Heybe dergisi 3 sayı

Page 1

heybe Yıl: 1/2014 Sayı: 3 - Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisi

Gençlik Dergisi

Seba Asmaa:

FOTOĞRAF YALAN SÖYLEMEZ ansı

az’ın D u k r u T

NEY

İ N İ Ç

bir varoluş nağmesidir

İnsanlığın İftiharı BİLİM TARİHİ

Bilim ve ilim nedir? Peki deney nedir? Bu sorunların herkese göre bir yanıtı var.

TWITTER BİLMECESİ

Twitter’ın erişime engellenmesi beraberinde büyük tartışmaları getiridi.

FESTİVAL FİLMLERİ

Son zamanlarda ülkemizdeki festivallerin sayısı gün geçtikçe artmakta.



Editörden; Bir Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisidir

YIL: 1 - 2014 SAYI: 3

VAHDETİN GÜLÜ

İmtiyaz Sahibi MUSTAFA KARA

Ondört asır evvel yine bir böyle geceydi. Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi. Bahardı... Dışarda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı... Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı. Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı... Bahardı... İçerde, û‚mine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı... Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı. Arasına sınır taşları dikilmiş zamanın saadet damıttığı çağlar, işte o çağlardı. Gece seherlere uzardı ve dudaklarında û‚mine’nin “Gülüm! ” diyen bir gülümseme tekrarbetekrardı. Sevgili o gece bir “Gül” oldu, ve beşeriyet gülü bir cins ad olmaktan o gün çıkardı. Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü... Kokunla gel ve renginle gel! .. İlhamın ve âhenginle gel! .. Aşkınla olmazsa sevginle gel! .. Gel ki serazad kuşlarca süzülsün yürekler çiçeklere; ve çiçekler yenik düşsün aşkını eleyen kelebeklere... Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun; gel, kınalı parmaklar tezgahlarda cümle cümle şiirlerini dokusun... Ay vurgunu gecelere şavkı dökülsün nurunun, neyler üveyiklere ağlasın ve ölümsüz besteleri Gül adına çalınsın aşk tanburunun. Gel ey günlüklerde yığın yığın gözyaşlarıyla kararan bahtımızı Gül’e döndüren Haberci... Gel ey, sevgilerinden sıyrılan vicdanları mor salkımlı zamanlarda kurtuluşa ulaştıracak Elçi... Şafaklarına kırağı düşmüş aldanışları pişmanlıkla yuyup yıkayan ihtiyar adamlar ve genç kızlar için gel, aşksızlığının kör akşamlarını mezar taşlarında tekrar be tekrar okuyan dolunaylar ve yıldızlar için gel. Yıldızlarına uyabilelim diye bizi şevklendirmek ve şavklandırmak için de gel; birimizi birimize sevdirmek, birimizle birimizi sevindirmek için de gel... Mekanların daraldığı ve zamanların dürüldüğü depremler gibi gel ve titret içimizi Sevgili... Ta ki bülbüller bir Gül için söylesin en müstesna şarkılarını...

YAYIN DANIŞMANI SEMA SİLKİN YAYIN YÖNETMENİ AŞKIN YILDIZ HAZIRLAYANLAR Tiyatro kulübü Salih Koçhan, Seda Aracı ve Elif Zaim Güzel Sanatlar Nagehan Özbilgen -Zehra Zeyneb Gönç- cemre Yıldızer - Nurgüzel korkmaz Siyaset DüşÜnce Gökhan Kılıçarslan, Merve Nur Yolaldı, Fatih Emirdağ Sinema Rabia Nur Ay, Talha Ulukır Müzik Furkan Paşalioğlu, Maide bukem erdündar Edebiyat Emre Nur, Mehmet ipek, Ezgi Ateş Medya Doğukan Sanal Fotoğrafçılık Muhammed Atıf Yükseloğlu, Serra İnner, Muhammed Hüseyin Pınar Atav, Şeyda Odabaş Bal, Ayşegül Düğdü Dil kulubü İsmail Sevim, Azade Sel Tarih Tuğçe Bal GÖRSEL TASARIM HÜSEYİN KIZILAY ADRES BURHANİYE MAH. GENÇ OSMAN SK. NO: 13 ÜSKÜDAR - İSTANBUL TELEFON: (0 216) 401 10 30 WEB ADRESİ www.heybedergisi.com MAIL: bilgi@heybedergisi.com


İçindekiler İçindekiler

34

BİLİM TARİHİ

Sevgili güller diyarının

11

güneşi


Seba Asmaa:

FOTOĞRAF YALAN SÖYLEMEZ 57 42

Twitter Bilmecesi

‘Hak eden’ sanatı alkışla

‘Hz. Muhammed (sav)’in yolunda’... etkinliği

50


SİNEMA

Hazırlayan: Talha Ulukır

i r e l l a v i t s e i s F e l e s iF lm mleri Me l i F l a v i t s e F ve

S

on zamanlarda ülkemizdeki festivallerin sayısı gün geçtikçe artmakta. Peki, festival sayısındaki bu artışın ülkemiz sinemasına katkısı var mıdır? Varsa ne yöndedir? Yoksa niye yok? Sinemamızda çıtayı atlatacak adım festivallerden mi gelecek yoksa başka bir şekilde mi –tabiri caizse- evrim geçirecek sinemamız? Bir de işin festival için yapılan film boyutu var. Festival kaygısı ile yapılan filmler ne kadar sağlıklı sonuçlar ortaya koyuyor? Festival kaygısı ile yapılmış bir filmin yönetmeni ne kadar özgürdür? Dayatılan ezber tekniklerin ne kadar dışına çıkabilir? Ne kadar özgün olabilir? Festivallerin filmlere ve sinemamızın genel hava-

6 y heybe gençlik dergisi

sına hâkimiyetinden konuşmak bir süre sonra bir kısır dönüye yol açıyor aslına bakarsanız. Kısa film festivalleri ile beraber neredeyse her hafta bir film festivali düzenleniyor ülkemizde. Bu festivaller gerek organizatörlerin, gerek seçici kurulun gerekse düzenleyen kurumun siyasi yönlendirmeleri altında ödüller veriyor. Siyasetin bu kadar gölgesinde kalan sanat ne kadar direnebilir ki baskıya? Festivaller ne kadar nitelikli? Prestij festivaller diyebileceğimiz birkaç festival dışındaki –ki prestij festival dediklerimizin de niteliği sorgulanır- festivallerin ‘en iyi’


SİNEMA

yi seçme hakkı nereden doğmuştur? Her sene değişen jüri üyelerinin yeterliliği ne kadar ki ‘en iyi’ yi seçsin? Hülya Avşar ülkenin en prestijli festivali diyebileceğimiz Altın Portakal’da jüri başkanlığı yaptı en nihayetinde bu ülkede. Karar mercii olacak yetkiyi kim verdi ve ‘o’ seçmede yetkili oluyor. İnsanların belki bir sonraki filmlerinin çekmek için kazanması gereken parayı verecek olan jüri ne kadar niteliklidir sorgulanır. Bir sene bir kurulun çok iyi dediği önceki sene yapılan festivalden belki geçer bile alamayacaktı. Sürekli değişen kişilerin ve organizasyon sahiplerinin yönlendirmesi bir filmin

tanınıp tanınmamasına neden oluyor. Elinde bir güç barındıran bu sektör fevri hareketlerle iş yapınca da olan o filme varını yoğunu veren yönetmenlere, hayalini gerçekleştiremeyen genç yönetmenlere oluyor. Festival için film yapmak. Yine son zamanlarda çıkan bir derdimiz de festival için filmler. Burada kişilerin özgün anlatım tarzına bir söz söylediğim yok ama sırf kendine dayatıldığı için belli anlatım tarzlarına yönelen yönetmenler –tabiri caizse- tematik filmler serisi oluşturuyor birbirlerinden haberi olmadan. Böyle filmler kendini tatmin edecek heybe gençlik dergisi y

7


SİNEMA birkaç ödül alsa da vizyonda pek karşılık göremiyor. Pek tabi Recep İvedik gibi mükemmel bir film (!) olmadığı için değil; çoğu zaman dağıtım tekeli denen yok edici düzenin zincirlerini kıramadığı için. Bu işin başka bir boyutu; bilahare konuşulur, yazılır. Yine festivaller belki konulara yöneltiyor ve tabi ki ezber anlatım teknikleri ile birleşince ortaya aynı şekilde onlarca film ortaya çıkıyor. Yine festival filmi adı altında insanı –tabiri caizse- boğan, darlatan filmler ortaya çıkıyor. Bunu psikolojik bir temele oturtup seyirciye bir şeyler hissettirmek için de yapmıyor, tamamen kabiliyet meselesi. Bir kısır döngü: Film Festivali ve Festival Filmi En nihayetinde birbirini doğuran iki şey: film için festival yapmak ve çoğu niteliksiz olan film festivalleri. Yeni bir dil arayışında olan sinemanın çıkış yolunu festivaller mi açacak? Pek ihtimal dahilinde olmayan bu hadise eğer gerçekleşirse daha sonrasında izleyeceğimiz filmlerin ne kadar bizden ve kültürümüzden kopuk olabileceği aşikar. Özel olarak belirtilmese Türkiye olduğu anlaşılmayacak filmler ödülleri toplamaya devam ederse, sadece siyasi nedenlerden dolayı ödüller hiç hak etmeyen filmlere verilmeye devam ederse, salonlarda karşılığını bulamayan filmler olmaya devam ederse önümüzdeki süreç pek de açık gözükmüyor.

8 y heybe gençlik dergisi

Ülkemizdeki Uluslararası Film Festivalleri Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali 1964 yılından bu yana Antalya'da düzenlenen Türkiye'nin en önemli film festivalidir. Festival, Antalya Büyükşehir Belediyesi (ABB) ve Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) tarafından her yılın sonbahar mevsiminde Antalya Kültür Merkezi (AKM) ve Cam Piramit’te gerçekleştirilmektedir. Antalya Altın Portakal Film Festivali, Avrupa ve Asya'nın en köklü film festivallerinden biri, Türkiye'nin ise en eski ve uzun soluklu film festivalidir. Festival, 2005 yılından bu yana Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali adıyla gerçekleşmekte; festival programı içinde uluslararası yarışma bölümü de yer almaktadır. Altın Portakal Film Festvalinde üç ana dalda ödüller verilmektedir. Ulusal ve Uluslararası Yarışma´nın yanı sıra, Ulusal Belgesel Film Yarışması ve Ulusal Kısa Film Yarışması da yer almaktadır. Festivalimizde ayrıca, başta Asya ve Avrupa sineması olmak üzere, dünya sinemasının önem-


SİNEMA

Akbank Kısa Film Festivali Akbank Kısa Film Festivali, 10. yılına gelmenin mutluluğunu yaşıyor. Festival bu yıl da en başarılı kısa filmleri izleyiciyle buluşturUluslararası mayı hedeflerken kısa film alanında platform İstanbul Film Festivali oluşturmayı sürdürüyor. Festivalin "Kısadan Eskiden (1984-88) Uluslararası İstanbul SineUzuna" bölümünün bu yılki konuğu, başarılı ma Günleri, İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı yönetmen Mehmet Eryılmaz. "Belgesel Sitarafından 1982'den beri düzenlenmekte olan festival. Her sene nisan ayı içinde çeşitli sine- nema" bölümüne ise usta yönetmen Derviş Zaim konuk oluyor. malarda gerçekleştirilir, ayrıca içinde ulusal ve uluslararası olarak iki ayrı yarışma barındı- Fransa ve Amerika'da film danışmanlığı rır. İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından düzenlenen film gösterileri ilk kez 1982'de, 10. yapan Hayet Benkara, bu yılki "Deneyimler" Uluslararası İstanbul Festivali kapsamında 6 bölümünün konuğu. günlük bir film haftasıyla başladı. Ertesi yıl Bu yılki söyleşilerde, festival süresine yayılan ve büyük bir ilgi gören gösteriler Çiçek Kahraman, Bora Gökşingöl, Theron 1984'te, yaz aylarında da düzenlenen Uluslararası İstanbul Patterson, Kerem Akça, Burçak Evren, Engin Ertan, Zeynep Özbatur Atakan, Enis Köstepen, Festivali'nden ayrılarak 23 Savaş Ünsal, Nimet Atasoy, Başar Dengiz, BaNisan-6 Mayıs 1984 arasında har Kerimoğlu gibi isimler konuğumuz oluyor. 17 ülkeden 44 filmin katıldığı Atöyle çalışmalarında ise oyuncu koçu Ümit Uluslararası İstanbul Sinema Günleri adıyla yapıldı. Sonraki Çırak ile "Oyunculuk Atölyesi", görüntü yönetyıllarda düzenli biçimde nisan meni Feza Çaldıran ile "Görüntü Yönetmenliği ayı içinde yapılan ve 1985'te yarışmalı bölüm- Atölyesi", Burak Göral ile "Senaryo Atölyesi" ve Bahçeşehir Üniversitesi öğretim görevlisi lere de yer verilmeye başlanan şenlik kısa sürede gelişerek uluslararası düzeyde tanındı. Yrd. Doç. Dr. Güven Çatak ile "Film Jeneriği Tasarımı" atölyesi olacak. 1989 yılı başında, Uluslararası Film YapımcıFarklı kategorilerde yılın en iyi filmlerini beları Dernekleri Federasyonu tarafından "özel lirleyecek yarışmalar ise yine programın en konulu, yarışmalı festival" olarak tanınarak, heyecanla beklenen bölümü. Tüm gösterim dünya çapında bir festival olma niteliği kazanınca ismi Uluslararası İstanbul Film Festivali ve etkinlikler Akbank Sanat'ta gerçekleşecek ve ücretsiz olarak izleyiciye ulaşacak. olarak değiştirildi. li ve saygın isimlerinin filmleri de sinemaseverlerle buluşmaktadır.

heybe gençlik dergisi y

9


EDEBİYAT

10 y heybe gençlik dergisi


EDEBİYAT

Sevgili güller diyarının güneşi,

Z

aman akıp gitsin isterdim yıllar yıllar geriye; bulabilmeyi belki, hakikat güneşi neymiş diye. Yine de “Ahir Zaman”da buldum ya seni, kalır mı hacet başka bir şey istemeye. Hayatın altı yüz sayfalık bir kitaptı. Dudaklarından dökülen her kelimede, belki her harfte Allah’ın namı vardı. Yüzünde ilahî bir nur... Gözlerin bilinmez diyarlara bakardı. Her sayfasında doksan dokuz sıfat-ı ilahî, tebessümünde asrın saklı gerçeği... Bazen yağmur damlalarında buldum seni; yetim bir çocuğun ‘baba’ diyen feryadında ya da bir annenin evlat hasretinden akan gözyaşında... Bazen de güllerden yansıyan mutluluklarda buldum seni; sıcak bir aile yuvasında, küçük bir çocuğun kalbindeki sevgi yumağında… Ne acıdır ki, kimi zaman da nefsin karanlık odalarında kaybettim seni ve sevdiklerini. ‘Ümmeti, ümmeti’ diye akan gözyaşlarınla aklayamadık yüreğimizin karanlık lekelerini. Bir mazlum için kalmamıştı Ömer’in adaleti, Osman gezse caddeleri utanırdı hayâsından, Fatıma’nın nuru kaybolmuştu genç kızlarımızdan, Ali’nin ilmi silinmişti Yaradan’ını bulamayan akıllardan, Ebubekir gibi sadık bir dosta rast gelebilir miydi artık insan? Acıma duygusunu yitirmiş bir toplumda merhamet güneşi batmıştı sanırım çoktan. Kapkara bir gecede güneş olup geldin yeryüzüne. ‘Hak bir olan Allah’tır!’ dedin mucizelerinle. Kalpleri fethetmeye girdin Mekke’ye. Daha evvelden selam ve özlemini bahşettin biz ‘kardeşlerine’. Ümmetin her ne zaman sıkıntıya düşmüşse, hangi çıkmazda çaresiz kalmışsa senin yolunu Hak yol bildi, yürüdü hidayete.

Buhranlar çölünde bir başına yolunu kaybeden sevenine, Sen gökyüzünün en parlak yıldızı oldun, nurunun aydınlığı gönle kavuştu. Asr-ı saadette kimse dönmezdi cömert kapından eli boş, hâlâ Sen’den yardım dileyen bulur ihsanını hadislerinde, sünnetinde. Fakat biz, kalamadık temiz. Ne varlığa şükrettik ne yokluğa sabır. Belki de en mühimini, ‘biz’ olmayı kaybettik. Unuttuk bir ‘vücut’ olduğumuzu. Saplanırken bir yanımıza zulmün kahpe oku, ne sesimiz çıktı, ne yenebildik küfrün kalbimize göz dikmişliğini. Bilâl-i Habeşî taşlar altında vazgeçmezken ahdinden, biz atamadık uyku yorganını dahi, üzerimizden. Şimdi seni anınca, ‘...kardeşlerimi görmeyi çok isterdim.’ dediğini hatırlayınca; doluyor gözlerimiz, sızlıyor yüreğimiz. Gelsen bir gün... Ne çok hatamız var boynumuzu büken. Gelsen bir gün, yüzümüze bakmadan geçsen yanımızdan, hangimiz dayanabiliriz? ‘Komşusu açken tok yatan bizden değildir.’ emrini duymuşken biz, şimdi aç ölüyor komşularımız. Şimdi ölüyor çocuklarımız. Ne genişliktir ki Efendim, bir an alamıyoruz kendimizi zevkten, eğlenceden. Kalbimize bir ümmet derdi düşünce ‘Ne gelir elden!’ deyip susturuyoruz kalbimizi, amelimizi. Özlüyoruz seni Efendim. Kuşu ölen çocuğa taziyeye gidişini... Ölen çocukların sayıları, ağızları dolduruyor şimdi. Özlüyoruz seni Efendim. Unutma bizi. Hâşâ! Unutmazsın. Rabbim unutturmasın seni ve yolunu bize. Şefkatini, duanı eksik etme, her âzâsı ayrı düşmüş, yoluna kurban ümmetine... Salât ve Selâm Sen’in üzerine olsun Efendim (s.a.v.) heybe gençlik dergisi y

11


EDEBİYAT

Şiir: Ezgİ Ateş

DÜN GECE Umutlarımın tükendiği, Hayallerimin yıkıldığı, Ayağımın ateşe yaklaştığı Dipsiz bir uçurum olan Dün gece…

xx y heybe gençlik dergisi


EDEBİYAT

Sığınacak bir yuvaya hasret, Hem öksüz hem yetim, Avare kalmış meydanda Kendimi kaybettiğim Dün gece… Annesiz anne şefkatiyle Sarılan bir kucağa, Babasız, baba sevgisiyle Kurulu bir ocağa muhtaç olduğum Dün gece… Yapayalnız ayrılık yurdunda Bir başıma kaldığım, Bana kollarını açan Peygamberimle canlandığım Dün gece… Hiçbiri yaklaşmazken Saçlarımı okşayan, Kimse merak etmezken Peygamberimdi beni soran Dün gece… Koca bir kâinata Güzel ahlâk timsali, Muhtaçken, yardımıma Peygamberimdi koşan

Dün gece…

Tatlı bir gülümseyişiyle, Işıltılı yüzüyle, Yürek dolusu sevgisiyle Peygamberimdi ellerini uzatan Dün gece…

Yokluğun içinde varlığı tanıtan, Acının içinden mutluluğu çıkaran, Gül kokusuyla kendini hatırlatan Peygamberimdi kalbimi saran Dün gece… Kalın perdelerle kaplı kalbimin Gözlerini aralayan, Peygamberimdi bana İlahî sevdayı anlatan Dün gece… Gecenin kör karanlığında Yüzümü aydınlatan, İçimdeki Hak sevdayı Peygamberimdi artıran Dün gece… Biçare alev alev yanan Zavallı gönlümle, Kimsesizlerin sahibini Bulma şerefine erdiğim Dün gece… Dün gece… Peygamberimdi Ateşe tebessümüyle yanıt veren… Peygamberimdi Kuru damlalara su ikram eden… Peygamberimdi Aç ruhlara güzelliği aşılayan… Peygamberimdi Kaybettiğim beni bana bulduran Dün gece… heybe gençlik dergisi y

13


FOTOĞRAF

Hazırlayan: Serra İnner

Kutlu Doğum temaları Ezelden beri sembolcü bir toplum olarak gelmişiz. Atalarımız belirli cisimleri ve eşyaları bazı anlamlara sembol olarak kullanmışlar. Ok tanrıya bağlılığı sembolize etmiş Orta Asya’dayken. İslamiyet kabul edildikten sonra ise Peygamber efendimize ise Gül sembolü layık görülmüş. Allah(cc)’a ise Lale ile sembollendirmişler . Bunu da Bayrak şairi Arif Nihat Asya şu şekilde anlatmış; “Eskiler lâleyi mukaddes sayarlardı. Gerçekten, izahı zor bir şuur, o zamanın yazılarında ‘lâle’ kelimesi ile ‘Allah’ kelimesini aynı harflerden meydana getirirdi. Üstelik ebcette lâle, Allah, hilâl aynı sayıyı verirdi. Biri güzelliğiyle yurdumu, biri ulviliğiyle dinimi, biri şerefiyle istikbâlimi anlatan, kelimelerdeki ebcet beraberliği sizi bilmem fakat -ben-, tesâdüf deyip geçemeyeceğim.” Dolayısıyla Fotoğraf kulübü olarak bu sayıda kutlu doğuma yakışacak gül ve lale temasını uygun gördük, birazda tekniğini anlatmayı deneceğiz.

14 y heybe gençlik dergisi

Fotoğraf:Şey da Bal Exif Bilgileri: Diyafram: F3 .5 Enstantene: 4 saniye İso:500


FOTOĞRAF Fotoğraf: Şeyda Bal Exif Bilgileri: Diyafram: F3.5 Enstantene: 4 saniye İso:500

NASIL “PEKİİİİ ARKASINI UZ?” BULANIK YAPIYOR -

Fotoğraf:Serra İnner Exif Bilgileri: Diyafram: F5 Enstantene: 1/250 İso:100

Fotoğraf: Serra İnner Exif Bilgileri: Diyafram: F5.6 Enstantene: 1/125 İso:100

yduğumuz sorula Kulüp olarak en çok du ilk beşin içindedir. rın birincisi değilse de a fark ediyoruz ki Fotoğraflara baktığımızd ha ön planı çıklalelerimiz fotoğrafta da nasıl yaptılarsa mış ve fotoğrafçılarımız Eğer arka planı da arka planı öldürmüşler. pmış olsaydık bu lalemizle aynı netlikte ya ve bizim laleyi hatalı bir fotoğraf olurdu . İşte bu sebepten algılamamız güç olurdu ak için arka plaodak noktamızı vurgulam iyoruz. nı flu yapmayı tercih ed heybe gençlik dergisi y

15


FOTOĞRAF İşin teknik kısmına gelirsek,

Hepimizin fotoğraf makinesinde bulunan diyafram denen bir olgu var. Diyafram sayesinde fotoğrafa ne kadar ışık alacağımızı ayarlıyoruz. Perdemiz ne kadar açık olursa fotoğrafımız o kadar ışık alır. Diyaframı kısarsak çok daha az ışık alırız. Diyafram yani F değer sayısal olarak büyüdüğü zaman ışık azalır yaniı diyaframımız kısılır. Ama sayısal olarak küçültürsek diyafram açılır ve arka plan bulanıklığı sağlanmış olur. Demek ki ne yapıyoruz? Arka plan bulanık olsun diye diyafram değerini (F) mümkün mertebe sayısal olarak küçültüyoruz. Fotoğraf: Pı nar Atav Exif Bilgile ri: Diyafram : F7.1 Enstantene: 1/400 - İso :100

a İnner Fotoğraf: Serr iyafram: F5 D Exif Bilgileri: 200 - İso: 200 1/ : ne te Enstan

16 y heybe gençlik dergisi


FOTOĞRAF

Fotoğraf: M uhammed Hüseyin Dem Exif Bilgile irel ri: Diyafram : F1.8 Enstantene: 1/8000 - İs o:100

0 emirel - İso:10 seyin D 1/3000 ü : e H n d e te mm stan f: Muha 1.8 - En Fotoğra ri: Diyafram: F e il g Exif Bil

irel üseyin Dem uhammed H Fotoğraf: M .8 F1 : Diyafram: Exif Bilgileri - İso:100 00 60 1/ : ne Enstante

Fotoğraf: Serra İnn er Exif Bilg ileri: Diy afram: F 4.5 -

Enstante

ne: 1/12

5 - İso:10

0

heybe gençlik dergisi y

17


DÜŞÜNCE-SİYASET

Hazırlayan: GÖKHAN KILIÇARSLAN

n ı ğ ı l n a s in harı i fi t

18 y heybe gençlik dergisi


DÜŞÜNCE-SİYASET

B

ir kutlu doğumla daha buluşmanın sevincini yaşarken Efendimizi birkaç satırla okuyucularımıza anlatmak istedim. Ama bu birkaç satır Onu yeteri kadar anlatamayacak çünkü kitaplara bile sığmayan bir lider nasıl bir kaç satıra sığabilir ki sığamaz tabi. Her bir bireyin her iki dünyada mutlu olabilmesi için örnek alması gereken kişilerin başında şüphesiz ki O gelir; Onun özellikle sade hayatına, hoşgörüsüne, çocuklara olan ilgisine, şefkat ve merhametliğine, adaletli oluşuna, kararlı ve sabırlı oluşuna değinerek günümüz dünyasına nasıl ışık tuttuğunu ve neden örnek almamız gereken bir kişi olduğunu izah etmek istiyorum. Öncelikle onun sadeliği hakkında birkaç söz dile getirecek olursam okuduklarımdan veya derlediklerimden onun sadeliğini hakkında şu bilgilere rastladım: Çoğumuzun bildiği gibi Efendimiz, halkın pek çoğunun fakir olduğu bir toplumda, kendisi zengin bir hayat sürmeyi tercih etmemiştir. Aslında isteseydi O da hükümdarlar gibi zenginlik içinde yaşayabilirdi.

heybe gençlik dergisi y

19


DÜŞÜNCE-SİYASET Mekke müşrikleri istediği her şeyi vereceklerini yeter ki davasından vazgeçsin diye direttiklerini ama Onun tüm bu fani zenginliği istememiş olması sade hayatı tercih etmesinden ve davasına olan bağımlılığından olmuştur. Onun evinin yapılış tarzı, içerisindeki eşyaları ve elinden geldiği kadarıyla kendi işini kendi yapması, bizlere sade ve mütevazi bir hayat sürme hususunda, ne güzel bir örnektir. Zira bu durum, onun tebliğ ettiği İslâm’ın bir gereğiydi. Temsil ettiği dâva, varlık içinde yokluğu tadabilmeyi, paylaşmayı ve başkası için yaşamayı tavsiye ediyordu. Dolayısıyla o, söz konusu emir ve tavsiyeleri, öncelikle kendisi yaşayarak, bütün zamanlar ve mekânlar için bir örnek olmuştur. Günümüzde israf hat safhaya ulaşmış ve lükslük de inanılmaz bir yarış haline gelmiştir, kendimize soramadan edemiyoruz; ölürken insanlar yanında hiçbir şey götüremediğini çok iyi biliyoruz, uğruna ömrümüzü harcadığımız bu dünya lüksü, bu yarış niye? Acaba sünnetlerden çok mu uzaktayız? Oysa istersek onun gibi sade bir hayat da yaşayabiliriz, bu, mümkündür. Efendimizin hoşgörüsü konusuna gelirsek öncelikle hoşgörünün çağımızın olumlu anlamda yükselen değerlerinden birisi olduğunu bilmemiz gerekir. Hoşgörü toplumsal barışa ve uzlaşmaya katkıda bulunur; hoşgörü, karşılıklı sevgi ve saygıya dayalı, kavgasız, çekişmesiz,

20 y heybe gençlik dergisi

birbirinin düşüncelerine, görüşlerine, inançlarına saygılı bireylerden oluşan huzurlu bir toplum oluşmasına vesile olur. Ama şüphesiz her şeyin hoş görüleceği de söylenemez. Bireye ve topluma karşı işlenen öyle ağır suçlar görülmektedir ki, bunların hoş görülmesi mümkün değildir. Ayrıca her şeyi hoş görmek, yanlış bir hoşgörü anlayışının doğmasına, hoşgörünün bir sığınma aracı olarak kabul edilmesine ve kötü alışkanlıkların yaygınlaşmasına sebebiyet verebilir. Peki ama bu hoşgörü sınırını nasıl koruyabiliriz diyorsanız şayet; efendimizin hoşgörü anlayışına ve uygulayışına bir göz atmamız gerekir. Peygamber efendimizin hoşgörüsünü anlamak, çağımızdaki hoşgörü anlayışı ve uygulamalarının onun uygulama alanına koyduğu hoşgörünün neresinde bulunduğunun anlaşılmasına da yardımcı olacaktır: Efendimiz, hoşgörüyü bireyler arasında tek taraflı değil, karşılıklı uyulması gereken bir davranış biçimi olarak görmüştür. Haksızlığa yol açılmaması, bir kişinin sürekli hoşgörü bekleyen, diğerinin ise hoşgörü göstermek zorunda kalan durumuna düşmemesi ve toplumun tüm bireyleri arasında hoşgörünün hakim olması için “Hoşgörülü davran ki sana da hoşgörü ile davranılsın” buyurmuştur. Çoğumuz biliriz aslında hoşgörü hakkındaki rivayeti: Bir gün bedevînin biri Mescid-i Nebevî’ye küçük abdestini yapar. Orada bulunanlar bu adamı cezalandırmak isterler. Hz.


DÜŞÜNCE-SİYASET

Peygamber onlara müdahale ederek adamın abdest bozduğu yere su dökmelerini ister ve “Siz zorlaştırıcı olarak değil, kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz” der. Bu olayda Hz. Peygamber’in, uygunsuz davranışta bulunan kişiye hoşgörüyle davranmasının yanında, sahabeyi de eğittiği ve konuyla ilgili genel prensipleri hatırlattığı görülmektedir. Sanırım bu örnek onun hoşgörüsünü anlamak için yeterlidir. Şimdi bu noktadan alarak sizi farklı bir noktaya götürüyorum Efendimizin çocuklara karşı olan sevgisi. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (sav)’in tüm insanlığa örnek olan şefkati, merhameti ve müminlere olan düşkünlüğü, çocuklara olan tavrında da çok yoğun olarak görülmektedir. Peygamberimiz (sav) hem kendi çocukları ve torunları hem de ashabının çocukları ile çok yakından ilgilenmiş, doğumlarından isimlerinin konmasına, sağlıklarından ilimlerinin artmasına, giyimlerinden oynadıkla-

rı oyunlara kadar onlar için tavsiyelerde bulunmuş, hatta bizzat yol göstermiş, ilgilenmiştir. Efendimiz çocukların oyununa da çok önem vermiş, hatta zaman zaman onlarla oyun oynayarak ilgilenmiştir: “Çocuğu olan onunla çocuklaşsın” diyerek, anne babalara çocuklarını bizzat eğlendirmelerini tavsiye etmiştir. Peygamberimiz çocukların yüzme, koşu, güreş gibi oyun ve sporlarla meşgul edilmelerini de tavsiye etmiş, hatta torunlarını ve çevresindeki çocukları buna teşvik etmiştir. Günümüzdeki yoğunluktan olsa gerek maalesef çocuklar kreşlere verilerek eğitiliyor, anne ve babanın denetiminden uzak olan bu çocuklar ne kadar başarılı olsalar da sevgiye muhtaç hale gelirler. Anne ve babasından mahrum kalan çocuklar bu sevgi ihtiyacını yanlış yerlerde aramaya başlarlar. Bizzat anne ve babanın çocuklarla ilgilenmesi gerektiğine inanıyoruz işte o zaman sevgi dolu, toplumuna merhamet ve şefkatte örnek olabilecek hayırlı bireyler yetişir. İşte o zaman huzur evlerine bırakılan anne ve babaların sayısında azalma olur ve işte o zaman değerlerimiz korunulur, aksi takdirde kreşe verilen ve anne baba sevgisinden uzak olan çocukların sayısı artar bununla birlikte huzur evlerinin de artacağını unutmamamız gerekir. Oysa efendimizin çocuklara olan sevgisini örnek alsak kendimize emin olun bu gibi sorunlarımız çözülecektir. Çünkü geleceği çocuklarımız yönlendirecek. Anne ve babalarından ne görürlerse büyüdüklerinde onu heybe gençlik dergisi y

21


DÜŞÜNCE-SİYASET

Efendimizin bir başka özelliği şüphesiz ki şefkat ve merhamet sahibi olmasıydı. Yeryüzünde Onun şefkat ve merhamette timsali bulunmadığını söylersek abartmış olmayız. Yaşadığı dönemde peygamberlikten öncesinde ve sonrasında hiçbir canlıya merhametsizlik etmemiştir.

22 y heybe gençlik dergisi

uygulayacaklar... Efendimizin bir başka özelliği şüphesiz ki şefkat ve merhamet sahibi olmasıydı. Yeryüzünde Onun şefkat ve merhamette timsali bulunmadığını söylersek abartmış olmayız. Yaşadığı dönemde peygamberlikten öncesinde ve sonrasında hiçbir canlıya merhametsizlik etmemiştir. O dönemde hiçbir hakkı bulunmayan kölelere bile büyük bir merhametle yaklaşmış onların ezilmesine karşı çıkmıştır, kendi kölesi Zeyd bin Hârise bile babası gelip onu istediğinde Zeyd’e nerde isterse orda kalabileceğini belirtmiş: Bu seçeneği ona sunmuştur. Enteresan olan şu ki Zeyd hazretleri babasına Muhammed’in yanında kalmak istediğini söylemiştir. Zeyd’in kendi öz babasına tercih ettiği; efendimiz kesinlikle diğer insanlar gibi davranmamış merhamet ve şefkatte olduğu gibi her alanda en iyi insan örneği olabilmeyi başarmıştır.


DÜŞÜNCE-SİYASET Biz bugün biliyoruz ki Hz. Muhammed (sav), Cenab-ı Hakk’ın engin rahmetinin yeryüzündeki temsilcisi sıfatıyla, hayatı boyunca her şeyden önce bütün insanların İlahî rahmetlerin en üstünü olan hidayetten istifade etmesi için olağanüstü emek harcamıştır. O, dünya ve ahiret saadetine götüren, Allah’ın engin

rahmetinden istifade etme yollarını gösteren mesajına bîgâne kalan, hatta inkâr edenlerin dahi hidayete ulaşmaları için çabalamıştır. Hz. Muhammed (sav) diğer taraftan, bütün hayatı boyunca kendisine inananların güvenini temin etmek, onları huzurlu ve mutlu kılmak için de çok hassasiyet göstermiş, ashabının üzülme-

heybe gençlik dergisi y

23


DÜŞÜNCE-SİYASET

mesi ve zarar görmemesi hususunda çok titiz davranmıştır. Bu da onun “rahmet ve merhamet” özelliğinin en güzel işaretidir. Nitekim Kur’an-ı Kerîm’de bu husus açıkça belirtilir: “Size kendi aranızdan öyle bir peygamber geldi ki sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir. Kalbi sizin için titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir”. (Tevbe, 9/128-129) Bu ayet, Peygamber Efendimizin (sav) ümmetine olan şefkat ve ilgisini, onlar için nasıl endişelendiğini, kendisini inananların sıkıntılarına tahammül edemediğini, bunların kendisine çok ağır gel-

24 y heybe gençlik dergisi

diğini, müminlere olan şefkatini ve merhametini çarpıcı bir şekilde ifade etmektedir. Burada şu hususa da dikkat çekmek gerekir ki, müminlere karşı rahmet ve şefkatle muamele etmek, müminlerin de hassasiyet göstermesi gereken bir görevdir. Fetih süresinde müminlerden bahsedilirken “Muhammed Allah’ın Rasûlü’dür. Onunla beraber olanlar (müminler), inkârcılara karşı çetin, birbirlerine karşı ise merhametlidirler.” (Fetih 48/29) buyrulur. Günümüzdeki şefkat ve merhametin çoğunlukla ne seviyede olduğunu hepimiz her


DÜŞÜNCE-SİYASET akşam televizyon haberlerinde görüyoruz aslında. Dünyanın dört bir yanını sarmış bir kara bulut ve durmadan merhametsizlik yağdırıyor; hergün silahlarla bazen grup olarak bazen de toplu halde imha edilen insanlar ve öldürülen yüzlerce hayvan bize merhametsizliğin geldiği üst sınırı göstermektedir. Dünyanın herhangi bir yerinde zulüm varsa bu kesinlikle merhametsizlikten dolayı olduğunu söyleyebiliriz. Kendi liderimizi kendimize tam olarak örnek alabilseydik bugün insanlar merhametsizlikte bu derece aşağı seviyelerde olmazdı... Efendimiz, şüphesiz adalet konusunda çok titiz davranan sayılı insanların en üstünüdür. Allah Rasûlü mübarek hayatı boyunca, toplumda adaleti hâkim kılmak için mücadele etmiş, gerek Müslümanlar gerekse gayrimüslimler arasındaki muamele ve hükümlerde adaletin en güzel örneklerini uygulamış, adaleti temel hakların ve özgürlüklerin korunması, toplumsal huzurun ve barışın sağlanmasının teminatı olarak görmüştür. Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Peygamber’in bu yönüne dikkat çekilerek “Onlar Sana gelirlerse aralarında adaletle hükmet” (Maide, 42) buyrulmuş; Hz Peygamber’in evrensel bir ilke olan adaletten -gayrimüslimler için bile olsa- asla taviz vermemesi gerektiği bildirilmiştir. Allah Rasûlü, hayatın her alanında daima adaleti, adil hüküm vermeyi esas almış, bizzat adaletin en güzel örneklerini sergilemiş; aile hayatında (Nisa, 3), insanlar arası münasebetlerde (En’am, 152), hâkim huzurunda, şahitlik esnasında (Nisa, 135) adalet esasını zihinlere yerleştirmiştir. Nitekim şu olay, adaletli oluşunu çok iyi bir misal olarak teşkil eder: Bir gün Mahzunoğulları kabilesinden Fatıma adında asil bir kadın

hırsızlık yapmıştı. O kadının cezalandırmaması için ashabdan Hz. Üsame b. Zeyd’i Peygamberimize gönderdiler. Bu duruma çok kızan ve üzülen Hz. Peygamber şöyle buyurdu: “Nasıl oluyor da bazı kimseler, Allah’ın kanunu karşısında aracı olmaya kalkışıyor. Sizden öncekilerin mahvolmasının sebebi şudur: İçlerinden asil, ileri gelen birisi hırsızlık yapınca, onu serbest bırakıyor, zayıf ve fakir bir kimse hırsızlık yapınca, onu cezalandırıyorlardı. Allah’a yemin ederim ki Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapsaydı, onun da cezasını verirdim.” Görüldüğü üzere, Hz. Peygamber, adalet konusunda aracı olmak isteyenleri çok yakını da olsa sert bir şekilde reddetmiş, suçluya layık olduğu cezasını vermekte en ufak bir tereddüt göstermemiştir. Zira adalet ortadan kalkarsa, insan hayatına değer verecek bir şey kalmaz. “Allah, insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisa, 58) ilahi emrinin hikmeti gayet açıktır. Yine bir başka örneğini verecek olursak: Bedir savaşında alınan esirler arasında Peygamberimiz ’in amcası Hz. Abbas da vardı. Hz. Abbas’ın elleri bağlanmıştı. Esirler, fidye karşılığı serbest bırakılmaya başlanmıştı. Ensar’dan bazı kişiler Hz. Abbas’ın Allah Rasûlü’nün amcası olduğunu öğrenince onun fidyeden affedilmesini istediler. Allah Rasûlü: “Hayır, asla böyle bir şey olamaz Onun ödemek zorunda olduğu fidyenin tek bir dirhemi dahi bağışlanamaz” buyurdular. Adaletin İslam toplumunda, yönetimde mahkemelerde ve insanlar arası ilişkilerde tam anlamıyla uygulanması gerekir. . Adaletin olmadığı toplumlarda zulüm, anarşi ve terör hâkim olur: Toplumsal isyanlar çıkar, mahkemelere, devlete hatta fertlerin birbirlerine olan güveni heybe gençlik dergisi y

25


DÜŞÜNCE-SİYASET kaybolur. İnsanlar, kendilerini koruma ve haklarını elde etme peşine düşer hukuki otorite sarsılır. Bunu günümüz dünyasındaki toplumlara bakınca birçok örneğini görebiliriz. Bu hususta Peygamberimiz bizleri uyarmıştır: “Bir kavmin hak ve adaletten uzak hükümler verilirse, o kavimde mutlaka kan dökümü yaygınlaşır.” Son olarak değinmek istediğim konu Efendimizin sabırlı ve kararlı oluşudur. Lûgatta saptırıcı engellere karşı doğru olan şey üzerinde ısrar etmek, sapmamak, dayanmak anlamına gelen sabır, dinimizde üstün bir meziyet olarak kabul edilir. Başa gelen her türlü musibete karşı alçak gönüllülük gösterip, Allah’a sığınmak, hemen isyan ve itaatsizlikte bulunmamak yüce Rabbimizin hoşuna gider. Bir Ayet-i Kerimede “Şüphesiz ki Allah sabredenlerle beraberdir.” buyurulmuştur. Sevgili Peygamberimiz sabırlı olma konusunda da biz Müslümanlara güzel bir örnektir. O, İslam’ı duyurmak için gittiği Taif’te, putperestlerin taşlamalarına maruz kaldığı zamanda ümitsizliğe düşüp yolundan dönmediği gibi, Müslümanların refah ve zenginliğe kavuştukları, Arabistan’ın önemli bir bölümünü hâkimiyetleri altına aldıkları dönemlerinde de asla yolunu değiş-

26 y heybe gençlik dergisi

tirmemiş, sürekli aynı yönde hareket etmiştir. Peygamberimizin ashabından Abdullah b. Mes’ud diyor ki: “Hz. Peygamber’i kavmi taşlamış ve onu yaralamıştı. O ise Allah’a şöyle dua ediyordu: –Allah’ım halkımı bağışla çünkü onlar (gerçeği) bilmiyorlar.” Peygamberimizin bu tutumu ve Allah’ın yardımıyla bir dönem sonra Taif halkı tümüyle Müslümanların hakimiyetine geçti ve o taş atanların büyük bir bölümü İslam’ı kabul etti.. Yüce Allah Peygamberimize ve onunla beraber olan Müslümanlara sık sık sabırlı olmalarını ve asla ümitsizliğe kapılmamalarını öğütler. Peygamberimiz, etrafındaki insanlara, başlarına gelen bela ve musibetlerden dolayı ümitsizliğe kapılmamalarını, eğer sabırlı olur, Allah’a olan inançlarını yitirmezlerse bundan büyük mükafat elde edeceklerini müjdelerdi. Hem sabırlı ve kararlı olan insanlar, amaçlarını elde etmeye en yakın insanlardır. Aceleci ve kararsız kişiler ise başarısızlığa mahkumdur. Peygamberimiz, önemli bir karar vermeden önce mutlaka etrafındaki insanların düşüncelerini öğrenir, kendisine bir öneri teklif edildiğinde bunu dikkate alırdı. Bir konuda karar verildiğinde ise sabır ve azimle onu


DÜŞÜNCE-SİYASET gerçekleştirmeye çalışır, tereddüte düşmezdi. Peygamberimiz ve onun ashabının cesaretleri, Allah’a imanlarından ve kararlılıklarından besleniyordu. O, yüce Allah’ın şu ayetine göre davranırdı: “...ve toplumu ilgilendiren her konuda onlarla istişare et; sonra bir hareket tarzına karar verince de Allah’a güven; çünkü Allah güven duyanları sever.” (Al-i İmran, 159) Başarının yarısı cesarete bağlıdır. Korkak insan hakkını koruyamaz, karşısına dikilen engelleri aşamaz, güçlüklere karşı koyamaz. Biz de Peygamberimizi örnek almalı, doğruluk yolunda emin adımlarla yürümeli, kararlarımızı uygulamada cesur olmalıyız… Rahmet Peygamberi (sav), insanlık değerlerinin aşındığı bir zaman aralığında yeryüzünü şereflendirdi. Hayatın anlamının hızla kaybolmaya başladığı bir asırda dünyamızı anlamlandırdı. Fıtratın bozulmaya yüz tuttuğu, kula kulluğun sınır tanımadığı, cehaletin kol gezdiği bir çağda insanlığı hak, hakikat, adalet, fazilet ve yüksek ahlaki değerlerle buluşturdu. Peygamberimiz, rahmet çağrısıyla tarihin akışını değiştirdi. İnsanlığın kalbini ve aklını aydınlattı. Kur’an-ı Kerim’i beyan etti. İlahi mesajı, yaşayan bir hayata dönüştürdü. Rabbimizin varlı-

ğını, birliğini ve ebediyet ülkesine seyahatimizi öğretti. Hayatı ve ahlakıyla çağlar üstü örnek oldu. Efendimiz, bütün zamanlarda aklın, ilmin, ahlâkın, sabır ve vefanın, sadakat ve samimiyetin, güçlü iken müşfik olmanın, haklı iken özveride bulunmanın, haksızlığa karşı gür sedanın, akıl ve imanın önündeki engellere karşı yüreğini ortaya koymanın adı oldu. Tüm insanlığa, gecesi gündüz gibi apaydınlık bir yol bıraktı. Onun hikmetli sözleri, örnek davranışları sünnet oldu, hadis oldu, insanlığa yol gösterdi. İnsanlık gerçek medeniyeti onunla tanıdı. Müslümanların ürettiği yüksek kültür ve medeniyet, hep onun öğretileri üzerinde yükseldi. Bugün içinde yaşadığımız çağın, doğumunu kutladığımız Sevgili Peygamberimizin örnekliğine, önderliğine ve rehberliğine her zamankinden daha çok ihtiyacı var. Bugün onu okumaya, onu anlamaya, dahası yaşamaya ihtiyacımız var. Onu tanımanın, onu sevmenin sağlayacağı güven ortamına ihtiyacımız var… Bana ayrılan sayfaların sonuna geldim. Efendimizi sadece kutlu doğumla değil her doğan yeni günle hatırlamamız gerekir. Umarım ona dair kitapları okur ve daha iyi tanır kendinize örnek alırsınız. heybe gençlik dergisi y

27


DÜŞÜNCE-SİYASET

28 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: MERVE NUR YOLALDI


DÜŞÜNCE-SİYASET

a d ’ u l o d a n A , n e n İ e Çöl r û N n e l i d E İhyâ

ünce anr ö g ı ın r la n dık.” Sloga bi’nin vesiletn la r u n o la “O’nur yman Çele n meleğin le ü lu t S u “ K r “ la ir n rda, yine b çok ladım ki, O n, maverâdan yüksele r diye la n a m a z u b Necâtında endimiz teşrif buyuru eyeGeçen sene ve telaşı içindeyken; bir ok n ü tan, H elki Ef ecanı , bir ç doğum” hey ımına yardımcı olmuş ulüpler sesinden, b ne fazla konulan tabak sunda u ta ap ek sofraya bir en ve hayata tatbik kon ğından, programın y ılmıştık. Üniversitelerd anet lı len at diy canla ezber -i şeriflerin muazzam endımizi programa k rogramlar düzenledi, renleri dis Ef tö lı p yarışılan ha ir kez görebilmek için Hamza geniş katım en ayrı bir tatta anma yüla b icik ed an gönle hitap a köşeler süslendi, min ktuplar, gözyaşlarıy n uykudan, ‘Sana bak lamam e rd ıla po yaptı, okulla uttu En Sevgiliye(sav) m ı çünkü, rüyada yat sarıp sarmalayan Tali ana kai ‘s t yd olamam, sen üçük yüreğime sığdırıp v)’ diye rekler kalem için. Önemli bir hafta anın üç (sa ak m şiirler yazm geldiğince bişeyler yap adığını belki ama k etiyle yanarım Efendim yaşındaam en sr iz herkes elind bir şeye katkıda bulun a iştirak vuşmak ha reğinden damıtan sek ehmed r yü M Hiç peşindeydi. e hazırlanan programla hlakla- mürekkebi yna’nın hissiyatından, yârı e a is ki Rukiye Ale zin bir mevlid gecesind Çöle dusunenler olsun O’nun ahlakıyla ha ’ın ze Âkif ’in pek ğu aşktan, Necip Fazıl n karınedip, bir neb tindeydiler. e in içinde, güzin’e duydu ve yangına su taşıya lar. r e f s nabılmek niy o m t a e heyecanın v manzara geldi iği Nur’dan içbir şey anlamayacak d u b ir d m İn ü t e t İş sından” h arşılaştığım eceler ihya a k b e a ç d in ın r n le bu Kutlu a e c e g d r e e v f s n o ü m Arap ülk g t r a larda bu tü abalarımıza “bid’at, bu manevi an Rabb’e hamdu a i, r r O le . a iz B m lı k a an ulaştır ıncanın azmini d de bizim ç i anımsadım. r a ir r b k e n t e k a z y e a haft edilm u yolda kar dimize binlerce lendiklerin her zaman t b e , d n e id k h r e ip d e iy senalar bid’at” d fta değil, ayan Efen a ıl h ş a , ir e b ip r r ) le e v t a iz s s b ö g ı i( “ Efendimiz .”diye haklı gerekçeler nları ge- ve inancın ediyoruz. Selametle… m ka yız hatırlamalı yan, arkasını boş bıra üğümde salat-ü sela nd ma içini doldur ün önüne. Türkiyeye dö m heybe gençlik dergisi y 29 tirdim gözü


GÜZEL SANATLAR

Hazırlayan: ZEHRA ZEYNEB GÖNÇ-NAGEHAN ÖZBİLGEN

: I S N A D N I ’ Z A U TU R K

30 y heybe gençlik dergisi

İ N İ Ç


GÜZEL SANATLAR

O

smanlı tarihinden günümüze kalan en nadide miraslardan biri olan çini sanatı, günümüzde de hala önemini korumaktadır. Çoğunlukla cami ve türbelerin duvarlarında karşılaştığımız bu sanat dalı, köşk ve sarayların iç ve dış cephelerini de süslemektedir. Çini sanatı diğer bir ifadeyle seramik sanatı olarak da adlandırılmaktadır. İnce detaylar ile işlenen objelere hayat veren, Osmanlı tarihinin en gözde sanat dalı, günümüzde de değerinden hiçbir şey kaybetmeden devam etmektedir. Karahanlılar tarafından geliştirilen çini sanatı, daha sonraları diğer Türk devletleri tarafından geliştirilmeye başlanmıştır. Çini, ortaya koyduğu çok renkli geniş yüzey alanlarını kaplama özelliği ve kalıcılığı ile Türk süsleme sanatının en önemli unsuru ve malzemesi olmuştur . Anadolu Selçuklu Devleti ve Büyük Selçuklu Devleti, hakimiyet altına aldığı yerlere cami, medrese, saray inşa etmişler ve bu sanatı, bu mekanların çeşitli bölgelerine yansıtmışlardır. En parlak dönemini ise Osmanlı Devleti’nde yaşamıştır. İznik Yeşil Cami, Bursa Yeşil Cami, Bursa Muradiye Camisi, Edirne Muradiye Camisi, Edirne Şah Melek Paşa Camisi, Çinili Köşk, İstanbul’da Yavuz Sultan Selim Camii ve Türbesi, Haseki Medresesi, İstanbul Mahmut Paşa Türbesi, Osmanlı Devleti’nin ilk örneklerini taşımaktadırlar. Daha çok geometrik desenleri yansıtan eserler, zamanla daha farklı bir boyut kazanmıştır. Bitkisel kökenli desenler, yazılar, lacivert, sarı, turkuaz, siyah gibi renkler, bu sanat dalında daha çok kullanılmıştır. Zamanla gelişen ve yenilenen çini sanatı, Mimar Sinan ile daha çok önem görmeye başlanmıştır. Her yapıtında bu sanat dalından

eserler kullanarak, şu an bile ilgi duyulan mekanlar inşa etmiştir. İlgi duyanlar için görülmesi gereken 16. yüzyılın ikinci yarısının en kaliteli çinilerinin bulunduğu Topkapı Sarayı’ndaki bölümlerden biri de Hırka-i Saadet Dairesi’dir. Makinelerin üretilmesi ile porselen süslemesinde kullanılmaya başlanmıştır. Kütahya’da hala gündemde olan sanat dalı, seramiğe can veriyor. İznik’te ise aynı gelenek orijinal yapımı değiştirilmeden devam etmektedir.

heybe gençlik dergisi y

31


GÜZEL SANATLAR

Çini sanatının çeşitli teknikleri bulunmaktadır. Her bir tekniği çok güzel bir görünüm sunmaktadır. Uygulama teknikleri sırası ile: 1- Mozaik Çini Tekniği 2- Renkli Sır Tekniği 3- Sır Altına Boyama Tekniği 4- Perdah Tekniği 1- Mozaik Çini Tekniği: Türk çini sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği 13.yy da Anadolu Selçuklu döneminde çini sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminde

32 y heybe gençlik dergisi

ise varlığını 15.yy’ın sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur. 2- Renkli Sır Tekniği: Renkli sır üzerine yapılan desenler ile oluşmaktadır. Krom oksit ile desenlerin üzeri, kontür tarzında tekrar çizilerek fırınlanır. Tebeşir, kum, kaolen gibi doğal malzemeler karıştırılıp hamur haline getirilir. Sonra bu hamur şekillendirilerek kuruması için bir süre beklenilir. İstenilen kuruluğa sahip olan hamura astarlama çalışılması yapılır. Ve bu astarlama işi, hamuru beyaz bir görünüm kazandırır. Parçalar çok yüksek derecede fırında bir gün boyunca pişirilir. Pişirilen parçaların


GÜZEL SANATLAR

pürüzlü yüzeyi, zımpara yardımıyla düzeltilir ve pürüzsüz bir zemin elde edilir. Sonra kara kalem ile çizilen beyaz bir kağıt ile üzeri kaplanarak, diğer işlemleri yapmak için zemin oluşturulur. Desen, iğne ile delinir ve kömür tozu yardımıyla yapılacak çini yüzeyine aktarılır. Çini sanatına uygun kobalt ve siyah renkten oluşan boya yardımı ile desen kontürleri oluşturulur ve sanatçının zevkine veya hayal dünyasına uygun renkler ile iç zemin boyanmaya başlanılır. Boyanan obje camsı bir sır ile kaplanarak, pişirilme aşamasına getirilir. Parçaların ayrı ayrı pişirilmesi sağlanılır ve tekrar ikinci bir pişiril-

me aşamasına tabii tutulur. Sonra yavaş yavaş soğutularak kırılması önlenir. 3- Sır Altına Boyama: 13.yy’da Anadolu Selçuklu’da kullanıldığı gibi, 16.yy’ın ikinci yarısında Osmanlı’da gelişmesini tamamlayan bir çini tekniğidir. 4- Perdah Tekniği: Bir sır üstü tekniğidir. Beyaz astarlı, renksiz, saydam ve sırlı levhalar üzerine altın ve gümüş tozları ile süsleme yapılmakta ve fırınlanmaktadır. Çini sanatı, zorlu ve zahmetli aşamalardan geçse de bu sanatı zevkle yapan ustaların elinde, birer şah eserlere dönüşmektedir. heybe gençlik dergisi y

33


BİLİM TARİHİ

TARİH

34 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: tuğçe bal

“Helenistik dönem bilimsel çalışmalarından ve İskenderiye okulundakilerden çok azı elimize ulaşabilmiş ve Ortaçağ Avrupası Yunan biliminin büyük bölümünü antik öğretilerin yayılmasını sağlayan Arap yazarlardan öğrenmişlerdir.”


TARİH

B

ilim ve ilim nedir? Peki deney nedir? O zaman gözlem nedir? Bu sorunların herkese göre bir yanıtı var. Merak insanı öğrenmeye götürecek en güzel duygu. Merak ettik bu soruların cevaplarını. Yolumuz ilkin bir kütüphaneye düştü. “Büyük Bilimsel Deneyler” kitabını seçtik. Daha somut görmek istedik yapılanları. “Fuat Sezgin Bilim Tarihi Müzesine” vardık. Bizim de tarihimizde ne tür deneyler yapılmış, bilime nasıl katkımız olmuş daha iyi anladık. İlim ve bilim kavramları her ne kadar birbirleri yerine kullanılıyor olsa da birbirinden farklıdır: Öncelikle bu iki kavramın metodu farklıdır. Bilim tamamen deneylere yaslanarak maddeyi inceleyip hükümler çıkarır. Bu hükümleri çıkarma esnasında tek dayanak noktası akıldır. İlim ise nakil ve akla dayanır. Buradaki nakil, vahyi temsil eder. Vahiy, bizim için ilim hatta ilmin kaynağıdır. Deney; kimine göre gerçeği bulma çabası. Peki bilimsel çalışma nedir? Darwin gibi bir gemiye binip doğayı dinlemek, anlamak ve keşfetmek...Tam bu noktada durduk. Tefekkür

dedik ilk önce. Bütün yaratılanların bir sebebi var ise, her şeyin bir görevi de vardır dünyada. Topraktan uzak yaşayamaz insan. Gözü, yeşilin birkaç tonunu görebilmeli. Bir merak içerisinde zihni kemiren sorular vardır. Yunanlıların M.ö.400 yıllarında yaptıklarından bu yana birçok çalışmaları var. Bunlardan bazıları hem eğlendirecek, hem bilgilendirecek özelliktedir. Civciv Embriyolojisi Aristoteles’in yaptığı çalışma, belki bu güne göre ilkel bir teknik gibi gelir. Ama dönemine göre incelersek bu, bilimsel çalışma yöntemiydi. Yumurtanın kuluçka dönemini günbegün takip edip içini birebir incelemiştir ve bu yöntemin temelini oluşturmuştur. Galileo’nun “Serbest Düşme Yasası”nı gözlemlerinin sonucunda oluşan deneyler olduğunu düşünmeliyiz. Ya da Freibourglu Theodoric gibi gökkuşağı neden hep böyle çok özel ve değişmez bir geometrik biçimindedir diye sormaya başlarsınız kendinize. Neden ufuk çizgisi arasındaki açı hiçbir zaman değişmez? Bu sorular ışığa merak salmış bir doğa bilimleri öğrencisinin karşılaşacağı sorulardır. Lois Pasteur’un ilk yapay aşısının hazırlanması hikayesinin bir yaz tatilinde köy macerasında olduğunu biliyor muydunuz? Bunun gibi binlerce bilim adamı sayabiliriz. Ama bu yazımızda bilim adamlarından ziyaheybe gençlik dergisi y

35


TARİH de, amacımız “bilimin ya da ilmin başı neresi, Müslümanların bu sürece katkıları neler?” bu sorulara cevap bulabilmekdir. Bu kolay bir çalışma değil. Doğru kaynaklara başvurulmalı. Bu soruların yanıtları Prof. Dr. Fuat Sezgin’de mevcuttur. Fuat Sezgin... 1942 senesinde İstanbul Üniversitesi’nde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük oryantalisti kabul edilen Alman Hellmut Ritter’in öğrencisidir. Tartışmasız dünyanın en önemli bilim tarihçilerinden birisidir: 27 dil bilmektedir. 27 Mayıs Darbesi sırasında üniversiteden uzaklaştırılan ve 147’likler diye bilinen akademisyenler arasındadır. Hikayenin devamını kendisinden dinliyelim... 1960’ta askeri darbe olunca... Onun için kırgın değilim, zaten bugün bile kızgınlık duymuyorum. Üstün zekalı Türk çocuklarının geliştirilmesi amacına matuf, Almanya’da bir vakıf kurmak istiyordum. Devlet Bakanı Mehmet Özgüneş’e gittik. “Siz askeri Fuat Sezgin

36 y heybe gençlik dergisi

darbe yaptığınız andan itibaren daima sizin yanlış yaptığınıza inandım ve size muhaliftim. Siz her şeyi yanlış yaptınız ama bir şeyi doğru yaptınız. Bu da beni memleketten çıkarmış olmanızdır.” Dedim. Kıpkırmızı oldu. Almanyadaki müze hakkında Bunları yapmanızdaki amaç nedir? Aletleri görünce neyi anlayacağız? İlk gayreti bir Alman fizikçisi Eilhard Wiedeman’da görüyoruz. O, 1900 yılında İslam bilim aletlerinin modelini yapmaya başladı. Hayatının 30. yılında 1928 yılına kadar 5 aletin modelini yaptı. Bu modeller bugün meşhur müzesinde bulunmaktadır. Evvela 13 ciltlik İslam bilimler tarihini yazdım. Bunu birçok insan okuyor: Bazen bir kısmını bazen tamamını kabul ediyor veya etmiyor. Kitabın tesirini öğrenemiyorum. Fakat müzeyi kurduktan sonra baktım, aletleri bizzat görmek onların çalışmasını görmek insanları büyülüyor adeta. Bugün biz 21.yy. başında bütün insanlığın geliştirdiği bu bilimler manzumesinde maalesef Müslümanların 800 yıllık yaratıcılık merhalesinin bilimler tarihindeki yerini bulamıyoruz. Bende bir hasret bir yanılgı hissi olarak bir sorumluluk duygusu gelişti. “Benim bütün yaradılışımı insanlığın müşterek mirası” fikri kaplamış vaziyette. Müslümanlar M.7. yüzyıldan itibaren bilimleri Yunanlılardan, Hintlerden aldılar. Müslümanların bir meziyeti vardı. O alışlarında Hıristiyan olsun, Yahudi olsun ne olursa olsun insanları hoca olarak kabul ettiler. Bende


TARİH

bunu yapmaya çalıştım. Ben birçok oryanlı, yaratıcı olmalıdır. Bugün Avrupa’da gelişmiş talisti hocalarım olarak kabul ediyorum, olan yeni bilimlerin kısmen temelini attıklarını onlardan çok şey öğrendim. Müslümanlar unutmamalıdırlar. onlardan süratli bir şekilde öğrendiler. İki yüz yıl sonra Müslümanlar bu ilk merhaleyi yani Ne oldu da Müslümanlar başkalarından almayı geride bırakarak yaratıbirden bire böyle geriledi? cı olmaya başladılar. Bu 800 yıl sürdü .Miladi Evet o hakikaten çok zor çok karmaşık 850 yılından itibaren 16.yüzyılın sonuna kabir mesele. Zira 1956 yılında Fransa’da birde dar Müslümanlar ilimde mütemadiyen yeni Frankfurt’ta iki kongreye büyük oryantaşeyler keşfettiler. Yeni ilimler kurlistler konu yaptılar fakat cevabını Amerika’yı dular, eski ilimleri geliştirdiler veremediler.B u bir tarihi meseCristof Colomb’dan önce ve ileriki ilimlerin temelini ledir. Yunanlılar vardı. YunanMüslümanlar keşfetti! attılar. Batıda gelişeni lıların yerine Bizanslılar, onMüslümanların bir haritasını bulyabancı bulmuyorum. ların bilgilerini taşıyordu. dum. Bu hususta internette Almanca Bizim akrabalarımızın 9.yüzyılda mesala ve İngilizce olarak görüşlerimi ihtiva geliştirdiği safha olaBizanslılar Yunanca’yı eden 30’ar sayfalık bir yazı var. Bunu ilk rak kabul ediyorum. çok iyi bildikleri halyapan insanlar 15.yüzyılda Müslümanlar oldu.Ona yüzde yüz inanıyorum. CrisOradaki bilgiyi yabancı de eski Yunanlılardan tof Colomb Müslümanların yapmış bulmadığım için bende kalmış olan kitaplardan olduğu haritaya dayanarak ki, onun bir aşağılık duygusu yok neticeler çıkaramıyorlardı. tarihçesinde bir haritayla yola onlara karşı. Aksi takdirde Müslümanlar geliyorlar ve çıktığı yazıyor. ben bu 13 cildi yazamazdım. üstelik çok iptidai şartlardan Bir Müslüman iyi şartlar içerisinde geliyorlar. Yani Arabistan’dan çok iyi çalışabilirse, çok büyük neticelere İrandan Türkistan’dan geliyorlar. Fakat varabileceği inancı var bende. Artık Türkler yeni bir hızla yeni bir kuvvetle, inançla Yunankorkak ve taklitçi bir millet olmaktan kurtulma- cayı bilmedikleri halde halifeleri İstanbul’dan heybe gençlik dergisi y

37


TARİH

38 y heybe gençlik dergisi


TARİH ve başka Yunanca kitapları taşıyor Bağdat’ta tercüme ettiriyor ve bu şekilde tercümelere dayanarak Müslümanlar Bizanslılardan daha çok neticeye varıyorlar ve onları geçiyorlar. Yunan Hellenistik mirası İslama Atina’dan değil, İskenderiye’den ulaşmıştır. 10.yüzyıldan itibaren Bizanslılar Müslümanlardan bilimler alıp tercüme ediyorlar Yunancaya. Yeni şeyler keşfettiklerimizi umursamadan “Bunlar hala bizim Yunanlıların bilimleri”. Böyle rüya içinde 13. ve 14. asra kadar geliyorlar ve 1453’te İstanbul’u kaybediyorlar. Birçok tarihi sebep sayabiliriz. Ama bizde umumiyetle İslamı din olarak bu geri kalmadan mesul tutarlar. Bunun tamamıyla tarihi hakikat olmadığını söylemeyi bir vazife telakki ediyorum. Mesala bir büyük Yahudi Arabist var: Franz Rosenthal 2 sene önce öldü, benimde dostumdu, 1980 yılında yazdığı kitapta diyordu ki: “Eğer İslam dini bilimi sadece bilim olarak, bilim aşkı olarak himaye etmemiş olsaydı ve sadece onun faydacı tarafı bilimleri tutmuş olsaydı bilimler bu kadar süratli ve bu kadar geniş şekilde gerçekleşmezdi.” Müslümanlar 16.yy’ın ortalarına kadar bilimde Avrupalılara nispetle daha ilerideydiler. Fakat Avrupalılar Müslümanlardan bilgiyi 10. yüzyıldan itibaren aldılar. Bu alış merhalesi tam 500 yıl sürdü. Bizim Türklerin çoğu bunu bilmezler. 17 yüzyılın başlarında Avrupalılar önderlik konumuna geçtiler ve üstünlük duygusu başladı. Manevi bilgiler sahasına baktığımız zaman ki, manevi derken İslam dinini kastetmiyorum , felsefe tarihi ve coğrafya bilimlerinde Müslümanlar daha ilerde idiler. Siyasi gerileme başlayınca, geçmişteki ileri konumlarını unuttular. Halbuki Sarton şunları der: “Ortaçağ da deney

10.yüzyıldan itibaren Bizanslılar Müslümanlardan bilimler alıp tercüme ediyorlar Yunancaya. Yeni şeyler keşfettiklerimizi umursamadan “Bunlar hala bizim Yunanlıların bilimleri”. Böyle rüya içinde 13. ve 14. asra kadar geliyorlar ve 1453’te İstanbul’u kaybediyorlar. Birçok tarihi sebep sayabiliriz. Ama bizde umumiyetle İslamı din olarak bu geri kalmadan mesul tutarlar. Bunun tamamıyla tarihi hakikat olmadığını söylemeyi bir vazife telakki ediyorum.

heybe gençlik dergisi y

39


TARİH

ruhunun oluşması, 12.yüzyılda Müslümanlarca başarılmıştır.” Müslümanlarda bir aşağılık duygusu var, Avrupa’da medeniyetini yanlış tanıma var, oradaki yerini bilmeme var. Müslümanların içinden, daha ziyade benim milletim içerisinden birçok yaratıcı insanın çıkmış olmasını sağlayacaktır, inanıyorum. Ben burada ilk önce hocalara seslenmek istiyorum. Talebeleri aşağılık duygusundan kurtarmaya çalışsın. Türk milletini bu duygu bir kanser gibi kemiriyor. Tabiki Batı medeniyetine

40 y heybe gençlik dergisi

böbürlenmeyi kastetmiyorum. Bizim Türklerde böyle bir şey var. Bir müze kurmaya çalışıyoruz, tedaviye oradan başlıcaz inşallah. Profesörden gençlere tavsiye; Masa başında oturmanızı ve okumanızı tavsiye ediyorum. Ancak masa başında otururken de aklınız Oxford caddesinde, ChampsElysees veyahut da Kahire’nin Süleyman Paşa Caddesi’nde dolaşmakta olmasın! Müslümanlar bugün hayatlarını, uçaklarda, trenlerde, otomobillerde gezmekle geçiriyorlar. Oysa onların,düşünmeleri ve düşünüp fikirlerini


TARİH geliştirmeleri gerekir. Biraz feragat etmesini bilmek lazım, buna ek olarak bir şey daha söyleyeyim. Ben bu kitapları yazarken bazen yorulduğum zamanlar oluyor. Arasıra bazen dinlenmek istiyorum. Sonra hemen aklıma şu geliyor: Vakit geçiyor! vakit... Zaman geçiyor! Kendine nasıl zaman tanıyabilirsin! Bu sözlerin hakikati üzerine isteyenler düşünedursun ben çoktan üzerime düşen payı alma gayretine girdim. Son olarak tarihçi Mehmet Niyazi’nin şu satırları söz konusu irtibatı işaret eden en güzel ifadelerine yer vermek istiyorum: “İnsan tarihin olduğu gibi coğrafyanın da çocuğudur. Çünkü hayatını düzenlerken coğrafi şartları göz ardı edemez. Eski Yunanda ekip biçmeye elverişli arazi azdı, siteler kayalıkların arasına koyulmuştu. Geçimleri ağırlıkla tarıma dayalı olduğu için insanların gözleri toprağa çakılıydı. Değerlerinden dolayı tarlaların ölçülmesi çok önemliydi. Bu sebeple eski Yunan’da geometri ilmi gelişti. Her şeyi silip atan çöl, insanlara şahane gökyüzü bahşetmektedir. Kum deryasında yıldızların alemi başkadır. Buralarda yaşayanların biricik umudu göklerdedir. Bu umut soyut düşünceyi getirir ve soyut düşünce aritmetiğin anasıdır. Batıda oluşan geometri ile çöllerde oluşan aritmetiği Maveraünnehir’deki İbn-i Sina, Farabi, Biruni ve diğer alimler birleştirmekle günümüzün ilim ve medeniyetinin raylarını döşediler.”

Kaynakça: Niyazi,Mehmet,Batının Çıkmazı,2013 Turan,Sefer,Bilim Tarihi Sohbetleri Harre,Rom,Büyük Bilimsel Deneyler,Tübitak heybe gençlik dergisi y

41


MEDYA

H

Hazırlayan: Doğukan Sanal

Twitter bilmecesi

er şey Başbakan Erdoğan’ın 20 Mart günü Bursa mitinginde “Twitter mwitter falan hepsinin kökünü kazıyacağız.” açıklamasıyla başladı ve bu açıklamadan saatler sonra Twitter’ın erişime engellenmesi de beraberinde büyük tartışmaları getirdi. Bazı kesimler uygulanan bu kararın tamamen siyasî olduğunu, bu kararın alınmasına son

42 y heybe gençlik dergisi

günlerde çıkan tapelerin sebep olduğunu iddia ediyor ve Başbakan Erdoğan’a büyük bir tepki gösteriyordu. Ancak sonradan anlaşıldı ki olayın içyüzü çok farklıydı. Twitter’ın erişime kapanması tamamen hukukî idi. Twitter, Türkiye mahkemelerinin almış olduğu kararları tanımıyor, Türkiye ile yasal işbirliği yapma ve malî yükümlülüklerini yerine getirme konusunda geri duruyordu.


MEDYA MAHKEME KARARLARI UYGULANMIYOR

TİB, “Twitter’dan karara konu olan içeriklerin kaldırılmasının istendiği ancak Twitter’ın bu kararlara duyarsız kaldığı ve mahkeme kararlarını tanımadığından dolayı, vatandaşlarımızın ileride telafisi mümkün olmayacak mağduriyetlerinin önlenmesi için başka bir seçenek kalmaması sebebiyle mahkeme kararları doğrultusunda Twitter’a erişimin engellenmesi tedbiri uygulanmıştır. Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, hukuk devleti ilkesi çerçevesinde mahkeme kararlarını uygulamakla yükümlüdür.” diyordu. PEKİ, ŞİMDİ NE OLACAK? Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan “Twitter, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) gelip arkadaşlarla görüşecekler. Nisan ayı ortalarında gelecekler.” açıklamasında bulundu. Görüşmelerin olumlu geçmesi halinde Twitter, ülkemizle yasal işbirliği içine girecek ve malî yükümlülüklerini yerine getirecek. Aksi halde, ilerleyen zamanlarda Twitter’a yeni bir erişim engeli söz konusu olabilir.

YASAL İŞBİRLİĞİ VE MALÎ YÜKÜMLÜLÜKLER Türkiye’de 12 milyondan fazla kullanıcısı olan Twitter’ın ülkemizde bir ofisi dahi bulunmazken, sürekli artan reklam gelirlerine rağmen ülkemize vergi ödememektedir. Twitter yönetimi, 2010 yılında Türkiye’den 45 milyon dolarlık reklam geliri elde etmişti. Şirketin ülkemiz üzerinden 2013 yılındaki reklam geliri ise 400 milyon dolar seviyesine ulaştı. Ancak Twitter, bir kuruş bile vergi ödemedi. Ankara ise uzun süredir Twitter yönetiminden Türkiye’de ofis açmalarını istiyordu. Twitter bu çağrıya, gerekçe göstermeden “İşbirliği yapmam.” karşılığını vermişti.

Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan

heybe gençlik dergisi y

43


MÜZİK

“Ney’i dinle ki neler, neler söylüyor, Allâh’ın gizli sırlarını tekellüm ediyor, Yüzü sararmış, içi boşalmış, başı kesilmiş yâhud neyzenin nefesine terkedilmiş olduğu halde, Dilsiz ve kelâmsız, Hudâ, Hudâ diyor.” Dinle,bu ney neler hikâyet eder, Ayrılıklardan nasıl şikâyet eder. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek ve kadın müteessir olmakta ve inlemektedir. (Hz.Mevlana)

Ney Bir Varoluş

Nâğmesidir 44 y heybe gençlik dergisi


MÜZİK

S

azlarla semavî güçler arasında bağlantılar Bir zamanlar tanrılarla tanrıçalara mahsus olan kurmak, sazları ilâhî varlıkların ve hadise- ve onların sembolü addedilen kamış, zamanla lerin sembolü kabul ederek dinî ve felsefî tasavvufî anlamlar doğrultusunda benzer bir konuları sazlar vasıtasıyla ifade edip açıklamak, sembol halini almıştır ve edindiği bu saygınlık eski çağlardan itibaren var olan bir gelenektir. en başta Mevlevî kültüründeki yeri olmak üzere Bu geleneğin ilk örneklerine, eski Mezopohâlâ devam etmektedir. Mesnevî’nin hemen ilk tamya uygarlıklarında rastlanır. İlâhi varlıklarla mısraında geçen ney, bazı tefsirlere göre sazı bağlantı vasıtası olarak kullanıldığı bilideğil, birlik kamışından kesilerek kendi nen ilk çalgı, Sümer dilinde balag veya varlığını terk edip gerçek varlıkla bütünleşbalang olarak geçen ve küçük bir arpı miş insan-ı kâmili temsil etmektedir. Aslınandıran çengdir. da içi boş bir kamıştan ibaret olan neyin Çengin Sümer mitolojiNeyin İslam dünyasının sembolize ettiği anlamlar sindeki güçlü bir şekilde var klasik edebiyatta başka bir bölümünde, özellikle olmasına rağmen, bu mitoşekillerde de ifade edilmiştir de tasavvuf alanında lojide nefesli enstrümanlave bunların başında dem, saygın bir yere sahip ra fazla rağbet edilmemişyani nefes kavramları gelir tir. O devirlerde kamıştan ise de, ney, Mesnevî sonraolmasının, hatta neye yapılan nefesli çalgılar daha bir çeşit kutsiyet izafe sında bu kavramların hepsisonra gelen Babil uygarlınin yerini almıştır. edilmesinin gerisinde, ğında önem kazanmış ve Neyin İslam dünyasının binlerce yıl geriye kamışlar Sümer tanrıçası bir bölümünde, özellikle de uzanan mitolojik İnanna’nın Asur ve Babil tasavvuf alanında saygın bir inançların büyük etkisi yere sahip olmasının, hatta timsali olan tanrıça İştar’a övgü ve ona ibadet vasıneye bir çeşit kutsiyet izafe vardır. talarından biri olmuştur. edilmesinin gerisinde, binRahiplerle rahibeler tapınaklarda İştar için lerce yıl geriye uzanan mitolojik inançların okudukları ilahilerde kamışlardan yapılma büyük etkisi vardır. Bir zamanlar tanrılarla nefesli çalgıların yanı sıra Asur medeniyetanrıçalara mahsus olan ve onların semtinde olduğu gibi küçük davullar da kulbolü addedilen kamış, zamanla tasavvufî lanmışlar ve kamışlar Yunan mitolojisine çoban- anlamlar doğrultusunda benzer bir sembol larla sürülerin tanrısı Pan’ın elindeki çalgı olarak halini almıştır ve edindiği bu saygınlık en başta intikal etmiş, bir çeşit kutsallık kazanmıştır. Mevlevî kültüründeki yeri olmak üzere hâlâ deNeyin İslam dünyasının bir bölümünde, vam etmektedir. Neyin tasavvuf kültüründe bu özellikle de tasavvuf alanında saygın bir yere derece önemli bir yer edinmesinin başta gelen sahip olmasının, hatta neye bir çeşit kutsiyet sebebi, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin bu kavramla, izafe edilmesinin gerisinde, binlerce yıl geriye yani “Dinle neyden…” ifadesiyle başlamasıdır. uzanan mitolojik inançların büyük etkisi vardır. Mevlânâ’nın eserlerinde bu şekilde daha pek heybe gençlik dergisi y

45


MÜZİK

L I S A N E Z İ NEY’İN INIZ? S I L A M K A B

Doğal malzeme olan kamıştan yapılan neyin can damarı yağ bakımıdır. k Yağ bakımı için uygun yağlar susam, badem, parafin, fındık, zeytinyağı gibi yapılardır. k

Adım Adım Yağ Bakımı: 1. Neyinize uygun çapta bir yağlama tankı oluşturun 2. Neyinizi baş paresini çıkarmadan tankın içerisinde en az 6 saat bekletin 3. Neyinizi çıkartın ve yapış yapış olmasını önlemek için dışındaki yoğun yağı sıyırın 4. Neyinizi uygun bir bezle sildikten sonra süzdürmek için bir kabın içerisine yerleştirin. Ses haznesinin sürekli yağlı ve nemli olması gerekmektedir. Ses haznesine yağ gelmesini sağlayabilmek için neyinizi baş aşağı süzdürebilirsiniz. 5. Neyi silerken ses haznesinin içini kağıt mendil gibi malzemelerle kesinlikle silmeyin çünkü ses haznesinin altında plaka oluşturabilir ve ses niteliğini bozabilir 6. Üflemeden kaynaklanan tükürükle ses haznesinin içinin kararması normaldir. Bunun için kendi başınıza ses hanesi içerisinde işlem yapmayınız. 7. Neyinizin güzel kokması için ses haznesinin içerisine gül yağı, karanfil, zambak gibi hoşunuza giden yağlardan 3-5 damla damlatabilirsiniz. 8. Artık neyiniz üflenmeye hazır. Not: Yağlama işlemi yazın haftada en az iki kışın bir olmak üzere en az 6 ay boyunca yapılmalısınız.

46 y heybe gençlik dergisi

çok örnek vardır, zira neyin yapıldığı kamışların bulunduğu neyistan, Mevlânâ’ya göre aynı zamanda ilâhî âlemdir ve ilâhî âlemden kesilmiş olan ney, o âlemde var olanları temsil etmektedir. İşte, Mevlânâ’nın bu şekilde çok önemli bir sembol olarak kullandığı ney, önemini Mevlevîler arasında sonraki asırlarda da korumuş, hatta daha da arttırmış, şeref izafe edilerek nây-ı şerîf diye nitelenmiş, bu saygınlığı günümüze kadar devam edip gelirken Mevlevilik ile de bir yerde bütünleşmiştir. Bugün Mevlevîlik dendiği zaman akla ilk gelen kavramların ney, sema ve sikke olması, bu bütünleşmenin neticesidir. Neyin Mevlevilik’te böylesine önem arz etmesi o sazın icracılarını, yani neyzenleri de önemli kılmış; Mevlânâ’nın neyzeni ve neyzenlerin pîri olan Hamza Dede’den itibaren önde gelen neyzenler, özellikle de bazı neyzen bestekârlar musikinin çok önemli kişileri haline gelmişler ve bu kişilerin bazıları efsaneleştirilmiştir. Bu âdetin örneklerinden biri, tasavvufta en yüksek mertebelere ulaşmış kişilere mahsus olan kutub kavramının musikide önde gelen neyzenlere de verilmesi, bazı isimlerin başına kutbü’n-nâyî unvanının getirilmesi ve kutub unvanının icracılar arasında sadece neyzenlere mahsus olarak kullanılmasıdır. (Bişnev in ney), yâni: “Şu neyi dinle” emriyle Hazret-i Mevlânâ okuyanlarını ve dinleyenlerini semâa teşvik ediyor; Çünki semâ’, güzel ses dinlemek, heyecana gelmek ve vecde kapılmaktır. Ekâbir-i evliyâullâhın çoğu gibi Hazret-i Mevlânâ’nın mesleki de semâ’ dır. Hazret-i Mevlânâ bir rubâisinde der ki: “Semâ’ Allah yolunun bir şahbazı, yükseklerde uçan ve uçuran bir doğanıdır.” Semâ’; Ehl-i hâl olanların kalplerini tenvir ve tezyin eder. Semâ’; Münkirler mezhebinde haram, âşıklar mezhebinde ise helâldir. 1, CAMİ,Molla, Ney'in Feryadı, (Çeviren: EFENDİ, Hoca Neşet,2007) 2, AYVAZOĞLU, Beşir , Ney'in Sırrı, 2007

3, http://sadreddinozcimi.com 4, ve Muhammed Bilal ÇETİN hocamıza yardımlarından dolayı teşekkür ederiz.


MÜZİK

PEKİ, NEY NASIL YAPILIR? Kamışlar Hatay’ın Samandağ’ı ilçesinden ve Suriye’den Aralık / Ocak Ayında kesilir. Kesilen kamışlar 10’arlı veya 20’li desteler halinde lastikle bağlanır. Bağlamanın sebebi eğri olan kamışların zaman içerisinde düzelmesi içindir. Kamışların 9 boğum olması gerekir. Çünkü insan gırtlağıyla yapısı aynıdır. Onun için Ney sazı insan gırtlağına en yakın olan sazdır. Ve dervişleri çilehanede 40 gün çile çektiği gibi kamışlar bir veya iki yıl kurumaya yani çile çekmeye bırakılır. Çilehanede zamanını dolduran yani kuruyan kamışlar kabuklarından ve budaklarından ayrılır. Kamışlar budaklı olmalıdır. Budak uzunluğu 8-10 cm olması gerekir. Bu uzunluk kamışın olgunlaştığını gösterir. Bu Şekilde olan kamışlar özenle ayrılır ve neyzenler dergâhın da neyin yapım aşaması başlar.

NEYİN AÇIMI Neyin ilk perdeleri birim ölçü dediğimiz orantıya göre neyin perdeleri belirlenip 7 milim aparatla açılır. (birim ölçü eski neyzenlerin akort

aleti kullanmadan matematiksel neyin açılmasıdır.) Açkı işi bittikten sonra baş pare takılıp akort aletinde sağlaması yapılır. Sağlama esnasında perdeler 8-9 milim çapına ulaşır. Ama net bir akort elde edilemez. Çünkü her

Baş pareyi; dik, orta ve yatık açılır. Dudağın baş pareye iyice oturması sağlanır. Çünkü dudak baş pareye oturmazsa Neyzen üfleyiş sırasında Pes ve tiz sesleri alamaz. Böylelikle Ney ve Neyzen bütünleşemez. Hâlbuki Ney Neyzenle bir vücut gibi olması gerekir. Baş parenin iç açısı da Neyin ses sahasına göre 17-18-19-20-21 milim gerekirse 22 milim açılabilir.

PARAZVANE

neyzenin üflemesi farklıdır arada 1-2 koma oynar. Onun için neyzenlerin soluğuna göre ney açılması gerekir.

BAŞ PARE Manda boynuzu, Fiber derlin, Abanoz gibi malzemelerden yapılır. Ölçüler zaten bellidir, ama her Ney aynı ölçüde olan baş pareyi sevmez. Neyle bütünleşemez. Onun için Siensi yani kopyalama makinesinde baş pare açılmaz. Torna makinesinde Neye ve Neyzenin dudak yapısına göre,

Neyin alt ve üst ucuna takılan neyin kırılmasını engelleyen yüzüğe denir. Altın gümüş ve alpaka (Alman Gümüşü) dediğimiz malzemeden yapılır. Malzemenin 0.30mm olması gerekir. 0.30mm den kalın malzeme baş parenin altına takılırsa, neyin ses kutusu dediğimiz bölümde yani baş pare ile ilk boğaz boğum arasındaki titreşimi engeller. Neyin sesini sağırlaştırır, ses parlaklığını ve neyin ses düzeyini düşürür. Kumpasla ölçülen neyin çapına göre gümüş veya Altın parazvaneyi Şalamoyla kaynak yapılıp keçe ile parlatılır. Baş pare ile birlikte neye takılır. Böylece kamışın neyzenler dergâhındaki yolculuğu sona yaklaşır. heybe gençlik dergisi y

47


TİYATRO

H

er şey her zaman olduğu gibi bir hayalle başladı. A.M. Julien bir tiyatro festivali yapmayı hayal etti. Kim bilir düşlerinde neler gördü, bu festivali nasıl şekillendirdi. Bizler elbette ki bilemeyiz. Ama bugün emin olduğumuz bir şey varsa o da; Julien o hayali kurmasaydı bizler bu hayale ortak olamayacaktık. Paris’te 1954 yılı ilkbaharında deneysel çalışmalarını insanlara sunacak yabancı topluluklarla Julien’in hayali gerçekleşti. Adına “Theare des Nations” yani “Uluslar Tiyatrosu” denildi. Çeşitli uluslardan Fransa’daki bu organizasyona çağrılan farklı tiyatro toplulukları gösterilerini burada sergilediler. Organizasyon 1955 ve 1956 yıllarında da yinelendikten sonra o kadar başarılı oldu ki 1957 martından temmuzuna dek Paris’te Sarah Bernhardt Tiyatrosu’nda 16 topluluk, 9 dilde birbirinden başarılı oyunlar sergilediler. 1957 ilkbaharı, Julien’in hayalinin ne kadar büyüyebileceğinin ilk belirtisiydi. 1957’deki “Theatre des Nations” organizasyonundan sonra festivale katılan yabancı

48 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: ELİF ZAİM

toplulukların sayısı hızla arttı. Gerek toplulukların, gerekse sergilenen oyunların nicel ve nitel yapısı genişledi. Julien’in hayal ettiği, evrensel kapsama böylelikle ulaşılmış oldu. Klasik, neo-klasik ve modern oyunlardan opera ve bale temsillerine, dans ve tiyatro karışımı gösterilere, belirli bir tür içine sokulmayan deneysel çalışmalardan Uzakdoğu’nun Pekin Operası, Kore Operası, Japon No ve Kabuki oyunları dansçılarının Exotic olarak nitelendirilen gösterilene dek yaygınlaşabilen geniş ve zengin bir “Evrensel Tiyatro Festivali” durumuna geldi. Festivalin ilgi çekmesindeki bir diğer etkense, örneğin; Shakespeare’i İngiltere’den gelen Old Vic’den, Çehov’u Rusya’dan gelen Moskova Sanat Tiyatosu’ndan, Breht’i Doğu Almanya’dan gelen Berliner Ensemble’den,Goldoni ve Prandello’yu İtalyanlardan, O.Neil’i Amerikalılardan izleyebilme olanağı sunmasıydı. Yani her ulus dünya tiyatro repertuarına kendi sanatçılarının getirdiği katkıyı, kendi dil ve biçim anlayışıyla getiriyordu. Tabiî ki bir de bir ülkenin tiyatro geleneğinin


TİYATRO ürünü sayılan herhangi bir yapıtın bir başka ülke tarafından nasıl yorumlandığını izleme imkânının olmasıydı. Moliere’i Kanadalılar ve Faslılardan, Sartre’yi Almanlardan, Brecht’i İsraillilerden izlemek hem tiyatro severler hem de tiyatro sanatçıları açısından ilgi çekici ve yararlı bulunuyordu. Bu şekilde uluslar arası bir tiyatro bağı kuruldu. Sanatçılar birbirini tanıdı ve farklı topluluklar barış ve dostluk bağıyla birleşmiş oldu. Dünyanın hemen her yerinden tiyatro severleri ve tiyatro çalışanlarını bir araya getiren Theatre des Nations yalnızca yılın belli bir zamanında oyun sergileyen bir festival olmaktan fazlası olmaya karar verdi. Yılda on bir kez çıkan bir yayın organı oluşturuldu. Başlangıçta “Randesvous des Theatres du Monde” yani “Dünya Tiyatrolarının Randevusu” adını taşıyan bu yayın günümüzde “Theatre: Drame, Musioue, Danse” yani “Tiyatro: Dram, Müzik, Dans” adıyla tanınıyor. Tiyatro alanının seçkin kişilerine tiyatronun çeşitli konularında konferanslar hazırlatıyor. Bunları Fransa'dan ve dünyanın pek çok yöresinde üyesi bulunan binlerce okuruna ulaştırıyor. İlginç konularda tartışmalar açıyor daha özgün konularda kongreler düzenliyor; buralarda varılan sonuçları özel sayılar halinde yayınlıyor. Bütün bunların yanında "Uluslararası Tiyatro Teknisyenleri Birliği" ve "Tiyatro Eleştirmenleri Birliği" adı altında iki de önemli uluslararası örgütü oluşturmayı başaran bu kuruluş her yıl artan sayıda oyuncu, topluluk ve seyirciyi bir araya getirmeyi amaçlayan gelişim çizgisinde çalışmalarını sürdürmektedir. 1947 yılı Haziran ayı içinde Paris'de ünlü İngiliz oyun yazarı ve eleştirmeni J.B. Priestley başkanlığında yapılan bir toplantı sonunda Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu "UNESCO"ya bağlı yeni bir kuruluş doğdu. Adı "International

Theatre Institute" yani “Uluslararası Tiyatro Enstitüsü” oldu. Bu kurum tiyatro sanatçıları, tiyatro bilimcileri arasında uluslararası düzeyde fikir alışverişine ve çeşitli araştırmalarda işbirliğine yardımcı olmak amacıyla 1948 yılı Haziran’ında Paris'deki merkeze bağlı 48 ülkede yerleşik ulusal temsilcilikler biçiminde örgütlenmesini tamamladı. "World Theatre" yani “Dünya Tiyatrosu” adıyla iki aylık sayılar halinde yayınlanan bir de yayın organı oluşturdu. Bu uluslararası örgütte iki yılda bir kendisine üye ülkelerden birinin başkentinde dünya çapında bir kongre düzenliyor. Bu kongrelerin yanı sıra oyunculuk eğitimi, tiyatro mimarisi vb. özgün konularda konferanslar düzenliyor. Dünya Tiyatro Günü'nün oluşumunda işte bu iki girişimin payı var. Uluslararası Tiyatro Enstitüsü 1962 yılından başlayarak kuruluş amaç ve ilkeleri doğrultusunda topluluğa üye ülkelerde kutlanmak üzere bir tiyatro günü saptanmasını kararlaştırdı. 2500 yıllık bilinen geçmişi boyunca tüm insanların ortak bir anlatım aracı durumuna gelmiş; dünya uluslarının birbirlerine yaklaşmalarında, birbirlerini anlamalarında değerli bir yer tutan tiyatro sanatının çağımızda, çağımız için yaşamak isteğini bir kez daha anlatmak; bu yaşamın vazgeçilmez unsurlarından biri olduğunu hatırlatmak; eğitici ve yükseltici görevini belirtmek; kültür gelişmesindeki değerli yerini unutturmamak amacıyla düzenlenecek bu gün için bu amaçları uluslararası düzeyde 1954'den beri gerçekleştirmeye çalışan "Uluslar Tiyatrosu"nun açılış tarihi uygun görüldü: "27 Mart." Julien için yalnızca bir hayalken bugün her yılın 27 Mart günü Dünya Tiyatrolar Günü kutlanmakta. Tiyatro gibi büyülü bir dünyanın kapılarını böylesine güzel bir organizasyonla dünyada yaygınlaştıran A. M. Julien’i saygıyla anıyoruz.

KAYNAKÇA: 27 mart dünya tiyatrolar günü bildirileri , dünya tiyatro günün öyküsü.

heybe gençlik dergisi y

49


TİYATRO

Hazırlayan: SEDA ARACI

” N E D E K A H “ I T A N SA A L Ş I K AL S

şam bir yaşama anat sanat sanat...Bir ya leceğe yön şeklidir aslında sanat. Ge ten, bizleri keşifveren, ufkumuzu genişle z de geçmiş bilincini lere çıkartan ve çoğu ke çok dalı vardır elbette. aşılayandır. Sanatın bir benim için öyle güzel da ın as ar ın ar nl bu t ka Fa bu da “ Tiyatro”dan öyle özel olanı vardır ki başkası değildir. su yoktur. Her Tiyatronun belli bir konu zılabildiği gibi sahnekonuda tiyatro eserleri ya ndisinden beslenir. lenebilir de. Hayatın ta ke ülkemizde de. Fakat Bu dünyada da böyledir bakımından farklılık ülkemizde tiyatro ‘seyirci’ n içinde bulunmak, tigösterebiliyor. Tiyatronu

50 y heybe gençlik dergisi

olduğu gibi sahnelenen yatro yapmak bir sanat nattır. Tabi ki bunu her oyunları izlemekte bir sa Bilinçli olmalıdır tiyatseyirci için söyleyemeyiz. dır. İzleyeceği oyunla ro seyircisi. Seçici olmalı r. İşte bu şekilde seyirci ilgili donanımlı olmalıdı . Bunu sağlamanın en de sanatın içerisinde olur tmeden önce gittietkili yolu da oyunlara gi le karşılaşacağımız ğimizde nasıl bir sahney mamızdır. Evet demek konusunda donanımlı ol ro Oyunu adı altında istediğim şudur ki, Tiyat emeyelim ! Ve buna sahnelenen her oyunu izl en aşağıya kelime ve da espiri adı altında beld unlara gitmemekle olayların sarfedildiği oy r kere güldürmek ve başlayalım. Düşünün bi


TİYATRO

serilerini anlamak zeka gülünen olay ve durum ak ve anlamak zeka işidir. Peki küfür kullanm pimiz biliyoruz elbette gerektirir mi ? Cevabı he zekanın ürünüdür. hayır.. Espiri ise gerçek bi şündürür. Sanatta Çogu kez güldürürken dü ten. Öyleyse bizlerde bunu gerektirmez mi za ak kaliteli oyunlara bilinçli birer izleyici olar ro izleyicisi olalım. gidelim. Seçici birer tiyat ın en kolay halidir, Küfürle güldürmek olay racak uğraşı yoktur. hiçbir emek hiçbir kafa yo eksiz sanatta düşüEmek yoktur bir kere. Em bir oyunu izleyip de nülemez elbette. Böyle n başka bişey olamaz alkışlamak şakşakcılıkta roda sergilenen oyubence. Alkışlarımız tiyat

r ölçü birimidir. Emek nun değerini gösteren bi erleri alkışlanmaya verilmiş gerçek sanat es ktimizi de boşuna laiktir. Alkışlarımızı da va m da ülkemizde saru yo nü şü Dü . m alı ay am harc a değil izleyicilerine de dece tiyatro oyuncuların r. Sanat adına sadece gerekli eğitim verilmelidi ığı ahlaki değerlerimizi zekice espirilerin yapıld vermeliyiz. Böylelikle aşmayan oyunlara önem ngesini kurmuş olutiyatroda da arz-talep de tarz oyunlar izliyorsak ruz. Sonucunda bizler ne cektir. Bunu unutmao tarz oyunlar sahnelene şam için bunu hayatıyalım. Hatta kaliteli bir ya layabiliriz de.. mızın her alanında uygu İyi Seyirler...

heybe gençlik dergisi y

51


DİL

52 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: İsmaİl Sevİm - Azade Sel


DİL

f a r ğ o t Fo yemez

: a a m s A a b Se

e l y ö s n a l a y

Eğer topraklarını savunmasalardı hapse atılmayacaklardı ve hayatları mahvolmayacaktı. Fakat onlar haklı davaları için direndiler ve bu da onları birer kahraman yaptı

A

dı Seba Asmaa. Cezayir asıllı Belçikalı bir fotoğraf sanatçısı. Hayatının beş ayını Gazze’de geçiren ve oradaki yaşamı yansıtan üç sergiye sahip bir aktivist. Kendisiyle Üsküdar Belediyesi aracılığıyla Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezi’nde açtığı “Ertelenmiş Hayatlar” isimli sergisinin açılışında kısa bir röportaj gerçekleştirdik. Fotoğraflarınız aracılığıyla tüm dünyayla konuşuyorsunuz ve güçlü bir sessiniz. Fotoğraflarınızın sesinin bu kadar güçlü çıkmasını

nasıl sağladınız? Fotoğrafçılık benim mesleğim ve fotoğrafın bir şeyleri değiştirebileceğine hep inandım. Hani derler ya: ‘’Bir fotoğraf milyonlarca konuşmaya bedel olabilir.’’ Çünkü konuşurken insanlar yalan söylediğini iddia edebilirler ama fotoğraf yalan söyleyemez. O, senin o anda yakaladığın gerçekliktir. İşimde yapmak istediğim şey bu. Ben bir politikacı değilim ve insanları koruyacak bir ordum da yok. Umuyorum insanlar gördüklerinden etkilenirler ve heybe gençlik dergisi y

53


DİL gördükleri karşısında Filistin ve dünyanın diğer rını biliyorlar, kendilerinin suçlu olmadıklarını bölgeleri hakkında daha fazla bilme ve öğrenbiliyorlar. Bu yüzden güç, asalet ve hayat dome arzusuna tutulurlar. lular. Orada çoğu kadın gerçekten hayat dolu. Gazze’deki kadınları niçin fotoğraflamak Kendilerini kurban gibi hissederek hayatlarını istediniz, bu sergiyle neyi amaçladınız? geçiremeyeceklerini biliyorlar. Bize inanılmaz Gazze’deki kadınlar hakkında daha önce bir geliyor ama aslında oradaki insanlar gerçekte şey duymuş muydunuz? Bu sergiyi bu yüzden böyle insanlar: güler yüzlü, asil ve güçlü. Çünyaptım. Gazze’deyken bir kadınla tanıştım, kü kimseye bir şey için yalvarmıyorlar. Sadece ardından biriyle daha ve sonrasında birçok sahip oldukları hakları istiyorlar. Fotoğraflardaki kadınlar şu anda özgür mü? kadınla. İsimlerini Google’da arayıp haklarında araştırma yapmak istedim. Fakat hiçbiri hakkın- Serbest kaldıktan sonra onlar için ‘’hayata devam etmek’’ nasıl bir süreç olarak da bir bilgiye ulaşamadım. Kendi işlemiş? kendime bu çok garip dedim. Evet fotoğraflardaki her kadın şu Çünkü bana 1970’ten bu yana iki an özgür. En gençleri 35 yaşında. bin küsür kadının İsrailliler taraHepsi hayatlarına devam etmekte fından tutuklandığı söylenmişti. Bana göre doğal olarak zorlanmışlar. Şunu düNeden kimse bir şeyler yazıp, Filistin’de şünün: 14 yaşında tutuklanıyorsun fotoğraf çekip bir paylaşımda sadece var ve 2 yıl boyunca tutuklu kalıyorsun, bulunmamıştı? Bu manada, bu olmak, ayakta çıktığın zaman okula geri dönmek, sergi oradaki kadınlara neler durmak bile hayata devam etmek, evlenmek olduğunu anlatan ilk çalışma. Sergideki fotoğrafların hepbir direniştir. ve daha birçok şey zorlaşıyor. Ve sinde kadınların yüzleri görmeye Sadece orada asıl üzücü kısım şu ki; bu kadınların alışkın olmadığımız şekilde içtenhiçbiri gerçekten suçlu bile değil. yaşamaları likle gülüyor. Onları bu denli içten Yani şunu demek istiyorum kimseonları direnişçi gülümsetmeyi nasıl başardınız? ye zarar vermemişler. Genel olarak yapmaya Beni, onları kurban olarak gösabilerinin ve babalarının hakkında yetiyor. teren bir fotoğrafçı olarak görbilgi vermedikleri için tutuklanmışmelerini istemedim. Avrupa’da lar. Aralarında evlenemeyenler var. onlar için terörist deniyor. Benim Nişanlıyken tutuklanıyor ve sonraiçinse, onlar birer kahraman. Ben, sında nişan bozuluyor. Bu oradaki onların yanımda rahat etmelerini kadınlar için çok sıkıntılı bir durum. Onlar için bir umut ve onların sesi olmuşsuistedim. Böylece kendileri olabileceklerdi. Bunu nuz. Bu misyonu kendinize nasıl sahiplendiniz? sağlamak üç ayımı aldı. Hapisteyken çok acı Bunu yapacağıma dair onlara söz verdim. çekmişler fakat serbest bırakıldıktan sonra haÖzellikle isimlerini Avrupa’da duyurmak için yata ve mücadeleye devam edecek gücü hep çalışacağıma söz verdim. Onlar bir nevi dava kendilerinde bulmuşlar. Çünkü haklı oldukla-

54 y heybe gençlik dergisi


DİL

kadınları; insanlara bunu anlatmak istedim. Eğer topraklarını savunmasalardı hapse atılmayacaklardı ve hayatları mahvolmayacaktı. Fakat onlar haklı davaları için direndiler ve bu da onları birer kahraman yaptı. Ayrıca İsrail’in ne yaptığını göstermek istiyorum. Şu anda hapiste olan mahkumlardan 5300’ü siyasi suçlu olarak tutuluyor; sadece düşüncelerinden ötürü. İsrail’e göre onlar birer terörist; bana göreyse -bir insan olarak düşünürsemsiyasi mahkumlar. Yani acı çeken kadınları ve Filistin’de gerçekten neler olup bittiğini anlatmak adına bu çalışmayı yaptım. Dünkü konferansta birinin hikayesini anlattım: Fatma, hapishanede doğum yapıyor ve 2 yıl boyunca çocuğu onunla hapiste kalıyor. İsrail yasalarına göre eğer hapiste doğum olursa bebek sadece 2 yıl annesinin yanında durabiliyor. Fatma ise

5 yıl mahkum edilmiş. 3 yıl boyunca çocuğunu göremiyor. Bunu anlattığımda inanamadılar. Hayal etmesi bile çok zor. Fakat bunlar gerçek. Onlar kendilerini nasıl tanımlıyorlar? Onlar kendilerini direnişin bir parçası olarak görüyorlar. Yani aslında bana göre Filistin’de sadece var olmak, ayakta durmak bile bir direniştir. Sadece orada yaşamaları onları direnişçi yapmaya yetiyor. Çabalarınızın sonucu olarak insanlarda bir bilinç oluşmaya başladı mı? Yapmaya çalıştığım şey buydu. Dün Brüksel’den geldim. Üniversitemde bir konferansa katıldım. Artık İsrail karşıtı boykot örgütümüzü resmen tanıyorlar. 10 yıl önce ben öğrenciyken bu düşünceye destek vermek dahi yasaktı. Ama şu an –Elhamdüllillah- Belçika’daki insanlar neler olduğu hakkında çok heybe gençlik dergisi y

55


DİL daha bilinçliler. Dün konferansta gelen sorular karşısında öyle şaşırdım ki! Çoğu öğrenci Filistin’e gidip oradaki halka direnişlerinde destek olmak istediklerini, bunu nasıl yapabileceklerini öğrenmek için uğraşıyorlardı. Bunlar Belçikalı insanlar Arap ya da Türk değiller. İnsanların artık daha bilinçli olmasının sebebini neye bağlıyorsunuz? 5 yıl önce bu denli bilgi dolaşımı mevcut değildi. Fakat artık gazeteciler, yazarlar, fotoğrafçılar gelip bize ‘’Gazze nasıl bir yer?’’ sorduklarında ‘’Açık hava hapishanesi.’’ diyoruz ve ‘’Gerçekten mi? Gidip orayı görmek istiyorum. Bunu kimseye yapamazlar.’’ Diyorlar. Fakat şu an Sisi’den ötürü ulaşım yok sayılır. 2009’da ilk kez Gazze’ye Viva Palestine konvoyuyla gittim, o zamanlar Mübarek’in zamanlarıydı ve içeri

56 y heybe gençlik dergisi

girmek için çatışma sayılacak olaylar silsilesi yaşadık. Sonunda başarıp -Türkiye sağ olsunonlara destek getirdik ama sadece 3 gün kalabildik. Sonrasında Mursi döneminde 2012’de tekrar gittim. Girişler çok rahattı, 10 dakikada tüm işlemleri hallettik. Şimdi, Sisi döneminde, girmek içinse 8 saat bekledik. Bir üniversite tarafından konuşmacı olarak davet edilmeme rağmen zorluk çıkarıp beni almak istemediler. Ben de onlara ‘’Tıpkı İsrailliler gibi davranıyorsunuz!’’ dedim. Çünkü Kudüs’e gitmek istediğim zaman Tel- Aviv hava alanında aynı şeyi bana İsrail yaşatmıştı. Gazze’li balıkçıları görüyoruz başka bir sergi olarak? Niçin balıkçıları kendinize konu edindiniz? Anlatayım. Ben denizden çok korkarım, yüzemem. Gazze’de yaşadığım süre içerisin-


DİL de bir gün çarşıya balık almaya gittim, ilk kez çarşıya çıkmıştım ve çok az balık olduğunu fark ettim. Balıkçıların birine niçin bu kadar az balık olduğunu sordum -42 km denize kıyısı var sonuçta. Balıkçı bana gülmeye başladı. “Sen nerede olduğunu düşünüyorsun acaba?” dedi. Sadece karada değil aynı zamanda denizde de bir bloke sisteminin olduğunu anlattı. İsrail, Filistinli balıkçıların 6 milden fazla açılmasına izin vermiyormuş. Yeteri kadar açılamadıkları için de balık yakalayamayadıklarını anlattı. Ben de bir gün onlarla beraber balığa çıkıp çıkamayacağımı sordum. İlk başta tereddüt etti -hem kadındım hem de yabancıydım. Bazen İsraillilerin ateş açmaları durumuyla karşı karşıya kaldıklarını söyledi. Ama sonrasında kabul etti. Onlarla beraber pek çok kez denize açıldık. Ailenin bir parçası gibi olmuştum -bana ‘’kızım’’ derdi. Bir keresinde savaş gemisi gördüm ve kaç mil açıldığımız sordum. Henüz dört mil açılmış olmamıza rağmen bize ateş açtılar. İHH’dan bir arkadaş daha benimleydi ve bir video kaydı aldı. Ali (İHH üyesi kameraman) köşede dururken ben de onu çektim, o da içinde bulunduğumuz durumu anlattı. Bu videoyu Youtube’da bulabilirsiniz. Balıkçılar bunu çok sık yaşıyor. Bununla beraber bazen İsrail balıkçıları uzun süreliğine kıyıya hapsediyor. Bunun anlamı 1-2 ay satış olmaması demek. Neredeyse halkın yarısının zaten işi yok. Ama sürekli bir uğraş içerisindeler. Bu yüzden bu insanları çok sevdim. Hayatı ve yaşamayı seviyorlar. Biraz da eski serginizden bahsedelim. ‘’Çocukların gözünden Gazze’’ adlı çalışmanız nasıl ortaya çıktı? Gazze’ye ilk gittiğim zaman çocukların yaşadığı travmayı gördüm ve geri dönüp onlar için

bir şeyler yapmak istedim. Psikolog kardeşim, fotoğrafçılık yeteneğimle alakalı bir şeyler yapabileceğimi söyledi. “Ne yapabilirim ki? Fotoğraf çocuklara nasıl yardımcı olabilir ki!” dedim. Sonrasında altı adet makine aldım ve Gazze’ye gittim. Altı çocuk seçip, makineleri onlara dağıttım. Makineleri nasıl kullanacaklarını ve nasıl fotoğraf çekeceklerini öğrettim. Her hafta onlara bir konu verdim. Fotoğraflarıyla geri döndüler. İçinde bulundukları mülteci kamplarında griden başka renk yoktu. Dört ay sonunda fotoğrafları toplayıp sergilemeye karar verdim. Çok mutlu oldular. Onlar ünlü fotoğrafçılar olmuşlardı. Birçok basın mensubu onlarla röportaj yaptı ve tüm dünyaya ‘’Evet biz Gazze’de yaşıyoruz, oranın çocuklarıyız. Bize bakın, buradayız, hayattayız ve Filistinli olmaktan gurur duyuyoruz!’’ mesajını verdiler. Fotoğrafları birçok yerde sergiledik ve özellikle Avrupalı ziyaretçiler çok etkilendiler. Çünkü çocuklar kendi hikayelerini anlatıyordu. Birçok insan sergiye çocuklarıyla beraber geldi. Yeni ve genç bir neslin bunları görmesi ve anlaması bana gerçekten ümit verdi. Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Ben teşekkür ederim. heybe gençlik dergisi y

57


Ne Yaptık - KUTLU DOĞUM

Üsküdar Gençlik Merkezi

11 kulübün bi arada yaptığı

“Hz.Muhammed(sav)’İn Yolunda”... etkinliği Herşey bâtıla karşı Hakk’ı savunan bir “Lider Gençlik” ile başladı. Bunlar öyle gençler ki, Dursun Ali Erzincanlı’nın şiirinde bahsettiği gibi “Bugün yaşayan gençler var, Neccaroğullarının kızları değil belki. Ama seni onlarda çok seviyor, gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar. Senden başka kimseleri yok.” Dünyada ve ülkemizde yaşanan insanlık dışı olaylara inat tanımak istedik Onu ve yaşamak. Anlamak ve anlatmak istedik. Her yerde ismin anılsın çünkü senin isminin anıldığı meclislere nûr yağar. Hummalı bir çalışma başladı Lider Gençlik önderliğinde. Ve sloganımız: “Hz.Muhammed(sav)’in Yolunda”... Asrın karanlık uyaranlarına inat, gönüllerini celbetmek istedik insanların. Yanlız-

ca okulda eğitim gören bir nesil değil, Gençlik Merkezi sayesinde, çağın kültürlü ve sosyal nesil olarak nitelendirdiği bir gençlik yetişiyordu burada. Müzik kulübündeki arkadaşlarımız, Onu en güzel anlatan ezgileri hazırladılar. Tiyatro kulübü içimizi titreten, Hz.Ömer’in kıssasını sahneye taşıdı. Naatlar okundu. Fuaye alanında Güzel Sanatlar kulübü tarafından bir sergi açıldı. Tarih ve Medya kulübü sokak röportajı hazırladı. Ve yüzlerce kırmızı gül, Onu hatırlatması için dağıtıldı. Ameller niyetlere göredir. Niyet hayr, akıbet hayr olsun diye tüm bu telaş. İçimizdeki gençlik enerjisi, Allah’ın rızasını kazanma yolunda vuku bulmalı. Birlikten rahmet vardır çağrısına uyarak görevimizi tamamladık.


Üsküdar Gençlik Merkezi

KUTLU DOĞUM -

Ne Yaptık


Ne Yaptık - GÜZEL SANATLAR

Üsküdar Gençlik Merkezi

Güzel Sanatlar Kulübü olarak Hülya Demirel hocamızın yaptığı “Üsküdar’ın Kadın Sanatçıları” sergisini Sabri Mandıracı ve Muin Eriş ile birlikte gezdik.

AŞK-I NEBİ sergi açılışımızı Üsküdar Genclik Merkezinde yoğun bir ilgi ile gerçekleştirdik


Üsküdar Gençlik Merkezi

GÜZEL SANATLAR - Ne Yaptık

AŞK-I NEBİ Sergisındeki eserleri 20-25 Nısan Üsküdar Genclik Merkezinden sonra 26-30 Nisan tarihlerinde Bağlarbaşı Kültür Merkezinde sergiledik. Yapacagımız etkinlik: Çok begenilen AŞK-I NEBİ Sergimizi söyleşi ile birilkte Fatih İmam Hatip lisesinde sergileyecegiz


Ne Yaptık - TARİH KULÜBÜ

Üsküdar Gençlik Merkezi

“Bilim Tarihi ile ilgili araştırmalarımız sonucu Yücel Aşıkoğlu hocamızın Üsküdar Çocuk Üniversitesinde bulunan atölyesini inceledik. Ve Tarih klübü olarak Gülhane Parkı içindeki Fuat Sezgin İslam Bilim ve Tarih müzesini ziyaret ettik.


Üsküdar Gençlik Merkezi

TARİH KULÜBÜ -

Ne Yaptık



Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.