HAY HAK
MİLLİ SİNEMA
KOKAKOLA İFTARDA
Biri mektepli, görgülü, diğeriyse halkın sesi. Karagöz ve Hacivat’tan başkası değil.
Sanat insanın dünyayı algılama ve anlamlandırmasına estetik bir boyut katar.
İçe içe bitiremediğimiz şu meşrubâtı, anlata anlata bitirebilmek gâyesiyle...
heybe Yıl: 1/2014 Sayı: 4 - Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisi
Gençlik Dergisi
HOŞ GELDİN
ŞEHR-İ BEREKET
röportaj
Üsküdar Belediye Başkanı
Hilmi Türkmen
Editörden; Bir Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisidir
YIL: 1 - 2014 SAYI: 4
VAHDETİN GÜLÜ
İmtiyaz Sahibi HİLMİ TÜRKMEN
Ondört asır evvel yine bir böyle geceydi. Kumdan ayın on dördü bir öksüz çıkıverdi. Bahardı... Dışarda, kumların üstünde, kahrı da, zehri de zevk adına yutan insanlardı... Çıldırmış azgınlıkların pençesinde beşer bir canavardı. Ve zamanın paslı aynasında eskiyen yürekler kayalar kadardı... Bahardı... İçerde, û‚mine’nin kucağında, nur ile yıkanmış bir Gül kokusu vardı... Kaç bin senedir beklenen yâr, meğer o yârdı. Arasına sınır taşları dikilmiş zamanın saadet damıttığı çağlar, işte o çağlardı. Gece seherlere uzardı ve dudaklarında û‚mine’nin “Gülüm! ” diyen bir gülümseme tekrarbetekrardı. Sevgili o gece bir “Gül” oldu, ve beşeriyet gülü bir cins ad olmaktan o gün çıkardı. Gel ey vahdetin Gül’ü, hasretin Gül’ü... Kokunla gel ve renginle gel! .. İlhamın ve âhenginle gel! .. Aşkınla olmazsa sevginle gel! .. Gel ki serazad kuşlarca süzülsün yürekler çiçeklere; ve çiçekler yenik düşsün aşkını eleyen kelebeklere... Gel de, gizemli alfabelerle yazılmış mektuplarını bebekler okusun; gel, kınalı parmaklar tezgahlarda cümle cümle şiirlerini dokusun... Ay vurgunu gecelere şavkı dökülsün nurunun, neyler üveyiklere ağlasın ve ölümsüz besteleri Gül adına çalınsın aşk tanburunun. Gel ey günlüklerde yığın yığın gözyaşlarıyla kararan bahtımızı Gül’e döndüren Haberci... Gel ey, sevgilerinden sıyrılan vicdanları mor salkımlı zamanlarda kurtuluşa ulaştıracak Elçi... Şafaklarına kırağı düşmüş aldanışları pişmanlıkla yuyup yıkayan ihtiyar adamlar ve genç kızlar için gel, aşksızlığının kör akşamlarını mezar taşlarında tekrar be tekrar okuyan dolunaylar ve yıldızlar için gel. Yıldızlarına uyabilelim diye bizi şevklendirmek ve şavklandırmak için de gel; birimizi birimize sevdirmek, birimizle birimizi sevindirmek için de gel... Mekanların daraldığı ve zamanların dürüldüğü depremler gibi gel ve titret içimizi Sevgili... Ta ki bülbüller bir Gül için söylesin en müstesna şarkılarını...
YAYIN DANIŞMANI SEMA SİLKİN YAYIN YÖNETMENİ AŞKIN YILDIZ HAZIRLAYANLAR Tiyatro kulübü Salih Koçhan, Seda Aracı ve Elif Zaim Güzel Sanatlar Nagehan Özbilgen -Zehra Zeyneb Gönç- cemre Yıldızer - Nurgüzel korkmaz Siyaset DüşÜnce Gökhan Kılıçarslan, Merve Nur Yolaldı, Fatih Emirdağ Sinema Rabia Nur Ay, Talha Ulukır Müzik Furkan Paşalioğlu, Maide bukem erdündar Edebiyat Emre Nur, Mehmet ipek, Ezgi Ateş Medya Doğukan Sanal Fotoğrafçılık Muhammed Atıf Yükseloğlu, Serra İnner, Muhammed Hüseyin Pınar Atav, Şeyda Odabaş Bal, Ayşegül Düğdü Dil kulubü İsmail Sevim, Azade Sel Tarih Tuğçe Bal GÖRSEL TASARIM HÜSEYİN KIZILAY ADRES BURHANİYE MAH. GENÇ OSMAN SK. NO: 13 ÜSKÜDAR - İSTANBUL TELEFON: (0 216) 401 10 30 WEB ADRESİ www.heybedergisi.com MAIL: bilgi@heybedergisi.com
İçindekiler İçindekiler
34
İslam Fetihleri:
İ’LAYI KELİMETULLAH Camilerin Önemi
16
MESUT UÇAKAN 6
Üşümeyecek miyiz? 60
28
Ramazan Ayının Anlam ve Önemi
Eski Ramazan Kültürümüzden
10
SİNEMA
S
Hazırlayan: MÜNTEHA KOR
İ L L Mİ A M E SİN
anat insanın dünyayı algılama ve anlamlandırmasına estetik bir boyut katar, ruhunda uyandırdığı hoş duygularla birlikte sanatkarına; algı oluşturmada ifade özgürlüğü tanır. Bunun için sinema yedinci sanat olarak kabul edilmiş, sosyal, kültürel, manevi, siyasi mesajların geniş kitlelere ulaştırılabilmesi için bir kitlesel iletişim aracı olarak görülmüştür. Sinemanın toplum üzerindeki etki gücünün şuurunda olan, toplumu değiştirip dönüştürmeyi dert edinmiş; “Derdim var” diyen sinemacılar, kaybedilmeye yüz tutan değerlerimizi tespit ederek bunların üzerinde çalışmalar yapmayı hedeflemişlerdir. Ürettikleriyle 70‘lerde bir kamuoyu oluşturmaya
6 y heybe gençlik dergisi
başlamışlardır. Milli şuur ve manevi duygulardan beslenen, bize bizi hatırlatan milli sinema akımı, 90‘larda en parlak dönemini yaşamış, sonrasında ise iktisadi nedenlerden dolayı durgunluk sürecine girmiştir. Yücel Çakmaklı, Mesut Uçakan, İsmail Güneş, Salih Diriklik gibi isimlerin yanısıra Metin Çamurcu, Mehmet Tanrısever, Nurettin Özel de milli sinema akımını temsil eden yönetmen ve sanatçılarımız arasındadır. Bu yıllarda toplum değerlerini yozlaştırmaya yönelik çalışmalara karşılık olarak varlıklarını ortaya koyan, yukarıda ismi geçen milli sinemacıların her biri önemli bir inanç ve aksiyon insanıdır. Dinini hakkıyla yaşamak
SİNEMA isteyen Müslüman halkın zulüm gördüğü, akşam aynı filmlerin gösterimini yapan adeta dışlandığı bir ortamda, karşılaştıkları onlarca bir sinema salonu görevindeydi. Bir kez kapızorluğa rağmen filmler çekmiş, mazlumun yadan giren bu filmleri izlemeden evden çıkanında bir duruş sergilemişler, mazdı. Bu film kasetlerinden onların yalnız olmadıkları en çok aklımda kalanlardan Milli sinemanın vurgusunu yapmışlar ve dini dertli yönetmenleri biri Mesut Uçakan Hoca’nın değerlerinden uzakaşan bir “Yalnız Değilsiniz” filmi sinemayı bir cihat toplumun buhranını başarılı aracı olarak görmüş, olmuştur. “Bu defa ağlamabir şekilde beyaz perdeye yacağım” dediğim ama her madde üzerindeki yansıtmışlardır. defasında başarısız olduğum kurdukları Çekilen filmler o döölüm sahnesini bilmiyorum hakimiyetle, nemde insanların üzerinde kaç kez izlediğimi. O yıllarda insanların düşünce annem İngilizce öğretmegüçlü bir tesire sahipti. Bu filmleri kendilerine bir desve ruh dünyalarına niydi. Başörtüsünden dolayı tekçi olarak gören insanların yeni boyutlar katmış, yaşadığı sıkıntılar evimizde ruhlarındaki birlik beraberlik hep gündemdeydi, anlamaya sonsuzlara kapı duygusu canlanıp, İslam daçalışırdım onun üzüntüsünü. aralamışlardır. vasına daha sıkı sarılmalarına Yalnız Değilsiniz’de izlediğim vesile olmuştur. O yıllara ait benim de hafızamSerpil’in başörtüsü mücadelesi, bu konuda algı da kalan bazı kareleri paylaşmak istiyorum, 4 ve hassasiyet geliştirmemde çok etkili oldu. Buyaşlarında küçük bir kız çocuğuyken evimizde nun nedeni de sinemanın muhatabı üzerinde sürekli benzer filmlerin bıraktığı anlam derinliği. izlendiğinin Milli sinefarkındaydım. manın dertli Özellikle akşamyönetmenları oturmaya leri sinemayı gelen misafirlerle bir cihat aracı anlamadığım olarak görmüş, ama oldukça madde üzerinciddi meseleler deki kurdukları olduğunu düşünhakimiyetle, indüğüm, hararetli sanların düşünce siyasi konuşmaların ve ruh dünyalarına ardından, babam bir yeni boyutlar katfilm kasedini açar ve mış, sonsuzlara kapı İsmail Güneş thep beraber o filmi aralamışlardır. Yücel Çakmaklı izlerdik. Evimiz her Allah onlardan razı olsun. heybe gençlik dergisi y
7
SİNEMA
Hazırlayan: ÖMER ÇEŞİM
Mesut Uçakan M
esut Uçakan, Türk sineması için çok özel bir isim. Sinemada var olmanın mücadelesini sadece kendisi için değil, görmezden görülen bir kitle için de vermiş bir yönetmen. Yok sayılan sorunları beyaz perdeye yansıtan, önemsediği dertleri sahiplenen, güzel bir yürek. 1953 Kırıkkale doğumlu Mesut Uçakangençlik yıllarında şiir yazma sevdasına düşmüş
8 y heybe gençlik dergisi
ve şair olma isteğinin peşinden gitmiş. Babası onu göndermese, İmam Hatip'e gitme gibi bi isteği yokmuş hiç. "İmam Hatipli olmak" o yıllarda ağır gelse de şimdilerde bu sıfatla gurur duyduğunu söylüyor. Henüz ortaokul yıllarındayken şiirleri çok beğenilen Uçakan o yıllarda bir roman da yazar ancak bunları kitaplaştırmaz. İstanbul'da yaşama hevesi fazlasıyla kendini sardığında cebinde biraz para ile İstanbul'a gelir. Çok geç-
SİNEMA meden İstanbul'da Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümünü kazanan uçakan için İstanbul'da yaşamak o kadar da kolay olmayacaktır. Bu şehirde tutunmak için para lazımdır, sayfalar dolusu dizeleri olduğu halde parası yoktur Uçakan'ın. Ailesine maddi zorluk çıkarmak istemeyen bu şair yürekli genç adam Beyoğlu'nda helva satarak geçimini sağlamaya çalışır. Ardından birkaç filmde figuranlık yapar. Nitekim şair olmak için geldiği İstanbul'da kendisini başka bir aşkın içinde bulur. Bu öyle bir aşktır ki şiir aşkını bile bastırır Uçakan'ın: Sinema aşkı. Bu işin helva satarak, figuranlık yaparak gitmeyeceğinin farkına varan Uçakan, kendisi gibi sanata gönül vermiş insanlarla beraber güzel
adımlar atmak ister. Nihayetinde bunu nerede yapabileceğini fark eder, Milli Türk Talebe birliği'nin sinema klübüne girer ve uzun bir süre orada kalır. Setlerde figuranlıkla başlayan Uçakan ardından asistan olarak çalışmaya başlar. Sonra arkadaşları ile harçlıklarını biriktirerek film çekmeye çalışır. Sinema dergisi çıkarır, kendini bu alanda yetiştirmek için elinden geleni büyük bir fedakarlıkla yapmaktadır. Nihayet profesyonel yönetmenlik hayatına başlar. Bazılarının kendi yazdığı, bazılarının yapımcılığını da üstlendiği filmler ardı ardına gelir. Reis Bey'den, Kelebekler Sonsuza Uçar'dan Anne ya da Leyla'ya ve Anka Kuşu'na kadar uzanan bu güzel serüven böylece başlar.
Uzun metraj filmleri k Lanet (1978)
Birliği en iyi yönetmen ödülü - BİRSAD en iyi film k Ölümsüz Karanfiller (1995) k Anne ya da Leyla (2005) k Anka Kuşu (2006)
(1986) - TRT k Rahmet ve Gazap (1982) k İstiklâl Marşı Şairi Mehmet Âkif Ersoy (1996) - T.C. k Öç (film) (1984) Kültür Bakanlığı k Sessiz Ölüm (1985) k Yapayalnız (1986) k Deprem ve Merkez Üssü Gölcük (2000) - Gölcük Bek Zeynepler Ölmesin (1987) lediyesi k Reis Bey (1988) - T.C. Kültür Bak. başarı ödülü - T.C. Televizyon Filmleri k Hacc Sonsuza Doğru Yazarlar Birliği en iyi film (2003) - Kanal 7 k Kavanozdaki Adam (1987) - TRT (5 bölüm dizi) k Yalnız Değilsiniz (1990) k Gönül Dosta Gider (2005) k Sonsuza Yürümek (1991) k İnsanlar Yaşadıkça (1989) - Beyza Müzik - Diyanet İşleri Başkanlığı k Çöküş (1992) k Tuna Nehri Aksam Diyor (8 bölüm dizi) (2011) k Sevdaların Ölümü (1992) k İskilipli Atıf Hoca / Kelek Otel İstanbul (2005) -TRT bekler Sonsuza Uçar (1993) Kitapları Antalya Altın Portakal Halk Dramatik belgesel filmleri k Sıkı Tut Ellerimi (Şiir) Jürisi ödülü - T.C. Yazarlar k Ahmet Hamdi Tanpınar k Türk Sinemasında İdeoloji heybe gençlik dergisi y
9
EDEBİYAT
Hazırlayan: Emre Nur
Bu gece ayı gördüler Yüzlerin yere sürdüler Donandı kandiller ile Camiler ziynet buldular diyerek Ramazan ayının geldiği bilinir. Esnaf dükkânlarından evlere kadar hazırlıkların çoktan başladığı zamanlarda esnafın yaptığı hazırlıkları görerek davulunu meydana çıkarıp provalar yapmaya başlayan Ramazan davulcusunu güzel üslûbuyla
10 y heybe gençlik dergisi
şöyle anlatır Ahmed Rasim: Mahalle bakkalının, köşedeki şekercinin, ilerdeki kalaycının, turşucu Hüseyin ağanın tutuldukları teşebbüs derdi bekçiyi de huylandırır; mevsimine göre davulunu gerdirir, gevşetir, tâ üst baştaki viranede bir iki provadan sonra ipinden tutarak bir kere de imam efendi, ikinci muhtar, müezzin, mahalle ihtiyarlarından Hacı Saim efendinin oturduğu Yüksek Kahvede tekrar eder, bundan sonra beş-
EDEBİYAT
on mahalle çocuğunun sessiz uğurlamaları arasında odasına götürüp asar. Evlerde Ramazan ayı yaklaşırken girişilen temizlik faaliyetleri sırasındaki cümbüşü ise şöyle renkli bir üslupla tasvir eder: Bir hüngürdü: —Ocakları süpürelim! Bir zırıltı: Oyuncakçı geçiyor, ardı sıra büyük kaynananın lânet okuması: —Aman bu mıymıntı herif! Bir şarıltı, çamaşır leğeni dökülüyor... —Ayy!.. Sıçrattın!.. bir bağırış... Dilenci geçiyor! —Mübarek günler hürmetine!.. sesleri işitilirdi. Esasında Ramazan hazırlıkları aylar öncesinden başlardı. Ramazan boyunca daha az
para ve emek harcamak üzere yaz veya kış Ramazanları için farklı yiyecekler hazırlanırdı. Sahurluk ve iftariye olarak erişteler, çörekler, pastalar, hoşaflık meyveler, tarhanalar, turşular, pastırmalar ve daha pek çok yiyecek günler öncesinden hazırlanıp kilerlere yerleştirilirdi. Şaban ayının sonlarına doğru ayın halleri takibe başlanır ve hilal göründüğü gibi davullarla ve toplarla, o gece sahura kalkılması için halk haberdar edilirdi. Ramazan’ın en önemli habercilerinden olan camilerin İstanbul’da üç büyüğü bir Ramazan manisinde şöyle geçiyor: Guş ederseniz bizleri Medh edelim camileri Ayasofya Camii’dir Cümle camiden ileri heybe gençlik dergisi y
11
EDEBİYAT
*** Bekçiniz gelsin lisana Getirsin cümle beyana Sultan Ahmed Camii’nin Minaresi altı dane *** Süleymaniye güzeldir Hem binası bî-bedeldir Tavanından sular akar Şadırvanı güzel mahaldir Cümle camiden ileri dendiğine göre Ramazan’ın dinî havasının en coşkulu halde yaşandığı, teravihte en çok dolan cami Ayasofya idi. Ancak Ramazan’da cami dediğimizde ilk aklımıza gelenlerden biri olan ve İstanbul’da icat edilen mahya, rivayete göre, ilk olarak bu camilerin birinde değil, Fatih Camii’nde asılmıştır. Bu bilgi kesin değildir,
12 y heybe gençlik dergisi
zira 1578 senesinde İstanbul’a gelen Alman seyyahı Schweigger’in seyahatnamesinde yer alan bir tasvirde minareler arasındaki mahya açıkça görülmektedir (Nebi Bozkurt, İslam Ans.). “Safa geldin ya şehr-i Ramazan, on bir ayın sultanı, leyle-i kadr, bismillah” gibi ibarelerle bazen de motiflerle şehirlerimizi süsleyen mahya ustalarının bu mesleği Osmanlıda önemli bir hüner sahası haline gelmişti. Öyle ki hareketli mahyalar bile geliştirilmiş, tek minareli camilere şerefe ile kubbenin tepesi arasına mahya gerilir olmuştu. Osmanlının son döneminde, o güne kadar kullanılan kandil yerine elektrikli ampuller denenmiş, ancak
EDEBİYAT
diğeri kadar güzel bulunmamıştır (a.y.). Ramazan’ın bereketinin zengininden fakirine donattığı iftar sofraları hazırlanması, başında edilen dualar ve iftarın açılması Ramazan’ın en akılda kalan vakitlerini oluşturur. İftar sofrası bütün evlerde her zamankinden farklıdır. Bu bereketli ayda ziyafete dönüşen sofralardan oruç ibadetinin de verdiği huzurla mutlu kalkılır. İftarlar davetlerle daha renklenir, neşelenir. Ramazan ayı sadece oruç ibadetinin yerine getirildiği bir ay değildir. Ülkemizde, diğer İslam coğrafyalarından farkı olarak, bu ayın taşıdığı kutsiyet içinde pek çok millî ge-
lenekler ortaya çıkmıştır. Çocuklardan ihtiyarlara kadar her yaşta insana Ramazan ayının âdetleri değişik anılar yaşatır. Ramazan bundan dolayı, tüm yılın özlenen ayıdır. Ramazan kendisine has eğlenceleri ile de unutulmayan bir ay olmuştur. Ramazan eğlenceleri için en uygun zaman teravihle sahur arasındaki vakittir. Evlerde oynanan oyunlarla, söylenen türkülerle, manilerle, bilmecelerle; anlatılan halk hikâyeleriyle, fıkralarla zaman geçirilirdi. Semaî kahveleri Karagöz seyretmeye ve meddahları dinlemeye gelenlerle dolardı. Ramazan’ın on beşinden sonra teravihlerde “Merhaba ey Ramazan” ilâhîleri, yerini Ramazan’ı uğurlayan ilâhîlere bırakırdı. Son günlerin burukluğu bayram hazırlıklarının telâşına karışır, Ramazan huzurla tamama erdirilirdi. Son olarak, bir Bektaşî fıkrası ile bitirelim: Bektaşî’ye “Baba, acaba Ramazan bizden memnun gitmiş midir?” diye sorduklarında şu cevabı vermiş: “Memnun gitmese her sene on gün erken gelir mi?” heybe gençlik dergisi y
13
EDEBİYAT
HASRET SOKAĞI Arnavut kaldırımlı bir sokaktan geçtim bugün Gölgesiz yol yalnızlığıyla kavrulurken sıcakta. Sıra sıra evlerin yalnız birinde açmıştı gün, Gerisi, dalmıştı sanki yazda kış uykusuna. Bu yerde bir farklı doğardı güneş evvelden, Ramazan’a kavuşunca yükselirdi şükürler, İlahi bir yerdi “Huzur Sokağı” denilen, Uyanıktı gafletten o mülevves gönüller. Koşarak gelirdi on bir ayın sultanı Tıpkı Güneş’e hasretle yanan Ay gibi, Çölde aşka oruçlu, alim bir bedevi Ya da kışta yazı özleyen kelebek misali… Ve gün batarken top atışını beklerdi çocuklar, Ezan sesiyle lokma lokma bereket inerdi, Sonra özlemle öperdi seccadeyi alınlar, Dualarla rahmet yağmurları düşerdi… Lakin, insanoğlu dalmıştı yazda kış uykusuna Sıra sıra evlerin tek birinde açarken gün. Gölgesiz yol yalnızlığıyla kavrulurken sıcakta, Yeni ismiyle Hasret Sokağı’ndan geçtim bugün.
14 y heybe gençlik dergisi
Şiir: Ezgİ Ateş
EDEBİYAT
heybe gençlik dergisi y
15
FOTOĞRAF
Hazırlayan: Muhammed Atıf Yükseloğlu
CAMİLERİN ÖNEMİ
16 y heybe gençlik dergisi
FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu
B
ütün inanç sistemlerinde bir kutsal mekân kavramı vardır. İnanç duygusu insanın yaratılış özelliğinden kaynaklandığına göre, istisnalar bir kenara bırakılacak olursa her zaman insanların doğru yada yanlış bir şeylere inandığını düşünmek isabetli olacaktır ve tarih bu görüşü doğrulamaktadır. Hal böyle olunca insanlar, inançlarından kaynaklanan bir takım ritüellerin gereğini yerine getirebilmek için kutsal mekânlar oluşturmuşlar ve bu
mekanlar, bireysel ve toplumsal alanda inançları canlı olarak yaşanılır kılmıştır. Çoğu zaman da yine bu inanç çerçevesinde insanların,sosyal faaliyet alanı olarak sorunlarına çareler aradığı yerler olmuştur buralar. Bu mekânlar anılan dinin özelliğine, inanç içerisinde üstlendiği role göre farklı değer ve yapılara sahiptir. İslam’ın kutsal mekânları olan Camiler ise İslam da hayati öneme haizdir. Camiler; ibadet etme, Allah’ı anma,birlik ve heybe gençlik dergisi y
17
FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Muhammed Hüseyİn Demİrel
FOTOĞRAF: Serra İnner
dirlik, huzur ve sükun mekanlarıdır. Bu itibarla dinimiz; camilere büyük önem vermiştir. Allah’ın(c.c.) evi kabul edilen camiler, İslâm’ın alâmeti sayılmıştır. Camiler, bulunduğu yerin halkının Müslüman olduğunu gösterir. Sevgili Peygamberimiz, yeryüzünde Allah’a en sevimli yerlerin camiler olduğunu bildirmiştir. Öyle ise camilere gelişigüzel değil, en güzel elbiseler giyilerek girilmelidir. Camileri kirletecek, havasını bozacak ve cemaati rahatsız edecek davranışlardan sakınmalıyız.
Cami ve mescitler, aynı zamanda insanlara helal ve haramın, güzel ahlakın, doğruluk ve dürüstlüğün öğretildiği, sevgi saygı ve kardeşlik ruhunun işlendiği mukaddes mekanlardır. Şehitlik ve gazilik mertebesinin yüceliği, vatan savunmasının önemi, iffet ve namusu korumanın onuru gibi birçok dini ve milli şuurun insanlarımıza verildiği ilim ve irfan yuvalarıdır. Camiler, bulundukları yörenin sosyal hizmet ve ilişkilerinde, devamlı ışıldayan ve çevresini aydınlatan birer kandil gibidirler. Camiler,
18 y heybe gençlik dergisi
FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Pınar Atav
FOTOĞRAF:Muhammed Hüseyİn Demİrel
FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu
insanların birbirini sevmelerine de vesile olur. Camilerin ortak kalbimiz olduğunu, oralarda hayat varsa, bizlerde de hayat olacağını bilelim. Bu sebeple camilerle aramızdaki bağları sıcak tutalım. Çocuklarımızı da camilere alıştıralım. Onların temiz kalplerine, din, iman, vatan, bayrak, millet sevgisini yerleştirelim. Müminlerden uzak kalan camiler, matem havasına bürünürler. Onları mahzun bırakmayalım. "Şüphesiz mescitler, Allah'ındır. O halde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin. (Cin
Suresi), 18. Ayet Ey Ademoğulları! Her mescitde ziynetinizi takının (güzel ve temiz giyinin). Yiyin için fakat israf etmeyin. Çünkü o, israf edenleri sevmez. (A'râf Suresi), 31. Ayet Hz Peygamber (sav), şöyle buyurmuştur.: “Bir kişi, Allah’ın farzlarından birini eda etmek üzere evinde güzelce temizlenir ve camiye giderse, onun attığı adımlardan biri günahlarının silinmesine, diğeri de onun derecesinin yükselmesine vesile olur.” heybe gençlik dergisi y
19
FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Pınar Atav
ner
İn FOTOĞRAF: Serra
20 y heybe gençlik dergisi
FOTOĞRAF FOTOĞRAF: Pınar Atav
FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu
FOTOĞRAF: Serra İnner
FOTOĞRAF: Muhammed Atıf Yükseloğlu
FOTOĞRAF: Pınar Atav
heybe gençlik dergisi y
21
DÜŞÜNCE-SİYASET
Hazırlayan: ZEYNEP KARA-RUKİYE KARGIN-AHMET SÜCÜLLÜLÜ
Üsküdar Beledİyesİ Başkanı
Hilmi
Türkmen 22 y heybe gençlik dergisi
DÜŞÜNCE-SİYASET
Mübarek Ramazan ayındayız. Üsküdar’da bu aya mahsus birçok program gerçekleştiriyorsunuz. Sizin için on bir ayın sultanı Ramazan Ayını diğer aylardan farklı kılan nedir? Ramazan ayını farklı kılan o kadar çok sebep var ki… Ancak özetlemek gerekirse, sizinde belirttiğiniz gibi, Şehr-i Ramazan 11 ayın sultanı… Niçin on bir ayın sultanı diyoruz. Bizim hayat rehberimiz olan Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim bu ayda indirildi. Bize bu sonsuz mesajı getiren Peygamber Efendimiz (sav) “Ramazan ayının başı rahmet, ortası mağfiret, sonu ise cehennem ateşinden kurtuluştur” buyuruyor. Ramazan ayı böyle müstesna bir zaman dilimi… İslam Âlemi’ni sevgi, kardeşlik ve paylaşma duygularıyla birleştiren bu ayda, başta tutulan oruçlar olmak üzere yapılan ibadetlerle duygularımız inceliyor, kalplerimiz yumuşuyor, düşüncelerimiz berraklaşıyor. Bir nevi daha naif, daha zarif ve müsamahalı, merhametli, mütevekkil insanlara dönüşüyoruz. Bütün bunlar Ramazan ayının manevi atmosferi içerisinde ve sayesinde olabiliyor. İnsanlar bu atmosferi teneffüs ettikçe, his ve duygularımız inceldikçe birbirini daha kolay anlıyor. Böylece sevinçler, hüzünler, acılar… İnsana dair bütün özellikler, ihtiyaçlar daha bir belirginleşiyor ve elbette bu minvalde paylaşımlar artıyor. Sevgi ve kardeşlik bağları güçleniyor. Bizim dinimizin emirleri, esası olan yardımlaşma, dayanışma, paylaşma kültürü en iyi şekilde ve en üst seviyede hayat buluyor. Sadece bunlar bile Ramazan ayını farklı ka-
bul etmek için yeterlidir. “Üsküdar’da Bir Başkadır Ramazan” diyorsunuz. Ramazan ayını Üsküdar’da bir başka kılan nedir? Evet, bunu diyoruz çünkü böyle hissediyoruz. Bunu elbette ancak yaşayanlar bilir ve hisseder. Üstelik sadece biz söylemiyoruz, Üsküdar’da yaşayanlar da bunu söylüyor. Şimdi mekânlar, şehirler insanlarla, insanların yaşanmışlıkları, hatıralarıyla, hafızalarıyla değer bulurlar. Ancak zamanla mekânlar, şehirler de insanları yetiştirmeye, insanlara ruh katmaya başlarlar. Üsküdar böyle bir yer, böyle güzel, güzide bir şehir. Üsküdar en başta, tabii güzellikleri bakımından adeta bir cennet... İstanbul boğazıyla mavi, korularıyla, ormanlarıyla yeşil, mavi-yeşil bir cennet… Seyyahların gezmeye, Edebiyatçıların yazmaya, ressamların da çizmeye doyamadığı bir altın şehir… Bunun yanında köklü bir tarihi ve kültürel birikime sahip… İstanbul’un Fethinden 101 yıl önce fethedilmiş, fetih planları burada yapılmış; fethin rüyasını da, bu rüyanın gerçekleştiğini de gören bir şehir. Sonra, serin serinin altında metfun olanları ve yaşayanlarıyla, hiçbir şehrimizde olmadığı kadar, faziletli, erdemli, entelektüel insanların yaşadığı; nefes alıp nefes verdiği bir şehir. İstanbul’un ilk Kadısı Hızır Bey’in şehri, Sultanlar Sultanı Aziz Mahmud Hüdayi’nin şehri, Karaca Ahmet Veli’nin, Hezarfen Necmeddin Okyay’ın, Ressam Hoca Ali Rıza’nın, Mustaf Düzgünman’ın, Ahmet heybe gençlik dergisi y
23
DÜŞÜNCE-SİYASET
Üsküdar en başta, tabii güzellikleri bakımından adeta bir cennet... İstanbul boğazıyla mavi, korularıyla, ormanlarıyla yeşil, mavi-yeşil bir cennet… Seyyahların gezmeye, Edebiyatçıların yazmaya, ressamların da çizmeye doyamadığı bir altın şehir…
24 y heybe gençlik dergisi
Yüksel Özemre’nin şehri… Ama en önemlisi ecdadımızın, harem-i Şerifin en uç noktası olması hasebiyle “Kâbe Toprağı” olarak adlandırdığı, bir semtine “Harem” ismini verdikleri ve kutsal Hac yolculuğuna çıkan hacılarını uğurladıkları; vefat edenlerini de Kâbe Toprağı diyerek kutsiyet atfettikleri Karacaahmet Mezarlığına defnettikleri bir şehir Üsküdar… Evet, bu şehir, bizim şehrimiz başkadır. Böyle bir şehirde Ramazan da bir başka olur elbette… Ramazanla ilgili proje çalışmalarına ne kadar zaman önce başlarsınız? Genel olarak 3 ay öncesinden çalışmalara başlarız. Fizibilitesini yaparız. Daha iyi nasıl olacağına dair istişarelerimiz hep devam eder. Üç ay evvelinden her şeye karar vermiş oluyoruz. Ancak genellikle her şeyi son bir ay içerisinde hayata geçiriyoruz. “Osmanlı Konak Sahurları Meclisi’’ geleneğini Üsküdar’da yeniden yaşatacağınızı söylüyorsunuz, bu projenizden biraz bahseder misiniz? Başta şunu söyleyeyeyim, biz ne yaparsak yapalım, her şeyin bir başka güzel olduğu bu şehirden, Üsküdar’dan ilhamla yapıyoruz. Şehrimizin dokusuna, kültür kodlarımıza uyan faaliyetler gerçekleştiriyoruz. Bu anlamda Türkiye’de ‘İftar Çadırı’ geleneğini başlatan bir belediye olarak, bu Ramazan’da da Osmanlı sarayı geleneği olan Sahur Meclisi geleneğini başlattık ve adı üstünde, bir gelenek olarak devam ettireceğiz inşallah. Cuma’yı Cumartesi’ne bağlayan ve Cumartesi’yi Pazar gününe bağlayan gecede gerçekleştirilecek olan Üsküdar Sahur Meclisi’nde; Saz Meclisi, Söz Meclisi, Kur’an
DÜŞÜNCE-SİYASET
Meclisi, Esma Meclisi, Temcid, Sala, Üsküdar’da Sabah Ezanları ve Dua Meclisleri kuruyoruz. “Mehmet Kemiksiz İle Üsküdar’da Sahur Meclisi” gece saat 01: 00’de başlıyor, imsak ezanı ve yapılacak dua ile sona eriyor. İstanbul’un en ünlü camilerinin müezzinleri ve Türkiye’nin en ünlü hafızlarının Kur’an-ı Kerim okudukları; Üsküdar’ın her mahallesinde ilahi, Türk Tasavvuf Musikisi ve Klâsik Türk Müziği seslerinin yankılandığı programlarla, gerçekten Ramazan Üsküdar’da bir başka geçiyor. Ramazan ayında Ramazanın anlam ve önemine dair birçok etkinlik gerçekleştiriliyor. Yaşamaya çalıştığımız bu manevi atmosferi diğer aylara taşıyacak çalışmalar olacak mı? Üsküdar Tekkeler, Medreseler ve Mektepler Şehridir. Üsküdar’ın şehir kimliğinin oluşumunda tarihi ve dini eserler büyük bir paya sahiptir. Özetle ifade edersek, Üsküdar’da, son yapılanlarla birlikte ilçemizde 175 cami ve 8 mescit bulunmaktadır. Yine Üsküdar sınırları içerisinde
günümüze sadece 14 adedi ulaşabilmiş olsa da, 66 adet tekke tespit edilmiştir. Üsküdar’ın manevi atmosferinin oluşmasında en büyük katkıya sahip olan Aziz Mahmut Hüdayi Tekkesi ile Özbekler Tekkesi, Balaban Tekkesi, ve Sandıkçılar Tekkesi gibi dergahların birçoğu belediyemizin girişimiyle restore edilmiş; tarihi mirasımız ihya edilerek korunmuştur. Diğer taraftan tarihi Üsküdar Mevlevihanesi, tesbit edilen 962 adet medrese ile 33 adet tarihi okul ve çeşitli dini eserler mevcuttur. Üsküdar Belediyesi olarak biz bu eserleri, bizzat belediye bütçemizle veya çeşitli kurumlarla birlikte işbirliği yaparak restore ediyor ve faaliyete açıyoruz. Mesela, 2 yıl önce Kültür Evi olarak hizmete açtığımız Balaban Tekkesi’nde gerçekleşen faaliyetlerle hem Ramazan ayında, hem de yıl boyunca Kur’an tilaveti yapılıyor, tefsir, hadis, siyer dersleri yapılıyor. Sanat ve musiki de dâhil kültür sohbetleri gerçekleştirilerek şehrimizin manevi atmosferine katkı heybe gençlik dergisi y
25
DÜŞÜNCE-SİYASET sağlıyor. Hakeza gene belediyemiz tarafında hizmete açılan Sandıkçılar Tekkesi’nde dini ve sosyal sorumluluk alanında çeşitli hizmetler yürütülüyor. Tarihi Çengelköy semtimizde yeni hizmete açtığımız Fatma Adeviye Dergâhı, Kız Kur’an Kursu olarak hizmet veriyor. Kısaca özetlemek gerekirse, Üsküdar zaten yıl boyunca başlı başına maneviyat dolu bir şehir. Biz de gerçekleştirdiğimiz programları, bu maneviyatı bozmayacak hatta daha da zenginleştirecek şekilde gerçekleştiriyoruz. Üsküdar Belediyesi bu sene yeni bir projeye imza attı: ‘’İlk Orucum İlk İftarım’’. Bu projeyi gerçekleştirme fikri aklınıza nereden geldi ve projeyle kimleri hedefliyorsunuz? Ramazan etkinliklerimizi düşünüp planlarken çocuklarımızı unutamazdık elbette… Projemiz de çocuklarımızı hedefliyor. Hepimiz çocukluk yaşadık, 1 saat süren yarım gün süren oruçlarımız oldu. Gizli gizli oruç bozduklarımız oldu. İlk oruçlarımız, heyecanlarımız oldu. Bu münasebetle bu projeyi kendi çocuklarımız aklımıza getirdi. Daha doğrusu kendi çocukluğumuz aklımıza getirdi. Hamdolsun, çok da güzel oldu. Çocuklarımızın o günkü heyecanlarını asla unutamam ve kesinlikle hiçbir şeye değişmem. O gün ilk kez oruç tutan 700 çocuğumuzla iftarımızı, ilk iftarımızı birlikte açtık. Eminim ki, o çocuklarımızın da unutamayacakları bir program oldu. İnşallah hiç unutmayacaklar ve hep yaşatacaklar. Hep birlikte şehrimizin manevi atmosferini yaşatacağız.
26 y heybe gençlik dergisi
Üsküdar Belediyesi olarak bir vizyonumuz var. Üsküdar ve Üsküdarlılar her şeyin en iyisine layıktır. Başka bir ifadeyle, sahip olduğu değerler ve şehir kimliği, Üsküdar’da vasat veya sıradan bir hizmet yapılamaz. Yapılsa da yakışmaz.
DÜŞÜNCE-SİYASET Üsküdar sahilde ve sıradan çadırların aksine modern bir görünüme sahip olan bu çadırların iftar çadırlarında bir dönüm noktası olacağını düşünüyor musunuz ve Çadırlara yönelik gelecek yıllarda farklı projeleriniz var mı? Üsküdar Belediyesi olarak bir vizyonumuz var. Üsküdar ve Üsküdarlılar her şeyin en iyisine layıktır. Başka bir ifadeyle, sahip olduğu değerler ve şehir kimliği, Üsküdar’da vasat veya sıradan bir hizmet yapılamaz. Yapılsa da yakışmaz. Diğer taraftan dünyanın en güzel manzarasına sahip olan mevcut sahilimizi en güzel ve işlevsel şekilde nasıl kullanabileceğimizi düşündüğümüzde böyle bir çalışma çıktı ortaya. Malumunuz olduğu üzere, ben yeni seçilmiş bir belediye başkanıyım. Seçildikten sonra, Ramazan hazırlıklarımız için çok kısa bir zamanımız vardı. Dolayısıyla biz burada klasik veya modern ayrımından öte, işlevsel ve estetik kaygılarla hareket ettik. Çünkü Ramazan Çadırımızı, bu yıl için, kalıcı bir eser olarak düşünmedik. Ancak önümüzdeki yıllarda bu konuda, hem şehir kimliğimize ve mimarimize uygun, hem de kalıcı projeler gerçekleştirebiliriz. Her mahallede sokak iftarı yapıyor musunuz? Mahallelilerden nasıl tepkiler alıyorsunuz? Biliyorsunuz sokak iftarları da Üsküdar Belediyemizin gerçekleştirdiği ilklerden ve neredeyse tüm ülkemizde, tüm şehirlerimizde örnek alınan bir proje, bir etkinlik… Mahallelilerimizden çok olumlu tepkiler alıyoruz. Sokaklarımızda kurduğumuz iftar sofralarımız birer bayram havasında geçiyor. Her bir mahallemizde komşularımızla bayramlaşıyoruz hissine kapılıyorum. Niye böyle, çünkü her bir mahallemizin sakinleri sokak iftarlarından çok memnun, yüzleri gülüyor. Bazı mahallelerimiz-
de, sokağa her gün iftar sofrası kurulmasını talep ve teklif edenler var. İnşallah önümüzdeki yıllarda üzerine düşüneceğiz. Üsküdar’da Ramazana ilişkin bir hatıranız var mı, bahsedebilir misiniz? Elbette, yüzlerce hatıram var ancak çok etkilendiğim, şehrimiz ve insanımız adına çok etkilendiğim bir tanesi var: Ramazan’ın ikinci veya üçüncü günüydü. Sahilde iftar soframıza teşrif edenlerle tek tek selamlaşıyor, hal hatır soruyorduk. Bir aile, sırf Üsküdar’da, Üsküdar’ın manevi atmosferi içerisinde iftar açmak üzere, Bosna’dan, Balkanlardan buraya gelmiş. Bu teşrif beni niye bu kadar etkiledi? Kendi kendimize soralım: Bizleri böyle kendine çeken kaç şehir var? Böyle bir şehirde yaşadığımızın farkında mıyız? Evet, belki farkındayız ama yaşadığımız şehrin kıymetini bilmek, özümsemek ve daha iyi hizmet edebilmek için, daha çok çalışmamız için güzel bir gerekçe oluşturdu bizim için… Rahmet mağfiret ayı Ramazan için bütün Müslüman âlemine dilekleriniz ve temenniniz nelerdir? Ramazan-ı Şerifin manevi atmosferi bütün İslam âlemini kaplasın. Rabbim rahmetiyle Müslümanları kuşatsın. Zulümler, ölümler sona ersin. Acılar dinsin, açlıklar bitsin. Bütün Müslümanların maddi ve manevi huzura kavuştuğunu görmek nasip olsun. Bu vesileyle bütün İslam âlemine hayırlı Ramazanlar diliyor, inşallah hep birlikte erişmeyi umduğumuz Ramazan Bayramını kutluyorum. Üsküdar Gençlik Merkezi Siyaset ve Düşünce Kulübü olarak bizimle röportaj yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Ben de teşekkür eder, başarılar dilerim. heybe gençlik dergisi y
27
DÜŞÜNCE-SİYASET
Hazırlayan: ZEYNEP KARA - AHMET SÜCÜLLÜLÜ
N I N I Y A N A Z A
M A R
İ M E N Ö E MV
A L N A
B
u konuda imam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat
28 y heybe gençlik dergisi
olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Resulullah (s.a.v)’in Ramazan ile İlgili rüyası : ‘’Rüyamda acayip şeyler gördüm. Ümmetimden birini azap melekleri yakalamıştı. Aldığı abdestler gelip, onu içindeki zor durumdan kurtardı. Birini gördüm, kabri onu sıkıyordu. Kıldığı
DÜŞÜNCE-SİYASET namazlar gelip, onu kabir azabından kurtardı. Birine şeytanlar musallat olmuştu. Ettiği zikirler gelip, şeytandan onu kurtardı. Birinin de susuzluktan dili çıkmıştı. Tuttuğu Ramazan orucu gelip, susuzluğunu giderdi. Birini zulmet sarmıştı. Yaptığı hac gelip karanlıktan çıkardı. Birine ölüm meleği gelmişti. Ana babasına yaptığı iyilikler gelip, ölümüne engel oldu, geciktirdi. Birini Müslümanlarla konuşturmuyorlardı. Sıla-i rahim gelip, ona şefaat etti, onlarla konuştu. Peygamberinin yanına gitmek isteyen birine engel oluyorlardı. Aldığı gusül, onu alıp yanıma getirdi. Ateşten korunmak isteyen birisine, sadakası gelip ateşe perde oldu. Birini zebaniler alıp Cehenneme götürürken, yaptığı emr-i maruf ve nehy-i münker gelip kurtardı. Biri Cehennem ateşine atılmıştı. Allah korkusu ile döktüğü gözyaşları gelip oradan kurtardı. Birine amel defteri solundan verilirken, Allah korkusu gelip, defterini sağa aldı. Sevapları hafif gelen birine, kendinden önce ölen çocukları gelip, sevabını ağırlaştırdı. Cehennemin kenarında, korkudan titreyen birine, Allahü teâlâya olan hüsnü zannı gelince, titremesi durdu. Sırattan zorla geçen biri, Cennete geldi. Fakat kapılar kapalıydı. Kelime-i şehadeti gelip, onu Cennete koydu.) [Taberani, Hakîm-i Tirmizi] RAMAZAN AYINDA ORUCUN YERİ VE ÖNEMİ Ramazan ayını önemli kılan etkenlerden biri de, dinimizin temel ibadetlerinden olan orucun bu ay içinde tutulmasıdır. Yüce Allah Kur’an’da “…Kim Ramazan ayına ulaşırsa oruç tutsun” (Bakara suresi, 185. ayet) buyurarak, ramazan ayında oruç tutulmasını emretmektedir. Bu nedenle Müslümanlar ramazan ayı boyunca oruç
tutarlar. Ramazan ayı oruç, ibadet ve sabır ayıdır. Allah’ın rahmet ve bağış kapılarının açıldığı aydır. Sevgili Peygamberimiz, ramazan ayında içtenlikle yapılan dua, ibadet ve iyiliklerin Allah katında daha değerli olacağını bildirmiştir. Ramazanda oruç tutmak hakkındaki hadis-i şeriflerden birkaçı şöyle: m ‘’Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin [Kadir gecesinin] hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır. ‘’ [Nesai] m ‘‘’Ramazan ayında oruç tutmayı farz bilip, sevabını da Allahü teâlâdan bekleyerek oruç tutanın günahları affolur. ‘’ [Buhari] m ‘’Farz namaz, sonraki namaza kadar; Cuma, sonraki Cumaya kadar; Ramazan ayı, sonraki Ramazana kadar olan günahlara kefaret olur. ‘’ [Taberani] m ‘’Allah yolunda bir gün oruç tutanı, Allahü heybe gençlik dergisi y
29
DÜŞÜNCE-SİYASET
teâlâ yetmiş yıllık mesafe kadar cehennemden uzaklaştırır. ‘’ (Buhari) RAMAZAN AYINDA KUR’AN-I KERİMİN YERİ Ramazan ayını değerli kılan nedenlerden birisi, Kutsal kitabımız olan Kur’an’ın bu ayda indirilmiş olmasıdır. Yüce Allah Kur’an’da ” Ramazan ayı insanları kurtuluş yoluna götüren, doğruyu yanlıştan ayıran Kur’an’ın indiği aydır. “(Bakara suresi, ayet 185) buyurmuştur. Kur’an’, Allah tarafından insanlara öğüt vermek ve yol göstermek için gönderilmiştir. Bu nedenle Kur’an insan için hayati değer taşır ve bu ayda sıkça okunup anlamaya çalışılmalıdır . Bu ayı fırsat bilmeli, elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allahü teâlânın razı olduğu işleri yapmalıdır. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Bu ayda, her gece, Cehenneme girmesi gereken, binlerce Müslüman affolur, azat olur. Bu
30 y heybe gençlik dergisi
ayda, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır. Şeytanlar, zincirlere bağlanır. Rahmet kapıları açılır. Allahü teâlâ, bu mübarek ayda Onun şanına yakışacak, kulluk yapmayı ve Rabbimizin razı olduğu, beğendiği yolda bulunmayı, hepimize nasip eylesin! Âmin.
DÜŞÜNCE-SİYASET AMAZAN olduğu bir zaman , R İ R H E Ş YA erde zurun her y
Hu n. Bereket ve teşem sulta h u adan , m r o y li diyor durm e İşte , ge m a v e d e peş peş azan ! Hazırlıklar Şehr-i Ram a Y in iç in Hepsi sen kte , eninle birli s k u rd o iy ed n ile , Yine tevbe hmet vesile ra n kte , u rd o y li eninle birli s u rd o Sen bize ge ıy rp n! aha hızlı ça r-i Ramaza h e Ş Kalbimiz d a Y k yine buluştu Çok şükür , iyi öğrendik a h a d le in krü sen , Sabrı ve şü k dua ettik o ç a h a d t bilip , Bu ayı fırsa kit geçirdik a v a c k o ç ! izle i Ramazan rSevenlerim h e Ş a Y ÜLLÜLÜ utlu ettin AHMET SÜC Bizi yine m
RAMAZANa
rd tecelli bulu e d n ri e z ü r. nazarı hayran kalı Meleklerin Alem sana hur … titreten zu ri le k re ü y e e, le bil ı hürmetin m z a Sen gelişin lm a k e? ayran Kafir bile h nun niyetin lu ç ru o i m z şına ı gösterme asının tela O bile sayg Bir iftar sofr ? akmaz mı Gıptayla b z mi , te özenme a a m e c n ine … e buluşa n düşerces a Teravihlerd rd la k lu ı ş İçindeki bo zerre var m ir b k a c a y ? n kalma Şu kainatta Sana hayra i? am öylesin Söyle, tanım i. doğ yeter k a h a d n ü g , Sen bir çekilen çile Senin için ? bi değil mi Şükür sebe rin ferahı dille n ri e ll ü n ö G ğil mi na kapı de u ğ lu n u k s su eter ki hoşnut ol y n e d u b n e i? S suz değil m n o s n a İm Rabbe EBRU KAYA heybe gençlik dergisi y
31
GÜZEL SANATLAR
Mahya nedir? ahya, özellikle Ramazan ayında birden fazla minaresi olan camilerin iki minaresi arasına konulan ışıklı yazı. Osmanlılar döneminde yağ kandilleri ile yapılan mahyalar, günümüzde elektrik ampulleri ile yapılmaktadır.
M
Mahyacılık Ramazan aylarında camilerin minareleri arasına gerilen ışıklı yazı şeritlerine mahya, bu yazıları hazırlayan sanatçıya da mahyacı denir. Eskiden mahyacılık, büyük bir ustalık iste-
32 y heybe gençlik dergisi
Hazırlayan: ZEHRA ZEYNEB GÖNÇ
yen gerçek bir sanat dalıydı. Bu alanda yetişmiş büyük ustalar, yerlerini alacak olan çıraklara işin bütün inceliklerini öğretirlerdi. Mahya kurmak için, caminin en az iki minareli olması gerekir. Eskiden böyle büyük camilerde, iki minare arasına ip veya teller gerilir, mahya ustası da, genellikle zeytinyağ doldurulmuş kandilleri veya mumlu fenerleri ipin üzerine dizerek istediği dinî yazıyı yazar, hatta resimler yapardı. Bütün ramazan boyu bu kandiller, rüzgâra rağmen geceleri pırıl pırıl yanardı. Camilerin elektrikle aydınlatılmaya başlamasından sonra, mahyacılık kolaylaştı ve ayrı bir sanat olmaktan
GÜZEL SANATLAR çıktı. Kandil yerine renkli elektrik ampulleriyle ve yeni yazıyla mahya kurma geleneği bugün hala sürdürülüyor. Geçmişten Günümüze Ramazanla Doğan Mahya İslam dünyasında minarelerde kandil yakma geleneği yaygınken, mahyacılık İstanbul’a özgü bir sanat olarak kalmıştı. Bunun nedeni, padişahların yaptırdığı iki, dört, altı minareli “selâtin camiler”in bu kentte olmasıydı. Çünkü mahya için en az iki minarenin bulunması gerekiyor. İkinci başkent konumundaki Edirne’nin selâtin camilerinde de mahyalar kurulurdu. Ayrıca, Meriç Irmağı’na direkler dikerek askı mahyası kurulduğunu da kaynaklar bildiriyor. İstanbul’da ramazanın onbeşinci gecesi Süleymaniye Camii minarelerine kurduğu “Hünkâr Kayığı” mahyası ile ünlenen Abdüllatif Efendi (ö. 1877) , gemi direkleri arasına kurduğu mahyası ile de meşhurdur. Mahyacılar ramazanın ilk onbeş günü yazılı, ikinci onbeşinde resimli mahyalar kurarlardı. Özellikle ramazanın onbeşini çocuklar sabırsızlıkla beklerlerdi. Akşamları “yandan çarıklı”, “piyade kayığı”, “çifte kayık”, “kule”, “salıncak” gibi tasvirleri sonsuz bir keyifle seyrederlerdi. Yazılı mahyalarda ise genellikle “Ya Şehr-i Ramazan”, “Ya Kerim”, “Allah”, “Bismillah”, “Elhamdülillah” ibareleri kullanılırdı. Bugüne gelince; Elektrik mahyalarının yaygınlaşmasıyla bu işle uğraşan sanatkâr sayısı azaldı. Her mahya kurulduğunda bu sanatın bir zamanlar ne meşakkatlerle yapıldığını hatırlıyoruz. Yazılan yazılar ise ruhumuza hitap etmeye devam ediyor. heybe gençlik dergisi y
33
TARİH
Hazırlayan: Burak KÜÇÜK
İslam Fetihleri: İ’LAYI KELİMETULLAH
34 y heybe gençlik dergisi
TARİH
S
özlükte ‘’açmak, yol göstermek, yardım etmek, galibiyet ve zafere ulaşmak’’ anlamlarına gelen fetih bir terim olarak İslam neferlerinin ülke ve şehirleri ilayıkelimetullah (Allah’ın kelamını yüceltmek) amacıyla İslamiyete açmaları olarak kullanılır. Fetih, evvelen kalbi ve aklı İslam gerçeğine açmaktır. İkinci olarak da İslam mesajının önündeki engelleri kaldırmak , insanın gönlüne ve aklına ulaşmayı mümkün kılacak ortamı hazırlamak manasına gelir. Fetih bir istila ve sömürü savaşı değil aksine şirk ve zulmetle kirlenen dünyayı tevhid sancaklarıyla donatmak demektir. Ve bizde fetihler zincirinin ilk ve en büyük halkasıyla giriş yapıyoruz.
Mekke’nin Fethi
Muhakkak kiık ç a p a a n a s , Biz . k i d r e v h i t e bir f (Fetih, 1)
Mekke’nin Fethi, 11 Ocak 630’da Müslümanların, Kureyşlilerin elindeki Mekke’yi fethi olayı. Yeryüzünün kalbi Kabe’nin putlardan temizlenmesi , kalplerin şirkten arınması mahzun bir şekilde öz yurdundan çıkarılan Son Peygamberin muzaffer bir komutan olarak binlerce müminle geri dönmesinin neticesidir Mekke’nin Fethi. Mekke’yi fetheden komutan, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa aynı zamanda şefkat abidesi bir elçi olarak gönülleri de fethediyordu. Dolayısıyla bu fetih, tarihteki herhangi bir savaş değil, insanlığın yaradılış gerçeğine döndürülmesi mücadelesinin bir dönüm noktasıdır. Hicretin üzerinden altı yıl geçmişti. Müminler, Efendimiz’le birlikte umre yapmayı çok istiyorlardı. Bunun üzerine Efendimiz s.a.v. Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlerin hazırlanmasını emretti. Hazırlıkların tamamlanmasından sonra bin beş yüz sahabi ile Mekke’ye doğru heybe gençlik dergisi y
35
TARİH yola çıkıldı. Niyetlerinin barış olduğunu göstermek için yanlarına yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almamışlardı. Zülhuleyfe mevkiine geldiklerinde ihrama girdiler ve umre için niyet ettiler. Mekkeli müşrikler Efendimiz s.a.v.’in hareketini öğrenince toplanarak ne pahasına olursa olsun Mekke’ye girmesine izin vermemeyi kararlaştırdılar. Efendimiz s.a.v. de kan dökülmesini istemediği için Mekkelilerin bu tavrına karşılık onların teklif ettiği bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmanın bazı maddeleri şöyleydi: y Müslümanlar bu yıl Mekke’ye giremeyecekler ve Kâbe’yi ziyaret edemeyecekler, gelecek yıl bu ziyareti yapabileceklerdir. Ertesi yıl ancak üç gün Mekke’de kalabilecekler, bu süre zarfında hiçbir Mekkeli onlarla görüşmeyecek. y Kureyş’ten birisi bu arada İslâm’ı kabul eder ve müslümanlara sığınırsa, bu kişi müslümanlar tarafından kabul edilmeyecek fakat Mekke’ye iltica eden hiçbir müslüman iade
36 y heybe gençlik dergisi
edilmeyecek. y Her iki taraf da diledikleri kabilelerle ittifak kurabilecek. y Bu antlaşma on yıllık bir süre için geçerli olacak. Bu süre zarfında ne Kureyş müslümanlara ne de müslümanlar Kureyş’e saldıracak. Bu anlaşma gereği Rasulullah s.a.v. sahabilerine geri dönme emrini verdi. Hem sahabeler hem de Rasulullah s.a.v. Kâbe’yi ziyaret edemememin üzüntüsü içindeydi. Ancak inen şu ayet ileride Mekke’nin fethedileceği müjdesini vermişti: “Doğrusu biz sana apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 1) Saldırmazlık anlaşması ile İslâm her geçen gün büyümeye başladı. Müşrikler ise İslâm’ın bütün Arabistan’a yayılmasından rahatsız oluyorlardı. Bu yüzden yavaş yavaş sulh maddelerini ihlâl etmeye başladılar. Hudeybiye Antlaşması’nın üzerinden 17-18 ay geçmişti ki, kendilerine bağlı bulunan Benî Bekr kabilesini
TARİH
kışkırtarak, müslüman olan Huzâalıların üzerine saldırttılar. Kendi içlerinden bazıları da bu olaya iştirak etti. Huzâa kabilesi baskına uğradıklarında namazdaydılar. Hunharca bir katliamla kimi secdede, kimi rükûda, kimi kıyamda iken şehid edildi. Bu olayın hemen ardından Mekke’den gelen bir heyet Rasulullah s.a.v.’e daha önce fiilen bozdukları antlaşmayı resmen tek taraflı feshettiklerini söylediler. Oysa bu, müslümanları Mekke Fethi’ne davet demekti. Sonradan müşriklerin akılları başlarına geldiyse de iş işten geçmiş, sözleşme iki taraflı olarak feshedilmişti. İslam peygamberi Hz. Muhammed,Hicretin 8’inci yılı, Ramazan’ın 10’uncu Pazartesi günü 10 bin kişilik bir ordu ile Medine’den çıktı. Efendimiz ordusunu dört kola ayırdı ve ordusuna şu emri verdi: “Size karşı konulmadıkça, size saldırılmadıkça, hiç kimseyle çarpışmaya girmeyeceksiniz, hiç kimseyi öldürmeyeceksiniz.”
Mekke’ye girildikten sonra yaşanan hadiselerden en önemlilerinden birisi Rasulullah Efendimiz s.a.v.’in yüce ahlâkının sonucu kalpleri fethetmesi olayıdır. Herkes Kâbe’nin avlusunda toplanmıştı ve Efendimiz s.a.v.’in bundan sonra nasıl davranacağını merak ediyordu. Henüz İslâm’la müşerref olmamış binlerce Mekkeli müşriğin yanında müslüman askerler de hazır bulunuyordu. O zamanki savaş hukukuna göre O, bütün Mekke halkının öldürülmesini emredebilir, bütün Mekkelilerin varlıklarına el koyup bunu müslümanlar için ganimet malı sayabilir ve dağıtabilirdi. Efendimiz s.a.v. Kâbe’den çıktı ve insanlara şöyle bir konuşma yaptı: “Ey Kureyş topluluğu! Muhakkak ki Allah, cahiliye gururunu, cahiliye atalarıyla övünüp büyüklenmeyi kaldırmıştır. Bütün insanlar Adem’dendir, Adem de topraktan yaratılmıştır!” Sonra şu ayeti okudu: “Ey insanlar! Biz sizi bir erkek ile bir dişiden yarattık. Birbirinizle tanışasınız diye sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah katında en üstün olanınız, en çok sakınanınızdır. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır.” (Hucurat, 13). Sonra şöyle buyurdu: – Ey Kureyş topluluğu! Şimdi hakkınızda ne yapacağımı düşünüyorsunuz? Kureyşliler hiç de hak etmedikleri bir merhameti isteyecek söz bulamayarak, utançtan baş-
heybe gençlik dergisi y
37
TARİH ları öne düşmüş vaziyette şu cevabı verdiler: – Sen soylu bir babanın oğlu, asil bir kimsesin. Senden hayır umarız. Hz. Peygamber s.a.v. o zaman şöyle buyurdu: – Ben, size Hz. Yusuf’un kardeşlerine dediğini söyleyeceğim: ‘Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yoktur.’ Gidin, serbestsiniz! İşte bu genel aftan sonra kadın erkek herkes gelerek Rasulullah’a s.a.v. biat ettiler. Böylece Mekke’nin fethi tam anlamıyla tamamlanmış oldu.
İstanbul’un Fethi İstanbul’un Fethi, 29 Mayıs 1453 tarihinde Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti Konstantinopolis’in II. Mehmed önderliğindeki Osmanlı ordusu tarafından alınmasıdır. (“Konstantiniyye elbet bir günfetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir.”) bu söz hem yazının içinde olacak hemde sayfada ön planda olacak. 2. Murat, dönemin ünlü alimlerinden olan Hacı Bayram-ı Veli’yi Edirne’ye huzuruna çağırtır. Biraz sohbet ettikten sonra konu döner dolaşır İstanbul’un fethine gelir. 2. Murat sorar
38 y heybe gençlik dergisi
“ Veli Hazretleri malumunuz dedem Beyazıd ve amcam Musa Çelebi’ninİstanbul’u kuşattığını hepimiz biliriz. Ben de İstanbul’u kuşattım fakat almak nasip olmadı. Fetih bize müyesser olur mu?” Hacı Bayram-ı Veli cevap verir “ Sizi bilmem amma şu bizim köseyle kundaktaki bebeğe belki “ der. Bizim köse dediği Akşemseddin, kundaktaki bebek dediği ise ileride İstanbul Fatihi olacak Fatih Sultan Mehmed’den başkası değildir. Müjdelenen komutan 2. Mehmet 30 Mart 1432’de Edirne’de doğmuştur. Annesi Hüma Hatun, babası 2. Murat Han’dır. Doğumundan itibaren Akşemseddin Molla Hüsrev, Molla Gürani gibi alimlerden çok sıkı bir eğitim almıştır. 2. Mehmet ilk tahta çıktığında sadece 12 yaşındaydı. Düşman devletlerin barış antlaşmlarını bozması ve Çandarlı Halil Paşa’nın siyaseti nedeniyle tahtı babası 2. Murat’a bırakmıştır. İkinci kez tahta çıktığında ise 19 yaşındaydı. Bu dönemde vezirleriyle aralarında 35-40 yaş fark vardı. Yani 2. Mehmet devlet işlerinde dedesi yaşındaki insanlarla muhataptı. Bunun ne kadar zor olduğunu ve 2. Mehmet’in nasıl İstanbul Fatihi olduğunu bu durumda bile anlayabiliriz.
TARİH
2. Mehmet 29 Mayıs 1453’te Konstantinapolis alarak İstanbul Fatihi olmuştur. Ancak fetih 29 Mayısta bitmemiş, o gün başlamıştır. Küçük cihattan galip ayrılan Fatih’in jarşısında büyük cihad vardır. Yani Konstantinapolis’i İstanbul yapan o büyük cihad. İstanbul’un Fethini anlatırken şu gemilerin karadan yürütülmesi, Ulubatlı Hasan’ın kan revan içinde temsilleri, surlara yeniçeri tırmandırılması edebiyatını bir kenara bırakmalı; fethin asıl amacını, Fatih’in İstanbul’u sadece toprak için fethetmediğini görmemiz gerekir. Bu noktada Fatih’in ‘’Biz bu toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz’’ sözü bize ışık tutacaktır. Aynı şekilde Yahya Kemal’in ‘’Biz İstanbul’da
mekanı değil, zamanı fethettik’’ şeklindeki sözünü hatırlamamız gerekir. Zamanın fethi, İstanbul’un ruhunun fethidir. Fetihte ki o büyük cihat 29 Mayıs 1453’te başlamıştır. İstanbul’a su getirilmesi, Baltamyus’un Coğrafya adlı eserinin keşfi, Öklid’in aksiyonları ile Homeros’un İlyada’sının
heybe gençlik dergisi y
39
TARİH çevrilmesi, İncil’in Arapçaya çevrilmesi, ressam Gentile Bellini’ningelerek Fatih’le dost olması ve Fatih’in o ünlü portresini yapması, Fatih’in İstanbul’u bir bilim kültür şehri haline getirmek istemesinin bir sonucudur. Beşir Ayvazoğlu’nu dediği gibi ‘’Fetih, doğrusu; çürüyen insansızlaşan İstanbul için bir kurtuluştur.’’
Mısır’ın Fethi 22 Ocak 1517 yılında Osmanlı Devleti ile Memluk Sultanlığı arasında geçen muharebedir. Osmanlıların Mekke ve Medine’ye yapacakları kutsal hac ziyaretinin dinsiz Memluklar tarafından önlenmesi şeklinde takdim edilen bahaneler, müminlerin Mısır’a savaş ilan etmelerine kâfi geldi. Kur’an-ı Kerim ‘de yazılı olan, “Düşmanınızı cezalandırmadan önce onu uyarınız.” İbaresine göre hareket eden Sultan Selim, karaca Paşa ile Rumeli Kadı askeri(Kazasker) Zeyrek-zade Rükneddin Efendi’yi Mısır Sultanı’na göndererek “düşünmesi veya korkmasını “ bildirdi. Mısır Sultanı o zamanlar, askeri cesareti ve Kafkaslı Memlukların genel arzusu üzerine Taht’a çıkmış olan Kansu Gavri idi. Bu habere karşılık Sultan Kansu, Toros geçitlerine hâkim Suriye’nin ikinci başkenti ve Şam ile Beyrut şehirlerinin anahtarı olan Halep’te elli bin kişilik bir ordu toplamakla cevap verdi. Sadrazam Sinan Paşa’nın hemen arkasından hareket etmiş olan Yavuz Selim imparatorluğun en seçme yüz yirmi bin askeri ile Halep’e on günlük mesafede olan Antep şehrine gelmişti. Sultan Kansu Kafkas Türklerinde adet olduğu üzere Yavuz’un elçilerini zincire vurdurarak ve sözle hakaret ederek geri yolladı. Buna rağmen bir Mısır elçisini de yollayarak
40 y heybe gençlik dergisi
TARİH
aradaki savaş sebeplerini yok etmeyi ve Şah İsmail ile onun arasında arabuluculuk yapmayı teklif etti. Aradaki anlaşmazlığı daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmek isteyen Yavuz Sultan Selim, elçinin saç ve sakalın traş ettirdi, sarığını alarak yerine kadın şapkası koydurdu ve halkın büsbütün alayını kazanmak için topal ve son derece zayıf bir eşeğe bindirerek Suriye ‘ye yolladı. Böyle bir hakaretin tepkisini karşılamak için yüz altmış bin kişili ordusu ile Halep ve Toros dağları arasında kalan Kuzey Suriye’yi istila etti. Dabık Çayırı(Merc-i Dabık) diye anılan geniş bir otlak üzerinde iki ordu karşılaştı. Memluk süvarisinden çekinen Sultan Selim kendisine Tebriz zaferini kazandıran tabiyeyi uyguladı. Merkez kısmı, Kafkas süvarilerinin şiddetli saldırısını hafifletmek için yük arabaları ve develer ile takviye edilirken, Memluklar
tarafından meydan muharebelerinde kullanılışı bilinmeyen top bataryaları ustaca kanatların arkasına gizlendi. Memluklar tarafından savaş bir vurma ve kaçmadan ibaret oldu. Topların ateşi altında dağılan Memluklar, Sultanlarını terk ederek Halep’e doğru kaçmaya başladılar. Seksen yaşını geçmiş olan sultan Kansu hiç olmazsa şereflerini kurtarmak için atını geriye çeviren en son Memluklu oldu. Birden Sipahilerle çevrilen Kansu Gavri bir çavuş tarafından atından düşürüldü ve hemen kafası kesilerek sultan Selim’e götürüldü. İhtiyarlığa, Tac’a ve kahramanlığa karşı yapılan bu davranıştan fena halde üzülen Sultan Selim mükâfat bekleyen çavuşun kafasını vurdurdu. Memlukların izinden Halep’e giren Yavuz Sultan Selim Mısır hazinesinde el değmemiş bir milyon düka altını; inci ve altın işlenmiş, heybe gençlik dergisi y
41
TARİH içleri vaşak ve samur kürkü kaplı üç bin kaftan ve ordusunu beslemek için yığınlarla yulaf ve has buğday buldu. Türkleri kurtarıcı gibi karşıladılar. Memluk idaresi askerlerin tahakkümünden başka bir şey değildi. Eski efendileri yerine yenileri… Suriyeliler yenileri tercih ediyorlardı. Lübnan’da oturan aşiretlerden Araplar, Dürzîler ve Marunîler direnme göstermeksizin Şam’ın kapılarını Türk Ordusu’na açtılar. Şam’ın ilk görünüşü Osmanlı Padişah’ına İstanbul ‘un heybetini ve harikalarını unutturdu. Anti-Lübnan dağlarının eteklerinde uzanan Şam şehrine uzaktan bir kayanın üzerinden bakıldığında sarı ve siyah mermerden surları, kubbeleri, liman içindeki gemi direklerini andıran sayısız minareleri, Burada ırmağının kıvrılarak verimli bahçeler arasında akan kollarını, bu kolların düzlüğe eriştiğinde birleşerek küçük göller meydana getirdiği, daire şeklinde meyve ağacı ormanlarının olgun meyvelerini Alp dağlarının otlakları gibi sık ve zengin otlaklara bıraktığını görmek mümkündür. Çölün başkenti Bağdat’tan gelen kervanların en önemli uğrak noktası Şam’dır. Türklerin gözünde önem kazanması sadece ihtişamına değil tarihine de bağlıydı. Arabistan’ın Müslüman şairleri onun için şöyle derler: “Dünyanın yüzünde güzellik timsali, cennetin tavus kuşlarının tüyü, ilahi kumruların gerdanlığı.” İslam Peygamberi’nin Suriye’ye yaptığı ziyaretler sırasında onun tarafından kutsal kılınmış ve Kur’an’da bir cümle ile kendisinden bahsedilmiştir: “Tanrı’nı melekleri kanatlarını bu şehrin üzerine germişlerdir!” Bağdat’a yerleşmeden önce İslam halifeleri burada kalmışlar, Kordoba, Kudüs ve Kahire camilerinden üstün bir cami inşa
42 y heybe gençlik dergisi
ettirmişlerdi. Bu caminin kemerleri bulunduğu yerde Peygamber’in gözde arkadaşı ve kâtibi Hz. Ali el yazması bir Kur’an’ı ile Hz. Muhammed’in zevcelerini mezarları bulunur. “ Hz. Peygamber’in zevceleri, Medine’de Ravza-i Mutahhara’nın hemen yanında bulunan Cennetü’l-baki denen mezarlıkta metfundur. Ama Şam’da, Hz. Sitti Zeynep’in türbesi vardır.” Yavuz Sultan Selim orada fethinin tadını çıkarmak ve bütün İslam dünyasının hürmetle andığı bilginler, edipler ve veliler ile görüşmek üzere kaldı. Bir müddet için savaşın dertlerini unuttu ve “Selim’in Farsça Divanı” adını taşıyan mistik şiirlerini yazmak fırsatını buldu. Şam’a girdikten birkaç gün sonra Padişah
TARİH
ünü bütün Doğu’ya yayılmış olan saygıdeğer bilge Bendehşan’a bir ziyaret yaptı. Şeyh, Sultan’ın yanında ağzını açıp tek bir kelime söylemedi. Selim’in hekimi en sonunda sormak zorunda kaldı. “ Niçin susuyorsunuz?” “İlk defa konuşmak ziyaret edilene değil, ziyaret edene aittir.” diye Veli cevap verdi. Bunun üzerine kendisinden öğüt isteyen Selim’e “Halifelik taşınması ağır yüktür. Sultanlar da bizim gibi Tanrı’nın aciz kullarıdır; lakin onlar fazladan milletlerini idare etmekle yükümlüdürler. Batma anında sırtında hafif bir yük taşıyanlarının kurtulma şansı sırtlarında bir imparatorluk taşıyanlara nazaran daha fazladır; fakat Padişah’ın görevi de sırtına yüklenen yükü sonuna kadar
taşımaktadır.” Sultan Selim gayret mütevazı bir tarzda şeyhin hayır duasını istedi. Yavuz Sultan Selim Mısır’a girmek için ilkbaharı bekledi. Yaşlı sultanların Halep’te öldürülmesinden sonra başsız kalan ve Taht mücadeleleri arasında çalkalanan Mısır, Memlukların idaresi altında inliyordu. Sinan Paşa kıyı Suriye’nin son şehri Gazze’den geçerek Mısır ile Suriye ‘yi ayıran el-Ariş çölüne girdi. Topçu kuvveti sayesinde Halep’te olduğu gibi Gazze’de de yolunu kesmeye gelen Memluk öncü kuvvetlerini dağıttı. Sultan Selim yüz bin kişilik Türk ordusu ile Ürdün, Safad, Kudüs ve Ramla vadisinden geçerek onu takip ediyordu. Karşısında düşmana rastlamadan Kahire surlaheybe gençlik dergisi y
43
TARİH
rına kadar dayandı. Nihayet Memluklar tarafından Mısır tahtına getirilen, fakat muhaliflerin ihanetine uğrayan Tomanbay Osmanlıları Mokattam dağının arkasında bekliyordu. Zafer kazanmaktan ziyade şerefi ve şehit olmak için dövüştü. Yirmi beş bin Kafkasyalı atlının cesedi Nil Nehri’ni dolduruyordu. Tomanbay ise gözü pek iki Memluk yenilgiden sonra yaşamamaya ve ölürken Sultan Selim ‘i de beraber sürüklemeye yemin ettiler. Padişah’ın âlemlerinin göründüğü Osmanlı merkezine bir avuç yiğitle saldırdılar; önlerine çıkan her şeyi devirdiler; Padişah’ı öldürdüklerini sanırlarken, aslında efendisine vücudunu siper ederek koruyan Sadrazam’ı şehit ettiler. Sultan Selim, Sinan Paşa için gözyaşı dökecek ve “ Mısır’ı kazandım ama Sinan’ı kaybettim.” diyecektir. Kahire’de Şam gibi Osmanlı Ordusu önünde teslim oldu. Genel bir af ilanından istifade eden Memluklar galibin hâkimiyetini tanımak için başkente döndüler. Birkaç gün kendilerine hoş muamelede bulunan Selim sonunda şehri birliklerine kuşattırdı ve üç gün içinde elli bin Memluk’u katlettirdi. “Aslında Osmanlılar Kahire’ye girince Memluk Türkleri ile uzun sokak çatışmaları
44 y heybe gençlik dergisi
olmuş bu arada iki taraf da epey zayiat vermişti. Öyle katliama hiçbir Türk tarihinde rastlamadık. Dr. Reşat Uzmen” Savaş sırasında Selim’in üzerine hücum eden beylerden biri olan Kurtbay Kahire’de bir evde saklanmayı başarmıştı. Yavuz Selim ricat etmesine sebep olan şahsı tanıdı, takdirini göstermek için bir şeref kaftanı ile Kur’an-ı Kerim gönderdi. Kurtbay şükranlarını bildirmek için Padişah’ın huzuruna çıktı; Sultan ona hitap ederek: “sen çok kahraman bir süvarisin” dedi. Kafkasyalı Türk cevap verdi: “Doğru. Bizi yenenler senin topların oldu. Fakat bizi, öldürmek için saklanan katiller gibi yendi. Peygamber efendimiz harp silahı olarak yay ve kılıçtan başkasını tanımamıştır. Bir Venedikli bir gün senin toplarından getrdi; onu reddettik. O zaman felaketimizi tahmin eden kâfir, geri çevirdiğimiz topların gülleleri altında can vereceğimizi söyledi. Lakin her şey mahvolur, bu kaderin cilvesidir! Ve siz de zamanı geldiğinde öleceksiniz!” Konuşmanın havası birden değişmişti. Âlicenap davranmak isteyen Selim birden hiddetlendi, işaretini gören çavuşlar küstah Memluk’un işini bitirdiler. Sultan Selim, her zamanki elçisi Mustafa Paşa’yı Tomanbay’a göndererek, her yıl Osmanlı Devleti’ne tabiiyet vergisini ödemesi karşılığında Mısır’ı kendisine bırakmayı teklif etti. Mustafa Paşa ve refakat eden beş yüz Türk atlısı piramitlerin önünde Memluklar tarafından imha edildiler. Bir ara atlılardan ayrılan Tomanbay, eskiden Kahire zindanlarından kurtardığı bir aşiretin şeyhinden yardım istedi. Aşiretin kendisine olan şükranına güveniyordu. Şeyh, sürgün Sultan’a sadakat gösterir gibi yaptı. Tomanbay ‘ı kabul ederek çadırlarının
TARİH altında büyük ziyafet verdi. Tomanbay silah arkadaşlarını ziyafet sofrasında bırakarak dinlenmek üzere ırmak kenarındaki mağaralardan birine çekildi. Mısır Sultan’ı orada uyurken iki yüzlü Arap, Osmanlıları haberdar ederek konuğunun uyuduğunu bildirdi. Yeniçeri Ağası beş yüz atlı ile çağırılan yere gitti. Oğlunun ihanetinden kuşkulanan şeyhin annesi Sultan’ı teslim etmemesi için boşuna yalvardı; sonunda “Tanrı hainlerin cezasını versin!” diye beddua etti. Arapların kötü karakterlerinin bir parçası olan tamah, çölün erdemi olan konukseverliğin kutsallığına galebe çalmıştı. Yeniçeri Ağası Ayaz Paşa mağarada yakalanan Tomanbay’ın ellerini bağlattı ve Kahire’ye yolladı. Tutsağı gören Yavuz, “Tanrı’ya şükürler olsun! Nihayet şimdi Mısır’a sahip oldum” diye haykırdı. Davulların sesi ve topların muntazam atışları bütün Kahire’ye Sultanlarının tutsak düştüğünü anlatıyordu. Yavuz Sultan Tomanbay’ın ellerini çözdürdü, yanına oturtarak bir kardeş gibi muamele etti. Bu savaşın adaletsizliği elçilerin katledilmesi gibi meseleler üzerinde karşılıklı ithamlarda bulunulduktan sonra, vatanlarını Yavuz’a satan iki beyi göstererek,”Rum Sultan’ı, sen felaketlerimizden ve bu imparatorluğun düşmesinden sorumlu değilsin; asıl sorumlular işte yanında duran şu hainlerdir.” dedi. Padişah’ın yakışıklılığını, sükunetini ve konuşma tarzını beğendiği Tomanbay, bir tutsaktan ziyade bir konuk gibi Yeniçeri Ağası Ayaz Paşa’nın çadırında ağırlandı. Sultan Selim iki mağlup Prens, Tomanbay ile Şadi Bey’in tutsak olarak değil konuk olarak ağırladı. Söylendiğine göre, onları İstanbul’a götürmek, şan ve şerefe boğmak istiyordu. Fakat bir gün Kahire sokaklarından geçerken
bir adamın, “Tomanbay ‘a uzun ömürler!” diye bağırdığını işitince, mağlup olmalarına rağmen eski tebaasının kalbinden adlarını sildirmemiş olan hükümdarları serbest bırakmanın tehlikeli olacağını kestirdi. Tomanbay’ın babası tarafından Kahire’nin kapısına asılmış olan bir Beye kısas yapma imkânı tanımak bahanesiyle Mısır Sultanı ‘nı ve Şadi Bey’i teslim etti. Her iki asil Memluk aynı kapıda o tiksindirici cezaya çarptırıldılar. Mısır, Osmanlı İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak teşkilatlandırıldı. İdari otorite, askeri ve sivil kadılıklar şeklinde Araplar ile vatanlarını Osmanoğlu’nun ihtirasına satan Memluklar arasında bölüştürüldü. Eski Halifelerden kalan zengin eserlerin bulunduğu Kahire camileri, medreseleri, kütüphaneleri Yavuz Selim tarafından bir ay müddetle ziyaret edildi. Anıtlarının putperestlikten başka bir şey hatırlatmadığı eski medeniyetlerle hiç ilgilenmeyen Sultan Selim piramitlere bir nazar bile atmadı. Mısır’ı terk etmeden önce Eski Halifelerin, kutsal şehirler Mekke ve Medine üzerindeki haklarını kendi üzerine aldı. Yukarı Mısır’ı ve Habeşistan’ı fethetmek arzusu askerlerinin hoşnutsuzluğu ile karşılaşınca İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. Hayreddin’i Nil’i gözlemek ve muhafaza etmek beş bin kişilik bir garnizon kuvveti ile Kahire kalesinde bıraktı. Bu kumandanın bağımsızlık hülyalarına kapılmaması için karısı ile çocuğunu rehin olarak Filibe şehrine yolladı. Altın, gümüş, kıymetli taşlar ve silahlarla yüklü bir deve ile Memluk hazinesi İstanbul’a nakledildi. Halifelerden sonuncusu olan Mütevekkil, Kahire’de Memluklardan uzun zaman iyi kabul gördükten sonra Yavuz’u Suriye ‘ye kadar takip etti. heybe gençlik dergisi y
45
TARİH
Kıbrıs’ın Fethi Osmanlı-Venedik Savaşı veya Kıbrıs Seferi, Osmanlı-Venedik savaşlarının dördüncüsüdür. 1570-73 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu ile Venedik Cumhuriyeti arasında yapılmıştır. Osmanlı Sultanı II. Selim iktidarının
46 y heybe gençlik dergisi
en önemli askeri harekâtıdır. Daha önce I. Süleyman döneminde Malta Kuşatması girişimiyle başlayan gerginlik, Venedik Cumhuriyeti denetimindeki Kıbrıs’a sefer düzenlenmesiyle sürer. Direniş göstermeden düşen Lefkoşa’dan sonra Venedik denetiminde sadece Gazimağusa (Famagusta) kalır. 11 ay boyunca kuşaymaya
TARİH
direnen şehir 1571 yılı Ağustos ayında düşer. İki ay sonra ise İnebahtı Deniz Muharebesinde Haçlı donanması Osmanlı donanmasını yense de galibiyetin yarattığı durumdan faydalanamayacaktır. Yeniden hızla donanma inşa eden Osmanlılar karşısında Venedik Cumhuriyeti barış yapmak durumunda kalır. 1569 Haziran ayında İskenderiye yakınlarında Nil teknelerinin yolunu kesen Venedik korsanlarının Müslümanları esir alıp Kıbrıs’ta satmaları olayına çok hiddetlenen Selim Han, derhâl Venedik’e bir elçi göndererek Kıbrıs’ın Osmanlı Devleti ne terkini istedi. Bu isteğin Venedik tarafından reddi üzerine sefer hazırlıklarına başlandı. Aslında Kıbrıs’ınOsmanlı Devleti nce fethini
mecbûrî kılan birçok sebep vardı. Osmanlı Devleti ni, hâkimiyeti altındaki Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerine ulaştıran kara yollarının, uzun, yorucu ve yetersiz olmasına karşılık, Kıbrıs üzerinden bu ülkelere her türlü lojistik destekler daha çabuk, rahat ve ekonomik olarak ulaştırılabilirdi. Ancak Kıbrıs’ın, büyük deniz gücüne sâhip Venedik Cumhûriyetinin elinde bulunması bu imkânı ortadan kaldırmaktaydı. Ayrıca Kıbrıs veya yakınlarından geçen Osmanlı ticâret ve hacıları taşıyan yolcu gemileri, Akdeniz’de Hıristiyan korsanları tarafından vurularak soyuluyor, Venedik de bu korsanları himâye ediyordu. İkinci Selim Han, hazırlıkları bitirdikten sonra, Kıbrıs serdârlığına Lala Mustafa Paşayı tâyin etti ve 15 Mayıs 1570’te donanma İstanbul’dan ayrıldı. Lala Mustafa Paşa, bütün Avrupa devletlerinin Venedik’e yardım etmelerine rağmen, şiddetli çarpışmalar sonunda 8 Eylül 1570’te Lefkoşe’yi 1 Ağustos 1571’de de Magosa’yı alarak Kıbrıs’ın fethini tamamladı. Netice itibarı ile her fetih sürüklenip bir çığ gibi büyüyen yepyeni ve muazzam fetihlere gebedir. Her fetih, fatihiyle destanlaşır. Hz. Halid’i Mute’siz, Alparslan’ı Malazgirt’siz düşünemeyeceğimiz gibi, Beyt—ül Mukaddesi Selahaddin’siz ve İstanbul’u da Fatihsiz zikretmemiz mümkün değildir. Bununla beraber her fethin arkasında iki fatih vardır.Birisi herkes tarafından görünüp bilinen ve harbi bizzat sevk ve idare eden kutsiler ordusudur ki, yukarıda zikrettiklerimizin her biri bu ordunun neferlerindendir. Ve İslam Fetihleri hiçbir zaman işgal olmamış toprakları fethettiği gibi gönülleride fethetmiştir. Çünkü İslam neferlerinin başkomutanı Efendiler Efendisi Hz. Muhammed Mustafa idi. heybe gençlik dergisi y
47
MEDYA
48 y heybe gençlik dergisi
Hazırlayan: rÂn kaya - ranakaya-@hotmail.com
MEDYA
” A L O K A K
“KO
a d n ı s a r f o s r a t if
!) ek lâzım( m t e ik r b rı. Te atta yükli bir başa h i m e ld n e ö s k k yü olma acola dım adım ı r a e la d ık e d red. “Coc d a e r iz ğ m u m u e a b lk ı ıy Ü azd ldır coaplarını y lüm ve sa r, zulme de”, “Coca it r u u k z n le u ir in in v b t a in , n r s ş a i li se la K erin “Onla “Cocacola ”, “Cocaco şıp kendil e a r d la r n o le ım s t d e r n k a a r 39) Ma rınd zaman y luna , râ Sûresi/ da” sayıla e û r d Ş la ( t iz .” a da da bu r m m e le ın y o s z t a e a r O f ik m o h ğ la s e u baş luvermiş. izinle b a”... İftar o S d ” . o ın a la C s b “ o a ı a r k f h a ın r o k e an “Ko İftar S iz(!) ce kahram elmiş de n g ö a n n n a a la içebilir o d s ıy , im n ğ ız a lı t bu n a ım lu h ığ u a b ül r k larak tanıd t artık. Gön “Siz gerçe e e iş b r ğ m le a t n r cacola” o e e a k d ç e ok Biz har 50 yıldır ç esim geli ir m kokan b iy e la d a k in ” c . e is n r iz d lı z n k in r r a e a t Bu tikle eten, rasında k maçlıyor? yapar o iç e ’ye hürm a d i e it s y iy in e A s k n r ? e ü iz ic la T t nun i ne misin izi göstermiş lamlar bu değişikliğ tan, k s e e im R d çunuza b is .. e u i. k r s h e r le a a il e ç S ç k d r. e u o g ın y n old la” n kakıyak zla bizde Sempati a n “Kokako . f ? a z m a ık u u h ç r n a o u a D s iy ız r iyo k ist şkarşım . k ortak ed k mu olu paylaşma a i o lu d ç t in ı s t ın o e k m r k d a h a k h ö da tir h rmalı mâhir ş ıp çizilmiş ından vu zıl t a z ır y a s i y k m a a c r r r a e bit zan Defala ” uz? âtı, raları, hiç e b c u r a ş m e “Kokakola istiyorsun ”, k m ın la a u ’n o ş m c la r a iz o u c t c o “C iğim Coca efendim, dar “aynı” bitiremed . Bütün a iş .. e k m i le iç y k iy e e e s d N İç e ? y in k gâ işler makla az söylen itirebilme iye. b n d E a ” . t r ş la la u lı n a olm ağım anlata or yansın “b ıy u t a e s k r a r a y id il ,8 m çabalar, günlük 1 a d a y n ü Tüm d
M
heybe gençlik dergisi y
49
MEDYA tüm çirkinlikleri yani. “Sen ne tatlı şeysin böyle İsrail. Demek bizden de oldun artık!” dememizi bekliyorlar ve ülkemizdeki bir takım insanlar “sempatik” haliyle “Kokakola” almayı sürdürerek onların bu beklentilerine arka çıkıyorlarsa; “hem suçlu hem güçlü” düsturunu kendine âdet edinmiş tavrıyla “Mavi Marmara” olayı sonrasında dahi Türkiye’yi suçlayarak Türk mallarına boykot koyan İsrail’e karşılık, hâlâ körü körüne kaliteli olduğunu düşündükleri “Katil” mallarına para veriyorlarsa; medyanın lûtfedip zaman zaman gösterdiği bazı insanlık dramlarına o anda üzülüp ertesi günü aynı tasla aynı hamamda bulunuyorlarsa büyük bir probleme dûçâr olmuşuz demektir. Problem; empati yoksunluğudur. Problem; monoton yaşamı yaşaya yaşaya bireyselleşen ruhlarımızdır. Problem; kalplerin yeterince sızlamaması veya zihinlerin yeterli idrâke kavuşamamasıdır. Problem; bu zamanın süper güçlerinden birinin bile İslâm ülkesi olmamasıdır. Problem; tüm dünya müslümanlarını tek çatı altında birleştirebilecek bir şeyhin, liderin bulunmamasıdır. Belki bunların tamamı, belki bunların hâricidir. Ama öyle, ama böyledir. Problemin sebebi belli değilse de sonucu bârizdir: Kanlı canlı İnsanlık Suçları! Bu canavara karşılık ne mi yapabiliriz? Birlik-beraberlik, yardım ve mücadele!
50 y heybe gençlik dergisi
Kendisini “Dünya’nın Medeniyet Timsâli” diye tanıtan Batı’nın yanar dönerliğine, -her şeye gücünü yetirebileceğini de sömürü ülkeleriyle ispata çalışırken üstelik- kılını kıpırdatmamasına oturduğumuz yerden köpürerek ne elde edebiliriz ki? Batı gibi “bananeci” olamayız. Biz onlardan değiliz. Kaldı ki onlarınkisi kadar da kuru değil tuzumuz. Ellerimizle beslediğimiz; bizimle er geç irtibatını koparacak potansiyele sahip, hakikî bir düşmandır. Öyle bir günde; onlara verdiğimiz tek bir kuruş için dahi pişmanlık duymaz mıyız? Ki resmen servet yatırıyoruz? Ülkemizde Cocacola’nın satış hacmi 2013’de yüzde 13 artarak 1,1 milyar ünite kasaya, net satışları yüzde 17 artışla 5,2 milyar TL’ye ulaşmış. Biraz da kendimize çalışsak bari, madem para harcamayı bu kadar çok seviyoruz. Eminim ki Cola Turka’nın tadı bozuktur. Ne de olsa milyonlarca insanın gözyaşlarını barındırmıyor. 2010 verilerine göre Türkiye’de Cocacola ürünlerinin kişi başı tüketimi yıllık 159 şişe. Meksika’da bu rakam 675 şişeymiş. Dünya ortalaması ise 89 şişe. Türkiye’nin tüketimi dünya ortalamasından yüksek olmasına rağmen Meksika’yla aramızda ciddi fark varmış. Ama üzülmemeliymişiz, tüketiminde ciddi bir bü-
MEDYA yüme potansiyelimiz varmış. (Allah muhafaza!) Satış sırasında 2010’da Türkiye 13. sıradayken, 2011’de 9. sıraya yükselebilmişiz. İlk 10’a girmek kadar, ilk 10 içinde kalmak da önemliymiş şimdi(!) Bizi böyle bir yarışa kim itiyor? 2011’de Cocacola’nın en çok sevildiği ülke olduk. 31 Mayıs 2010 saldırısından ve hukuksuzluğundan sonra, 2011 sayısal verilerinde az da olsa bir düşüş olmasını ümit ederdik. Bu tezatlığı neyle açıklayabiliriz? Bizden nefret ettikleri ölçüde, onları sevme gibi bir özelliğimiz olsa gerek! Ümmet bilinciyle bakamayanlar, Millet bilinciyle bakabilirlerdi. Ona da mı kapanmış gözlerimiz, kulaklarımız? İslâm neydi? Müslüman olmak neleri gerektirirdi? Bir müslümanın acısı, din kardeşinin derdi olmalıydı. Bizler ki “Komşusu açken tok yatan bizden değildir!” hadîsine vâkıf müslümanlarız. Onları aç bırakmak şöyle dursun, direnişlerine kurşun sıkar olduk. İsrail’i sözde güzel kınadık da, uygulamada sorunlara gark olduk. Davaları sadece Filistin’in değil, tüm müslümanların davasıdır. Orada işlenen suçlar sadece İslâm’a değil, İnsanlığa aykırı hareketlerdir. Düpedüz hakarettir. Ramazan aylarında reklamlar, İsrail’e daha bir fazla çalışıyor, belirgin bir artış yaşanıyor. Güyâ onlar da bizimle Ramazan’ı hissediyor. Muhabbetli, bol samimiyetli sahneler önce bir gözlerimizi boyuyor. Akabinde akşam ezanının beklendiği sofralara, assolist misâli Cocacola teşrif ediyor. Bir top sesi... Ve bardaklara itinayla boşaltılan “Müslüman Düşmanı”... Zannediyorum; tek hedefledikleri Filistin değil, sadece toprak değil. Tüm müslümanların, özellikle rûhî doygunluk yaşayacakları 11 Ayın Sultanı’nda, kalplerini manevî dünyanın derin-
liklerine ulaştırmalarına mânî olmak garazları da mevcut. “Allah rızası için bir ibadeti doğru düzgün yapıyoruz.” düşüncesinin bize kattığı mutluluk, en yoğun olarak Ramazan ayında hissediliyor kanaatindeyim. Bu manevî atmosferi maddiyâta indirgeyip haram mal tüketmemizi sağlayarak ayağımızı kaydırmaya çalışıyor olmaları pek mümkün. Belli ki mânen büyümemiz, Ümmet-i Muhammed olarak bu aya özgü müşterek bir ibadet içinde bulunmamız, sahur vaktiyle başlayan açlığı da iftar vaktiyle başlayan tokluğu da ortakça yaşıyor olmamız; dayanışma, kardeşlik ve paylaşım kıvılcımları çakmamız birilerini bir hayli huzursuz ediyor. Böylesine güçlü silâhlarımız olduğu için ne kadar sevinsek az, ne kadar şükretsek az. Gelin, bu Ramazan’ı ruhuna uygun yaşayalım. Açlığın, susuzluğun sebebini bilelim de müslüman kardeşlerimizin halinden -ama gerçektenanlayalım. Sadece açlık çekip ibadeti tamamlayamamaktan Allah’a sığınalım. İftarın feyzini Kokakola’yla kaçırmayalım. Siyonist İsrail’i soframıza, muhabbetimize dahil etmeyelim. Çocukları vuran bir mermi de biz olmayalım. heybe gençlik dergisi y
51
TİYATRO
Hazırlayan: ELİF ZAİM
! k a H y Ha
52 y heybe gençlik dergisi
TİYATRO
“Perde kurdum şem’a yaktım gösteren zıll-i hayal, Ehli irfân karşısında eyleyim hoşça mekâl. Seyredüp dikkatle bak ibretnümâdır perdemiz, Handeler hem neş’eler vermekte yektâ perdemiz. Ehli zevkin hoşça zaman geçirmesine, Yardım eden eğlenceli temâşâdır perdemiz.”
B
ir perde, bir kandil, iki gölge… Biri mektepli, görgülü, saygılı bir beyefendi; diğeriyse halkın sesi. Karagöz ve Hacivat’tan başkası değil elbette ki. Türk gölge oyununun tek temsilcisi olarak kabul edilen Karagöz oyununun kökeni konusunda değişik görüşler mevcut. Kimi kaynaklara göre Orta Asya’dan, İran’dan ya da Hindistan’dan batıya göç eden Çingeneler aracılığıyla Anadolu’ya gelmiş, kimi kaynaklara göreyse Bizans, İtalya ya da Yunan kökenli. Türkiye’ye Portekiz ya da İspanya’dan göç eden
Yahudiler aracılığıyla geldiğini savunanlar bile mevcut. Ancak bu görüşleri kanıtlayan yeterli belge mevcut değildir. Oysa Yavuz Sultan Selim döneminin güvenilir kaynaklarından İbni İlyas, gölge oyununun Türkiye’ye XVI. yüzyılda Mısır’dan geldiğini ortaya koymuştur. İlk zamanlar Mısır gölge oyununun etkisi altında olan Karagöz’ün, kesin biçimini XVII. yüzyılda aldığı ve tiplemelerin de bu dönemde ortaya çıktığı öne sürülmektedir. Haklarındaki en meşhur rivayete göre; Hacı İvaz Ağa ya da halka mâl olan adıyla Hacivat ve Trakya’da bulunan Samakol Köyü’nden demirci ustası Karagöz, Orhan Gazi devrinde Bursa’da yaşamış, cami yapımında çalışan iki işçidir. Kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi’nin, “cami vaktinde bitmezse kelleni alırım” dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesinin suçlusu heybe gençlik dergisi y
53
TİYATRO
olarak Karagöz ve Hacivat’ı şikâyet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat’ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri, ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Hacivat ve Karagöz tanınır. Bursa ‘da, Atatürk Caddesi’ndeki Şeyh
54 y heybe gençlik dergisi
Küşteri’nin (Küşterli Mahmud) mezarı bunun ispatıdır. Oyunlarda “Şeyh Küşteri Meydanı” diye başlanan birçok diyalog, Şeyh Küşteri’nin bu işin piri ve yaratıcısı olduğunu vurgulamaktadır. Karagöz’ün mezar taşı bugün Yeşil’de bulunan Türk İslam Eserleri Müzesi’nde bulunmaktadır.
TİYATRO PERDE SERÜVENİ Türk el sanatlarının sahne sanatına dönüşümünün dünyadaki ilk ve tek örneği olan Karagöz Kukla Tiyatro oyunu ve oyunun figürleri, metin veya senaryoya göre sert ve kalın deriden kesilerek boyanır ve ışıklı perdeye yansıtılır. El ile hareketlendirilen, ses ve müziğe göre ustasının tarzına göre aktiflik kazanan kuklalar (tasvirler) perde yansımasında seyirci görecek biçimlerde karşı karşıya veya arka arkaya dururlar. Karagöz’ün oynatıldığı beyaz perdeye “ayna” adı verilir. “Hayal Perdesi” adı da verilen ışıklı 85X125 cm. boyutlarında ki tahta tezgâhta yansıma olarak gösterilir. Figürler deliklidir ve bu deliklere uygun uzunluktaki tahta çubuklar geçirilir. Perdeler önceleri 2 x 2,5m iken sonraları 110 x 80m ebadında yapılmaya başlanmıştır. İç tarafta perdenin altında kurulmuş “peş tahtası” vardır. Oyunda bunun dışında zil, tef, kamış, nareke (düdük), perdeyi aydınlatacak kandil veya ampul vardır. Bunlar peş tahtası üzerinde bulunur. Oyunda kullanılan tasvirler 32-40 cm büyüklüğünde olup genellikle manda, sığır ve deve derisinden yapılır. Deriler özel bir yöntem ile şeffaf hale getirilir. Daha sonra KARAKTERLERİ Oyunun başrolünde Karagöz ve Hacivat adlı iki zıt karakter vardır. Karagöz halkın ahlak ve sağduyusunun temsilcisidir. Özü sözü birdir. Hacivat ise medrese eğitimi görmüş, düzene uyan entelektüel bir karakterdir. Diğer tipleri Tuzsuz Çelebi, Matiz, Beberuhi, Arnavut, Yahudi, Çerkez, Kürt, Laz, Tiryaki, Zenneler vb. oluşturur. heybe gençlik dergisi y
55
TİYATRO “nevregan” adı verilen ucu keskin bıçaklarla işlenir. Parçalar birbirine kiriş veya katküt adı verilen iplerle bağlanır. Daha sonra tasvirler çini mürekkebi veya kök boya ile boyanır. BÖLÜMLERİ Karagöz’de işlenen konular komik öğelerle verilir. Çifte anlamlar, abartmalar, söz oyunları, ağız taklitleri belli başlı güldürü öğeleridir. Hacivat’ın semai söyleyerek perdeye geldiği, perde gazelini okuduktan sonra Karagöz’ü çağırdığı ve Karagözle Hacivat’ın kavga ettikleri giriş bölümüne mukaddime denir. Bu bölümde Hacivat’ın söylediği perde gazelinde oyunun bir öğrenme aracı ve gerçeklerin göstergesi olduğu belirtilerek felsefi tasavvufi anlamı vurgulanır. Muhavere bölümünde, bu oyunun başkişileri olan Karagöz ve Hacivat arasında geçen salt söze dayanan olaylar dizisinden sıyrılmış somutlaştırılmış ikili konuşma yer alır. Muhavere tekerleme biçiminde de olabilir. Bu bölümde Karagöz ve Hacivat’ın kişilik özellikleri ve yaratılış açısından birbirlerine karşıt özellikleri vurgulanır. Muhavereler oyunla ilgili olabildiği gibi, ilgisiz de olabilir. Bunun yanı sıra çifte Karagözlü muhavere, gelgeç muhaveresi ve ara muhavere çeşitleri de vardır. Asıl hikâyenin anlatıldığı, diğer tiplerin perdeye geldiği bölüme fasıl adı verilir. Oyun buradaki konuya göre isim alır. Fasılın sonunda oyuncular bir biçimde perdeden ayrılır. Hacivat ve Karagöz kalır.
56 y heybe gençlik dergisi
Oyunun sonunun haber verildiği Karagözle Hacivat arasında geçen bitiş bölümünde seyirciden yapılan hatalar için özür dilenip bir sonraki oyunun duyurusu yapılır ve oyun sona erer. DEVLET ERKÂNINA KARAGÖZ’DEN TAŞLAMALAR Karagöz’de hiciv ve taşlama vardır. Bu taşlamalar mizahi bir üslupla devlet yöneticilerine kadar uzanmıştır. Karagöz, saray tarafından ilgi görmüş ve desteklenmiştir. Yapılan şenliklerde,
TİYATRO Oynatanlar ise Hayali (Usta), Çırak (Yardımcı), Sandıkkar (2. Yardımcı), Yardak (Hanende), Dayrezen=Dairezen (Def Çalan) ve Hammal’dır (Karagöz Zembilini Taşıyan).
şehzadelerin sünnet düğünlerinde Karagöz gösterilerine yer verilmiştir. Karagöz özellikle İstanbul Merkezli Osmanlı kültürüyle bütünleşmiştir. İstanbul’un yaşamını Karagöz oyunlarında görmek mümkündür. Ağalık, Büyük Evlenme, Kayık ve Tahmis bunlardan bazılarıdır. Ferhat ile Şirin, Balıkçı, Cazular, Kanlı Nigar, Leyla ile Mecnun, Ters Evlenme, Tahir ile Zühre, Yalova Sefası, Karagöz’ün Yazıcılığı, Karagöz’ün Aşıklığı, Karagöz’ün Hekimliği vb. Karagöz’ün bilinen diğer oyunlarıdır.
KARAGÖZ-HACİVAT KÜLTÜR MİRASI Osmanlı Dönemi’nin en önemli eğlence türlerinden olan Karagöz, Ramazan’larda, sünnet düğünlerinde, şenliklerde, kahvehanelerde ve bahçelerde oynatılırdı. Dönemin toplumsal olaylarını eleştirel bir gözle konu edinirdi. Günümüzde ülkemizin tanıtıcı sanatlarının başında gelen Karagöz turistik otel ve lokantalarda oynatılmaktadır. Radyo ve daha çok televizyon aracılığı ile seyirciye ulaşmaktadır. Karagöz çalışmaları Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği (UNIMA) Türkiye Milli Merkezi Başkanlığı ve Kültür Bakanlığı’nca yürütülmektedir. Sözün özü Karagöz-Hacivat gösterileri Osmanlı döneminde özellikle İstanbul sokaklarında sıkça oynatılırken şimdilerde turistlerin bizlerden daha iyi bildiği bir eğlencedir. Belki de daha önce hiç denk gelmemişsinizdir. Kulaktan kulağa halk arasında yayılmış ve ismi herkesçe bilinen bir eğlence olmasına rağmen aslında gerçek anlamda pek bilmediğimiz aşikâr. Özümüze sahip çıkıp bu güzel geleneği devam ettirmekse bizim elimizde. “Yıktın perdeyi eyledin virân, Sâhibine haber edeyim heman! Sürç-i lisân ettikse affola, Ömrünüz sağlık ve saadet dola” KAYNAKÇA: 27 mart dünya tiyatrolar günü bildirileri , dünya tiyatro günün öyküsü. heybe gençlik dergisi y
57
BİZ KULÜBÜ
Hoş Geldin Ey 11 Ayın Sultanı Ramazan
58 y heybe gençlik dergisi
BİZ KULÜBÜ
N İ D L E G Ş HO
T E K E R E B İ R H E Ş
Bir başkadır Ramazan-ı Şerif, güzellikler, iyilikler ayıdır. Kalbin kemale erdiği en güzel aydır. Ramazan-ı Şerif deyince; önce sabır gelir aklıma. Başlı başına sabırdır. Sadece açlığa sabretmez insan o mübarek ayda. Diline hakim olur, gözüne hakim olur, her azasına hakim olur. Ramazan-ı Şerif deyince; yardımlaşmak gelir aklıma. Gönüller zenginleşir bu mübarek ayda, iftar sofralarında buram buram cömertlik kokar. Karşılık beklenmez, bir elin verdiğini diğer el görmez. Zengin fakiri gözetir. Dualar yükselir Arş-u Alaya. Yürekler başka bir zenginleşir. Sahurlarda ayrı iftarlarda ayrı dualar edilir. Müslümanın müslümana yaptığı dua daha makbul diye en çok birbirine dua eder mü'min kalpler. Sonra küskünler en çok bu ayda barışırlar. Daha az kalp kırılır, hiç olmazsa bunun için çalışılır. Bir başkadır Ramazan-ı Şerif'in hali. Sohbetler gelir sonra aklıma, bir demlik çay eşliğinde sahuru beklerken muhabbetin en güzeli en koyusu edilir. Ramazan-ı Şerif deyince ecdadım gelir aklıma. Onların Ramazan-ı şerifi yaşayışları,
komşusu aç iken tok durmayışları, onların yaşayışları ışık olur yaşayışıma. Ramazan-ı Şerif uzun zamandır görmediği bir dostun gelişi gibi karşılanır. Feyzinden bereketinden topluca istifade edilirdi . Zengin yada fakir diye sınıflandırılmaz, herkes bir olur, huzur ile sevinç ile mübarek ay karşılanır ve geçirilirdi. İftar zamanı yaklaşırken birbirine nezaketle davranan insanlar bir sofrada buluşur Rahmanın rahmetinden istifade ederlerdi . Gözler birbirine merhamet ile bakar, yürekler dualarda birbiri için buluşurdu . Ramazan-ı Şerif demek huzurdu, sabırdı, mutluluktu. Bir çok millet bir arada yaşar Ramazan ayı gelince müslüman olmayanlar, müslümanlara saygısızlık olur düşüncesiyle sokakta bir şeyler yemezler saygı duyarlardı. Bu hal şimdiki biz müslümanlara örnek olmalı. Oruç tutmak kendi iradesinde olan müslümanların hiç değilse bu mübarek aya ve oruç tutan kardeşlerine saygı duymaları temennisi ile... Rabb'im her anını hakkıyla geçirebilmeyi nasip eder inşallah...
heybe gençlik dergisi y
59
REÇEL TADINDA.. Bir hevesle atardım adımlarımı, Kaldırımdaki zikzaklı çizgilere inat, Kendi yolumu çizerdim Yadigar kalsın diye ardımdakilere.. Vaktin aktığını, Kol saatlerine tabi olmadan, Hak yoluna girince anlardım, Öyle mevsimleri saymaz, Takvim yapraklarını koparmazdım, Adım geçince Yad edecek vakit bulunsun diye gelenlere.. Tırnak içerisinde cümleleri Hece vezninden bağımsız kurar,
Ayyuka çıkmazdım. Taaaa ki "Sen", Veresiye defterine düşmeden, Reçel tadında gülücükler bıraktığın an hatırama, Yüreğin yüreğime komşu olmaktan çıkar, Rabb-i Rahim'den "Seni" hayırlısıyla dilemek düşerdi dua payıma.. "Bugünün yarına olduğu kadar, Ömrümü, Kurtarılmış imanın yarısına, Son nefeste verilen sözlerin en hasına, Havz-ı kevserde dahi beraber buluşmaya, Hazır ve nazır eyle(!).. Amin vesselam..” Furkan PAŞALİOĞLU MÜZİK KULÜBÜ
ÜŞÜMEYECEK MİYİZ?
Hazırlayan: FATMA UĞUR MEDYA KULÜBÜ
Okuldan döndüm, içimde bir gariplik, huzursuzluk.. Defalarca çaldım zili, kapıyı açan yok, annem evde değil mi? Bezgin bir terlik sesi ve kapı açıldı, annemin yüzünde karanlık bir keder var. Televizyonu açmak istedim, izin vermedi, ödevlerimi yapmamı istedi. "Anne niçin üzgünsün böyle, neye sıkıldı canın, bazen bana da olur öyle. Sakladığın bir şey mi var? Biliyorum söylersin her şeyi bana sen. Şefkatin her şeyi anlatmaya yeter." Yüzünde kurumuş gözyaşları, sobamız yanmıyor; çünkü Mayıs ayındayız, yaz yakın, ya babam? O ne kadar uzak, her gün kömür karası gözler ve kömür tozlarıyla ama her zaman temiz, sevecen ve şefkatli. . Küçük kardeşim ilkokulda henüz, habersiz ve sessiz. . Resimler çizer mutluluğa dair; baba, anne, çocuklar, çekirdek mutluluklar, kömür karası mutluluklar. Babamı çizer elinde kazması, başında ışıklı kasketiyle ve kömürün karasıyla, kömürün karası, ekmeğin kursakta kalışı. Canım bir şey çekmiyor pek. "Yerin altında nasıl çalışıyorsun, karanlıktan korkmuyor musun baba?" "Yaşamak zor be oğlum, hayatı aydınlatmak kolay mı? " Bir şeyler anlar gibi olurdum. . Yaşamak, zor, aydınlık. . İçimde eksik kalan bir şey var. Pencereye doğru yöneldim, camı açtım, sonuna kadar küflü ve ağır havayı içime çektim, fabrikaların uzun bacaları tüm ovaya boylu boyunca yayılmıştı. Tüm halk oradaydı, çalışıyordu, biriktiriyordu, yaşamak istiyordu, işte o kadar. Annemin birilerini aradığını duydum, belli belirsiz fısıltılar duydum, hıçkırıklar..
Bodur minareden akşamın tedirgin edici, çabuk okunan ezanı duydum, telaşlı kalabalığı, koşuşturmacaları.. Kardeşim nedensiz huzursuzlanmaya başladı, başını okşadım, birbirimize sarıldık, biz vardık.. Ne zaman gelecektin? Haber veremezdin, izin vermiyorlardı çünkü vardiyalara kalıyordun. Yorgun argın çalan zilden anlardık geldiğini, elinde poşetler, yüzünde kavuşmanın hüzünlü mutluluğu... Her şeye inanırdım da sabahın o alaca vakitlerinde evde olmamana inanamazdım. Kapıyı çalardım, mahmur ve mağlup annemin sesi.. Yerin henüz soğumamıştı. Merak ediyorum niçin beni de götürmezdin yanına, niçin bana göre değildi orası, oysa ben parklara da koşamazdım delicesine. Derste hep seni, annemi, kardeşimi yani bizi düşünürdüm, cayır cayır yanan sobamızı, fokur fokur kaynayan semaverimizi, mutluluğumuzu.. Ovanın üstüne kurulmuş fabrikaların o sevimsiz bacalarına bakar da seni, babalarımızı, biz çocukları düşünürdüm. Oyuncaklarımız kırık, saçlarımız kısa kesilmiş, dizlerimiz soluklaşmış. Biz çocukların bozuk kaldırımlı sokaklarda oynadığımız oyunları düşünürdüm. Ya sizin, yani babaların oynadığı oyunlara ne demeli, bıkıp usanmadan. Pencereye yöneldim tekrar "hava kurşun gibi ağır" bağıramıyorum baba, hıçkırıklarım düğümleniyor boğazımda. Ne oldu dışarıda bu kalabalıklar, feryatlar, ağlayışlar, inleyişler, koşuşturmacalar, bu yürek burkan ezan? Aylardan Mayıs, yaza doğru gidiyoruz, bacaları kaldıracağız, yerleri temizleyeceğiz ve sobamız yanmayacak; üşümeyecek miyiz baba?