Heybe Gençlik Dergisi sayı 5

Page 1

heybe Yıl: 1/2014 Sayı: 5 - Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisi

Gençlik Dergisi

Sürrealizm

(Gerçeküstücülük)

CUMHUR’ iyet

SAİT BAŞER

REBAP VE TARİHİ

İskoçya Tarihi



Editörden; Bir Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisidir

YIL: 1 - 2014 SAYI: 5 İmtiyaz Sahibi HİLMİ TÜRKMEN

Merhaba... Üsküdar Gençlik Merkezi kapılarını açtığı günden beri sayısız programa imza attı. Gerçekleştirdiği bütün programlarda mutlaka gençlerin imzası oldu. Her çalışmamızda ayrı bir heyecan ve ayrı bir coşku yaşadık. Şimdiki heyecanımızın adı gençlik merkezimizde oluşan birikimin okuyucuyla buluşmasını sağlayacak olan e dergi çalışması. Merkez bünyesinde kurulan kulüplerde gönüllü olarak çalışma yapan öğrenci arkadaşlarımızın, sesini duyuracakları, fikir ve duygularını paylaşacakları bir yayın olan Heybe ilk sayısı ile sizlerle. Dergimize Heybe dedik çünkü biriktirdiğimiz bazı şeyler var. Kültür, sanat, estetik, tarih, edebiyat, gündem kısacası hayata ve insana dair heybemizde biriktirdiğimiz fikirlerimiz var. Üsküdar Gençlik Merkezi gençliğe seyirci olmaktan ziyade sahada olma fırsatını sunmuştur. Sahnede olan, düzenleyen ve organize eden hep gençlerimiz olmuştur. Aylık olarak yayınlamayı planladığımız heybe dergimizi de vücut haline getiren gençlerimizin kendisi olmuştur. Konuların belirlenmesinden, yazımına kadar her şey genç kalemlerimizden çıktı. İnanıyoruz ki bu çalışma geleceğin sanatçılarına ve yazarlarına ilk eserlerini yayınlama imkânı verecektir.

YAYIN DANIŞMANI SEMA SİLKİN YAYIN YÖNETMENİ AŞKIN YILDIZ HAZIRLAYANLAR Tiyatro kulübü Salih Koçhan, Seda Aracı, Elif Zaim Güzel Sanatlar Nagehan Özbilgen, Zehra Zeyneb Gönç, cemre Yıldızer, Nurgüzel korkmaz Siyaset DüşÜnce Gökhan Kılıçarslan, Merve Nur Yolaldı, Fatih Emirdağ Sinema Rabia Nur Ay, Talha Ulukır Müzik Furkan Paşalioğlu, Maide bukem erdündar Edebiyat Emre Nur, Mehmet ipek, Ezgi Ateş Medya Doğukan Sanal Fotoğrafçılık Muhammed Atıf Yükseloğlu, Serra İnner, Muhammed Hüseyin, Pınar Atav, Şeyda Odabaş Bal, Ayşegül Düğdü Dil kulubü İsmail Sevim, Azade Sel Tarih Tuğçe Bal VE Nuran Gümüş Özen, Recep Kesici, Ayse Betul Bal, Pınar Atan, Rumeysa Beyza Altundere, Ahmet Sücüllülü, Sinan Barış Çevik, Esra İbil, Merve Olgun, Serhat Balcı, Muhammed Fatih Büker, Saliha İclal Günergök GÖRSEL TASARIM HÜSEYİN KIZILAY ADRES BURHANİYE MAH. GENÇ OSMAN SK. NO: 13 ÜSKÜDAR - İSTANBUL TELEFON: (0 216) 401 10 30 WEB ADRESİ www.heybedergisi.com MAIL: bilgi@heybedergisi.com


İçindekiler İçindekiler

6

Sait Başer ile

röportaj

CUMHURİYET 24

30 Sürrealizm

(Gerçeküstücülük)

56 Özgür FİLİSTİN 62 Sade ve özlülük üzerine


Meddah ve

50

ORTA OYUNU Hayatın

64

İÇİNDEN

Fotoğraf Kulübü

38

İskoçya Tarihi

14


EDEBİYAT

Hazırlayan: Emre Nur - Mehmet İpek - Recep Kesici

R E Ş A B T J İ A A T S R O P Ö R E L İ 6 y heybe gençlik dergisi


EDEBİYAT m Emre Nur: Sosyal medyayı etkin kulla-

nan biri olarak sosyal medya hakkında neler söylersiniz? m Sait Başer: Türkiye şartlarında bilhassa fikir ve kültür sahaları çok parsellenmiş ve uzun zamandan beri de yerli ve milli olanı boğmuş olduğu için sosyal medyayı ben, Türk toplumunda ve özellikle Türk aydını için çok ciddi bir imkân olarak görüyorum. Bunu genel olarak nasıl kullanıyoruz, doğru kullanıyor muyuz, sorusu ayrı bir bahis ama Türk aydınları bakımından sesini duyurma şansı kazandırması yönüyle sosyal medyanın çok ciddi bir imkân olduğu kanaatindeyim ve bizzat onu kullanıyorum ben. Bu, sesini duyurma şansı bulmak, birtakım medya patronajları, resmî kültür politikaları dolayısıyla topluma ulaşamayan aydını daha değerli hâle getiriyor, daha sesine kulak verilir hâle getiriyor. Bunun tabii bir yığın başka sonuçları da var. Sosyal medyanın olmadığı bir dönemde olsaydı hiç mevzu bahis edilmeyecek birtakım fikirler, bugün yönetimi bağlıyor; yönetime ulaşabiliyorsunuz. Kendi adıma bunu çok yaşadım, tecrübe ettim. Birtakım olaylar karşısında hiç kimsenin dile getirmediği fikirleri ben söyledim ve o fikirler kısa zamanda maksadına ulaştı. Yani zaman zaman dışişlerine dönük, zaman zaman hükûmetin politikalarına dönük, zaman zaman birtakım kurumların işleyişine dönük tenkitlerim oldu, tekliflerim oldu ve sosyal medyayı kullanmadan evvel elde edemediğim bir çok neticeyi elde ettim. m Recep Kesici: Sesi zayıf çıksa da eğitim sistemimizin matematik ve fen bilimlerine verdiği ağırlığın sosyal bilimlerle yer değiştirmesi gerektiğini ileri süren bir görüş var.

Bu görüşten hareketle eğitim sistemimize dair ne söylemek istersiniz? m Sait Başer: Eğitim sistemi hakkında bir şey söylemeden evvel şunu söyleyeyim size. İnsan zihni böyle adeta kompartımanlar halinde iş görmez. Yani bir kısmı zihnimizin sosyal bilgilere aittir, bir kısmı fen bilimlerine, bir kısmı matematiğe, bir kısmı felsefeye… Öyle bir şey yok, insan zihni yekparedir. Öğrendiği her şeyi hall u hamur eder ve ondan aldığını yekpare biçimde yansıtmaya, kullanmaya çalışır. Anlama, çok ciddi manada bütün bu birimlerin, bütün kategorilerin olmazsa olmaz ön şartıdır, değil mi? Anlama olmadan matematik olur mu, sosyal bilim olur mu, fen bilimi olur mu, felsefe olur mu? Olmaz. Hepsinin de ön şartı anlamadır. Anlamanın tabi olduğu şartlara baktığınız vakit bunun önemli ölçüde psikolojiye dayandığını, önemli ölçüde inançlara dayandığını, önemli ölçüde tecrübelerden kaynaklandığını, tecrübeler üzerinden kavram oluşturulduğunu görürsünüz. Cinsiyete dayalı anlama imkânı var, makama- mevkie, servete, sağlığa dayalı sebepleri var anlamanın. Yani kırk yıl yatağa bağlı yaşamış bir hastanın anlaması, değerlendirmesi, o algıda seçicilik dediğimiz öncelikleri belirlemesi ile olimpiyat şampiyonu bir sporcunun konusuna bakışı açısından fark olmaz mı? Anlamanın tabanını eğer iyi görebilirsek bu ayrımın ne kadar absürt ve ne kadar insanı şaşırtan, toplumu tökezleten bir ayrım olduğunu görürsünüz. Problemin ana merkezi anlamanın ne olduğunu bilmemektir. m R.K: Türkçemiz yıpratıcı dil devrimi sürecinden kendini ne kadar kurtarabildi? m Sait Başer: Ben bu sorunun Türkçenin heybe gençlik dergisi y

7


EDEBİYAT

Yahya Kemâl de benim sancısını duyduğum, sancılarla yüklü bir adammış. Ve Yahya Kemâl’in sancılarında kendimi buldum.

8 y heybe gençlik dergisi

selâmeti adına sorulduğunu düşünüyorum. Peki, Türkçenin selâmetinin arandığı bir plâtformda ana soru bu mudur? Bana göre bu değil. Gene anlama temelli bakma ihtiyacımız var konuya. Türkiye’de Türkçe mevzuu 1960'lı, 70'li, 80'li yılların ideolojik kamplaşmasında silâh olarak çok kullanıldı, yıpratma aracı olarak kullanıldı. O dönemin konjonktürüne esir olarak bakarsanız Türkçeye bu büyük bir haksızlık olur. Türkçenin hikâyesi, binlerce yıllık bir hikâye. Ben seninle "konuşmak" kelimesini analiz etsem gideceğiz ta Hun tarihine. Atından inen adamın attan inmeye "konma" dediğine bakacağız önce ve "karşılıklı konma" anlamına geldiğini keşfedeceğiz "konuşma" fiilinin. Biz dilimizin felsefesini, teşekkül sürecini, soyutlama mekanizmalarını dolayısıyla muhakemesini yani gramerini kendi namımıza henüz anlamadık. Bize bu konuları Türkçe üzerinde araştırma yapmış Oryantalistler bir ezber listesiyle ezberlettiler. Bugün Türk dil bilgisi hâlâ Von Gabain'in, Jean Deny'nin vs. böyle yabancı Türkologların belirlediği gramer üzerinden okutuluyor. Dolayısıyla Türkçe dil bilgisi dersi kadar sevimsiz, öğrencinin nefret ettiği ve başarısız olduğu bir dersimiz yok. Çünkü Türkçeyi kendi muhakemesine dayalı bir gramerle keşfetmiş de değiliz, öğretmeyi de denemiyoruz. Esas mesele bu dil devrimini niye yaptılar? Türkçe, Arapçanın esaretindeydi. 16. asırdan 19. asra kadar gittikçe yoğunlaşan bir Arapça


EDEBİYAT hakimiyeti ortaya çıktı. Yunus Emre'nin Türkçesi Tevfik Fikret'inkinden çok daha arı, duru, anlaşılır. Niyazi-i Mısrî'yi Yahya Kemâl'den daha iyi anlıyoruz. Bakın, bunların dil devrimiyle alâkası yok. O, bir geçici cinnet dönemiydi -geçti çok şükür- fakat Türkçenin meselesi geçmedi. Türkçe yüzyıllardır adeta yaralı bir aslan gibi orada inim inim inliyor ve biz daha o iniltiyi duymuyoruz. Esas büyük meselesini görmüyoruz. m E.N:Yahya Kemal’de Tük Müslümanlığı eserinizde Yahya Kemal’i hangi yönleriyle model olarak seçtiniz? m Sait Başer: Yahya Kemâl de benim sancısını duyduğum, sancılarla yüklü bir adammış. Ve Yahya Kemâl'in sancılarında kendimi buldum. Yahya Kemâl var olan bir yapının sözcüsü gibi algılanageldi. Hâlbuki Yahya Kemâl arayan bir adamdı. Arayan bir adamdı, üreten bir adamdı fakat onun bulduklarını anlamakta biz âciziz; anlayamıyoruz. Türk toplumu Yahya Kemâl'i anlamadı henüz; yani sizin kuşakları kasdetmiyorum, sizin kuşaklara gelinceye kadar sabah olur, Yahya Kemâl'i kendi çevresi anlamadı. Kendi muhitinde yeterince anlaşılmadığı çok açık. Yahya Kemâl'le ilgili binlerce makale okudum, binlerce. Abartmıyorum. Ve Yahya Kemâl üzerine yazı yazmamış hiç kimse yok gibi. Eli kalem tutup da Türk düşüncesine, kültürüne, sanatına, tarihine, siyasetine dair fikir beyan eden hemen hemen herkes Yahya Kemâl üzerine yazmış. Yazmayan yok. Binlerce adam yazmış. Fakat Yahya Kemâl'in o büyük arayışı yeterince ma'kes bulmamış. En iyi ben anladım demiyorum. Yahya Kemâl'in bir mütefekkir olduğunu bu toplum fark etmiyor. Onu bir meyhane şairi

Sait Başer kimdir? (4 Aralık 1957- ) Yazar, araştırmacı. Isparta-Yalvaç’ın İleği köyünde doğdu. İstanbul Sağmalcılar Lisesini bitirdi. Üç yıl Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde okudu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nde yüksek öğrenimini tamamladı(1982). “Yahya Kemal’e Göre Türk Kimliği ve Görüşlerinin Kamuoyundaki Yansımaları” konulu teziyle doktor oldu(1996). Sakarya Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nde öğretim üyeliği yaptı. 1984-1994 yıllarında Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı’nın neşriyat müdürlüğünü yürüttü. Kubbealtı Akademi Mecmuası’nın Yazı İşleri Müdürü idi. Türk kültür ve inanç tarihi üzerine çalışmalarıyla tanınır. Türk Edebiyatı, Türk Yurdu, Doğu Türkistan’ın Sesi, Kültür Dünyası dergilerinde yazdı. Nihad Sami Banarlı külliyatını hazırladı. ESERLERİ Ekrem Hakkı Ayverdi – Makaleler (1984) Türk Münevverinin Müşterek Fikir ve İman Zemini (1988) Gök Tanrı’nın Sıfatlarına Esmaü’l-Hüsna Açısından Bakış (1991. 2011 yılında yeniden basıldı) Kutadgu Bilig’de Kut ve Töre (1995. 2011 yılında yeniden basıldı) Yahya Kemal’de Türk Müslümanlığı (1998. 2011 yılında yeniden basıldı) Toplumsal Aklı Anlamak (2006. 2011 yılında yeniden basıldı) Türk İnanma ve Anlama Modeline Dair (2011)

heybe gençlik dergisi y

9


EDEBİYAT zannediyor, öyle tanıtıldı çünkü. Çünkü bir dönemin anlayışı, kültür siyaseti bu adamın fark edilmesini önlemek istedi, önlediler de. Ona ait Münir Nureddin Selçuk şarkıları üzerinden sırf bir şair, bir ehl-i keyf bir şair olarak görülmesi istendi. Hâlbuki hiç öyle değil. m M.İ: Özel hayatı ön plâna çıkarıldı. m Sait Başer: Evet. Çok basit hakaretlerle, küçümsemelerle yok farz edilmeye çalışıldı. Tabii büyük bir değeri hiç kimse yok edemez. m R.K: Güneş balçıkla sıvanmaz. m Sait Başer: Tabii, sıvanamamıştır. Bugün cumhuriyet tarihinde hakkında en çok konuşulan adam Yahya Kemâl. Fakat enteresandır, hâlâ anlaşılamamış bir adam. m R.K: Hocam, size göre sanat nedir? Gerçek sanat nedir ve gerçek sanatkâr kimdir? m Sait Başer: Sanat, kültürün içindeki ifade imkânlarının tükendiği yerde, bu tükenişi en çok hisseden adamın topluma yeni bir hayat alanı açmasıdır. Onun için yaratma anlamına gelir sanat. Gerçek sanat, ifade imkânlarının tükendiği yerde, yeni bir ifade kalıbı, yeni bir ifade dili bulması, eski bir sanat içinde çalışıyorsa bile o sanata yeni bir hayat ruhu üflemesi demektir. Dolayısıyla sanat, bir tarafıyla çok yepyenidir. Fakat başarılı olması isteniyorsa sanatın, sana-

10 y heybe gençlik dergisi

tın başarısı geçmişle kurduğu sağlıklı ilişkiye bağlıdır. Şimdi Yahya Kemâl konuştuk. Bir sanatkâr, örnek bir sanatkâr. Yahya Kemâl'in, biliyorsunuz, Ziya Gökalp'la bir tartışması var. Ziya Gökalp onu bir tekerleme ile itham etmiş, suçlamış: Harâbîsin harâbâtî değilsin Gözün mâzîdedir âtî değilsin, demiş. O da bunu duyunca: Ne harâbî ne harâbâtîyim Kökü mâzîde olan âtîyim, diye cevap vermiş. Aynen orada olduğu gibi biz bugün biliyoruz ki Yahya Kemâl şiiri, edebiyat tarihi uzmanları bunu çok iyi bilirler, klâsik divan şiiri değildir. Bir kere son derece tematik, son derece iyi düşünülmüş fikir şiirleridir. Süleymaniye'de Bayram Sabahı'nın emsâli var mı divan edebiyatında, Itrî şiirinin emsâli var mı, Dede Efendi'nin Mâverâda Söylenişi'nin emsâli var mı? Yok. Çok yeni bir şiirdir. Yirminci yüzyıl şafağında Fransız şiirinin seviyesi ve dinamizmi neyse Yahya Kemâl'de o dinamizm var. Çok yepyeni, modern bir şair ama ele aldığı temalara bak: Mimar Sinan'ı işler, Gedik Ahmet Paşa'yı işler, Itrî'yi işler, Dede'yi işler. Öyle söyler ki söylerken de, o söz sanki Türkçenin içinde bin yıldır varmış gibi hissedersiniz. "İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar." der meselâ. Türkçede böyle bir söyleyiş yok.


EDEBİYAT Ama "İnsan âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar." sözü o kadar güzel söylenmiştir ki duyan bir adam bunu Türkçede yeni söylenmiş bir şey olduğunu hissetmez bile. Kültüre yeni bir hayat alanını doğal bir biçimde eklemiştir. Süleymaniye yüzyıllarca orada duruyorken kimse görmedi onun estetik değerini; Yahya Kemâl yazıncaya kadar. Itrî'nin Tekbîr'ini günün neredeyse her vaktinde okuyorduk, Salâ'sını Salât-ı Ümmiye'sini okuyorduk ama Itrî'nin bir Beethoven gibi, bir Mozart gibi büyük bestekâr olduğunu Yahya Kemâl'de gördük, anladık. Ve bize, müziğimizi yeniden üretmek için nasıl bir noktadan bakmamız gerektiğini öğretti Yahya Kemâl. Musikinin de kendini yenilemeye ihtiyacı var; o sanat da tükenmiş. Yahya Kemâl'in işaretiyle mehter marşı bestelenmeye başladı yeniden. Elimizde bir mehter repertuarı yoktu. Vak'a-i Hayriye'de hepsi imha edilmiş. Yani sanat bir tarafıyla çok yenidir; yani buna devrimci diyebilir misiniz? Devirmek değil tabii. Çok yenidir. Bir dönüşüm, bir başkalaşım, bir değişim, tazelenme getirir topluma. Ama bir tarafıyla da toplumun var olan sinir uçlarıyla doğru bağlantıları kurulması lâzım. O bağlantıları kurarsan sanat, toplumun hayatına bir kayba, zayiata uğramadan girer. m M.İ: keyfiyetmahfili.com'daki bir yazınızda "Anlama ve kişilik ancak bireysel bir süreç, başkalarının anlamlarıyla adam olunmaz!" diyorsunuz. m Sait Başer: Aferin, iyi bulmuşsunuz. Olunur mu? Benim anlamam, senin için bir şey ifade eder mi? Sen yirmi yaşındasın, ben elli beş yaşındayım. Yani yirmi senedir aynı şehirdeyiz diyelim. Ben başka bir adamım, sen başka bir adamsın, o başka biri, sen başka birisin. Birtakım değerleri ortaklaşa kabul edebiliriz, tabii

ki etmeliyiz de. Toplum da zaten ondan doğar. Anlama bireyseldir, anlaşma toplumsaldır. Anlarken tek tek herkes kendi adına anlayacak, başka çaresi yok. Sonra birbirimize dönüp bir ilişki kurmak istediğinizde, mutlak olarak aynı şeyleri anlayamazsınız, ama belli tecrübeleri beraber yaşıyorsunuz. Dolayısıyla bir ortak paydanız var. İşte o ortak paydayı ortaya koyduğunuzda ve büyütmeye başladığınız vakit, anlaşma ortaya çıkar. Toplum, anlaşmadan doğar; fert anlamadan doğar. m M.İ: Toplumun 'sürüleştiği' bu dönemde özgün kalabilmek için yapmalı? m Sait Başer: Özel bir çabayla özgün olamaya gerek yok. Benim sihirli kavramım anlamaktır. Sen anlamaya bir başla. Çünkü anlama sürekli bir faaliyettir, bir kerelik değil. Devamlı olursa anlama olur. eğer bir kere anlar, ondan sonra bütün ömrüm boyunca o anlama bana yeter dersen, o sabit fikir olur, anlama değil. Anlamaya devam edeceksin bir ömür, düşünmeye devam edeceksin. Hz. Peygamber günde yetmiş kere tövbe edermiş, niye? Bir önceki anlayışından daha ileriyi görüyor da ondan. Bir hatadan dolayı değil. Daha ilerisini keşfediyor, daha ilerisini keşfediyor da ondan. m M.İ: Kişilik işgalleri adlı yazınızda algı yönetimine değiniyorsunuz. Bizler algı yönetimi karşısında nasıl davranmalıyız? m Sait Başer: Önünüze gelen her olayda burnunuza dayanan, size sunulan şeyde daima bir yanık kokusu varmış şüphesiyle bakın. Çünkü en haklı, en faydalı şeyler bile insanın ve toplumun aleyhinde kullanılabilir hâle geldi. "Dinle aldatmak”, “Allah’la aldatmak” diye bir tabir var Kuran-ı Kerim’de. İnsan Allah’la bile aldatılabiliyor ve bu iş çok profesyonel hâle getirildi. Bir heybe gençlik dergisi y

11


EDEBİYAT yığın bu işle meşgul merkez var. “Mümin teyakkuz hâlinde olur” diyor hadis-i şerif, değil mi? Biz o döneme ait bu sözün bizim yaşadığımız çağ için ne kadar ihtiyaç olduğunu görmek zorundayız. Sürekli teyakkuz hâlinde; tefekkürsüz hiçbir iş yapmayacaksın. Anlamadan, ezbere hiçbir yapmayacaksın: ne ibadet, ne zikir, ne fikir, ne siyaset, ne ideoloji… Anlamadan hiçbir iş yapmayacaksın. Özgün olmak istiyorsan da bunun sonucu zaten özgünlüktür. m M.İ: Sait Başer bu dünyaya neden gelmiştir, ne yapmaktadır, ne yapmalıdır, varışı yahut dönüşü nereyedir? m Sait Başer: Zor yerden sordu değil mi bu sefer? (Gülüyor) Yoldayız, yola çıktığımızda buraya geleceğimizi bilmiyorduk. Ben Isparta’nın Yalvaç kazasının bir köyünde dünyaya geldim. Yalın ayak bir çocukluk dönemim olduğunu hatırlıyorum. Pantolon almazlardı, entari giydirip salıverirlerdi bizi. Ben solağım yemeği de sol elle yermişim, sağ elimle yemeyi mecbur hale getirebilmek için bir kadife çizgili, fitirli kadifeden bir pantolon almışlardı, hatırlıyorum. Eğer sağ elinle yemezsen pantolonu vermeyeceğiz dediler, sağ elimle yemeyi o zaman öğrendim. Şimdi o çocuğun, bakın, röportajına geliyorsun. Bir şey olduğum için söylemiyorum, insan ne oldum değil, ne olacağım demeli. Kendi hakikatimizi anlamanın bir inşa ve icat olduğunu göz önüne alırsanız, ben hayatı kendi gerçekliğimizi kurma olarak görüyorum ve kurma faaliyeti devam ediyor. Her anlama kendini inşanın bir adımıdır. Anlamaya devam ederek yaşamalı. Son nefese kadar anlamaya devam ederek yaşamalı. Her nefes bu bakımdan çok değerli. Onun için ölmeyi istemek yasaktır biliyorsunuz, çünkü bir son-

12 y heybe gençlik dergisi

raki anlayacağın yeni bir şey, bütün kişiliğinin kimyasını değiştirebilir. Bu imkândan mahrum kalmayı kimse tavsiye etmiyor. m E.N: Dolayısıyla ümitsizlik de aynı şekilde. m Sait Başer: Tabi, ümitsizlik de. Var olmanın kendisi çok büyük bir imkân. Biz gaybiydik, doğmadan evvel bizim için dünya yoktu. Var olmanın kendisi büyük bir imkân. Var olmanın en ağır şartları dahi, çok büyük bir anlama imkânı. “Anlama” bir uyanış, bir kendine gelme, kendini bulma. En ağır hayat şartlarındaki insanların varoşlarıyla beraber elde ettikleri bir imkân var, kendini bilme ve bulma imkânı. Onun için çile bizim kültürümüzde dert, derman yerine geçer, “Allah derdini artırsın” derler. m R.K: Günümüz insanının yaşadığı buh-


EDEBİYAT ranın sebebi var oluşunun kıymetini bilmemesi mi veya hayatın yükünü kaldıramaması mıdır sizce? m Sait Başer: İnsan çok karmaşık bir varlık, her hâlin kolayca tasvir edilecek, bir cümlelik cevabı yok. Her olay bir kere yaşanıyor ve biz bir gördüğümüzü bir daha görmüyoruz, bir duyduğumuzu bir daha duymuyoruz; çünkü hayat kendini sürekli tazeliyor. Bu tazelenmeyle beraber tazelenebilmeli. Hani Yunus’un deyişi var ya, “Her dem yeniden doğarız, bizden kim usanası” diye. İnsan kendisini bu anlamlı bütünlükten (yani bizim literatürümüzde karşılığı bunun “tevhid”), tevhitten ayrı ve gayrı, zavallı, atılmış, Sartre’ın dediği gibi “dünyaya atılmış bir çöp” gibi hissederse bin bir türlü

trajedi onu bekler. m M.İ: “Rabbin seni terk etmedi…” m Sait Başer: Terk etmez Rabb’e rağmen var olmak mümkün değildir, terk etmez. “Terk etmek” kavramı burada anlamsız, Varsam Rabb’im benimle. Anlayan da esasında odur. Kendini bilmek istiyordu ya, işte kendini biliyor, anlarken. m E.N: Gençlere okumaları için tavsiye edeceğiniz kitaplar var mıdır? m Sait Başer: Ben samimi cevap vereyim buna. Basmakalıp, “Hani okumalıyız, çok okumalıyız, şu şu kitapları okumalıyız.” diye liste yapmam mümkün, ama şimdiki kanaatim o ki bir yığın şey okumak marifet değil, marifet okuduğunu anlamak. Yani bir resimli roman bile okusan, ne bileyim, Facebook’ta iki satırlık Mevlana’dan Yunus’tan aktarmalar var ya, onları bile okusan, “Bu nedir?” deyip, “Bendeki karşılığı nedir?” deyip bir derin düşünmeye geçebiliyorsan eğer, esas değerli olan o. Hz. peygambere emredilen okumak, budur. Okumak, anlamlandırmak demek. Anlamadan anlamlandırma olur mu? Onun için “Okumalı mıyız?” diye çok zahiri bir soru sorarsanız, evet okumalıyız. Fakat “Bundan gerçekte ne anlıyorsunuz?” derseniz, düşünmeliyiz. “Okumalıyız”dan daha değerlisi düşünmeliyiz. Adam hayatında iki satır okumamıştır, okuma yazması yoktur, ama öyle bir irfana sahiptir ki ordinaryüsler eline su dökemez. Demek ki esas olan şey bir yazıyı deşifre etmek anlamında okumak değil, anlamak ve o anlama üzerinden kendini, hayatı, Tanrı’yı anlamlandırabilmek; esas marifet bu. m E.N, R.K, M.İ: Bize vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederiz. m Sait Başer: Rica ederim. heybe gençlik dergisi y

13


FOTOฤ RAF

14 y heybe genรงlik dergisi


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu

heybe gençlik dergisi y

15


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: PINAR ATAV

16 y heybe gençlik dergisi


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu

heybe gençlik dergisi y

17


FOTOฤ RAF

18 y heybe genรงlik dergisi


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu

heybe gençlik dergisi y

19


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu

20 y heybe gençlik dergisi


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu

heybe gençlik dergisi y

21


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: pınar atav

FOTOĞRAF: pınar atav

22 y heybe gençlik dergisi


FOTOĞRAF FOTOĞRAF: pınar atav

heybe gençlik dergisi y

23


DÜŞÜNCE-SİYASET

Hazırlayan: ZEYNEP KARA-RUKİYE KARGIN-AHMET SÜCÜLLÜLÜ

CU

24 y heybe gençlik dergisi


DÜŞÜNCE-SİYASET

UMHUR’iyet Normal şartlar altında Türkiye Cumhuriyeti gibi ülkelerin rejimi başbakanlık ve İktidar partisi üzerine kurulur. Cumhurbaşkanlığı sembolik bir kurumdur. Fakat bizim ülkemizde iktidar partisi ve başbakanın yetkileri sınırlandırılıp Cumhurbaşkanlığına verilmiştir. Cumhurbaşkanı seçimleri ise bunca zaman halkın çoğunluğundan çok ideolojinin seçtirdiği kişiler olmuştur. Bu sebeple büyük önem taşıdığından ideolojinin istemediği bir gruptan gelen kimselerin ise Cumhurbaşkanı olmasının önü her zaman kesilmiştir. Ama bu referandumla birlikte bu sorunun da önüne geçilmiştir. 2007 Türkiye anayasa değişikliği referandumu, 21 Ekim 2007 tarihinde Türkiye’de, cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi başta olmak üzere birtakım anayasa değişikliklerinin halkoyuna sunulmasıdır. k Milletvekili genel seçimlerinin beş yıl değil

dört yılda bir yapılması. k Cumhurbaşkanının halk oyuyla seçilmesi.

k Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 96.

maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir. ‘Türkiye Büyük Millet Meclisi, yapacağı seçimler dahil bütün işlerinde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasada başkaca bir hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz.’ k Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 101. maddesinin Cumhurbaşkanı, kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından, halk tarafından seçilir. Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir. Cumhurbaşkanlığına Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri içinden veya Meclis dışından aday gösterilebilmesi yirmi milletvekilinin yazılı teklifi ile mümkündür. Ayrıca, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasi partiler ortak aday gösterebilir. Cumhurbaşkanı seçilenin, varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği sona erer şeklinde değiştirilmesi. heybe gençlik dergisi y

25


DÜŞÜNCE-SİYASET k Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 102.

maddesinin Cumhurbaşkanı seçimi, Cumhurbaşkanının görev süresinin dolmasından önceki altmış gün içinde; makamın herhangi bir sebeple boşalması halinde ise boşalmayı takip eden altmış gün içinde tamamlanır. Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İlk oylamada bu çoğunluk sağlanamazsa, bu oylamayı izleyen ikinci pazar günü ikinci oylama yapılır. Bu oylamaya, ilk oylamada en

çok oy almış bulunan iki aday katılır ve geçerli oyların çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. İkinci oylamaya katılmaya hak kazanan adaylardan birinin ölümü veya seçilme yeterliğini kaybetmesi halinde; ikinci oylama, boşalan adaylığın birinci oylamadaki sıraya göre ikame edilmesi suretiyle yapılır. İkinci oylamaya tek adayın kalması halinde, bu oylama referandum şeklinde yapılır. Aday, geçerli oyların çoğunluğunu aldığı takdirde Cumhurbaşkanı seçilmiş olur. Cumhurbaşkanı

26 y heybe gençlik dergisi

göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan Cumhurbaşkanının görevi devam eder. Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. şeklinde değiştirilmesi. Sunulan bu değişiklerle birlikte yapılan halk oylaması sonucunda referandumdan %31.05 Hayır oyuna karşılık %68.95 Evet oyu çıkmasıyla birlikte anayasa değişikliği kabul edilmiştir. Ve bu sayede Cumhur ‘a Başkanını seçme yetkisi tanınmıştır.

m Evet (%68.95) m Hayır (%31.05) CUMHURBAŞKANINI HALKIN SEÇMESİNİN HİKAYESİ 25 Nisan 2007 tarihinde, yani TBMM’nde yeni cumhurbaşkanının seçileceği tarihten iki gün önce ANAVATAN Partisi genel başkanı Erkan Mumcu, “367 zorunluluğunun olmadığını, bunun Meclisin ve milli iradenin ipotek altına alınması anlamına geleceğini” söylüyor ve kilit


DÜŞÜNCE-SİYASET konumda olan partisinin Meclis oylamasına katılacağı yönünde sinyaller veriyordu. Ancak ne olduysa oldu ve 25 Nisan 2007’deki ANAP Merkez Karar toplantısında Erkan Mumcu birden fikir değişikliğine düçar oldu ve ANAP’ın Meclise girmeyeceği anlaşıldı. Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ün, Başbakan Erdoğan’ın Erkan Mumcu’nun ayağına kadar gelip destek istemeleri sorunu çözmeye yetmemişti. Ortada cumhurbaşkanlığı seçimine bağlı tam bir kriz hali vardı ve cumhurbaşkanı adayını seçtirmesi gereken Ak Parti’nin Erkan Mumcu’ya ihtiyacı vardı . Birgün sonra, yani 26 Nisan 2007 gecesi o günün Dış İşleri Bakanı Abdullah Gül beni( Hüseyin Kocabıyık) aradı. Genel bir değerlendirme yaptık. Ben( Hüseyin Kocabıyık ) kendisine “isterseniz ben Erkan Bey’le görüşeyim, ancak onların bazı talepleri var, acaba o talepleri yerine getirme marjınız nedir?” diye sordum. Abdullah Bey, bu taleplerin karşılanabileceğini ve esasen Başbakan Erdoğan’ın 27 Nisan öğle ajanslarında bu taleplerin karşılanacağını açıklayacağını söyledi. Neydi o üç talep? 1-Cumhurbaşkanını halkın seçmesi 2-Siyasi partiler kanununun değişmesi 3-Seçim kanununda değişiklikler Nitekim Ak Parti sözünde durdu ve Başbakan bu değişiklikleri yapacaklarını açıkladı. Diğer yandan ben( Hüseyin Kocabıyık ) o sabah Erkan Mumcu’nun evine gittim ve bütün bu gelişmeleri anlattım. Sonuçta Ak Parti sözünde durdu ama ANAP tarihine, Özal’a, demokrasiye karşı ihanet derecesinde bir hata

yaparak Meclise girmedi ve 367 adındaki hukuk yolsuzluğuna kapı açtı. Bu arada hükümet ANAP oylarıyla cumhurbaşkanını halkın seçmesini mümkün kılan Anayasa değişikliğini yaptı. Tabi Ahmet Necdet Sezer gibi statüko bekçisi bir cumhurbaşkanı vardı ve gider ayak bu değişikliği veto etti. Hükümette olayı referanduma götürmek zorunda kaldı. 21 Ekim 2007 tarihinde referandumda halk yüzde 68,95 kabul oyuyla anayasa değişikliğini gerçekleştirdi. heybe gençlik dergisi y

27


DÜŞÜNCE-SİYASET

Buraya düşmemiz gereken bir not var: Halkın oyuyla cumhurbaşkanlığı seçimi meselesi ilk kez Erkan Mumcu’nun talebi olarak gündeme geldi. Ak Parti hükümeti ilk başta bu talebe çok sıcak bakmadı, ancak statükocuların 367 oyununu görünce, tabir caizse, Ak Parti de şafak attı ve kendileri için kurtuluşun Erkan Mumcu’nun teklifi olduğu belirginleşti. Nitekim Ak Parti o gün o değişikliği yapmamış olsaydı, muhtemelen bugün Meclis’te CHP ve MHP’nin ve tabi bir de darbeci yargıçların oyuncağı olacaktı. Ak Parti Erkan Mumcu’yu milletvekili ve bakan yapmıştı, belki de Ak Parti’ye borcunu cumhurbaşkanını halkın seçmesi gibi bir necat kapısı açarak ödemiş oldu. Bu siyasi olaylar şerden hayır, hayırdan şer

28 y heybe gençlik dergisi

çıkacağına dair inancımızın en somut örneklerindendir. Cumhurbaşkanı ilk kez halk tarafından mı seçilecek? Hem evet, hem hayır. Hayır; zira 12 Eylül darbesini yapan Kenan Evren, parlamentodan değil, sandıktan çıkarak, daha doğru ifadeyle kendisini sandıktan çıkartarak Türkiye’nin 7. Cumhurbaşkanı oldu. 7 Kasım 1982’de halkoyuna sunulan 1982 Anayasası’na eklenen Geçici 1. maddeye, “Anayasanın, halkoylaması sonucu, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası olarak kabul edildiğinin usulünce ilânı ile birlikte, halkoylaması tarihindeki Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı (Kenan Evren), Cumhurbaşkanı


DÜŞÜNCE-SİYASET sıfatını kazanarak, yedi yıllık bir dönem için, Anayasa ile Cumhurbaşkanına tanınan görevleri yerine getirir ve yetkileri kullanır” hükmü eklendi. Böylece bugünkü Anayasa ile birlikte Kenan Evren’in Cumhurbaşkanlığı da halka onaylatılmış oldu. Evet; Türkiye’de sadece Cumhurbaşkanı’nı seçmek için bir halkoylamasına gidilmedi. 1982’de yapılan, Anayasa için gidilen referandumun içine Kenan Evren’i “plebisit” bile sayılamayacak bir usulle yerleştirmekti. Diğer yandan 1982 referandumu yasaklıydı, o kadar ki Anayasa’ya hayır oyunu simgeleyen mavi renklerin gazetelerde kullanılması bile fiilen yasaklanmıştı. Ama 2007’de kabul edilen bu referandumla birlikte ilk defa halkın kendi iradesi dahilinde hiçbir gücün etkisi altında kalmadan kendi Cumhurbaşkanını seçebilme hakkı tanındı. Ve Büyük Gün : 10 Ağustos 2014 Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanını belirlemek için 10 Ağustos 2014 Tarihinde yapılan seçimdir. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde devlet başkanının doğrudan halkoyuyla seçildiği ilk seçimdir. Seçim Recep Tayyip Erdoğan’ın, 10 Ağustos 2014 tarihinde düzenlenen ilk turda cumhurbaşkanı seçilmesiyle sonlanmıştır. 10 Ağustos 2014 tarihinde düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunda yurtiçi, gümrük ve yurtdışında kullanılan 41.283.627 oyun 40.545.911’i geçerli sayıldı. Aldığı 21.000.143 oyla geçerli oyların %51,79’unu elde eden Recep Tayyip Erdoğan Türkiye Cumhuriyeti’nin 12. Cumhurbaşkanı seçildi. Diğer adaylardan Ekmeleddin İhsanoğ-

lu 15.587.720 oyla %38,44, Selahattin Demirtaş ise 3.958.048 oyla %9,76 oranında oy aldı. Yenı Cumhurbaşkanımız , Türkıye Cumhurıyeti 12.Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan vatanımıza ve milletimize hayırlı olur inşAllah. Yeni Türkiye Yolunda her daim ileriye giden, geleceğe umutla bakan, teknolojiden sanata, spordan siyasete ve daha bir çok alanda daha iyi bir Türkiye için sağlam adımlar atılacağına inanıyor ve yeni cumhurbaşkanımıza bu görevinde başarılar diliyoruz. heybe gençlik dergisi y

29


GÜZEL SANATLAR

30 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: ESRA İBİL


GÜZEL SANATLAR Sürrealizm Avrupa’da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Sürrealizm, dadaizm1 ve diğer bazı XX. yüzyıl akımlardan birtakım unsurlar almakla beraber, müstakil bir sanat hareketidir.

Sürrealizm (Gerçeküstücülük)

T

ürkçede “Gerçeküstücülük” olarak karşılanan sürrealizm (surrealisme), Fransızca “surreef (gerçeküstü, gerçek dışı)” kelimesinden türetilmiştir. Gerçeküstücülük akımı, gerçek dışı anlamında değil aksine gerçeğin insandaki iz düşümü şeklinde bir yaklaşımdır. Psikolojide Dr. Sigmund Freud’un (1856-1939) tez ve düşüncelerinden, felsefi alanda Fransız filozofu Henry Bergson’un “sezgicilik” adını verdiği düşünce akımından etkilenen XX. yüzyıl içindeki en yaygın ve en uzun ömürlü sanat akımlarından birisidir.

heybe gençlik dergisi y

31


GÜZEL SANATLAR

Sürrealizm Avrupa’da birinci ve ikinci dünya savaşları arasında gelişmiştir. Sürrealizm, dadaizm1 ve diğer bazı XX. yüzyıl akımlardan birtakım unsurlar almakla beraber, müstakil bir sanat hareketidir. Akım, Birinci Dünya Savaşı yıllarında psikiyatri bölümlerinde çalışmış ve Freud’un düşünceleriyle yakından İlgilenmiş olan Dr. Amire Breton tarafından sistemleştirilmiş; ilk bildirisi (Le Premier Manifeste du Surrealisme) yine onun tarafından 1924’te, bunu tamamlayıcı ikinci bildirisi (Le Second Manifeste du Surrealisme) ise 1930’da ilân edilmiştir. Güzel sanatların çeşitli kolları yanında 1919’dan itibaren

32 y heybe gençlik dergisi

edebiyatta; bilhassa şiirde etkili olan sürrealizm, en parlak dönemini 1924-1928 yılları arasında yaşamıştır. S HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/ Sigmund_Freud”igmund Freud’un teorilerinden etkilenen Andre Breton için, bilinçdışılık düş gücünün temel kaynağı, deha ise bu bilinçdışı dünyasına girebilme yeteneğiydi. Sürrealizmin amacı bilinçaltının sanata yansıtılmasıdır. Sanatçı bilinç altındakileri dışa vurarak eserini oluşturur. Akıl ve mantık değersizdir. İnsanı yönlendiren iç güdülerdir, bilinç altıdır. Gerçeküstücüler, her türlü sanat kurallarına, ahlâkî değer ve töreye, hatta deneye karşı çıkarlar. Zira aklın ürünü olan bu


GÜZEL SANATLAR

değerler, şuuraltının su yüzüne çıkmasına engel teşkil ederler. Hâlbuki onların temel amacı; bilinçaltının gizli dünyasını serbest çağrışım yoluyla ifade etmektir. Böylece akılla sınırlanan gerçeği aşmak amacında olan sürrealizm, sanatı aklın ürünü olmaktan çıkararak tesadüf ve otomatizmanın2 ürünü hâline getirmiş olur. Aklı, hayat ve sanattan kovar. Zira akımın amacı, düşüncenin gerçek işleyişini aktarmak ve düşüncenin sonucunu saf bir biçimde vermektir. Nitekim Breton’a göre sürrealizm şudur: “Sürrealizm ister söz, ister yazı ile; ya da herhangi bir yolla, düşüncenin gerçek işleyişini belli etmek için baş vurulan katıksız ruh otomatizmiheybe gençlik dergisi y

33


GÜZEL SANATLAR dir. Aklın hiçbir denetimi olmadan, her türlü estetik ve ahlâk kaygısı dışında, düşüncenin yazılışıdır.” Sürrealizm, özellikle 19. yüzyıldan sonra güçlenmeye başlamıştır. Yeni başlayan sürrealist akım, büyük bir kesim tarafından çok saçma görülmüştü. Ancak, zamanla sürrealist ressamların artması ve sürrealist resimlerin büyük kesiminin beğeni toplaması nedeniyle önem kazandı. 20. yüzyılda, sürrealist resimler çok daha değerli görülmeye ve realist resimlerden daha pahalı fiyatlarla satılmaya başlandı. Özellikle Salvador Dali ve Pablo Picasso bu akımın başlamasında ve güçlenmesinde önemli yere sahiptir. 1925’ten sonra gerçeküstücüler dağılmaya, başka akımlara yönelmeye başladı. Ancak bu akım, resimden, sinemaya, tiyatroya kadar birçok sanat dalını derinden etkiledi. Andre Breton’un yanı sıra P. J. HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/w/index.php?title=P._J._ Jouve&action=edit&redlink=1”Jouve, Pierre Reverdy, Robert HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Robert_Desnos”Desnos, Louis HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Louis_ Aragon”Aragon, Paul HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Paul_Eluard”Eluard, Antonin Arnaud, Raymond Queneau, Philippe Soupault, Arthur HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Arthur_ Cravan”Cravan, Rene Char,Federico Garcia Lorca, Salvador HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Salvador_Dali”Dali, Rene Magritte gerçeküstücülük akımının önemli isimleridir.

Resim Sanatında Sürrealizm Teknikleri Sürrealizm, sürrealist ressamların gerçekte olmayan unsurlar ve düşünceler kullanarak, kendi hayal güçleriyle oluşturdukları eserlerdir. Bu eserler ile düşüncelerini, duygularını ve hayal güçlerini yansıtırlar. Çevrelerindeki gelişmelere karşı, bu yolla cevap ve-

34 y heybe gençlik dergisi


Gร ZEL SANATLAR

heybe genรงlik dergisi y

35


Gร ZEL SANATLAR

36 y heybe genรงlik dergisi


GÜZEL SANATLAR rirler. Sürrealizmin amacı, ressamın hayal gücünü yansıtmak ve insanlığa ders vermektir. İnsanların bir kısmı, sürrealizmi saçma ve anlamsız görmektedir; bu tamamen yanlıştır. Realizm’de ki gibi ders verir, düşünceleri gösterir. Tek farkı, gerçekte olmayan unsurlardır. Kendiliğinden çizim ve resim Kendiliğinden çizimin amacı bilinçaltını ortaya çıkarmaktır. El çizim yapılan ortam üzerinde rastgele hareketler yapar. Şans eseri ve/veya hatalar ile bilinçaltı ortaya çıkarılmaya çalışılır. İlk örneklerini André Masson üretmiştir. Ünlü uygulayıcıları Joan Miro, Salvador HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/wiki/Salvador_Dali”Dali, Jean Arp ve Andre Breton’dur. Dekalkomani Tuvale kalın bir boya tabakası sürüldükten sonra boya hala kurumamış iken, üstü folyo türü malzemeyle kaplanır. Malzeme kaldırıldıktan sonra, tuvalde kalan kısım resmin iskeletini oluşturur. Max HYPERLINK “http://tr.wikipedia.org/ wiki/Max_Ernst” HYPERLINK “http://tr.wikipedia. org/wiki/Max_Ernst”Ernst uygulayıcılarındandır. Grataj Max Ernst ve Joan Miró’nun uyguladıkları bu teknik, tuvalden kurumuş boyanın kazımasıyla yapılır. DİPNOT 1-Dadaizm: Dada, Dadaizm veya Dadacılık 1. Dünya Savaşı yıllarında başlamış kültürel ve sanatsal bir akımdır. Dada Dünya Savaşının barbarlığına, sanat alanındaki ve gündelik hayattaki entelektüel katılığa bir protesto olmuştur. Mantıksızlık ve varolan sanatsal düzenlerin reddedilmesi Dada’nın ana karakteridir. 2-Otomatizma: Otomatizma HYPERLINK “http://cevaplar.mynet.com/ sorular-cevaplar/otomatizmakaynagi-kendinden-olmak-uzere-hareketliher-varligin-hareketi-tama/6369205” bir içgüdüdür, kendiliğinden bir harekettir, irade ve şuurdan bağımsızdır.

Güncel Sergi Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar S.Ü. Sakıp Sabancı Müzesi (SSM), Barselona doğumlu Katalan ressam ve heykeltıraş Joan Miró’nun eserlerinden oluşan kapsamlı bir sergiye ev sahipliği yapıyor. 20. yüzyılın çok yönlü, çığır açan sanatçısı Joan Miró’nun olgunluk dönemine odaklanan sergi, “Joan Miró. Kadınlar, Kuşlar, Yıldızlar” adıyla sanatseverlerle buluşuyor. Sabancı Holding sponsorluğu ile düzenlenen ve Barselona’daki Joan Miró Vakfı, Mallorca’daki aile koleksiyonu Successió Miró ve yine Mallorca’daki Pilar ve Joan Miró Vakfı işbirliğiyle gerçekleştirilen sergi 23 Eylül 2014 - 1 Şubat 2015 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek. Akdeniz coğrafyası ve insanına dair gözlemlerinden ilham alan Miró’nun, kadın, kuş ve yıldız temalarına yoğunlaşan sergi, resim, baskı, heykel ve seramiklerin bulunduğu zengin bir seçkiyle sanatçının sembolik dilini anlama olanağı sunuyor. Miró’yla İstanbul’da buluşacak olan sanatseverler, sanatçının Akdeniz kültüründen aldığı enerjinin farklı formlardaki izdüşümlerine tanık olacaklar. Sergide yağlıboya ve akrilik tablolar, taşbaskı ve aside yedirme baskılar da dahil olmak üzere 125 eser yer alıyor ve Miró’nun assemblage tekniğiyle bir araya getirdiği heykellerinin tüm aşamaları model ve çizimlerle beraber sergileniyor. Bu önemli eserlerin yanı sıra, sergide halılar, dokumalar, seramik ve şiir kitapları gibi sanatçının farklı tekniklerdeki çalışmaları da sanatseverlerle buluşuyor, kimi eserler ve sanatçıya ait kişisel eşyalar ise dünyada ilk defa Türkiye’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde sergileniyor Çarşamba günleri sergi girişleri ücretsizdir. Kaynakça • PROF. DR. İSMAİL ÇETİŞLİ, BATI EDEBİYATINDA EDEBÎ AKIMLAR, AKÇAĞ YAYINLARI • Wikipedia

heybe gençlik dergisi y

37


TARİH

Hazırlayan: Burak KÜÇÜK

İSKOÇYA TARİHİ

38 y heybe gençlik dergisi


TARİH

İ

ngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in varis bırakmadan ölmesi üzerine, kraliçenin en yakın akrabası olan İskoçya Kralı VI. James tahta geçti. I. James adıyla 1603 yılında taç giyen kral, İskoçya ile birlikte, İngiltere’yi, 12. yüzyıldan beri değişen derecelerde İngiliz tacı altında bulunan İrlanda’yı ve 1536’da İngiltere ile siyasi olarak birleşen Galler’i merkezden yönetmeye başladı. I. James’in, İngiltere ve İskoçya’yı hukuki ve siyasi olarak tam bir birlik haline getirme çabası sonuç vermedi ve “Taçların Birliği” olarak adlandırılan bu dönemde iki ülke bir tek kral altında ayrı ayrı varlıklarını sürdürmeye devam etti. İngiliz Parlamentosu tarafından kabul edilen Birleşme Yasası ile iki krallık tek bir parlamento ile yönetilmeye başladı. Bu birleşme sonrasında oluşan yeni krallık, Büyük Britanya olarak adlandırıldı. İskoçya’yı bağımsızlık referandumuna taşıyan ilk somut adım, 1978 yılında İskoçya ve Galler için ayrı ayrı çıkarılan ve yetki devri(devolution) öngören yasalar çerçevesinde 1 Mart 1979 tarihinde yapılan referandum oldu. Bağımsızlık referandumu yolundaki ikinci önemli adım 1997 yılında gerçekleştirilen referandum ile atıldı. 1999 yılında 129 üyeli İskoçya Parlamentosu kuheybe gençlik dergisi y

39


TARİH

ruldu. Sağlanan yetki devri uyarınca, egemen devletin sahip olduğu yasama ve yürütme yetkilerinin bir bölümü Birleşik Krallık Parlamentosu ve hükümetinden bu parlamentoya ve parlamentonun seçtiği yürütme organlarına devredildi. İskoçya’yı bağımsızlık referandumuna taşıyacak son önemli adım, İskoç ve Birleşik Krallık Hükümetleri arasında yapılan müzakereler sonucunda 15 Ekim 2012 tarihinde İskoçya Birinci Bakanı Alex Salmond ile Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron tarafından imzalanan

40 y heybe gençlik dergisi

Edinburgh Antlaşması ile atıldı. Antlaşmayla referandumun 2014 yılı sonundan önce gerçekleştirilmesi ve referandumda bağımsızlık ile ilgili tek bir sorunun sorulması kararlaştırıldı. 1. Stirling Köprüsü Muharebesi Stirling Köprüsü Muharebesi İskoçya Bağımsızlık Savaşı içinde 11 Eylül 1297 tarihinde Forth Nehri üzerindeki StirlingKöprüsü’nde William Wallace ve Andrew Moray komutasında 2.300 askerli İskoç ordusunun 6. Surrey Kontu John de Warreneile Hugh de Cressing-


TARİH ham komutasındaki 10.000 askerli İngiliz ordusuna karşı galip geldikleri bir muharebedir. İngilizlerin planı İngilizlerin daha basit planı İngiliz komutanı İngiliz soylusu 6. Surrey Kontu John de Warenne tasarladı. Sayıca ve ekipmanca İskoçlardan çok daha üstündüler ve bu plan bu üstünlüğün ağır basmasına dayanmaktaydı. Bu muharebe planına göre önce “uzun yay”la donanmış Galli ve İngiliz okçular rakip orduyu oklayıp zayıflatacaklardı. Sonra ağır süvari birliği hızla bir genel taaruza geçip karşı taraf piyade gücünü biçecekti. Son olarak da Ingilizler piyadelerle hücum edilip rakip ordu askerlerini tek tek yok edecekti.

İngiliz ordusuna erzak ve malzeme sağlayan araba grubuna pusu kurarak bütün malzeme ve erzağı kendi ellerine geçirdiler. İngiliz tedarik grubuna dahil olan ve pusudan kaçmaya çalışan birçok İngiliz ordusu askerini de öldürdüler. Stirling Köprüsü’ndeki çatışmalar sırasında Wallace ile birlikte İskoç ordusu komutanı olan Andrew Moray ağır yaralanmıştı ve çok geçmeden bu yaralarından dolayı öldü. İskoçların İngilizlere karşı başkaldırma hareketinin liderlerinden olan Andrew Moray’in ölümü İskoçlar için büyük bir kayıp oldu. Savaşın sonuçları İngilizler barış istemek zorunda kalmıştır. Ancak yine Wallace agresif tavrını sürdürerek barışı kabul etmeyip İngiltere’nin York şehrini

İskoçların planı İskoçların sayısı az olduğu için çok iyi bir taktik uygulamaları gerekiyordu. İngiliz ordusunun büyük bir kısmının köprüden geçip köprü önünde bir köprübaşı kurmalarına izin verilir görülecekti. Bu geçiş sırasında İskoç ordusu, İngiliz ordusunun büyük bir kısmının nehri geçmesini bekleyecekti. Ama sonra İngiliz ordusunun kuzeye doğru yayılmaya fırsat verilmeyecekti. Savaşın gelişimi Wallace ve Morey kumandasındaki İskoçların Stirling Köprüsü’nü geçen İngiliz ordusu kısmını imha etmesini şahsen gözlemişler ve bu Ingiliz mağlubiyetinden hiç hoşlanmamışlardı. Yeni bir kararla taraf değiştirip İngilizlere destek vermeten vazgeçtiler. James Stewart ve İngilizlere destek veren diğer İskoç asilleri, bir bataklık arazi olan “The Poiws” mevkiinde heybe gençlik dergisi y

41


TARİH

42 y heybe gençlik dergisi


TARİH işgal etti. Wallace Robert Bruce tarafından ‘Şövalye Ve İskoçyanın Kurtarıcısı’ ilan edildi. 2.BONNUCKBURN MUHAREBESİ İngilizler saldırı emirini verdiler ve İskoç oklarının İngiliz mızraklılarının üzerine yağmasıyla birlikte ağır zırhlı şovalyeler atıldı ve bataklığa batmaya başladı. İngilizler hem bataklıkla boğuşuyor hem de yağan oklara karşı korunmaya çalışıyorlardı. Bunun ardından İngilizler kademeli olarak geri çekilmeye başladılar. İngiltere kralı olanları görünce paniğe kapıldı ve askerleriyle birlikte kaçmaya başladılar.İskoçlar savaşın ardından bağımsızlıklarını ilan ettiyseler de İngilizler bunu kabul etmediler. Wallace’ın kahramanlıkları Hill (Darvel-Ayrshire) yakınlarında, Ayr’daki savaşı kazandı. Gelişen isyan, Haziran ayında İrvin’de İskoç soyluların İngiliz koşullarını kabulü ile önemli birzarar gördü. Ağustos’ta, Wallace Selkirk grubundan, Stirling’teki Andrew de Moray’ın ordusuna katılmak için ayrıldı. Moray bir diğer isyanı başlattı ve onların gücü, İngilizlerle karşılaşmak için hazırlandıkları Stirling’de birleşti. Falkirk Savaşı Bir yıl sonra ordular Falkirk Savaşı’na geldiler (1 Mayıs 1298). İngilizler Roxburg’da bir çiftlik istila ettiler ve insanları korkuttular. Lothian’ı yağmaladılar ve bazı kaleleri tekrar ele geçirdiler. Fakat Wallace’i savaşa çekemediler. İskoçlar düşmana karşı her şeylerini kullanmaya karar verdiler. İngilizlerin yiyeceğini tedarik eden adamın hatası yemekleri ve moralleri azalttı ve Edward Wallace’ı aramaya Falkirk’te son verdi.

MCDONALD AYAKLANMASI Mcdonald ayaklanması, 1411 yılında çıkmış siyasi bir isyandır. İskoç kralı 1. James’in 1406 yılında yakalanıp İngiltere’ye sürgüne gönderilmesi İskoç baronlarının otorite boşluğundan yararlanarak güçlenmesine neden oldu. Donald Mcdonald komutasında ki isyancılar, Mcleanlardan aldıkları desteğe güvenerek 1411 yılında Aberden’e doğru hücuma geçtiler. Mclean önderliğindeki isyancılar kızıl Harlaw savaşında geri püskürtülmüştür.Donald Mcdonald’ın öldürüldüğü savaş sonucunda yapılan barışlarla uzun süre istikrar sağlanmıştır. heybe gençlik dergisi y

43


TARİH

İSKOÇYA REFERANDUMU 15 Ekim 2012 tarihinde İskoçya 1. Bakanı Alex Salmond ve Birleşik Krallık Başbakanı David Cameron tarafından imzalanan Edinburgh anlaşması ile İskoçya bağımsızlık için referandum kararı aldı. İskoçya bağımsızlık referandumuna geçmeden önce İskoçya’nın Birleşik Krallık ile olan tarihi sürecinı kısaca açıklamak bağımsızlık referandumunu daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. İskoçya, İngiltere, Galler ve Kuzey İrlanda ile birlikte Birleşik Krallığı oluşturan 4 ülkeden biridir. 1707 yılında önce İskoç parlamentosu tarafından, daha sonrada İngiliz parlamentosu tarafından kabul edilen birleşme yasası ile iki krallık tek bir parlamentoyla yönetilmeye başlandı. Bu birleşme sonrasında oluşan yeni krallık, Büyük Britanya olarak adlandırıldı. İskoçya bağımsız bir ülke olmasa da kendine ait bir bayrağı,başkenti ve parlamentosu vardır.İskoçlar kendi kültür ve geleneklerine bağlı, geçmişlerini sürekli canlı tutan,tarihe önem veren bir millettir. Yönetim biçimi mo-

44 y heybe gençlik dergisi


TARİH

narşi olup,yaklaşık40 bin dolarlık kişi başına düşen milli geliriyle zengin bir ülkedir. REFERANDUM SONRASI İSKOÇYA Bağımsızlığa hayır diyen İskoçya’nın referandum sonrası en önemli isteği İngiliz hükümetinin sözünde durmasını istemesi olacaktır. İngiliz hükümeti referandumdan hayır çıkması durumunda İskoç özerk parlamentosunun

yetkilerini arttıracağı yönünde vaatlerde bulunmuştu.Bu vaatlerin gerçekleşip gerçekleşmemesi bir merak konusu… Verilen sözlerin tutulup tutulmayacağı ileriki günler gösterecektir.Referandumdan çıkarabileceğimiz en önemli sonuç, İskoçya’nın bağımsızlığa,1995 yapımı Cesur Yürek(Brave Heart) filmine de konu olan İskoç halk kahramanı William Wallace kadar ‘’cesurca’’ evet diyememesidir. heybe gençlik dergisi y

45


MÜZİK

46 y heybe gençlik dergisi

Hazırlayan: Sİnan Barış Çevİk


MÜZİK

Rebap veTarıhi

R

ebap Türkiye, İran, Arabistan, Kuzey Afrika, Afganistan, Pakistan, Hindistan ve Cava gibi ülkelerde çeşitli benzer biçimleri olan mızraplı ya da yaylı çalgıların ortak adıdır. Bunların bazıları hem yayla hem de mızrapla çalınabilme özelliğine sahiptir. Tam olarak ortaya çıkış tarihi bilinmemekle beraber Evliya Çelebi ünlü Seyahatnamesi’nde rebabın Süleyman peygamber huzurunda çalındığını yazmıştır. Bu inanç; rebabın eskiliğini İ.Ö 3800 lerin Sümer topluluğuna kadar götürür. Yine Evliya Çelebi Hz.Muhammed’in ilk eşi Hz.Hatice ile evlenmesinden bahsederken düğününde çalınan çalgılar arasında rebabı da anıyor. Rebabın Anadolu’ya gelişi XIII.yy’da Hz. Mevlana’nın babası Sultan ül-ulema Şeyh Bahaddin Veled ve müritlerinin Horasanın Belh kentinden Anadolu ya göçleri ile olmuştur. II. Endülüs Emevileri zamanında Beni Ümeyye (Arap tarihçilerine göre Beni Mervan) Suriye Emeviler soyundan gelerek Cordoba başkent olmak üzere, İberya

heybe gençlik dergisi y

47


MÜZİK yaylı çalgı IX.yy sonlarında Müslüman kültürüyle Avrupa’ya taşınmıştır. Kuzey Afrika’dan gelen bu Magrip Rebabı Avrupa’da Rebec adlı bir çalgıya dönüşmüştür. Büyülü bir sese sahip olan rebab hüzün ve coşkuyu bir arada barındıran ve besleyen bir müzik aleti. Bu nedenledir ki rebab için “ gövdesi su kabağından, teli at kılından, sesi öte dünyadan” yakıştırması yapılmış. Bugün Klasik Türk Müziğinde kullanılan armudi formdaki klasik kemençe denilen çalgı XIX.yyda Balkanlardan geldiğine ve ancak bu tarihlerden sonra Vasilaki ile ilk defa Türk fasıl musikisine girdiğine göre Çelebinin bahsettiği kemençeciler muhtemelen ıslıkçıydılar. Günümüzde ise bu çalgının profesyonel anlamda icrası T.C. Kültür ve Turizm Bak. İst. Tarihi Türk Müziği Topluluğunda Mehmet Refik Kaya tarafından yapılmaktadır. Kendisinin dışında çalgıyı kısıtlı olarak kullanan bazı amatör icracılar vardır.

yarım adasında kurmuş oldukları İslam Devletinde VIII.yy dan IX.yy’a kadar hüküm sürmüşlerdir. Arapların İspanya’ya taşıdıkları rebap adlı çalgı ise Ortaçağın gözde çalgılarından biri olmuş ve orta Avrupaya kadar yayılmıştır. Bilhassa Troubadour’lar (Güney Fransız saz şairleri) nezdinde o çağlarda çok kullanılmıştır. Avrupa’da ortaçağ da ve erken Rönesans döneminde kullanılan önceleri ’Rubebe’ denilen bu

48 y heybe gençlik dergisi

Nasıl Bir Enstürümandır:Rebab? Öncelikle Türklerin çaldığı en eski müzik aletlerinden biridir. Yapımında Hindistan cevizi kabuğu ve koyun, keçi derisi kullanılır. Sapı sert bir ağaç cinsinden olmakla birlikte çoğunlukla üç telli bir sazdır. Bu teller ise at kuyruğu kılındandır. Uzunluğu yaklaşık 65 cm civarındadır ve elle gerilerek çalınır. Zaman içinde farklı türleri de ortaya çıkmış olsa da genel tanıma uyan rebabın özellikleri bunlardır. Ney çalana neyzen dendiği gibi rebab çalana da rebabzen demişler. Sultan Veled “Rebabname” adlı eserinde: Ney sadece kamıştan yapıldığı için orda bir çeşit inleme vardır. Oysa rebabın oluşumunda


MÜZİK

ağaç deri, kıl demir gibi maddeler vardır. Rebabın iniltisi bu yüzdendir ki neyden fazladır, diyerek bu çalgıya methiyeler düzmüştür. Mevlevilikte olduğu kadar Osmanlı döneminde de bizzat saraydaki eğlencelerde ve şehzadelerin sünnet törenlerinde çalındığı bilgisine minyatürlerden ulaşıyoruz. Hanımlar arasında da yüzyıllarca en sevilen müzik aletlerinin başında gelmiş, çalınmış, dinlenmiş bir enstrüman. Rebabın bir diğer özelliği ise huzur veren

dingin bir sese sahip olması nedeniyle müzikle terapi uygulamalarında yüzyıllar boyu kullanılmış olması. Günümüzde ise rebaba kaybettiği itibarı ve değeri yeniden kazandırmak için pek çok çalışmalar yapılmakta müziğe ilgi duyan gençlerin rebabı tanıması için paneller ve akademik çalışmaların yanı sıra büyükşehirlerde rebab kursları ilgilenenlerin hizmetine sunulmaktadır. heybe gençlik dergisi y

49


TİYATRO

Hazırlayan: ELİF ZAİM

Meddah

Meddah veya Kıssahan bir topluluğa çeşitli hikâyeler anlatan, taklitler yapan kişiye denir. Bu oyunaysa Meddah Oyunu denir. Meddah Oyunu’nun tek bir oyuncusu vardır. Ancak bir meddah birden fazla kılığa girerek yaptığı taklitlerle oyunu renklendirir. Genellikle kahvehane gibi kalabalık mekânlarda, küçük bir sahne üzerinde, insanları güldürmek için oynanan bir oyundur. Meddah, seyircinin kendisini rahatça görebilmesi için yüksek bir yere oturur, eline mendil ve değnek alır. Mendil, farklı karakterlerin seslerini taklit ederken kullanılır. Değnekse çeşitli sesleri çıkarmak için kullanılır. Meddah, günlük yaşamdan olaylar, masallar, öyküler, efsaneler ve destanları anlatır. Oyun esnasında yaptığı bir hata olursa oyun sonun-

50 y heybe gençlik dergisi

da özür diler ve sonraki oyunu duyurur. 20. yüzyılın önemli meddahlarından Aşkî ve Sururî bu mesleğin en önemli temsilcilerindendir. Örnek metin 20. yüzyılın başlarında meşhur olan Meddah Sururî tarafından temsil edilmiştir. Oyunda bir Anadolu köylüsünün askerde, komutanıyla yaptığı bir konuşması canlandırılmaktadır. Oyunun kahramanı olan Ömer Efendi, askerken komutanıyla arasında geçen bir konuşmayı, arkadaşına gururla anlatır. Oyunun en can alıcı tarafı, Ömer Efendi’nin konuşmalarının kendi ağzından verilmesidir. Zaten bu, meddah hikâyelerinin en önemli özelliklerinden biridir. Görüldüğü gibi metinde “Neğören (Ne yapıyorsun), edecez, goycan (koyacağız), harta (harita)” gibi mahalli söyleyişlere bolca yer verilmiştir.


TİYATRO

MEDDAH ÖRNEĞİ

ALAYLI ÖMER EFENDİ Ömer Efendi, kahvede arkadaşına nasıl askerlikten kıdem aldığını anlatmaktadır: - Tilafone etmişler, Urganın garargâhına vardım. Gumandan begin çadırına girdim. Temennayı çaktım. - Neğören Ömer Efendi, dedi. - Sen neğören beğem, dedim. - Seni imtihan edecez, gıdemine goycaz, dedi. - Goyun beğem, dedim. Çadırın direğinde dürülü hartayı indirdi, masanın üstüne yaydı. - Bu ne ki? dedi. - Hartadır beğem. - Ya şu gördüğün uzun, kızgıl çızgılar ne ki? dedi. - Huduttur beğem, dedim. - Ee, Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi. - Ya şu mavi boyalı gısım nedir? dedi. - Denğizdir beğem, dedim. - Ya şu nokta nokta siyah çızgılar ne ki? dedi. - Gara pampurdur, beğem, dedim. - Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi. - Bura nire? dedi, parnağınla göstürttü. - İstanbul’dur, beğem, dedim.

- Ya şurası nire? dedi. - Paris’tir, beğem, dedim. - İstanbul’dan Paris’e ne kadar vakitte geden? dedi. - Eşeğinen dört saatte varırık, emma yolda bir ahbab çıgar gayfe mayfe ısmarlar, beş saatte giderim, dedim. - Eşkolsun Ömer Efendi sağa, dedi; galktı ağnımdan şapadanak öptü. Beni gıdemime goydular. Kaynakça: Vikipedia; Edebiyat Forum Hazırlayan: Elif Zaim

heybe gençlik dergisi y

51


N U OYUNU Y O TİYATRO

ORTA

B

aşrollerini Kavuklu ve Pişekâr’ın oynadığı açık alan oyunudur. Tarihi oldukça eskiye dayanır. Anadolu Selçukluları döneminde karşılıklı konuşma esasına dayalı oyunların varlığı bilinmektedir. Osmanlı dönemindeyse çalgılı, dans ve taklitli güldürü amaçlı oyunların varlığı bilinmektedir. Bu oyun türleri Orta Oyunu’nu işaret eder. Meydan oyunu, kol oyunu gibi adlarla anılan Orta Oyunu son biçimini

52 y heybe gençlik dergisi

aldığı 19. Yüzyılda daha çok zuhuri kolu adıyla anılmıştır. SAHNE VE DEKOR Orta oyunu, etrafı kalabalıklarla çevrili geniş bir açık alana kurulmuş, bir metne bağlı kalınmadan oynanan bir oyundur. Orta oyunu mevsimine göre kapalı yerlerde de oynanmıştır. Palanga denen orta oyunu alanı daire ya da elips biçiminde olur ve izleyiciler


U N bu alanın çevresinde sıralanırdı. Oyun alanı ip gerilmiş kazıklarla belirlenirdi. İzleyicilerin hemen önündeki bir köşede çalgı takımı yer alırdı. Orta oyununun başlıca dekoru, yenidünya denen ve evi simgeleyen iki üç kanatlı, kafesli bir paravan ile dükkânı simgeleyen iki kanatlı daha küçük bir paravan ve arkalıksız bir iskemleydi. Oyuncular sandık odası adı verilen soyunma odalarından çıkıp bir yanda bırakılan küçük bir aralıktan alana girerlerdi. OYUNUN BÖLÜMLERİ Klasik Orta Oyunu, Karagöz oyununa benzer bir şekilde ilerler. Mukaddime (giriş), muhavere (karşılıklı konuşma), fasıl ve bitiş bölümlerinden oluşurdu. İlk önce çalgı eşliğinde Pişekâr görülürdü.

TİYATRO

Baş çalgıcı olan zurnacıyla kısa bir konuşma yaptıktan sonra oyunun adını söyleyerek oyunu başlatırdı. Kavuklu bu takdimin ardından yine çalgı eşliğinde oyun alanına girerdi. Bu bölümde muhavere başlardı. Muhavere ikiye ayrılırdı. Birinci bölümü arzbârdı ve bu bölüm Pişekâr ve Kavuklu’nun tanış çıkmalarıyla sonlanırdı. İkinci bölümündeyse Kavuklu’nun sonunda rüya olduğu anlaşılan tekerleme adı verilen öyküsü yer alırdı. Sarıbas seyircinin oyuna ısınmasını sağlardı. Asıl oyunsa fasıl denilen bölümde oynanırdı. Fasılda Kavuklu sürekli sahnede kalır ve yanına gelen çeşitli tiplerle güldürücü konuşmalar yapardı. Zaman zaman Pişekâr’da alana gelir ve yeni tipleri Kavuklu’yla tanıştırırdı. Oyundaki düğüm genellikle sarhoş tipinin ortaya çıkmasıyla çözülürdü. Bitiş bölüheybe gençlik dergisi y

53


TİYATRO mü çok kısa tutulurdu. Kısa bir muhavereden sonra Pişekâr oyunun bittiğini söyler ve şayet bir kusurları olduysa özür diler, yeni oyunun zaman ve yerini açıklayarak çalgı eşliğinde alandan çıkarlardı. KARAKTERLER Pişekâr; kültürlü, Arapça ve Farsça kelimelerle konuşurdu. Kavuklu; Pişekâr’ın konuşmalarını yanlış anlayarak komik duruma düşerdi. Zenne; kadın rollerine denirdi. Ancak bu karakteri kadınlar değil erkekler oynardı. Karadenizli, Rumelili, Kayserili, Ermeni, Rum, Yahudi, Sarhoş, Bekçi gibi farklı karakterler kendi kostüm ve şiveleriyle oyuna renk katarlardı. ORTA OYUNUNUN SON TEMSİLCİSİ Cumhuriyet’ten sonra değişen sanat anlayışına uyum sağlayamayan, gittikçe yaygınlaşan modern tiyatronun gölgesinde kalarak yavaş yavaş yok olan Orta Oyunu’nun son temsilcisi olan İsmail Dümbüllü’nün 1973’te vefat etmesiyle yalnızca Ramazan aylarında hatırlanır hâle gelmiştir.

54 y heybe gençlik dergisi


TİYATRO ORTA OYUNU ÖRNEĞİ

UÇMAK KAVUKLU: Sorma Tosuncuğum, bir felâket atlattım ki tarif kabul etmez... PÎŞEKÂR: Aman, geçmiş olsun Hamdiciğim! KAVUKLU: Geçmiş olsun ki, geçmiş olsun... PÎŞEKÂR: Naklet bakayım, merak ettim. KAVUKLU: Canım, geçende fırtına çıkmadı mıydı? PÎŞEKÂR: Evet, hatta ben korkudan evin bodrumuna kaçmıştım; sen nerede idin? KAVUKLU: Ben göklerde... PÎŞEKÂR: Deme!... KAVUKLU: Nasıl deme!... Hâlâ tir tir titriyorum... Hasım hasım yanıyorum... PÎŞEKÂR: Sakın sıtma olmasın? KAVUKLU: Sıtma kaç para eder!... PÎŞEKÂR: Vah, vah!... Aman Hamdiciğim, anlat bakayım... KAVUKLU: İşte, o fırtına sabahı idi. Rüzgâr daha pek o kadar esmiyor, yağmur azar azar çiseliyordu. Evden şemsiyeyi aldım; açtım: Dırağman, Fethiye yolunu tuttum. Fatih Meydanı'na geldim, rüzgâr ziyadeleşti. PÎŞEKÂR: Açık, yüksek yerde öyledir. KAVUKLU: Baktım ki şemsiye dikilmeğe başladı, nerede ise elimden kurtulacak... Sıkı sıkı sapına sarıldım. PÎŞEKÂR: Allah vere de bocalamayaydın! KAVUKLU: Bocalamak nerede?... Rüzgâr sertleştikçe sertleşti, şemsiye dikildikçe dikildi. PÎŞEKÂR: Aman! KAVUKLU: Amanı zamanı yok... Bir aralık vücudumda bir hafiflik duydum. Dikkat ettim ki Fatih Camii'nin kapısının üstü ile bir hizaya gelmişim... Kurşunlar bana doğru... PÎŞEKÂR: Ne diyorsun? Yat aşağı... Maazallah bir tanesi isabet etti mi? KAVUKLU: Tosun, sen bunamışsın! Tüfek kurşunu değil... Kubbe kurşunları... PÎŞEKÂR: Hay Allah müstehakını versin... Yüreğim hop etti! KAVUKLU: Benimkini sorma, neler etti? Ben, hâlâ yürüyorum zannediyordum. Bir de göz ucu ile bakayım ki ayaklarım yerden kesilmiş, ben, on beş arşın

yükselmiş değil miyim? PÎŞEKÂR - E... Sonra? KAVUKLU: Sonrası, büyük kubbe, derken şerefesi, âlemleri... PÎŞEKÂR: Ya düşseydin? KAVUKLU: Kabil mi? Şemsiyenin sağlam olduğunu biliyordum. Artık aşağılara bakmıyordum. Gözlerim kararır diye korkuyordum. Uç babam, uç... PÎŞEKÂR: Oh, ben senin yerinde olsam çaylak maylak, akbaba kovalar, yakalardım. KAVUKLU: O havada rast gelirsen... PÎŞEKÂR: Aman Hamdiciğim, bir şeyi daha merak ettim... Yolu nasıl buluyordun? Pusulan var mıydı? KAVUKLU: Pusulam yoktu amma, cebimde, kâğıdının üzeri haritalı cigara kâğıdı vardı; çıkarıp bakıyordum. PÎŞEKÂR: Acaba, nerelere kadar gittin? KAVUKLU: Düz gitseydim, muhakkak Şam'ı bulmuştum... Fakat dik gittiğim için, haritadan bulunduğum noktayı tayin ettim ki Çukurbostan üzerindeyim. PÎŞEKÂR: E... Ne ise? Pek o kadar uzun değil.,. KAVUKLU: Evet... Ne diyordum... PÎŞEKÂR: Çukurbostan üzerindeyim, diyordun! KAVUKLU: Ha... Bir de, rüzgâr birdenbire kesilmez mi? Başladım inmeğe... PÎŞEKÂR: Aman! KAVUKLU: Aman ki aman... Tam yarı yola kadar indim, güneş de çıktı... Çıkar çıkmaz gözlerim kamaştı... Ne oluyorum demeğe kalmadı, şemsiye 'Paff!' dedi, delindi... PÎŞEKÂR: Eyvah! KAVUKLU: İşitiyordum, mahalle çocukları, "Gökten adam yağıyor!" diye bağırıyorlardı. Onları dinleyeyim derken, şemsiye tersine döndü. Harita elimden düştü. Ben de kendimi bıraktım. Okuduğunuz metinde Kavuklu, fırtınalı bir günde şemsiyesiyle birlikte nasıl uçtuğunu, abartılı bir biçimde anlatıyor. Güldürü un-surunu bu abartılı söyleyiş sağlıyor. Pişekâr onu büyük bir heyecanla dinliyor. İlginç sorular sorarak seyircilerin merak ve ilgisini çekmeye çalışıyor. Sonunda olayın bir rüya olduğu anlaşılıyor. Kaynakça: Vikipedia, Edebiyat Forum Hazırlayan: Elif Zaim

heybe gençlik dergisi y

55


DİL

Hazırlayan: Ayşe Betül BAL / Rümeysa Beyza ALTUNDERE

1) What is your name? -I’m Fatıma. 2) Where are you from? -I am from Palestine. 3) How old are you? -I’m 21 years old. 4) What is your job? - I am college student. 5) When and why did you come to Turkey? - I came here last year because of the war.

56 y heybe gençlik dergisi

We had hard conditions in there so we decided to come here. 6) When did you come to Turkey at the first time? Have you ever came here to travel before the war? -No,I havent. It’s the first time. 7) Did you come here with all of your family members? -I came here with my parents, my little sister, my grandmother, my aunts and their children.


DİL

1) Adınız nedir? -Fatma. 2) Nerelisiniz? -Filistinliyim. 3) Kaç yaşındasınız. -21 yaşındayım. 4) Mesleğiniz nedir? -Üniversite öğrencisiyim. 5) Türkiye’ye ne zaman ve niçin geldiniz? -Geçen sene savaştan dolayı geldik. Zor

şartlarda yaşıyorduk bu yüzden taşınmaya karar verdik. 6) Türkiye’ye ilk ne zaman geldiniz? Savaştan önce gezme amacıyla gelmiş miydiniz? -Hayır gelmedim. Bu ilk gelişim. 7) Bütün ailenizle mi geldiniz buraya? -Annem, babam, kızkardeşim, babaannem, yengemler ve onların çocuklarıyla geldik. heybe gençlik dergisi y

57


DİL 8) Do you have any relatives that still living in your country? -My two brothers and uncles are still living there. Also most of my distant relatives are living different cities in Palestine. 9) Why they did not come here? - Because Palestine is our country. We have to stay there and defend what is ours. They did not want to leave their hometown. And my father came with us to protect us. 10) Do you feel comfortable when your relatives are fighting there? -It’s not about feel comfortable or not. My soul,heart and prayers aiways with them. I know that Allah does not leave them alone. 11) How often can you have news from them and can you go your country whenever you want?

58 y heybe gençlik dergisi

- We can not connect with our relatives often, unfortunately. And we can not go there whenever we want. Because it is hard to go or leave Palestine. We do not own passports. We use Jordan or Israel passports. 12) Is there anybody who is closed to you and killed in the war? -One of my closest friend was killed in last year. 13) How old was she? -She was 20. 14) What do her family think about this situation? - They know that she is not dead but she is martyrs and they can meet after this life, inshAllah. We Muslims could only keep fighting and believe the victory if we member this truth.


DİL 8) Hala Filistin’de yaşayan akrabalarınız var mı? -2 erkek kardeşim, amcamlar orada yaşıyor ve birçok uzaktan akrabamız da Filistin’in değişik şehirlerinde yaşamaya devam ediyorlar. 9) Peki onlar neden gelmedi? -Filistin bizim ülkemiz. Orada kalmalı ve sahip olduğumuz şeyleri savunmak zorundayız. Onlar memleketlerinden ayrılmak istemediler. Babam da buraya bizi korumak için geldi. 10) Onlar orada savaşırken siz burda kendinizi rahat hissediyor musunuz? -Bunun rahat hissedip hissetmemekle alakası yok. Benim ruhum,kalbim ve dualarım onlarla. Allah’ın onları yalnız bırakmayacağını biliyorum. 11) Oradaki akrabalarınızdan ne kadar sıklıkla haber alabiliyorsunuz ve ülkenize istediği-

niz zaman gidip gelebiliyor musunuz? -Çok sık haber alamıyoruz maalesef ve istediğimiz zaman da gelip gidemiyoruz. Çünkü kendi pasaportlarımız yok. Ürdün veya İsrail pasaportu kullanıyoruz. 12) Size yakın kişilerden hiç savaşta öldürülen var mı? -Evet yakın arkadaşlarımdan biri savaşta öldürüldü. 13) Kaç yaşındaydı? -20 yaşındaydı. 14) Ailesi peki bu durum hakkında ne düşünüyor? -Onlar kızlarının ölü olmadığını ancak şehit olduklarını biliyorlar. Ve bu hayattan sonra onlar buluşacaklar,inşAllah. Biz Müslümanlar ancak bu gerçeği hatırlarsak savaşmaya devam edebilir ve zafere inanabiliriz.

heybe gençlik dergisi y

59


DİL 15) Would you want to be her? - Of course, patriotic death is in the dreams of every Palestinian, I believe. 16) Are you satisfied in Turkey? What do you think about Turkish people? How are their behaviors against you? -I think, Turkish people are very kind and helpful to us. They are trying to talk and understand me even if they do not know my language. They are doing their best to feel me comfortable in their country. I am very grateful. 17) Did you use to live in Turkey? - Yes, thanks to my Turkish friends. 18) Do you think that if the war is ended, you will turnback to your country? - Yes but probably after graduated from the university I will return to my country whether the war ended or not. Of course, we all hope that it would end soon. 19) So, will you continue to your education in Turkey? - I hope so. 20) How do you earn money? - I have Turkish Government scholarship. Also I am doing translations in English and Arabic. 21) What can you tell us about the war news? What do you think about them, are they enough? - Altought people are talking about the war all the time or non-governmental orga-

60 y heybe gençlik dergisi

nizations trying to increase people’s awareness of this situation, newspapers and news do not attach neccessary importance. I think these innocent people in Palestine or the other places on the Earth should be reminded to people by newspapers and social media. Muslims should not forget about their sisters and brothers are living in hard conditions. 22) Eventual, do you you have anything to tell us? - As a result, I want to say all my Turkish sisters and brothers to remember their Muslims brother all over the world and pray for them. We believe the same religion and we are brothers even if we have different languages or colour of skins. May Allah reach all of us to beautiful and peaceful days, Ameen.


DİL 15) Onun yerinde olmak ister miydiniz? -Tabiki. İnanıyorum ki, bütün Filistinlilerin hayali vatanlarının uğruna ölmektir. 16) Türkiye’den memnun musunuz? Türkler hakkında ne düşünüyorsunuz? Size karşı tutumları nasıl? -Bence Türkler bizlere karşı çok yardımsever ve nazikler. Onlar benim dilimi bilmemelerine rağmen benimle konuşmaya ve beni anlamaya çalışıyorlar. Beni ülkelerinde rahat ettirmek için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyorlar. Çok minnettarım. 17) Türkiye’de yaşamaya alıştınız mı? -Evet Türk arkadaşlarım sayesinde. 18) Eğer savaş biterse ülkenize dönmeyi düşünüyor musunuz? -Evet ama muhtemelen üniversiteden mezun olunca savaş bitse de bitmese de ülkeme döneceğim. Tabiki temennilerimiz savaşın bitmesi yönünde. 19) Yani eğitiminize Türkiye’de devam edeceksiniz? -Öyle umuyorum. 20) Geçiminizi nasıl sağlıyorsunuz? -Devlet bursum var. Ayrıca Arapça ve İngilizce çeviriler yapıyorum. 21) Bize savaş haberleri hakkında

ne söyleyebilirsiniz? Onların yeterli olduğunu düşünüyor musunuz? -İnsanların sürekli savaşı konuşmalarına ya da sivil toplum örgütlerinin insanların bu konudaki bilinçsizliklerini azaltma çabalarına karşı gazeteler ve haberler gerekli önemi vermiyor. Bence Filistindeki ve Dünya’nın öbür yerlerindeki bu suçsuz insanlar insanlara gazeteler ve sosyal medya aracılığıyla hatırlatılmalı. Müslümanlar, kardeşlerinin zor şartlar altında yaşadıklarını unutmamalılar. 22) Son olarak bize söylemek istediğiniz bir şey var mı? -Sonuç olarak bütün Türk kardeşlerime Dünya’nın her yerindeki Müslüman kardeşlerini hatırlamalarını ve onlar için dua etmelerini söylemek istiyorum. Aynı dine inanıyoruz ve farklı dillere ve ten renklerine sahip olmamıza rağmen bizler kardeşiz. Allah bizleri güzel ve barışdolu günlere ulaştırsın. Amin...

heybe gençlik dergisi y

61


62 y heybe genรงlik dergisi


Sade

ve Özlülük Üzerine

1.

İncir ağacı anlatıyordu. Eskiden yanımda bir çam ağacı vardı. Uzun mu uzun, gür yapraklı, heybetli bir ağaçtı. Yaprakları arasında pek çok kuşun yuvası vardı. Uzun boyuyla yüksekten bakardı diğer ağaçlara. Yaz geldiğinde cıvıl cıvıl sesler taşardı o çamdan, ama yine de çocukların dallarımda eğlenerek meyve toplamasını kıskanırdı. Kışa doğru yapraklarım dökülmeye başladığında “Bak çocuklar seni terk etti, hem çıplak hem yalnız kaldın.” diyordu. Kış gelip çattığında hava sertleşmişti. Günler rüzgârlı yağmurlu geçmeye başlamıştı. Fırtınalı bir havada çam ağacı çok zor durumda kaldı, çünkü rüzgâr gür yapraklı gövdesini iyice sarsmaya başlamıştı. Fırtına daha şiddetlendiğinde çamın dayanacak gücü artık kalmadı ve gürültüyle devrildi. Çam, yapraklarıyla beraber

toprak olmuştu, ama ben baharda yeniden yeşerecektim.

2.

Ve Fuzulî dedi ki, “Öyle zâif kıl tenimi firkatinde kim Vaslına mümkün ola yetirmek sabâ beni.” Yani; ey sevgili, ayrılığında bedenimi öyle zayıflat ki, sabah yelinin beni sana kavuşturması mümkün olsun.

3.

Fazlalıklarından kurtulmalısın. Kalabalıklarından kurtulmalısın. Yükselmek için fazlaca ağırsın, yükünden vazgeçip hafiflemelisin. Sade ama özlü olmalısın. Sade, çünkü gereksiz şeyler seni yorar; özlü, çünkü kalabalıkta kendi özünü unutursun.

heybe gençlik dergisi y

63


Haz覺rlayan: PINAR ATAV - Emre Nur

64 y heybe gen癟lik dergisi


Hayatın içinden deyince, ilk önce ne yazacağımı bilemedim. Daha sonra rahatsızlandım. Devlet hastanesının acil bölümüne gitmek zorunda kaldım. Yattığım yerde etrafıma baktım. Bir anda kendimi toparlamaya çalışırken, bir yandan da etrafı inceledim. Hastaların biri gelip, biri gidiyordu. İlk önce sağ tarafında, bir bayana araba çarpmıştı. O geldi. Çarpan kişilerde yanındaydı. Rötgene gidip geldi. Ayağında kırıklar olduğunu ve ameliyat olacağı söylendi. Hastanın anlattığına göre “ameliyat olamayacağını, hasta bir babası olduğunu, hem de çalıştığını ona baktığını” söylüyordu. Daha sonra karşıma iki tane sarhoş ve yanında bir tane aklı başında biri geldi. Bir kaç defa girip çıktılar. Aklı başında olan kişi, ötekilere “Konuşmayın. İnsanları rahatsız ediyoruz ve fazla konuşmayın” diye habire onları uyardı. Birinin koluna dikkatli baktığım zaman hem bandajlı hemde kolunda çizikler olduğunu gördüm. Bir yandan korktum ve bir yandan da ürperdim. Öbür şişman olan da hasta sahibinin birine seslendi. “Bakarmısın bana” dedi. O da “efendim” diyerek gitti sonra. “Ölmek istiyorum” diyerek bağırdı. Hasta sahibi “niye ölmek istiyorsun”. O da “çocuğumu benden aldılar” dedi. Hasta sahibi “niye ölesin ki” diye cevap verdi. O anda şunu düşündüm. “ O canı Allah verdiyse, yine Allah alır. İnsan hayata karşı savaşmalıdır” diye düşündüm. Yaşadığım ve gözlemlediğim bu olay bana çok şey öğretti ki, sadece bunlardan bir iki tanesini söyleyebilirim. İstersen dünyanın en zengin insanı ol, sağlığın iyi olmadığı sürece hepsi boş.. Öbür taraftan Allah’a şükrettim. Sağlığım yerinde , yürüyebiliyorum ve konuşabiliyorum. Diyorum ki “Her şerde bir hayır vardır”.. Bununda hayrı buraya gelip, bu ortamı görüp ve kendi halime şükretmek.. Büyüklerimiz der ki “Ayda bir hasta ziyareti, kabir ziyareti ve akraba ziyareti yapmanın insana bir çok yönden öğretici olduğunu söylerler”.. Bu gerçekten doğruymuş.. heybe gençlik dergisi y

65


ZULÜM Mazlum coğrafyalara selam olsun... Karanlık sisten geliyor çığlıklar Sesler, acılı inleyişler ve hıçkırıklar Bazen analar bazen çocuklar İnim inim adını haykırırlar DUYMAZ MISIN? Her evden yükselen bomba sesleri Ardı sıra gelen sessiz ağıtlar Kurşunlara dizilmiş küçük bedenler Gözü açık gider can verenler GÖRMEZ MİSİN? Yüreklerde iman dillerde tekbirler Şehitlerine ağlar gökteki melekler Arşı alayı durmadan titreten sesler Çok yakından gelir sana DUYMAZ MISIN? Kan damlaları yağmur olup aktı deryalara Bir tek Özgürlük kaldı topraklara Son nefes verilirken gözler takıldı simalara Kutlu bir şehadet düştü ruhlara GÖRMEZ MİSİN?

Sana ötelerden binlerce mesaj gelmiş Zulme karşı sesini yükselt diye gelmiş “Bizi anlamayan bizden değil” denilmiş Ey dost bu sözleri ANLAMAZ MISIN? Sen aydınlıkta onlar karanlıkta Sen mutlu iken onlar anlamsız korkularda Zulüm! Zulüm! diye dilleri haykırmakta Gittikçe ümitleri kararmakta, hala ses VERMEZ MİSİN? Yer gök dile geldi; biri kurudu biri kuşandı karanlıklara Yerdeki annnenin yüreği patladı; kapandı konuşmalara Acıya diller sustu, kelimeler esir kaldı yüreklerde Yükseldi semalarda ‘Ya Kahhar’ nidaları Ey Dost DUYMAZ MISIN? Gökhan KILIÇARSLAN...


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.