www.millidusunce.org Adres: GMK Bulvarı, Özveren Sokağı Nu: 2/2 Demirtepe Metro Durağı Kızılay/ANKARA Telefon: 0 (312) 231 31 94 Belgeç: 0 (312) 231 31 22
GENCAY
GENCAY Aylık Fikir - Kültür ve Gençlik Dergisi Yıl 4 Sayı 47 - Aralık 2015 Ücretsiz e-dergi www.gencaydergisi.com bilgi@gencaydergisi.com
KÖK TENGRİ TEG TENGRİ / Açelya OĞUZ OĞUZ KAĞAN’A FARKLI BİR BAKIŞ / M. Bahadırhan DİNÇASLAN AHMET HALDUN TERZİOĞLU İLE SÖYLEŞİ / Aslıhan KAYA – Hanife YAŞAR SERZENİŞ / Onur ÇELİK “KARANLIK DÜNYA 1: İTBARAK” A BİR BAKIŞ / Aslıhan KAYA TÜRK MİTOLOJİSİNİN BİBLİYOGRAFYASI / Çağhan SARI EFSANE DAĞA YOLCULUK - TEK PERDELİK ÇOCUK OYUNU / Hilal CEZAYİRLİ ABİŞ ÇOCUK VE MİTOLOJİ / Ömer ÜNAL KİTAP TANITIMI: İTBARAK - ÇAĞLAYAN YILMAZ / Fatma Özge ÖZDEMİR
Bu ayın kapak tasarımı için Sayın Mehmet SAĞ’a teşekkür ederiz.
GENCAY
KÖK TENGRİ TEG TENGRİ Açelya OĞUZ “Tengri teg tengride bolmış Türk Bilge Kağan bu ödke olurtum.”
bir toplumun geleneksel sanatlarında da heykelciliğin gelişmiş olması gerekir. Yunan kültüründe heykelcilik sanatının gelişmiş olmasının sebebi de bu put kültürü veya ilahlarını cismani bir dona büründürme arzusunun neticesidir. Türk tarihinde heykelcilik sanatına sık rastlanmaması bu sorunsalın birinci kanıtıdır. Dünya toplumları incelendiğinde Budizm’den İslamiyet’e geçiş zaman alan ve katliamlara sebep olan bir durumdur. Türklerin İslamlaşma sürecini incelediğimizde bu zaman diliminin yüzyıllık bir zaman diliminde ılımlı geçişlerle sağlandığı gözlenecektir. O halde Türkler’in İslamiyet’i bu kadar hızlı kabul etmelerinin sebebi tanrının tekliği prensibidir. Türkler, Kök Tengri’ye dua edecekleri zaman ozan çağırılır, mandala eşliğinde Tengri’ye niyaz edilerek Tengri’ye dilekleri söylenirdi. Ayinde kullanılan mandala kâinatı sembolize eder. Bu kâinat sembolizminde ilah tasavvuru yoktur.
Rus araştırmacıların “Şamanizm” olarak adlandırdıkları din Türklerin “Kök Tengri” dini Türk olmayan Türkologların araştırmaları neticesinde Budizm’e benzer birden fazla ilahı olan her gördüğü nesneyi ilah kabul edip tapınan bir dini sistem olduğuna dair algı yaratılmıştır. Bu Türkolojik araştırmaların aksine “Kök Tengri” dini tek Tanrı dinidir. Bu iddianın Köktürk Yazıtları, Sözlü Türk Halk Kültürü, destan metinleri ile destekleyerek izah etmeye çalışalım.
Orhun Abidelerinde geçen bu ibare de kullanılan “teg” ifadesi abidelerin diğer yüzlerinde de aynı sıfatla nitelenmiştir. Günümüz araştırmacıların tabiri ile Budizm’le eş tutulan Türklüğün ata dini “Kök Tengri” dini sanılanın aksine tek tanrı dinidir. Çok tanrılı dinler yerleşik hayat dinidir. Yerleşik hayattaki bir mabedi ve heykelleştirilmiş birçok ilahı barındıracak bir yapıya ihtiyaç vardır. Göçebe ve savaşçı bir toplum olan Türk toplumunun sürekli göç halinde olduğunu düşünürsek devasa putların taşınması ciddi anlamda problem teşkil etmektedir. Nitekim put kültürü olan
Bahsedildiği gibi çok tanrılı tabiat dini olsaydı diğer çok tanrılı dinler gibi ilah figürleri olurdu. “Tanrı bilgi verdiği için kendim bizzat kağan kıldım.” Tonyukuk Abidesinde geçen bu cümlede tanrı tektir. Bütün yazıtlar incelendiğinde de görülür ki Tanrı tekil olarak veya Teg Tengri ifadesiyle yer alır. Göktürk alfabesinde “Tengri” sözcüğü incelendiğinde alfabelerin şekilsel özellikleri de incelemeye değerdir.
1
GENCAY
(Kazak Halısı) (Gümüşhane- Kelkit Zili Kilimi)
Kök Tengri diniyle ilgili bir başka sorunsal adlandırma meselesidir. Hristiyanlık bir din “rahip” o dinin din adamıdır. Nasıl ki Hristiyanlık’a “Rahibizm” denilemiyorsa Kök Tengri dinine de “Şamanizm” demek yanlıştır. Hristiyanlık, din adamı ekseniyle gerçekleştirilen ilahı yüceltilen bir dindir. Hristiyan tebaası günah çıkarmak için, yeni doğan çocuk günahlarından arındırmak için (vaftiz), genç çiftler evlendirmek için rahibe başvurmak zorundadır. Kök Tengri dininin ilk araştırmacıları bu gelenekten geldikleri için din adamının din içindeki konumunun güçlü olduğunu düşünerek Kök Tengri dinini kendi kültürel kodlarına uyarlayarak yorumlamışlardır. Objektiflik alt yapısı olmadığı için de “Şamanizm” adlandırılması yapılmıştır. Oysaki Türk kültüründe şaman sadece Kök Tengriye niyaz eden kişidir. Türkler ibadet etmek için mabede ihtiyaç duymazlar. Bu inanış “Yeryüzü Müslümanın ibadethanesidir.” anlayışına benzer. Kâinat, Kök Tengri’nin timsali olduğundan tüm yaratılanlara saygı duyulur. Yunus Emre’nin “Yaratılanı severiz, yaratandan ötürü.” dizelerinde olduğu gibi.
Türk kültüründe kutsal olan, taşınabilir eşyalara nakşedilir. Bu nakışlar Türk’ün kutsal saydığının uğurunu yanında taşıma arzusundan kaynaklanır. Taşınabilir kültürler el eşyaların başında halılar gelir. Türkiye ve Kazakistan coğrafyasının birbirine mesafeli bir uzaklığı aşikârdır. Yüzyıllar önce farklı devletler kurmuş aynı soydan gelen milletlerin halılarındaki işlemelerin şekilsel yakınlığı bu kutsal saydıkları tek tanrıyı mandala da olduğu gibi sembolize etme arzusudur. Bin iki yüz yıl önceki bir inanış hala kültürel kodlarla halılara aktarılıyorsa bunun şüphesiz ilk sebebi İslamiyet’teki “Vahdaniyet” inancıyla birebir uygunluk göstermesidir. Bu meseleyi İslam tarihinden örneklendirecek olursak İslamiyet’in kabulünden sonra bütün putlar kırılmış, Cahiliye dönemine ait çok tanrılı dinin unsurlar yok edilmiştir. Türkler’in İslamiyet’i kabulünden sonraki halkın kutsiyetleri gözlemlendiğinde dikkati çeken Selçuklu döneminde şamanlar bilirkişi olarak söz sahibi olmasıdır. Ruh Türkologların veya Avrupalı Halk bilimcilerin yaklaşımlarında olduğu gibi Kök Tengri dini çok tanrılı bir din olsaydı Cahilliyye döneminde olduğu gibi Putperest kalıntılar yok edilirdi.
KAYNAKÇA
Eric Hobsbawm Terence Ranger, “Geleneğin İcadı”, Agorakitaplığı, İstanbul (2006). Yaşar Çoruhlu, “Türk Mitolojisinin Ana Hatları”, Kabalcı, İstanbul (2011). Sait Başer, “Kök Tengri”, İrfan Yayıncılık, İstanbul (2011). Sait Başer, “Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre”, İrfan Yayıncılık, İstanbul (2011).
2
GENCAY
OĞUZ KAĞAN’A FARKLI BİR BAKIŞ M. Bahadırhan DİNÇASLAN Mitoloji, özetle, açıklamak için yaratılır; neredeyse her zaman. Sadece geç dönem mitolojik metinlerde boşluk doldurmak ya da “estetik” için “yeni” şeyler ortaya çıkabilir. Oğuz Kağan miti de benim benimsediğim yöntem nazarından bakılınca, açıklamak için yaratılmış bir mittir. Muhtemelen tarihi bir figürden esinlenilmiştir (Kimi tarihçiler Modun [Mete] etrafında örgüleşen mitlerin Oğuz Kağan’ı yarattığını söylüyor.) ve tarihsel gerçeklik payı mutlaka biraz vardır; ancak bir kere “mitoloji” haline dönüştüğünde, mitolojinin evrensel kurallarına uygun özellikler gösterir.
kullanılır. Buna “antropomorfize etmek” yani, insan suretine bürümek diyebiliriz. Bir kültürün kendi iç gruplaşmalarını, yukarıda açıkladığım şekliyle, bilimsel dönem öncesinin bilimi olarak tanımlayabileceğimiz mitoloji vasıtasıyla açıklaması ve aktarımı Oğuz Kağan mitine benzer şekilde olur. Daha açık olmak için tarihten örnekler verelim: Birbirleriyle bir şekilde benzer/akraba olduklarını bilen Slav grupları, “Lech, Cech ve Rus” efsanesini yarattılar. Buna göre benzerliğin sebebi, bu üç kardeşin, üç farklı av peşinde farklı yönlere gidip, farklı ülkelerin/soyların ata-babası olmasıydı. Lech Polonya’yı, Cech Bohemya’yı (Çek Cumhuriyeti), Rus ise Kievan Rus diye bilinen ülkeyi kurmuştu, bu efsaneye göre... (Mitolojide, “quod superius sicut inferius”, “yerde nasılsa gökte de öyle, gökte nasılsa yerde de öyle” kuralı vardır diyebiliriz. Mitolojik “düzlem” ile gerçek düzlem, fonksiyonel ve biçim-bilimsel olarak paraleldir.)
Yazı boyunca önce, “birincil boyut”ta, Oğuz Kağan mitinin neyi açıkladığını kendimce anlatmaya çalışacak, ardından, “ikincil boyut”a, evriminin daha önceki basamaklarına uzanmaya heves edeceğim. Şüphesiz, bu yazıda dipnotlar vs. ile akademik bir makalede bulunması gereken bileşenleri oluşturmuyorum; o yüzden yazdıklarım biraz “havada kalıyor”; bu yazı en fazla, benden daha yetkin ve donanımlı bir “meraklı” için “işaret” niteliğindedir. Belki yapmaya çalıştığım tespitler bu konuda ciddi ve bilimsel bir uğraşa girişecek müstakbel bir yazar için yollar açacaktır.
Bir başka örnek verecek olursak; Sami dünyasında Samiler tarafından bilinen halklar ve Samilerin kendi alt grupları, Nuh’un üç oğlu miti ile açıklanmış ya da alegorik biçimde anlatılmıştı. Buna göre kendileri Nuh’un bir oğlundan, Afrikalılar diğer oğlundan, Asyalılar üçüncü oğlunun soyundan gelmişlerdi. Kendi iç gruplaşmalarını, yine benzer bir mitle açıkladılar: Yahudiler İbrahim oğlu İshak’ın, Araplar İsmail’in soyundan geliyordu, bu mite göre.
Neredeyse bütün dünya toplumlarında evrensel bir mitolojik özellik vardır: atasal kökeni açıklamak için belli karakterler yaratılır; o karakterlerin birbiriyle insani (evlilik, doğum, ölüm gibi) ilişkileri esasında daha geniş bir arka plandaki toplumsal ilişkileri açıklamak için 3
GENCAY Oğuzname geleneğinin, müellifi Bahadır Han’ın “Biz bu Türkmenleri çok kestik, bir nevi kendimi affettirmek için Türkmen kocalarının sözlü olarak aktardıklarını yazıya geçirdim.” diyerek yazıya geçirilmiş olan Şecere-i Terakime’nin de işlevi budur: Oğuzlar, Kıpçaklarla, Moğollarla, Uygurlarla akraba olduklarını/benzeştiklerini biliyorlardı; her birine kendilerince Oğuz Kağan üzerinden bir akrabalık atfederek, bu benzerlikleri açıkladılar. Moğollar, Oğuz’a destek vermeyen amcalarının soyundan geliyor dendi, Uygurlar Oğuz’a destek veren amcalarının (Ebulgazi Bahadır Han’ın açıklamasına göre Uygur uyan, yapışan anlamındadır), Kıpçaklar da bir ağaç kovuğunda doğan Oğuz Kağan’ın bir askerinin soyuna dayandırıldı. Şüphesiz bunlar gerçek değildir; ancak bu mitosların varlığı, her Türk grubunun çevresindeki diğer gruplarla bir benzerlik ve akrabalık taşıdığını bildiğini ve açıklamaya çalıştığını gösterir.
kolektif bilinçte 24 boy sayısı belirginleşince koşut olarak evrimleşen Oğuz Kağan miti de Oğuz boylarının ruh iklimi ve ilişkilerini anlatma sürecinde nihai evrimini geçirmiş, tutarlı bir örgü halini almaya başlamıştır.) Mutlaka Oğuz Kağan figürünün destansılığını besleyen bir “gerçek” karakter vardır ve bence de bu muhtemelen Modun’dur. Ancak Oğuz Kağan Modun’u anlatmaz. Oğuz boylarının yerdeki ilişkilerini, “göksel” bir dille anlatır ki bence bütün Türk destanları ve mitleri bir şekilde Alpamış mitiyle ilişkilidir. Misalen Alpamış’ta “Salur Kazan” kötü bir karakter olarak yer alır hatta “en batılı Türkler” diyebileceğimiz Oğuz grubu, doğu Türkleri ile çoğu zaman düşmanca ilişkiler içinde olmuştur ve mitolojinin, gerçek olanı, sembolist ve alegorici bir tavırla anlattığına dair tezimizi, batıda “kahraman” olan Salur Kazan’ın, doğuda “düşman” olması tespiti, destekler niteliktedir. Ayrıca birçok çalışma göstermiştir ki destanlardaki karakterler arketipik karakterlerdir. Bu karakterler destanı/mitolojiyi oluşturan halkın, o karakterle ilişkilendiren kavram hakkında kolektif bilinç/bilinçaltında ne düşündüklerini gösterir ve Türk kahraman arketipi de çoğunlukla Alpamış destanı ile karakterize olmuştur; Alpamış karakteri sürekli (içerik olarak) yinelenir.
Oğuz Kağan miti tarihsel süreçte sürekli evrim geçirmiştir ve her zaman amacı; üç, sekiz, dokuz, on gibi ön isimler alarak birlik oluşturan Oğuz boylarının birlik sistemleri ve özelliklerini, mitolojik yönteme başvurarak açıklamaktı. En son haliyle Oğuzlar, 24 boydan oluşan bir sistem kurduklarında ya da 24 boyun siyasi birliğini sağlayamasalar da toplam boy sayısı 24 olarak belirginleşip oturduğunda, 24 boya yönelik son Oğuz Kağan miti de olgunlaşmış oldu. (Yani, 24 boy, tarihin bir devrinde aynı anda var olmamış olabilir. Ancak toplamda, belirgin bir şekilde, 24 boy motifi görülüyor. Özetle önce boylar ortaya çıkmış, kimileri bölünmüş, kimileri yok olmuş ve en son
Oğuz Kağan ve Oğulları destanının (mitosunun), Oğuz Türk gruplarının kolektif bilinçteki irfanını aktarmak ve “atalar kültü” esintileriyle, “kökensel” (orjin mitosu) açıklamalar yapmak için evrildiğini iddia ettik. Muhtemelen bu tespitimde haklıyımdır; her ne kadar 4
GENCAY bilimsel bir makalede olması gereken birçok noktaya dikkat etmiyorsam da vicdanımda sonuna kadar bilimsel yönteme sadığım ve (deryada damla da olsa) yıllardır süregelmiş mitoloji okumalarımdan yola çıkarak bu tespitin hatalı olması için bir neden göremiyorum. (Ki bu dediğime benzer tespitler yerli ve yabancı birçok düşünür tarafından kısmen ya da büyük oranda benzer bir şekilde yapılmıştır.) Ancak cesaret edip bir adım ileri gidersem, Oğuz Kağan mitosunun, ilkel köklerinde “kozmogonik” (evrendoğum) bir mitos olmasa da çok daha geniş ve şaşaalı bir “tanrılar örgüsü”nden kopmuş bir “pantheon mitosu parçası” olduğunu düşünüyorum diyebilirim.
çok önemsiyorum ancak başka bir yazının konusudur.) çoğu yerel, Türk-altı-gruplara ait birçok mitos kırıntısı olduğu neredeyse kesindir. Hatta kuzeye, doğuya ya da batıya gidildikçe Türk algısı ve ruh ikliminin hafiften yoğuna değişik oranlarda değişim göstermesi de kimi bölgelerde bu birleşmenin görece zayıf olduğu tezini doğrular. Zira bazı “arketipik” farklılıklar o kadar keskindir ki kökeninin çok önceye gittiğine dair şüpheye yer bırakmaz. Bu da bizi bozkırın konfederatif yapısının “toplumsal ruh iklimi” açısından Altaylı alt-grupların kolektif bilinci için de korunduğunu düşünmeye iter yani, Türk kültürü dışarıdan hiç etkilenmeseydi dahi herhangi bir başka “kimlik” altında ortaya çıkan etnik grup ya da “millet”lerden çok daha karmaşık ve “renkli”dir.
Oğuzlar’ın, Türk grupları içerisinde en kalabalık ve baskın gruplardan biri oldukları malumdur. Öyle ki Altaylı milletin adı “Türk” olmadan evvel ve olma sürecinde Oğuzlar, kültürel baskınlıkları ve kalabalıkları sebebiyle büyük oranda “özerk” bir grup özelliği göstermişler ve Türk-Oğuz şeklinde bir adlandırma Orhun abidelerinde görülmüştür: Türk bir “siyasi” isim iken, belki bir klan ya da boy ismi iken, merkezi otoriteyi kuranlar bu “Türk”ler olduğu için yavaş yavaş bütün Altaylıların ortak ismi haline gelmeye başlamıştır. (Aynı görevi daha önce de “Hun” ismi üstlenmiştir.) Bu esnada, TürkOğuz kullanımı dikkat çekicidir; Oğuzlar’ın baskınlığına, her ne kadar Türk şemsiyesi içinde homojenleşmeye katılsalar da bir nevi “özerk”liğine delalet eder.
Bu tespitlerden cesaret alarak diyorum: Oğuz Kağan mitosu, bir merkezi ya da “hükmeden” Türk anlayışı az-çok bütün Türk algısına hakim olmazdan evvel (tabii yine onunla akraba) Oğuz algısına hakim olan bir panteonun bozulmuş, evrilmiş, değişmiş bir hikayesidir. Şahsi kanımca da Türkler’de “panteon” oluşumu görece geç bir meseledir. Mitoloji ile alakalı birçok yazımda belirttiğim üzere Türk yaşam tarzı yerleşik hayata çok önceden geçmiş toplumlardaki gibi bir panteon oluşturmaya elverişli değildi. O yüzden Türk “paganlığı” druidizm ya da Baltık paganlığına daha çok benzer. Ancak Oğuz grubunun “en batılı Türkler” olması ve Soğd vs. gibi kavimlerle iletişim içinde bulunması, bir panteon oluşturmuş olabileceklerini düşündürüyor bana.
Hal böyleyken homojenleşme, katışma ve kaynaşma süreçlerinde yok olan (ki ben Yenisey kültürü ve dil ailesini bu noktada 5
GENCAY Oğuz Kağan’ın ailesini/oğullarını oluşturan isimlerin “Gün-Ay-Yıldız-GökDağ-Deniz” olması, onların oğullarının da genellikle bir arketipik kavram ya da motife yakınsayan çeşitli sıfatlarla adlandırılması (Bayındır, Çepni, Kızık vb.) gibi noktalar bu hususta dikkat çekicidir. Her biri bir “görev”, arketip ya da kavrama ilişkin isim taşıyan “Oğuz Kağan torunları”, göksel bir örgü oluştururlar ki tam bir pantheon için gerekli olan bir çok bileşene sahiptir.
gibi, birer doğa gücü ya da motifini simgeler: Güneş, Ay, Yıldız, Dağ… Onların oğulları ise daha düşük seviyeli bir takım konsept ve motifleri simgeliyor; örneğin Avşar, “ava meraklı” anlamına geliyor, birçok mitolojideki av tanrısı-tanrıçası gibi… Belki bir gün, yeterli zamana sahip olduğumda, etimolojiden de bolca faydalanarak bu işin peşine düşerim. Şimdilik bu kısa yazıyı, “böyle bir şey olabilir mi?” sorusunu ilk defa kendimce sorduğum bir “deneme” olarak arz etmiş olayım.
Sonuç olarak; Oğuz Kağan, çok eski bir “tanrı”dır, oğulları, diğer mitolojilerdeki panteon başı tanrı-tanrıça ve çocukları
6
GENCAY
AHMET HALDUN TERZİOĞLU İLE TÜRK MİTOLOJİSİ ÜZERİNE SÖYLEŞİ Aslıhan KAYA - Hanife YAŞAR - Sevgili Hocam, öncelikle davetimizi kabul ettiğiniz için Gencay grubu adına teşekkür ederiz. Kısa bir zamanda yaptığınız çalışmalar ve yazdığınız romanlarla gencinden yaşlısına büyük bir kitlede başarıyla karşılandınız ve sevildiniz.
C: Aslında acunda Türk mitolojisi biliniyor. Çok yaygın acunda. Ama bizim ögelerimizi, simgelerimizi başka kültürler kendilerininmiş gibi kullanıyorlar. Biz de yazık ki sahip çıkamıyoruz. Destanı olmayan milletler, Türk destanlarını çalıyorlar. Örneğin “Kimmeryalı Conan”. Kimmerlerin Türk olduğuna inanılır. Proto-Türklerden oldukları bilinir. Bunun üzerine; aldılar Kimmeryalı Conan’ı kendilerine destan yaptılar. Hollywood filmi yaptılar. Aynı adla diziler çektiler. Kuzey ülkelerinin öyle güçlü destanları yoktu. Acunda bir biz kendimizi, değerlerimiz bilmiyoruz aslında. Kendi mitolojimizi okumadığımız ve ondan yararlanmadığımız için biz bilmiyoruz ama Türk mitolojisi yakından izlenir, çalınır, kullanılır. Bu varsıllığı kim değerlendirmek istemez ki?
Çoğu zaman romanlarınızda mitolojik simgeler görüyoruz. Kamlar, şamanlar… Bu tarz simgelerin önemi nedir? C: Ben de size teşekkür ediyorum. Övgüleriniz için özellikle teşekkür ediyorum. Var olun. Ben, destanlara inanırım. Destanlar doğruları söylerler. Olanları biraz büyütürler, abartırlar, yüceltirler ama hep doğrudur anlattıkları. Çok güzeldiler. Buram buram Türk kokarlar. Mutlaka dayandıkları bir kök vardır. Kökünde de Türk... Destanlar aynı zamanda mitolojinin köküdür. Bu nedenle romanlarımda mitolojik ögelere sıkça yer veriyorum. Destancılığı seviyorum. Eski destancılar gibi olmaktır amacım. Elbette bu büyük bir amaç ama bu yolda çalışmak güzel… - Çok zengin bir mitoloji ve kültüre sahibiz. Ancak bunu bilen çok az. Neden bir Türk mitolojisi ve kültürü bir yunan mitolojisi kadar bilinmiyor? Dünyayı geçtim ülkemizde de durum böyle…
- Yunan mitolojisi ile Türk mitolojisi çok benzer zaten.
7
GENCAY C: Biz onlardan çok daha erkeniz. Bizim mitolojimiz daha yaşlı. Onlar yazıyı erken kullandılar ama mitolojiyi daha önce meydana getiren bizdik. Çünkü Türk’ün yaşam tarzı mitoloji oluşturmaya daha yakın ve daha yatkın. Kapalı kentlerde, duvarların ardında mitoloji kurgulamak zordur. Ama açıkta, bozkırda, göğün altında mitoloji kolaydır. Ortam, kişioğlunu düşsel olmaya, düş kurmaya iter. Bu da zamanla mitolojiyi ortaya çıkarır. Bozkır yaşantısı da mitolojik sonuçta... Kışlak, yurt, yayla arasındaki eşsiz yaşam... Savaşlarımız mitolojik. Yani bir ok ve bir yayla yaşamak… Atın üzerinde yaşamak… Yunan kültüründe at yoktur örneğin ama bizim at-er birlikteliğimizi, atlı savaşçılarımızı aldılar, insan başlı at olarak, sentor olarak kullanıp kendi mitolojilerine mal ettiler. Yani Türk mitolojisi acunda bilinir, çok kullanılır. Sanata geçirilir, filmlerde tiyatrolarda kullanılır. Bir tek biz kullanamıyoruz. Gerek bilmeyişimizden gerek yoksulluğumuzdan… Mitolojik film yapmak pahalı iştir. Uyduruk TV dizisi çekmeye benzemez. İnceleyin örneklerinin maliyetlerini. Us almaz rakamlar çıkar ortaya.
- Romanlarınızda Gök Tanrı dininden de esintiler var. C: Aman yanlış anlama olmasın. Ben öyle Gök Tanrıcı falan değilim, Müslümanım. Ancak acunda da çeşitli dinlerde Türkler var. Bütün inançlara bağlı Türkler var. Türk için inanç kavramı göğe bağlılıktır. Benim romanlarımda kullandığım göğe bağlılık, çok önemlidir. Mustafa Kemal Atatürk boş yere “İstikbal göklerdedir.” Diyerek göğü işaret etmemiştir. O Türkçü bir insandı. Dini baskılardan dolayı Türklerin göğe verdiği önemi başka şekilde söyleyememiştir. Gök, Türk için inanç üstü bir ögedir. Onu biz çadır olarak, yurdumuzu örten örtü olarak düşünürüz. Geçmişte Tanrı’yı orada bellemenin, ya da göğe Tanrı demenin de bir sıkıntısı yok. Bugün de ellerimizi göğe açıp dua ediyoruz. Romanlarımın bir kısmı kadim Türkleri anlattığına göre Gök Tanrı inancını işlemem doğal. Başka ne yapacaktım ki? - Peki, göğü böyle sahiplenmemizin sebebi nedir? C: Bozkırda yaşarken, özellikle geceleri, sırtımızı yere verir gökyüzüne bakardık. Bunu düşlemeye çalışın. Yani atalarımız böyle yapardı. Hala yaparız. Oradaki sonsuzluğa hayranlık duymamak mümkün mü? Bu genlerimizde yüzyıllardır süre gelen bir yazılım oluşturdu. Silinmez bu kültür. Genlerdeki bir kültürel özelliğin silinmesi için yüzlerce yıl gerekir. Bir hafıza kültürü, bir de gen kültürü vardır. Genlerin kültür birikimi babadan oğula toruna geçer. Biz farkında olmadan bu göğe bakma kültürü nesilden nesile geçmiştir. Türkü Türk yapan göktür. Bugün kent içinde yaşarken bile göğü
- Hocam, sizce Türk’ü Türk yapan diğer milletlerden ayıran özellik nedir? C: Savaş. İlk özellik savaş. Savaş olmayınca Türk Türklükten çıkıyor. İkincisi de töresidir. Töreyi kaybederse yine bozulur. Bir diğeri inançtır. Ama bu inancı din olarak kullanmamak lazım. İnanç göktür. Gökten geldiğine inanmaktır. Onu kutuna, gününe, birleştirici özelliğine inanmaktır. Gök birliği işaret eder.
8
GENCAY görme güdüsü, piknik sevgisi ile kendini gösteriyor. Sonra yayla sevgisi. Yaylalara, dağlara olan tutku... Gök etkisi, gök sevgisi genlerimize kazınmış. Silinmez.
inceleyenler Türk kanıtları buluyorlar, evet. Eğer Hunlardan bize sözcük hazinesi olarak bir şeyler kalsaydı bu çok işimize yarardı. Ama kayıt yok. Yanılmıyorsam 4 sözcük var o da Çin kaynaklarından alınmış durumda. Eğer Hun dilinin fonetiğini, biçimini bilebilseydi Etrüsk dili ile karşılaştırıp daha sağlıklı sonuçlar alabilirdik. İnanmak istersek, inanmak için çok kanıt var ama gerçek dersek, elimizde çok fazla bir şey yok.
- Tomris Han romanınızdan cesaretle şu soruyu sormak istiyoruz. Hunların bile Türk olup olmadıklarının tartışıldığı bu günlerde İskit ve Sakaların Türklükleri konusunda ne diyebiliriz? C: Biliyorsunuz, İskitler birleşik bir imparatorluktu. Sakalar bu imparatorluğun bir kolu. Kuran, bir zaman yöneten budundur. İskit imparatorluğunu var edenlerden Saka budunu Türk’tür Bu tartışmasız bir durumdur. Bazı batılılar bu gelişmiş kültürü Türk’e yakıştırmadığı için uzaklaştırmaya çalışıyorlar ama meydana çıkan mezarlar, mezarlardan çıkan silahlar, eşyalar, at kemikleri, bu mezarların yapıları, kurganlardan ortaya çıkanlar bunu gösteriyor. Bunu kimi tarihçi kabul ediyor kimisi inatla direniyor. İskitler bir budunlar birliğidir. İskitlere Türk demek olmaz, doğru olan İskitleri bir dönem yönetmiş olan Sakaların Türk olduğunu söylemektir. Heredot ayrı ayrı hem İskitlerden hem Sakalardan söz eder.
- Kurgu romanlarınız var evet ama genelde tarih anlatıyorsunuz. İsimler aynı, olaylar aynı… Okuyucuya aslında tarih anlatıyorsunuz ama bunu sevdirerek yapıyorsunuz diyebilir miyiz? Romanlarınıza hareket, dinamizm katmama sebebiniz de bu mu? C: Romanlarımı yazarken, kurgulayacağım bir olayın tarih olarak algılanmasının önüne geçmek amacıyla, hiç hata yapmamak amacıyla tarihi olduğu gibi aktarmaya çalışıyorum. Çok az kurgu ve kurgu kişi kullanıyorum. Bunu özellikle yapıyorum. Ben tarihi olduğu gibi romanlaştırmaya çalışıyorum. Tarihi roman yazmıyorum. Tarihi romanlaştırıyorum. İkisi çok farklı... Bazen bunun tepkisini de alıyorum. Tarihi, romanlardan öğrenen gençler için bizim her zaman doğruyu yazmamız gerek. Yapılacak bir yanlışın gençler üzerinde kötü sonuçları olabilir. Yazılana gerçek gibi inanabilirler. Bu izleri de silmek zor olur. Örneğin ben Hasan Sabbah’ı yazarken bile İsmailî kaynaklarına, Alevi kaynaklarına, Selçuklu kaynaklarına kadar birçok kaynakları inceledim ve doğruyu yazmaya, olduğu gibi yazmaya çalıştım.
Hocam peki, Etrüsklerdeki “Romus Romulus” heykeli Türk kültürünün bir yansıması olabilir mi? C: Tarih, kayıtlara ve gerçeklere inanır. Bilindiği gibi yazı ile başlamıştır. İşin içine fazla masalsı ögeler girince bu tarih olmaktan çıkar. Söylenti olarak var evet ben de Sakalar Anadolu’ya geldiği zaman, bunlardan bir kısmının İtalya’ya geçtiğini düşünüyorum ama bunu kanıtlayacak bir belge yok henüz. Etrüsklerin dil yapısını 9
GENCAY Kendi yorumumu, kendi düşüncemi ve inandıklarımı katmamaya özen gösterdim. Hasan Sabbah’ı haşhaş içip, kadınlarla eğlenen bir tip olarak yazmadım, çünkü bu yanlış, yalan. Gezgin Marco Polo’nun yalanından doğan bir iftiradır. Hasan Sabbah kendi inancı çevresinde, dikkat edin vurguluyorum, kendi inanç sistemi içinde, bir dini büyüktür ve din büyüklerine hakaret etmek iyi şey değildir. Orada ben doğruları yazdım ve birçok teşekkür aldım. İlk defa siz yazdınız doğruları, dediler. O devirde yaşayan Selçuklu Veziri Nizam-ül Mülk Fars kökenli olmasına rağmen Türk için çalışmıştır. O da bizimdir. Aynı devirde Sultan Melikşah çok büyük bir Türk liderdir. Kaç ulusu bir arada yönetmiştir. Ne onlara haksızlık yapmak gerek ne Melikşah’ı kötülemek, gerek ne Nizam’ül Mülk’ü, ne de Hasan Sabbah’ı. Onlar arasında bir kavga vardı. Ama bu kavga düşünce kavgasıydı. İnanç kavgasıydı. Bir Türk olarak Melikşah’ı överken Hasan Sabbah’ı da yerden yere vurmamam lazımdı. Biz yağılarımızı bile asla yalanlarla rezil etmemiş bir ulusuz. Bu nedenle hep yukarıdan bakıp, objektif olup, doğruları yazmaya çalışıyorum. Bunun için çok çalışıyorum çok araştırıyorum. Tarihsel kişiliklere haksızlık etmemek gerek. Çünkü onların kendilerini savunma şansları yok. Eğer yazılacaksa doğrular yazılmalı.
söylerseniz, hata yaparsanız özellikle gençler üzerinde vebal sahibi olursunuz. Onları yanlış yönlendirmiş olursunuz. Bu bir tercih elbette... Benim tercihim bu. Bir değeri yanlış tanıtmış olmak istemem. Çünkü dediğim gibi gençler tarihi, romanlardan öğrenmeye çalışıyorlar. Romanlar, tarihten daha fazla okunuyor. Belki birileri, daha fazla bildikleri için ya da öyle gerekli gördükleri için bu yolu seçebilirler. Ama ben kendimi bu yetkide görmüyorum. Örneğin Atsız Hoca’mız Göktürklerin en yiğit, en değerli kahramanlarından İl Kağan ya da Keili Kağan diye anılan büyük bir kağanı, Göktürk tarihinin kahraman insanlarından birisini eşsiz Bozkurtların Ölümü romanında Kara Kağan yaptı. Bu da öylece kabul gördü. Oysa İl Kağan, en az Atsız’ın Kür Şad adını verdiği kahramanımız kadar önemli kahramandı. O zaman, teslim olmayan, Çin’e karşı direnen, savaşmayı sürdüren tek Aşina yiğidi idi. O devirde yanındaki bir avuç insanla dağda yaşamış, çölde yaşamış, bağımsızlık kavgasını sürdürmüş, Çin’e teslim olmamıştı. Atsız Hoca ona Kara Kağan dedi. Bu adı koydu. Belki bunun özel bir nedeni vardı. Belki hocanın bir bildiği vardı. Tarihçi de olma özelliği ile bunu tercih etti. Belki asıl öncelemek istediği kahramanı daha fazla yüceltmek için bu yolu seçti. O Atsız Hoca, kendisinde bu yetkiyi görür ve bunu yapar. Ama ben Atsız değilim, yapamam. Bugün İl Kağan’ı kimse bilmiyor ama Kara Kağan’ı herkes biliyor lanetle anıyor. İşte bu romancının etkisinin güzel bir örneği... Sorun önünüze gelene Kara Kağan tanınıyor ama İl Kağan tanınmıyor. Değil mi? Ben böyle bir kurguya cesaret edemem, edemiyorum. Çünkü böyle bir durumda verecek bir cevabım yok. Böyle
- Tarihi romanların, tarih öğretiminde yararları kadar zararları olduğu da bir gerçektir. Bir tarih romancısı olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz? C: Tarihi roman yazanların ya da benim gibi tarihi romanlaştıranların üzerinde büyük bir yük var. Tarihi anlatırken yalan 10
GENCAY bir iş yaparsam savunamam. Buna yetkim de yok. Mutlaka doğrulara dayanmak, bu konuda net olmak zorundayım. Bugün Kür Şad adı ansiklopedilerde bile geçer. Hatta Atsız Hoca’nın ad verdiği kırk yiğidin adları kabul görür. İtiraz edilemez bir gerçek olarak kabul edilir. Kara Kağan da Atsız’ın tanımı ile anlatılır. Bunun tersini iddia etmek bile mümkün değildir. Bu Atsız’ın gücüdür. Kendimce bu gücü görmüyorum.
Bugün Türkiye’nin hazırda en az 20.000 tane kahramanı var demektir bu. Övünülecek bir şeydir. Bunların yaklaşık 30 tanesini tanırım. Sınava girdiler. Yalnızca 3ü kazandı mülakatı. Kazanamayanlardaki hüznü tarif edemem. Orada vatan için ulus için savaşmak istiyorlardı. İşte size kahraman adayları... İşte böyle cesurdur Türk kahramanları. Bu kutlu duygunun tanımını yapmak öylesine zor ki... Kahraman, kahramandır. Bu kadar.
- Romanlarınızdaki Türk kahramanlarının özellikleri nelerdir? Yani Türk kahramanını kahraman yapan unsur nedir? Ahlakları mı? Yiğitlikleri mi? Akıllı oluşları mı?
Türk kahramanının, benim kahramanlarımın bir özelliği de sevmesidir. Kahramanların gönlü boş olmaz. Ben gençlere de takılırım, yiğidin gönlü boş olmaz, diye. İşin aslı sevmeyi bilmeyen adam kahraman olamaz. İnsanı sevsin, sevdalısını sevsin, nişanlısını, yavuklusunu sevsin. Ama sevecek. Ha, kavuşacak kavuşmayacak o ayrı mesele. Kahramanlar sevmeyi de bilenlerdir.
C: Kahraman deyince, karizmatik adam olacak. Benim kahramanlarımın hepsi karizmatik, yakışıklı, korkusuz, yiğit... Gerçekten tarihe baktığınızda da bu böyledir. Hem bizde hem batıda... Kahramanlar Tanrı’nın seçtiği özel insanlardır. Kahramanlık öyle herkesin harcı değildir. Kahramanın kahramanlık göstermesi gereken an geldiğinde bir an bile durmaması, beklememesi gerekir. Kahraman işte o anı yakalayandır. Kullanandır.
Bir de benim kahramanlarım çok iyi savaşırlar. Bilekleri bükülmez. Bütün Türkler kahraman olabilir. Olacak demiyorum olabilir diyorum. Herkes kahraman olacak diye kesinleştirmiyorum, ihtimalden söz ediyorum. Genç yaşlı, kadın, erkek herkes kahraman olabilir o cevher içimizde var bizim ulus olarak. Batıda da kahraman çıkar da tek tük. Onlar da şaşkın bu konuda. Bir milletten bu kadar kahraman nasıl çıkar diye şaşırıyorlar. Durmadan kahraman üretiyoruz biz, ben de bunu destekliyorum. Yeni kahramanlar çıkmasına katkıda bulunmak için kahramanları yazıyorum.
Bir diğer özellik ise cesarettir. Bizim kahramanlarımızın en büyük özelliği inanılmaz cesur oluşlarıdır. Hele ki ölüm korkusunu hiç düşünmezler, Bugünkü kahramanlarımız da aynı, Güneydoğuya bölücü ile mücadele için gidenlere bakın en basitinden. Polis harekâta 5.000 yeni polis almak istediler. Kaç kişi başvurdu biliyor musun? 20.000 kişi. Korkunç bir rakam... 5000 kişilik kontenjana 20.000 gönüllü başvurdu. 20.000 tane ölüm korkusu olmayan kahraman çıktı ortaya.
Kahramanlar akıllıdır aynı zamanda. Bunu da unutmayalım.
11
GENCAY - Peki, bu savaşçı gelişmişliğinin sebebi nedir? Atı kullanıyoruz, yayı kullanıyoruz…
Ok yapıyor yağının üzerine. İyi okçular, biliyorsunuz attığını vuruyor. Tam Çinlilerin ok mesafesine, yaylarının menziline giriyor. Duruyor, geri çekiliyor Türk ordusu. Geri çekilirken de atının üzerinde geri dönüp yine ok salıyor. Sonra yeniden 800 metre uzaklıktan yeni bir saldırı. Böyle bir savaş tekniğimiz vardı. Kılıçla savaşmaktansa okla savaşmak mantıklıydı. İşte bu savaş koşulları bizde sağlam yay yapma zorunluluğunu oluşturdu. Aradaki sayı farkını bir şekilde kapatmalıydık. Kemik destekli çiftli yay. İçinde kemik var, kalın. Yapıştırmak ve esneklik için de balık tutkalı kullanıyoruz. Bu tekniği bir tek bizim yay ustaları bilirdi. Bu yayların bir dezavantajı vardı, su gördü mü bozulurlardı. Hamurlaşırlardı. Bu yüzden Türkler yağmurda savaşmazlardı. Bir de karanlıkta savaşmazlardı onu da Kızılderililere benzetirler onlar da aynıdır.
C: Sayımız azdı. Bunu bir örnekle açıklamak gerekirse, Çin kaynaklarına göre Hun Hakanı Kiok Han’a gelen bir vezir var. Çinli. Kiok Han Mete Han’ın oğludur. Kiok Han’a Çin pek fazla hediye yolluyor o dönemde. Bir sürü ipek. Kiok Han artık ipek giymeye başlıyor. Bu Türkleşmiş Çinli veziri uyarıyor kendisini. “Çin’e yaklaşma” diyor. “Çin’in ipeğine bağlanma. Senin nüfusun Çin’in bir kentinin nüfusundan bile az” diyor. Nüfus farkını düşünmeye çalışın. Hem sadece onlar değil Yüeçiler var, Tung-hular var, bir sürü yağı var. Düşünün kalabalığı. Yağı çok ve durmayan bir mücadele var. Azlık olduğumuza göre bu mücadeleyi iki şekilde verebiliriz. Birincisi göç. Bir yere bağlı değiliz o zamanlar, duvarlar içinde yaşamıyoruz. Sıkıştın mı? Çekiliyorsun. Dağlara, çöle doğru... Yağı seni izleyemiyor. İzlese bile vur-çekil taktiği ile savaşıyorsun. İkinci üstünlüğümüz yay. Kadim Türk yayları çok güçlüdür. Menzilleri çok uzun... Savaş şöyle oluyor; Çinliler karşıdan çıkıyor, diyelim ki 100.000 kişi. Sen olsan olsan 10.000 kişisin. Böyle bir fark var ama Türk dediğin kaçmaz, savaşmak zorundasın. Çinlilerin ellerindeki yayın menzili yaklaşık 200 metre. Lakin Türk yayını bir gerersen 700-800 metre içerisinde sağ canlı bırakmazsın. Attığını vurursun. Türkler atlarını hızla sürmeye başlıyorlar. 800 metreye girdikleri anda, yaylarının menzillerine ulaştıkları anda at üzerinde hızla yaylarını çekmeye başlıyorlar. Daha Çinliler bizi menzillerine almadan bizim bir savaşçımız on ok atmış oluyor onlara.
Bu konuda bir anım var. Onu anlatayım. Ben bir kitabımı vermiştim düzeltilmesi için. Bu kitabımda şöyle bir cümle yazmışım ki “Türkler yağmurlu havada savaşmazlardı.” Düzeltecek kişi milliyetçi ya, değiştirmiş şu şekilde. Yan tarafa not koymuş. “Türkler her zaman, her koşulda savaşırlar.” Bunu okumuş, hem gülmüş hem de kızmıştım. Hayır, olmaz. Gerekçesi var, kullanılan tutkal su değince bozuluyor. Bu yüzden kılıfı var, yasıg 12
GENCAY diyorlar. Onun içinde saklıyor savaşçılar yaylarını. Suya değmemesi gerek. Bir de mutlaka yedek yayları oluyor. Çünkü yay onların en önemli pusatları.
C: Evet, Kürt Elhanı Alp Urungu. - Başta Talat Tekin olmak üzere, Türkologlarımızın büyük bir çoğunluğu Yenisey yazıtlarına ait Elegest yazıtında “Kürt” kelimesinin okuyamayacağını bilimsel makalelerle ortaya koydular. Lakin siz yazdığınız roman ile bu okumayı doğru kabul etmiş oldunuz.
- Hocam ben sizin romanlarınızdan birinde kamların bir duasını okumuştum. Pek bilinmez bu dualar ve ayinler. Kimdir kamlar? Ne yaparlar? C: Türklerin inanç sisteminin temeli, göktür dedik ya. Ama elbette gök uzak ve arada bağlantı kuracak birileri lazım. Kamlar ortaya çıkıyor ama şamanlar değil, kamlar, Şaman, Tunguzca bir tanım. Bize daha sonra Moğollardan geçti. Bugün şaman diye anılan kutlu gök erlerinin bizdeki adı kam idi. Kamların bilge özellikleri var, onlara danışılır. Sonradan oluşan evliyalık inanışına çok benzer. Kamlar gökyüzüne bakarlar, onu incelerler. Hatta uçup göğe yükselirler. Okurlar. Evet, göğü okur, yıldızların hareketlerinden anlamlar çıkarırlar. Üstelik giysilerini de gökten esinlendikleri şekillerle süslerler. Davullarını, asalarını kullanırlar. Gezegenleri burç sistemlerini kendilerince kurmuşlardı. Devamlı doğada yaşadıkları için bitkileri iyi tanırlardı. Bu bitkilerle ilaçlar yaparlardı. Yaralıları, hastaları iyi ederlerdi. Ayrıca fal bakıp gelecekten haberler verirlerdi. Kamları Gök Tanrı inancı ile birlikte düşünmek gerek. Onun ayrılmaz bir parçasıdırlar. Elbette kendilerine has duaları vardı. Alkış dediğimiz. Kamlar yalnız yaşarlardı. Ben de bunu romanlarımda işledim. Benim kamlarım, danışılan bilge kişilerdir.
C: Tamam, hadi sildim onu. Kurt Elhanı yazdım ya da Kert yazdım. Ne yazmalıydım Kört mü? O zaman sorun ortadan kalkar mı? Bu işin bugünkü Kürtlerle bir alakası yok ki. Benim için bir sözcüğün nasıl okunduğu değil de o anıtın ne anlattığıydı önemli olan. Öykü çok güzeldi. Orada bir yaşanmışlık vardı. Bir büyük Türk kahramanı adına bir taş dikilmişti. Onun unutulmaması istenmişti. Orada bir anıt var, o anıtta Alp Urungu isimli bir yiğit var. Ben o yiğidi yazdım. Bu bir görevdi benim için. Bir dahakine Kurt Elhanı Alp Urungu yazarım. 2. Basımda Kurt yazayım, tamam mı? 3. Basımda da Kört yazarım. Önemli olan Alp Urungu’nun anılması. Unutulmaması. - Sizin bu okuyuşu kabul edip romanınızda buna yer vermeniz hatta bu başlıkla yayınlamanız demek, Kürtlerin tarihi bizim Asya tarihimize kadar dayanıyor anlamına geldiği için bu tepkiler veriliyor. C: Ben Türkolog değilim, ama bu yazıtları okuyanlar yine yabancı bilim adamlarıdır. Hepsini inceledim. Çoğu kişi, bizim Türkologlara gelene kadar Thomsen’e bakar. Radloff’a bakar. Dünyada kabul gören bir Türkolog buna Kürt diyor da Kürt -Kört ne fark eder?
- Camiada ses getiren ve ciddi tartışmalara yol açan tabiri caizse olaylı bir romanınız var.
13
GENCAY - Eski Türkçe’de Kört “güzel” anlamına geliyormuş, hocam?
C: Kadim Türkçe sözcükler diyelim. Bize geçmişin armağanı sözcükler. Buram buram Türk ve tarih kokan sözcükler. Arapça, Farsça sözcüklerden nefret ediyorum. Keşke elimden gelse de hiç kullanmasam. Bir zamanlar dil bozuluyor diye bu sözcükleri kullanmakta engel görmezdim. Ama bir Mısır gezim oldu. Mısır’da gezerken insanların konuşmasına dikkat ettiğimde kullandıkları sözcüklerin bizimkilere benzediklerini gördüm. Mısır’ın durumu ortada... Yaşantıları ortada. Oradaki durumu görünce dedim ki “Biz niye bunların sözcüklerini kullanıyoruz?” Bu kadar zavallı mıyız? Sonra bu sözcükleri terk etmeye başladım. Şimdi Kadim Türkçe sözcükleri yerleştirmeye çalışıyorum. Elbette zaman zaman karıştırdığım oluyor. Sonradan düzelttiğim... Çok güzel sözcüklerimiz var. Yağı, örneğin. Yağının tam karşılığı Düşman değildir. Yağı, mücadele edilecek kişi demektir. Türkler yağıları yok edilecek düşman olarak görmemişlerdir. Çin’e yağı derler, Çin’den yararlanırlar aynı zamanda. “Us” var bir de, hâlâ kullanıyoruz. Uslu, uscul diyoruz. Bu sözcük varken ben neden akıl diyeyim ki? Bu sözcüklerden yerleştirmeye çalışıyorum. Arapça Farsça sözcüklere muhtaç olmak beni deli ediyor.
C: Sözcüklerin ne anlama geldiği tartışılır. Mevzu şu; orada bir budun vardı. Bu budunun bir lideri var. Alp Urungu “Ben bu budunun başıyım” diyor. Biz Alp Urungu’yu tartışmalıyız, Kürt-Kört-Kurt bunu değil. Ben romanımı yazarım, Alp Urungu’yu anlatırım. 2. Baskıyı Kurt çıkarayım madem öyle. 13 yaşında evinden ayrılmış bir yiğidi anlattım ben. O dönem çok ilginç bir dönemdir. Hesapladım. Göktürklerin bayrak açtığı döneme denk geliyor. Alp Urungu Bumin Kağan’ın yanına savaşmaya gitmiş. Bu kadar büyük bir kahraman… Okunuş tartışmaları var diye ben bunu anlatmayayım mı? Kört-Kurt yazsaydım bu sefer Kürt olarak okunması gerektiğini söyleyenlerden itirazlar gelecekti. Ben kitabın altına da yazdım “Göktürkler çağından bir Türk öyküsü” diye. Bunu yazdım, evet. Gençler Kurt olarak düzeltilmesini istiyorsa tamam Kurt yapalım ismini. Önemli olan Alp Urungu. Alp Urungu altın okluk armağanı alan bir kahramandır. Özellikle “Kürtler Türktür.” tezini desteklemek için yazmadım ben bu romanı, Alp Urungu gibi bir yiğidi anlatmak için yazdım. Kürtlerin Türk olduğunu düşünmüyorum. Keşke Türkleşselerdi de böyle olmasaydı durumlar.
- Romanlarınızda bir Atsız havası olduğunu düşünenler var. Bu konuda ne diyeceksiniz, Atsız’dan etkilendiniz mi?
- Romanlarınızda Eski Türkçe kelimelere (Öz Türkçe diyenler de var) yer veriyor oluşunuz okuyucularınızın çok sevdiği bir durum. Uçmak, tamu, yağı… Bunun sebebi okuyucuyu olayın yaşandığı çekmek mi? Kelimeleri karıştırdığınız olmuyor mu?
C: Öyle düşünüyorlarsa ne mutlu. Etkilenmişimdir elbette. Kim etkilenmez ki? Kimileri de bana çağın Atsız’ı diyor. Buna da karşıyım. Atsız, her çağda Atsız... Bu çağda başka Atsız’a ihtiyaç yok. Onun 14
GENCAY eserleri ölümsüz. Ben “İkinci Atsız” da değilim. İkinci bir Atsız olmaz. Atsız bir taneydi ve o şekilde kalacak. Adı her zaman yaşayacak. Belki ben unutulacağım ama o unutulmayacak. Bunun da kanıtı bu çağda bile etken kalması. O yalnız bir romancı değildi. Bir kavga adamıydı. Düşünce ve fikir adamıydı. Adımın onunla birlikte anılması büyük onur benim için ama abartılmamalı durum. Ben benim, O Atsız.
Çocuk Han 12 yaşında Hun tahtına geçiyor. 14 yaşında ölüyor ama yaşadığı kısacık zaman içinde Çinliler ondan “Mete geri geldi” diye söz ediyorlar. 2 yılda Çin’i perişan ediyor. Yine bir akına giderken hastalanıyor ve ölüyor. Güzel bir çalışma olacağını düşünüyorum. Bilinmeyen bir kahramanı daha bilinir yapmak büyük mutluluk. - Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
- Peki, yolda yeni çalışmalarınız var mı?
C: Son olarak şunu hatırlatayım Türk gençlerine. Destanlarımız çok önemlidir. Destanlarımızı bilin, öğrenin. Destansız kalmayın, Destansı yaşayın… Yaşamınız destansı olsun. Bir de çok çalışın.
C: Şimdi yeni bir çalışmam var, üzerinde araştırmalar yapıyorum. Çocuk Han. Bir kahraman. Ben Hun çağına tutkunum.
15
GENCAY
SERZENİŞ Onur ÇELİK
Devletimin bekasıydı meramım, Kovdular makamdan, sen Türk'sün deyip Alınmadan geri geldi selâmım, Tuttular yakamdan, sen Türk'sün deyip.
Oğuz atam dedi: Topla toyunu, Bitsin bu işkence, kurtar soyunu, Tekbir getirirken hain kurşunu, Sıktılar arkamdan, sen Türk'sün deyip.
Göklerde gezmiyor Mete'nin şanı, Ayağa aldılar yüce Kuran'ı, Kefereyi, yahudiyi, şeytanı, Saydılar Islam'dan, sen Türk'sün deyip.
Turan türküsünü her an duyarak, Uzattım başımı Allah diyerek, Bana devlet gerek, bana din gerek, Korktular töremden, sen Türk'sün deyip
16
GENCAY
“KARANLIK DÜNYA 1: İTBARAK”A BİR BAKIŞ Aslıhan KAYA Sayın Çağlayan Yılmaz’ın “Karanlık Dünya 1: İtbarak” romanı Kasım 2015’te raflarda yerini aldı. Genç yazar Yılmaz, Oğuz Kağan Destanı’nı hayal gücü ile yoğurup karşımıza ilginç bir örnek çıkarmış.
vücutlarına ok batmazmış. Bu yüzden Oğuz Kağan’ın askerleri İt-barak kavmine mağlup olmuşlar. Oğuz Kağan ikinci akınında İt-barak kadınlarının da yardımıyla galip gelmiş ve kavmi kendisine bağlı kılmış. Lakin Oğuz Kağan’ın İran seferinden faydalanan İtbarak kavminin isyanıyla Oğuz Kağan buraya üçüncü baskını yapmış ve artık bölgenin idaresini Kıpçak ve soyuna vermiş.
Kitap ile ilgili kişisel fikirlerime geçmeden romanın da ismini aldığı “İtbarak”lar ile sizleri tanıştırmak isterim. Barak sözünün bar-, var- kökünden geldiğini söylemek hiç de yersiz olmayacaktır kanaatindeyim. Öyle ki çok çabuk yürüyen, koşan anlamlarını karşılayan bu söz Yakut Türklerinin mitolojisinde “çok süratli yürüyen kişi” olarak anılan Baragçı’nın isminde de karşımıza çıkar. Mahmut Kaşgari’ye göre Barak, çok tüylü bir köpektir. İnanca göre; Kerkes kuşu kocayınca iki yumurta yumurtlar ve bunları üzerine otururmuş. Bu yumurtalardan birinden Barak dedikleri bir köpek çıkarmış. Bu yumurta da artık kuşun son yumurtasıdır demek olurmuş.
Oğuz Kağan destanı bellidir. Hangi kaynaktan okursanız okuyun olaylar bellidir ve yazar romanda bu geleneği bozmayarak, ana olaylara sadık kalarak bir kompozisyon oluşturmuş. Lakin roman bir tarih romanı değil fantastik bir romandır demek çok daha doğru olacaktır. Mitolojik roman olabileceği öne sürülüyorsada roman ne tarih ne de Türk mitolojisi romanı değil popüler edebiyatın fantastik romanlarından biri olmaya daha yatkın bir popüler edebiyat romanıdır. Tarihten ilham alarak yahut tarihi yazan, tarihi kişi ve olaylara yer veren roman yazarlarının omuzlarında ciddi bir yük vardır. İnsanlara ve bilhassa gençlere aktarılacak yanlış bir bilginin yerleşmesi kişinin tarih eğitiminde ciddi gedikler oluşturur. Tarihi sevdirerek ve süsleyerek anlatmak, aslı zaten belli olan bir destanın içine farklılaştırmak adına eklenecek hayali ögeler eminiz ki konuya zaten vakıf olan okuyucunun dikkatini çekecek ve
İt-barak kavmine Oğuz Kağan Destanı’nda rastlıyoruz. Oğuz Kağan İt-barak ülkesine başlıca 3 akın yapıyor. Efsanelere göre bu ülkedeki erkeklerin yüzleri köpek yüzünü andırırmış. Kadınları ise çok güzelmiş. Bu kavim savaşa girmeden önce derilerinin üzerine 3 kat tutkal sürerlermiş. Bu tutkalı iki farklı sıvıdan meydana getirirlermiş. Siyah-beyaz sıvıları karıştırarak oluşturdukları bu tutkalı vücutlarına sürdüklerinde derileri sertleşir ve 17
GENCAY olaya hakim olan okuyucu romanda farklı bir tat yakalayacaktır. Romanın kurgu ve fantastik bir roman olduğunun bilinciyle kitabı eline alan okuyucu yazarın hayal dünyası içerisinde lezzetli bir serüvene çıkacak ve son sayfayı kapattığında böylesi sıkıntılı bir dünyada bu denli bir hayal gücü yeteneğini korumayı başarabilmiş yazarı kutlayacaktır. Lakin aksi bir durum, Oğuz Kağan Destanı’ndan haberdar olmak amacıyla romanın okunmasını şahsım adına tavsiye etmem.
romanlarda gözetilen unsurlardan biri de dil meselesidir. Oğuz Kagan gibi ulu bir Türk kağanının serüvenini kendine has üslubuyla yazmış olan Yılmaz’ın, romanın daha ilk sayfalarında karşıma çıkardığı ağır ve anlaşılması güç bir Arapça kelimeyle beynimden vurulmuşa döndüm desem yeridir. Sözlüğü açıp bu kelime ne imiş diye bakıp tekrar oğuz Kağan destanı okumaya devam etmek şahsımı ciddi anlamda üzdü. Nitekim yazarın kelime seçimlerine ehemmiyet vermeyişi, kadim Türk tarihi kahramanı Oğuz’u anlatırken, kadim Türk kelimelerinden uzak oluşu alışmadığımız bir durum olmakla beraber, profesyonel bir bakışla da okuyucunun olayın geçtiği çağı hissetmesini, kendini hikâyede bulmasını zorlaştırır olmuş. Maalesef ki romanın tamamına sirayet etmiş olan paragraflar arası anlam kopukluğu da göze çarpan bir durum.
Oğuz Kağan Destanı’nın farklı kaynaklarında İt-barak ve benzeri unsurlar görülür lakin Çağlayan Yılmaz’ın romanındaki İt-barak ırkı tamamen yazarımızın hayal dünyasına özgüdür. Fantastik dünyayı millileştirmek adına atılmış adımlardan biri olarak gördüğümüz bu çalışmada Sayın Yılmaz, yer verdiği aşırı doğaüstü ögelerin dışında da gözden kaçmayan hatalar yapıyor maalesef.
Batının “Taht Oyunları” “ Yüzüklerin Efendisi” gibi fantastik dünyasının halkımıza ciddi anlamda sirayet ettiği şu günlerde sevgili Çağlayan Yılmaz’ın çabası takdire şayandır. Yeni bir yola adım atıp ilk romanını yazmış olan yazarımız, temiz duygularla çıktığı bu yolda işin ehli haline gelecek ve Türk bir Talkien meydana gelecektir ümidindeyim.
Romandaki çoğu ögenin kurgu olmasının yanında Türk mitolojisine uygunluğuyla göze çarpan bir öge var; Şaman ögesi. Romanda obanın bir “Şaman Hatun”u olduğunu görüyoruz. Göktanrı inancındaki gruba yakın çizilen Şamanlar aklımda yer etti. Biz bu insanlara “Kam” denildiğini; Şamanizmin, Şamanların Oğuz’dan çok daha sonra Türk buduna sirayet eden Moğol asıllı bir unsur olduğunu bilirdik. Lakin yazarın romanda Kam-Şaman unsurlarını bir tutmuş olması, Kamlığın yerine Şamanizmi koyması bir anlam karmaşası olarak göze çarpıyor.
Yazarımıza saygı ve iyi dileklerimizi sunarken davasında, çıktığı bu kutlu yolda attığı ve atacağı adımların yüce Türk milletine hayırlı olmasını temenni ederiz. “Bir solukta okumanız dileğiyle.”
Türk milliyetçilerinin ruhuna dokunan, önemli Türk büyüklerinin anlatıldığı
18
GENCAY
TÜRK MİTOLOJİSİNİN BİBLİYOGRAFYASI Çağhan SARI Gencay Dergisinin bu sayısında Türk mitolojisi ile ilgili birbirinden kıymetli yazılar bulunuyor. Bu yazıların ardından Türk mitolojisine dair okumalar yapmak isteyebilirsiniz. Bu okumalarda karşınıza çıkabilecek kitapları kısaca tanıtmayı amaçlıyoruz. Türk mitolojisine dair yayınlanmış eserlerin sayısının istenilen bir rakamda mı yahut oldukça az mı bu sorunun cevabını vermeye yetkili değiliz. Ancak gönül isterdi ki yayınların çokluğundan ötürü sadece bir liste vermekle yetinseydik. Şimdi gelelim Türk mitolojisi ile ilgili eserleri tanıtmaya.
unsurlarını da sözlük mahiyetinde açıklamaktadır. Birinci cildi altı, ikinci cildi beş defa basılmıştır. Son baskıları 2014'te olan ciltler (birinci cilt 745, ikinci cilt 778) toplam 1523 sayfadır. Temel eser niteliğindeki bu çalışma, Türk mitolojisine ilgi duyan her okuyucunun kütüphanesinde bulunmalıdır.
Hacim olarak küçük, nitelik olarak dolu dolu bir kitap ta Pertev Naili'nin Türk Mitolojisi (Oğuzların, Anadolu, Azerbaycan ve Türkmenistan Türklerinin Mitolojisi) isimli eseridir. Bilgesu Yayınevi'nden 2000 yılında çıkmıştır. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nde senelerce Genel Türk Tarihi Bilim dalında dersler vermiş kıymetli tarihçi Prof. Dr. Bahaeddin Ögel'in vefatının ardından onu ölümsüzlüğe taşıyan eserlerinden biri de Türk Mitolojisi isimli çalışmasıdır. Bu çalışmayı iki cilt olarak yayınlayan Prof. Dr. Bahaeddin Ögel, birinci cildinde tarihlerde geçen ve özel olarak yazılmış Türk efsanelerine değinmektedir.
Aynı yayınevinden 2011 yılında da Orta Asya Türk tarihi ile ilgili çalışmaları bilinen Jean Paul Roux'un Eski Türk Mitolojisi kitabı çıkmıştır. Orijinal dil Fransızca olan kitap, Musa Yaşar Sağlam tarafından çevrilmiştir. Jean Paul Roux'un eserlerinin genelde Kabalcı Kitabevi'nden çıktığını göz önüne alırsak bu eserin dikkatlerden kaçması muhtemeldir. Saydığımız eserler akademik metodoloji ile yazılırken Necati Gültepe'ye ait olan Yeni Araştırmalar Işığında Türk Mitolojisi ise destan metinlerini sade bir dille sayfalara alarak araştırma kitabından ziyade her
İkinci ciltte de halk ağzından derlenmiş efsaneler ile diğer kaynaklarda Türk efsanelerinin inceleme ve tetkikini yapmaktadır. Ayrıca Türk mitolojisinin obje ve
19
GENCAY kesimden okuyucunun mitolojiyle buluşmasını amaçlamıştır. 2013 yılında Resse yayınevinden çıkan kitap, son 50 sayfasında görsel malzemelerle beraber 650 sayfadır.
defa baskı yapan kitap 256 sayfadır. Gazi Kitabevinin Türk mitolojisi hakkında yayınladığı iki eserin biri sözlük diğeri de editöryal kitap çalışmasıdır. Bunlar, İbrahim Dilek'in hazırladığı Türk Mitoloji Sözlüğü (Altay-Yakut) ve Fatma Ahsen Turan ile Meral Ozan'ın editörlüğünü yaptıkları Türk Mitolojisine Giriş'tir.
Celal Beydili'nin Yurt Kitap Yayınlarından 2005 senesinde çıkan Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük isimli çalışması Türk mitolojik sisteminin yaratılmasını Türk birlik çağıyla sınırlandırır. Diğer Türk boylarının mitolojik görüş ve düşüncelerine uzanma maksadıyla kaleme alınan bu çalışma 637 sayfadan oluşmaktadır.
Türk destanlarının en mühim belirleyici figürü olan kurt hakkında yapılan birçok çalışma bulunmaktadır. Ancak insicamı zedelememek için son olarak Dr. Yaşar Kalafat'ın Berikan Yayınevince Türk Mitolojisinde Kurt isimli kitabına değinerek bibliyografya turunu tamamlıyoruz. 134 sayfalık hacmiyle Türk destanlarında ve mitinde kurtlara dair neredeyse bütün noktalara değinilmiştir.
Prof. Dr. Fuat Köprülü'nün manevi öğrencisi Nurer Uğurlu'nun Türk Mitolojisi kitabı, Örgün Yayınevinden 2012'de çıkarken, kitabın tanıtım bülteninde ''kitabın 30 yılı aşkın bir çalışmanın ürünü'' olduğu vurgulanmaktadır. 540 sayfadan oluşan kitabın birinci baskısı tükenmiştir. Murat Uraz’ın Türk Mitolojisi, Düşünen Adam Yayınları'ndan çıktıktan sonra bugün sahaflarda rastlayabileceğiniz bir eserdir. Kitabı yıllar sonra Hera Şiir Kitaplığı da yayınlamıştır. Ancak bu baskısı da kısa zamanda tükenmiştir.
Elbette Türk mitolojisi hakkındaki eserler bu yazıda yer alanlarla sınırlı değildir. Bu kitaplar araştırmacılardan ziyade genel okuyucular ile detaylara hâkim olmak isteyen okuyucular içindir. Bilhassa -araştırmacılar sahasıyla sınırlandırmayarakMısır ve Yunan mitolojisine karşı olan ilginin yanında Türk mitolojisine olan ilginin de okuyucu bazında artması önemlidir. Türk mitolojisi, İslamiyet öncesi Türk kültürüne uzanmak için vasıtalar arasında insanı cezbeden en naif güzergâhtır.
Türk mitolojisine derinlemesine bir okumadan önce ana hatlara hâkim olmak istiyorsanız ismiyle müsemma bir eser bulunuyor. Yaşar Çoruhlu'nun Türk Mitolojisinin Ana Hatları kitabını Kabalcı Kitabevi yayınlanmıştır. Üç
20
GENCAY
EFSANE DAĞA YOLCULUK - TEK PERDELIK ÇOCUK OYUNU Hilal CEZAYİRLİ ABİŞ Yaz tatili, çok sıcak ve bunaltıcı bir hava, akşamüzeri. Çok katlı apartmanlardan oluşan bir sitenin çocuk parkı… Elif, Ceylin, Berk ve Efe 7 ilâ 11 yaşlarında dört çocuktur. Anneleri ve babaları işe gitmiştir. Ceylin 10, Berk 11 yaşındadır ve yarım gün yaz okuluna gitmektedirler. Efe sekiz yaşındadır ve yaz tatilinde gündüzleri evdeki yardımcı kadınla kalmaktadır. Elif ise yedi yaşındadır ve zamanını babaanne ve dedesiyle beraber, zaman zaman kendi evlerinde zaman zaman da (özellikle fındık toplama zamanı) Akçakoca’daki köy evlerinde geçirmektedir.
Ceylin: Bugün çok fazla oyun oynadım. Şarjı bitti. Şimdi şarj etmek için eve çıkarsam da bir daha inmem… Elif: Güneşin altında bisiklete de binmek gelmiyor içimden, kaydıraktan kaymak da… Berk: Hmm… Bakın burada bir oyun var. Bir sayfada dünyadaki önemli sıradağların adları ve özellikleri yazıyor. Diğerinde ise bu dağların resimli çıkartmaları var. İkişerli gruplar olunuyor. Herkes kendi grup arkadaşına bir sıra dağın özelliklerini sayıyor. Arkadaşı da bunun hangi sıradağ olduğunu bilmeye çalışıyor. Süre 2 dakika. En çok sıradağı doğru bilen ve çıkartmasını haritada doğru yere yapıştıran grup oyunu kazanıyor. Ceylin: Sıkıcı gibi ama deneyelim… Efe: Bilemeyene ceza var mı? Berk: Evet var. Bilemeyenleri uzaylılara teslim ediyoruz… Kıkırdaşırlar. Elif: Berk ben seninle eş olabilir miyim? Berk: Tamam, böylece birer büyük birer küçükle eşleşmiş olur. Efe de Ceylin’le eş olsun. Efe: Ben küçük değilim yalnız… Ceylin: Öff tamam tamam, ben küçük olurum Efe, sen büyük ol! Kıkırdaşmalar. Berk: Evet ben başlıyorum. Elif bak iyi dinle şimdi. Elif: Tamam Berk: Bu sıradağlarda dünyanın en ama en yüksek dağı olan Everest Dağı yer
1. Sahne (Park) Efe ve Ceylin parktaki bankta oturuyorlar. Elif elindeki bir ağaç dalını eğip büküyor. Berk sırtını ağaca yaslamış, elindeki çıkartmalı dünya atlası kitabını inceliyor. Ceylin: Offf… Çok sıcak… Efe: Ben çok sıkıldım yaa… Annemlerin gelmesine daha üç saat var… Yukarı çıkıp çizgi film izlesem, Fatma Teyze bir daha aşağı inmeme izin vermez. Elif: Oynayacak bir şey bulalım, lütfen… Efe: Ceylin senin tabletinle oynayabilir miyiz?
21
GENCAY alıyor. Burası Çin ile Nepal arasında bir yerde. Dünyanın do.. Elif (Sözünü keser) : Dur, dur! Buldum! Biliyorum, süreyi durdurun! Berk: Hadi ya? Bu kadar çabuk mu? Elif: Ne sandınız? Babaannem ve dedem bana köyde her gece bu dağda geçen masalları anlatırlar. Ceylin: Ne? Nasıl yani? Kayağa falan mı gitmiş babaannenler oraya? Nerden biliyorlarmış ki bu dağı? Elif: Yok ya ne kayağı! Kayak yok. Ama devler var, konuşan kurtlar ve geyikler, tek gözlü canavarlar, peri kızları, Zümrüt-ü Anka kuşları, kartallar var. Demirden dağlar, çocuk doğuran ağaçlar... Berk (gülerek, şaşkın): Hop hop bir dakika yaaa… Bak Elifciğim lütfen masalları ve çizgi filmleri unut, bahsettiğimiz dağ gerçek hayatta ve dünya üzerinde var olan bir dağ tamam mı? Ceylin: Süreyi tekrar başlatıyorum, Elif ya dağın adını söylersin ya da sıra bize geçer! Elif: Söylüyorum: Kaf Dağı! (Diğerleri kahkahalarla gülmeye başlarlar) Elif (Bozulmuştur) : Neden gülüyorsunuz ki? Ceylin (Gülerken konuşmakta zorlanarak): Bak canım, Kaf Dağı diye bir dağ gerçek hayatta yok tamam mı? Şu an seni hayal kırıklığına uğratmış ve pembe rüyalarını yıkmış olabilirim ama gerçeği bilmen gerekiyor. Kaf Dağı diye bir yer sadece masallarda var, gerçek hayatta yok! Elif (Ağlamaya başlar) : Sen 10 yaş oldun diye her şeyi bilemezsin tamam mı? Eskiden böyle bir dağ varmış, şimdi de var. Bana dedem söyledi. Sen ondan daha iyi bilemezsin! Köydeki evde her gece anlatır bana Kaf Dağı’nın ardında olanları. Orada televizyon yok ama ben hiç sıkılmıyorum niye hmm? Niye? Çünkü dedemin anlattığı
şeyler televizyondaki çizgi filmlerden daha güzel, üstelik de gerçek! Ayrıca dedem bana yalan söylemez, o hiç yalan söylemedi, benim dedem iyi biri! Yalancı değil! (yüksek sesle ağlamayı sürdürür). Berk: İsterseniz devam etmeyelim. Ceylin bu oyun Elif ve Efe’nin yaşına uygun değil bence. Ceylin: Bebek gibi ağlamayı bırak Elif. Hayır, oyuna başladık bir kere, devam edeceğiz. Siz bilemediniz, şimdi cevap hakkı bizde. Doğru cevap Himalaya…aaa… Noluyo yaaaa….. Şimşekler çakmaya ve yer sarsılmaya başlar, sahne şimşeklerle aydınlandıkça tabiat olaylarının yaratıcısı “çift başlı kartal” görülmektedir. Çocuklar (Hep bir ağızdan): Aaaaaaaaa…
2. Sahne (Şaman) Kanatlarını çırparak geçen yıldırım kuşu görülür Elif: Vaaay… Yıldırım kuşu… Gerçekmiş işte… Berk (Efe’ye sarılmış, gözleri yerinden fırlayacak gibi açılmış, korkudan titremektedir) : Dua okumak istiyorum Allah’ım ama hiç birini ezbere bilmiyorum.
22
GENCAY Allah’ım ne olur öldürme bizi, koru Allah’ım… Ceylin (Başını kolları arasına almış, gözleri kapalı) : Sakin olmalıyım, sakin olmalıyım… Bunların hiç biri gerçek değil. Ben şu an evdeyim, korku filmi izlerken uyuyakaldım. Şu an rüya görüyorum… Hepsi geçecek… Müzik: DOB DAL- DRUM SONG (Ağaç Sahnesine Kadar) Efe (Korku dolu): Bü…Büyücüüü…. Ceylin, Berk, Efe : Aaaaaaa…. Şaman çocukların olduğu tarafa bakar ve çeşitli dualar okuyarak büyücek gümüş vazosunun içinde bir karışım hazırlamaya başlar. Elif (Şaşkın ama mutlu): Büyücü falan değil, o şaman dede! Ceylin: Kes sesini bee! Dede deme bana! Allah kahretmesin, Allah kahretmesin… Ne pis, iğrenç bir adam bu, tipe bak yaa… Kazana atıp pişirir bu bizi… Berk: Yamyam olabilir mi? Efe: Eline sopa aldı, bize doğru geliyor… Ceylin: Kaçın! Elif: Durun! Durun o yıldırım kuşunu sakinleştirecek şimdi! Berk Elif’i kolundan tutup çeker ve koşarak kaçar ve bir ağacın ardına gizlenirler.
Elif: Gökyüzüne süt saçacak, yıldırımın karnı doysun da can almasın diye. Saçı saçacak anlıyor musunuz? Efe: Sopayla bize doğru geldi, buna ne diyeceksin? Elif: Sopanın ucunda tahta kuş vardı, yıldırım düşen yere dikecek ki tehlike gitsin! Berk: Allah’ım delireceğim! Elif (Keyifle yere uzanmıştır) : İnanmasanız da hepsi gerçek. Size söylemiştim ben… Şu an altında oturduğumuz bu dev ağaç da Bay-Kayın olmalı… Ceylin (Alaycı): Ne? Bay-Kayın mı? Bayan Kayın da var mı? Elif ne saçmalıyorsun sen Allah aşkına? Elif güler. Diğer çocuklar huzursuz, korku içinde yerde oturmaktadırlar Ceylin (ürpererek) : Bana bakın bu BayKayın mıdır nedir, başımıza bir şey getirmesin sakın? Lanetli falan olmasın bu ağaç? Elif (Gülerek): Korkma. Kutsal ağaç bu. Bu ağaç insanları kötülüklerden korur ve üzerine asla yıldırım düşmez. Şaman dede bizi bilerek buraya doğru kaçırdı, güvende olalım diye… Efe: Şu an bir çizgi filmin içindeymişiz gibi konuşuyorsun…
3. Sahne (Ağaç) 4. Sahne (Kurt) Berk: Elif artık kes sesini! Hem kendini hem bizi tehlikeye atıyorsun. Son beş dakikadır yaşadıklarımız bizi korkudan öldürmeye yeter artar bile, bir de senin yüzünden tehlikeye giremeyiz anladın mı? Elif: Beni hiç dinlemiyorsunuz. O şaman dede. Sizi pişirmeyecek. Ceylin: Elif, o kazan gibi şeyin içine bir şeyler döktü, ateş yaktı, deli misin sen?
Bu sırada bir kurt uluması duyulur. MÜZİK: UHUKTU (SAHA – YAKUT TÜRKLERİ/YULYANA) Berk: Aman Allah’ım! Ceylin (Dehşet içinde): Kurt uluması… Berk (Sinirli): Bu mu güvenli ağaç Elif? Efe: Kurt adam olmasın bu?
23
GENCAY Çocuklar korku içinde iyice birbirlerine sokulurlar. Elif: Ya Efe ne kurt adamı? Kurt adam diye biri yok tamam mı? O iyi bir kurt. Bize zarar vermeyecek. Bebek gibi korkaksınız hepiniz. Kalkar ve kurdu görmeye çalışır. Ceylin: Elif sana yalvarıyorum, çok rica ediyorum gel buraya ve sessiz ol. O hayvan bizi parçalayabilir, saklanıp ondan korunmamız lazım lütfen… Berk: Çok geç, çoktan kokumuzu almış ve buraya doğru geliyor… Bakın (Eliyle işaret eder). Ceylin: Allah’ım senden af diliyorum. Annemin en sevdiği bibloyu kırıp suçu kardeşime attığım için, ödevimi anneme yaptırdığım için, Cansu’nun gömleğine bilerek ketçap sıçrattığım için… Efe: Ağaca tırmanabilir miyiz acaba? Ceylin: Ben daha önce hiç ağaca tırmanmadım ki, nasıl olacak? Berk (Fısıltıyla, ağlamaklı) : Ellerimi, vücudumu hareket ettiremiyorum. Elif, Elif lütfen gitme yanına… O gelip hepimizi yiyecek zaten… Elif ayağa kalkmış, yavaş ama temkinli adımlar atmaya başlamıştır. Elif: Kurt yalnız olsa ben de korkardım Berk. Ama yanında koyun var. İkisi birlikte yürüyorlar. Bu güvende olduğumuz anlamına geliyor. Kurt bize kötü niyetli olmadığını anlatmak istiyor. Aç olsa bizden önce yanındaki koyunu yerdi. Kurtlar daha önce de insanları kurtarmışlar, dedem anlatmıştı. Ceylin: Deden…deden…deden… Elif (Yüksek sesle): Merak etmeyin çocuklar, güvendeyiz. Kurt yaklaşır. Elif ellerini dizlerine koyup hafifçe eğilir ve yumuşak bir sesle konuşmaya başlar.
Elif: Seni tanıyorum. Sen At Yeleli Gök Kurtsun. Kuşlar bile sana yetişemez. Bizi de alıp göklere uçurur musun? Ceylin (Öfkeli): Ne diyorsun sen be? Berk: Yararı yok… Dinlemiyor bizi bu kız… Kurt başını eğer. Elif onun tüylerini okşar. Sonra kurt adeta sırtıma binin dercesine arka ayakları üzerinde oturur. Elif tüylerini okşayarak kurdun sırtına çıkar. Elif: Hey çocuklar! Burada kalmak sizin için güvenli olmayabilir. Kurt kötü ya da tehlikeli değil. Haydi gelin! Çocuklar dehşet içinde olanları izlemektedir. Berk: Çocuklar üzgünüm ama Elif haklı galiba. Biz de onlarla gitmeliyiz. Ceylin: Berk delirdin mi sen? Berk: Ceylin bu olanlar çok saçma ben de biliyorum. Ama o masal ve efsaneleri bizden iyi biliyor kabul etmek zorundayız. Herkesi tanıyor, hiçbir şeyden korkmuyor... Bence ondan ayrılmamak şu an bizim için daha güvenli. Efe: Elif, bu kurt bizi ısırmaz değil mi? Elif: Hayır korkma Efe, çocuklar gelin haydi! Çocuklar önce ürkek, sonra hevesli adımlarla kurdun yanına gider ve sırtına binerler. MÜZİK: ALTAY DAĞLARI No:5 (BESTE: ERKAN ENGİN) Barko vizyonda muhteşem dağ ve ırmak görüntüleri izlenmektedir. 5. Sahne (Dağ-Irmak) Müziğin sesi kademeli olarak azalır. Bir vadiye gelinmiştir. Bir tarafta ırmak, diğer tarafta dağ geçişe izin vermemektedir. Kurt ulur ve hızla uzaklaşır. Çocuklar şaşkındır.
24
GENCAY Berk: Çok güzeldi, kabul etmek lazım… Ama şimdi ne olacak? Ne biçim bir yer burası? Ceylin: Ne biçim bir yerde bırakıp gitti bizi bu kurt? Bu muydu dedenin insanları kurtaran kurt dediği? Buradan kurtulamazsak kurda kuşa yem olacağız… Allah’ım neden yaşıyorum ben bu korkunç şeyleri? Efe: Sadece sen yaşıyorsun sanki bunları! Elif (Ağlamaklı) : Ayrıca sen hep bana kızıyorsun Ceylin! Hep kalbimi kırmaya çalışıyorsun! Dedem kurtlar insanı dağ başında bırakır dememişti bana, ne yapayım? Ceylin (Ağlayarak): Senden de dedenden de nefret ediyorum anladın mı? O saçma sapan şeyleri bize anlatıp Kaf Dağı meselesinde ısrar etmesen şimdi evimizde olacaktık! Anne babalarımız işten gelmiştir. Bizi bulamayınca polis çağırmışlardır, hepsi senin yüzünden… Berk (Kararlı): Arkadaşlar yeter artık! Farkındaysanız şu an burada sıkışıp kalmış durumdayız ve kavga etmek yerine bir çözüm bulmamız gerekiyor. Lütfen sakin olalım. Elif, şimdi iyi düşünmeni istiyorum senden. Deden bizim durumuzda kalan birileriyle ilgili bir şey anlatmış mıydı sana? Elif (Korkmuş, ağlamaklı) : Korkuyorum söylemeye Ağlamaya başlar. Çocuklar korku ve çaresizlik içinde birbirlerine bakarlar. Berk: Ne kadar kötü olursa olsun söylemelisin, bizi ne bekliyor? Elif(utanmış, ağlayarak): Dağlar ve nehirlerden geçit istemek için söylenecek sözleri hatırlamıyorum… Ceylin: Bittik biz…
Berk: Bir dakika Ceylin! Elif, nasıl bir şeydi? Haydi beraber bulmaya çalışalım. Efe: Açıl susam açıl olur mu ki? Elif: Hayır yaaa… Ceylin: Dağlar ve nehirler geçit verin bize diye bağırsak? Elif: Geçit versin… Evet, öyle bir şeydi! Geçmek anlamına geliyor ama başka türlü söyleniyor… Ceylin: Eş anlamlı! Geçmek sözcüğünün eş anlamlısını bulacağız. Elif: Hayır eş anlamlı değil! Berk: Elif eş anlamlı aynı anlama gelen farklı bir sözcük demek. Ceylin: Geçmek… Aşmak? Aşmak ve geçmek eş anlamlı! Elif: Evet! Evet! Hatırladım sonunda. Şöyleydi: Dağlar aşut versin, sular geçit versin!” Efe: Aşut mu? O da ne? Berk: Geçmekten geçit oluyorsa, aşmaktan da aşut oluyor sanırım. Bu yolların açılmasını sağlayan bir çeşit tekerleme olsa gerek. Elif: Sanırım bağırarak söylemeliyim: “Dağlar aşut versin, sular geçit versin!” Ceylin: Eee? Bir şey olmuyor? Berk: Acaba birlikte mi söylesek? Seyirci çocuklar da katılır. Hepsi Birden: “Dağlar aşut versin, sular geçit versin!” Büyük bir gürültü duyulur. Dağ ve nehir ayrılarak kapı kanadı gibi önlerinde açılır. Ancak açılan yerde canavar ve ejderhalar kol gezmektedir Barko vizyon görüntüleri ₊ Işık efekti. Çocuklar korku içinde geri çekilirler. MÜZİK: POWER FOR THE SOUL / HUNHUUR-TU AND ANGELITE Dörtnala gelen bir atın nal sesleri ve ardından kişnemesi duyulur. Elif: Kurtulduk! 25
GENCAY Berk: Nasıl? Elif: At! Ceylin: Elif o at bizi ejderhaların içinden nasıl geçirecek? Yoksa bu da sihirli at mı? Elif(Güler): Hayır, bir dakika… At yaklaşır ve başını eğer. Elif onun yelelerini okşar. Elif: Teşekkürler güzel at! Hoşça kal… At dörtnala uzaklaşır. Ceylin (Atılır): Hop hop hop! Berk yakalasana şunu ya! Niye gönderdiniz atı? Elif: Ona ihtiyacımız yok artık. Kıllarından aldım biraz. Şimdi bunları geçide doğru savuracağım ve geçit bizim için güvenli hale gelecek! Dedem anlatmıştı. Bu geçitten güvenle geçebilmenin yoludur. Berk: Elif dur, bırak ben yapayım. Burası senin için çok tehlikeli… Elif: Tamam, al! (Kılları uzatır) At kıllarını alan Berk geçide yaklaşır. Elini uzatır ancak tam o anda ayağı kayar ve düşer. MÜZİK: ALTAY DAĞLARI No:2 (BESTE: ERKAN ENGİN) Çocuklar dehşet içinde bağırırlar: Beeerk!.. Müzik azalır. Çocuklar birbirlerine sarılıp sessizce ağlamaya başlarlar. Ceylin (ağlayarak): Ah Berk ah… Aramızdaki tatsızlıkları çözen, bizi hep bir arada tutan, pes etmememizi sağlayan sendin. Şimdi şu olanlara bak… Ne yapacağız biz sensiz? Bu sırada yeni bir müzik duyulur. Berk’in düştüğü yerden ışıklar içinde Tanrıça Umay yükselir. Önündeki masada Berk sırt üstü yatmaktadır. Çocuklar ayağa kalkarlar. MÜZİK: WAYRA – AMANECER Umay: Merhaba çocuklar… Ceylin: Elif, bu da kim? Efe: Berkten hiç kan akmıyor, uyuyor gibi…
Elif (Büyülenmiştir): Bu… bu Umay Ana… Gümüş saçlarından, başında taşıdığı 3 boynuzdan tanıdım onu… Çocukların ve ailelerin koruyucusu, Berk’i o kurtarmış olmalı… Umay (Şefkatli): Hoş geldiniz çocuklar… Evet, ben çocukların ve ailelerin koruyucusu Tanrıça Umay’ım. Bizler, burada yüzyıllardır yapayalnız sizleri bekliyoruz, biliyor muydunuz? Efe: Berk iyileşecek mi? Umay (Gülümser) : Berk iyi çocuklar. Elif’i korumak için kendini öne atması çok cesurca bir davranıştı. Bu iyi yürekli ve cesur çocuğun zarar görmesine izin veremezdim. Ancak çok korktu. Üstelik karnı açtı ve güçsüz kalmıştı. Ona süt içirdim ve derin bir uykuya dalmasını sağladım. Ceylin: Peki ne zaman uyanacak? Umay: Değiştirip iyileştirebileceği bir yönünü keşfedince… Ceylin: Ama Berk zaten iyi biri! Siz de söylediniz az önce. Onu hemen uyandıramaz mısınız? Umay (Gülümser): Berk de sizler de çok ama çok iyi çocuklarsınız. Üstelik buraya kadar gelmeyi başardığınıza göre akıllı ve cesursunuz da. Ama unutmayın ki hayat bir keşif yolculuğudur ve insan yaşamı boyunca her an yeni şeyler keşfedip eskisinden daha farklı, daha iyi ve daha doğru yollar keşfedebilir çocuklar. Berk gibi sizin de karnınız aç mı bakalım? Çocuklar: Evet! Elif: Ölüyoruz açlıktan Ceylin: Bize ilaçlı bir şey yedirmez bu değil mi? Elif: Saçmalama Ceylin, o ailelerin ve çocukların koruyucusu, baksana Berk’i de kurtarmış!
26
GENCAY Umay: Size taze sağılmış kısrak sütü vereceğim. Alın bakalım… Ceylin: Iyyy… Kısrak sütü mü? İğrenç… Kokar bu şimdi, içemem ki ben! Umay: Belki de iğrenç demeden önce bir kez tadına bakmalısın Ceylin. Çok besleyicidir bu süt… Efe: Ben şu an her şeyi yiyip içebilirim valla. Elif: Ben de! En azından tadına bakacağım… Efe ve Elif sütlerini içer içmez huzurlu bir uykuya dalarlar. Ceylin onları uyandırmaya çalışır. Ceylin: Hey, uyanın. Bu kadın içine uyku ilacı atılmış süt verdi size! Umay: Korkma Ceylin. Ben de içeceğim aynı sütten. Buna antlaşmak deniyor. Size sütleri verdiğim tasların adı da ant kadehleri. Böylece birbirimize sonsuza dek güven bağlarıyla bağlanmış olacağız. Daha önce de söylediğim gibi, eski fikirlerinizi yeniden değerlendirip farklı fikirlere ve gerçekliklere kapılarınızı açtığınızda, yani gerekli dönüşümü yaşadığınız anda, eskisinden daha sağlıklı bir biçimde uyanacaksınız. Eve geri dönmenizin tek yolu da bu güzel kızım. Haydi, şimdi sütlerimizi içip karşılıklı antlaşalım… Ceylin (Ağlamaklı): Burada tek başına uyanık kalmaktansa, eve dönüş için elimde olan tek ihtimali değerlendirmek daha akıllıca olacak sanırım. Ama unutma ki Umay Ana, uyandığımda eve dönmüş olmazsam, benden asla böyle bir değişim ve dönüşüm beklememen gerekir! Umay: Haydi, üç deyince ikimiz birden! Bir, iki ve üç! İkisi de sütü bir dikişte içerler ve Ceylin uykuya dalar. Umay çocukları incecik keçelere sarar. Çocuklar makara sistemiyle yavaş yavaş yukarı çekilirler.
MÜZİK: KİYE HENNİ (SAHA-YAKUT) Sahnede Umay Ana, Şaman, Kurt, At ve arka planda da Kayın ağacı durmakta, çocuklara el sallamaktadırlar. Müzik sesi gittikçe azalırken sahne de kararmaya başlar ve müzik artık duyulmaz olur. 6. Sahne (Park) Çocuklar sitedeki parkta bir ağacın altında uyumaktadırlar. İlk uyanan Berk olur. Berk: Aman Allah’ım dönmüşüz! Hey uyanın çocuklar! Elif: Berk? Evdeyiz! Umay Ana değişime inandığımızda uyanacağımızı söylemişti! Demek sen ve ben, değiştik? Berk: Bütün bunlar bir rüya değildi değil mi Elif? Sen de hatırlıyorsun yani olanları… Elif: Evet, tabii ki hepsi gerçekti, söylemiştim size. Efe uyanır. Efe: Ne? Heeeeyyy… Geri geldik! Geri geldik! Evdeyiiizzz! Berk: Ceylin? Ceyliinn… Ceylin de gerinerek uyanır. Korkmuş gibi sıçrar. Ceylin: Millet, millet evdeyiz! Ya bir dakika, ben çok garip şeyler yaşadım. Sizde de aynı durum var mı? Çocuklar güler. Berk: Ceylin, hepimiz olanları hatırlıyoruz. Ceylin: Off… Çok şükür. Delirmedim demek… Bir saniye! Tanrıça Umay uyanmanız yeni ve farklı fikirlere açık olmanıza, değişmenize bağlı demişti! Uyandıysak, bir şeylerin değişmiş olması gerekir bizde. Şu an masal ve mitolojiyle ilgili hiçbir şey bilmediğim için, daha önce tadına bakmadığım bir içeceğe iğrenç diyerek reddettiğim için, en önemlisi de
27
GENCAY Elif ve dedesi hakkındaki sözlerim için acayip pişmanım… Berk: Arkadaşlar kabul edelim ki çok sıra dışı bir şey yaşadık. Bunu birine anlatsak bize zırdeli der öyle değil mi? Ama biz bunu yaşadık ve bu bizim için gerçek oldu. Ben de bundan böyle her şeyin kendi içinde bir önemi ve gerçekliği olabileceğini kabul edip kararlarımı buna göre vereceğim. Ceylin (Biraz mahcup): Peki, tamam. Umay Ana’nın bizi eve döndüreceğine hiç inanmamıştım ama şu an hepimiz gayet iyiyiz ve evimizdeyiz. Ayrıca daha önceden kötü, çirkin, korkunç olduğuna inandığım şeylerin hiç biri bize zarar vermedi. Sanırım kurt adam efsanelerinden ya da televizyondaki çizgi filmlerden çok daha farklı ve renkli bir fantastik dünya olabileceğini kabul etmem gerek benim de. Belki bunlarla ilgili daha fazla kitap alıp okumalıyım kütüphaneden. Bu yaşadıklarımı anneme ve babama anlatamam, ama onlara bundan sonra masal ve efsanelerle ilgili daha fazla soru soracağım kesin. Elif, senden de özür dilemek istiyorum. Hem sana hem dedene söylediğim saçma sapan sözlerden dolayı. Lütfen beni affet olur mu? Sarılabilir miyim sana? Elif biraz kırgın Ceylin’in kendisine sarılmasına izin verir. Efe: Ben de bir şeyden korkmadan önce o şeyi anlamaya çalışmayı, ona bir şans vermeyi öğrendim sanırım. Bu yaşadıklarımdan sonra kendimi eskisinden çok daha cesur ve güçlü hissediyorum. Bir daha masallarla bebek işi diye dalga geçmeyeceğim, hatta mümkünse Elif’in dedesini dinlemek için zaman zaman onlara gideceğim.
Elif: Biliyor musunuz ben de bir şeyi fark ettim! Berk: Nedir? Elif: Kitap. Tüm sıradağların adlarını bilmiş ve çıkartmalarını yapıştırmışız. Bir tanesi dışında… Ceylin: Bakayım? Aaa… Oyunu çok uzun zaman oynamış ve uyuyakalmış olmalıyız… Saat neredeyse beş olmuş zaten baksanıza… Berk: Çocuklar çıkartmasını yapıştıramadığımız dağın adına bakın! Hep birlikte kitaba bakarlar. Ceylin ve Efe: Kafkaslar! Elif’e dönerler. Elif: Benim öğrendiğim şeylerden biri de okulda öğreneceğim bilgilere önem vermek ve kesin olarak bilmediğim konularda ısrarcı olmamak oldu arkadaşlar. Mesela artık eş anlamlı sözcük ne demek biliyorum. Kaf Dağı de diye ısrar etmeyeceğim. Çünkü öğrendim: Kaf Dağı değil, Kafkas Dağlarıymış demek ki bunlar… Berk: Güzel gelişme Elif. Çıkartmasını sen yapıştırmak ister misin? Kaf Dağı… Pardon Kafkas Dağlarındaki rehberimiz olarak? Elif: Yaşasın! Çıkartmasını yapıştırır. Ceylin: Çocuklar birazdan anne babalarımız gelecek. Ben çok yorgunum. Artık eve gitsek mi? Hep Birlikte: Olur… Çocuklar toparlanıp eve doğru yürümeye başlarlar. Efe: Bir dakika durun! Herkes durur. Efe: Şey… Diyecektim ki… Yarın parka tekrar indiğimizde sizce aynı şeyler yine… Çocuklar: Efe! Gülüşürler, perde kapanır.
28
GENCAY Bu oyunun yazılmasında şu kaynaktaki bilgilerden yararlanılmıştır; Ögel, Bahaeddin (2006). Türk Mitolojisi (2 Cilt). Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
Özel teşekkür: Bu çocuk oyununu yazarken her aşamada yanımda olan, anlık soruları ve tepkileriyle oyunun bazı açmazlarını kolayca çözümlememe yardımcı olan biricik kızım Elif Banu Abiş’e en içten sevgi ve teşekkürlerimle…
29
GENCAY
ÇOCUK VE MİTOLOJİ Ömer ÜNAL Mitoloji, insanın var olma nedenini, dünyanın yaratılış öyküsünü araştıran, hayatı anlamlandırmaya çalışan, bugünkü inanışlarımızın köklerini araştıran bir bilim dalıdır. Mitolojiye konu olan her şey mit adı ile anılmaktadır. Her milletin, kendine özgü ya da diğer milletlerle benzeşen mitleri vardır. İnsanın kendisini ve içerisinde yaşadığı toplumu anlamlandırma çabası sonucu ortaya çıkan yaratılara mit, bu anlatıları inceleyen bilime ise mitoloji adı verilmektedir. Tarihte adı geçmeyen, artık unutulmuş büyük kahramanlara ait efsaneler, mitolojinin kadrosuna girer. Mit kutsal olan bir öyküyü anlatmaktadır.
Bu dönemde, insanın merak duyguları açık ve öğrenme isteği en üst seviyededir. “ Bu nedir, neden” soruları bu dönemin en çok sorulan iki sorusudur. Çocuk, gördüklerini, duyduklarını anlamlandırmak için sürekli soru sorar ve öğrenme açlığını gidermeye çalışır. İnsanın öğrenme ve kendini bulma arayışını en iyi şekilde gideren mitler tam da bu döneme hitap etmektedir. Çocukluk dönemini mitlerden uzak geçiren çocuk, bu nedir ve neden sorularının yanıtlarını tam olarak bulmaktan uzak kalmaktadır. Mitlerin anlatıldığı, fantastik edebiyat metinleri çocukla daha kolay iletişim kurar. Gerçek düzlemde onları rahatsız eden ve yüz yüze gelmekten kaçındıkları sorunlarla gerçeküstü düzlemde daha kolay karşılaşabilirler ve hesaplaşabilirler. Yazar da yaşamın gerçekleriyle çocuğu gerçek üstü bir düzlemde karşılaştırır ve iletişim kurmasını sağlar. Bu süreç aynı zamanda eğlendiricidir ve macera yüklüdür. Çocuğu içine çeker ve sürükleyip götürür.
Mit, insan için bir ihtiyaçtır. Malinowski : “Bir ayinin, bir törenin, sosyal ya da ahlaki bir kuralın eksikliğinin kanıtlanması, hakikiliğinin ve kutsallığının doğrulanması gerektiğinde devreye mit girer.” demektedir. İnanç kalıplarımızın, ritüellerimizin altyapısını ve inançlarımızın fikirsel kanıtını mitlerde buluruz çoğu zaman. Joseph Campbell’ ın mitlerin işlevi konusunda söyledikleri ise konuyu daha da anlaşılır kılıyor : “ Mitler bana bunu söylüyor, bazı hayal kırıklığı, zevk ve başarısızlık krizlerinde nasıl bir tepki vermem gerektiğini bana anlatıyor. Mit bana nerede olduğumu söylüyor.”
Bill Moyes, Joseph Campbell ile yapmış olduğu söyleşisinin yer aldığı “Mitolojinin Gücü” adlı eserde, en küçük oğlu ile aralarında geçen şu diyalogu aktarır. “ En küçük oğlum Yıldız Savaşları’ nı izlemeye on ikinci ya da on üçüncü kez gittiğinde ona Neden bu kadar sık gidiyorsun diye sormuştum. Sen hayatın boyunca İncil ‘ i neden okuduysan o yüzden diye karşılık verdi bana…” Bu konuşmada da görüleceği üzere mitlerin çocukların hayal dünyalarına etkisi oldukça fazladır. 2013 yılında İngiltere’ de, Renaissance Learning
Bebeklik döneminin sona erdiği dönemden, ergenliğe geçişe kadar süregelen zamana çocukluk dönemi adı verilir. Bu dönem ortalama bir ile on iki yaşları arasındaki dönemi kapsamaktadır. 30
GENCAY tarafından 426 bin 67 çocuk ile yapılan ankette en çok okunan kitaplar listesinde ilk yedi sırada fantastik ve mitolojik kitaplar bulunuyor. Ülkemizde de en çok okunan kitaplar arasında yer alan J.K. Rowling’ in Harry Potter serisi, Suzanne Collins’ in Açlık Oyunları serisi, J.R.R. Tolkien’ in ise Yüzüklerin Efendisi kitap serileri en çok okunan kitaplar olarak karşımıza çıkıyor. Tam da bu noktada şu soru sorulmalıdır. Türk çocukları, neden kendi mitlerini anlatan eserler ile yetişmiyorlar? Türk çocukları için bu tür çalışmalar var mı ? Her milletin farklı düşünce ve inanış şekilleri olduğu için çocuğun kendi öz mitleri yerine yabancı mitler ile büyümesi gelişimini olumsuz etkiler mi? Tüm bu sorulara yine Joseph Cambell’ ın bir sözü ile yanıt verelim. “ Eğer kendi mitolojinizi bulmak istiyorsanız, anahtar hangi toplumla bağlantılı olduğunuz. Her mitoloji belli sınırlar dâhilinde belirli bir toplum içerisinde gelişmiştir.” Bu sözden olmak üzere Türk çocuklarının elindeki anahtar ile açılan olan kapı Türk mitolojisinin kilitlerini bulunduran kapılardır. Bu kapıların kimisi, Dede Korkut’ a açılırken, kimisi de Oğuz Kağan’ a açılacaktır. Kapının ardında gözükecek olanlar ise birer Pegasus, Odin değil birer Tulpar ve Bamsı Beyrek olacaktır. Doğduğu günden itibaren anadilinden dinlediği ninniler ile ruhu beslenen çocukların, farklı dillerden çevrilen, özüne yabancı, çoğu kez uydurulmuş, halk bilimcilerle fakelore olarak adlandırılan ürünleri, masal, efsane ve mitlerle bezeli çizgi romanları, kitapları okuyarak; filmleri izleyerek büyüyor olması pek de doğru olmayan bir durumdur.
Türk mitolojisi var mı? Türk mitlerinin konuları nelerdir? Destan ve efsanelerimizdeki eğitsel ögeler hangileridir? Tüm bu soruların yanıtları günümüzde özellikle çocuk eğitiminde nasıl yararlı olabilir? Türk Mitolojisinin Anahatları adlı eserinde Yaşar Çoruhlu, “Türk mitolojisi, Türk sanatında olduğu gibi, Orta ve İç Asya’ da paleolitik devirden beri gelişip bozkır kültüründe yeniden biçimlenen ve proto-Türklerce farklı bir bütün haline getirilerek yeniden ortaya çıkan bir oluşum sürecine sahiptir.” diyerek Türk mitolojisi ile ilgili bir çerçeve çizmiştir. Türk mitolojisi; yaratılış, tufan olayı, göç, savaşlar, kıyamet ve dünyanın sonu ile ilgili temalarda gruplandırılabilir. Tüm bu temaların içerisinde, kahramanın doğaüstü özellikleri, yaşanılan efsanevi şehirler ve mekânlar, doğaüstü cereyan eden olaylar, mitolojik karakterler yer almaktadır. Destanlaşma öncesinde, tarihte var olduğu bilinmeyen kahramanların mücadelelerinin yer aldığı, özellikle de yaratılış konusuna yer veren anlatılar Türk mitlerinin temelini oluşturmaktadır. Türk mitolojisi ile ilgili yapılan en kapsamlı çalışma kuşkusun Bahaeddin Ögel’ e ait olan iki ciltlik Türk Mitolojisi adını taşıyan eseridir. Bu eserde Oğuz Kağan Destanı, Yaratılış Efsaneleri, Manas Destanı, Dede Korkut Anlatıları, Kutsal Hayvanlar, Hızır, Gök Cisimleri, Yer Şekilleri, Rüyalar ve çeşitli motifler incelenmektedir. Bu iki cildin de günümüzde geliştirilmesi gerektiğini söyleyebiliriz. O halde, Türk mitolojisinin artık bir iki ciltle sınırlı kalamayacağı, derinliği itibariyle üzerine binlerce yazı kaleme alınabileceğini söylemek çok da hayalci bir tutum olmasa gerektir.
31
GENCAY İşte yukarıda sözünü ettiğimiz konular, alanlar çocukların ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirilerek çocuklara ulaştırılmalıdır. Hayal güçlerini geliştirici ve onları yaratıcı yapabilmek için etkinlik kitapları hazırlanmalı, çocukların dil gelişimi, sözcük edinimi konularına da dikkat edilerek oyun kartları oluşturulmalıdır. Berta Garcia Sabates’ in “Mitoloji İle Eğlenmek” adlı kitabında Yunan mitleri nasıl ki çocukların dünyalarına hitap eder hale getirilmişse bu örneği kendi mitolojimiz için de gayet başarılı bir şekilde uygulamak mümkün olacaktır. Çocukları en çok etkileyen animasyon filmleri ise bu konuda oldukça önemli bir yer tutmaktadır. Daha önce Evliya Çelebi animasyon filmi gibi oldukça vasat bir örnek olsa dahi bu konuda atılmış bir adım olması bakımından dikkate değerdir. İnternet özellikle de sosyal medya aracılığıyla anne, babalara ulaşılarak bu konuda yol gösterici roller üstlenilebilir. Çocuklardaki bilim kurgu, masal, mitoloji ilgisi kısa zamanda Türk mitolojisi üzerinden yürüyecek ve sözlerimizin doğruluğu kanıtlanacaktır.
ÖGEL, Bahaeddin , Türk Mitolojisi-I, İstanbul: TTK Yayınları, 1997. İNAN, Abdülkadir , Tarihte ve Bugün Şamanizm, Ankara : TTK Yayınları, 2000. SEGAL, A. Robert, Mit, Ankara : Dost Kültür Kitaplığı, 2012. NEYDİM, Necdet, Fantastik Çocuk Edebiyatı Yazınsallığa Açılan Bir Kapı Mı Yoksa Bir Tehlike Mi ? http://sozelti.com/fantastik.html. …Çocuklar 2013’ te Fantastik Kitap Okudu, http://yumurtaliekmek.com/cocuklar-2013tefantastik-kitap-okudu/
KAYNAKÇA: OĞUZ, M. Öcal (edit.), Türk Halk Edebiyatı El Kitabı, Ankara: Grafiker Yayıncılık, 2004. JOSEPH , Moyers, Bill , Mitolojinin Gücü, çev. Zeynep Yaman, İstanbul: Mediacat Kitapları, 2013. BAŞ, Mustafa Hilmi, Kadim İnsanın İzinde, İstanbul : Kaknüs Yayınları, 2012.
32
GENCAY
KİTAP TANITIMI: İTBARAK ÇAĞLAYAN YILMAZ Fatma Özge ÖZDEMİR Hepimizin çocukluğunda destanların anlatıldığı bir ocak başı sohbeti mutlaka olmuştur. Ateşten ziyade destanların sıcaklığı yüreğinizi sarmış, anlatılanların tadı damağınızda kalmıştır. Üstünden geçen zamana inatla direnen destanlar artık Çağlayan Yılmaz’ın kaleminde yeniden hayat buluyor. Yazar fantastik Türk hikâyelerini gün yüzüne çıkarıyor. Yazar, İtbarak isimli romanda unutulmaya yüz tutmuş Oğuz Kağan Destanı’nı kaleme almıştır. Kitabın arka kapağında Oğuz Kağan Destanı’ndan;
Kadınlar yardım etti, orada savaş dindi. Oğuz bu bölgeleri, "Kıpçak-Beğ" e il verdi, Bunun için Türkler de, oraya "Kıpçak" derdi.” satırları yer alıyor. Kitapta yirmiden fazla karakter ve Ata yazıtlarımızın bulunduğu eşsiz bir serüven anlatılıyor. Kendine has tarzıyla romanını kaleme alan yazar, birçoğumuzun kahramanları olan Ata’ları destanlara yaraşır bir anlatım tarzı ile kaleme almıştır. Eminiz ki, Oğuz Kağan Destanı’nı hiç böyle okumadınız!
Türkler "Barak" derlerdi, Kara tüylü köpeğe, Böyle ad verirlerdi, büyük soylu köpeğe. Aslında efsaneler, bir köpek anarlardı. Onu da köpeklerin, atası sayarlardı. Bu köpek soylu idi, çok büyük boylu idi, Av çoban köpekleri, hep onun oğlu idi. Kuzey-batı Asya'da güya "İt-Barak" vardı, Türklerse İç Asya'da, onlara uzaklardı. Başları köpek imiş, vücutları insanmış, Renkleriyse karaymış, sanki Kara Şeytanmış. Kadınları güzelmiş, Türklerden kaçmaz imiş, İlâç sürünürlermiş, ok mızrak batmaz imiş. Destanda denilmiş ki, Oğuz-Han yenilmişti, Bir adaya sığınıp toplanıp derilmişti. On yedi sene sonra, Oğuz onları yendi.
İtbarak; mitolojik sözlüklerde eski Türk destanlarında sözü edilen, Türklerin sürekli savaşa tutuştukları, o zamanki Türklerin kuzeybatısında yaşayan “köpek başlı insana benzer yaratıklar” olarak 33
GENCAY anlatılıyor. Oğuz Kağan Destanı’nın önemli bir bölümünde İtbaraklardan bahsetmiştir. Avrupa ve Hint mitolojilerinde de Oğuz Kağan Destanı’nda bahsedilen bölgelerde itbaraklara rastlanmaktadır.
teri dökmelisiniz. Sadece iki yüz yıllık geçmişi olan Amerika, dünyayı kurtaran adamları Türk evlatlarına satarken, bu coğrafyada kendimize has hikâyelere alıcı bulamamak, aslında satılacak bir eserin yayınlanmamasının neticesidir. İşte Çağlayan Yılmaz gibiler bu yüzden var olmalıdır, işte bu yüzden yazmalıdır ve dolayısıyla okunmalıdır. “ satırları bu kitap “neden okunmalı” sorusunun cevabıdır.
Kitapta ön söz olarak editör Mustafa Sefa Güvenir’in; “Elinizde tuttuğunuz bu kitap, ne garbın Robinson Crusoe ve Cuma’yı anlatırken, aslında size “tek başına çalış ve sömür” diyerek emperyalizmi çağrıştıracak, ne de 1001 Gece Masalları’ndaki Alâeddin ve Sihirli Lambası masalındaki gibi piyangocu yapıyı dayatacaktır. Dede Korkut ve Karacaoğlan kadar Türk. Çinli, Germen, Batılı, Şarklı bir yazar, kendi halkından aldığı ilham ile mürekkebi inceltir, tıpkı Çağlayan Yılmaz’ın da bir Türk evladı olarak hikâyesini ifade ettiği gibi. Başkaları ne yapar bilemeyiz, ancak Türklere has bir şeyler yazıyorsanız, gönül
Editörün de dediği gibi kitap Dede Korkut ve Karacaoğlan kadar Türk, yazarın yüreği kadar samimi. Avrupa’nın kısır döngülü, çoğu zaman ahlak dışı, özendirici basit kurgularından sıkıldıysanız, Oğuz Ata’nın doğaüstü mücadelesine ve diyarı dize getirişine şahit olmak ve onun yaşamında kendinizi bir yerlere koymak için köklerimizden doğan bu romanı okumalısınız. İyi okumalar.
34
GENCAY
millikanal.com