karışık söyledi.

gezilerinden sonra, bu damgaların Anadolu coğrafyasında, özellikle Güdül’de olduğunu nasıl haber aldı? Güdül orijinal bir Servet Somuncuoğlu keşfidir. Kendisi de ifade ediyor. Bildiğim kadarıyla TRT Belgesel kanalında ‘Karlı Dağlardaki Sır’ belgeseli yayınlandıktan sonra internette bir yorum görüyor. Ankara’nın Güdül İlçesi Salihler Köyü’nden Cemil Söylemezoğlu adlı arkadaşımız yazmış. “Ey millet, bu resimlerden bizim köyde de var, haberiniz olsun.”

Espriyle karışık eleştirmekle beraber, toplantıda tanıştığı bir takım kişiler Kazakistan seyahati planlanmışlar ve bu seyahate Servet’in de katılmasını arzu etmişler. İlk, 2004 senesindeki o seyahat esnasında Türk Kaya Resimleri ve eski Türk Yazıtlarına ilgi duymaya başladı ve konunun el değmemiş bakir bir saha olduğunu fark etti. Bu alanda büyük bir boşluk olduğunu, Hüseyin Namık Orkun’un dev eseri Eski Türk Yazıtları haricinde kaynak bulunmadığını ve onun üzerine bir şey konulmadığını tespit etti. Bundan sonra hayatının tek gayesinin bu olması gerektiğine karar verdi ve kazandığı bütün tecrübenin, birikimin, bu odada gördüğünüz binlerce kitabın, almış olduğu eğitimin, malum iki üniversite bitirmiştir, sanki bunun için bir ön hazırlık olduğuna inandı.

O yorumu görünce Servet hemen oraya gitti. Zaten Servet’e bir ipucu yeter, kalanını kendisi çözer. Başta demiştim ya, azim ve zekâ. Cemil Beyle temasa geçiyor. Yine aynı konularla ilgili bir yurt seyahati dönüşünde köyü tekrar ziyaret ediyor ve buluşup birlikte kaya resmi alanlarına gidiyorlar. Cemil Beyin gösterdiği yer birinci alan. Daha sonra Cemil Beyin de önceden bilmediği ve daha sonraki araştırmalarda yine Cemil Bey tarafından ortaya çıkarılan birçok alana erişildi. Bu seyahatlerin üçüne katıldım, yol arkadaşı olarak. Çok keyifli yolculuklardı. Çok yorucuydu, fakat ondaki azim yorgunluğun üstesinden geliyordu. Ben üç saat yürüyünce yoruluyorsam, o dokuz saat yürüyordu ve yorulmuyordu. Sanırım on üç kere Güdül e gitti.

Şartlarını zorlayarak, Allah’ın yardımı ve ailesinin desteğiyle çok büyük işler başardı. Yaptığı işler ortada, biliniyor. Yarım kalan işleri de var, bunlara ailesi sahip çıkıyor, siz gençler takip ediyorsunuz, İnşallah onlar da kısa zamanda gün yüzüne çıkacaktır.

Güdül Türk Kaya Resimleri Sahası çok orijinal ve çok mühim bir Servet Somuncuoğlu keşfidir. Dünya literatürüne bu şekilde geçmesi gerekir. Bundan sonra elbette gündeme gelecek, üzerine kitaplar yazılacak, araştırmalar yapılacaktır. Temelini Servet Somuncuoğlu ve tabi ki Cemil Söylemezoğlu atmıştır. Namuslu ilim

Konumuzu Türkiye sınırları içerisine çekmek istiyorum. Dünyanın çeşitli yerlerine yaptığı bu araştırma 19


GENCAY camiası bu hakkı teslim edecektir. Bazen Güdül’den bahsedilip Servet Somuncuoğlu’nun zikredilmediğine, ihmal edildiğine şahit oluyoruz. Sanki önceden keşfedilmiş gibi davranılıyor. Bu haksızlıktır, en basitiyle ayıptır. Servet’in böyle bir iddiası, oralara adının yazılması gibi bir dileği olmadı ama sonuç olarak ortaya çıkarttığı eserler var. Damgaların Göçü belgeseli var. Bunları görmezden gelmek insafsızlıktır.

çimen olur, kuş olur, güzel bir yer olur. Orada tam manasıyla bozkır görüyorsunuz. Taş ve dikenden başka bir şey yok. Buna rağmen önce bizi, sonra konu ile alakalı birçok insanı oraya götürdü. İnandığı şeye tam manasıyla inanmak ve dolayısıyla muhatabını ikna edebilmek özellikleriyle bunları kamuoyuna tanıttı.

‘’Sen beklesen de zaman beklemez.’’ Sürekli bunu kendine hedef alıyor. Gündüz oturmamak, gece uyumamak gibi bir kaygısı var kaya resimleri için. Güdül’ü duyduğunda, Tanrı Dağları’na gitme fikrini duyduğunda nasıl bir heyecan içerisindeydi, anlatabilir misiniz?

Servet SOMUNCUOĞLU, kendisine nasıl bir yöntem seçmişti araştırmalarında?

İnsan hasretini çektiği sevgilisine kavuşmak için nasıl heyecan duyarsa, o da dağlara kavuşmak için aynı heyecanı duyardı. Güdül olsun, Tanrı Dağları olsun, Aladağlar olsun onun sevgilisi mesabesindeydi. Hakikaten büyük bir aşk ve şevkle bu heyecanı duyardı ve çevresine de duyururdu. Ben üç kere Güdül’e gittim. Normalde kendince keyif sahibi, hafta sonu kahvaltısını yapan, ayaklarını uzatıp televizyon seyreden, çok hızlı hareket etmeyen, kendi dünyamda yaşamayı seven biriyim. Beni üç kez Güdül’e götürebilmiş olması bunu nasıl bir aşk ve şevkle çevresine aşıladığını gösterir. Yine öğretmen okulundan arkadaşımız Cengiz Albayrak da vardı seyahatlerin birinde.

Servet Somuncuoğlu yedisinde cesurdu, ömrü vefa etseydi yetmişinde de cesur kalacaktı. Bu işler için zekâ ve azmin yanında cesaret de şart. Şöyle bir yöntem seçmişti; Türklüğün Türk olmayan bir şeyi Türk yapmak gibi bir şeye ihtiyacı yok. Zorla Türk yapamazsınız ama Türk ise de ona Türk demek lazımdır. Bizim sıkıntımız, günümüzde zaten insanlar Türkiye’de Türk'üm demeye korkar hale geldi. Herhalde araştırmacılar akademide göğsünü gere gere Türk kelimesini dile getiremiyor. Yabancılardan Türk demesini beklemek zaten beyhude... Onlar Türk kelimesini özellikle kullanmıyor, Ortadoğulu, Orta Asya halkı, Bozkır halkları diyorlar... Dolayısıyla, Türklerin bunları bulup ortaya koyması lazım…

Orası çok da cazip bir coğrafya değil açıkçası. Hani gittiğiniz yer orman olur ağaç görürsünüz, dere olur serinlersiniz, 20


GENCAY Son olarak neler demek istersiniz? Hem bize öğüt, hem Servet Somuncuoğlu’nu tanımak isteyenlere?

Servet Somuncuoğlu da inançları uğruna bir ömür harcamıştır. Kendini yıpratarak genç yaşında aramızdan ayrılmış, bu uğurda kendini feda etmiştir. Türklük yoluna baş koymuştur.

O korkusuz bir kahraman, tam manasıyla bir yiğitti. Günümüz kahramanları eline kılıç alıp Kürşad gibi kırk yiğitle Çin sarayını basamayabilir. Seyyid Ahmet Arvasî hocamız böyle söyler. Günümüzün kahramanları, inançlarını ve ideallerini son nefesine kadar yaşayabilen insanlardır.

Böyle kahraman bir arkadaşım olduğu için çok bahtiyarım, çok mutluyum. Sizlerle tanışmaktan, onun yolunda yürüyen, onun hatırasına sahip çıkan, ona vefa gösteren genç arkadaşlarla tanışmaktan çok çok mutluyum. Çok teşekkür ederim.

21


GENCAY

ANADOLUNUN TAM ORTASINDA BİR SERVET GÜDÜL KAYARESİMLERİ Emre SEVİNÇ Taştaki Türk’ü bizlere tanıtan Servet SOMUNCUOĞLU’na özlemle…

Türk kayaresimlerinin Anadolu coğrafyasındaki en önemli temsilcisi ise Ankara’nın Güdül ilçesine bağlı Salihler Köyü kırsalında olanlarıdır.

Türk kayaresimleri… Türk tarihinin bilinmeyen dönemlerine ışık tutacak bu belgeler Türk milletinin adımını attığı her coğrafyada karşımıza çıkmaktadır.

Türk Tarihinin Bilinmeyenlerini Aydınlatacak Keşif Güdül Kaya Resimleri

Kırgızistan’daki Saymalıtaş’tan Azerbaycan’daki Gobustan’a, Kazakistan Tamgalısay’dan Rusya’daki Lena Kayaresimleri’ne. Türk milletinin ayağını bastığı hemen her yerde karşımızdalar.

Kamuoyu ilk olarak 2011‘de bu kayaresimlerinin keşfedildiğinden haberdar oluyordu. Bölgenin kaşifi ise ömrünü Türk kayaresimlerine adamış cennetmekan Servet SOMUNCUOĞLU idi. Türk coğrafyalarında kayaresimlerinin peşine düşen ve bizlere sunan Servet SOMUNCUOĞLU bu defa Anadolu’nun tam ortasında çıkartıyordu kayaresimlerini karşımıza. Ortaya da ‘’Damgaların Göçü’’ adlı bir belgesel ve ‘’Damgaların Göçü – Kurgan’’ adlı bir albüm-kitap koyuyordu.

Hepsi bulundukları bölgelerin en yüksek yerlerinde. Hepsi dua-dilek, şükür, yuğ, kurban alanı. Çoğunun çevresinde kurganlar var. Hepsinde Türklere ait kayaresim motiflerini, yazıtları görebiliyoruz. Sözkonusu kayaresimlerinin Anadolu coğrafyasında da birçok örneği vardır. Kars Kağızman Camuşlu Köyü, Erzurum Karayazı Cunni Mağarası, Ordu Mesudiye Esatlı Köyü’nde bulunanlar ve daha niceleri… 22


GENCAY Salihler’deki Türk kayaresimlerini Servet SOMUNCUOĞLU’na haber eden Cemil SÖYLEMEZOĞLU şöyle anlatıyor bu keşif sürecini ‘’Damgaların Göçü’’ adlı belgeselde:

Türkler tarihin en eski çağlarından beri bölgedeydiler ve günümüzden 1000 yıl öncesine kadar hayatlarını, inançlarını, varlıklarını kayalara kazımışlardı. Türk Yazısı ile kazınmış eski Türkçe yazıtlar… Tarih kitaplarında ilk Türkçe yazılı belgeler 8. yüzyıl’daki Orhun Abideleri olarak gösterilir. Ancak Türk coğrafyaları Türkçe ve Türk Yazısı ile kazınmış küçük yazıtlarla doludur. Bu yazıtların örneklerini biz Güdül’de de görebiliyoruz. Bu buluntu bize Türk Yazısı’nın Orhun’dan çok ayrı bir coğrafyada ve Göktürk Devleti’nden yüzlerce yıl önce bile kullanıldığını gösteriyor.

”Ben dağlarda çok gezerim. Bu kaya resimlerini gördüm fakat ne işe yaradığını, kime ait olduğunu bilmiyordum. Bir gün köyümüzde televizyon seyrederken Karlı Dağlardaki Sır programını… Baktım ki bu, buna benzer resimlerin bizim köydeki resimlerin aynısı olduğunu -aşağı yukarıfarkettim. Daha sonra bu programın yapımcısı ve yönetmeni Servet Somuncuoğlu’nu haber verdim. İrtibatlaştık, köyümüze geldi. Bu resimleri inceledi. Baktı ki bu resimlerin Orta Asya’daki resimlerin aynısı olduğunu söyledi.”

Türk tipi mezar alanları da var Güdül’de. Biz kurgan diyoruz bu mezarlara. Bu mezarlar hemen kayaresimlerinin yanı başındalar. Güdül Kayaresimleri’nin anahtarı durumundalar. Bu kurganlar arkeologlar tarafından açıldığında bölgenin kesin yaşı, kime ait olduğu, bu resimleri kimlerin-niye kazıdığı kesin bir şekilde ortaya çıkacak ve bilimadamlarının önüne koyulabilecek.

Neler yoktu ki Güdül’de? Türk tarihinin en eski çağlarına ışık tutacak dövme yöntemi ile kazınmış resimler… Bunlar gerek Orta Asya’daki gerekse Anadolu’daki örnekleri ile mukayese edildiğinde Güdül’deki Türk kayaresimlerini milattan önce 3000 yıllarına kadar geri götürebiliyordu.

Çeşitli Türk boylarına ait damgalar… Bu damgalar bize bu coğrafyada bir kültürel sürekliliğin olduğunu gösteriyordu. 23


GENCAY Eski Türk inancına ait motifler. Burası aynı zamanda bir dua alanı, ibadet, şükür, kurban alanı. Bölgede bu etkinliklerde bulunan halk inancını taşlara kazımayı da unutmamış.

SOMUNCUOĞLU’na haber SÖYLEMEZOĞLU idi.

eden

Cemil

Cemil ağabey konuşmasında genel olarak Güdül Kayaresimleri’nin keşif sürecini anlatıyor ve Servet hocamız ile olan güzel anılarından bahsediyordu. Son olarak da müjdeli bir haber veriyor, Güdül Kayaresimleri’nin olduğu bölgede kayaresimleri ile dolu 2 kayalık daha bulduğunu söylüyor ve araştırmacıları Güdül’e davet ediyordu.

Türk dünyası Servet’ini kaybetti… 6 Ağustos 2013 günü acı bir sabaha uyanıyorduk. Ömrünü Taştaki Türkler’e adamış, bu konuda kitaplar yayınlayıp TRT ekranlarında önemli belgesellere imza atmış bir değer, Servet SOMUNCUOĞLU’nu kaybettiğimizin haberiydi bu.

Bölgeyi Tanıyalım Güdül, Ankara’nın 80 kilometre batısında komşu ilçeleri Ayaş ve Beypazarı gibi şehir ile iç içe bir ilçesi. Kirmir Çayı’nın beslediği bölge tarihte değişik medeniyetlerin uğrak yeri olmuştur. Tarih öncesi çağlardan bu yana yerleşim alan bölge Selçuklular’ın Anadolu’ya girmesi ile bu ismi almıştır. Salihler Köyü’ndeki Türk medeniyeti ürünlerinin varlığı ise Selçuklular’ın atalarının da burada at koşturduğunu göstermektedir.

Güdül Kayaresimleri’nin de kaşifi olan Servet SOMUNCUOĞLU’nun kaybı başta Türkoloji dünyası olmak üzere toplumun her kademesinde büyük üzüntüye yol açmıştı. Ömrünü Türk’lüğe adayan Servet SOMUNCUOĞLU’nu Türk milleti unutmamış ve ardından ağıtlar yakmış, şiirler yazmış, çeşitli etkinlikler düzenlemişti. Bu etkinliklerden biri de Avrasya Yazarlar Birliği’nin Ankara’da düzenlediği Servet SOMUNCUOĞLU’nu anma programı idi. Bu programda Servet SOMUNCUOĞLU’nun dostları ve çalışma arkadaşları söz alıyor, onu anlatıyorlardı. Söz alanlardan birisi de Güdül Kayaresimleri’ni Servet

Salihler ise bu ilçenin yaklaşık 210 hanelik bir köyü. Köyün içinde ve yakınında çeşitli medeniyetlere ait yerleşim kalıntıları bulunmaktadır. Köy halkının bizlere olan 24


GENCAY ilgisine de burada teşekkür etmeden geçemeyeceğim.

Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önceden bölgeleri taramış ve bulduğu alanlara bazı işaret taşları koymuş, bize fotoğraflamamız için hazırlamıştı. ‘’Servet SOMUNCUOĞLU’nun bıraktığı yerden’’ sloganı ile çıktığımız bu yol 3 adet yeni kayaresim alanı bulmamızı sağlayacaktı.

Cemil SÖYLEMEZOĞLU, Ankara Üniversitesi Veterinelik Fakültesi’nde memur olarak görev yapıyor. Haftasonları ise soluğu köyünde alıyor. Güdül Kayaresimleri’nin keşfinden sonra kendisini bu resimlere adamış durumda. Sürekli bölgede alan araştırmaları yapıyor ve yeni kayaresimleri bulmaya çalışıyor. Güdül Kayaresimleri tarihin derinliklerinden Türklere bir ışık olarak karşımızda. İçerisinde bulundurduğu kurganlar, yazıtlar, dini motifler ile Orta Asya Türk kültürünün Anadolu’da büyük bir örneği. Üzerinde geniş çaplı bir araştırma yapıldığında bilimsel kabul edilmiş ve Türk medeniyetinin değerlerini yok sayan bir sürü bilgiyi çürütecek bir alan.

Biz bu alanlardan ilkine cennetmekan hocamızı da hatırlayarak Servetin Kaya, ikincisine Karkın Yatağı, üçüncüsüne de Çığlıktepe adını verdik. Bulduğumuz bu alanlar özellikle yazıtlar ve küçük panoları içermesi nedeniyle önemli alanlardı. Ayrıca bu gezi küçük de olsa Servet hocamızın çalışmalarının devamı niteliğinde bir geziydi ve bu bize gurur veriyordu.

Düştük Güdül Yoluna Cemil SÖYLEMEZOĞLU’nun davetine yaklaşık 1 sene sonra Melike HİSAR, Sercan GÜVENÇ ve Hüseyin İSKENDER gibi genç araştırmacı arkadaşlarımızla karşılık verdik ve düştük Güdül yoluna.

Şimdi, binlerce yıl önce atalarımızca kayalara kazınmış resimlere, yazıtlara, damgalara ilk defa dokunmanın hissini, heyecanını sizlere aktarmaya çalışacağız. Servet SOMUNCUOĞLU’nun yerden…

bıraktığı

8 Ağustos günü sabahı Ankara’dan Güdül’e yolculuğumuzla başlıyor araştırma gezimiz. Cemil SÖYLEMEZOĞLU karşılıyor bizleri güler yüzü ile. Hedefimiz Güdül’deki görmek. Bu, 3 gün 25

tüm alanları hiç durmadan


GENCAY yürümemize neden olacak. Ancak karşılığında aldığımız haz tüm yorgunlukları unutturacak türden. Başlıyoruz serüvenimize…

‘’Ançı’nın Yazıtı’’ önerisi şöyle:

hakkındaki

okuma

Ses karşılığı: Seş, ançı i, al enç enci bugug! Günümüz Türkçesiyle: Kurtar Avcı’yı ey, kabul et huzur mülkü geyiği

İçimizde atalarımızın bize bıraktığı mirasa, kayaresimlerine ulaşacak olmanın heyecanı var. Salihler Köyü halkı oldukça misafirperver. Cemil ağabey yolda tarlalarda durup bize taze kavun, karpuz ikram ediyor. Böylece devam ediyoruz yolumuza.

Servetinkaya’nın Keşfi Deliklikaya’dan sonra bilinmez bir yola giriyor serüvenimiz. Cemil ağabey yeni kayaresimleri keşfedebileceğimizi söyleyerek ayrı bir yere götürüyor bizleri. Sözleşiyoruz Cemil ağabey ile, eğer önemli bir kayaresim alanı bulursak Servet hocanın adını vereceğiz. Bu şevkle aşıyoruz tepeleri. Cemil SÖYLEMEZOĞLU daha önce bölgeyi karış karış gezmiş ve bulduğu yerlere işaret taşları koymuştu. Bu taşlar işimizi kolaylaştırıyordu. Bir-iki hayal kırıklığının ardından hedefimiz ulaşıyoruz. İlk gördüğümüz resim boynuzları hayat ağacına benzetilmiş güzel bir geyik çizimi.

İlk durağımız Yandaklıdere Alanı. Burada Oğuz boylarına ait damgalar da var en eski dönem Türk kayaresimleri de. Bu bize bölgedeki kültürel sürekliliğin ne denli geniş olduğunu gösteriyor. Yandaklıdere’den sonra yolculuk Deliklikaya’ya. Bu tarih abidesi de oldukça zengin bir alan. Hemen karşısında, vadide bulunan kurganlar burayı daha da değerli kılıyor. Birçok da yazıt var burada. Antalya’da tıp doktoru olan ve Türk yazıtları üzerine derin araştırmaları bulunan Cengiz SALTAOĞLU’nun buradaki

Kayalık sıra sıra resimlerle dolu. Ben, Cemil ağabey ve Hüseyin İSKENDER resimleri tespit ederken Melike HİSAR ve Sercan GÜVENÇ hemen ardımızdan fotoğraflıyor. 26


GENCAY Gözlerimi gökyüzüne diktiğimde hilal ile yıldızın rüzgarın fısıltısında dansını farkediyorum. Ve şu dizeler geliyor hatırıma. -Ay’lı gecelerin şavkı vurduğunda dağlara, -Yakarırlardı, yalvarırlardı inançları adına. -Onlar Güneş’e yürüyen Gök Tanrı’nın çocuklarıydı, -Ve taşlara kazıdılar inançlarını. …

El değmemiş bir hazineye ulaşıyorduk. Onlar bizi kaç bin yıldır bekliyordu, bizi görünce ne kadar sevindiler, kim bilir? Cemil ağabey ‘’işte Servetinkaya’yı bulduk’’ diye naralar atıyor. Belki binlerce yıl önce atalarımızca çizilmiş kayaresimlerine bilinçlice ilk defa bizler dokunuyoruz. Bunun sevinci ve gururu paha biçilemez. Servet hocamız anısına bir de anıt taş dikiyoruz hemen Servetinkaya’nın üst yanına. Mekanı cennet olsun duaları ile beraber.

Ata ruhların huzuruna yolculuk… Araştırma gezimizin ikinci günü… Çan seslerinin eşliğinde çobanların sesiyle uyanıyorum yeni bir Güdül sabahına. Bugün buradaki kayaresimlerinin asıl kaynağına gideceğiz. Yolculuğumuz Salihler Köyü ve Adalıkuzu Köyü arasında kalan Düdük Dağı’na. Burası bölgenin en zengin alanı. Salihler Köyü’nden yaklaşık 45 dakikalık traktör yolculuğunun ardından ulaşıyoruz.

Kayalığın adını tam olarak vermemiz uzun sürüyor. Ortaya Servet Kaya, Servet Taş, Servetin Kaya gibi isimler atılıyor. Ad için son kararı köyde vermek için düşüyoruz dönüş yoluna. Köyde, Salihler Köyü halkının hoş sohbeti ile karşılaşıyoruz yine. Köy kahvesinde sıcak çaylarımızı yudumlarken sohbet Servet hocamıza geliyor. Salihler halkı hala dualarla, tebessümlerle anıyor onu. Yapılan konuşmalar sonucu köy halkı kayalığa ‘’Servetinkaya’’ adını veriyor.

Bölgenin kâşifi Servet SOMUNCUOĞLU… İki lafımızdan biri ona geliyor burada. Güdül Kayaresimleri’nin her karışında hocamızın payı var. Kağan Kurganı’nda onu yad ederek başlıyor yolculuğumuz.

Artık içim rahat. Servet SOMUNCUOĞLU’nun adı keşfettiği bölgede bir kayalığa verilmişti. Onlar sohbetlerine devam ederken ben hayallere dalıyorum. 27


GENCAY Bu kurganı ben hep Güdül Kayaresimleri’nin anahtarı olarak değerlendirmişimdir. Buradan çıkacak buluntular bize büyük olasılık bölge hakkında net bir tarihlendirme sağlayacak. Bu da Anadolu tarihinin Türk milleti merkezli olarak değişmesi anlamında.

Misafirlerimiz de var burada. Çoban Dursun ağabey eşeğinin üzerinde, keçi sürüsü ile geliyor yanıbaşımıza. Bir anda her yeri dolduruyor güzel oğlaklar. Dursun ağabey bir yandan yaramaz oğlaklarla uğraşırken bir yandan da kara demliği ile çay demliyor bizlere. Dağda içtiğimiz bu çayın keyfi bir ayrı oluyor bizler için.

Görev arkeologlara düşüyor tabi… Bazı çalışmalar yapılmamış değil ama henüz bir sonuç alınamamış durumda. Büyük bir ekip hazırlanıp kurganlar merkezli bütün bölgeyi kapsayan bir çalışma gerekiyor. Bu tarihimize ve atalarımıza borcumuz. Hem de hemen ödememiz gereken bir borç.

Orhun Yazıtları’na ilk ne zaman dokunacağımı düşünür dururum hep. Dokunduğumda ne denli heyecanlı olacağım kim bilir? Kağan Panosu’nda, ‘’İşte diyorum, işte o heyecan, bu heyecan gibi olmalı’’. Bu kayaresimlerine dokununca insan ata ruhlarımızı yanında hissediyor. Türklük’ün binlerce yıllık heyecanını vücudunda hissediyor. İçinde çığlıklar atıp, dışında sessiz kalmaktan başka bir şey yapamıyor. Dünya duruyor sanki..! İsteksizce veda ediyorum Kağan Panosu’na.

Kurgan’dan sonra yaklaşık 2 km’lik bir yürüyüşten sonra Asmalıyatak’ta meşhur Kayı Boyu Damgası’na ulaşıyoruz. Haşmetli Osmanlı’nın damgası bizlere hoş geldiniz diyor. Kayı Damgası’nın ardından yol bizi hep kayaresimlerine götürüyor. İnci gibi sıralanıyor kayaresimleri önümüzde. Kağan Panosu’nda eşyalarımızı koyup soluklanıyoruz. Kağan Panosu buradaki en değerli kaya. Bu kayanın üzerindeki resimlerin çoğu birbiri ile ilintili. Yani hepsi aynı şeyi anlatıyor gibi. Tam bunları düşünürken vadinin diğer yamacındaki Kağan Kurganı’na ilişiyor gözlerim. Bu kaya ile kurganın büyük olasılık birbiri ile ilişkisi var…

Kağan Panosu’ndan sonra da yol kayaresimleri ile dolu yine. Burada kayaresimlerine doyuyoruz diyebilirim. 28


GENCAY Düdük Dağı’ndaki kayaresimlerini Satoğlu adlı bölgeye bağlayan tarihi surların kıyısından geçiyoruz. Burada bazı kurganlar var. Kültürel soykırıma uğramış kurganlar. Definecilerin uğrak yolu olmuş burası. Yetkililerin acil önlem alması gerekiyor.

Yıkılankaya bu günün son durağı. Zaten gün de batmak üzere. Geri dönüş yolu bizi bekliyor. Traktöre ulaşana kadar hava kararıyor. Yolda Cemil ağabey bize şarkı söylerken biz de sadece Ay’ın ışıttığı aracımızda ertesi günün hayallerini kurmaya başlıyoruz.

Burada fazla kalamıyoruz. Gün bitmek üzere. Satoğlu Kayası’na yöneliyoruz. Satoğlu’nda diğer alanlara göre çok farklı çizimler var. Burada kam çizimleri en çok göze çarpan motifler. Özellikle ‘’Ata Binen Kam’’ motifi çok ilgimizi çekiyor.

Kadim geçmişimize -geri dönüş sözü vererek- veda…

Satoğlu’ndan sonra yolculuğumuz Yıkılankaya’ya. Buraya ulaşmak için derin bir vadiyi aşmak ve karşımıza çıkan tepenin zirvesine ulaşmamız gerekiyor. Bu uğurda Oduncu Geçidi imdadımıza yetişiyor. Tepeye çıkmamız bu geçit sayesinde oldukça kolaylaşıyor.

Bugün Güdül’deki son günümüz. Biraz da erken uyanıyoruz bu sabah. Köy halkı ile sohbet etme fırsatı veriyor bu bizlere. Onların bize, kayaresimlerine ve Servet hocamıza olan ilgileri hoşnut ediyor bizi. Köy meydanında edilen kahvaltıdan sonra Cemil ağabeyin evine geçiyoruz. Burada da bir kahvaltı bekliyor bizleri. Salihler Köyü’nde misafir olmak oldukça güzel.

Ve bugünkü son durağımız Yıkılankaya’dayız. Yıkılankaya’da bilinen doğruları değiştirecek tipten kayaresimleri var. Servet SOMUNCUOĞLU buradaki resimlerin yapılma tarzı olarak en eski resimlerden olduğunu vurguluyor. Ayrıca genel olarak kayaresimleri doğu yönüne bakarken buradakilerin çoğu güney ve batı tarafına bakıyor. Bu gizemin çözülmesi için bilimadamlarımızın üzerinde düşünmesi gerekiyor.

Düşüyoruz yollara. Bugün işimiz biraz daha az olsa da yolumuz oldukça çetin. Önce traktörümüz zorlanıyor taşlık yolda. Sonra bizim zorlu yolculuğumuz başlıyor dağların yamaçlarında. Cemil ağabeyin daha önceden koyduğu işaret taşları yine yolumuzu belirliyor. Zorlu bir yolculuk ve köşe bucak 29


GENCAY denetlenen taşlar… Amacımıza da ulaşıyoruz. İlk bulduğumuz alan Çığlıktepe. Burada güzel kayaresimlerinin yanında bir çember içerisine dizilmiş Türk harfleri ile karşılaşıyoruz. Bu oldukça heyecanlandırıyor beni…

Güdül’deki yazıtlar meselesine ayrı bir parantez açmak yararlı olacaktır. Burada Türk Yazısı ile kazınmış onlarca yazıt mevcut. Yazı, kayalara duyguların işlenme sürecinin son aşaması. Gezimiz sürecinde bulduğumuz yazıtların, teker teker fotoğraflarına ve Cengiz SALTAOĞLU tarafından yapılan okuma önerilerine, Atokyay Yayınlarının desteği ile çıkan Yazıtlar Dergisi’nde ulaşabileceksiniz.

Hızla devam ediyoruz yolumuza. Kargın Yatağı adlı bölgeye yolculuğumuz. Ancak geçtiğimiz yol oldukça taşlık ve tehlikeli. Buradaki resimleri fotoğraflamak da oldukça zor.

Cengiz SALTAOĞLU Antalya’da bir tıp doktoru. Ancak yaşamını Türk yazıtlarına adamış durumda. Yazıtlar Dergisi’nin ilk iki sayısında, Türkiye’nin belli başlı şehirlerindeki, özellikle de Güdül’deki Türk yazıtlarını okuyucunun önüne sermişti. Yazıtlar konusunu daha detaylı anlatmak üzere, kalemi Cengiz hocaya bırakıyorum:

Kargın Yatağı, Güdül’ün en zengin 2-3 alanından biri. Dağ keçilerinden geyiklere, Türk-Oğuz damgalarından dini motiflere… Kayaresim alanlarımızda bulunan birçok öğeyi burada bulabiliyoruz.

Ankara Güdül Salihler Köyü çevresi kaya resimleri ve yazıtlar alanı Türklüğün bir düş ülkesi. Değerini bilip anlayabilecek her Türk için Anadolu’nun orta yerinde ikinci bir Ötüken. “Ne mutlu Türküm diyene!” Böyle haykırmak geliyor kişinin içinden,

Çok önemli bir de yazıt var burada. Onun da fotoğraflanması oldukça zor oluyor bizim için. Tehlikeli de olsa başarıyoruz bunu. 30


GENCAY alanı gezip Türk’ün bu eşsiz tarih ve kültür hazinesine yüz sürünce. Selçuklu’dan yüzyıllar önce girip oturarak Anadolu’nun yerlisi durumuna gelmiş ataların eski gelenek ve inanışlarından bizlere bırakmış oldukları arı duru ve övünç verici bir miras. Kaya resimleri ve her birisi birer dil anıtı onlarca oyma yazılı (runik) yazıt. Üzerlerine damgaları vurulmuş, Türk’ün açık imzası atılmış. Günümüz dünyası için şaşırtıcı bir gerçeklik.

Ve her güzel şey gibi bu yolculuk da sona eriyor. Hiç mütevazi olmayacağım. Ben ve arkadaşlarım Servet hocadan sonra araştırmacıların pek de ilgi duymadığı bu bölgede yeni alanlar bulmanın, araştırma yapmanın gururunu yaşıyoruz ve önemli bir çalışmaya imza atıyoruz. Övüncümüz bol, Tanrı’ya şükrediyoruz…

Özellikle yazıtlar dikkat çekici. Türk oyma yazısının her iki ana değişkesi, Doğu ve Batı Türk oyma yazısı için hemen hemen eşit ve çok sayıda örnek var alanda; tam bir konu ve içerik birliği içinde. Hemen hepsi adak yazıtları; hastalıktan kurtarması ve iyileştirmesi için veya av uzatıp doyurması ve başarılı bir av için Tanrı’ya arı dilli yakarışlar. Yazıtlarda geçen adak hayvanları keçi ve at. Avcılarsa, keçi veya geyik göndermesini istiyor Tanrı’dan. İslamlık öncesi Eski Türk inanışları çerçevesinde insanların gidip adak adayarak Tanrı’ya yakardıkları, dilekleri için ona armağan sundukları kutsal bir ziyaret alanı burası.

Dönüş yolu oldukça zor oluyor bizim için. Heyecanla başladığımız bu bilinmez yolun isteksizce sonuna geliyoruz. Tamamen gönüllü ve öğrenci harçlıkları ile yaptığımız bu çalışmayı tabi ki Güdül Kayaresimleri’nin kaşifi Servet hocamıza adıyoruz ve onu yad ederek Güdül’e veda ediyoruz. Şubat Ayı Araştırma Gezimiz

Bizim yazıtlar üzerindeki çalışmalarımız sürüyor. Daha önce, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi’nde, 2012 yılı boyunca her ay, “Anadolu Türk Oyma (Runik) Yazıtları” üstbaşlıklı bir makale dizisiyle kamuoyuna sunmuştuk bu yazıtların bir bölümünü. Şimdiyse, Atokyay Yayınları’ndan, kendi çıkarmakta olduğumuz, dil, tarih, kültür araştırmaları dergisi YAZITLAR ile, Selçuklu öncesi Anadolu Türk varlığının belgeleri olan bu yazıtları kamuoyuyla paylaşmayı sürdürüyoruz. (…)

Ağustos’ta yaptığımız ve yukarıda anlattığım araştırma gezimizden yaklaşık 1 ay sonra Cemil ağabeyin telefonla aramasından sonra Genç Araştırmacılar’a Güdül yolu tekrar göründü. Çünkü telefonda Cemil SÖYLEMEZOĞLU, yeni 3 alan daha keşfettiğini söylüyordu. İçimize düşmüştü bir kere ateş. Gitmeden yapamazdık. Arkadaşlarımızla yaptığımız kararlaştırmalardan sonra 7 Şubat 2015’te 31


GENCAY karar kıldık ve bu tarihi beklemeye başladık.

karşılıyor. Bunun heyecanı ile şevkleniyoruz ve devam ediyoruz yolumuza.

7 Şubat’ta arkadaşlarımızla Ankara’da buluştuktan sonra düştük Güdül yoluna… Arkeoloji öğrencisi arkadaşlarımız Sefa Miraç DEMİRCİ ve Hakkı YILDIRIM, Türk Dili ve Edebiyatı öğrencileri Banu KAPKINER ve Yaşar KESKİN, Sanat Tarihi öğrencisi Birce YAZICI ve fotoğrafçı arkadaşımız Sercan GÜVENÇ ile Cemil SÖYLEMEZOĞLU’nun rehberliğinde çıkıyoruz dağların doruklarına.

Her alanda olduğu gibi burada da bizleri keçi, hayat ağacı, atlı savaşçı motifleri selamlıyor. Biz önden kayaresimlerini tespit edip hemen arkamızda onları fotoğraflayan Sercan GÜVENÇ arkadaşımıza gösteriyoruz. Böylece daha bir hızlı hareket ediyoruz. Kartalkaya-B ise en güzel örneğini Asmalıyatak’ta Kağan Panosu olarak gördüğümüz birbirinin tamamlayıcısı nitelikte kayaresimlerinden oluşan panolar var.

Bu gezimizde fotoğraflayacağımız alanlar zor coğrafyalarda olmamasına rağmen Şubat ayının verdiği soğuk şartlar bizi oldukça zorluyor. Ancak günün sonunda fotoğrafladığımız 3 adet yeni alan her türlü zorluğu geride bırakmamızı sağlıyor. Araştırma gezimizde belgelediğimiz alanlar Kartalkaya A, Kartalkaya B ve Yanlızkaya. Daha önce Servet SOMUNCUOĞLU tarafından bazı kısımları keşfedilmiş olan Düdük Dağı üzerindeki alanların devamı niteliğinde. Alanlara yönelmeden önce hem bir soluklanmak hem de manzaranın keyfini çıkarmak amacıyla Kirmir Çayı’nı da gören bir tepede duraklıyoruz.

Son alan ise Yalnızkaya... Bu alan Düdük Dağı boyunca sıralanan kayaresim alanlarının belki de en sonunda.

Görülecek ilk alan Kartalkaya-A alanı. Kartalkaya-A alanında bizi bir yazıt 32


GENCAY yorgunluğumuzu unutturdu. Hava kararmış ve gökyüzünde yıldızlar bize göz kırpıyordu. Onları izleyerek yeni hayallere daldık. Yeni çalışmalarda buluşmak umuduyla... GÜDÜL KAYARESİM KAYARESİM ALANLARI:

BÖLGESİ’NDEKİ

Asmalıyatak Kabaoyuk Satoğlu Kartalkaya-A Kartalkaya-B Yalnızkaya Yıkılankaya Gölgelidere Deliklikaya Servetinkaya Yandaklıdere Karkınyatağı Çığlıktepe Gabatepe Karacaören

Düdük Dağı'nda meşhur Kayı Damgası ile başlayan kayaresimleri sırası Asmalıyatak, Kabaoyuk, Satoğlu, Kartalkaya-A ve Kartalkaya-B'ye uğradıktan sonra Yalnızkaya'da son buluyor. Yıkılan Kaya ise, Kartalkaya A ve B'nin hemen karşı yamacında bulunuyor. Yalnızkaya’daki fotoğraflamızı da bitirdikten sonra her araştırmamızda olduğu gibi burada da Servet hoca anısınabir anıt taş dikiyoruz... Dualarımızı ona yöneltiyoruz. Dönüş yolu için traktöre bindiğimizde bir şeyler yapmış olmanın hazzı

33


GENCAY

CENGİZ SALTAOĞLU İLE SÖYLEŞİ-GÜDÜL KAYA RESİM BÖLGESİ TÜRKÇE YAZITLAR Yaşar KESKİN Sevgili Cengiz SALTAOĞLU öncelikle söyleşi önerimizi kabul ettiğiniz ve Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanındaki yazıtlar üzerine yaptığınız çalışmalar için Genç Araştırmacılar adına saygılarımızı sunarım.  Söyleşimize başlamadan okuyucularımız için bize kendinizi tanıtabilir misiniz?

kısa bir yazıt bulmuş olduğunu ve bir akademisyenin yazıt üzerinde çalışmakta olduğunu ancak henüz okunamamış bulunduğunu okudum. Daha öncesinde Somuncuoğlu’nun adını hiç duymamıştım. Alışılmadık bir haberdi, çok şaşırmış ve heyecanlanmıştım. Acaba yazıtla ilgili ek bilgi ya da belki bir fotoğraf bulur muyum umuduyla hemen Genelağı taradım. Şansımdan, Servet Bey, yazıtın fotoğrafını kendisinin başka birçok fotoğrafçılık çalışmalarıyla birlikte bir ağyerine koymuş. Oradan hemen satın alıp indirdim. İnanılır gibi değildi, gerçekten de Eski Türk oyma yazısıyla yazılmıştı. Hemen bir okuma denemesi yaptım. Acaba bunu Servet Bey’e nasıl göstersem diye düşünürken, aklıma, yazıtla ilgili bir ağyeri yapıp adresini de ona göndermek geldi. Öyle yaptım ve böylece tanışmış olduk. Okuma önerisine çok sevindi. Yazıtı bulduğundan beri neredeyse bir yıldır okunmasını beklediğini ama o ana dek henüz başka bir okuma önerisi gelmemiş olduğunu söyledi. Servet Bey’le tanışıncaya dek kaya resimleri konusundan pek bir haberim ve bilgim yoktu. Daha doğrusu, ilgi alanımda değildi. Onunla birlikte, Eski Türklerin bir kaya resimleri geleneği olduğunu ve kaya resmi alanlarının çoğunda da oyma yazıtlar bulunduğunu öğrenmiş oldum. Asya’daki araştırma gezilerinde birçok kaya resmi alanında çalışmış ve oyma yazıtlar fotoğraflamıştı. Daha da ilginci ve önemlisi, benzerlerini Anadolu’da da

önce kısaca

1965, Amasya doğumluyum. Antalya Kemer Devlet Hastanesi Acil Polikliniğinde doktor olarak çalışıyorum.  Ankara-Güdül Kaya Resimleri, Yazıtları ve Servet SOMUNCUOĞLU ile ilk tanışmanızla başlayabilir miyiz? Servet Bey’le ilk tanışmamız 2006 yılında bir rastlantı sonucu oldu. Bu tarihten önce de Eski Türkçe ve Eski Türk oyma (runik) yazıtları üzerinde kendi kendime öğrenim çalışmalarım vardı. Konuyla ilgili önde gelen yerli, yabancı bilimsel kaynakların çoğunu edinmiştim. Eski ve Orta Türkçenin sözvarlığını araştırıyordum. Asya’daki bilinen yazıtlarımızın bir bölümünü incelemiştim. Okuma kuralları ve yöntemlerini belli bir ölçüde biliyordum. Bir gün Yeniçağ gazetesinde, Aslan Bulut’un bir köşe yazısında, TRT televizyonunda yapımcı-yönetmen ve araştırmacı Servet Somuncuoğlu’nun, Türkiye’deki bir araştırmasında Ordu’nun Mesudiye ilçesi Esatlı köyündeki bir kaya resimleri alanında Göktük harfleriyle yazılı 34


GENCAY bulmuştu. Onunla tanışmamızdan bir yıl denli sonra bana Ankara Güdül Salihler köyü çevresindeki bir kaya resmi alanında bulmuş olduğu iki oyma (runik) yazıtın fotoğraflarını gönderip bir bakmamı rica etti. Şaşkınlığım ve heyecanım sürüyordu. Okuma önerilerimi kendisine ilettim. Bana, iki yazıtı da altı ay önce yurtiçi ve yurtdışında birkaç uzmana göndermiş olduğunu ama bir sonuç gelmemiş olduğunu anlattı. Söylediğine göre, Rusya’dan, alanın önde gelen uzmanlarından biri olan Dmitri Vasilyev yazıtların Türk oyma yazısıyla yazılı olduğunu doğrulamış fakat bir okuma önerisinde bulunmamış. Servet Bey Ankara Güdül’deki kaya resmi alanlarıyla ilgili bir belgesel hazırlığı içindeydi ve oradaki Eski Türk oyma yazıtlarından hiç olmazsa bir iki tanesini okuma önerileriyle birlikte belgeselde vermek istiyordu. Böylece, görüş ve savlarının daha somut bir temele oturacağını düşünüyordu. Başvurmuş olduğu çevrelerden benimkilerden başka okuma önerisi yoktu, ayrıca, benim okuma önerilerime bir karşıçıkış da yoktu. O yüzden, Ankara Güdül’de çekeceği “Damgaların Göçü” belgeseline yazıtlar konusunda danışman olarak katılmamı istedi.

Bu zorunlu değil ama “yazıt” deyince, akla ilk önce “eskilik” geliyor. Bu bağlamda genellikle, çoktan unutulmuş ya da artık kullanılmayan, belki bilinen, belki de bilin(e)meyen bir yazıyla, abeceyle çoğunlukla taş, kaya gibi zamanın aşındırmasına dayanıklı gereçler ya da anıtsal yapı ve nesneler üzerine yazılmış, kazınmış, çiziktirilmiş, herhangi bir içerikteki her türlü yazı. Tek tek harfler ya da yazı imleri olabileceği gibi, çok kısa ya da uzun satırlar, hatta büyük oylumlu metinler de olabilir. Tek bir kişi adı ya da “Ben falanca, bunu ben yazdım.” gibi pek bir anlam taşımayan metinlerden, Orhun Yazıtları gibi, tarihin belli bir dönemine ışık tutabilen, bir ulusun en değerli tarihsel-kültürel varlıklarından biri olabilecek görkemli metinlere dek, her türlü içerikte olabilir. İçeriği ne olursa olsun, en anlamsız yazıtlar bile, hele de çok eskiyseler ve hatta henüz okunamamış dahi olsalar, birer belgedir. “Önemsiz” bir yazıt yoktur diye düşünüyorum.  Yazıt okuma ilginiz, onlarla olan bağınız nasıl başladı? Eski Türkçe ve Eski Türk yazısı, yazıtları orta öğrenim dönemimden beri hep ilgimi çeken ve ilgilendiğim bir konu olmuştur. Ciddi olarak ilgilenmeye ve üzerinde çalışmaya ise, hekimlik mesleğine girdikten sonraki yıllarda çok sevdiğim bir yan uğraşı alanı olarak başladım. Zamanla bilgi birikimim artınca, konuya daha derinlemesine girmeye karar verdim. Sonra karşıma Servet Somuncuoğlu ve Anadolu Eski Türk oyma yazıtları çıktı ve bu uğraşı bugün de süregiden çalışmalarıma dek geldi.

 Yazıtlarla ilgili söyleşimize başlamadan önce Yazıt nedir? 35


GENCAY Yazıtların konu bakımından genel özellikleri nelerdir, anlatabilir misiniz?

 2014 yılının Ağustos ayında Genç Araştırmacılar tarafından yeni bulunan Karkın Yatağı, Çığlık Tepe ve Servetinkaya alanları söz konusu, siz de buralarda araştırma yaptınız. Yazıtlar açısından bu bölgeler hakkındaki durum nedir?

Ankara Güdül kaya resimleri alanındaki yazıtlar, yine öteki Türk kaya resmi alanlarının hepsinde de olduğu gibi, genel olarak adak-dilek yazıtları ve av yakarışları. Türk kaya resmi alanları geçmişte Türk Tengri dinince kutsal ziyaret yerleri olmuş olduğundan, buralardaki yazıtlar da genel olarak yakarış metinleri. Bunu, günümüzde insanların benzer amaçlarla türbe vb. kutsal sayılan yerleri ziyaret edişleri gibi düşünebiliriz. Gelenek aynı gelenek, yalnızca zaman içerisinde, bağlı olunan din değiştirilmiş. Fakat eskilerin kültürel açıdan daha ileri oldukları bir nokta var ki o da geriye yazıtlar bırakmışlar.

Ankara Güdül Salihler köyünden Cemil Söylemezoğlu’nun göstermesiyle Genç Araştırmacılar topluluğunun yeni tanımlamış olduğu bu üç alanda da kaya resimleriyle birlikte, çoğunluğu Servetinkaya’da olmak üzere, oyma yazıtlar var. Bunların bir bölümü OrhunYenisey öznitelikliyken, bir bölümü de Batı Türk oyma yazısıyla yazılı, çoğunluğu kısa olan yazıtlar. Bir bölümüne Oğuz damgaları da eşlik ediyor. Buralarda Türk oyma yazısının her iki ana değişkesinin bir arada bulunuyor olması önemli. Bu durum hem Batı Türk oyma yazısının daha iyi anlaşılabilmesi hem de onunla ilgili kuşku ve belirsizlik duygularının giderilebilmesi bakımından yararlı ve etkili olacaktır.

 Buradaki yazıtlar, kaya resimleri gibi birkaç ayrı biçimde kazınmış. Bu konuda neler söylemek istersiniz? Yukarıda söylediğim gibi, Türk oyma yazısının birkaç ayrı değişkesi sözkonusu. Yani, ayrı Türk toplulukları ve onların biraz ayrı yazı gelenekleri.

 Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanında sizin tespit ettiğiniz kaç yazıt var?

 Siz okuma çalışmalarınızı nasıl yapıyorsunuz, nasıl bir süreç sonucunda çıkıyor okuma önerileri? Yazıt okumanın temel kurallarından anlatabilir misiniz?

Ellinin üzerinde olduğunu söyleyebilirim.  Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanındaki yazıtlarda neler yazıyor, bu yazıtlar bize neler anlatmak istiyor?

36


GENCAY Türk yazıtlarını okumak isteyen genç arkadaşlarımıza bu konu üzerindeki önerileriniz neler olabilir?

nedenle, Türk oyma yazıtlarını çalışmak ve okumak isteyen genç arkadaşlar öncelikle Eski Türkçeyi, dilbilgisi ve sözvarlığı olarak iyi bilmek zorundadırlar. Sözvarlığı konusu özellikle önemli. İki ana kaynak, Orhun Yazıtları ve Yenisey mezartaşı yazıtları doğal olarak Eski Türkçenin bütün sözvarlığını içeremez. Kaya resmi alanlarındaki oyma yazıtlar konu ve içerik açısından daha ayırtlı olduklarından daha geniş bir sözvarlığı araştırması gerektiriyor. Eski Türkçenin ulaşılabilecek bütün sözvarlığı henüz tek bir temel sözlükte toplanabilmiş değil. Var olan birkaç ana kaynak da bu açıdan yeterli değil. Yani, gereç henüz bir hayli dağınık. Bakıyorsunuz, (diyelim ki) Almanlar, derlemlerindeki daha önce bilinmeyen yeni bir Eski Uygur metnini, yazmasını, arkasında sözvarlığıyla birlikte yayımlıyorlar. Sözlükçesinde, başka hiçbir yerde bulamayacağınız yeni birkaç Eski Türkçe sözcük. Yani, çok geniş bir kaynak taraması zorunlu. Macarcaya geçmiş Batı Eski Türkçesi sözcüklerin bir dizininden tutun da Tuna Bulgar yazıtlarının çok dar sözvarlığına ve karşılaştırmalı olarak Orta Türkçe dönemi kaynaklarına dek (örn. Divânü Lügâti’t Türk, İdil Bulgar mezartaşı yazıtları, vb.). Yine karşılaştırmalı olarak, günümüz Türk dillerinin sözvarlığını da unutmamak gerek. Özellikle de, Tuvaca, Hakasça, Halaçça, Çuvaşça, Yakutça, Dolganca, vb. gibi, sözlüklerinde, hiçbir eski kaynakta bulunamayabilecek en eski ve unutulmuş Türkçe sözcükleri hala saklayan Türk dillerini. Son olarak, Altay dillerinin karşılaştırmalı sözvarlığını ortaya koyan araştırma ve yayımların da bir başka ve çok önemli kaynak olarak dikkatle incelenmesi ve bunlardan

Öncelikle, olanaklıysa, yazıtı yerinde görüp inceleyip ayrıntılı fotoğraflarını çekiyorum. İlke olarak hiçbir zaman başka kişilerin yazıt çizimlerini okuma çalışması için temel almam. Genç araştırmacılara en başta gelen önerim budur. Bir yazıtı kesinlikle önce kendi gözünüzle görün, dokunun, el sürün, taşı okşayın. (Çok) iyi bir fotoğraf makinesiyle ve “iyi ışık altında”, çok seçik bir biçimde ve ayrıntısıyla fotoğraflamaya çalışın. Daha sonra bilgisayar başında yapılacak okuma ve çözümleme çalışmasında bu çok önemli olacaktır. Uzman olsun ya da olmasın, başkalarının çalışmalarından yararlanın ancak bilimsel kabul edilebilirlik dışında, bütünüyle onlara bağlı kalmayın, kendi görüşünüzü ve ürününüzü oluşturun. Bu, bir yazıtın her kişiye göre ayrı bir okunuşunun olacağı anlamına gelmez. Tam tersine, bir yazıtın bir okunuşu vardır. Yoksa onu yazmış olan, kimseye hiçbir şey anlatamamış olurdu ki böyle bir şeyi amaçlamış olacağını hiç sanmam. Köküne bakarsanız, bir yazıt eğer çok ayrı biçimlerde “okunuyorsa”, gerçekte o okunamamış demektir. “Kendi görüşünüz” derken, “doğruya en yakın olmaktan” söz ediyorum. Türk oyma yazısı birebir Eski Türkçe ve onun ses yapısı için özel olarak tasarlanmış özgün-ulusal bir yazıdır. (Dinsel nedenlerle ne yazık ki) Orta Türkçe döneminin hemen başlarında kullanımı bütünüyle bırakılmış olduğundan, dilin sonraki dönemlerine göre bir uyarlanma da geçirmemiştir. Bu 37


GENCAY kesinlikle yararlanılması gerektiğini de ayrıca belirtmek isterim.

Yazıtlara eşlik eden kaya resimleri onların içeriğiyle ilgili ipuçları verebilir elbette. Örneğin, yazıta eşlik eden bir av sahnesi yazıtın büyük olasılıkla bir av yakarışı olduğunu düşündürebilir. Fakat geyik, keçi, at gibi hayvan çizimleri adak hayvanlarının resimleri de olabilir. İçeriğin ne olduğu ancak yazıtın okunmasıyla anlaşılabilir elbette. Eşlik eden damgalar doğal olarak yazıtların olası dil özellikleriyle ilgili ipuçları sağlar. Örneğin, eşlik eden bir Oğuz damgası uğraşılan yazıtın dilinin “Eski” Oğuz Türkçesi olduğu yönünde açık bir ipucu olabilir. Bu durumda, örn. Kâşgarlı Mahmûd’un Divânü Lugâti’t-Türk’teki, (her ne denli “Orta Türkçe” dönemine ait olsalar da,) Oğuz lehçesine ilişkin gözlem ve saptamaları anlamlı olmaya başlayabilir.

 Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanında oldukça karışık yazıtlar da var. Peki, bu yazıtların okumasını ve çözümünü nasıl yapıyorsunuz? Bu tür karışık yazıtlar üzerinde çalışma yapmak isteyenlere önerileriniz nelerdir? Karışık, daha doğrusu, karmaşık yazıtlar temel olarak “birleşik yazım” uygulayımının kullanılmış olduğu oyma yazıtlar. Bunların, Türklerce oyma yazının bırakılmasıyla birlikte unutulmuş, daha doğrusu, dinsel nedenlerle “çöpe atılmış”, gelişik bir yazı sanatının ürünleri olduğunu düşünüyorum. Çok üzücü ama dedelerinin yüzlerce yılda işleyip geliştirmiş ve kanımca daha çok Tanrı’ya yönelik dilekçelerinde kullanmış oldukları eşsiz bir yazı sanatını sonraki Türkler, din değiştirince, unutulmanın karanlığına umursamazca fırlatıp atmışlar. Onların torunlarından biri olarak bu vefasızlıktan yakınıcıyım. Sözkonusu karmaşık yazıtların okunması, kökünde yalın yazıtlarınkinden pek de ayırtlı değil. Bu daha çok, zamanla oluşan bir birikim gerektiriyor. Türk oyma yazısının yazım ve okuma kurallarını (ve Eski Türkçeyi) iyi bilen herkes, üzerinde çalışarak zamanla kendini bu konuda geliştirebilir diye düşünüyorum.

 Ankara-Güdül Kaya alanlarında bulunan benzerlerine denk gelmek mü? Mümkünse yine bu nerelerde karşılaşıyoruz?

 Bir de yazıtlara eşlik eden Kaya Resimleri ve Damgalar var. Bu Kaya Resimleri ve Damgalar yazıtların okunmasıyla ilgili bize bir ipucu veriyor mu?

Resimleri yazıtların mümkün alanlarla

Ankara Güdül yazıtlarının benzerleri Anadolu’nun başka yerlerinde de var. En 38


GENCAY yoğun olarak Ordu’nun Mesudiye ilçesi Esatlı köyündeki kaya resimleri alanında bulunuyor (ellinin üzerinde, çok büyük bölümü Batı Türk oyma yazısıyla, OğuzKıpçak dilli), Kars’da, Erzincan’da, Erzurum Karayazı Cunni mağarasında, Artvin’de, Denizli’de, Isparta’da Kastamonu’da, Hakkâri’de, Mersin’de. Büyük olasılıkla, önümüzdeki zamanda araştırmalarla başka birçok yerde daha bulunacaktır. Rahmetli Servet Somuncuoğlu daha çoğunu biliyordu fakat ne yazık ki bir kalp krizi sonucu zamansız ölümüyle bu bilginin bir bölümünü de birlikte götürdü.

Güdül’deki yazıtları ziyaret edip yerinde gören akademisyenler olduğunu biliyorum. Ama şu an bu konuda bir çalışmaları var mı ya da yakın zamanda yayımları, yazıtlarla ilgili okuma önerileri olacak mı, bilemiyorum. Olacağını ve yurtiçi, yurtdışı geniş bir bilimsel katılımla bu konunun ilerletileceğini umuyorum. Özellikle genç araştırmacıların kendilerini yetiştirip bu alana girmeleri gelecek için güçlü bir bilimsel yatırım olacaktır. Çalışmalarımla ilgili bir iki geri dönüş oldu. Örneğin, yayımlamakta olduğumuz “Yazıtlar” dergisinin ilk iki sayısını inceledikten sonra görüş ve eleştirilerini ileten sayın Prof. Dr. Osman Fikri Sertkaya’yı burada anabilirim (kendisine ilgisi için teşekkür ediyorum).

 Peki bu yazıtların hepsinde okuma önerileri yapıldı mı? Özellikle AnkaraGüdül'deki yazıtlar için Türklük bilimi alanında ya da bilimyurtlarındaki (üniversitelerdeki) öğretim görevlilerinin de çalışmaları, okuma önerileri var mı? Yaptığınız çalışmalarla ilgili size geri dönüş yapan, düşüncelerini paylaşan oldu mu?

 Hangi döneme tarihlendirebiliriz Ankara Güdül yazıtlarını? Yazıtların tarihlendirilmesinde ne tarz teknikler kullanabiliriz? Siz hangi teknikleri kullanıyorsunuz? Kaya yazıtlarının tarihlendirilmesinde karbon-14 tarihlemesi gibi teknik yöntemler ne yazık ki hemen hiç işe yaramıyor. Bunların işe koyulması ancak yazıtların içinde bulunduğu ortamda yapılacak kazıbilim çalışmalarında ortaya çıkması olası, yani, dönem olarak yazıtlara eşlik ediyor olabilecek kazıbilimsel (ve bunun yanında, organik kökenli) buluntuların incelenmesinde söz konusu olabilir. Ancak Türkiye’deki kazıbilim ve eskiçağ araştırmaları çevrelerinde Grek, Roma, Bizans, vb. dışında bir “Türk” kazıve eskiçağbilimi kavramı ve uğraşı alanı henüz zihinlerde ve gönüllerde pek yer bulamıyor ya da henüz yeterince oluşmamış olduğundan, aydınlarımız ve

Yukarıda söylediğim gibi, yalnız Ankara Güdül’de değil, Türkiye’de başka birkaç yerde daha Eski Türk oyma yazıtları var (benim kendi görüp bildiklerim 150’nin üzerinde ve önümüzdeki yıllarda Anadolu’da bulunacak yeni yazıtlarla birlikte, yazıt sayısının bugün için tüm Asya’da bilinen Eski Türk oyma yazıtlarının sayısını geçeceğini iddia ediyorum ve tahminen bunların çoğusu Oğuz-Kıpçak yazıtları olacak). Bildiğim denlisiyle, bunlarla ilgili olarak henüz üniversite çevrelerinden herhangi bir okuma önerisi ya da yayım yok. Fakat geçtiğimiz birkaç yıl içinde Ankara 39


GENCAY bilimcilerimizin bu konuya uyanabilmeleri için bir süre daha beklememiz gerekeceğini sanıyorum. Bizim yapmakta olduğumuz çalışmalar ve konuyla ilgilenen genç araştırmacıların önümüzdeki zamanda yapacakları yeni ve daha ileri çalışmalar bu uyanışa bir katkıda bulunur hatta bunu hızlandırabilirse, ne mutlu bizlere.

Anadolu Türk tarihinin erken dönemlerinin yeniden yazılmasını gerektireceği açık. Bunlar Türklerin Selçuklu’dan çok daha önceki yüzyıllarda da Anadolu’ya yerleşip (herhalde o dönemlerde Doğu Roma-Bizans uyruğu olarak) Anadolu’nun yerlisi durumuna gelmiş olduklarının somut belge ve kanıtlarını oluşturuyorlar.

Yazıtların tarihlendirilmesi konusunda şu an için elimizde, dilbilimsel değerlendirme ve olay bilgisi olmak üzere iki olanak bulunuyor. Oyma yazının kullanımının Türklerce dinsel nedenlerle (Eski Bulgarlar gibi bir bölüm Türk topluluklarının Hıristiyanlığa, Uygurların Manicilik ve Budacılığa, sonrasında Türklerin genel olarak İslamlığa geçişleriyle) en geç Orta Türkçe döneminin hemen başlarında bütünüyle bırakılmış olduğunu yukarıda söylemiştim. Dil özellikleri açısından bakıldığında, Ankara Güdül oyma yazıtları Türk dilinin Eski Türkçe dönemine (MS. 6-9/10. yy.) ait. Bu bakımdan, güvenilir ölçüde bir dilbilimsel tarihlendirme önerilebilir. Bir de, eğer herhangi bir yazıtta başka kaynaklardan da doğrulanabilecek bir olay bilgisi geçiyorsa (adı bilinen tarihsel bir kişilik, kayıtlara geçmiş herhangi bir tarihsel olay, vb.), yine güvenilir bir tarihlendirme yapılabilir.

 Ankara-Güdül yazıtlarının sözvarlığı ve dilbilgisi özellikleri nelerdir? Türk Diline yeni bir katkı sağlıyor mu? Ankara Güdül yazıtları, yukarıda söylediğim gibi, Türk dilinin “Eski Türkçe” dönemine ait. Dolayısıyla, yine Eski Türkçe dönemine ait olan Orhun-Yenisey yazıtlarından dilbilgisi açısından pek bir ayırdı yok. Ancak söz varlığı bakımından ayırtlar bulunuyor. Divânü Lügâti’t Türk’te Kâşgarlı Mahmûd’un “Oğuz lehçesindendir” diye not düştüğü sözcüklerin bir bölümünü Ankara Güdül yazıtlarında bulabiliyoruz örneğin. Ayrıca, Orhun-Yenisey yazıtlarında geçmeyen fakat öteki Eski ve Orta Dönem kaynaklarında dağınık biçimde ve seyrek olarak bulunan kimi Türkçe sözcükler de görülebiliyor. Ankara Güdül yazıtlarının Türk Diline en büyük katkısı çoğunluğunun “Eski Oğuz Türkçesine” ait olması. “Eski” Oğuz Türkçesinden günümüze kalmış, bilinen başka metinler olmadığı göz önüne alınırsa, bunun eşsiz tarihsel ve dilbilimsel önemi kolayca anlaşılabilir.

 Bu tarihlendirmelerin Türk tarihi, dili ve Anadolu'daki Türk varlığı açısından önemi nedir? Ankara Güdül yazıtlarının (ve Anadolu’nun başka yerlerindeki benzer yazıtların) dil özellikleri bakımından Eski Türkçe dönemine, yani, MS. 6.-9/10. yüzyıllar arasına ait olmasının kaçınılmaz olarak

 Ankara-Güdül yazıtlarının, Orhun yazıtlarıyla arasındaki farklar nelerdir? Dilbilgisi açısından pek bir ayırt yok demiştim. Başlıca ayırt, içerik ve sözvarlığı 40


GENCAY bakımından. Orhun Yazıtları İkinci Göktürk Kağanlığının daha çok tarihsel içerikli, resmi devlet belgeleri konumundayken, Ankara Güdül yazıtları, daha çok doğrudan halka yani “kara buduna” ait, Tengri dini içerikli, inançsal, doğaçlama metinler. Sözvarlığı bakımından kök ayırdı yaratan da bu.

Aban, Abı, Abınç, Agınçuk, Anaz, Ban Baş (büyük, ulu baş), Çıla, Çiy Epe (kadın adı; çiy: akbaba türünden bir kuş), Ėge (sahip, efendi, bey), Ėnçkü, Er Kök, Erat, Eren, Erdem, Erşek (ayıyla pars karışımı mitolojik hayvan), Esper (ispir, av şahini > Eski Bulgar Esperük/Asparuk), Esri (kaplan), Inan, Inanç, Inak, İsig, Kar Bay (kadın adı, “kar gibi beyaz ve zengin”), Kınık, Kıyık, Ėlbeg, Unç Sant Beg, Tegiş, Yegir (ceylan), vb. Çoğusu halktan (sıradan) kadın ve erkeklerin yazdığı yazıtlar. Avcılar, kocasının hastalığı nedeniyle adak adayan kadınlar... Anlaşıldığı denlisiyle bir bölümü de, yazıyı iyi bilen kamlar ya da benzeri dinseltoplumsal konuma sahip kişilerce yine halktan, soylulardan dertliler için yazılmış. Birkaç tanesi de (adak ya da av yazıtı) beyler için (Ankara Güdül’den birisi, üzerindeki damgaya bakılırsa, Yaparlı beyi için).

 Ankara-Güdül yazıtlarını Türk yazıtları arasında sözvarlığı bakımından kaçıncı sıraya koyabiliriz? Yalnızca oyma (runik) yazıtlar bağlamında konuşursam, Orhun-Yenisey yazıtlarını birinci, Talas, Hoytı-Tamir, vb. yazıtlarını da ikinci sıraya koyarsak, Ankara-Güdül yazıtlarını (öbür Anadolu Eski Türk oyma yazıtlarıyla birlikte) şimdilik üçüncü sıraya koyabiliriz diye düşünüyorum. Fakat olasıkla önümüzdeki zamanda araştırmalarla Anadolu’da bulunacak çok sayıdaki yeni yazıtlarla birlikte bu sıralamanın değişeceği kanısındayım.

 Gelecekte Ankara-Güdül yazıtlarıyla ilgili düşünceleriniz, tasarılarınız nedir?

 Yazıtlardan yaptığınız çözümlemelerden bu yazıtların dil özellikleri hangi Türk Dili Ailesine bağlı diyebiliriz?

Öncelikle, çıkarmakta olduğumuz “Yazıtlar” dergisinde, seçilmiş örnek yazıtları yayımlamayı sürdürmek düşüncesindeyiz. Bundaki kök amacımız konuya dikkat çekip ilgi uyandırabilmek. Bunun için dergiyi yurtiçi ve yurtdışında belli başlı Türklükbilim, tarih, sanat tarihi, halkbilim, vb. çevreleri ve uzmanlarına, ilgililere gönderiyoruz. Daha sonra, zaman, enerji ve ekonomi sınırları el verirse, Ankara Güdül yazıtlarının toplu bir yayımını yapmayı da istiyorum elbette.

Benim şu ana dek incelemiş olduğum Anadolu Türk oyma yazıtları Türk dilinin Doğu Eski Türkçesi (Ş-Z Türkçesi) ana koluna ait. Belki Mersin’den bir tanesi Batı Eski Türkçesi (Eski Bulgar Türkçesi) olabilir. Ama yazıtı yerinde inceleyip kesinleştirmek gerekiyor.  Yazıtlarda geçen kişi adları var mı? Varsa, bu kişilerin o dönemde toplum içindeki yerleri nelerdir?

 Son olarak sizin de istediğiniz bir konu var mı?

Anadolu Türk oyma yazıtları içinde kişi adı geçmeyen yazıt yok gibi. Çok azı adsız. 41

eklemek


GENCAY Bugün için özellikle Türkiye ve Anadolu bağlamında olsa da, genel olarak dünya Türklüğü, Türk tarihi ve kültürü araştırma ve çalışmalarına gençlerin, daha doğrusu ve iyisini söylersem, “genç ve zeki Türklerin” el atıp geleceğe dönük olarak sahip çıkmaları bugün benim olduğu gibi, sevgili Servet Somuncuoğlu’nun da sağlığında en büyük dileklerinden biriydi. “Eskiler” ya da “yer tutanlar” ne düşünür ve yapar bilemiyorum, bu onların bileceği bir şey ama Türk varlığının geleceğe taşınması ve varsıllaştırılıp

derinleştirilerek yaşatılmasının anahtarının kendini yetiştirmiş “genç Türklerin” ellerinde olduğu ve olacağı açık. Bu bağlamda, genç araştırmacılarımıza yollarında direnç ve başarılar diliyorum. Genç Araştırmacılar olarak Ankara-Güdül Kaya Resimleri alanında bulunan yazıtlarla ilgili bize zaman ayırıp aydınlattığınız için saygılarımızı sunar, gelecek çalışmalarınızda başarılar dileriz...

42


GENCAY

ONUR YILMAZ İLE SÖYLEŞİ-GALLEMİT’İN YENİ BASKISI VE MATBUAT YAYIN GRUBU Batuhan SEVİN

 Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

 Sizin betimlemenizle, kimdir Servet hoca?

Yaklaşık bir yıldır Matbuat Yayın Grubu’nun Genel Yayın Yönetmenliğini yürütüyorum. Bundan önce yirmi yıl kadar finans sektöründe çalışmışlığım var. İşletme lisansı ve Ortadoğu Siyasi Tarihi ve Uluslararası İlişkileri yüksek lisansı okudum.

Servet Somuncuoğlu, tek kelime ile sıradışı bir insandır. İki kelime ile olağandışı bir servet’tir. Bir gaye, bir kültür, bir hizmet insanıdır. Kendisine fani dünyaya iz bırakmak bahş edilmiş bir talihli beşerdir.  Matbuat Yayın Grubu’nu kurma düşüncesi nasıl gelişti peki? Bu düşüncede Servet Somuncuoğlu’nun kitaplarının korunması ve geliştirilmesi amacının payı ne derecededir? Matbuat Yayın Grubunu kuranlar, beni daha ziyade Ortadoğu konusundaki çalışmalarımla tanıdıkları için özellikle kurgu dışı kitapların editörlüğünü yapabileceğimi düşündüler ve bu teklifte bulundular. Aynı zamanda Servet Somuncuoğlu’nu tanıyan ortaklardan biri, merhumun eserlerinin bir çatı altında toplanmasını, bunların dağıtımını veya yeni baskılarını yapmayı da yayınevinin planları arasına dahil etmek şeklindeki düşüncesini de paylaştı. Ortak bir dostumuzun geride bıraktığı bu eşsiz eserlere sahip çıkmak, adını yaşatmak, anısına sahip çıkmak hem ona hem de geride bıraktığı ailesine karşı sorumluluk kabul ettiğimiz bir ortak paydaydı.

 Servet Somuncuoğlu ile nasıl tanıştınız, o günden bugüne nasıl bir dostluk süreci? Merhum Servet Somuncuoğlu, sayısız seveni, çok sayıda yakın arkadaşı ve pek çok ahbabı olan biri olsa da, hayatının en anlamlı arkadaşlığı Yusuf Yılmaz Araç ile olanıdır. Arifiye Öğretmen Lisesi’nde başlayan yatılı okul arkadaşlığı olabilecek en derin bağlığa dönüşmüş ve merhum toprağa verilene kadar da devam etmiştir. Bizim kendisi ile tanışmamıza vesile olan da Yusuf Yılmaz Araç’tır. Ne mutlu ki, onunla aynı işyerine çalışmayı lütfeden Allah, bize Servet Somuncuoğlu’nu tanımayı da nasip etti.

43


GENCAY  Gallemit’in tekrar basım kararı nasıl çıktı?

 Taştaki Türkler, Saymalı Taş ve Damgaların Göçü adlı kitaplar Servet SOMUNCUOĞLU’nun Türk kayaresimlerini bizlere taşıdığı üç önemli eser. İlerde bu eserler ile alakalı çalışmalarınız olacak mı?

Bildiğiniz gibi bu konuda blog sayfamızda epey bilgi paylaştık. Hülasası şudur: Merhum bu kitabın tekrar baskısı teklifini aldığında Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasi ve toplumsal atmosfer fevkalade hassas ve karmaşıktı; bu karmaşada, evlat acısı çeken bir babanın acısını tazelemek pahasına popülist ve ticari bir tasarrufta bulunmak, merhumun üstün ahlaki vasıflarına uygun bir davranış olmayacaktı. Aradan geçen iki sene boyunca yaşanan normalleşme, yeni baskı taleplerinin konjoktürel olmaktan çıkıp reel bir temele oturmasını sağladığından ve kitabı istismar edilmeye müsait olmaktan çıkaran bir döneme geçildiğinden, ailesinin uygun görmesi ile anısını yaşatmaya Gallemit ile başlamayı uygun bulduk. Yine de, aynı hassasiyeti muhafaza ile kitabın konusu kişinin adını tanıtım bültenlerimizde kullanmadık.

Bu üç kitap, zengin bir kaya resmi koleksiyonu olmaktan öte, birer tarihi eser adeta. Her üç kitabın da baskısı zaten mevcut, biz merhumun varisleri ile yaptığımız anlaşma gereği bu kitapların dağıtım ve satışını üstlendik. Mevcut baskıların tükenmesi halinde yeni baskıları Matbuat tarafından yapılacak.  Servet SOMUNCUOĞLU’nun kitaplaştırmak istediği taslaklar ile alakalı yeni projeler olacak mı? Servet Somuncuoğlu kitaplaştırma fırsatı bulamadığı pek çok resim bıraktı arkasında. O erişilemez üretkenlikle bıraktığı mirasın çok büyük olduğunu tahmin etmek güç değil. Matbuat, Servet Somuncuoğlu anısına dördüncü bir resim koleksiyonu kitabını yayın programına almış durumda. Daha önceki kitaplarda yer almamış yüksek kalitedeki çekimlerden oluşan bu kitabın hazırlığı yine Ahmet Taşağıl hocanın koordinatörlüğünde, merhumun asistanları, ailesi ve yakın çalışma arkadaşları tarafından yapılıyor.  Servet Somuncuoğlu’nun hatırasına yönelik çalışmalarınız olacak mı? Düşündüğümüz bir başka proje de bu zaten: Bir Servet Somuncuoğlu anı kitabı yayınlamak. Orta vadeli planlarımız içindeki bu çalışma ile kalıcı bir hatıra kitabı bırakmak hedefindeyiz. Öte yandan 44


GENCAY merhumun başka bazı kitaplarının yeni baskılarını da hedefliyoruz, Don Kazakları gibi.

örneğine temas eden, ona pencere açan bir logo ile başta Amerika, İngiliz edebiyatı olmak üzere, Arap, Rus, Fars ve Türki devletler edebiyatının örneklerine de yer vermeye çalışacağız. Kurgu dışı tarafta ise İyi düşün serisi altında tarih, siyaset, sinema, dış politika, istihbarat, ekonomi ve güncel olaylar gibi alt başlıklar altında kitaplara yer veriyoruz. Bu seriden çıkan son kitabımız tüm dünyada epey ses getiren Wikileaks ile ilgili yargı sürecinin resimli hikayesi olan Wikileaks Davası kitabı.

 Matbuatın diğer çalışmaları hakkında da bilgiler verebilir misiniz? Matbuatın yayınlarını kabaca kurgu ve kurgu dışı olarak sınıflandırabiliriz. Kurgu tarafında yerli ve yabancı alt başlıklar var. Yerli tarafta 40İkindi dizisi altında Türk edebiyatının örneklerini vermeye genç yazar Ali Güner Temelli’nin Vatra kitabıyla başladık. Dünya edebiyatının örneklerine ise Paspartu dizisi altında yer veriyoruz, paspartu bildiğiniz gibi hem iç çerçeve hem de herşeye temas eden şeklinde iki anlama sahip, bunu temsilen bir çerçeve içindeki dünya ile dünya edebiyatının her

45


GENCAY

FISILTILARI HAYKIRIŞA ÇEVİREN KİTAP: GALLEMİT Ömer ÜNAL Bu kitapta anlattıklarım, bütün çağlardan daha çok yaşadığımız yüzyıla ağıttır diyerek başlıyordu eser. Her insan bir başkasında yol arar kendine ve o kendi aradığı yolunu Ulu Kam’ da bulacaktı belki de. Yolların sonunda mıydı beklenen yoksa o yolda olmak mıydı hayatın gayesi zaten. Aziz, meraklı gözlerle bir kez daha baktı ve yine o aynı soruyu sordu, bu adam kim?

SOMUNCUOĞLU’ nun dostu, gönüldaşı olmaya devam eder.

sırdaşı,

Günümüzün insanı evlerinde, iş yerlerinde hatta tatil günlerinde kutsal bir tapınağa gider gibi koşuşa koşuşa gittikleri alış veriş merkezlerinde dört duvar arasındadır. Kalabalıklar içerisinde yalnızdır da, bunun farkına varamaz; çünkü bağlı olduğu bu yaşam şekli onu esareti altına almıştır. Bu esareti fark etmek her âdemoğluna nasip olmaz. Zincirlerin farkına vardıktan sonra, bu zincirleri kıracak cesareti göstermek ise oldukça zordur. Ulu Kam, nerede ne kadar yaşayacağına kendisinin karar verdiği, toprağın kokusu, suların akışı ve rüzgârın sesine göre yaşayan birisidir.

Servet SOMUNCUOĞLU’nun, asker arkadaşı Muzaffer SARISÜLÜK ile olan anılarının, sohbetlerinin ve edebiyatın, felsefenin doruk noktasına çıkan mektuplarının derlendiği muazzam bir eser ile karşı karşıyayız. Eserin büyüsü adı ile başlıyor ve o büyü okuyan kişiyi nefes aldığı havadan, ayaklarını bastığı topraktan, içtiği sudan ve yiyeceğini hamdan pişmişe çeviren ateşten alıyor, tüm kâinatı dolaştırıp bambaşka bir mekâna sürüklüyor. Artık sen o kitabı okumayan senden sıyrılıp Ulu Kam’ a kulak veren, göğe dönüp de o bitti sanılan göksel yolculuğa çıkmak için uğraşan birisi oluyorsun. Gallemit adını kitaba veren kişi kitabın çıkacağını yıllar öncesinden ön gören Ulu Kam’ ın ta kendisidir ve Gallemit adının anlamını açıklamadığı gibi bu adın anlamının sorulmasına da izin vermemiştir. Servet SOMUNCUOĞLU ile Aydın’ da askerlikleri sırasında tanış olan Ulu Kam, askerlik sonrasında da Servet

46


GENCAY Ulu Kam bizlere şu öğüdü vermektedir : “Bir mekâna bağlanıp yaşamanın bedeli vardır. İnsan mekâna ünsiyet sağlar ve zanneder ki bütün yaşadığı mekân onun olmuştur. Yanılır aslında, insan yaşadığı mekânın esiri olmaya başlamıştır. Göç etmek gerekir, göç enerjizm ve dinamizm demektir… Yaradılışın özünde hareket vardır, bu öze aykırı davrananın yok olması tabii sonuçtur.”

salmaktır. Özünden ayrı düşenin yok olacağı, günübirlik inanış ve görüşlerin köreleceği dünyamızda bizleri aynaya bakmaya çağıran gizemli ve büyüleyici bir kitap var karşımızda. Her eser bir şeyler fısıldar, önemli olan o fısıltıları haykırışa çevirebilmektir. Her an emekleri ve sözleriyle usumuzda ve yüreğimizde en önemli yerde duran değerli hocam, ona yaşamın anlamını veren, bu süreçte oğlu Ethem’ i kör bir kurşunla kaybeden Ulu Kam ve tüm bu gizemin içerisinde yer alan Aziz.

İnsana, doğaya ve kâinata dokunan ne varsa orada olmalıyız. Topraktan gelen bedenlerin topraktan ayrı yaşaması ve modern köleliklere boyun eğmesi; günümüzün, ülkemizin ve topyekûn dünya milletlerinin asli sorunudur. Topraktan gayrı yaşayan bir çiçeğe, bahçıvan aramak, su, gübre vermek beyhudedir. Yapılması gereken bir an önce saksılarda yetişen çiçekleri özgürleştirmek ve toprağa

Ayrılık gününün kör dereleri / Savrulup gidiyor ömür dediğin… Ayrılıklardan önceki son köprülerde savrulmadan tutunabilmek için Gallemit’ i başucu kitabı yapmalı…

47


GENCAY

İKİ YIL Adil YILMAZ Servet ağabey’in bizleri bırakıp gitmesinin ardından iki yıl geçmiş. Yokluğunda ilginç işler oldu buralarda. Her gün, Servet ağabeyin adını kullanarak ya da tam tersi onu yok sayarak bazı “şeyler”in yazıldığına şahit oluyoruz. Bu uydurmalarda Servet ağabeyin adını gördükçe içimiz acıyor.

yaptığım ilk görüşmede bazı verilerden yola çıkarak “şu tarih ve şu guruba ait olabilir” dediğimde beni susturmuş ve “bunlar iyice incelenip araştırılmadan hiçbir şekilde tarihlendirme yapmamak gerekir” demişti. Buna rağmen ortalıkta Server ağabeyin adını kullanarak tamamen uydurma ve gerçekle uzak-yakın ilişkisi olmayan tarihler dolanıyor. İlginçtir, bu uçuk “şeyler”i ileri sürenlerin hiçbirisi bahsi geçen alanları görmüş değillerdir. Tabii daha ilginci hiçbirisinin arkeolog ya da tarihçi olmaması, bu alanlarda eğitim almamış olmasıdır. İşin bu kısmı yakın zamanda daha geniş bir çalışma konusu olacaktır. Olayın bir diğer boyutu da Servet Somuncuoğlu’nun adının anılmamaya çalışılmasıdır. Özellikle akademik çevrelerde, akademik bir kıskançlık ürünü olduğu belli olan bazı yeni çalışmalarda Servet Somuncuoğlu adı geçmemekte, sanki 10 yıl boyunca Lena’dan Kosova’ya kadar uzanan Türk Dünyasındaki kaya resmi alanlarını o fotoğraflamamış, belgesel ve kitap haline getirip insanlara “kaya resmi”ni öğretmemiş, sanki hiç olmamış gibi! Ancak ne kadar görmezden gelmeye, ismini saklamaya, unutturmaya çalışırlarsa çalışsınlar Servet Somuncuoğlu adı Türk Tarihine altın harflerle yazdırılmıştır. Türk tarihi “Servet”inin farkındadır. Ve o “Servet”e en azından bundan sonra sahip çıkacaktır!

Adını kullanıyorlar çünkü kendi muhayyilelerinden uydurdukları incileri insanlara kabul ettirebilmek için Servet Somuncuoğlu ismine ihtiyaçları var. Servet ağabey’in hiçbir kitabında yazmadığı, hiçbir çalışmasında söylemediği sözler, farazi ve uçuk-kaçık tarihler ona isnat edilmekte. Bizzat şahit olduğumuz durumlar vardı; Güdül Kaya Resmi alanının ilk ziyareti sonrası kendisiyle

48


GENCAY

TÜRK DAMGALARI Sefa Miraç DEMİRCİ - Aslıhan KAYA İnsanların bir arada ortak mülkiyetle yaşadığı dönemler son bulup, bireysel mülkiyet önem kazandığı zamanlarda; Türkler için ve Türk Tarihi için önemli bir adım atılmıştı. Bu önemli adım sayesinde bireysel mülkiyet zihniyeti gelişmiş ve bir anlamda da hukukun temelleri atılmıştır. Bireysel mülkiyetin olduğu yerde hakhukuk kavramları oluşmuştur. Daha sonra bu adım gelişmeye devam edip harflere dönüşmüş ve bir medeniyeti güçlendirmiştir. Evet, bu adım Orta Asya'dan, Macaristan'a, Sibirya'dan, Anadolu'ya Avrasya'nın büyük bir kısmında karşımıza çıkan Türk damgalarıdır. Bilinmelidir ki; kaya resimleri yapabilmiş, bunları yazılar, damgalar olarak geliştirmiş bir toplum medenileşmiş, hukuk düzeni ve ekonomi sistemi oluşmuş bir toplumdur.

bunların ve hatta daha fazlasının birleşmesinden oluşmuştur. Çünkü yapılan araştırmalar sonucu tüm dillerinin atasının Fenike dili olduğu ileri sürülmüştür. Lakin Türklük düşmanı araştırmacıların bu tezleri tarih karmaşası yaratmak, yapay tarih bilgilerini dayatmak ve Türkleri kültürlerinden uzaklaştırmak gibi çirkin emellerden başka bir durum ifade etmemektedir.

Bir diğer yandan “Biz kimiz?”, “Nereden geldik?” gibi önemli soruların cevapları da damgalarda gizlidir. Yazılı kültür öncesi dönemde insanların kayalara, mağara duvarlarına çizdikleri resimler, semboller; insanların hayatının, duygularının, ruhundaki çalkalanışların beyanı olmuştur. İnsanın kendini ifade etme ihtiyacı en basit çizimlerle başlamış, daha sonra bu çizimler birçok farklı aşamadan geçmiş ve bir milletin dili olmuştur.

Bugün Türkologlar tarafından kabul gören kuram; Kayalara çizilen resimlerin zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve anlamlar kazanması üzerine kurulmuştur. Türk dilinin yapay bir dil olduğu, başka dillerden türediği tezi asla kabul edilemez. Eski Türk Runik yazısı binlerce yıl gelişme göstermiş, resimlerden pigtografa,

Türk dilinin ortaya çıkışıyla ilgili birçok tez ortaya atılmıştır. Kimi kaynaklara göre: Runik yazı köken olarak İskandinav runiğinden, Finike alfabesinden, Arami yazısından, Hint menşeili Horoşti’den tüm 49


GENCAY pigtograma, ideograma evirilmiş ve birkaç devreden daha sonra Türklere özgü bir dil haline gelmiştir.

Damgalar gösteriyor ki herkes tarafından bilinen, Orhun Abidelerinde kullanılan yazı bir gecede icat edilmemiştir. Bu abidelerdeki şahane üslup, yerleşmiş ve anlam kazanmış unvanlar, deyimler; Tamgalı Say ve Saymalı Taş araştırmalarıyla birleşince alfabenin ve Türk Medeniyetinin oluşumunu çok daha eskilere götürüyor. Bunu kaya resmi alanlarında rahatlıkla görebilmekteyiz.

Servet Somuncuoğlu’na göre damgaların oluşması MÖ 10.000 ile MÖ 5000 arasında devam etmiştir. Kayalara çizilen resimler zamanla soyutlaşarak farklı boyut ve anlamlar kazanmıştır. Öyle ki resmedilen geyik veya dağ keçisi zamanla soyutlaşarak ebedi hayatı simgelemiştir. Zamanla soyutlaşan ve anlam kazanan damgalar uzun bir süre sonra ses değerlerine yani harflere dönüşmeye başlamıştır. Asılsız tahminlerle asimile edilmeye çalışılan Türk kültürünün soylu alfabesi bu şekilde meydana gelmiştir.

Türk boylarına ait damgalar ise bizlere bu eski medeniyetin nerelere uğradığı ve göçleri hakkında bilgi veriyor. Böylece Türk Tarihi için de kanıt ve belge görevi görüyor. Yine Servet Somuncuoğlu’nun ortaya çıkardığı Ankara’ya 80 km uzaklıktaki Güdül-Salihler köyünde Türklerin Anadolu’daki mazilerini çok daha geriye çekecek damgalar görüldü. Bu kayalarda insan figürleri, süvariler, at üzerinde avlanma, hükümdarlık alâmetleri yer almaktadır. Bunların benzer örnekleri Asya’da Tuva’da, Yakutistan’da ve Sibirya’da da görülmektedir ve oradaki kaya resimleriyle kıyaslanabilecek niteliktedir.

Türkler, yazıyı kullanmaları ve yerleşik hayata geçmeleriyle başlayan medeniyetlerini yaptıkları göçler ile Avrupa’ya, Afrika’ya, Mezopotamya’ya, Mısıra, Çine ve dünyanın dört bir köşesine taşımışlardır. Lakin yazının geliştiği bölgenin Tamgalı Say- Altın Elbiseli adamın bulunduğu bölge- Talas yazıtları üçgeninde olduğu düşünülmektedir. “Issık Göl” civarındaki bu üç önemli tarihi buluntu Türk tarihi açısından büyük önem arz eder. Bir diğer yandan Servet Somuncuoğlu sayesinde gündeme oturan “Saymalı Taş Mabedi” ise koca bir Türk hatta Dünya tarihinin yeniden yazılmasını gerektirecek sırlar barındırmaktadır. Somuncuoğlu Saymalı Taş araştırmalarını büyük bir titizlikle tamamladıktan sonra kesin olarak anlaşılmıştır ki Türkler kesinlikle kendilerine ait alfabesi olan entelektüel milletlerdendir.

Altay’ın eteklerinde oluşan bu Türk damgalarının binlerce kilometre uzaktaki Anadolu’da görülmesi, özellikle de buluntuların MÖ 3000’leri işaret etmesi her şeyi değiştirmiştir.. 1071 yalanı 50


GENCAY yabancı araştırmacılar tarafından yıllarca Türklere dayatıldı, ne hikmetse Türk araştırmacılar da bunları kabul etti. Yıllarca okullarda öğretilen uydurma tarihten Servet Somuncuoğlu sayesinde bir kez daha uyandık. Türkler Anadolu’ya çok daha önceleri gelmişti. 1071 Müslüman Türklerin Anadolu’ya ilk değil son gelme zamanıydı, akrabalarının yanına gelmişlerdi. Elde edilen bu veriler Atatürk’ün tarih tezini doğrular niteliktedir.

şekilde birleştirmişlerdir. 4 sayısı, Dört cihan demektir ki, bu şekil 4 cihanda Tanrıya erişme düşüncesine sahip olma demektir. Mevlevilerde ise inananların grup halinde, eksenleri etrafında dönerek “göğe” yükselme inancı yaygındır. Bir diğer yandan ise saz şairleri de sazları ile dinleyeni “Ozlaş” tırır. Tanrıya eriştirirler. Bu nedenle saz şairlerine “OZ-AN” denilmiştir.

Bir diğer yandan Eski Türklerde keşif amacıyla giden öncü birlikler yol üzerindeki bir kayayı kendi boy damgalarıyla damgalarlardı. Bu geriden gelenler için bilgi olurdu. Öncülerin yola devam ettikleri ya da bölgedeki tehlikeler hakkında uyarı niteliği görürdü. Günümüzde de mezar taşlarında, hayvanların üzerinde, evlerde damgaların kullanılması ise toplumun bilinçaltında devam eden kültürün göstergesidir. Yüz yıllar önce atalarımız tarafından oluşturulan kültür ve damga geleneği hala korunmaktadır.

Son yıllara kadar Oz damgasının kökeninin Arilere dayandığı düşüncesi hakimdi. Fakat sonraları yapılan bilimsel çalışmalar, kökeninin “Ön-Türk” kültürüne dayandığını ve onlar vasıtası ile dünyanın değişik yörelerine yayıldığı yönünde önemli bilgi ve belgeler ortaya koymuştur. Araştırmalar gösteriyor ki daha sonraları oz damgası, gamalı haç, svastika, adlarıyla anılan bu sembol Ön-Türk göçleriyle Hindistan’ a gitmiş, Nazilerin Hint-Cermen ırkı teorilerinin amblemi halinde ortaya çıkmıştır.

Damgaları yazıyorken şu konuya değinmeden geçmenin doğru olmayacağı kanaatindeyim. Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Avrupa’ya uzanan oz damgası... Bir güneş sembolü olan Oz Damgası’nın yani Svastika’nın sözcük anlamı “kendi kendine var olan”dır. Türklerde Oz’laşarak Tanrıya erişmeyi temsil eden bu damga, dört yöne bakan kollarıyla Dış Oğuz tarafından dünyanın dört bir yanına yayıldığını belirtir ve tüm evreni simgeler.

Adolf Hitler, üstün ırk düşüncesiyle dünyaya egemen olmak üzere bir kaynak arıyordu. O zamanlar ortaya atılmış olan Hint-Avrupa uygarlığı ise bu fikirler için

Atalarımız 4 adet “ÖG” damgasını uçlarından bir haç şekli oluşturacak 51


GENCAY çok uygundu ve “HİNT-CERMEN İmparatorluğu” kurmak istedi. Bu arada Hindistan ve Tibet’te görülmüş olan ve bilinçsizce “Gamalı Haç” benzetmesiyle anılan Türklerin “Oz Damgası” bilerek yahut bilmeyerek Naziler ile anılan bir faşizm sembolü haline getirdi.

Türkologlara teşekkür etmek istiyoruz. “Geçmişini bilmeyen geleceğini kuramaz.” Uydurma tarih bilgileriyle büyütülmeye çalışıldığımızdan, geleceğimizi yanlış kuralım isteniyor. Batı merkezli tarihi öğrenelim, Yunan Mitolojisiyle büyüyelim ki; Türkçü değil Batıcı olalım isteniyor. İşin kötüsü Türklüğe, Türk kültürüne yönelik saman altından su yürütür gibi devam ettirilen asimile çabaları ne yazık ki meyve veriyor.

Üzerinde ciddi çalışmalar yapılması gereken “Tamgalar” mevzusu eminiz ki ileride bir gün çözülecek ve Türk Tarihinin kilidi açılmış olacak. Buna bağlı olarak da muhteşem bir Türk uygarlığı tarihin derinliklerinden günümüze ışık tutacak.

Bugün fakültelerde öğretilen bilgiler “Rus araştırmacı der ki”, “Alman araştırmacı der ki” den öteye gidemiyor. Türk Tarihi’ni yazması gereken bizzat Türk araştırmacılarıdır. Hocalarımızın izinde, Türk Tarihi ve Türk Kültürünü yalanlardan arındırmak ve hak ettiği değere kavuşturmak için daha fazla beklemeyeceğimize, bu yolun sonuna dek azim ve şuurla yürüyeceğimize söz veriyoruz.

Son olarak yıllarca bizlere dayatılmış olan, Batı merkezli uydurma tarihi reddeden, Tarihimizi yeniden araştırıp kendimiz yazmalıyız düşüncesini savunan, savunmakla kalmayıp hayatları boyunca bunun için çalışan Ahmet Bican Ercilasun, Servet Somuncuoğlu gibi değerli hocalarımız başta olmak üzere tüm

52


GENCAY

GALLEMİT’TEN SEÇMELER Yaşadığımız Çağa Bin Türlü İsimler Verdik, Hiçbiri Tutmadı; Çünkü Bu Çağın Adı Bin Yıl Sonra Kara Çağ Olarak Anılacak.

Bey Oğlu Bey, Köle Oğlu Köle Olmak Rızasındadır…

Bilgi Oluştukça Bilgisizlik Arttı.

Ayrılık Gününün Kör Dereleri Savrulup Gidiyor Ömür Dediğin

…Yeniye Kapalı Olmadım Ancak Eskimeyen Yenileri Daha Çok Tuttum Hep.

....Ulu Kam'a Gitmeli, Sırları Onun Dilinden Çözmeli. Dağlarda Yaşadığım Gizemli Gecelerin Sırrını O Bilir Ancak. Başka Dünyaya Açılan Kapılardan Biri Oradaydı. Masmavi Geceyi Yaşadım Orada.

Parça Parçayım. Bir Yanım Dağlarda Kaldı, Bir Yanım Düze Düştü. Kuzeyden Güneye İnen, Doğudan Batıya Giden Eski Çağ Yolcularının Yanından Geçtim Kaç Kere. Göçmenler Ve Göç Edenleri Gördüm, Bin Yıllardır Dünyanın Bitmeyen Kederi Göçü Yaşayanlarla Yürüdüm.

53


GENCAY

ERZİNCAN-TERCAN MAMA HATUN KÜMBETİ Fotoğraflar: Genç Araştırmacılar

54


GENCAY

55


GENCAY

56


GENCAY

57


GENCAY

58


GENCAY

59


GENCAY

ERZİNCAN-TERCAN ARAŞTIRMA GEZİSİ Sefa Miraç DEMİRCİ Bizlere taşların dilini öğreten, içimizdeki Türklük ateşini körükleyen ve sessizce ataların yanına, uçmağa varan Servet Somuncuoğlu’nu rahmetle anarak başlamak isterim, ruhu şad olsun.

İçeride gördüklerimizi belgeleyemeyecektik. Bazı damgalar ve yazılar yerlerinde dururken endişelenmekte haklı olduğumuzu hüzün dolu bakışlarla gördük. Yerlerinden çıkarılan, üzerlerinde damga ve yazılar olan duvar taşları üst üste, gelişi güzel atılmıştı. Bunlara ne olacağını sorduğumuzda; yeni taşların yerleştirilip, bu yazı ve damgaların yeni taşlara işleneceğini öğrendik. Bu resmen tarihi katletmektir! İçeride pek çok Türk yazısı ve boy damgalarının yanı sıra genelde kaya resimleri ve mezar taşlarında karşımıza çıkan çizimler de vardı. İnsan, hayat ağacı, at vb... Kervansarayın dış duvarlarında ise 24 Oğuz boyunun damgalarında hemen hemen hepsi vardı.

Mama Hatun Külliyesi’nde "bilinçsizce" bir yenileme çalışması başladığını duymuştuk. “Genç Araştırmacılar Grubu” olarak harekete geçip Tercan merkezli bir gezi planladık. Elimizi çabuk tutmalıydık ve 6 günlük unutulmayacak bir gezi yaptık.

Kervansaraydan çıkıp kümbete girdik. Burada fotoğraf çekmemize izin verdiler. Damgalar, yazılar ve çizilen resimleri gördüğümüzde hayran kalmıştık. Kümbet girişinde Kayı, Salur, Avşar boy damgaları başta olmak üzere tüm damgalar karşıladı bizi.

1. Gün Erzincan'ın Tercan ilçesinin merkezinde bulunan Mama Hatun Külliyesine ait kervansarayda restorasyon devam ediyordu. Bu sebeple işçiler içeriye almadılar bizi. Hatta “burada damga veya yazı yok” dediler... Damgaların silineceğinden endişeleniyorduk ve içeriye girmeliydik. Sağ olsun Belediye Başkanı bizleri kırmadı, iki zabıta göndererek içeri girmemizi sağladı. Fakat bu seferde işçiler fotoğraf çekmemize izin vermediler.

Kümbetin iç kısmında Türk yazısı, damgalar ve çizimler doğu ve güney yönlerine bakan duvarlarda gittikçe yoğunlaşıyordu. Yazılarda kullanılan Türk alfabesinin yanı sıra, Gürcü, Ermeni, Kiril ve Arap alfabeleriyle yazılmış yazılara da rastladık. 60


GENCAY Duvarların dış kısımlarında delikler vardı. Bölge insanı bu deliklere dilek dileyip taş sıkıştırmış. Bu da atalar kültünün günümüze yansımış şekillerinden biri. Yine burada da kaya resimlerinde gördüğümüz dağ keçisi, at, dua eden insan, kuş ve lale çizimleri bulunmaktaydı. Bir kez daha gördük ki atalardan kalan izler her yanımızda.

alıp konaklayacağımız “Küllüce Köyü” ne doğru yola çıktık. 2. Gün Sabah erkenden kalkıp hazırlanmıştık, zira işimiz çoktu. Köyün imamı bizi ilk durağımız olan “Oğulveren Köyü” ne bırakmıştı. Burası Alevi inancına sahip bir köydü. Bizi derinden üzen bir durumla karşılaşmıştık burada. Köy halkı kendi arasında Zaza’ca konuşuyordu, çevredeki Sünni köyler ve kendileri Kürt olduklarını düşünüyorlardı. Bunun kaynağında bizce mezhepsel dışlama vardı ve onlar öz be öz Türklerdi. Ahır kapısına asılan Teke boynuzu dikkatimizi çektiğinde ise tüm grup heyecanlanmıştı. Köylüler Türk kültürünü yaşatmaya devam ediyorlardı; ama habersizce...

Restorasyon kümbette henüz başlamamış, eğer başlarsa telafisi olmayan tahribata sebep olma ihtimali çok yüksek. Sonuç olarak; Mama Hatun külliyesinin Türk tarihi açısından önemini iyi kavramak gerek. Göç yolları üzerinde bulunmasından dolayı zengin veriler bu yapıda oldukça yoğun. Görüp belgelediklerimizden yola çıkarak Türklerin 12. ve 13. yüzyıllarda hala Göktürk harflerini kullandıkları, kaya resmi yapma geleneğini devam ettirdikleri ve atalar kültünün hala canlı olduğu sonucuna varmaktayız. Bu verilerin yok olması, Türk tarihinin muazzam parçalarından birinin yok olması demektir. Zincirde bir halkanın kopması demektir.

Köy merkezine bulunan eski, yuvarlak biçimli bir yapıya götürdüler bizi. Kimi buranın türbe olduğunu kimi kilise olduğunu söyledi. Bizce türbe olma ihtimali daha yüksekti.

Ayrılık vakti gelmişti; ne kadar ayrılmak istemesek de. Kümbetten ayrıldıktan sonra kaymakamlıktan ve jandarmadan diğer gezi alanlarımız için gerekli izinleri 61


GENCAY Yapının kulaktan kulağa anlatılan bir de hikâyesi vardı: “İnci adında İranlı bir kız ile Gever adında Ermeni bir genç birbirlerini çok severler, fakat kızın babası birleşmelerine izin vermez. Kız öldüğünde Gever burayı İnci için bir anıt mezar olarak yaptırır, köyün eski adı olan "Gevrenci" ise bu iki gencin isimlerinden gelir: Geverİnci.”

Buranın adı “Oğulveren” tepesi… Köyün yeni adı işte bu tepeden geliyordu. Anlatılanlara göre: “Bu tepede eski zamanların bir savaşında şehit düşen bir zat yatmaktadır. Köyde oğlan çocuğu olmayan biri, bu tepeye çıkarak dua ve dilekte bulunur ve kısa bir süre sonra oğlu olur. O gün bu gündür bu tepeye Oğulveren tepesi derlermiş zamanla köyün ismi de Oğulveren olmuş.”

Yapının üstü açık, zamana ve insanlara yenik düşüp, yıkılmıştı. Doğuya bakan kısmındaki pencere üzerinde; kollarını iki yana açmış bir insan motifinin kolları altına sığınan iki aslan kabartması dikkatimizi çekti.

Alevi inancına sahip insanlar bu alanda buluşuyor, adak adayıp dua ve dileklerde bulunuyorlardı. Tepeye çıkarken yolda bizi dilek ağaçları karşılıyordu, dileklerimizi dileyip yolumuza devam ediyoruz. Zorlu bir tırmanıştan sonra zirveye varıyoruz. Etrafı taşlarla çevrelenmiş geniş bir düzlükte bir kaç tane dilek ağacı, mezar ve tam merkezde etrafı örülmüş alanda iki mezar bulunmaktaydı. Giriş metalden yapılmış, kapısına çaputlar bağlanmıştı. Mezarlar yenilenmiş ve tarihi değerini yitirmişti. Mezarların içlerine ve yanlarına yiyecekler bırakılmış, mumlar yakılmış, taşlar dizilmiş ve mezar taşlarına bezler bağlanmıştı. Çevresindeki bir kaç mezarın yönü ise kıbleye doğru değil doğuya bakıyordu. Taşlarla çevrelenmiş alanın iç kısmına doğru yine taşlarla örülmüş, üstü açık odacıklar vardı; buraların ne için kullanıldığını bilmiyoruz ama belli bir ritüel için kullanıldığı çok belli.

Buradan ayrılarak köy mezarlığına geçtik. Mezarlığa girer girmez gerdanlık kabartmalı bir mezar taşı karşıladı bizleri. Süslü sandukalı ve yüz hatları belli edilmemiş bir balbalı da selamladıktan sonra köye hâkim tepede bulunan, eren mezarına doğru yola koyulduk. 62


GENCAY Buradan da ayrılarak “Başbudak Köyü” ne bağlı Kilise komuna gidiyoruz. Burada eski zamanlardan kalan ve defineciler tarafından tahrip edilmiş bir kilise vardı. Burada acı bir durumla karşılaştık; kilise duvarlarından sökülmüş süslü taşlar, evlerin duvarlarında ve bahçelerde masa olarak kullanılıyordu. Süslü taşlarda “Gregoryen” mezhebinin haçı bulunmaktaydı.

mezara mum yakıp çaput bağlamışlardı. İçeride ise yerlerinden sökülmüş eski mezar taşları bulunuyordu. Biraz daha ilerlediğimizde yan yatmış ve toprağa gömülmüş bir koç mezar taşı gördük. Çok eski ve çok tahrip olmuştu, sadece taşın yontulup koç haline gelmiş şekli kalmıştı. Üzerindeki işlemelerden eser kalmamıştı. Ayağa kaldırıp fotoğrafını çektik. Diğer koç mezar taşlarının ise defineciler tarafından kırılmış ve kaçırılmış olduğunu öğrendik.

Buradan sonra “Kökpınar Köyü” ne geçiyoruz. Burada insan boyundan yüksek mezar taşları vardı. Üzerlerinde damga, yazı ve kabartmalar bulunmaktaydı: Güneş, kılıç, insan, silah, çadır (otağ)...

Bu alandan da ayrılarak bir başka Alevi inancına sahip olan “Darıtepe Köyü” ne doğru yaklaşık 4 km yürüdük. Bu alanda üzerinde damgalar bulunan eski mezar taşları ve üzerinde yazılar bulunan sandukalı mezarları vardı. Bu alandan da ayrıldıktan sonra aracımız da olmadığından umutsuzca yollara düşmüştük ki “Fındıklı Köyü” Muhtarı Hızır gibi yetişti. Bizi arabasına aldı ve kendi köyüne götürerek eski mezar taşlarını göstermek istedi. Bu köyde Alevi inancına sahip bir köydü. Konuşmalarından anladık ki insanların çoğu tarih meraklısıydı.

3. Gün Yine sabahın erken saatlerinde uyanıp hazırlandık. Bir araç sayesinde “Elaldı Köyü ”ne kadar gittik.

“Fındıklı köyü Mezarlığı” na geldiğimizde şaşkınlığımızı gizleyemedik. Burası şimdiye kadar gördüklerimiz arasındaki en iyi mezarlıktı. Sandukalı, yazılı, damgalı, çizimli mezar taşları... Kılıç, güneş, insan, silah, at, yıldız gibi çoğu bölgeden zaten tanıdığımız kabartmalar ve çizimler vardı. Fakat diğer alanlardan farklı olarak sadece buraya has kabartma ve çizimler de vardı. At üstünde ellerini gökyüzüne açmış bir insan, kadın mezar taşlarında uzun saç çizimleri, hayat ağacı ve kadının

Elaldı Köyü yine Alevi inancına sahip bir köydü. Çevrede koçbaşlı mezar taşlarının olduğunu duymuştuk. Köy asıl yerinden yaklaşık 200 metre uzaklığa taşınmıştı, eski köyün yakının da ise mezarlık bulunuyordu. Mezarlığa girdiğimizde eski mezar taşlarıyla karşılaştık. Sandukalı, işlemeli mezarlar vardı fakat koçbaşlı mezar taşı göremiyorduk. Tam ortada çevrelenmiş bir eren mezarı vardı. Bu 63


GENCAY birleştirilmiş algısını uyandıran muhteşem kabartma ve çizimler bizi çok etkilemişti.

Buradan da ayrılarak 3 km uzaklıktaki “Kalecik Köyü” ne doğru yola çıktık. Köye vardığımızda bir ahır kapısının girişinde yine teke boynuzu dikkatimizi çekti. Mezarlığa vardığımızda diğer bölgedekilerden pek farkı olmayan mezar taşlarıyla karşılaştık. Sadece bir Mezar taşında buğday tanesinin büyük bir kabartması mevcuttu.

Ama en dikkat çeken; 2011 yılında yapılmış, bir mezar taşına işlenmiş insan yüzü oldu. Bizi en çok heyecanlandıran şeylerden biri bu idi. En yakın tarihli balbal diyebiliriz buna. Fındıklı köyünde Türk töresi hala yaşıyor. Bu muhteşem alana veda ederek ayrılıyoruz ve bugünlük de gezinin sonuna geliyoruz.

5. Gün Küllüce köyünden sabah erkenden uyanarak atlar ile yola çıktık. Bu sefer ki yolculuğumuz “Sos Köyü” idi. 1 saat süren zorlu yolculuğun sonunda köye vardık. Köyün hemen yakınında iki kayalıklı dağ arasında bir dere akıyordu ve bölge “Ankara – Güdül – Salihler köyü” kaya resmi alanıyla birçok benzerlik taşımaktaydı. Köyden 3 çocuk ile beraber, bu bölgede bulunan bir kaya üzerine çizilmiş resimleri görmek için yola çıktık. Zorlu bir yolculuk sonunda bulduk alanı. Bölge köye fazla yakın olduğundan çok tahrip edilmişti. Tanıdık gelen birkaç damga dışında daha önce görmediğimiz kaya resimleri vardı. Belgeledikten sonra bu alan ile de vedalaşarak ayrıldık.

4. Gün Bu gün konakladığımız köy olan “Küllüce köyü” nü ve komşu köy olan “Kalecik köyü” nü gezeceğiz. Küllüce’de işlemeli duvar taşları hem evlerin içinde hem de evlerin dışında bulunmaktadır. Dikkatimizi çeken tek sembol güneş motifleri oldu. Köyde her yerde karşımıza çıkıyor. Terk edilmiş eski bir evin duvarlarında; dağ keçisi, hayat ağacı, güneş motifi çizimleri ile “Çavındır ve Karaevli Boyu” damgaları bulunuyordu. Mezarlıkta ise kimlere ait olduğu bilinmeyen eski mezarlar vardı. Kime ait olduğu bilinen mezar taşlarının bazılarında ise “Bayat Boyu” damgasının kabartmaları bulunmaktadır.

64


GENCAY

6. Gün

Alt kısımlarda ise Ermeni harfleriyle yazılmış kitabeler bulunuyordu. Birinin sağ tarafında, aynı döneme ait kabartma olarak Arap harfleriyle bir kaç satırlık yazı bulunuyor ve “Selçuklu Meliki Nasurettin” ismi geçiyordu. Dikili taşlarda ve şapelin giriş bölümünde bazı çizimler dikkatimizi çekmişti ve bize bir yerlerden tanıdıktı.

Sabah erkenden kalkıp Tercan'ın “Üçpınar köyü” yakınlarındaki “Vank Kilisesi” ne gidiyoruz. Burada Manastır, şapel ve dikili taşlar bir arada bulunuyordu. Manastır kapısının sağ tarafındaki duvarda Ermeni harfleriyle yazılmış yazılar vardı. Manastır ve Şapel arasında biri yere yıkılmış olmak üzere 3 tane yan yana dikili taş olduğunu gördük. Bu dikili taşlar mimarisi ve bezemesiyle dikkat çekiyor ve bize “Ahlat mezar taşları” nı anımsatıyorlardı. “Gregoryen haçı” manastır ve şapelde olduğu gibi dikili taşlarda da vardı. Bunun yanında üzüm, güneş ve ağaç motifleriyle “Davut yıldızı motifi” dikkatimizi çekti.

Şapelin önünde ise bir dikili taş daha gördük. Burada iki kuş, ağaç, üzüm ve yine “Gregoryen haçı” süslemeleri fark ettik. Bizleri en çok üzen ise, definecilerin bu alanı tahrip etmesi ve Kültür Bakanlığı’nın hiçbir önlem almamış olması. Bu alandan da ayrılarak Tercan'a tekrar geleceğiz sözü vererek veda ediyoruz.

65


GENCAY

DAMGALARIN MASALI Çizim: Emre SEVİNÇ

66


GENCAY

67


GENCAY

millikanal.com

68


GENCAY

MİLLİ DÜŞÜNCE MERKEZİ KİTAPLARINI MERKEZİMİZDEN TEMİN EDEBİLİRSİNİZ.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.