M genç davetçi 4 ve 5 sayı

Page 1


Özgürlük Bir nefes kadar uzak özgürlük, Karanlığın ortasındayız Güneşten yağmalanmış küçücük parıltılarla kör ettiler bizi, Bu soylu kelime altında çürüttüler benliğimizi, Bizim olanı bize sundular, boya küpü onların elindeydi , Diledikleri gibi boyadılar, diledikleri gibi serdiler önümüze ruhsuz bedenlerimizi, Çaresizdik isyan sandık özgürlüğü , Bunu aldık; en Kudretliye ve en Değerlimize karşı en büyük silahımız yaptık Özgürdük artık, Kırmıştık pırangaları, Sonsuzluğa yolcuyduk, Ilık bir esintiyle yol alırken özgürlük gemimiz, İki gemili dünyanın girdaba sürüklenen tarafında, Farkına varamadı çoğumuz nereye idi bu yolculuk, Unuttuk kendimizi, Ve nereden başlamıştık... Yusuf YILDIZ


değini SELAMLARIN EN GÜZELİYLE, Gerek ülke gerekse dünya gündemi çok yoğun. her an yeni krizlere yol açacak hamlelere şahitlik ediyoruz. Ak Parti- Gülen Grubu çatışmasının gölgesinde bir seçim sürecini geçirdik. Galipleri az, mağlupları çok olan bu seçimde gerek ana vuruşanların gerekse saf tutanların ahlaki bir ölçü tutturamadıklarına şahit olduk. Zaman zaman bel altına kadar vardırılan bu saldırıların ana vuruşanlarının dindar çevreler olduğundan ‘ Ahlak Dindarların Neyi Olur?’ diye sorma gereği duyduk. Ukrayna- Rusya Krizi, Kırım’ın bağımsızlık ilanı ve Rusya Federasyonu’na katılmasıyla daha büyük kırılmaya neden oldu ve Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü tehdit etmeye başladı. Ukrayna’nın doğusunda artık Rus tankları dolaşıyor. Ukrayna bölgeye müdahale ediyor ve ölüm haberleri artıyor. ABD-AB bloğu, Ukrayna’nın seçilmiş başkanına paramiliter sokak darbesi yaptığında Rusya’nın Ukrayna üzerindeki nüfuzunun demografik köklerini hesaba kattı mı bilinmez ancak Batı bloğunun çevre ülkeleri de etkisi altına alacak şekilde bir ülkenin sonunu hazırladığı muhakkak. Orta Afrika’da, Myanmar’da, Patani’de insanlık son demlerini bile tüketti. Mazlum halklar adeta ümmetin suskunluğunu Allaha’ şikâyet ediyor. Ümmet, kardeşlerini zalimlerin katı kalplerine terk etti. Dünya İstikbarının tabela örgütü BM’nin insafı, mazlumların tek seçeneği(?) gibi duruyor. Mısır’da 529 kardeşimiz, Hasan El Bennaların, Seyyid Kutupların, Abdulkadir Udehlerin yolunu sürdürmenin şahitliğini ABD’ci cuntanın verdiği idam kararlarına karşı vakarlı duruşlarıyla göstermektedirler. Bu vakarlı duruş, tevhidi tebessüme dönüşüyor her bir yiğidin cehresinde. Mısır sokakları, hala İhvan hala dipdiri hala devrim kokuyor. Suriye direnişi, 4.yılında artık Esed’in sahillerine kadar ulaştı. Esed her ne kadar zafer ilanının yakın olduğunu iddia etse de sona epey yaklaşmış görünüyor. Ancak Arka taraftan; IŞİD’in kapkara, tekfirci yüzü, Suriye’nin fethedilmiş tüm noktalarında en çirkin ve hain haliyle mücahidlere kendini gösteriyor. Karşı taraftan; Lübnan Hizbullah’ı mezhepçi, hizipçi yüzünü direniş hattı dogmasıyla, anti-emperyalist yalan perdesiyle örtmeye devam ediyor. Her türlü yalan ve iftiralar arasında Mücahidler kalplerini açıyor, duanın ve birbirlerinin sıcaklıklarına sığınıyorlar ve Şam’a yürürken aslında İlah-i Rızaya doğru yol alıyorlar. Moro direnişinin Filipinler hükümetine karşı kazanmış olduğu mevzi zafer, İslami Hareketler için, ümmet için mutluluk ve hamd vesilesi olarak karşımızda durmaktadır. Rabbimiz; senin bıraktığın elleri şeytan ve dostları tutar, ellerimizi bırakma, Rabbimiz, ayaklarımızı istikamet üzere sabit kıl, Rabbimiz, ayrılıktan, nifaktan, kalplerimizin katılaşmasından Sana sığınırız (Amin) Selam ve dua ile! Müslüman Genç Davetçi

YIL: 1 \ 2014 SAYI: 4 FİYATı: 5 ¨ YAYIN TÜRÜ: Üç Aylık, Yerel Süreli İmtiyaz Sahibi Muharrem ALTAY Sorumlu Yazı işleri Müdürü Muharrem ALTAY Haber Müdürü Eren AZAKLI YAYIN KURULU Ahmet YILDIZ, Asım DUNDAR, Fırat TOPRAK, Halil COŞGUN, Mehmet COŞGUN, Hamit ÖZTOPRAK Görsel Yönetmen Hüseyin KIZILAY

kizilayhuseyin@gmail.com

Katkıda Bulunanlar Ahmet KÖSE, Arif CAN, Cavit ÇİÇEKLİ Hüseyin E. UÇAR, Kemal YAZICI, Yusuf YILDIZ iletişim Adresi Harmantepe Mahallesi, Çevre Sokak, No: 2 Daire: 4 Kağıthane-İST G: 0 530 300 72 13 (Muharrem Altay) w: www.gencdavetci.com m: muslumangencdavetci@gmail.com Basım Yeri Özener Matbaacılık ltd.şti. Davutpaşa Cad. Kale İş Merkezi No: 201-204 Topkapı/İstanbul T: 0212 481 97 58 - F: 0212 482 95 46 hesap no: Muharrem ALTAY, ALBARAKA, LEVENT, SANAYİ ŞUBESİ 464818 NOLU HESAP POSTA ÇEKİ: 10766094


ANALİZ M E D N Ü G

Yazı: AHMET YILDIZ < ebudevrim@gmail.com

Ahlak dindarların neyi olur? Bir seçimi geride bıraktık. Bu seçim bir mahalli seçimdi ancak küresel bir kavganın yaşandığı dönemde cereyan etti. Böyle olunca seçimin/kavganın tüm tarafları, argümanlarını bu düzlemde oluşturdu ve kullandı. Seçim, Ak Parti ve onun ardında saf tutanlarca bir bağımsızlık / var olma mücadelesi olarak algılandı. Muhalefet ve onun ardına sığınanlarca yolsuzluk üzerinden iktidarı devralma mücadelesi olarak görüldü. Tarafların hiç birisinin bu savaşta ahlaki hiçbir ölçüyü gözetmemesi dikkatlerden kaçmadı. Ak Parti, muhalefetin ardına sığınan ve muhalefete servisçilik yapan Gülen Grubuna Haşhaşiler, sahte peygamber, paralel yapı vd. benzetmelerle; Fethullah Gülen grubu ise Tayyip Erdoğan’ın şahsında Ak Partililere başçalan, haramzade, Fars ajanları, diktatör vd. benzetmelerle saldırdı. Fethullah Gülen’in kızı, Erdoğan- Defne Samyeli, muta nikâhı vd. gibi iftiralar ve asparagaslar; Numan Kurtulmuş’a kurulan kaset komplosu, Erdoğan’ın AK Parti kadrolarından olmayan akrabalarının kasetleri örnekleri tarafların ahlakı olmayan bir mücadele sergilediklerini göstermektedir. Allah’ın boyası ile boyanmak, Kuran ahlakı, Rasul’ün eminliği, sahabenin vefa anlayışını her ders halkasında anlatan dindar çevrelerin mevcut kavgada bu anlatılardan pek de nasiplenmedikleri anlaşılmaktadır. Kimi Tevhidi çevrelerin bile öykündüğü, milletin etlisine sütlüsüne karışmayan ahlak abideleri olarak görülen Hizmet grubundan sadır olanları görün-

4 I Müslüman Genç Davetçi

ce bunların birer imajdan ibaret olduğu anlaşıldı. Diğer taraftan belediye başkanlığı döneminde yakın çalışma arkadaşlarının bile ahlaki zaaflarına göz yummayan, delikanlı, dobra ve okuduğu Kuran-ı Kerimle bilinen R. Tayyip Erdoğan, Gülen Grubuna sarf ettiği sözlerle çoğunluğu şaşkına çevirdi. Ahlaki olmayan tavırlar, bel altı meselelerle sınırlı kalmadı. Gülen grubu, Ak Partiyi yıpratmak adına Suriye halkının haklı mücadelesinin önünü kesmeye bile çalıştı. Suriye tırlarının durdurulması ile Ak PartiEl kaide ilişkisi oluşturulmaya çalışılarak ABD ve AB’ye şikâyete kadar vardırıldı. Buna karşın Fethullah Gülen’in ABD’den iadesi iddiaları ise yabana atılır gibi değildi. Bu durum, kavgada karşı taraf olan ABD’nin hala AK Parti için aşılamayan/görmezden gelinemeyen bir konumda olduğunu gösterdi. Gezi parkı eylemlerinde sosyal medya tetikçiliğine soyunan Gülen grubu, Kabataş’ta yaşanan menfur olayda maalesef Kuran ahlakını bir kenara bıraktı. Samanyolu ve Bugün TV, saldırıya uğrayan başörtülü hanım efendinin sözlerinden ziyade saldırının tarafı olan gezicilerin sözlerine itibar ederek bir 28 Şubat klasiğini sergilemiş oldu, Allah’ın fasıktan gelen habere itibar edilmemesi emrini görmezden gelerek.

YEDİRMEM … YEDİRMEM … YEDİRMEM Tarafların kendilerinden olanları, yedirmem paranoyasıyla savunmaları da dikkat çekiciydi. Gülen medyası tarafından Zekeriya Öz’ün Dubai tatilini temize çıkarmak için her türlü çabayı sarf etmesi, Egemen Bağış’ın ‘Bakara iyi makara ‘ şeklinde zihinlerde yer eden Allah’ın ki-


GÜNDEM ANALİZ tabıyla dalga geçmesi Tayyip Erdoğan tarafından Ak Partilileri bile şaşkına çevirecek şekilde ‘biz kimle yola çıktığımızı iyi biliriz. Montaj dediyse montajdır.’ diye savunması körü körüne bizden olan yanlış yapmaz anlayışının tipik birer örneğini oluşturmaktadır. Başörtüsü sorununu büyük ölçüde bitiren bir şahıs tarafından Egemen Bağış’ın Metehan Demir İle yapmış olduğu başörtüsünün kaynağı olan Kuran-ı Kerimle dalga geçtiği diyaloglarının bir yaptırımla karşılaşmaması ve bunu Tevhidi çevrelerin bile hiçbir platformda ne gerekçeyle olursa olsun dile getirmemeleri yadırganacak ve çifte standartçı bir davranıştır. Tayyip Erdoğan, yedi yüz bin dolarlık saati takan bir şahsı, kendisine oy veren, hayır duaları bize yeter dediği fakirlerin yüzüne daha rahat bakabilmek adına da olsa partisinden ihraç edemez miydi?

OY VERMEYENLER NE KADAR MARJİNAL / OY VERENLER NE KADAR KİTLESEL? Seçimin/kavganın ana vuruşanları olduğu gibi kavgaya sonradan dahil olanlar da oldu. Tevhidi çevreler olarak bilinen cemaatlerin çoğunluğu, ümmet coğrafyası ve başörtüsü duyarlılığını öne çıkararak seçime/ kavgaya dahil oldu. Oy vermenin mevzi kazanımlar için bir yol olabileceğini düşünenler, ‘Ak’ kadroların ardına takılanlar, bağımsız duruşlarını terk edenler, cemaat olgusunu ıskalayanlar, sandığı özlemle bekleyen bir tutumla kimisinin bir zamanlar başarılarına öykündükleri Pensilvanya’ya haddini bildirme yarışına girişenler de oldu. Siyasi sistemle nasıl bir strateji ile mücadele edileceği ve hangi aşamada ne gibi bir tavır geliştirileceği, istişare süreçlerinin sonucunda kararlaştırılmalıydı. Bu karar kolektif bir ameli ortaya çıkarmalıydı. Ancak cemaat önderlikleri gerek kendi gerek ise mensuplarının duygusallığına yenik düştü ve bütüncüllükten uzak, istikamet gözetmeyen, bireysel fiillerin ortaya saçılmasına neden oldu. Bir strateji, bir taktik davranış olarak ortaya çıkması gereken fiil, ittifak ettikleriyle sadece anlık/dönemsel bir davranış birliğinden ziyade ’Yok birbirimizden farkımız biz Osmanlı bankasıyız.’ repliğine uygun bir hercümerç hali oluşturdu. Recep Tayyip Erdoğan’ın karizması cemaat önderliğinin liderlik pozisyonunu sarstı. Oy veren çevreler, oy vermeme kararı alsalardı; bu, mensuplarında ne kadar olumlu karşılık bulurdu bu da cevaplanması epey zor

bir soru olarak karşımızda durmaktadır. Oy vermenin caiziyeti bir kenara oy vermenin faziletleri, oy vermemenin mekruhları üzerine sosyal medyada paylaşımları çok görür olduk. İslam’ın kaynaklarına tevilsiz bakıldığında birçok mahsurunun sırlanabileceği oy vermeye adeta dinin rukünlarından, zorunlu ibadetlerden biri olarak bakmak da karşımıza çıkan yeni durumlardan. Oy vermeyenleri boş, marjinal söylemleri olan, durağanlığı tevhidilik olarak algılayanlar olarak tanımlayan ve tahfif edici bir dil kullananlar, her türlü tahkirle mahkum ettikleri bu çevrelerden sıradan bir vatandaş gibi sandığa gitmenin - kimileri için Ak parti mitingine gitmenin- dışında hangi konuda daha dolu, daha kitleseldirler ve neyi, hangi alanda daha fazla üretmişlerdir? Bu kavgada ümmetin hassasiyetlerini gözeterek bir konum alınabilir ve elbette alınmalıdır. Ancak bu adil şahit vasfımız gereği aldığımız konum bizim için haklı bulduğumuz ve/ya ittifak ettiğimiz çevrelerle bizi aynileşmeye götürmemelidir. Bize ait olmayan bir düzlemde ve her ne kadar Müslümanların maslahatına işler yapıyor olsalar da bizim olmayan ve ne yapacağı ve hangi adımları atacağını bizim belirleyemediğimiz hatta bizimle istişare bile edilmeyen bir hareket adına / için sevgimizin cenneti kazanmanın bir ön şartı olarak konulan kimseleri tahfif, tahkir ve tecrit etmenin hiç bir adalet ve insaf ölçüsüyle izahı mümkün değildir. Bizim tercihimiz geleceği birlikte inşa etme imkân ve ihtimalimiz olanların yanı olmalıdır. Son cümle olarak, biz hala Hududullah’ın hâkimiyeti hedefine sahip bir topluluksak mevcudun olumluluklarını Kuran’ın bizim için ortaya koyduğu- fitnenin kalktığı dinin yalnızca Allah’ın olduğu bir bireysel, iktisadi, sosyal, siyasal atmosfer- nihai hedeflerimizin yerine ikmal etmemeliyiz. Duygularımızı, aklımızın ve vicdanımızın önüne geçirmeden istikamet üzere yol yürümeye devam etmeliyiz.

Bahar 2014 I 5


ANALİZ M E D N Ü G

Yazı: FIRAT TOPRAK < ftoprak65@hotmail.com

BİR SEÇİMİN ANATOMİSİ 30 Mart seçimi bizatihi kaset savaşları arasında gerçekleşti dense yeridir. Baykal olayında görüldüğü üzere kaset manipülasyonları ile siyasetin dizaynının işlevselliğinden sebep egemenler ve uzantılarınca son dönem daha sık kullanılmaktadır. 30 Mart 2014 mahalli idareler seçim süreci politik taraflarca hayat-memat meselesi olarak tanımlandığı kadar olmasa da nevi şahsa münhasır bir siyasi-sosyal atmosferde gerçekleşmiştir. Yaşanan mahalli idareler seçim süreci her seçim döneminden daha çok sosyal bilim verileri ihtiva etmektedir. Mevcut durum analizi olarak söylenecek hususların başında iktidar mücadelelerinin dün olduğu gibi bugünde acımasızlığından ve kural tanımazlığından hiçbir şey kaybetmediği gerçeği gelmektedir. İktidar için her yol mubah anlayışının pratiği insanın alçalabileceği derekenin tahmin edilemeyeceğini göstermektedir. Reel siyasetin dibini bulduğu

6 I Müslüman Genç Davetçi

güvensizliğin sebeplerini bu vasatta düşünmek/tartışmak icap etmektedir. 30 Mart seçimi bizatihi kaset savaşları arasında gerçekleşti dense yeridir. Baykal olayında görüldüğü üzere kaset manipülasyonları ile siyasetin dizaynının işlevselliğinden sebep egemenler ve uzantılarınca son dönem daha sık kullanılmaktadır. Başbakan’ın seçim meydanlarında muhalefet partilerinden daha çok Pensilvanya üzerinden propaganda yürütmesi de kaset siyasetinin etki derecesi için veri olarak değerlendirilebilir. Son dönem siyasal ve sosyal analizlerin mühim kavramının toplum mühendisliği olması manidardır. Kaba darbe süreçlerinden medyatik top-


GÜNDEM ANALİZ lum mühendisliği ile siyasetin dizaynına geçildiği ehkavramların oluşturduğu söylemlerin aksine sahada lince müsellemdir. olan alabildiğine bir öfke, gemlerinden boşanmış bir Kimilerince (CHP-MHP-Hizmet-TÜSİAD vb. iç güçşiddetten başkası değildir. Muhtarlık gibi ucuz nedenler ile dış paydaşlar) genel seçime/referanduma dölerle canların yitirilmesi Demokratik Bedavet’in en sonüştürülen yerel seçime iktidarla hesaplaşma anlamı mut tanımı olarak karşımızda durmaktadır. 15 ölüm yüklenmiştir. Çoğunlukla medya önünde gerçekleşen ve 107 yaralanma Demokrasi ve Barış gibi süslü kebilek güreşi genel seçmen davranışının kaygı yönünlimelerin ardına saklanmış ilkelliği aşikâr kılmaktadır. de sergilenmesini getirmiştir. Gerçekten de yaşanan Bu öfke birikimi/patlaması ve ötekileştirme neden? yeni ideolojik kutuplaşma muhafazakâr/İslamcı Savaşa mı gidiliyor yoksa seçime mi? Bir kitlelerin kazanımları koruma saikiyle Ak muhtarlık kaç can eder? vb. soruları Parti’de saf tutmasını ve % 45 gibi yaşanan tarafgir akıl tutulmasını, Kimilerince mühim bir desteği sağlamıştır. Yani lider-parti-makam perestliği/ (CHP-MHPtoplum yolsuzluk iddialarına inanbağnazlığı, tahammül ve keHizmet-TÜSİAD vb. mamış denemese de içerisinde malat yoksunluğunu analiz iç güçler ile dış paydaşlar) bulunduğumuz özel durum geetme amacıyla sorulmalıdır genel seçime/referanduma rekçesiyle dikkate alınmamıştır şüphesiz. dönüştürülen denebilir. Seçim sonucunu örDüşük yoğunluklu bir yerel seçime iktidarla hetülü ittifakın gerçekleştirdiği 17 savaş süreciyle yaşanan Aralık darbe girişimiyle oluşan göçün yol açtığı kırılma nesaplaşma anlamı mağduriyet algısını, Tayyip Erdoticesinde şekillenen yeni topyüklenmiştir. ğan karizması ve Ak Parti’nin soslumsal zemin şehirleri büyük yo-politik alternatifsizliğini de dikkate bir köy haline getirmiştir. Bir başalarak yorumlamak icap etmektedir. Kim ka deyişle kırsal yaşama ait özellikler ne derse desin toplumun mühim kısmı adını koyakent yaşamında sürdürülmüştür. Şiddet ve masa da maslahat-mefsedet yaklaşımıyla hareket baskı sosyolojisine dönük anlama çabası iş bu sosyal etmiştir/etmektedir. Kötünün iyisini tercih ehven-i zemini tahlil etmeyi gerektirmektedir. Kırda sıklıkla şer kodlamasıyla tarihsel karşılığı olan bir yaklaşım müşahede edilen bedevi tabiatın sert ve tahammül biçimidir. kabul etmeyen yapısı lider fetişizmi ve geç kalmış Bir başka boyutun ifadesi ise Gülenist darbe temilliyetçiliğin kesin inançlılığı ile meczolunca ortaya şebbüsüyle orta yere saçılan –aslında şehir efsanebu tablo çıkmıştır ki Kürt modernitesi olarak adlandıleri mahiyetinde kulakların aşina olduğu- yolsuzluk rılan mevcut durum toplumsal barış ve gelecek açıiddialarının kamu vicdanını tatmin edecek bir şekilde sından endişe kaynağıdır. vuzuha kavuşturulamaması ve darbe teşebbüsü gerekçe gösterilerek setredildiği manasındaki soru işaretlerini pekiştirmesidir.

Demokratik Bedavet/Bedevilik: Seçim sürecinin Kürt coğrafyasındaki izdüşümünü ise İbni Haldun’dan mülhemen ürettiğimiz “Demokratik Bedevilik” kavramsallaştırmasıyla sürmeye çalışacağız. Her ne kadar siyaset artık ince işçilikle yürütülse de Kürt coğrafyasındaki izdüşüm demokrasi şöleni vb. söylemlerin aksine hala kaba ve baskıcı bir dil ve pratik şeklinde tezahür etmektedir. Mutlak doğru olarak addedilen ama kimsenin dört başı mamur bir tanımını yapamadığı Demokrasi, Barış gibi

Bahar 2014 I 7


ANALİZ M E D N Ü G Seçim sürecindeki BDP saldırganlığı savuna geldikleri Demokratik Özerkliğin pratiğine yönelik kaygıları beslemiştir. Sokaklarda estirilen tedhiş, kadınların bile darp ve taciz edilmeleri sadece bu seçime mahsus olmayan sindirme politikası kaygıyla beraber bir enerji/gerilim birikimine de neden olmaktadır kuşkusuz. Başörtülülerin uğradığı baskı geçmişi aratmayacak boyuta ulaştı denirse abartı sayılmaz. Bölge İslamcılarının hatırı sayılır kesimi iş bu bedevi tehdit üzerine ezberlerini bozarak Ak Parti saflarında konumlanmışlardır. Reel-politiğin sebep olduğu duruş, düşünüş ve tavırların konjonktürel duygusallıkla şekillenmesi sağlıklı bir durumu işaret etmemektedir. 30 Mart seçiminin bir başka boyutu da Barış sürecinin bir yıllık çatışmasızlıkla birlikte test edilmesini sağlamasıdır. Hatta Ak Parti’nin bölgede düşük profilli adaylarla seçime girmesini bölgenin BDP’ye terk edilmesi olarak yorumlayan yaklaşımın seçim sonuçlarıyla doğrulandığı görülmektedir. Ak Parti ve BDP’nin görece yükselişi barış sürecinin devamına dönük bir destek anlamı taşımaktadır kuşkusuz. Barış sürecinin nasıl şekilleneceğine yönelik belirsizlikle beraber kanın en azından şimdilik kaydıyla durmuş olması memnunlukla karşılanmaktadır. Sonrasına dair kaygılar ise gittikçe artmakta. Gerçekten de bölgede vesayetini pekiştiren Kürt ulusalcıları yönetim ehliyeti sergileyememekte, sorun çözme iradesi geliştirememekte bilakis bizatihi sorun teşkil etmektedirler. Kürt siyasetinin çiçeği burnunda aktörü olan

8 I Müslüman Genç Davetçi

Hüdapar’ın ise ilk seçiminde beklenenin altında bir varlık sergilemesi daha doğrusu bir varlık gösterememesi ise ayrıca değerlendirilmelidir. İş bu hareketin özgül ağırlığının seçim sonucuna yansıyan kadar olması, Batman-Diyarbakır hattındaki durum ve ilçe/belde dâhil hiç bir belediyenin alınamaması manidardır. Bununla birlikte orta ve uzun erimde teşkilatçılık açısından becerikli olan Hüdapar çevresinin kendi siyasi mecraını oluşturacağı öngörüsünde bulunulabilir. Ulusalcı hareketin anti tezinin üretilmesi ve kitleselleşme için muharref söylem ve pratiklerin içselleştirilmesi nasıl izah edilebilir. Üretilmesi zorunlu yeni bir fıkhın siyasal sisteme katılım olup olmadığını selim bir akılla düşünüp müzakere etmek gerekmektedir. Diğer bir husus ise İslamcıların kaotik siyasi gündeme abanmışlığının sebep olduğu ufuk daralması ve öncelikler skalasının değişimidir. Bu durum ise asli görevimiz olan eğitim ve davet olgusunun ihmaline yol açmakta ve İslami toplumsal değişimin ertelenmesine sebep olmaktadır. Konuşulması gereken çabaların yukarıdan aşağıya gerçekleşen bir muhafazakârlaşmaya mı aşağıdan yukarıya gerçekleşecek bir İslamcılaşmaya mı yoğunlaştırılması gerektiğidir. Yaşanan seçim bir kahramanlık olmadığı gibi dünyanın sonu da değil elbet. Lakin sosyal ve siyasal zeminin değişiyor oluşunu dikkate alıp tahlil ederek eskimez yeniden kalkışla ve aslın asaletiyle müstakil İslami varoluş adına yeni sözler söylemek ve pratiğini şekillendirmek gerekmektedir. Olanın hayra tebdili duasıyla.


Yazı: AHMET KÖSE

ARAŞTIR MA

PEYGAMBERİN görülmesi mes’elesi Hz.

Hz. peygamberi anlamak onun getirdiği kitabı anlamak ve kitâbı hayatın merkezine almakla mümkündür. Çünkü bize düşen rüyamızda gördüğümüz bir peygambere değil, Kur’ân’ın bize gösterdiği peygambere îmân etmektir.

Son zamanlarda gündemde olan bir konu olması hasebiyle Hz. peygamberin görülmesi mes’elesini İslam’ın kaynakları açısından değerlendirme gereği duyduk. Bu yazımızda mes’eleye Kur’ân ve sünnet çerçevesinden nasıl bakmamız gerektiği üzerinde duracağız. Öncelikle şehâdet âlemi olarak isimlendirebileceğimiz içerisinde bulunduğumuz bu âlemde Hz. peygamberin, mücessem olarak tekrar görülmesi mes’elesine değinelim. Peygamberimizin vefâtıyla birlikte artık onu dünya hayatında mücessem olarak görme imkânını kaybettik. Çünkü kâbir âlemi ile dünya hayatı arasında –Kur’ân’ın ifâdesiyle– bir berzah, yâni geçit vermez bir engel vardır.1 Bu Kur’ânî ifâdeden de anlaşılacağı üzere Hz. Peygamberle –vefâtından sonra– dünya hayatında yüz yüze görüşmek mümkün değildir. Buradan hareketle Hz. peygamberle dünya hayatında bizâtihî görüştüğünü iddia etmek İslâmî olmaktan çok uzak bir tutumdur. Böyle bir görüşme iddiası ve etrafında şekillenen Hz. Peygamberi ışık metaforu ile sembolize etme temayülü, Hıristiyan öğretisini te’sis eden Pavlus (Saul)’un ortaya attığı ve İsa’yı “gökten gelen bir ışık”2 olarak tasvir ettiği anlatıyla tam bir uyum içerisindedir. Hz. İsa’nın vefatından sonra onunla görüştüğünü iddia eden Pavlus (Saul)’un bu söyledikleri ne kadar doğru(!) ise, Hz. peygamberle vefatından sonra görüşme iddiası da o derece doğrudur(!).

Bahar 2014 I 9


MA ARAŞTIR Hz. Peygamberi Rüyada Görmek Mümkün Müdür?

algısını inşa ediyordu. Başta Hz. Ömer olmak üzere –o anki üzüntüyle– Hz. Peygamberin ölmediğini iddia edenlerin huzurunda şu târihî konuşmayı Hz. Peygamberin rüyada görülmesi konusuyaptı: ”İnsanlar! Muhammed’e tapan bilsin ki Muna hadislerden delil getirilmeye çalışılmaktadır. hammed ölmüştür. Allah’a ibâdet edenler onun Şimdi bu hususta vârid olan rivâyetleri nasıl andiri ve ölümsüz olduğunu bilirler.”5 Allah Teâlâ lamamız gerektiği konusunu inceleyelim. Hz. Peybuyuruyor ki: “Muhammed, ancak bir peygamgamberin rüyada görülmesiyle ilgili rivayetlere berdir. Ondan önce de peygamberler gelip geç– Sünen-i Nesâi dışında– Kütüb-i Sitte’nin tamamiştir. Şimdi o ölür yahut öldürülürse gerisin geri mında rastlıyoruz. Rivâyet özetle “Rüyada beni 3 mi döneceksiniz? Kim geri dönerse Allah’a hiçbir gören hakikaten beni görmüştür.” şeklindedir. zarar vermez. Allah, şükredenlere mükâfatlarını Bu hadisi Fethu’l- Bârî adlı kitabında değerlendiverir.”6 Hz. Ebu Bekir’in bu sözleri ve okuduğu ren meşhur hadis yorumcusu İbn Hacer, fıkıhçıâyet Müslümanların peygamber algısının ların da görüş birliğiyle dile getirdiği: “Böyle nasıl bir zemine oturması gerektiğini bir rüyadan hüküm elde edilmez.” gösteriyor. kanâtini aktarıyor. Bu görüşe, rüAllah’ın resûlünü Kur’ân bizleri Hz. Peyyanın dinin kaynakları arasında örnek almak O’nu rüyalar gamberin sûretinden çok sayılmadığı gerçeğinden haâleminde aramaktan değil, sîretine (yaşantısına, ahraketle ulaşılmıştır. Ancak hayatın içerisinde aramaktan lakına) yöneltiyor. Bunu kendi görüşlerine Kur’ân ve geçer. Karşılaşılan da Hz. peygamberin yüce sahih sünnetten dayanak problemlere peygamberî ahlâkına7 vurgu yapabulamayan bazı kimseler pencereden bakıp çözüm rak bizlere ifâde ediyor. bu ve benzeri hadislerin aramak, onun sünnetini Allah’ın resûlünü örnek almanasını tahrif etmek ve hayata taşımaktır, mak O’nu rüyalar âleminde genişletmek sûretiyle rüyaasıl peygamber aramaktan değil, hayatın içedan hüküm elde etme yoluna sevgisi… risinde aramaktan geçer. Kargitmişlerdir. Ayrıca bahsi geçen şılaşılan problemlere peygamberî hadis yorumcularının da kitaplapencereden bakıp çözüm aramak, onun rından anlaşılacağı üzere bu durum Hz. sünnetini hayata taşımaktır, asıl peygamber sevpeygamberin döneminde yaşamış ve onu hayatgisi… İslam’da asıl olan Hz. Peygamberi görmek tayken görmüş olan kimseler (sahabiler) için gedeğil, onun gösterdiği Kur’ânî hakîkatlarî görmekçerlidir. Hz. Peygamberi dünya gözüyle görenler tir. Hz. peygamberi anlamak onun getirdiği kitaiçin rasul vefât ettikten sonra bu hadisin hükmü 4 bı anlamak ve kitâbı hayatın merkezine almakla sona ermiştir. mümkündür. Çünkü bize düşen rüyamızda gördü ğümüz bir peygambere değil, Kur’ân’ın bize gösHz. Peygamberin Vefâtı Sırasında terdiği peygambere îmân etmektir. Yaşananlar ve Sahih Peygamber Algısı Hz. Peygamberin vefât haberini alan Müslümanlar büyük bir sarsıntı geçirmiş ve buna inanDİPNOT: mak istememişlerdi. Şimdi de olduğu gibi Hz. 1 Bkz. Mu’minûn: 100 Peygamberin ölmediğini iddia edenler olmuştu. 2 Yeni Ahit, Elçilerin İşleri 9:3 Hatta Hz. Ömer: “Kim Muhammed öldü derse 3 Müslim, Rü’ya, 11. 4 Bkz. Mustafa Ahmet ez-Zerkâ, Hadislerin Anlaşılmasınonun kellesini uçururum.” diyecek kadar büyük da Aklın ve Fıkhın Rolü, 2. Baskı, s. 69-70. bir şok yaşıyordu. Hz. Peygamberin vefât etme5 İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı, s. sine rağmen onun ölüp-ölmediğini tartışanlar 397. vardı. İşte tam bu noktada Hz. Ebu Bekir duruma 6 Âl-i İmrân: 144 7 Kalem: 4 müdahale ediyor ve âdeta sahih bir peygamber

10 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: İSMAİL ERDEMLİ

İSLAM D ÜNYASI

Körfez sermayesi tarihin akışını engelleyemez İngiltere Başbakanı David Cameron 1 Nisan’da Müslüman Kardeşler Hareketi (İhvan) hakkında soruşturma başlatılması emri verdiğini açıkladı. Aslında bu açıklama İhvan için şimdiye dek görece rahat hareket edebildiği Batı’da da işlerin gittikçe zorlaşacağı anlamı taşıyor. İhvan için asıl tehlike Avrupa’dan çok Körfez başta olmak üzere Arap dünyasında. Suudi Arabistan’ın başını çektiği birçok ülke, Arap Baharı sonrası görece etkin duruma gelen İhvan hareketini gelecekleri açısından tehlikeli olarak değerlendirmeye başladı ve özellikle Mısır’da Muhammed Mursi’yi deviren askeri darbenin ardından deyim yerin-

deyse bir cadı avı başlattı. Şimdiye kadar ortaya koyduğu ‘aşırı itidal’ eğiliminden dolayı birçok İslami grubun eleştirilerine maruz kalan ve yıllar boyu kendini bir irşad hareketi olarak konumlayan İhvan hareketi, Mısırlı darbeciler tarafından terör örgütü olarak ilan edildi ve tüm mal varlıklarına el kondu. Hemen akabinde Suudi Arabistan da benzer bir karara imza atarak maddi destek verdiği darbeye psikolojik destek de vermiş oldu. Suudi Arabistan’ın peyki konumunda olan Birleşik Arap Emirlikleri de aynı izlek üzerinden ilerledi. Ülkesindeki Şii ağırlıklı muhalefeti bastırmakla meşgul olan Bahreyn ise ‘stratejik’ nedenlerle böyle bir karar almaktan imtina etti.

Bahar 2014 I 11


ÜNYASI D M A L İS

Ama rahatladıktan sonra ilk fırsatta ‘sürüye’ katılacaklarında şüphe yok! Irak’tan Libya’ya kadar Arap dünyasının neredeyse her tarafında yönetimler İhvan-ı Müslimin hareketini mahkum etmek için ellerinden geleni yapıyor. Ağırlıklı olarak efendilerinin sesi durumunda olan medya da İhvan’a yapılanları meşru göstermek için tüm maharetini ortaya koyuyor. Ortadoğu’ya vaziyet eden statükonun sahipleri Müslüman Kardeşler’e (İhvan) yapılanları sessizce ama büyük bir keyifle takip ediyor. Bir yıl önce İsrail’in etrafının İslamcı yönetimlerle sarılmaya başlandığını ve bunun Siyonist yapı açısından büyük bir güvenlik riski olduğundan bahsediliyordu. Ama İhvan karşıtı cephenin mevzi başarısından sonra böyle bir endişe artık dile getirilmez oldu. Nisan ayının başlarında İsrailli kaynaklar, Tel Aviv yönetiminin, Mısır’a apaçi türü savaş helikopterleri vermesi için Washington’a baskı yaptığını söyledi. Siyonist rejimin yönetiminin Mısır’daki darbeciler için ortaya koyduğu bu canhıraş çaba aslında şu anda bölgede yaşananlara dair net bir fotoğraf sunuyor.

İHVAN KÖRFEZİ AYRIŞTIRIYOR Arap dünyasında İhvan merkezli yaşanan süreçte belirgin bir biçimde farklı tutum takınan iki ülke; Katar ve Tunus oldu. Müslüman Kardeşlere destek veren Katar en yakın komşuları tarafından adeta cezalandırıldı. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn Doha’daki Büyükelçilerini Katar’ın milli çıkarlarına aykırı davrandığı gerekçesiyle geri çekti. Üç ülkenin Büyükelçilerini geri çekerken yayınladıkları bildiride açıkça söylenmese de bu ülkelerin Katar’la yaşadıkları sorunun merkezinde İhvan hareketi vardı. İhvan’a yakın meşhur alim Yusuf El-

12 I Müslüman Genç Davetçi

Karadavi’nin Katar’ın Başkenti Doha’da verdiği Cuma hutbeleri de körfezin emirlerini rahatsız ediyordu. Tunus’ta kökenleri İhvanla irtibatlandırılabilecek Nahda Hareketi, Arap rejimlerinin çoğunun heyecanla yıkılmasını beklemelerine rağmen süreci yürütmeyi başardı ve seçimler için geri sayımı başlattı. Raşid El Gannuşi başkanlığındaki hareketin ortaya koyduğu ilkesel duruş eleştirilebilir, arzu edilenin çok uzağında olduğu da değerlendirilebilir ama şu unutulmamalı ki, Mısır’da olduğu gibi Tunus’ta da karşı devrim hareketinin başarılı olması için az şey yapılmadı! Yukarıda söylediklerimizi şöyle özetlemek mümkün; Arap dünyasındaki siyasi haritayı birçok bölgede, 2011 yılında başlayan Arap Baharı’nın taşıyıcı gücü ve kitlelerin ümidi haline geliveren İhvan hareketine verilen destek ya da karşı çıkışlar belirliyor. Bunun iddialı bir söz olduğunun farkındayım.

SİSİ, İHVANI SİLAHLI MÜCADELEYE ZORLUYOR! Burada İhvan hareketinin siyasi bakışının tahlilini yapacak değilim. Ama şu kadarını söylemeliyim ki 1928 yılında Şehid Hasan El Benna’nın kurduğu hareket onlarca yıllık bir süreç içerisinde birçok değerli tecrübe biriktirdi. Bu tecrübe onları eleştiriden vareste kılmıyor elbette. Ama yapılacak eleştirilerin çalakalem eleştiriler olmaması gerektiğini vurgulamaya çalışıyorum. Kanaatimce bu tecrübenin en somut göstergesi darbecilerin bütün katliam ve zulümlerine rağmen İhvan, devamını getiremeyeceğini düşündüğü silahlı çatışma sarmalına girmedi. Hâlbuki Sisi’nin liderliğindeki İsrail muhibbi darbeciler bu anlamda çok çaba sarf etti. Kimse bana bu insanların korkak, ya da işbirlikçi olduklarından dolayı ‘cihad’ meydanından kaçtığını


İSLAM D ÜNYASI İslami uyanışın en büyük düşmanlarından biridir. Suriye’deki Esed diktatörlüğüne karşı mücadele eden mücahidlere yaptıkları yardımları bu kapsamın dışında değerlendirmek mümkün değildir. Esed’e karşı verilen mücadelede hep ön planda görünmeye çalışan Suud hanedanlığının vatandaşlarının Suriye’ye giderek cihada katılmalarını yasaklamasını hangi mantıkla açıklayabiliriz ki? Aslında üzerinde durulması gereken bir başka konu da, uluslarası silah sanayiini kullanamayacakları silahlarla ihya eden petro-dolar zengini şeyhliklerin, İslam dünyasının birçok bölgesinde doğal gelişimi rayından çıkaran ve uluslararası sistemin müdahaleleri söylemesin. Aylardır binlerce üyesini şehid veren, on için uygun zeminler hazırlanmasına yarayacak fiiller binlerce mensubu gösterilerde yaralamış ve on binortaya koyan bir grup unsurla olan karanlık ilişkisi... lercesi de darbe zindanlarında işkence altında büyük İhvan’ı eleştirmeyenin dövüldüğü bir ortamda söz kobir sınav veren bir hareketin ortaya koyduğu direniş nusu unsurların neliği hakkında insanlar nedense kebiçimini tarihsel anlayışı ve pratiğinden tum kalmayı yeğliyor. Neyse, bu bahsi diğer... ayrı düşünmek kelimenin en basit Kim ne derse desin, İslam ümmeti anlamıyla sapla samanı birbirine uzun bir fetret döneminin ardından Kim ne derse desin, karıştırmak olur. yeniden bir özne olarak tarihi misİslam ümmeti uzun bir İslam dünyasının vesayet yonuna geri dönüyor. Bahar gelfetret döneminin ardından altında tutulmasında emperdiğinde tabiatın yeşermesini hiç yeniden bir özne olarak tarihi yalizmin en büyük enstrübir güç engelleyemez. Çünkü bu misyonuna geri dönüyor. manlarından biri olduğunu Sünnetullahın bir gereği. Bahar geldiğinde tabiatın yedüşündüğüm Körfez ülkeleBirçok hatalar yapılacaktır şermesini hiç bir güç engelrinden birinin üst düzey bir muhakkak. Birçok farklı yakleyemez. Çünkü bu yetkilisi geçtiğimiz günlerde, laşım ortaya çıkacaktır. Bu işin Sünnetullahın eğer İhvan Mısır’da bastırıdoğası gereğidir. Bu noktada birbir gereği. lamazsa başımıza bela olacak çok şeyi rahatlıkla tartışabilmeliyiz mealinde laflar etti. Yıllardır havuç elbette. Mısır ve diğer bölgelerde İslam ve sopa formülüyle yönettikleri körfez düşmanları ve yerel işbirlikçileri İhvan’ın halkları her geçen gün patlamanın eşiğine biraz şahsında İslami uyanışı engelleyebileceklerini zandaha yaklaşıyor. Bunun farkındalar. En şirret yönnediyorlar. Ellerindeki devasa imkanlar tarihin akışını temlerle bastırmaya çalıştıkları İslami hareketlerin durdurabilecekleri zehabına kaptırıyor onları. Ama yatoplumsal tabanda geniş kabul görmesi onları adeta kında korktuklarının başlarına geleceğini görecekler... çılgına çeviriyor. Kendi gölgelerinden bile korkan körfezin ihanet çetesi, Katar’ın çok naif sayılabilecek farklılığına bile tahammül edemediler! Körfez ülkelerinin dünyanın bir çok yerindeki İslami çalışmaları destekliyor görünmeleri aslında statüko karşıtı oluşabilecek her hangi bir dalgayı kontrol altına alma endişesinden kaynaklanıyor. Yoksa koltuklarından başka kutsalı olmayan bu güruh hiç bir İslami endişe taşımadığı gibi sahih her hangi bir

Bahar 2014 I 13


USULÜ N A ’ R U K

Yazı: ASIM DUNDAR < asimdundar@gmail.com

MEAL, TEVİL, TEFSİR Yüce kitabımız Kur’an güvenilir bir elçi olan Ruhu’l-Emin tarafından Hz. Peygamberin kalbine hece hece, kelime kelime, cümle cümle ilka olunmuştur. Vahiy Hz. Peygambere içinde yaşadığı toplumun dili olan Arapça olarak inzal olunmuştur.

“Gerçekten o (Kur’an, alemlerin Rabbinin (bir) indirmesidir. Onu Ruhu’l-emin indirdi. Uyarıcılardan olman için, senin kalbinin üzerine (indirmiştir). Apaçık Arapça bir dille”.1 Yüce kitabımız Kur’an güvenilir bir elçi olan Ruhu’lEmin tarafından Hz. Peygamberin kalbine hece hece, kelime kelime, cümle cümle ilka olunmuştur. Vahiy Hz. Peygambere içinde yaşadığı toplumun dili olan Arapça olarak ve mana olarak değil kelam/ söz ile inzal olmuştur. Hz. Peygamber Cebrail’den gelen vahyi

14 I Müslüman Genç Davetçi

hıfzedip toplumuna tebliğini yapmış, içinde yaşadığı toplumun dili ile apaçık bir şekilde yapılan tebliğ karşısında, hiç kimsenin biz bu dili veya söylenenleri anlamıyoruz gibi bir itirazları olmamıştır. Tam tersi tebliğ açık ve anlaşılır bir dil ile yapıldığı için iman edenler ona göre iman etmiş, inkar edenler de söylenenleri çok iyi anladıkları için inkar etmişlerdir. İslam tüm insanlığa bir çağrıydı ve tebliğin herkese ulaşması gerekiyordu. Özellikle tebliğin yaygınlaşması ve farklı dillere mensup insanların vahye


KUR’AN USULÜ davet edilmesi doğal bir sonuç olarak Kur’an’ın bu dillere çevirisini gündeme getirmiştir. İlk Kur’an çevirilerinin Hz. Peygamber zamanında yapıldığında şüphe yoktur. Tarihi kaynaklar kayıt düşmüştür ki Hz. Peygamber Bizans İmparatoru Heraklius’a, İran İmparatoru Kisra’ya ve dönemin belli güç odaklarına İslamı tebliğ için mektuplar yazdırıp elçilerle yollamıştır. Bu mektupların içerisindeki ayetler, doğal olarak kendisine gönderilen imparatorun anlaması için, imparatorun diline çevrilmiş ve ilk tercümeler bu dönemlerde başlamıştır. Konuyla ilgili bir rivayette; İranlılar, Selman-ı Farisi’ye Fatiha Suresinin Farsça nasıl yazıldığını mektupla sormuşlardı. Dilleri metin itibarıyla Arapçaya alışıncaya kadar bu tercümeyi mescitlerinde ezberlediler.2

sözün manasının her yönüyle aynen değil de, biraz noksanıyla ifade edilmesidir.3 Meal ile kastedilen Kur’an’ın manasında bir eksiklik veya belirsizlik hali değil, öz manaya yakın anlama ulaşma çabasıdır. Çünkü Kur’an hangi dile çevrilirse çevrilsin tam karşılığı ile tercüme edilmesi imkansızdır. Ama tercüme yapılan dildeki manaya ulaşılabilir. Bundan dolayıdır ki hiçbir tercümeye/ meale Kur’an diyemeyiz. Kur’an’ın öz itibariyle, muciz olmasıyla, anlam derinliğiyle kendine özgü bir yapısı vardır. Ve bu yapıyı hiçbir çeviride yakalamamız mümkün değildir.

TEFSİR/TE’VİL

Tefsir; Sözlükte; beyan etmek, keşfetmek, izhar etmek, aydınlatmak ve üzeri kapalı bir şeyi açmak anlamındadır. Sözlükte; müşkil olan lafızdan murad TERCÜME/MEAL edilen şeyi tespit etmek anlamına geliyorsa da alimTercüme; Sözlük anlamı bir çok manaya gelmekler arasında yaygın anlamı, Kur’an-ı Kerim’in manalale birlikte; bir sözü, bir dilden başka bir dile rını tespit etmek, ondaki müşkil(güç, zor) çevirmek demektir. Terim anlamı ise, ve garib(kapalı) lafızlardan kastedilen bir sözün manasını diğer bir lisanşeyi beyan etmek, demektir.4 Meal ile kastedilen Te’vil; Açıklamak ve beyan etda dengi bir tabir ile aynen ifade Kur’an’ın manasında mek anlamını da ifade etmeketmektir. Tercüme yapılırken, bir eksiklik veya belirsizlik tedir. Sözlükte ise; görünürde sözün bütün mana ve maksathali değil, öz manaya yakın birbiriyle uyumlu iki ihtimallarına itina gösterilmesi icap anlama ulaşma çabasıdır. den birine manayı yöneltetmek gerekir. Şu bir gerçektir Çünkü Kur’an hangi dile mektir. Yani ayete muhtemel ki, bir dildeki bir cümleyi başka çevrilirse çevrilsin manalardan birini vermektir.5 bir dile tercüme ederken ketam karşılığı ile tercüme Tefsir kelimesi Te’vil kelimelimeleri birebir tercüme yaptıedilmesi sinden önce kullanılmıştır. İki ğımızda, çoğu zaman verilmek imkansızdır. kelimeyi bazı alimler ayırt etmekistenen anlam tam olarak ortaya sizin aynı anlamda da kullanmışlardır. çıkmaz veya başka bir anlam çıkabilir. İmam Taberi, tefsir yerine te’vil kavramını Bundan dolayı tercüme yaparken verilmek kullanmıştır. Ancak bu iki kelime bir biri yerine kulistenen manayı ortaya koyabilmek için ek kelimelere lanılsa da aynı anlamları ifade etmezler. veya anlamlara ihtiyaç duyulur. Bunun sebebi iki dil Hz. Peygamber vahyi tebliğ etmiş ve anlaşılmaarasındaki anlatım/uslup, mecaz anlam, dil yapısı, yan, kapalı kalan kısımlarını da tefsir etmiştir. Her ne cümle kurumu ve kelime dizilişi gibi farklılıkları sayakadar Kur’an kavminin diliyle fasih bir Arapça olarak biliriz. inmişse de, kapalı, açıklamaya ihtiyaç duyulan, farkMeal; yukarıda saymış olduğumuz farklıklar selı anlamlara gelebilecek, müteşabih diyebileceğimiz bebiyle, Kur’an’ın da Arapça özünden bir başka dile ayetlerin anlamlarının açıklanmaya ihtiyacı vardır ve çevirisinde de bu problemler yaşanmakta ve tam bu ihtiyaç ilk olarak Hz. Peygamber tarafından giderilmanasını verebilmek için ek kelime ve kavramlara miştir. Hz. Peygamber içinde yaşamış olduğu sosyal ihtiyaç duyulmaktadır. İşte bu noktada meal kavramı şart ve çevre içerisinde, ihtiyaç duyulduğu zamanlar, karşımıza çıkmaktadır. Meal kelime olarak bir şeyin ashabının anlayacağı şekilde Kur’an’ı tefsir etmiştir. varacağı yer, gaye manasında olup sözlükte ise; bir

Bahar 2014 I 15


USULÜ N A ’ R U K

Bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, ekonomik refah seviyesi ne olursa olsun, hangi statüde bulunursa bulunsun, ister profesör olsun, isterse okuma yazma bilmesin Kur’an, hepsine aynı mesafededir ve bu kitap hepsinin anlayabileceği açıklıktadır. Herhangi bir kimse vahiy ile muhatap olunca vahyin mesajını anlayabilir, bunun için hiçbir eğitim almasına gerek yoktur. Kur’an herkesin anlayabileceği bir açıklıktadır ve tüm kalplere hitap eden bir mucizedir.

16 I Müslüman Genç Davetçi

Te’vil kavramı ise daha sonraki yıllarda Kur’an’ın yorumu olarak kullanılan bir kavramdır. Ragıp elİsfehani, tefsir ile tevili şöyle ayırt etmektedir. “Tefsir, te’vilden daha geneldir. Tefsir ekseriya lafızlarda, te’vil ise manalarda kullanılır.6 Yani Kur’an’ın muhkem ayetlerinin yorumuna tefsir, müteşabih ayetlerinin yorumuna te’vil diyebiliriz. Kur’an’ı anlamaya yönelik yapılan çalışmaların geneline de daha kapsamlı olduğu için tefsir kavramı kullanılır. Te’vil kavramı daha hususi ayetlerde yapılan yorumlardır. Bu konuyla ilgili bazıları “Elif, Lam, Ra. Bu, hikmet sahibi ve her şeyden haberdar olan Allah tarafından ayetleri sağlamlaştırılmış, sonra da ayrıntılı olarak açıklanmış bir Kitaptır”7 ayetinden yola çıkarak Kur’an’ın kendisi tarafından açıklandığını ve tefsirine ihtiyaç olmayan bir kitap olduğunu savunmaktadırlar. Hatta yapılan farklı tefsir ve yorumların Müslümanlar arasında ayrılık ve tefrikaya yol açacağını iddia ederler. Şunu kabul etmek gerekir ki; İslam dinamik bir yapıya sahiptir ve durağan değildir. Kur’an her çağ ve sosyal yapıya hitap ettiği içindir ki, ilkeleri çağlar üstüdür. Bu da göstermektedir ki, Kur’an her çağın problemlerine ışık tutabilecek bir güce sahiptir. Bu Kur’an’ın dinamik yapısı ve kutsalla olan bağından kaynaklanmaktadır.


KUR’AN USULÜ Bu güne kadar bir çok Kur’an tefsiri yapılmış ve rin anlaşılabilmesi için bu konulara vakıf alimlerimiz yapılmaya da devam edilmektedir. Bu, Kur’an’ın tarafından hüküm çıkarılabilir. bereketinin bir yansımasıdır aslında. Bir çok Kur’an Bunların dışında iman ile ilgili, haram ve helal ile tefsiri çeşitleri vardır, ama konumuz tefsir çeşitleri ilgili ayetler son derce açık ve anlaşılırdır. Mesela; olmadığı ve geniş bir konu olduğu için yazımızda deAllah’ın tek hüküm koyma merci, yalnızca kendisine ğinmedik. Biz bu tefsirlerin bir çoğundan yaralanıyodua ve ibadet edilmesi gerektiği, O’ndan başka İlah ruz ve ufkumuz açılıyor. Tabiî ki Kur’an herkesin anve Rabb olmadığı ile ilgili ayetler. Namaz, oruç, zekat, layabileceği bir açıklıktadır ve farklı örnekler vererek infak ile ilgili ayetler. Bu örnekleri çoğaltabilmemiz insanlığı imana çağırmaktadır. mümkündür. Bu tip ayetler her zaman ve zeminde Bir insan dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın, açık ve herkesin anlayıp ona göre iman veya inkar ekonomik refah seviyesi ne olursa olsun, hangi statavrı geliştirebileceği ayetlerdendir. tüde bulunursa bulunsun, ister profesör olsun, isSONUÇ terse okuma yazma bilmesin Kur’an, hepsine aynı Sonuç olarak hiçbir tercüme meal değildir ve memesafededir. Herhangi bir kimse vahiy ile muhatap allere de Kur’an diyemeyiz. Kur’an bizim için başlı baolunca vahyin mesajını anlayabilir, bunun için hiçbir şına muciz bir kitap/hitaptır. Ancak vahyin eğitim almasına gerek yoktur. Kur’an hermesajını da farklı dillerdeki insanlara kesin anlayabileceği bir açıklıktadır ve ulaştırmak için de Kur’an çevirileri tüm kalplere hitap eden bir muciİslam dinamik kaçınılmaz bir durumdur ve bu zedir. bir yapıya sahiptir ve uygulamayı ilk Hz. Peygamber Ancak ihtisas gerektiren kodurağan değildir. Kur’an yapmıştır. Bunun yanında bir nularda tefsir kaçınılmaz bir her çağ ve sosyal yapıya kişi ister Arapça bilsin, istersonuçtur. Hüküm çıkarılması hitap ettiği içindir ki, ilkeleri se farklı bir dil mensubu olgereken ayetler vardır ve bu çağlar üstüdür. Bu da gössun Kur’an’ın daha iyi anlaşılihtisas gerektiren bir durumtermektedir ki, Kur’an her ması ve hayata hakim kılma dur. Mesela miras hükümleri çağın problemlerine ışık konusunda tefsirler kaçınılile ilgili ayetlerin anlaşılması tutabilecek bir güce maz bir gerçektir. Bu konuda da ihtisas gerektirir ve alimlerimiz, sahiptir. bir çok çalışma yapılmış ve iman bu konuyu daha detaylı araştırıp, edenlerin ufuklarını açıcı birer belge ayetleri daha anlaşılır bir şekilde yoolmuşlardır. rumlayabilir. Veya savaş ganimetlerinin nasıl ve kimlere dağıtılacağı, miktarının ne olacağı Rabbim bizleri Kur’an’ı gereği gibi anlayıp, hayatlakonusu da, herkesin anlayıp hüküm çıkaracağı bir rına tatbik eden kullarından eylesin. mesele değildir. Bu ve benzeri konularla ilgili ayetleDİPNOT: (1) Şuara-26/ 192-195 (2) Sarahsi, El-Mebsut (I, 37), Muhammed Hamidullah Hz. Peygamberin Altı Orj. Dip. Mektubu (s.32) Beyan Yay. (3) Cerrahoğlu-TefsirUsulü:220-221. (4) Lisanu’l-Arab: 4/369; 5/55; Cevheri-Sıhah: 2/686, 781; Zebidi-Tacu’l-Arus: 3/470; el-Burhan: 2/147; Cerrahoğlu-TefsirUsulü:213-214. (5) (4)Lisanu’l-Arab: 11/32-33; Cevheri-Sıhah: 4/1627; ZebidiTacu’l-Arus: 3/470; 7/215; el-Burhan: 2/148; Cerrahoğlu-Tefsir Usulü:214. (6) el-Burhan:2/149;Mukaddimetü’t-Tefsir:402403;Cerrahoğlu-TefsirUsulü:214-215). (7) Hud-11/1

Bahar 2014 I 17


DENEME

Yazı: KEMAL YAZICI

Sınırlarımızın içindeki sınırsızlıklar! Her canlıdan beklendiği gibi insanın da yaratılış amacına uygun yaşaması ve hayatına yön vermesi beklenir. Bu yönelişin, elbet bir belirleyicisi, bir gayesi ve bir sonuçu olmalıdır. Amacımızın olmadığı bir sonuç, sonucu olmayan bir gayemizin olamayacağı gibi amaçsız ve sonuçsuz bir ‘’Belirleyici’’ de asla olamaz.

Her insan belli fıtrat ve fiiliyat özelliklerine göre yaratılmıştır. Yaşamına uyumlu akledebilme ve hareket kabiliyeti verilmiştir. Bu özellikler insanı diğer canlılardan daha özel ve nitelikli kılan unsurlardan en önemlileridir. Her canlıdan beklendiği gibi insanın da yaratılış amacına uygun yaşaması ve hayatına yön vermesi beklenir. Bu yönelişin, elbet bir belirleyicisi, bir gayesi ve bir sonuçu olmalıdır. Amacımızın olmadığı bir sonuç, sonucu olmayan bir gayemizin olamayacağı gibi amaçsız ve sonuçsuz bir “belirleyici’’ de asla olamaz. Hayatımızdaki bu belirleyiciyi biraz akledip düşünürsek bizi yoktan var eden Allah’ı bulmamız zor olmasa gerek. Peki ya Allah (İlah, Rab, Tanrı),

18 I Müslüman Genç Davetçi

bizler için ne anlam ifade etmekte? Hayatımızın ve pratiklerimizin neresinde yer almakta? Yoksa hayatımızda Yaratıcı bizleri ve evreni yarattıktan sonra belirleyici olma hükmünü yitirmekte midir? Sosyal adalet sınırımızda, yönetme ve yönetilme biçimimizde, ticaretimizde, sosyal ve ahlaki davranışlarımızda vd. yaratıcıyı arama ihtiyacı duyuyor muyuz? Yoksa belki aklımıza bile gelmeyen birkaç felsefik akımda bahsedilen ‘’Dünyayı ve İnsanı yaratan ve sonrasında kenara çekilip hiçbir şeye karışmayan o Deist felsefesinin ürettiği “Tanrı” algısını mı yaşamaktayız? İman etmiş fertler olarak bunları düşünmek, üzerinde araştırmalar yapmak, temkinli davranmak zorundayız. Allah bizleri ve evreni yaratıp bir kenara


DENEME çekilmemiş, hayatımızın her köşesinde her saniye oldukları yükümlülükler vardır. Giriştiğimiz mücaetkisini göstermektedir. Hayatımızın alanı, İlahımız delelerde, faaliyet ve amellerimizde Allah’ın isminin tarafından yaratılış gayemize uygun sınırlarla çizilyücelmesi amacını göz ardı etmemeliyiz. Bunun için miştir. Kur’an da buna örnek olarak ‘Ben cinleri ve hem iç dünyamıza hem de amellerimizin usulüne, insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.’ şekline özel bir çaba ile dikkat etmemiz gerekmekZariyat Suresi 56. ayeti bizlere yaratılış amacımızı tedir. Aksi takdirde yapacağımız iş ne kadar zahmetli apaçık dile getirmektedir. Bunun ardından da ‘’Biz ve fedakârlık gerektiren bir iş dahi olsa Allah katıngökleri, yeri ve onların arasındakileri oyun ve eğlenda sonu zayi olabilir. Yaptığımız işlerde, faaliyetlerde ce olsun diye yaratmadık’’ Duha suresi 38. ayeti bu Allah’ın buna ihtiyacı olmadığı bilincine varabilmek ve yolda başıboş bırakılmadığımızı ve Rabbimizin hayatıbu ölçüde her ne yapıyorsak karşılığını Allah’tan mismızdaki kuşatıcılığını bize apaçık göstermektedir. liyle alacağımızın farkında olarak davranmak hayatıBu kuşatıcılıkta bizler, Müslümanlar olamızı kuşatması gereken önemli bir unsurdur. rak hayati sınırlarımızı ve değişkenleAllah’ın, isminin yüceltilmesine ihtirimizin sınırlarını, bir yol, yön ve yacı yoktur. Bu anlamda bizim göHayatımızı kuşatan yöntem belirleyerek düzenlemeli revimiz ona ibadet etmek, kulluk bu kırmızı çizgilerin kendi ve hayatımıza bu yöntemin saetmek, yalnızca ondan yardım içimizde net bir şekilde çizilmiş bitesi ile devam etmeliyiz. dilemek, bize emrettiği vaolması bizim bu yoldaki emin Bu yol haritasının belirlensıfları kuşanmak ve hiçbir duruşumuzu ve dosdoğru yolmesi, bireyin her dönemintâğuta boyun eğmemektir. daki istikametimizi sağlamlaştıdeki pratiklerine belli ölçüde Gerçekleştirdiğimiz bu salih rır. Müminlerin muhatap etki edecek ve onlara yön amellerin akabinde Allah’ın isolmak zorunda verecektir. Bu açıdan sonuca mini yüceltmiş oluruz. Yaptığıoldukları yükümlülükler varılma adına çıkılan bu yolda mız hiçbir ibadete Allahın ihtiyayöntemimizin etkisinin ve yönlencı yoktur. Buna örnek olarak Allah vardır. menin sağlıklı olabilmesi için birbiriniçin yaptığımız bir amel (ibadet) olan den bağımsız olmayan temel kaynağımız kurban kesmek ile ilgili ‘Onların etleri ve Kur’an ve onun pratiği Sahih Sünnet ile temelkanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin lendirilmesi bizler için, Rabbani bir zorunluluktur. takvanız (Allah’a karşı gelmekten sakınmanız) ulaşır. Aksi takdirde hayatımızdaki yol temellendirmeleriBöylece onları sizin hizmetinize verdi ki, size doğru mizi, sağlam bir kulp olan Kur’an ile gerçekleştireyolu gösterdiğinden dolayı Allah’ı büyük tanıyasınız. mediğimiz takdirde kendi sınırlarımızı kendimiz çizer, İyilik edenleri müjdele.’’ Kur’an’da Hacc-37. ayette, kalplerimizde ve zihinlerimizde boğulup hapsoluruz. bize bu hali, nizamı kavramamızda yol göstericidir. Hedefimizi kaybedip sapmamız içten bile olmaz. NiAllah yolunda mübah olmayan bir yolu sırf Allah’ın tekim Peygamberler tarihi boyunca ve süre gelen dönemlerde müşriklerin de yaptıkları bu değil midir? Kendilerini Allah’ın elçilerinden üstün tutar ve zihinsel yeterlilikleriyle büyüklük taslarlar. Hiçbir müşrik yaptığı davranıştan dolayı kendini haksız, eksik veya hatalı görmez. Zihni ve kalbi unsurları birbirini destekler, sorgu mercii kendisidir. Bu sınırsızlıkları kuşanmak, şüphesiz insanlığı karanlıklara, bataklığa götüren bir yol olsa gerek! Hayatımızı kuşatan bu kırmızı çizgilerin kendi içimizde net bir şekilde çizilmiş olması bizim bu yoldaki emin duruşumuzu ve dosdoğru yoldaki istikametimizi sağlamlaştırır. Müminlerin muhatap olmak zorunda

Bahar 2014 I 19


DENEME ismini yücelteceğimizi zannederek mübah kılmak, mübahlaştırmak şeytanın vesvesesi ve oyunundan başka bir şey değildir. Bizim kırmızı çizgilerimizi çizen menhecimizi ( istikamet/ yöntem), gelenekleri veya modern hayat diye tabir edilen hayat standartları değil; yüzyıllardır dinamizmini koruyan ve dünyanın sonuna kadar da koruyacak olan Kur’an ve ona ilk iman eden Resulullah (sav)’ın (Kuranın pratiği) sahih sünneti belirler. Bu anlamda yaptığımız amellerin iyi veya kötü olduğunu da yine Kur’an ve peygamberin pratikleri ile sorgulamalıyız. Kalbimizin tatminkârlığına yenik düşüp, sadece duygu eksenli hareket edecek olursak, iç dünyamızda yine kendi benliğimizden ürettiğimiz hesiz Allah, bilendir, işi sağlam yapan ve yaptığınsınırsızlıkların, duyguların, masum görünen bidatda bir hikmet bulunandır.’ Bu ayette gördüğümüz lerin önüne geçilemez. üzere Allah’a teslimiyet çerçevesinde yaklaşan İslam’a tabi olmak, Allah’a teslimimüminleri Allah dilerse zor durumda yeti gerektirir. Yolumuzun hedefi bırakmayacağını, onları korktukları Akıl ve Kalp belli ve gayesinin apaçık ortada yoksulluğa düşürmeyeceğinin birlikteliğini esas alan olması gerekir. Teslim olunan güvencesini veriyor. Teslimidüşünce dünyamızı ancak yolun parolası Kelime-i Tevyeti tam anlamı ile kavrayıp, Kur’an ile aydınlatabilir ve hid olurken, haritası, rehbeyaşayamayan bir bireyin bu gerçekleştirebiliriz. Aksi ri ise Kuran ve onun pratiği güvenceyi kalbi anlamda takdirde doğru sanılan yanSahih Sünnet olmalıdır. Bu kavrayabilmesi mümkün lışlarla kendimizi tatmin eder, yolda teslimiyetimize kardeğildir. Allah’a teslimiyet, oyalanır, sınırsızlıklarımızın şılık Allah’ın verdiği güvenona sonsuz güveni ve bu şehvetine kapılır, ceyi en güzel şekilde yine güvenin verdiği kalpteki ceAllah’ın ayetlerinden anlayasareti perçinler. Bu cesaret, bibenliğimizin kölesi biliriz. Rabbimiz Tevbe suresi 28. reyi kalbi, zihni ve fiili esaretten oluruz... ayette şöyle buyuruyor: ‘Ey iman kurtuluşa, özgürlüğe kavuşturur. edenler! Müşrikler bir pislikten ibaretHayatımızda karanlıkta kalmış, aydıntirler. Artık bu yıllarından sonra Mescid-i Haram’a lıkları bekleyen noktaları karanlıklardan alıp aydınyaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korkarsanız, lığa kavuşturmak Allah’a olan teslimiyet, Kur’an’a Allah dilerse sizi hazinesinden zengin eder. Şüpolan kalbi ve fiili bağlılığımızla mümkündür. Akıl ve Kalp birlikteliğini esas alan düşünce dünyamızı ancak Kur’an ile aydınlatabilir ve gerçekleştirebiliriz. Aksi takdirde doğru sanılan yanlışlarla kendimizi tatmin eder, oyalanır, sınırsızlıklarımızın şehvetine kapılır, benliğimizin kölesi oluruz... Şimdi yeni başlangıçlar için Kur’an’a mı yönelmeli yoksa sonumuz olan başlangıçlarda boğulup gitmeli mi? Yoksa siz, Bizim sizi boş yere yarattığımızı ve Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (MU’MİNÛN – 115.) Selamet ile. . .

20 I Müslüman Genç Davetçi


SORUŞTURMA Çağımızın en büyük hastalıklardan biri olan Tekfir meselesini ele almak istedik.Soruşturma dosyamızı siz değerli okuyucularımızın sabrını zorlamamak, dergimizin hacmini arttırmamak adına soruşturmamıza cevap veren ağabeylerimizin hoş görüşüne sığınarak elimize ulaşma önceliğine göre ikiye böldük. 1. Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? 3- Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. 4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? 5- Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir. 6- Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir? Bahar 2014 I 21


URMA T Ş U R O S

M. BEŞİR ERYARSOY

M. BEŞİR ERYARSOY Medeniyet Derneği

İlim, idrak, fehm 1- Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Tekfîr, kelime olarak bir kişi ya da bir topluluk hakkında kâfir olduğu ya da küfre girdiği hükmünü vermek demektir. Burada dikkatimizi çekmesi gereken anahtar terim “hüküm vermek”tir. Kim hüküm verir, hüküm vermek için nelerin var olması gerekir? Şer’an ve fıkıh usulü kriterlerine göre hükmü müftü ve hâkim verir. Müftü ve hâkimde aranan şartlar ile müctehidde aranan şartlar aynıdır. Dolayısıyla vereceğimiz hüküm ister bir kişinin ya da kişilerin tekfiri ile ilgili olsun, ister başka bir hüküm olsun, daha önceden ayrıca verilmiş bir hükmün tekrarı ya da nakledilmesi mahiyetinde değil ise, -ki o takdirde yeni bir hüküm inşa etmek söz konusudur- bizim en azından o mesele hakkında ictihad edebilecek evsafa sahip olmamız gerekir. Hükmü verebilmek için ise o hükmün şartlarının oluşması ve önünde engellerin bulunmaması gerekir. Meselâ, hakkında hüküm verilecek olan işin, mükellefin iradesi ile işlenmiş olması ve o işin mükellef tarafından işlenmesi halinde o işin hükmünü mükellef 22 I Müslüman Genç Davetçi

hakkında uygulayabilmenin önünde bir engelin bulunmaması gerekir. Elbette ki mükellefin her bir işinin o iş hakkında söz konusu olan şer’î hükmü alabilmesi için gerekli olan bütün eda ve ehliyet şartlarını da taşıması gerekir. Bunlardan her hangi birisinin ya da bir kaçının bulunmaması halinde fiilin hükmü ya büsbütün terettüp etmez, ya da o fiil için asıl olan ceza uygulanamaz. Bu durumda hafifletilmiş cezanın ne olacağı meselesi gündeme gelir… Bütün bunları takdir edecek olan kişi ya da yetkili makam ise –yukarıda temas edilen manasıyla- müftü ya da hâkimdir. Bu kısa açıklamalarımızın açılımın ve boyutlarının neler olduğunu iyice anlayabilmek için yeterli bir fıkhî/ ilmî birikime sahip olmak şarttır. 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Yukarıda belirttiğimiz çerçeveye riayet edilmeden tekfir kurumunu çalıştırmaya kalkışmak halinde, tarihteki ve günümüzdeki Hâriciîliğin kötü, olumsuz ve zalim sonuçlarından başkasına ulaşmak mümkün değildir. Tarihte ne oldu? Başta Ali (r.a) efendimiz olmak üzere ashâb tekfir edildi. Onunla birlikte fitnenin başı kabul edilen Muaviye ve Amr b. El-Âs’ın öldürülmesi


M. BEŞİR ERYARSOY

planlandı. Ali (r.a) şehid oldu. O zamana kadar cereyan eden savaşlarda her iki taraftan ölenlerin ve şehid düşenlerin yekûnunu ise ancak Allah bilir. Ali (r.a)ın onlar hakkındaki değerlendirmesi ise: “Kardeşlerimiz bize karşı haksızca başkaldırdılar” demekten öteye gitmedi. Günümüzde Suriye’de özellikle bu Harici mantığı işleten Irak-Şam -”İslâm” sıfatını onlar eklese dahi benim eklemeye dilim varmıyor- Devleti –nasıl bir devletse ve Müslüman mücahidlerden kurtardıkları (!) yerleri Esed’in kâfir güçlerine devr eden- kontrolsüz ve küfrün emellerine hizmet etmenin ötesine asla gitmeyen bir hareket, akidemize riayet etmeyen ve ilmî esaslar ile telifi imkânsız bir neticeyi ortayla çıkardı. Soruyoruz: Eğer bir takım cahil ve saf kimseler tekfir kapısını adil ve hak olmayan ölçülerde ardına kadar açmasalardı, sözüm ona Irak-Şam devleti böyle bir istismarı nasıl yapabilir, böyle ardı arkasına zulümleri nasıl işleyebilirdi? Zulümlerine hangi gerekçeyi bahane olarak gösterebilirdi? Ve en önemlisi cihad gibi kutsal bir kurumun arkasına sığınılarak bunca zulüm ve cinayet nasıl işlenebilirdi? 3- Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. İlim ile kontrol altına alınmamış, takva ve Müslümanların hukukuna riayet titizliğine sahip olmayan kör cehaletin cesaretlendirdiği serseri ve İslâm düşmanları tarafından her zaman yanlış yönlendirilmeye ve istenildiği zaman –Allah rızası için izlenimi verilmek sureti

SORUŞT URMA

ile- patlatılmaya hazır ortalıkta gelişi güzel dolaşan mayınlar… 4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Yukarıdaki açıklamalarımızda bu sorunun cevabının yer aldığını düşünüyorum. 5- Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir. Ali (r.a) dönemi ile günümdeki Suriye örneğinden hareketle bu sorunuzun cevabını verdiğim kanaatindeyim. 6- Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir? İlim, idrâk ve fehm (anlayış/kavrayış)… Bu husus özelinde ilimden kastımız ana hatlarıyla anlaşılmış olmalıdır. Kimse kasaba gidip kalp ameliyatı olmuyor. Hiçbir kasap da böyle bir işe soyunmuyor. Allah rızası için bir kasap kadar dahi olamayın insanlar, böyle ahkâm vermeye kalkışarak kendilerini tehlikeye düşürmesin ve başkalarını cehenneme göndermek, Müslümanlarla hukuklarını bitirmek gibi haksızca ve azim bir günahı yüklenmek cesaretini göstermesin. İlmin dikkat ve titizliliği ile hareket etsin. İdrâk ve fehm’den kastımız ise, tekfir hükmü verilmeden önce kişiyi özel ve genel, iradî ve cebrî olarak etrafını kuşatan şartlarıyla bilip öğrenmeli ve şer’î hükümler muvacehesinde o şartlar bir hâkim ve müfti şuur ve sorumluluğu ile değerlendirilmeli… Rabbim Sırat-ı Müstakim ’inden ayırmasın. Bahar 2014 I 23


URMA T Ş U R O S

RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Özgür-Der Genel Başkanı

Tekfir doğal, tekfircilik sapkınlıktır 1- Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Tekfir, kimi inançları ve eylemleri nedeniyle bazı insanların küfrüne hüküm vermek demektir ve belli şartlarda doğal ve gerekli bir tutumdur. Rabbimiz kitabında insanların kimisini mümin, kimisini de kafir olarak ayırmıştır. Vahy bize Müminlerin tabi olması gereken bir inanç ve amel çerçevesi sunar. Bu çerçevenin dışında kalanların, iman dairesinin dışına çıkanların küfrüne hüküm vermek zorunludur. Yani tekfir eylemi bir anlamda imanın gereğidir. Tekfircilik ise iman ettiğini beyan eden insanları, kimi sözleri ya da amellerinden ötürü yeterince açık deliller bulunmaksızın, mesnetsiz, zorlama yorumlarla küfrüne hükmetmek demektir. Tipik bir aşırılık, ölçüsüzlük halini yansıtan bu tutum bugün İslam dünyasında Ümmetin içine düşmüş bir ateş gibi büyük bir fitne ve zalimlik odağına dönüşmüştür. Özetle tekfir doğal, tekfircilik sapkınlıktır. 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? 24 I Müslüman Genç Davetçi

Tarih boyunca Müslümanlar arasında rastlanan tekfirci anlayış daha ziyade küfrüne hükmedilen insanların katledilmesi sonucunu getiren bir tutumla birlikte ortaya çıktığından tekfirciliğin kör şiddetle içiçeliği açıktır. Bu durum genelde siyasi çekişme ve çatışmanın sonucu olarak gelişir. Elbette tüm tekfirci eğilimlerin şiddetle, şiddet eylemleriyle bütünleştiğini söyleyemeyiz. Doğrudan hiçbir siyasi talebi olmadığı ve toplumsal gündemlerle de hiçbir irtibatı bulunmadığı halde çok basit nedenlerle insanları tekfir etme eğilimine sahip yaklaşımların mevcudiyeti de bir vakıadır. Ama genelde tekfirci tutum siyasi cephede muarızlarını mahkum etmeye ve devamında ortadan kaldırmaya, tasfiyeye yönelik bir eğilimin başvurduğu bir silah, bir tür imha tarzı olduğundan pek çok durumda şiddet olgusuyla birlikte anılır. Cihad şiddet içermekle beraber, şiddetten ibaret değildir. Daha ötesi şiddet cihadın hedefi ve başlıca yöntemi de değildir. Aslolan Rableri ile aralarında engel oluşturan güçlerin ortadan kaldırılıp insanların Rablerine yönelmelerinin sağlanmasıdır. Cihad bu demektir. Ve İslam tarihi bunun çoğu zaman silahla değil; tebliğle, davetle, güzel örneklikle ifa edildiğinin sayısız


RIDVAN KAYA kanıtını içerir. 3- Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. Aşırılık ve abartılı tutumdan kaynaklanan tekfirci tutum özünde bir rahatsızlığa işaret eder. En yakınlarından başlayarak genişleyen daireler şeklinde muhataplarının küfrüne hüküm vermek, iki açıdan sağlıksızlık göstergesidir. Birincisi, kişinin, kişilerin kendilerini merkeze koymaları anlamında bir tekebbürü yansıtır. İkinci olarak da, muhataplarla sağlıklı diyalog, ilişki kurma önünde bir engel oluşturmak suretiyle yanlış mesajların yaygınlaşmasına yol açar. Kuşatıcılığın terk edilip, dışlayıcı tutumun öne çıkartılması vahyi mesajın geniş kitlelerce anlaşılmasını, benimsenmesini, içselleştirilmesini imkansız hale getirir. 4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? En temelde tekfirci tutum sorunun tersten sorulmasına yol açmaktadır. Yanlış perspektifi öne çıkarmaktadır. İslam’ın çağrısı, mesajı, emirleri üzerinde yoğunlaşmak yerine ısrarla hangi itikadın ya da amelin küfür olduğu sorusu üzerine odaklanmak baştan itibaren olumsuz bir ruh halini ve yaklaşım tarzını kaçınılmaz kılar. Burada nasları anlama çabası sırasında ortaya çıkan bir arızi durumdan ziyade, önceden verilen hükmün nasla temellendirilme gayretinin daha belirleyici olduğu aşikardır. Bunun klasik örneği Haricilere atfedilen yaklaşım tarzıdır, “Allah’tan başka hüküm koyucu yoktur” ayetinin tahkim meselesinde bir kılıç gibi kullanılmasıdır. Bu ayetten yola çıkarak bu sonuca vardıkları söylenemez. Tahkime karşı çıkışlarını bu şekilde delillendirmeye çalışmış olmaları muhtemeldir ve sadece bu örnek bile bu dar bakış açısının, hikmetten ve basiretten uzak tarzın ne kadar büyük felaketlere yol açabildiğinin tarihi ve de ibretlik bir vesikası olarak karşımızda durmaktadır. 5- Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir. Tekfircilik İslam Ümmeti içinde güvensizliği, kargaşayı, karşılıklı buğzu beslemektedir. Ayıca da İslam dairesinin dışında kalan insanlar nezdinde müthiş bir kirlilik, İslam’a karşı bir soğukluk, uzak durmanın daha hayırlı olacağına dair bir kanaat gelişimine neden olmaktadır. Gerçekten de bu tür aşırı, ölçüsüz tavırların

SORUŞT URMA

sahiplerine dışarıdan bakıldığında sadece o davranışlarının değil, temsil ettiklerini iddia ettikleri dinin, dünya görüşünün de insanlara sevimli gelmesinin hiç de mümkün olamayacağı rahatlıkla anlaşılabilir. Sonuçta, somut sorunlarımız üzerine pek fazla kafa yormayan; bu cendereden nasıl çıkacağımıza ilişkin somut, uygulanabilir, benimsenebilir bir öneri getirmeyen; sadece mahkum eden, dışlayan; yalnızca ölmeye ve öldürmeye odaklanan bir anlayışla ne kadar yol alınabileceği ortadadır. Bugün Suriye’de yaşananlar vesilesiyle gündeme gelen bu tartışma Suriye cihadının safiyetini lekelemiştir. Sıradan insanların mücahitlere bakışını değiştirmiş, onları emin insanlar konumundan uzaklaştırmıştır. Korkarım ki, bu süreç böyle devam ederse, bir müddet sonra geniş kitlelerde “neden kıyam ettik, bunlarla karşılaşacağımızı bilseydik…” türünden hayıflanmalar, pişmanlıklar yaygınlaşabilir. Önümüzde çok somut ibret alınmasını gerektiren dersler var. Cezayir’de yaşananlar Ümmet için neredeyse hatırlamak bile istemediğimiz çapta çok acı bir tecrübe, bir musibet oldu. Ders çıkarmak yerine aynı hataları tekrarlamak gerçekten büyük bir ahmaklık ve korkunç bir zulüm! 6- Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir. Mutedil olmak sanki idare-i maslahatçılık gibi, renksiz, kokusuz, omurgasız durmak gibi algılanıyor. Oysa itidal gerçekten de Müslümanlar olarak her durumda ihtiyacımız olan şeydir. Kin duyabileceğimiz kafirlere karşı dahi adaletsizlik etmekten bizi sakındıran Rabbimize kardeşlerimiz hakkında düştüğümüz fitnenin hesabını nasıl verebileceğimizi sürekli kendimize sormalı ve titremeliyiz. Yok saymak, mahkum etmek, üzerini çizmek kolay ve çoğu zaman da nefse hoş gelen davranışlardır. Oysa aslolan, gerekli olan şey dışlamak değil; davet etmektir, kuşatmaktır, bütünleşmektir. Bilgilerimiz değişir, gelişir ve buna bağlı olarak kanaatlerimiz de farklılaşır. En azından şüphe kaldırır bir konuyu bugün illa da şu şekilde anlamak lazım geldiğini düşünebiliriz ama yarınlarda bilgimizin, tecrübemizin artışına bağlı olarak aynı konu üzerinde daha farklı kanaatlere ulaşma ihtimalimiz olduğunu da bilmeliyiz. Öyleyse temkinli olmak, mutedil bir tutum takınmak, merhametli ve müşfik olmaya çalışmak şiarımız olmalıdır. Bahar 2014 I 25


URMA T Ş U R O S

SAİT ŞAHİN

SAİT ŞAHİN

Mustazaflar Cemiyeti

Tekfircilik vasatın dışına çıkmaktır 1- Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Bismillahirrahmanirrahim Tekfircilik, vasatın dışına çıkmaktır. “Ve işte böylece sizi vasat bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Rasul de sizin üzerinize şahit olsun…” (Bakara:143)

26 I Müslüman Genç Davetçi

Vasatın dışına çıkıldığında artık sınır kalmaz. İfrat ve tefritte aşırı gidilir. İhtiyat terk edilir. Oysa islam kültüründe “ihtiyat” konusu çok önemsenmiştir. İslam alimleri tekfir konusunda son derece ihtiyatlıdır. Mesela İmam Nevevi, ‘Bir insanı tekfir etmemek için birden yetmişe kadar mazeret aradıklarını’ söyler. İmam Gazali de “Tevilde tekfirin olamayacağını, tekfir için açık bir nassın inkarının gerekli olduğunu” söyler. Tekfirin mantığında ve üslubunda öteleme, dışlama ve reddetme vardır ki, bu da tevhid tarihinin en önemli eylemi olan “Davet” ile çelişmektedir. İnsanların şirk, küfür ve cehaletten, İslam’a davet edilmesinde kullanılan dil ve üslup merhamet yüklü olmalıdır ve tarih boyunca hep böyle olmuştur. Küfrün sonu cehennemdir ve orası çok kötü bir yerdir. Davetçi, insanların cehennemden kurtulması için çalışır ve bilmeyenlere merhamet eder. Peygamberlerin azap çağrısı “sözün bittiği” yerde başlar. Tekfirde ise maalesef tekfir, “sözün başında” devreye girmektedir. 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Tekfirin kendi terminolojisi ve dili vardır. Meselelere hissi bir yaklaşım ve kanaatlerin dayatılması söz


SAİT ŞAHİN

SORUŞT URMA

konusudur. Uygulanan şiddet dehşet uyandırıcı; ama kimi hikmetler göz ardı ediliyor. Mesela yüzlerce yıldır genellikle tekfir zihniyeti tarafından yorumlanabilen, dünyanın gündeminde olmayan cariyelik müessesesini savunulabilen bir olgudur. Bu anlamda eylemleri “kör islami kaynaklarda vardır diye diriltmenin tevhid müşiddet” olarak değerlendirmek pek sağlıklı olmaz. cadelesinin mantığıyla izah edilebilir bir tarafı yoktur. Nassların yanlış yorumlanması sonucu ortaya çıkan ve 5- Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariygenel esasları göz ardı eden bir şiddet söz konusudur. le düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söyTekfirci şiddet ile İslami cihadın kısa bir mukayeselenebilir. sini yaparsak… Tekfir olgusu, tarih boyunca mutedil islami hareketİslami cihad, insanları islama davet çalışmasıdır. Cilere zarar vermiştir. Düşünsel anlamda, daha önemli hadın şiddet boyutu davetin önünün tümüyle kesildiği konulara harcanması gereken mesai, bu fikriyatın izave başka bir çıkar yolun kalmadığı durumda ortaya çılesi için kullanılmış, zamanlar heba edilmiştir. İşgal ve kar. Burada şiddetin hedefi insanlar ile islami davetin zulümlerle boğuşan islam dünyasının mazlum halkları arasına girenlerdir. Rebi B. Amr, bir taraftan da tekfir gruplarının İran komutanı Rüstem’e bunu net saldırısına uğramışlardır. olarak izah etmiştir. Günümüzde de durum pek Tekfirci şiddette zorla dönüşfarklı değildir. türme çabası vardır. Hedef de Birçok yerde tekfir düşüncebüyük oranda gayri müslimler sinden dolayı islami mücadele Tekfirin mantığında ve üsdeğil, Müslüman olarak görülbitme noktasına gelmiş, hedefler meyen mazlum halktır. değiştirilmiştir. Tekfir düşüncesi, lubunda öteleme, dışlama 3- Tekfirciliğin duygu ve düliberalleşme, demokratlaşma ve reddetme vardır ki, bu da şünce haritasını çizmek istersek gibi sapma örnekleri olarak sayıtevhid tarihinin en önemli karşımıza nasıl bir tablo çıkmaklabilecek tefrit örneklerin ortaya eylemi olan “Davet” ile çetadır. çıkmasına zemin hazırlamıştır. lişmektedir. İnsanların şirk, Tekfircilik, ceberrut bir tanımHenüz rüştüne ermemiş çocukküfür ve cehaletten, İslam’a lama dünyasına sahiptir. Tanımların bile katledilmesi ve sanki lamanın sınırları daraltıldığında davet edilmesinde kullanılan iyi bir şey yapılıyormuşçasına sözcükler ve duygular da zayıfdil ve üslup merhamet yüklü görüntülerinin çekilmesi ise kalp lar. Cennet talebi en üst perdetaşıyan insanların içini acıtmıştır. olmalıdır. den dile getirilerek başkasının 6- Hassaten Müslüman gençcehenneme girmesi ihtimalinden lere işbu hastalık/fitne bağlamındolayı gizli bir haz duyulur. Esasda ne gibi nasihatleriniz olabilir. ta amacın öldürme değil de diriltGençlerin İslami kaynaklara me olduğu hiç düşünülmez. eğilmelerini, her meseleyi kayÜretken değil nakilci bir düşünnağından araştırmalarını tavsiye ce sistematiği vardır. Aynı nakiller etrafında gidilerek ederim. Farklı görüşlerin her zaman sapma olmadıkeskin surlar örülür. Önce düşünceye inanılır, sonra ğını bilmelerini, ihtilaftan bile rahmet çıkaran bir dinin deliller toplanır. Karşıt deliller -terminolojide aynı karmüntesibi olduklarını bilmelerini isterim. Sağlam kayşılığa gelse de reddedilir. naklardan siyer ve sahabe hayatlarını okumalarını tav4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak siye ederim. görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Hepsinden öte davetçi kimliğinin peygamberlerden Tekfir mantığının nassın yorumlanmasında sorunlu miras alındığını herkesin bilmesi gerekir. Rabbimizin olduğunu düşünüyorum. Farklı yorumların olabileceemri gereği “müminlere merhametli, kafirlere şiddetği konusu göz ardı ediliyor. Tarihi dönemler göz ardı li” olmalı; ama “müminlere karşı içimizde kin bırakma!” ediliyor. Peygamberin farklı zamanlarda farklı dinadiye dua etmeliyiz. mikleri devreye soktuğu, Kur’an’ın tedrici inişindeki Rabbim hepimize istikamet nasip etsin. Bahar 2014 I 27


URMA T Ş U R O S

ABDULKADİR ŞEN

ABDULKADİR ŞEN Incanews.com Editörü

Tekfircilik haddini aşmak ve merhameti yitirmektir 1- Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Tekfir İslam inancında Müslümanlar ile olmayanların arasını ayırıcı bir kimlik tanımlama usulüdür. İslam Mümin, Müslüman, Müşrik, Kâfir, Münafık, Fasık gibi tanımlamalarla Müslüman’ın ne olması ne olmaması, nasıl olması ve nasıl olmaması yönünde sınırları çizmekte ve Müslüman kimliği şekillendirmektedir. Ancak tekfircilik insanları tanımlamaktan çıkıp etiketlemek anlamına gelir ve günümüzdeki anlamıyla insanları din dairesi dışında görmenin cahil kişiler üzerinde sıfatlaşmasıdır. Yani tekfirin kendisi genelde davranışların hangisinin İslam’a göre doğru hangisinin yanlış olması yönünde önemli bir anlam ifade ederken bunun her iyi şey gibi aşırı ve usulsüz kullanımı ya da yetkinliği olmayan vicdan mahrumu kişiler tarafından kullanımı cinayettir. 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Tekfirciliği dini tahrif eden, heva ve heveslerine göre yorumlayan, özellikle sünnet inkârcılığı ve felsefi tar28 I Müslüman Genç Davetçi

tışmalarla dini zamana ve zemine uyduran hareketlere ve haramın artışına verilen bir tepki olarak görüyorum. Yani tekfircilik dinin tahrif edildiği zeminlerde tepki olarak neşet etmektedir. Ancak bu kavramın hiç de hak etmemelerine rağmen dinini en ciddiye alan ve en büyük fedakârlığı gösteren, takva dağının zirvesinde bekçilik yapan ve ümmetin onuru için candan ve serden geçen mücahitlerle beraber anılması terk edilmişlikle alakalıdır. Acının ve ihanetin coğrafyalarında düşmanına terk edilen kesimler savaşın insanı şiddetlendiren doğasıyla da yoğrulunca maalesef bir tuzağa düşüyorlar. Bunda kıtal ile cihadı birbirine karıştıran ve cihadı sırf kıtal olarak gören temelsiz düşüncenin etkisi olduğu gibi cihad meydanlarını terk edip zevk-u sefaya dalan âlimlerin ve bu direniş hareketlerini terk eden sözde davet cemaatlerinin de büyük payı vardır. 3- Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. Düşünülenin aksine tekfircilerin çoğunu inancı konusunda kendilerini eleştirenlerin çoğundan daha takvalı ve inancına bağlı ve fedakâr görürsünüz. Ancak bu fedakârlık ve samimiyet usulsüz olunca vusulsüz de oluyor ve asla bereket vermiyor. Maalesef aşırı cesaret, hakkı sadece kendinde görmek, taassup, cehalet


ABDULKADİR ŞEN

SORUŞT URMA

ve terk edilmişlik var bu düşüncenin arkasında. mesela Suriye’de hepimiz açıkça görüyoruz. Tekfircilik 4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak kâfirlerin ümmet üzerinde ekecekleri fitne tohumlagörüyor musunuz? Örneklerle rını serpilip yeşermesi için tıpkı açıklayabilir misiniz? bu saydığımız diğer hususlar gibi Tekfircilik kadar tekfirsizlik de mümbit bir arazidir. problemdir. Ancak İslam âlimlere 6- Hassaten Müslüman gençve hâkimlere dini sınırları ve soslere işbu hastalık/fitne bağlayal konumları/hukukları belirleTekfirin kendisi genelde dav- mında ne gibi nasihatleriniz olameleri için tekfir müessesesini bilir. ranışların hangisinin İslam’a işletme hakkı vermiştir. Bu bir Kişi cehlin/haddin bilmek gibi göre doğru hangisinin yanlış nassı yanlış yorumlamaktan çok irfan olmaz imiş. olması yönünde önemli bir haddini aşmak ve merhameti yiKişi (din) kardeşine ‘Ey kâfir’ tirmektir. Bir insanın ebedi cehendediğinde ikisinden birisi bu sıfatanlam ifade ederken bunun nemine hükmetmek ancak açık la dönmüş olur.” (Buhârî, Edeb, her iyi şey gibi aşırı ve usulbir burhan ile olur ki buna kimin süz kullanımı ya da yetkinliği 73. Hadis no: 6103.) haddi vardır. Bu nedenle İslam’da “Her kim kardeşine “kâfir” olmayan vicdan mahrumu tartışma kimin kâfir olduğu mederse, bu söz nedeniyle küfür, kişiler tarafından kullanımı selesi değil neyin küfür olduğu ikisinden birisine döner. Eğer (o cinayettir. meselesi üzerinden yürür. kimse) dediği gibi ise (problem 5- Tekfir olgusunun ümmete yoktur.) Ancak böyle değilse dün ve bugün itibariyle düşünsel sözü kendisine döner.” (Müslim, ve pratik maliyetleri hakkında İman, 26. Hadis no: 60.) neler söylenebilir. “Müslüman bir kişi (kendisi En az hadis ve sünnet düşgibi) Müslüman (olan) birisini tekmanlığı, en az dini modernist fir ettiğinde eğer o kâfir ise ne okuma, en az felsefi efkârı din sayma ve en az ılımlı ala, şayet kâfir değilse tekfir eden kâfir olur.” (Sahihu İslam kadar zararı vardır. Siyasal anlamda zararını ise Süneni Ebi Davud, 3921.)

Bahar 2014 I 29


URMA T Ş U R O S

ZAFER MERT

ZAFER MERT

İmam Buhari İlmi Araş. ve Hiz. Vakfı

Eğri cetvelle doğru din çizilemez 1. Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Son yüzyılda İslam’ın iktidardan indirilmesi, hilafetin ilgası, beşeri sistemlerin hâkimiyeti, Yunan felsefesinin ve akılcı akımların İslami ilimlere tesiri, ilim ehlinin azalması, İslamî kavramların yozlaştırılması sonucunu önümüze çıkarmıştır. Günümüzde tekrar yeni bir kap içerisinde sunulan “Tekfir”, “Kuraniyyun/Kur’ancılar”, “Şiilik” gibi akımlar bunların en tehlikeli ve İslam dünyasına tesiri en fazla olanlarıdır. Bu sebeptendir ki öncelikle bu bidatçi fırkaların iyi tanınması için geçmişteki çıkış noktaları, fikir yapıları iyi okunmalıdır. Çünkü geçmişini bilmeyenin hâli anlaması ve geleceği okuması mümkün değildir ki içinde bulunmuş olduğumuz süreçte tarihin tekerrüründen başka bir şey değildir. Tekfir, sözlükte “örtmek, gizlemek; nankörlük etmek” anlamındaki küfr (küfrân) kökünden türeyen, mümin diye bilinen bir kişi hakkında kâfir hükmü vermek” demektir. Aynı kökten gelen ikfâr da bu mânada kullanılır. Terim olarak Allah’tan vahiy yoluyla gelip Peygamber’in tebliğ ettiği kesinlikle bilinen dinî bir esası inkâr eden kimsenin kâfirliğine hükmetmeyi ifade eder. İslâm âlimleri, İslâm’ın hak din olduğuna inanma30 I Müslüman Genç Davetçi

yan dehrî (ateist), müşrik, yahudi, hıristiyan, mürted, münafık gibi değişik inanç ve telakkileri benimseyen bütün grupların kâfir sayıldığını söyler. Tekfirciliğin kökenlerine baktığımızda karşımızda Hariciliği ve büyük günah işleyen kimseler hakkında yapılan tartışmaları buluruz. Tarihte Sıffin savaşının son döneminde ortaya çıkan, her iki tarafın da hakem seçme ve seçilecek hakemlerin konu ile ilgili hüküm vermelerini kabul etmeleri sebebiyle Hz. Ali ve Muaviye başta olmak üzere sahabeleri tekfir ettikleri görülür. Geçmişte hakem meselesinden dolayı hem Hz. Ali taraftarlarını hem de Muaviye taraftarlarını tekfir eden Hariciler, günümüzde de aynı zihniyetle ehl-i kıbleyi tekfir etmektedirler hatta garabet o dereceye varmıştır ki Suriye’de katil Esad’a karşı cihad eden mücahit taifelerin bile tekfir edildiği felaketini işitmekteyiz. Büyük günah işleyen kimseleri ise başta Hariciler olmak üzere Mutezile ve tekfirciler küfürde görmüş, Mutezile bu küfrü beş esaslarından birisi olan menzile beyne’l-menzileteyn kuralı ile ifadelendirmiştir. Tekfirin ortaya çıkmasındaki temel sebepler cahillik, dinde aşırılığa kaçma, katı davranma, etki-tepki ve nassları yanlış yorumlama olarak karşımıza çıkmaktadır. Ayrıca dinî görevlerini öğrenerek yerine getirmek


ZAFER MERT

SORUŞT URMA

isteyen kitlelerin ve özellikle gençlerin bu haklarından bir dinin insanlara karşı girişilecek olan cihad ahkâmını mahrum bırakılması, ayrıca siyasî baskı ve işkencelehükme bağlamamış olmasının düşünülmesi bile mümrin artması da bu hareketin ortaya çıkmasında etkili kün değildir. olmuştur. 3. Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek 2. Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam Tekfircilerin genel özelliklerini ve düşüncelerini özetcihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? lemek babından kendilerinden başkalarının görüşlerini Eğri cetvelden doğru çizgi çıkmayacağı gibi dini dikkate almayan, bütün ümmeti ve ilim ehlini kabul doğru anlamayanların da doğru ve mutedil uygulaetmeyen, dinde aşırıya kaçan, agresif bir tutum içinde mayacağı açıktır. Tekfircilerin dinî olduklarını söylemek mümkünyanlış anlama ve yorumlaması dür. Tekfirciler diyaloğa kapalı, sonucu Müslümanların kanlarını monolog halinde konuşan ve sohelal görmelerine hatta mürted nuç itibari ile de muhatabını kendi hükmü vermelerine yol açmıştır. görüşlerine uymayan noktalarda Dolayısıyla da geçmişte Hz. Ali ve İslam dışı gören kişilerden oluşEğri cetvelden doğru çizgi ashaba kılıçlarını uzatanlar günümaktadırlar. çıkmayacağı gibi dini doğru müzde de Müslümanlara namluTekfircileri tanıma hususunlarını çevirmişlerdir. Suriye’deki da Şeyh Makdisi’nin beyanında anlamayanların da doğru IŞİD bunun en acı örneklerinden değinmiş olduğu bazı hususlara ve mutedil uygulamayacağı bir tanesidir. Ancak “dinî kuralsız burada yer vermek istiyorum. açıktır. Tekfircilerin dinî yanşiddet” dinimizde olması mümMakdisi ve ona katılan ilim ehli lış anlama ve yorumlaması kün olan bir durum değildir. Çüntekfircileri ve zihniyeti ifade edersonucu Müslümanların kankü dinî olan hiçbir şey kuralsız ken şöyle demektedirler: larını helal görmelerine hatta olamaz, kuralsız ise de dinî olaOnlardan bazıları; “Bugün maz. Dolayısıyla kuralsız şiddet Müslüman beldelerde yaşan inmürted hükmü vermelerine olarak ifade edilen taşkınlıkların sanlarda (itibar edilecek) aslın, yol açmıştır. din ile bağdaştırılması veya Hz. kafir yöneticilerin hâkim olması Peygamberin ifadesi ile İslam disebebiyle, küfür olduğuna” inanninin zirvesi sayılan Allah yolunmaktadırlar. Bazıları; “İnsanlarda cihad ile aynı cümlede kulladaki aslın tevakkuf etmek oldunılması bile bir zulümdür. Nitekim ğuna” inanmaktadırlar. tekfircilerin amelleri de dinî değil, Onlardan bir grup; “İnsanlakendi taşkınlıkları, nassları yanlış yorumlamaları, kaba rın hakkında hüküm verme açısından, onların yanında tavırlarının bir yansımasıdır. Zerka’nın Paris’ten hiçbir farkının olmadığını; Onların Allah yolunda cihad ise dünyada izzetin ahirette ise yanında Müslümanların asli kâfirler gibi olduğunu; bu kurtuluşun yoludur. Hakkı, hakikati kabul etmeyen, insanların şehadet getirmeleri, namaz kılmaları, oruç zulmü, katliamı kendisine dustür edinen katil çetelerini tutmaları, zekât vermeleri, haccetmeleri ve bunun gibi durdurmanın, mazlumların göğüslerini ferahlatmanın İslam’ın şiarlarını yapmaları, onların Müslüman oldukyoludur. Cihad ahkâmında en önemli hususlardan biri larına şahitlik etmediğini,” açık bir şekilde söylerler. de tabiî ki Allah rızasına uygun bir şekilde icra edilmeBir kısmı Vizaratu’l-Evkaf’a bağlı bütün imamları sidir. Nitekim aynı silah kâfirin elinde bir katliam aracı kâfir olarak görürler. Hatta bazıları beş seneden beri olurken bir mücahidin elinde adaletin icrası ve zulmün bazıları ise on seneden beri cami imamlarının arkasınönlenmesi için bir araç olmaktadır. Nasıl ki neşter kada namaz kılmamakla övünürler. Bir kısmı ise umumen tilin elinde öldürme aleti, doktorun elinde tedavi aleti (genel) imamları kâfir olarak görmez, fakat o imamlaoluyorsa. Ayrıca bir hayvanı kurban olarak kesmenin rın arkasında namaz kılmaya cevaz vermezler. veya avlamanın bile onlarca fıkhî hükmünün olduğu Bazıları, kâfir hükümetlerde görev alan herkesi, taBahar 2014 I 31


URMA T Ş U R O S

ZAFER MERT

ğuttan kaçınmadıklarını iddia ederek kâfir olarak görürler. Çünkü onların yanında, terk edenin kâfir olacağı kaçınma yöntemi için tanımlı ve bilinen bir sınır yoktur. Onların büyük bir kısmı muvahhit kardeşlerimizi kötüleme hususunda birleşirler. Öyle ki bazen, kardeşlerin bazılarını cihattan alıkoymak ile mücahitleri karalamak ile cihat sahalarından kaçmak ile mücahitleri harici ve tekfirciler olarak isimlendirmek ile mücahitler hakkında yalan söylemek ve iftira atmak ile itham ederler. Bunların tamamı kendileri için hiçbir delil bulunmayan yalan iddialardan başka bir şey değildir. 4. Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Tekfir zihniyetinin çıkış noktasına baktığımızda işin temelinin nassları doğru anlamamak, parçacı yaklaşımlar olduğunu görmek mümkündür. Tekfirciler birçok nassı olduğu mecrasından çıkarıp, ehl-i sünnet ve’l-cemaat diye isimlendirdiğimiz ilim ehlinin kabul etmiş olduğu izahlardan farklı bir şekilde ele alıp değerlendirmişlerdir. Bunun sonucunda ise Müslümanları tekfir etme illetine yakalanmışlardır. Bununla ilgili birçok ayet ve hadis örnek olarak gösterilebilir. Konu itibari ile en önemlisine değinmek istiyorum. Bunların en önemlilerinden birincisi kişinin Müslüman olduğunun ne ile ispatlanacağı meselesidir. Tekfirciler kelime-i şehadet getirmenin İslam’a giriş için yeterli olmadığını ifade etmektedirler. Onlara göre kişinin kelime-i şehadet getirmesi, namaz kılması, oruç tutması… kişinin Müslüman olduğunun anlaşılması için yeterli değildir. Müslüman olduğunun anlaşılmasının yolu hepsinin imtihandan geçirilip kelime-i şehadeti onlar gibi anlamayıp anlamadıkları hususunda onları imtihan etmektir. Bu hususta da delili, Hudeybiye Sulhu’ndan sonra Mekke’den Medine’ye hicret eden muhâcir kadınların kıssasıdır. Şöyle ki: Allahu Teâlâ Peygamberi’ne, bunları imtihan etmesini, Allah ve Rasûlü için mi hicret ettiklerini yoksa kâfir olarak mı hicret ettiklerini öğrenmesini emretmiştir. Bu da şunu ifade eder ki, hicret eden kadınların durumu meçhuldü. Her hicret eden kadının gerçek durumu imtihan edildikten sonra belli oldu. Bu da günümüz toplumlarında yaşayanların dinleri hakkında hüküm vermede geri durmamızı, gerçek durumları açığa çıkarılmadan kesin karar vermememizi gerektirir. Ayeti kerime’de; “Ey Îmân edenler! Mü’min kadınlar size muhacir olarak geldikleri zaman onları imtihan edin. Onların imanları32 I Müslüman Genç Davetçi

nı Allah daha iyi bilir. Mü’min olduklarını öğrendiğiniz zaman da, onları kâfirlere iade etmeyin. Çünkü ne mümin kadınlar kâfirlere helâldir, ne de kâfir erkekler mümin kadınlara helâldir…” (Mümtehine 60/10.) Bu, genel bir kuraldır. Bir kadını bağlar, diğerini bağlamaz veya kadınları bağlar erkekleri bağlamaz mahiyetinde özel bir karar değildir. Bilakis aklın ve şer’in gerektirdiği “imtihan yolu ile hükmü ortaya çıkmayan kişi hakkında karar vermekten geri durulmalıdır” esasını tescildir. Dolayısıyla tekfircilere göre kelime-i şehadet getirmek, namaz kılmak bir kişinin Müslüman olduğunu göstermez, durumunun öğrenilmesi için imtihan edilmesi gerekir. Halbuki Müslüman olduğunu gösteren kişinin durumunu, Mekke’den Medine’ye hicret eden kadınların durumuna benzetmek farklı şeyleri birbirine benzetmektir. Çünkü hicret eden kadınların, Müslüman oldukları için mi yoksa başka bir sebepten mi hicret ettikleri belli değildi. Zira onlar müşrikliği kesin olan bir ülkeden gelmişlerdi. Bu nedenle imtihana tabi tutulmuşlardı. Buna karşılık Müslüman olduğunu gösteren veya kelime-i şehâdet getiren kimsede asıl olan Müslüman olmasıdır. Çünkü onda Müslümanlığını gösteren alamet vardır. Namaz kılıp oruç tuttuktan sonra ona “gayrimüslim” dememiz ne kadar doğru olabilir? Ancak açıkça küfrünü gösteren bir sözü bilinçli bir şekilde söyleyerek veya bir işi kasıtlı olarak yaparak imanını bozduğu ortaya çıkarsa, o zaman kâfir deriz. İkinci olarak, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem hicret eden kadınların dış görünüşleriyle yetiniyor, bey’at ayetindeki şartları kabul edenlerle bey’at ediyordu. Bunları araştırmaya girişmiyordu. Üçüncü olarak, imtihan ayeti belli bir hüküm için inmiştir. Bunu her mesele için genelleştirmek yanlıştır. Şöyle ki: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, Hudeybiye’de Kureyşlilerle genel bir antlaşma yapmıştı. Bu antlaşmanın gereği, müşrikler tarafından gelen herkesi Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in geri iade etme zorunluluğu vardı. Velev ki gelen Müslüman olsa dahi… Sonra bu genel anlaşmaya özel bir kayıt getiren imtihan ayeti indi ve göç eden mü’min kadınları iade edilmekten istisna etti. Çünkü bunlar, artık müşrik olan kocalarına helal değillerdi. Aralarındaki evlilik bağı bitmişti. Bu nedenle, hicret eden kadınlardan, Müslüman olanı olmayandan ayırmak gerekiyordu. Ta ki evlilik bağının devam edip etmeyeceğine karar verilsin. Bu nedenle ayet özel bir


ZAFER MERT

SORUŞT URMA

hüküm içermektedir. Bunu her ferdin Müslüman olup etmenin ağır sorumluluğu bilinci ile bu hassas konulara olmadığını imtihan için genelleştirmek isabetli olmaz. yaklaşmalarıdır. Hz. Peygamber Müslümana kâfir diye 5. Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyhitap eden kimsenin kendisinin küfre gireceğini haber le düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söyvermiştir. Müslümanlar arasındaki ihtilaflı konularda lenebilir. tekfir kuralının işletilmeyeceğini bilerek hareket etmeli Fikri planda ümmet arasında bidatçi bir fırka daha ve dillerimizi hata etmekten muhafaza etmeliyiz. zuhur etmiş zaten bölük pörçük olmuş ümmet bir Müslümanlar Hz. Peygamberin “Aşırı gidenler helak yara daha almıştır. Kavram kargaşası biraz daha artolmuşlardır.” (Müslim, Ebu Davud, Ahmed b. Hanbel) mış, Müslümanlar arasındaki ihtilaflar daha bir de“Dinde aşırı gitmekten kaçının. Zira sizden öncekileri rinleşmiştir. Tekfirci fırkaların dinde aşırı gitmek helak etmişda kendi aralarındaki ihtilafları tir.” (Nesâî, İbn Mâce, ) hadislerini Müslüman halk arasında daha bir kendilerine şiar edinerek aşırıkafa karışıklığına yol açmış, Müslıklardan kaçınmalıdırlar. Ayrıca lümanların geneli özellikle tevhid Müslümana yakışan “Müslüman ehli Müslümanlar da bu zandan Müslümanların elinden ve dipaylarını almışlardır. linden emin oldukları kimsedir” Aynı silah kâfirin Tekfirin ümmete maliyeti ise (Buhârî) hadisi gereğince dillerini elinde bir katliam aracı oluroldukça büyük olmuştur. Hz. Ali’yi Müslümanlara uzatmamalarıdır. ken bir mücahidin elinde şehid eden zihniyetin yansımaTekfir virüsü ümmet içinden adaletin icrası ve zulmün ları Suriye’deki Müslümanlara temizlenmelidir. Bu görüşün paynamlularını çevirmiş Müslümanlaşılmasına, yayılmasına, ümmet önlenmesi için bir araç ların kanlarını akıtmışlardır. IŞİD içinde fitne oluşturmasına izin olmaktadır. Nasıl ki neşter aynasında pratiğe dökülen tekfir verilmemeli ve mümkün mertekatilin elinde öldürme aleti, zihniyeti eline güç geçirdiğinde be gündeme taşınmamalıdır. doktorun elinde tedavi neler yapabileceğini bir kere daha Suriye cihadı ile ilgili olarak da aleti oluyorsa. göstermiştir. Tarihten ders altekfircilerin ortalığı bulandırması mayan ümmet aynı acı tecrübeyi Müslümanların zihinlerini bulanCezayir’den sonra bir kere daha dırmamalıdır. Allahu Teala’nın Suriye’de de maalesef yaşamak“Ve eğer mü’minlerden iki grup tadır. Bu dengesiz kişiler yüzünden savaşırlarsa, o zaman ikisinin ümmet enerjisini içine harcamaya arasını düzeltin. Fakat, eğer ikibaşlamış, kâfirler ise Müslümansinden biri diğerine saldırırsa, o ların ensesinde boza pişirmeye devam etmektedirler. taktirde saldıran grupla Allah’ın emrine dönünceye IŞİD Müslümanlara saldırırken katil Esed ve çetesi zukadar savaşın…” (Hucurat, 9) ayeti ışığında meseleler lümlerine zulüm katmakta ve bir yandan da bu basiretdeğerlendirilmelidir. Hz. Ali’ye kılıç çekildiğinde nasıl siz kişiler yüzünden ellerini ovuşturmaktadırlar. ashap Hz. Ali radıyallahu anhu’yu yalnız bırakmadıysa Daha acısı Tekfirciler yüzünden Allah’ın dini en yüce bugün de ümmet haklı müminleri yalnız bırakmamaolsun, mazlumların ahı dinsin diye canlarını, mallarını lıdır. Allah için ortaya koyan mücahitler karalanmaya başSon olarak genç kardeşlerime tavsiyem küfrün lanmıştır. Kartel medyası marjinal tekfircileri vitrine dünyanın dört bir yanında Müslüman kardeşlerimize koyarak sanki gerçek mücahitler bunlarmış gibi lanse zulmettiği, katlettiği bir ortamda enerjimizi içimize edip Müslüman halkları Suriye cihadından soğutmaya harcamak değil, mazlum kardeşlerimize nasıl destek çalışmaktadırlar. Rabbim ümmeti şerlerinden korusun. olacağımızı düşünmek olmalıdır. 6. Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitRabbim amellerimizde mutedil ve ihlâslı olmayı, ne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir. insanların ihtilaf ettikleri noktalarda hakka ulaşmayı Kardeşlerime tavsiyem bir Müslümanı küfre nisbet hepimize nasip eylesin. Bahar 2014 I 33


URMA T Ş U R O S

HABİL MERT

HABİL MERT

Edirne Tevhid Okulu

Adil olmayan tekfir fitnedir 1. Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Deki; Ey kafirler! (kâfirun suresi) diyen Rabbe hamdolsun… “Deki” diyen tekfir ediyor … “Ey kafirler” diye söze başlayan tekfir ediyor… “Tekfir hak tekfircilik batıldır” diyerek konunun bana çağrıştırdıklarını ifade etmeye çalışacağım. Rabbim bana anlamayı, anlatmayı okuyucuyada kavramayı nasibetsin. Amin. Tekfir bir kişinin veya topluluğun küfürle ithamı ve küfrünün ilânıdır. “Tekfircilik” diye adlandırılan ise mü’minlerin birbirlerini o yada bu sebepten, yüzeysel veya derinlikli, ciddi veya gayri ciddi, ilmi veya cahili biçimlerde kafir ilan etmesi ve “alışkanlığıdır”… Ve tekfir mefhumunu - müessesesini muhtelif tüm fırkalar olumlarken tekfircilik konusunda hemen hepsinde ciddi bir rahatsızlık olduğunu söyleyebiliriz. Ümmetin neredeyse tüm fikir renkleri nezdinde tekfircilik bir çeşit hastalık olarak kabul edilmiş ve mahkum edilmiştir. Zira adil olmayan tekfir fitnedir. Tekfir otorite boşluğunda kendisine heyecanlı ve cahil bedenler bulmakta çok mahir. İslam cemaat ve 34 I Müslüman Genç Davetçi

gruplarının yetersiz eğitim sistemlerinden beslenen “cahil alimler “ ki bir sınıftan bahsetmiyorum, yani bu disiplinsiz yapılarda bulunan birçok kişi derinliksiz ve sığ bakış açılarıyla fitneye odun taşırcasına adeta negatif bir cihad veriliyor. Bu sığlık bireysel cehaletin örgütlü biçime dönüşmesiyle bazen azınlık piskolojisiyle kendisini kutsuyor, bazense bu örgütlü yapıların gücü eline geçirmesiyle rableşmelerine ve tekfir kılıcına sarılmalarına sebep olabiliyor. Birçok cemaatin kontrolsüz yapısı fertlerinide sonu zulüm olan kontrolsüz mücadeleye itebiliyor. Barış ortamında pasif bir teori kılığında kalan tekfir, savaş meydanında kan ve zulüm olarak karşımıza çıkıyor. Yani tekfircilik islam vücudunu içten içe tüketen, güçsüz bırakan bir çeşit akide tümörüdür diyebiliriz. Örneğin Sünni camiada en köklü ve kadim tekfir geleneği ve biçimi “dört hak mezheb” ifadesinde kendisine yer bulmuştur. Şia’daki imanın şartlarından olan “imamet” şartıda en köklü tekfirci bakışa örnek olarak verilebilir. Tabi bunlarla sınırlı kalmamış ve bu ekoller kendi içindede birbirlerini siyasi, itikadi ve ameli sebeplerden dolayı tekfir eden nice alt tekfirci ekolleri doğurmuştur. (2) İşin gözden kaçan şu boyutunu da belirtmek isterim; bugün tekfirci denen ekollerin tekfirciliğiyle gele-


HABİL MERT neksel din anlayışının, çoğunluk olmaktan aldığı güçle üstünü örtmeyi başardığı kendi köklü tekfirciliğini görmek zorundayız. Bu tür geçmişi ve duruşu tekfircilik üzerine kurulu olan anlayışların genellikle erkle (iktidarlar, mele, mütref) içiçe oluşlarından aldıkları güç ile, sistem karşıtı müslümanların azınlıkta oluşu ve marjinal kalışlarınında etkisiyle onları “tekfircilikle” itham ederek çok daha köklü ve sert bir tekfircilik yaptıklarını söyleyebilirim. Malesef bugün “tekfirciler” diyerek ayrı bir tekfircilik yapılmaktadır. Oysa bu hastalık sadece Selefilerin, Şianın yada Sufilerin hastalığı değildir. Ama en kadim tekfirciliğin, yaygınlaştığı alan açısından bakıldığında tarih boyunca “iktidarın din anlayışını” temsil eden ekollerde olduğunu söylemek pekala mümkün. İşte bugün tekfircilik başlığı altında yazılan çizilenleri incelersek yine aynı hakim güçlerin kalemlerinin oynadığını ve kendileri ak sütten çıkmış kaşıkçasına muhaliflerini tekfircilikle yaftalayıp kendilerini aklamaya çalıştıklarını görmek zor değil. Oysa tekfircilik ithamı rastgele dillendirildiğinde başlı başına bir tekfircilik olabilir. Veya bu da planlı bir reddiye olarak siyasi akidevi bir linç operasyonudur! Tekfir konusunun fitneye malzeme olmaması için gereken hassasiyeti göstermeliyiz. 2. Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Tekfirciliğin savaş alanında karşımıza en güçlü duygusal yoğunluk olarak çıktığını görüyoruz. Savaş ortamı kendi piskolojik etkisi ve oluşturduğu kaos ile sağlıklı değerlendirmelerin ve adil hükmetmenin en zor olduğu alandır. Tekfirci ahlâk kendisine en rahat yayılma imkânını bu duygusal yoğunluğun had safhada olduğu ortamda bulur. Savaşacının acısı öfkeyi doğurur ve terbiye edilmemiş nefisler bu öfkeyle önce adaleti öldürür… Doğal olarak zulüm cihad adıyla karşımızdadır artık… Tekfircilik bir algı sorunudur ve savaş arenasına çıkmadan öncede mevcuttur. Birçok mikrobun üremeye ortam bulması gibidir onun savaş arenasında bulduğu ortam… Tevhid adaletten yoksunsa zulmün kılıcı olmuştur ve her kılıç kendini haklı gösterecek delili bulur. İslam “işi ehline veriniz” derken bu tabiki cihad konusunda da geçerlidir ve hatta dahada elzemdir. Cihad en ciddi iştir; zira kişisel inşadan ziyade toplumsal varoluş savaşıdır orada verilen. Ve duygularını muhakemesine harç eden hiçbir savaşçı adil olamaz!

SORUŞT URMA

Merhametini kime, düşmanlığını kime, öfkesini kime sunacağını bilemeyen kişi idrak yolları kapalı nesnelleşmiş zulme namzet bir kişidir. Üstelik halkın her rengine malolmuş halk savaşlarında savaş esnasında müttefiklerinin akidesini, dinini, amelini sorgulamak ve bunu hep canlı tutmak, bunun üzerinden söylem ve eylem geliştirmek stratejik bir mağlubiyetin kapısını tıklamaktır! Tekfirci yaklaşım malesef bugünde gördüğümüz gibi zaferin gecikmesinden öte mağlubiyetin sebebi olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaşın, coğrafyanın, tarihin, sürecin ve akidenin fıkhını bilmeyenlerin elinde zulme dönüşen bir ibadettir bugün cihad. Tekfircilik mi cihadtan besleniyor yoksa cihad mı tekfircilikten besleniyor derseniz ben derim ki; cihad “tekfircilikten beslendiği için” zaferler gecikiyor. Tekfircilik de cihad ortamlarındaki duygusal yoğunlukla kendisini haklı çıkarmak için bolca malzeme bulabiliyor… Yani her ikiside birbirinden beslenmeye müsait. Oysa cihad zulmü ortadan kaldırmak, insanların Allah ile aralarındaki engelleri kaldırarak sözü dinleyip en güzeline uyacakları özgür tercih ortamlarının oluşması adına yapılır. 3. Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. Kurtulmuşluk alinasyonudur bu. Fiil fail ilişkisinde kişisel seviye ve merhaleleri gözetmeden, te’vilin hak olanından haberdar olmadan ve hukukun teoriden çok hayatın içinde anlam bulduğunu bilmeden yaşanan “cehaletin samimiyetidir” yaşanan. Kötü niyetli tekfir örneklerini söylememize gerek yok. Allahın ayetlerini küfrün hizmetine verenlerin tekfirciliğini zaten mahkum ediyoruz. Sözkonusu tekfircilik kendisini ve bağlı olduğu ekolü 73 fırkanın şanslı olanına ait hisseden ve 72 sine acıdığı için onların malını canını ırzını onlar kafir ve düşmanmışçasına kendisine helal gören iyi niyetli sapmadır! Sorunda buradadır ki her hizip ve ekol kendisini fırka-i naciye yani kurtulmuş fırka diğerlerinide fırka-i dalalet yani kaybetmiş fırkalar olarak görüyor. Ve her biri tercih ettiği yorumu kutsarken onun bir yorumlama bir okuma biçiminden ibaret olduğunu ve tartışılabilir olduğunu düşünemiyor. Onu tartışılmaz kılarak kanaat putunu inşa ettiğini farkedemiyor! Ve diğer yorumlarında en az kendi yorumu kadar izafi olduğunu akledemiyor… 4. Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Bu bence genel bir algı, analiz ve çözümleme sorunudur. Naslarla ilgisi yoktur. Bahse konu bir nass deBahar 2014 I 35


URMA T Ş U R O S

HABİL MERT

ğilde bir insan sözü bile olsa ilmi derinlik ve kavrayış olmadığı sürece, kişi muhakeme kabiliyetinin gücü ölçüsünde anlayacaktır mevzuyu. Ki bahsettiğimiz alan Alemlerin Rabbi olan Allahın sözlerini ne kadar anladığımız ve anlamlandırdığımızla ilgili. Rabbimiz Kur’an’da Hak ve Batılın birbirinden net biçimde ayrıldığını söylemekte. Ancak ayetler bu netlikte görebilenler için başka şey ifade ediyor, körler için başka şey ifade ediyor. Ben şahsen diyorum ki Allahın ayetlerini olduğu gibi kabul etmektir iman. Ayetleri bizim gibi yorumlamasa da birileri ve hükmen ayrı sonuçlara ulaşsak da muhataplarımızın apaçık ve kasıtlı deformasyon yaptıklarına dair delilimiz olmadığı sürece tekfir edemeyiz. Allah’ı yanlış anlayanla Allah’ı yanlışlayan aynı değildir. 5. Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir. Ali (ra) şöyle diyor; biz kardeşlerimizle savaşmaya mecbur kaldık olaki bir kılıç darbesiyle düşerlerse sakın ikinci darbeyi vurmayın! Bizlerse önce cümlelerle kesiyoruz başlarını sonra her türlü… Ümmet vahiy toplumunu oluşturamadı yorumları kutsamakla meşgulken… Yorum toplumu; fakir fikir toplumu oluştu. Ancak ebu cehil karpuzu tadında fikirlerdi bunlar… Olabiliritesine şans tanımadık birçok bize muhalif yorumun… Bilgisizliğin fikrini kutsayan kişi ve ekoller Buhara’daki ucuz faraziyelerden daha pahalı fikirler üretmedi… İfratı eleştireyim derken tefritin sokağına yerleştiler… Bize hiçbirşey kazandırmadı yorumlardan teşne tekfircilik mevzuğu. Aksine kısır tartışmalara mahkum olduk. Aramızı Allah ısındırdı biz soğuttuk… Negatif haklılıktı bu. Fikrimizi doğrulamak için mutlak ispattan yoksun olduğumuz halde ısrarcı olduk dayatmacı olduk. Ve bugün müminler birbirleriyle bırakalım cihada gitmeyi günlük hayatı bile paylaşmakta zorlanıyor. Olmamız gereken yerde değilsek, kulluğu değilde tanrılığı seçenlerimizin çok olduğundandır bu durum. 6. Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/ fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir. Allah ve Resulüne iman edip Allah’ı ve Resulü sevenle, Allah ve Resulüne karşı olup düşmanlık edeni aynı kefeye koymayın derim. Fikrinize ve çıkarımlarınıza ters düşsede ehli secde zor durumdaysa tekfir zaviyesinden bakıpta onu yalnız bırakmayın derim! 36 I Müslüman Genç Davetçi

Kalbi Allah ve Resulüyle dolu olan çağın Ammarlarının canını canınız bilin derim... Tabi Ammarla sebebi aynı olanları iyi ayırdetmeli. Muhakeme ederken muhatabınızın ne halde ve hangi konumda o sözü ya da ameli söylediğinin hesabını yapmalı. Zarar giderildikten sonra affetmek sizi yüceltecektir. Tekfir sizi tehlikeye atabileceği gibi susmak size o kişiyi kazandırma ihtimali olan bir davranıştır. Muhatabınıza zaman tanıyın. Güven olmadan söz güçsüzdür! Hakkı tabiki gizlemeyin ancak doğru zaman doğru üslup doğru şekilde söz söyleyin. Öncelikleri ustalıkla sıraya dizin. Alt yapı olmadan bina inşa etmeye kalkmayın. Ve bu asla hakkı batıla bulayın, ketmedin, yumuşatın, eğin, bükün, ekleyin, çıkarın demek değil! Allahın dininde oynama yapmadan Hakkı ayakta tutan şahidler olun ki Rab sizlerden razı olsun… Tekfir konusunun ciddiyetine halel getiren her türlü kişi grup ve yaklaşıma mesafeli ve adil olun! Yani tekfirciliği gördüğünüz yerde ustaca ekarte edin etkisiz kılın. Tekfir gerektiğinde çekinmeden usulünce hakettiğince hakkını verin tekfir edin. Ama işte bu kısım en zorlu ve riskli kısım olduğundan dolayı net bir inkar olduğunda bunu yapmakta cimri davranmayın! Yoruma açık ve ihtilaflı konularda tekfirden fersah fersah kaçın. Bu işi bilenlerine bırakın. Siz gençlik ruhunuzu salih amellere ayırın dilinizden çok diğer azalarınızla amel edin. Ve ancak müslümanlar olarak can verin. Hz Ali derki; ağzımdan çıkacak yarım kelimeyle dahi bir müslümanın canının yanmasına razı değilim. Duyarlılıkta üstün bir örnektir bu. Ağız dolusu tekfirler peygamber terbiyesinden geçenlerin işi olamaz. Konuştuğunda sözünüz Allah’ın sözü değilse sizin şahsi yorumunuzdur bunu asla aklınızdan çıkarmayın… Size selâm verene, dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, ‘sen mü’min değilsin!’ demeyin…” (Nisâ, 94) Bu riski ve vebali çok konuda şahsi düşüncemi paylaşmama vesile olan Müslüman Genç dergisi yönetimine teşekkür ediyorum. Umarım faydalı olur önerilerim. Hata varsa bendendir, en doğrusunu Allah bilir. Tekrar teşekkürler. (1) Rolativizm: Görecelilik kuramı. (2) Mustafa İslamoğlu / İman risalesi – Tekfir hastalığı bölümü. İlk 50 sayfada bu konuda epey özet bilgi mevcut bakılabilir.


Yazı: HAMİT ÖZTOPRAK

DENEME

Hayat Sorgulamadığında Güzelmi Hayatın anlamını sorgulamak, ya ânı yaşamamızı sağlıyor ya da sorumluluklarımızdan kaçarak, korkularımızla yüzleşmemize geçici zevklerle engel oluyor. Korkularımız tercihe zorluyor bizleri; kimimizi kirli ve ucuz bir hayata kimimizi de böylesi bir hayattan uzak kalmaya.

İçinde yaşadığımız toplumda ayakta kalabilmek sorgulamayı ve istikamet üzere yaşamayı gerektirir. Sancıdır insanı Hira’ya götüren ve yine aynı sancıdır şehre yürüten. Hira; kimi zaman bir mağaranın, kimi zaman da beton şehrin kalabalıkları arasında yalnız kalabilmenin adıdır. Sorgulamalar, bazen hayatın boşluğuna iterken insanı; bazen de hayatın anlamını kavramaya sürüklüyor. Hayatın anlamını sorgulamak, ya ânı yaşamamızı sağlıyor ya da sorumluluklarımızdan kaçarak, korkularımızla yüzleşmemize geçici zevklerle engel oluyor. Korkularımız tercihe zorluyor bizleri; kimimizi kirli ve ucuz bir hayata kimimizi de böylesi bir hayattan uzak kalmaya. Yaşıyoruz hayatı, cahiliyenin alkışları arasında… Alkışlanıyoruz modern ve seküler hayat tarafından. Alkışlanıyoruz tüketen ve markalaşan hayat tara-

Bahar 2014 I 37


DENEME fından. Hoşumuza gidiyor ve bazen kendimizi sindeyim? Belki de cevaplamamız ve peşine düşalkışlıyoruz, kendine yeterli görerek. Dondurulmemiz gereken hayati bir soru. Gündelik işlerimiz, muş hayatlar hazırlanıyor insana, yeri geldiğinde oyun ve eğlenceden ibaret olan uğraşlarımız, ısıtılıp sunulan ve tercih ettirilen. Aslında cevabı boşa akan zaman içerisinde zevklere dalışımız, belli olan soruyu sormalıyız kendimize: Ben kimin toprağın üzerine yaptığımız yatırımlarımız Allah’a hayatını yaşıyorum? güzel bir borç verebilmenin neresinde? Ya da hiç Evet bu sorunun cevabı bizim için önemli olmabir değeri olmayan sorgulamalarımız mı var? Helıdır çünkü; sıradanlaşan ve kullanılan bir hayatı definden ve amacından uzak olan… fark etmeyi sağlar. İnsanın teknolojiyi mi, yoksa HER DEM YENİDEN teknolojinin insanı mı kullandığı sorusuna vereYorulduğunda yeni bir işe koyulması gereken ceğimiz cevap gibi. Özgürlüğünü, başkaları için insan, hayallerinin peşinde koşarak kendi gündeyaşamadığını iddia eden insanın modayı, teknolomini oluşturuyor. Sınırlı olan varlığın sınırsız arzujiyi takip ederek başkasının hayat anlayışına ram ları büyüyor ve ben merkezli bir hayatın kurucuolması gibi. Dine ve eşyanın hakikatine uygun yasu oluyor. Hayat güzel geçiyor sorgulamayınca. şama tadını, görece özgürlükler adına damağına Ya da hayatına dini motifler ekliyor insan mutlu uygun görmeyen insan, sonu hüsran olan hayatın kalabilmek adına. Dini yaşamakla, dinden bir şeyiçerisindedir. Düşünmek kuşatılmış kirli bir haler yaşamak birbirine karıştırılıyor. Ters yüz oluyata dur diyebilmektir, temiz kalabilmek adına. yor “hayatın ve ölümün Allah için” olması Düşünmemek, kendisine hazlar ve mutlugereken anlayışımız. luklar üreterek tükenmeye mahkum Sorgulamalarımız daha da olmaktır, gerçekleri görmemek Düşünmek büyüyor, hakikate ulaşmak adına. Anlık boşlukları dolkuşatılmış kirli bir adına. Gözleri önünde yavdurduğunda yeni bir arayışa hayata dur diyebilmektir, rusuna kıyılan annenin girmelidir. Yoksa çağın hastemiz kalabilmek adına. gözyaşları, inandığı davası talığı adı altında bunalıma Düşünmemek, kendisine uğrunda uyumayı unugirecektir. Bütün mutlulukhazlar ve mutluluklar üretarak koşturan yiğitlerin lar elinden gider ve gerçekterek tükenmeye mahkum terleri ve o yiğitlerin verelerle karşılaşmaya başlar bilecekleri en değerlisi olan yapayalnız kaldığında. Ve olmaktır, gerçekleri kanları, cennetin ırmaklarıo yalnızlık toprağa dönüşün görmemek na akıyor… İşte o zaman daha yansımasıdır aslında. Çekilmez adına. da büyüyor sorgulamalarımız, olur hayat, asıl hayat verecek olacennete koşan bu yiğitlerden daha na teslim olmadıkça. mı farklı benim cennetim? Kardeşliğimize YALNIZLIĞIN CENDERESİNDE İNSAN el vermeliyiz diri kalabilmek ve birbirimizin cenBireyselleşen, kendisi için yaşamaya çalışan ve neti olabilmek adına. ardından yalnızlaşan insan, her daim ayakta kalaSaçların ağaracağı o günü düşünerek sürdürbilmek için yapay mutluluklar bulma çabası içerimeliyiz kulluk yürüyüşümüzü. Cennete olan yüsindedir. Halbuki ölüm gerçeği bütün o mutlukların rüyüşümüze yalnız değil Kitap’ın terbiye ettiği biz üzerini örtmeye yeterken… İşte o zaman sıyrılıyor bilinci ile devam etmeliyiz. Ertelediğimiz ya da görinsan geçici mutluluklarından, gerçek hüzünleri mezden geldiğimiz her genci/insanı aslında sokakyakaladıkça. İşte o zaman anlıyor insan, kendisilara kazandırdığımızın(!) farkına varmalıyız. Ateşe ne sunulan nimetlerin sahibine adanmışlığı… Rızık doğru koşanların ellerinden tutarak anlatmalıyız, olarak verilen gençliğin Allah için infak edilmesi, Rabbimizin girin cennetime diyeceği hayatı. mutluluğumuzun bir parçası olmuyor mu? Mücadele etmek bizlere, başarıyı ödüllendirTahayyül ettiğim bir hayat var ama ben neremek ise Allah’a aittir…

38 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: MUHARREM ALTAY < altay.1981@hotmail.com

DENEME

Tüketen insan,

tükenen bİr nesİl

Tüketim, insanın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan fıtri bir ihtiyaçtır. En basit örnekle tüketmeden bir adım dahi atamayacağımız aşikardır. Ancak bu tüketimin sınırları çizilmezse veya bu sınırlar bizi yoktan var eden Allah (cc) tarafından değil de nefsimiz tarafından belirlenirse, bu tüketim basit bir ihtiyaçtan ziyade sonu gelmeyen bir şehvet haline gelir. “Ki O, bütün çiftleri yarattı ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri var etti. Onların sırtlarına binip doğrulmanız, sonra doğrulduğunuz zaman, Rabbinizin nimetini zikretmeniz ve: “Bunlara bizim için boyun eğdiren (Allah) ne yücedir, yoksa biz bunu (kendi hizmetimize) yanaştıramazdık” demeniz için.” Zuhruf/12 - 13

Yukarıdaki ayetten de anlaşılacağı üzere yaşamımızı sürdürebilmemiz için gerekli olan bütün araçları bizim için yaratan ve hizmetimize sunan Allah’tır. Allah’ın kendisine kulluk edilmesi için yarattığı bu araçları amaç haline getirmek; hayatımızı tüketmek üzere kurmamız, ahirette hüsrana uğramamıza neden olacaktır.

Hızlı Tüketim ve Sömürü Tabi insanın bu doyumsuz yönü küresel güçlerin de iştahını kabartmaktadır. Sanayi devrimiyle birlikte üretim ve tüketim sınır tanımaz bir hal almıştır. İnsanlar daha fazla tüketmek için kaynak arayışlarına girmişler ve bununla birlikte güç merkezleri, kaynak sahibi toplumları sömürmeye

Bahar 2014 I 39


DENEME başlamışlardır. İslam’dan uzak yaşayan, ahiret bilinci veya beklentisi olmayan insanlar, sadece bu dünyaya yönelmekte, ulaşabilecekleri her türlü haz ve zevki tatmak için hiçbir hak ve hudut tanımadan onu elde etme uğraşısına girmektedirler.

Seküler Dünyada Laikleşen Hayat Tarzı

lerde insanlar adeta çıldırmışcasına alışveriş yapar, hediyeler alır, aksini yapanlar ise toplum içinde hoş görülmemektedir. Kimi de karşısındakinin gönlü kalmasın diye bu furyaya katılmaktadır. Sonuç olarak tüketim, yaşam tarzımızı o kadar kuşatmış durumda ki, bırakın ihtiyaç sahiplerine yardım etmeyi, artık insanların kazançları, bu sözde ihtiyaçlarını bile karşılayamaz duruma gelmektedir. Bunları karşılamak adına da Hududullah’ı çiğneyerek günahlarda normalleşmeye başlamaktadır ki bu bir toplumun ifsad olmasına ve tüketmek üzerine yetişen bir neslin tükenmesine sebep olmaktadır. “Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir. Enfal/53

Sınırsız tüketim hırsının sebeplerinden biri de bireysel yaşam tarzıdır. Bireyselleşen insan sadece kendisi ve ailesi için yaşamakta, çevresinde olup bitenlere karşı duyarsız kalmaktadır. Kazandığını sadece kendisi için kullanıp hiçbir ihtiyaç sahibini gözetmez duruma gelebilmektedir. Oysa Allah Kur’an’daki bir çok yerde kazancımızdan infak etmemizi, ihtiyacımızdan fazlasını Allah yolunda harcamamızı, kazancımızda hakkı bulunan ihtiyaç sahiplerinin hakkını vermemizi Müslümanların Tüketim Anlayışı emretmekte, bunu bir kurtuluş reçetesi olarak Tüketim kültürü, müslümanlar içinde de kendibize sunmaktadır. ni rahatlıkla kabul ettirebilmiştir. Bunun en büyük “Yakınlara, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. örnekleri içkisiz mekanların artışı, kadın-erkek Allah’ın rızasını dileyenler için bu daha mahremiyetine uygun oteller vs…Bu hayırlıdır. İşte onlar saadete ölçülere dikkat ediliyorsa gerisi teerenlerdir.” Rum/38 Sınırsız tüketim ferruat diyemeyiz elbette. Çünkü “Ey iman edenler, hiç hırsının sebeplerinden İslam, bizim hayatımızın tamabir alış-verişin, hiç bir biri de bireysel yaşam tarmına müdahildir. Hayatın hiçbir dostluğun ve hiç bir zıdır. Bireyselleşen alanında açık kapı bırakmaşefaatin olmadığı gün insan sadece kendisi ve mıştır. Sınırlarımız, Kur’an ve gelmezden evvel, size ailesi için yaşamakta, Rasulullah’ın sahih sünneti tarızık olarak verdiklerirafından çizilmiştir. Tüketimde mizden infak edin.” çevresinde olup de bizim için en büyük örneklik Bakara/254 bitenlere karşı Hz. Peygamber olmalıdır. Teknolojinin hızla ilerduyarsız Sirette Peygamber ve ashabının lemesi ve reklam sektökalmaktadır. sade ve gösterişten uzak yaşamlarını, rünün de gelişimi ile küresel ekonomik sıkıntılar çekildiğinde de refah sermaya grupları, markalarını dönemlerinde de yaşam standartlarının çok kültürleriyle birlikte bütün pazarlara farklı olmadığını görmekteyiz. Çünkü onlar dünya allayıp pullayarak sunmuş, yeri geldiğinde İslami malına tamah etmediler, hayırlı olanın ahiret yursembolleri de kullanmaktan geri durmamışlardır. dunun nimetleri olduğunun bilincinde idiler. Yaİnsanlar, evlerinin içlerine kadar gelen bu cazip, ratılış amacımızdan bir an olsun uzaklaşmak, bizi nefse hoş gelen şeyleri kabul etmekte pek zordünyevileşmeye ve biraz daha geçici dünya malını lanmamışlardır. sevmeye itecektir. Bizler müslümanlar olarak her “Özel Günler”de Alışveriş Çılgınlığı fırsatta kendimizi hesaba çekmeli, nerede durduğuÜretilen “özel günler” tüketim kültürünün muzu gözden geçirmeli, Tevhid’i yeryüzünde hakim önemli birer sac ayağını oluşturmaktadır. Bu günkılmak için olanca çabamızla mücadele etmeliyiz.

40 I Müslüman Genç Davetçi


DAVET Ç ALIŞMA SI

Tevhid ve Adalet Çınarı Asır Der İnsanın ilk yaratılışından günümüze hayrı, iyiliği taşıyarak bizlere ulaştıranlar aynı zamanda bizlere çok önemli sorumluluklar yüklemektedirler. Emaneti korumak, geliştirmek ve vakti geldiğinde devretmek için duyarlı, bilinçli bir çaba içinde olmamız gerektiğini de örnek fedakarlıklarıyla göstermektedirler. Bu örneklik çerçevesinde ortaya koyduğumuz çalışmalar, içinde yaşadığımız dünyada çok büyük bir ihtiyaca karşılık geliyor. Hayrın çoğaltılıp dağıtılması çok yönlü bir çabayı gerekli kılıyor. Asır-Der olarak eğitim ve gençlik konusunu önemsiyoruz. Bu doğrultuda gençlik, hanım, yetişkin çalışmaları ve buna paralel, eğitim seminerleri, yaz etkinlikleri, sportif aktiviteler ve tanışma toplantıları vb. gerçekleştiriyoruz. Bunların yanı sıra yeryüzündeki tüm Müslümanları kardeş olarak kabul etmemiz gereği olarak; onların dertlerini derdimiz bildik. Mazlumların sesi olmaya çalıştık.Bu konuda bir taraftan bilinçlendirme çalışmaları bünyesinde programlar tertiplerken,diğer taraftan yaptığımız yardım kampanyalarıyla kardeşlerimizin ihtiyaçlarını karınca kararınca da olsa karşılamaya çalıştık. Yine ümmet olmanın bilinci ile Bursa’da ortak hassasiyetlere sahip olduğumuz sivil toplum ku-

ruluşları ile yakın diyalog halinde olmayı kendimize prensip edindik.Bu minvalde 19 yıldır faaliyet gösteren Bursa Gönüllü Kuruluşlar Platformu üyeliğimiz bulunmaktadır.Platform ile birlikte bugüne kadar ümmet meseleleri bağlamında onlarca faaliyetimiz olmuştur. Elbette bu ve buna benzer çalışmaları yaparken kıstas aldığımız değerler mevcuttur. Çalışmalarımızın her aşamasında inanç ve ahlak esaslarını, tüm çalışmaların vazgeçilmez şartı gören, düşünce ve harekette itidali tercih eden, toplumsal meşruiyete önem veren, yerel ve evrensel değerleri dikkate alan, hikmet ve edep ekseninde ıslah, ihya, inşa çizgisinde bir tasavvura göre hareket eden, eğitimi ve daveti önceleyen, geleceğini vahiy ekseninde ve geleneksel mirası dikkate alan bir anlayışın üzerine kurmaya çaba sarfeden, istişare ile hareket etmeyi esas alan, bir şahsa, gruba, kuruluşa, ırka, cinsiyete ve sınıfa imtiyaz vermeyen, insan hak, hukuk ve özgürlüğüne yöneltilen her türlü olumsuzluk, hukuksuzluk ve zulme karşı tavır alan, aynı inanç ve ahlaki değerleri benimseyenlerin kardeşliği prensibine riayet eden ve diğer cemiyetlere yaklaşımda bunu esas alan bir anlayışa göre çalışmalarımızı şekillendirmekteyiz.

Bahar 2014 I 41


BİR ŞEHİT

Yazı: ARİF CAN

Bosna’dan Çeçenya’ya bir güzel tebessüm

Bülent TUNA

“Şehadet bize bir son değil başlangıçtır.” Şehid Selami Yurdan’ın bu sözü müslümanları yeniden uyandırma, ölüm korkusunu yıkma ve davalarınını yeniden omuzlamasına bir çağrıydı... Söz ve Eylem bütünlüğü içerisinde bir çağrı... Evet bu çağrıdan biz müslümanlar ne kadar hisse aldık? İşte bu çağrıdan hisse almış bir yiğit, bir şehid Bülent TUNA... Bizlere de bu çağrıdan hisse almış ve bu hisseyi eyleme dönüştürmüş şehidimizin hayatını anlamak, öğrenmek düşmektedir. O halde hep birlikte öğrenelim. Bülent TUNA, Bosna ve Çeçenya’daki mücahid kardeşleri ona Abdullah Hoca olarak hitap ederlerdi. 1970’te Eskişehir’de doğdu. 1993 yılında Bosna cihadına, mücahid kardeşlerinin arasına katıldı. Bosna’da Talha olarak tanınırdı. Bu isim O’nun ashab ile bir olmanın, aynı olmanın çabasıydı. Talha Bin Ubeydullah’ı bizlere tanıtan O’ydu. O Türkiye’ye döndüğünde Eskişehir’in Bolu sınırına yakın bir dağ köyünde imam-hatiplik görevi için tayin edildi. Dışarıdan bakanlar Bülent TUNA’yı yerleşik olacağına hükmetmişti. Kendisi bunu hiç içine sindiremiyordu, çünkü o dağ adamıydı cihad adamıydı ama kendisi için bu köyde kalması uzlet olmuştu. Bu uzlet süreci onun içini, kalbini daha çok derinleştirdi, zenginleştirdi. İbadetlerinin ve Rabbine bağlılığının artmasına da sebep olmuştur. Bu dönemde evlenmiş, hem caminin imamı, hem evinin, eşinin hocalığını yapmış. Köyün ahalisi her soruyu ona sorarlardı. Köy halkı ona “Körüklü Hoca” diyordu. Daha sonra şehir merkezine daha yakın olan İmişehir köyüne tayin oldu. Bu şehir, Tuna’nın cihad düşüncesini Kur’an’la kurduğu son derece halis irtibat sayesinde daha bilinçli makama ulaşmasına vesile olmuştu. Özellikle takip

42 I Müslüman Genç Davetçi

ettiği Muhammed Esed meali onun ufkunu açmış, imanını daha da mutmainleştiren kaynak olmuştur. 1992’de yanan bu ateş daha da körüklenmişti. Dağıstan cihadında şehid olmuş Cüheyman ile yakın arkadaştılar, O’nunla beraber Çeçenistan’a gittiler. Daha sonra bu cihada, kardeşlerine Türkiye’den maddi destek vermek için çalıştı ve başarılı oldu. Arkadaşı Cüheyman 8 Ağustos 1999’da şehid olunca kendisi de imamlığı bırakıp Abdullah ve Ubeydullah adındaki iki oğlunu ve eşini Allah’a emanet edip 2000 yılı Nisan ayında Gürcistan’a gitti ve iki-üç ay sınırda bekledi. Çeçenistan’a giremeyince Türkiye’ye geri dönmek zorunda kaldı. Daha sonra 2001 yılı başlarında tekrar Çeçenistan sınırına geldi, yine giremedi ama burda kalıp bekliyordu. Beklediği zamanlar boş durmuyor, hafızlığını tamamlıyor ve Kur’an okuyordu. Buradaki mücahid kardeşleri tarafından çok seviliyordu. Kişiliği son derece takvalı ve mütevaziydi. Sekinet Adamıydı... Kendisi sinüzit hastasıydı, ama bu bölgenin yani Çeçenistan’ın kışına aldırış etmedi. Güzel sesli olması sebebiyle sık sık mücahidler kendisinden ezgiler ve marşlar dinlerlerdi. Sonra bulundukları yerden Çeçenistan’a gitmek üzere yola çıktılar. Çeçenistan’a girip 30 km ilerledikten sonra binlerce Rus askerinin pusuya düşürmesiyle çok istediği şehadete kavuştu. Allah Tüm Şehidlerimizin Şehadetini Kabul Etsin... Unutmayalım... Şehadet bizim için bitiş değil, asıl olan başlangıçtır. Madem Ölüm Tek Bir Defa Gelecek O’da neden Allah İçin Olmasın? Selam olsun ahidlerini yerine getirenlere ve getirmek için yaşayanlara…


Yazı: HÜSEYİN EMRE UÇAR

ARAŞTIR MA

kırım Karadeniz’in kuzeyinde tarihi bir yarımada ve Ukrayna’ya bağlı özerk cumhuriyet. Halkı Müslüman olan Kırım Tatarlarının Kırım yarımadasındaki geçmişi 6. yüzyıla kadar gitmektedir. Müstakil bir hanlık olarak Kırım hanlığının kurulması ise bölgedeki Altınorda devletinin dağılması ile oldu. 15.yüzyılın başlarında kurulan Kırım Hanlığı 1475 yılından itibaren Osmanlı devletinin himayesine girdi. Yaklaşık 300 yıl kadar süren Osmanlı hâkimiyeti ise 1769-1774 Osmanlı Rus savaşı ve ardından imzalanan Küçük Kaynarca antlaşması ile Kırım Hanlığı üzerindeki Osmanlı himayesi sona erdi. Kırım bağımsız oldu. Küçük Kaynarca antlaşmasının (21 Temmuz 1774) 3. Maddesiyle Kırım, Bucak, Kuban, Yedisan, Camboyluk ve Yediçkul (Yedicek) Tatar ulusları… Serbest ve tam manasıyla müstakil tanınacaklar, kendi rıza ve muvafakatleriyle Cengiz soyundan seçilecek hanların hükmü altında olacaklar, han

herhangi bir yabancı devleti nazarı itibara almadan onları kendi kadim kanun ve âdetlerine göre idare edecek, bu sebeple ne Rusya ne de Babıâli hiçbir suretle hanın intihabına ve tahta çıkışına karışmayacaklar, kendi kendilerini idare eden ve Allah’tan başka kimseye tâbi olmayan bütün diğer devletlere yapılan aynı muameleyi yapacaklar; fakat Tatarlar Müslüman olduklarından ve sultan da İslâm’ın halifesi sayıldığından bu uluslar kendisine şeriatın emrettiği şekilde muamele edecekler, bununla beraber bu, onların yukarıda teyit olunmuş siyasî ve mülkî hürriyetlerini tehlikeye düşürmeyecek mahiyette olacaktır. Bu sayede Osmanlı’nın Kırım üzerindeki etkisi sadece dinî konularla sınırlı hale getirilmiştir. Gerçekte ise, “bağımsız” olduğu iddia edilen Hanlık, kukla hanlar çıkartmayı amaçlayan Rus entrikaları sebebiyle kanlı iç kargaşaların içine itildi. Bu dönem içinde üç defa Rus orduları Kırım’a

Bahar 2014 I 43


MA ARAŞTIR girerek kendi politikalarını dayattılar. Harabeye alınamadı. Ruslar da bu duruma şiddetle karşı dönen ülke böylece Rus işgali altına girdi. çıktılar ve bir iki ay içerisinde binlerce insanı işkenBu dönemden sonra Kırım’ı idare eden hanlarce ile öldürdüler. Asil ailelere mensup Kırımlılar da büyük bir kafa karışıklığının yaşandığı görüimha edildi ve topraklarına el konuldu. Büyük bir lür. Nitekim 1777 yılında Kırım Hanlığı’nın tahtına göç ve dram yaşandı. Rus taraftarı olarak bilinen Şahin Giray çıkmıştır. Osmanlı, Kırım’ın ilhakına savaşla cevap vereOsmanlı’nın buna karşılık Bahadır Giray’ı destekbilecek bir güçte olmadığı için, 8 Ocak 1784’te bu lemesiyle yaşanan mücadeleye Ruslar da dâhil ilhakı resmen tanımak zorunda kaldı. Sonraki yılolmuşlar ve 1779’da Aynalıkavak Tenkihnamesi larda Kırım’ın geri alınması için bazı teşebbüslere imzalanmıştır. Buna göre, Kırım hanları serbestgirişildiyse de netice alınamadı. çe seçilebilecek, Osmanlı buna müdahale etmeRuslar kısa bir süre içinde Kırım’da Rus idari yecekti. Kırım Hanlığı’nın bağımsızlığı için sistemini tatbike başladılar. 1784 yılında yardımcı oluyormuş gibi gözüken ve Kırım, Taman ve yarımada haricinhem han ailesi hem de halktan deki geniş arazileri içine alan Ahalisi Müslüman bazı kesimler tarafından des“Tavrida Oblastı” kuruldu. Yeni olan bir devletin, Hristiyan teklenen Ruslar, Çariçe 2. oblâst (vilayet) yedi uyezd bir devletin eline geçmesi Katerina’nın emriyle 1783 (kaza)’den oluşmaktaydı: hem Kırım’da hem de Osyılında Kırım’ı işgal ettiler. Akmescit (Simferopol), manlı coğrafyasında büyük 9 Temmuz’da, yani çariGözleve-Kezlev (Yevpatoinfial meydana getirdi. çenin tahta geçişinin 21. riya), Ör (Perekop), EskiKırımlılar bu duruma isyan yıldönümünde Kırım’ın Rus kınm (Levkopol), Melitopol, ederek hanlığa Bahadır İmparatorluğu’na katıldığı Fanagoriya ve Dnyeprovsk. resmen ilan edildi. Çariçe, Kırım’ın yeni sınırları Kırım Giray’ı getirdilerse de bir Kırımlılardan sadakat yemini ve Kırım Tatar Türkleri ile pek netice alınamadı. istiyor, bu yemini etmeyenlerin az etnik, dinî ve ekonomik münaOsmanlı topraklarına göçüne izin vesebeti bulunan ya da hiç bulunmayan riyordu. Çariçe manifestoda Kırım Tatarlarıtoprakları da içermekteydi. Geniş ve çok karna İmparatorluğun diğer tebaası ile eşit muamele maşık bir idari yapı içerisinde Kırım’ın Müslüman göreceklerini, canlarının, mallarının, mülklerinin, kimliğinden uzaklaştırılması hedeflenmekteydi. camilerinin ve dinî inançlarının teminat altında Kırım Tatarları 19.yüzyılın başlarından Çarlık Rusolduğunu ve Rusya İmparatorluğu’nda mevcut ya’sının yıkılmasına kadar istisnalar dışında mahalolan bütün hak ve imtiyazlardan istifade edeli idareden uzak tutulmaya çalışıldı. ceklerini taahhüt ediyordu. İlhak kararı Kırım Tatarları arasında ciddi bir direnişle karşılaşmadı. Bunun sebebi ise uzun savaşlar ve iç karışıklıklar sonucu ülkenin büyük bir buhran içerisine girmiş olmasıydı. Bunun dışında Rusların Kırım üst tabakasının bir kısmını da kendi yanına çekmeyi başarmışlardı. Osmanlı devleti ise Kırımın Rusya tarafından ilhakına karşı koyamadı ve bu durumu kabul etmek zorunda kaldı. İlk defa, ahalisi Müslüman olan bir devletin, Hristiyan bir devletin eline geçmesi hem Kırım’da hem de Osmanlı coğrafyasında büyük infial meydana getirdi. Kırımlılar bu duruma isyan ederek hanlığa Bahadır Giray’ı getirdilerse de bir netice

44 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: NECMETTİN IRMAK

BİR KELİM E

Davet Şuuru Takva sahibi fertlerin davetçi kimliğini ve misyonunu ortaya koyan Kur’an-ı Kerim, Peygamber Efendimiz (as)’ın diliyle davet yolunu şöyle ifade eder: “De ki: Benim yolum budur; Ben ve bana tabi olanlar,basiretle Allah’a çağırıyoruz.1 Öte yandan yine Kur’an-ı Kerim, kendi ilahi üslubuyla söz konusu kimlik ve misyona sahip çıkanları şöyle methetmektedir: “Allah’a davet eden, Salih amelde bulunan ve ben Müslümanlardanım diyenden daha güzel sözlü kim var?”2 Kur’an-ı Kerim Hz. Âdem’den başlayarak örnek gösterdiği bütün Tevhid önderlerinin davet misyonunu ve bu misyonu taşıyan davetçi kimliğini ısrarla gözler önüne serer. Kendisine muhatap olanların ve yolundan gidenlerin de aynı kimlikle davet misyonunu taşımalarını ister. Bu şekli ile Kur’an-ı Kerim, kapsamlı bir davet bilinci oluşturur. Rehberliğini kabul eden takva sahiplerinin de davet bilincine sahip olmalarını ve bu bilincin sorumluluğunu yerine getirmelerini ister. Aksine davrananları tehdit ve ilzam eder ; “Siz, hayra davet eden, iyiliği emredip kötülükten alıkoyan bir ümmet olun. Kurtuluşa erenler

işte bunlardır.”3 “İsrailoğulları’ndan inkâr edenler, Davud’un ve Meryem oğlu İsa’nın diliyle lanetlenmişlerdir. Bu lanet onların isyan etmeleri ve haddi aşmaları sebebiyledir. Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini engellemiyorlardı. Şüphesiz yaptıkları ne kötü bir şeydi”4 Bu ayetin tefsir mahiyetinde Peygamber Efendimiz (as) davet bilincine sahip muttakileri uyarmak için şöyle diyordu: “İsrail oğulları arasında zulüm yaygınlaştığı zaman onlardan biri diğerini günah işlerken görür ve önce nehiyde bulunurdu. Fakat ertesi gün o adamla oturup kalkabilmek, yiyip içebilmek için gördüğü günahtan engellemez olurdu. Bunun üzerine Allah onları birbirine düşürdü ve onların haklarında bu ayet (5/78-79) gereğince muamele etti ve lanetledi.” Hadisi rivayet eden Ebu Ubeyde (r.a.) ilave ediyor: Hz. Peygamber (as) buraya kadar konuşurken bir yere dayanmıştı. Buraya gelince doğruldu ve:”Evet ! Ya zalime engel olursunuz ve onu hakka çevirirsiniz, ya da bu durum sizin başınıza da gelir.” diyerek ikazda bulundu.5 Bu anlayıştan yola çıkarak görmekteyiz ki; da-

Bahar 2014 I 45


RAM BİR KAV vet, kulluk devam ettiği sürece devam edecektir. ayette de dile getirilen, Peygamber (as)’a tabi Ve biz biliyoruz ki kulluk ölünceye kadar devam olanların yoluna uyduğunu iddia edenler, bunun eder. Buna binaen davet, her takva sahibi mü’min kuru bir iddia olamayacağını ve ispata / pratiğe için aralıksız, fetrete uğramadan hayat boyu mecbur olduklarına da iman eder ve teslim olurdevam edecek bir kulluk ameliyesidir. Özelliklar. Bu yoldan gitmek yani davet yolunun yolcusu le günümüz Müslümanları için büyük bir tehdit, olmak, bir iman şartıdır. Davet ve tebliğ vazifesini risk ve anlayış, pratiklerde sapma sebebi yerine getirmeyecek olan Peygamber (as)’ı -ki olan modern dünyanın kuşatması hâşâ! hepsi bundan münezzehtir- uyahayata yönelik modern algılarıp tehdit eden Allah, tabi ki onların Davet, kulluk devam ma-anlamlandırma biçimleyolundan gittiğini iddia edenleri ettiği sürece devam ri, davet bilincine yönelik de aynı uyarıyla karşı karşıya engelleyici, terk ettirici, bırakır. Çünkü hakkın/İslam’ın edecektir. Ve biz biliyoruz unutturucu, saptırıcı salvarlığı ve hayatiyeti Allah ki kulluk ölünceye kadar dırılarda bulunmaktadır. yoluna davetle mümkündevam eder. Buna binaen Bu saldırılar karşısında dür. davet, her takva sahibi zayıf ve savunmasızmış Davetin gerekliliği ve bir mü’min için aralıksız, fetregibi görünen Müslümangörev olduğu hususunda te uğramadan hayat boyu larda ciddi bir davet bilinemir ifade eden, davetin fazidevam edecek bir kulluk ci erozyonu / korozyonu ve letini belirten pek çok ayet ve ameliyesidir. körelmesi gözükmektedir. Çok hadis-i şerif vardır. Yine Kur’an-ı farklı şekillerde ortaya çıkan bu Kerim’de İslam’a daveti Müslükörelme, yaşadığımız topraklarda ormanlara farz kılan birçok ayet-i kerime taya konan davet sürecine ciddi bir engel olarak vardır. Bunlardan bir kısmı doğrudan doğruya da karşımıza çıkıyor. Müslümanlara hitap ederken bir kısmında hitap, Haddi zatında engelleyici sebepler hep vardı. Rasulullah’a olmakla beraber şümulü bütün MüsGerek fert eksenli zayıflıklardan ve cehaletten, lümanlaradır. Cenab-ı Hakkın Rasulüne hitabında gerekse toplumsal yapıdaki çözülmelerden kayasıl olan, istisna edilmediği sürece bu hitaba ümnaklansın, bu engelleyici sebepler bundan sonra metinin de dâhil olmasıdır. Davette ise böyle bir da var olacaklar. Ama bizim burada dikkat çekistisna olmayıp Cenab-ı Hak bu İslam ümmetine mek istediğimiz nokta, bu engelleyici sebeplerin Allah’a davet vazifesinde Rasulü Ekremine ortak modern versiyonlarıyla ve çağımıza has bir şekılarak ikramda bulunmuş, şeref bahşetmiştir.”6 En geniş manasıyla daveti iman ile bir tutan Hz. kilde ortaya çıkmış olması, her anlayıştan MüslüPeygamber (as) bu çerçevede bize şöyle buyumanın kabulüne mazhar olarak meşruiyet maskerur: “Sizden herkim bir kötülük gördüğünde onu si takmış olmasıdır. eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle Davetin Gerekliliği / Farziyeti: değiştirsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle İnsanlığın Hz. Âdem (as)’dan bu yana hemen (buğz etsin) ki bu imanın en zayıf halidir.”7 Diğer bir hadisinde de Efendimiz (as) bu üç haher dönem ihtiyaç duyduğu -kendileri bunun farlin dışında bulunan kişide zerre miktarı iman olkında olsalar da olmasalar da- kurtuluş vesilemadığını ifade eder.8 sidir davet. Şeytanın Âdem (as)’a / insana düşmanlığıyla başlaya azgınlaştırıcı ve saptırıcı süreç insanlığın her bir davetçiye / kurtarıcıya ihtiyaç D İ P N O T: 5 - İbn-i Mace, Fiten 20 duymasına sebep olmuştur. Bu durum dün de, 1 - 12 Yusuf, 108 6 - Rasulullahın İslam’a Dabugün de böyledir. Kendisini Âdem (as)’ın takip2 - 41 Fussilet, 33 vet Metodu A. Önkal s.149 çisi gören herkes, bu ihtiyaca kulak vermek zo3 - 3 Al-i İmran, 104 7 - Müslim, İman 20 4 - 5 Maide, 78-79 8 - Müslim İman 80 rundadır. Daha önce zikri geçen Yusuf suresi 108.

46 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: EREN AZAKLI < erenazakli@gmail.com

ARAŞTIR MA

SOSYAL MEDYANIN HAYATIMIZA ETKİLERİ

Tanım Sosyal medya, tek yönlü bilgi paylaşımından, çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına ulaşılmasını sağlayan medya sistemidir. Zaman ve mekân sınırlaması olmadan paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir iletişim şeklidir.

İstatistik Sosyal Medya denilince akla ilk gelen adres, 7 milyarlık dünya nüfusunda yaklaşık 1 milyar kullanıcıya sahip Facebook’tur. Türkiye, Facebook üye sayısı olarak dünyada 6. sırada yer almaktadır. Bugün Türkiye’de 35 milyon internet kullanıcısı var ve 31.2 milyon kullanıcı Facebook’u aktif olarak kullanıyor. Facebook, insanların düşüncelerini, hissettiklerini, çalışmalarını vs. çok kolaylıkla paylaşabildiği bir

platform haline geldi. Bu platform üzerinde ortalama 1 ay boyunca 405 dakika zaman harcanıyor.

Olumlu ve Olumsuz Etkileri Sosyal medyanın olumlu tarafları olabileceği gibi olumsuz tarafları da bulunmaktadır. Sosyal medyanın kullanımı kişiden kişiye değişiklik göstermektedir. Boş boş sayfalarda dolaşan insanlar görebileceğimiz gibi belirli bir amaç doğrultusunda sosyal medyayı kullanan insanlar da görebilmekteyiz. Çocuklar ve gençler vakitlerinin büyük bir bölümünü Facebook üzerinde geçiriyor. Genellikle de Facebook üzerinden oyunlar oynuyorlar. Bu konuda önlemler almamız gerekir. Çocuklarımıza bu konuda zaman sınırlaması yapmalı, onları farklı faaliyetlere yönlendirmeli ve bunları yaparken onlarla beraber vakit geçirmeliyiz.

Bahar 2014 I 47


MA ARAŞTIR Kullanım Alanlarıyla İlgili Örnekler Sosyal medyanın kullanımıyla ilgili diğer bir örnek ise Tunus devrimidir. Tunus’taki devrimin hızlı bir şekilde tamamlanmasında gençlerin Facebook ve Twitter üzerinden organize olmalarının etkisi büyüktür. Diğer bir örnek Mısır’da Hüsnü Mübarek’in devrilmesinde önemli rol oynayan gençlerdir. Mısırlı gençler Hüsnü Mübarek’in devrilmesi için 18 gün süren isyan boyunca sosyal paylaşım ağlarını kullanmışlardır. Mısır darbesi sonrası, darbe karşıtı Müslümanların sosyal medya üzerinden organize olup Adeviyye Meydanı’nda gösterdikleri direnişi, direniş karşısında darbecilerin yaptıkları katliamı medyada çok gündeme gelmemesine rağmen sosyal medya üzerinden tüm gerçekleriyle öğrenmiş olduk. Mısır olayları sonrası Facebook üzerinde Müslümanlar tepkilerini Rabia işaretiyle gösterirken farklı görüşteki insanlar da insanlığa sığmayan benzer sembollerle, dalga geçmeyi kendilerine görev bildiler. Yüzlerimize karşı gülümseyen insanlar, sosyal medya üzerinden yaptığımız paylaşımları alaycı bir tavırla karşıladılar. Bu olaylar Facebook – Twitter gibi sosyal paylaşım platformlarında insanların kimliklerini daha iyi bir şekilde ayırt edebilmemizi sağladı. Diğer bir örnek olarak Suriye’de yaşanan savaşı verebiliriz. Müslümanlar 3 yılı aşkın süredir kısıtlı imkânlarına rağmen destansı bir direniş sergiliyorlar. Türkiye’deki Müslümanlar, Suriye’ye yardım amaçlı çeşitli yardım kampanyaları düzenliyor, sosyal medya üzerinden de tanıtıyorlar. Bunun sonucunda yardım kampanyası, sosyal paylaşım platformları aracılığıyla daha geniş bir kitleye yayılmış oluyor. Suriye ile ilgili diğer bir konu ise yaşanan olayların sosyal medya üzerinden çok farklı şekillerde yorumlanmasıdır. Son zamanlarda klavye mücahidliği denilen bir kavram ortaya çıktı. Suriye’ye savaş sonrası hiç gitmeyen, olayların gerçek yüzünü diğer Müslümanlardan dinlememiş kişilerin, sosyal medya üzerinden tartışma çıkardıklarını, bilmeden, araş-

48 I Müslüman Genç Davetçi

tırmadan olaylar karşısında yanlış yorumlarda bulunduklarını görmekteyiz. Klavye -bilgisayarkarşısında hiç düşünmeden edilen lafların, yüz yüze gelindiğinde klavye karşısındaki kadar kolay söylenemediğini müşahede etmekteyiz.

AKP-Hizmet Hareketi Çatışması Sosyal paylaşım platformlarının kullanım alanıyla ilgili AKP – Hizmet Hareketi çatışması örneğini verebiliriz. 17 Aralık operasyonuyla beraber dinleme skandalları gündemde bomba etkisi oluşturdu. Bir süredir devam eden AKP – Hizmet Hareketi arasındaki sorunlar tamamen çatışmaya dönüştü. Dünya üzerindeki Müslümanların katledilmesine ses çıkarmayan hizmet hareketi, kendi menfaatine aykırı bir durum söz konusu olduğunda, sosyal paylaşım ağlarını çok etkin bir şekilde kullanmaya başladı. Gerek gerçek hesaplardan, gerekse de sahte hesaplardan twitter üzerinden karalama kampanyaları başlatıldı. Youtube üzerinden, dinleme yapılan ses kayıtları yayınlanmaya başlandı. Seçimler sonucunda bu çatışmanın AKP lehine sonuçlandığını söyleyebiliriz. Eskiden oy kullanmayan Müslümanlar, sırf bu çatışma yüzünden AKP’yi desteklediler. Eskiden oy verilir mi verilmez mi tartışmaları yaşanırken, sosyal medya üzerinden oy vermeyenlere neden oy vermediklerinin hesabı sorulur oldu.

Sonuç Müslümanların sosyal paylaşım platformlarını kullanmalarında üzerlerine düşen görev, davet ve tebliğ çalışmalarını sosyal medya üzerinden daha yaygın hale getirmeye çalışmalarıdır. Sosyal medyayı bu amaç doğrultusunda daha etkin bir şekilde kullanmamız gerekmektedir. Ankebut Suresi 64. ayette Rabbimiz: “Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve ‘(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır’. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur. Bir bilselerdi.” buyuruyor. Sonuç olarak sosyal medya ortamını oyun ve eğlence aracı olarak değil, ahiret yurduna gidiş için vesile olarak kullanmamız gerekir.


Hazırlayan: EREN AZAKLI < erenazakli@gmail.com

PANORA MA

Mısır’da İdam Kararı 3 Temmuz 2013’te cunta ordusu tarafından gerçekleştirilen askeri darbe sonucu gözaltına alınan İhvan üyelerine 24 Mart’ta idam kararı verildi. 529 kişi her geçen gün biraz daha ölüme yaklaşırken kendisini İslâm’a nispet eden ülke-

lerin ortaya caydırıcı bir irade koyamaması, İslâm Birliği’nin eksikliğini bir kez daha ortaya koydu. Duruşmada verilen idam cezasının ön karar olma özelliğini taşıdığı ve temyiz yolunun da açık olduğu ifade edilirken, 20 dakika süren duruşmada, daki-

kada 26 idam kararının verildiği kaydedildi. Kararla ilgili son hükmün 28 Nisan’da okunacağı belirtildi. Mısır kanunlarına göre kararın müftüye sevk edilmesi, istişare amacı taşımasına karşın hâkim, müftü reddetse dahi idam kararını uygulayabilir.

Muhammed Kutub Vefat Etti Mısırlı İslam alimi, İhvan-ı Müslimin'in idam edilen liderlerinden Seyyid Kutub'un kardeşi Muhammed Kutub, Mekke'de tedavi gördüğü hastanede vefat etti. İslam aleminin tanınmış düşünürleri arasında ismi geçen Muhamed Kutub islam düşüncesi ve sanatıyla ilgili eserleriyle tanınıyor. Bazı kitapları Türkçeye de çevrilen Kutub, 1919 yılında Mısır'da doğdu. Ağabeyi Seyyid Kutub ile birlikte hükümeti devirmek istediği ve Mısır'ın politik ve kültürel liderlerine

yönelik suikast tertipçiliğinde bulunduğu iddiası ile tutuklandı. Ağabeyi idam edilirken o hapis cezasına çarptırıldı. 1966'dan 1972'ye kadar cezaevinde yattı. Ardından diğer Müslüman Kardeşler üyeleri ile birlikte Suudi Arabistan'a iltica etti. Çağdaş Dünyaya İslami Bakış, Çağdaş Fikir Akımları, Çağdaş Konumumuz, İnsan Psikolojisi Üzerine Etüdler, Hanım Sahabiler, Biz Müslüman mıyız?, Alemlere Rahmet Hz. Muhammed kitapları Türkçe'ye tercüme edilmişti.

Bahar 2014 I 49


MA PANORA

2014 Yerel Seçim Sonuçları Seçim sonuçlarına göre Ak Gezi'den itibaren Başbakan'a haParti %43,3 , CHP %25,6 , MHP karet etmeye başladılar. %17,7 oy aldı. Baş2- Üslubumuzu bakan Erdoğan, Ankaybettik. Namus kara AK Parti Genel bildiğimiz üslubuMerkezi'nde seçim muz. Biz bunu bısonrası balkon koraktık hükümetle nuşmasını yaptı. Cesavaşa girdik, diyamaate resmen savaş loğu bıraktık çatışilan etti. Seçimlerden macı dil kullandık. bir kaç gün önce in3- Siyasallaştık. ternete düşen Suriye CHP için kapı kapı kasetini hatırlatan dolaşıp oy istedik. Hüseyin Gülerce Erdoğan, "Kaçanlar 4- Hizmet hep kaçtı... Yarından sonra herkes çoğunlukla hareket etti. Hep bunun hesabını verecek" dedi. öyle yoluna devam etti. İlk Seçim Sonu Hüseyin defa çoğunluğun karşısına çıktı Gülerce'den: Cemaat 4 Önemli ve kaybetti. Orjinalini kaybetti, Yanlış Yaptı yara aldı. Gülerce'nin 4 yanlış dediği Gülerce, Cemaat-İktidar kavunsurlar şöyle; gasında, inananların kullanıldığı 1- Hizmet baştan beri yan- görüşünü de savundu. Hizmet'e lış yaptı. Türkiye Cumhuri- gönül vermiş insanların bu hisse yeti Başbakanı'na savaş açtı. kapıldığını belirtti.

50 I Müslüman Genç Davetçi

IŞİD’İN KATLİAMLARI Ebu Halid Es-Suri Şehid Edildi

Aralarında Ahraruş Şam Halep emiri Halid Es Suri’nin de içerisinde bulunduğu toplam 15 kişi şehid edildi. Irak Şam İslam Devleti mensubu 3 kişinin, Halep merkezde bulunan Ahraruş Şam karargâhına gelerek, Ahraruş Şam saflarında çalışmak istediklerini beyan ederek saldırıya zemin hazırladığı, sonrasında 2 IŞİD suikastçısının üzerindeki bombayı patlattığı ve bir diğerinin de ölü olarak ele geçirildiği bildirildi. İŞID’ten İdlib ve Deyr Ez Zor’da Nusret Cephesi Komutanlarına Suikast

İdlib ve Deyr ez Zor bölgelerine silahlı kişiler tarafından düzenlenen baskın ve bombalı saldırıda 2 Nusret Cephesi komutanı şehid edildi. 6 silahlı kişinin İdlib’e bağlı Harem barışa köyünde pusu atarak başlattığı saldırıda aralarında Nusret Cephesi İdlib emiri Ebu Muhammed el-Ensari, kardeşi Ebu Ratib el-Ensari ve ailesinin de bulunduğu toplam 4 kişinin hayatını kaybettiği açıklandı. Çıkan çatışmada silahlı saldırganlardan 2 sinin öldürüldüğü ve 4 kişinin sağ yakalandığı bildirildi. Öte yandan Nusret Cephesi askeri emiri Ebu Ayşe ise Markadah’ta düzenlenen saldırı sonucu şehid edildiği açıklandı.


26

yıl

güçlüyüz, TÜRKİYE’de Üretiyoruz!..

AYSAN ELEKTRİK Arap Cami Mah.Perşembe Pazarı No: 2 D:1 Karaköy-Beyoğlu-İSTANBUL Tel: 0212 254 96 34

A DESIGN AWARD

W I N N ER 2 012

Sektöründe ilk!.. Avrupa’dan tasarım Ödüllü.


Sabahın meltemlerini bozarcasına ansızın doğdu her şey, derin bir sessizliğin her yanı bürümesi ile, Sonra çığlıklar, haykırışlar duyuldu. Telâşeler birbiri ardına, Ansızın yaşardı gözler, umutlar yüreklerinden vuruldu. Çok geçmeden çaldı kapılar; kimdi bu sabahın meltemini yırtan pervasızlar?

529 İDAM

529 İDAM

İSİMLER KİMLİKLERE HAPSOLMAKTAN KURTULDU;

Galebe çalan sesler kapı arkasında, sanki kesilmiş umutlar, arzular, özgürlükler kanlı baltalar ile. Umutlar kanlı ellerden uzatıldı hür yüreklere, Onurlu direniş galip geldi korkulara, isimler kimliklere hapsolmaktan kurtuldu, kazındı kollara ve umutlara, Demir parmaklıklar ziynete dönüştü genç kızların çeyizlerinde, diplomalar cennet mührü yedi, Esmalar özgürlüğe tebessümlerini armağan etti. Onurlu insanların davasını, onurlu şahsiyetler omuzlandı, Dik duruşun, zulme doğrulmuş kıyamı oldu Rabia tul adeviyye Ve bir kez daha Şahadet/Şahitlik; Rotası rahmana ait bir yaşamın, mücevher vari takısı oldu. Cavit ÇİÇEKLİ



SONU ÖLÜM OLA HER ŞEYİN... Bir akşam vakti mürekkep tuttu satırlar, Bugünde akşam oldu, bugünde nihayete erdi. Bugünde güneş ayrıldı aramızdan, Aldırmaz gözleri havale ederek geceye, Kim bilir belki de şikayet ederek rabbe Bugün de akşam oldu, Gündüz ayeti geceye bırakarak nöbeti, Ve sanki içinde saklayarak; Bin bir ahı, çığlığı ve serzenişi… Biliyorum, bugünde kanlar aktı coğrafyamdan, Etimden, canımdan… Kim bilir ben hangi anı kovalarken, Kardeşlerim dua bekledi benden… Bugün de bitti, hiç akşamı beklemezken, Ve sabah olacak, akşam geldi derken.. Her gün her gece birilerinin sonu olurken, Beni de bulur o malum hakikat; Ben onu beklerken… Bahar ŞENSOY


değini Kahhar ve Muntakim olan Allah’ın Adıyla Yeni bir sayıyla merhaba derken hüznümüzün yoğun olduğunu ancak Rabbimize olan umudumuzun sarsılmazlığının ise hiç tartışılmaksızın bizi diri tuttuğunu belirtmeliyiz. Zahiren kayıplarımız var kabul; ancak Ölüyoruz demek ki yaşanılacak şiarıyla umudumuzu, mücadelemizi ve saflarımızı daha sıkı ve direngen kılmanın hem şifahi hem de fiili duası içerisindeyiz. Hecin yüzlüler hem projeleriyle hem silahlarıyla coğrafyamızda kol gezmeye devam ediyor. Misyonu bitmiş projelerini devre dışı bırakma bahanesiyle insanın insana tapındığı düzenlerine teslim olmayanlara tuzaklar kurup bedel ödetmeye devam ediyorlar. ABD ve müttefiklerinin Irak ve Suriye’ye gerçekleştirdikleri saldırılar Ümmetin kalbini vurdu. Yerel diktatörlerden kurtulma adına emperyalistlere sığınanlar için yine hayal kırıklığı oldu. Müdehaneci tutum umduğunu bulamadı. Batılı saldırganlar, beklendiği gibi diktatörleri vurmak yerine direnişçileri vurdular. Ahraruş Şam üst düzey kadrolarının muammalı bir şekilde devre dışı bırakılmasının ardından emperyalist blok, kendine secde eden bir Suriye kurabilmek için tüm şerh koyanları ve itiraz edenleri yok etme adına Nusra Cephesi, Ahraruş Şam ve diğer tevhidi direniş unsurlarını da bitirme girişimine başladı. Ümmet coğrafyasındaki yangın ülke içerisindeki reel politikayı belirlemeye başladı. İŞİD - PYD/PKK çatışmaları çözüm sürecini riske sokar bir hal aldı. Kürt Ulusalcılar, adeta T.C.’nin kendilerine yardım etmesini sürecin olmazsa olmaz şartı olarak öne sürmektedir. Hükümet, ABD’nin oluşturduğu baskıdan dolayı ve çözüm sürecinin devamı için emperyalist bloğun içerisinde yer alma kararı aldı. ABD’nin Suriye’de vurduğu unsurların Türkiye ile hiçbir sıkıntısının olmaması hatta Türkiye ile istişare süreçlerinin var olması manidardır. Bu saldırının Suriyeli İslamcılara gözdağı vermenin ötesinde T.C .’ye karşı yapıldığı izlenimi vermektedir. ABD, hükümete Suriye’de bana rağmen ve benim seçtiklerimin dışında kimseyle bir politika yürütemezsin mesajı vermektedir. İşbirlikçilik ne adına olursa olsun ahlaki bir zaaftır. Ulusal ve bölgesel çıkarlar için emperyalist saldırının ateşinden korunma çabaları, seyirci kalmaya, müdahaneye, işbirliğine götürmemelidir. Çünkü Rabbimizin yakıcı ateşi hiçbir beşeri gücün ateşiyle karşılaştırılamayacak kadar daha yakıcı, daha çetindir. Müslüman halkların hamiliğine soyunan ülke yöneticilerinin bu gerçeği her hesaba otururken akıllarından çıkarmamaları gerekir ki bunu göz ardı etmeleri onların ahiretlerini mahvetmeleri için yeter de artar bile. Türkiye İslamcıları epey zamandır ümmet hassasiyetlerini hükümete havale etmiş durumdadır. Bu tahvil, sorumluluktan kaçınma, riske girmeme için ise ümmet coğrafyasının kan gölüne döndüğü bugünlerde riske girilmeyip de ne zaman girilecektir? Yok, savrulma, çözülmeden kaynaklı ise bu durum, yapıların Hira sürecine ihtiyaç duyduğunu gösterir. Bu süreç, ötelenemeyecek ve zamana bırakılamayacak kadar acil bir ihtiyaçtır. Muhasebe, belli alan ve zamanlara hapsedilmemelidir. Her bir namaz vakti, bir önceki namaz vaktine kadarki zamanın hesap verme sürecidir aynı zamanda. Her bir karşılaşılan vakıa da bu misyonda görülmelidir. Çıkartılan dersler ve ödevler bir sonraki vakıanın hazırlığı mesabesindedir. Allah’ın günleri insanlar arasında sürekli döndürmesi, mutlak galibiyetler ve mutlak yenilgilerin olmadığına işaret eder. Biz Müslümanlar da mevzi kazanımlarımıza ve kısmi kayıplarımıza bu çerçeveden bakmalıyız. Yenilgi yenilgi büyüyen zaferlerin varlığına imanımız Rabbimizin bize vaad ettiği Rıza-yı İlahi ve sonucunda genişliği yerler ve gökler kadar olan Cennet için vereceğimiz mücadele azmimizi daha kavi kılacak ve yeryüzüne daha emin ve sağlam basacağız. Dünya ile olan bağlarımızdan boşalacak ve ahiret eksenli tefekkür, tezkiye ve ameli süreçlerimizi çoğaltacağız inşaalah! Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et. (Âmin) Selam ve dua ile! Müslüman Genç Davetçi

YIL: 2 \ 2014 SAYI: 5 FİYATı: 5 ¨ YAYIN TÜRÜ: Üç Aylık, Yerel Süreli İmtiyaz Sahibi Muharrem ALTAY Sorumlu Yazı işleri Müdürü Muharrem ALTAY Haber Müdürü Eren AZAKLI YAYIN KURULU Ahmet YILDIZ, Asım DUNDAR, Fırat TOPRAK, Halil COŞGUN, Mehmet COŞGUN, Hamit ÖZTOPRAK Görsel Yönetmen Hüseyin KIZILAY

kizilayhuseyin@gmail.com

Katkıda Bulunanlar Ahmet KÖSE, Arif CAN, Cavit ÇİÇEKLİ Hüseyin E. UÇAR, Serhat YAŞAR, Abdurrahman TAŞBİLEK iletişim Adresi Harmantepe Mahallesi, Çevre Sokak, No: 2 Daire: 4 Kağıthane-İST G: 0 530 300 72 13 (Muharrem Altay) w: www.gencdavetci.com m: muslumangencdavetci@gmail.com DERGİ TEMSİLCİLİKLERİ Bingöl - Erhan Ozan - 0545 411 09 70 Çanakkale - Serhat Yaşar - 0507 148 07 39 Kırklareli - Kübra Uygur - 0545 628 01 96 Sakarya - H. Emre Uçar - 0553 299 26 63 Trabzon - Arif Can - 0542 641 65 79 Basım Yeri Özener Matbaacılık Ltd.Şti. Davutpaşa Cad. Kale İş Merkezi No: 201-204 Topkapı/İstanbul T: 0212 481 97 58 - F: 0212 482 95 46 hesap no: Muharrem ALTAY, ALBARAKA, LEVENT, SANAYİ ŞUBESİ 464818 NOLU HESAP POSTA ÇEKİ: 10766094


GÜNDEM

Yazı: AHMET YILDIZ < ebudevrim@gmail.com

İ? İM Ç E S E N , İN R E L İM K ; İM Ç E S Beklentiler Çok; Hedefler, Mevcudu Aşabilecek mi?

Yeni Türkiye söyleminin etki ve gölgesinde ilk kez halkın oylarıyla bir Cumhurbaşkanı seçildi. Bu seçimler, mevcut iktidar tarafından köhnemiş ‘Eski Türkiye’’den kopuş ve ‘Yeni Türkiye’’ye sıçrama vesilesi olarak lanse edildi. Eski Türkiye’de çeteler, yozlaşmışlık, rüşvet vardı; yenisinde bunlar olmayacaktı. Bu vaad, halk yığınlarını ne kadar heyecanlandırdı bilinmez ama İslamcıları zafer şarkıları söylemeye kadar götürdü. Bu hayretle izlediğimiz durum acaba Recep Tayyip Erdoğan’ın balkon konuşmasında mı var, Anıtkabir özel defterine yazdıklarında mı? Bunu acizliğimizin göstergesi olsa gerek yakalayamadık. Aksine süreçte yapılan konuşmalarda İslam tarihine referansla Atatürk’ün Cumhuriyeti vurgusu dikkatlerden kaçmadı. İslamcıların sistemden kopma beklentisinin aksine Cumhuriyet’in As-ı Saadet’inin Atatürk sonrasında bittiği ve fetret döneminin yeni Türkiye ile aşılacağı imaları aleni olarak görüldü. İslami gelişmeler beklentisi beyhudeyken insani iyileşmeler Müslümanların faaliyetlerini kolaylaştırı-

4 I Müslüman Genç Davetçi

cı etki edecektir. Bağımlılık yaşının ilkokul seviyelerine indiği, ahlaki yozlaşmanın siyasileri bile rahatsız ettiği bir düzlem can yakıcılığını yaşamaktayız. Dindar gençlik yetiştirilmesini bir ideal olarak ortaya koyan iktidarın gençliğin önündeki engelleri kaldırması gerekmektedir. Zinanın suç olmadığı, hatta iktidara yakın medya kanallarında bile müstehcen sahnelerin fütursuzca gösterilmesi bu engellerin başında gelmektedir. Gençliğin boşluğunu uyuşturucuda, insanımızın geleceğini şans oyunlarında aradığı bir ülkede hele ki bu kumar mekanizmasının devlet eliyle yürütüldüğünü de düşünürsek- devlet komar sektörünü tamamen ortadan kaldırmak yerine özel sektöre devredeceğini ilan etti. Bu açıklama bile İslamcıların alkışlarını almak için yeterli oldu, hayret!- Dindar gençlik söylemi söylem sahipleri ne kadar samimi olursa olsun retorikten öte geçemez. ‘liberal ahlak’ itibar görmektedir yani herkesin ne yaptığı kendisini ilgilendirir yaklaşımının pompalandığı bir hava oluşturulmaktadır. Başörtülü kız kadar taytlı, mini etekli kızın da itibar görmesi gerektiği söylemeleri malu-


GÜNDEM munuzdur ki Dindar gençliğe çıkmaz. Faiz lobileri olarak tanımlanan bankaların yine bu tanımlamayı yapanlarca ekonomik sistemin lokomotifi haline getirildiği bir ortamda çözüm merciinde olan aynı zevatça faiz lobilerinin şikâyet konusu olarak gündeme getirilmesi ne kadar geçerli ve gerçekçidir? Krediler ve kredi kartlarıyla palyatif tedbirlerle yetinen, halkı faiz lobilerinden kurtarmak yerine hatta onların ağına iten bir ekonomi yönetimi, ben merkezli düşünmeyen, sosyal duyarlılığı üst seviyede olan bir insan tipine bizi nasıl ulaştırabilir? Hakkında kalkışma olarak hukuki sürecin başlatılmanın arifesinde olduğumuz Gezi parkı süreci 12 yıllık eğitim ve sosyal politikalar sonucu yetiştirilmiş gençlik ile yine bu süreçte iktisadi politikalar ile büyütülen faiz lobilerinin buluşmasından ibaretti. Aslında iktidar, 12 yılının hasadını toplamış oldu Gezi parkı süreciyle.

İslamcılar İçin Son Çıkış İslamcıların mevzii iyileşmeler karşısında Hududullah’ın hakim olduğu bir yapının oluştuğu havasına erken girmelerinin uzun süren düşük yoğunluklu baskının ardından hiçbir zaman elde edilemeyeceği düşünülen görece özgürlükleri yaşamanın verdiği şaşkınlıkla karışık heyecanla izah edebiliriz herhalde. İktidara yapışık olan İslamcıların görülen bu ışığın fecr-i kazib olduğunu, en azından habercisi olsa bile aydınlığın kendisi olmadığını anlayabilmeleri için zamana ihtiyaçları var. İslami cemaatlerin AK Parti’nin Gülen grubuyla girdiği stratejik ortaklığa öykünmeleri, ortaklığın sona ermesiyle Gülen grubunun yerini alma yarışına dönüştü. Hatta Gülen grubunun ittifaktaki konumundan daha alt bir konuma bile razı olundu. Ortaklıktan ziyade durumdan vazife çıkaran bir tutum ile tebaa olmaya talip olundu. Bu ilişki biçiminin gerekçesi AKP’nin Gülen grubuyla girdiği ortaklıktan dilinin yanması mıdır, Tevhidi çevrelerin nüfus ve nüfuzunun Gülen grubuyla karşılaştırılmayacak kadar küçük olmasından mıdır, Tevhidi çevrelerin önder kadrolarının mensuplarını yönlendirebilecek iradeden yoksun olmaları mıdır bunun cevabı düşünülmeye değerdir. Gerekçesi hangisi olursa olsun cemaatlerin AKP ile ilişki biçimi ortak ilişkisinden ziyade siyaset - taban ilişkisidir. Cemaat fertleri için aralarında velayet bağı olduk-

ları önderlerini mi daha belirleyici görmektedirler yoksa siyasi liderleri mi? Bu sorunun cevabını cemaat önderlerinden yana olumlamak bugün itibariyle pek mümkün gözükmemektedir. Mensuplarını hem kalben hem pratikleriyle siyasete kaptırmış, İslam devleti hedefini geride bırakmış yapıların tağuti sistem, istikbar kavramlarını lügatinden çıkarması tabii bir sonuçtur. İslami Hareketin meydanlarda atılan slogana indirgendiği, İslami Hareketin değişim modelinin tartışılmadığı, meselelere bakışının bile gündem dahi edilmediği, reel politikanın gündemlerimizin tamamına sirayet ettiği, Ümmet hassasiyetlerinin iktidara havale edildiği ataleti yaşamaktayız. Yapılar, iktidarın kendileri için belirlediği STK konumunu nasıl aşacaklar -varsa böyle bir dertleri- İslami hareket duruşunu nasıl kazanacaklardır. Umutsuz değiliz ancak siyasetin gölgesinde ve siyasetle bir o kadar iç içe bir durumda bu çok da kolay olmayacaktır. Yapılar bir yol ayrımındadırlar ya STK ya da İslami Hareket tercihleri onları ya siyasetin vesayetinden kurtaracak ve düze çıkaracak ya dahil oldukları bünyede kendilerine biçilen role razı olup entegrasyon sürecini tamamlayacaklardır. Elbette bizim arzumuz kurulma gerekçelerine dönmeleri ve dünyamızın konforunu bozsalar da ahiretimizi kazanmamızın birer aracı olmalarıdır.

Sonbahar 2014 I 5


ANALİZ M E D N Ü G

Yazı: FIRAT TOPRAK < ftoprak65@hotmail.com

k a r I a d ’ n a Kürdist

i r e l m izdüşü

Küreselleşen dünyada, diğer bir deyişle ulaşım ve iletişimin alabildiğine kolaylaştığı asrımızda gelişmeler lokal düzeyde seyretmemekte, tesir sahası alabildiğine genişlemektedir. Irak ve Suriye üzerinden şekillenen orta doğudaki gelişmeler ise neredeyse bütün bir dünyayı etkileyen bir mahiyette gelişmektedir. Irak coğrafyanın yakınlaştığı sınırların silikleştiği iç içe geçmiş hadiselerin cereyan ettiği bir zamana erdik hâsılı. Açıklıkla ifade edilmelidir ki IŞİD ile somutlaşan

6 I Müslüman Genç Davetçi

tekfirci şiddetin Rojava, Irak ve Türkiye Kürdistan’ındaki tezahürü ve sonuçları politik yorumların ötesinde Kürtlerin İslam ile aralarına mesafe koymasına, sekülerleşmesine ve akıl tutulmasına yol açmaktan başka bir şey değildir. Hatta sürecin ulusalcılar tarafından gökte ararken yerde buldukları bir toplum mühendisliğine dönüştürülerek İslam’ın hayat bahşeden mesajının gölgelenmeye dönüştürüldüğü de not edilmelidir. Gerçekten de yaşananlar yerli oryantalizmin yeni ve yerli bir İslamofobi çalışmasıdır


GÜNDEM ANALİZ dersek abartı olmaz. Kürt ulusal bilincinin inşası-ki ulusalcılığın temel hedeflerindendir- ve Ulusal dayanışmanın temini için gereken düşman ve öteki bağlamında eşsiz bir fırsat yakalanmış gibidir. Tıpkı Türk ulusalcılığında müşahede ettiğimiz gibi dört bir yanı düşmanla çevrili bir halk olduğu paranoyası ile kürdün kürtten başka dostu olmadığı tezi zaman zaman öne çıkan aşiret kimliğini baskılamak ve ulusal kimliği esas kılmak amaçlı işlevsel olarak işlenmektedir. PKK ve KDP arasındaki hatırı sayılır rekabetin IŞİD dış tehdidine karşı ötelenerek tarafların aynı mevziüzerinden yapılan bugün IŞİD üzerinden icra edilde konumlanmaları önem taşımaktadır. Yine Kürt mektedir. Ulusal kibrin yol açtığı azgınlığın dozu ise ulusalcıları için temel hedeflerden biri olan ve hizipgiderek artmaktadır. Kısa bir süre önce Van’dan sel çıkar çatışması/delege sayısındaki anlaşmazlık Ahlat’a giden yolcu otobüsünün durdurularak içinsebebiyle bir türlü toplanamayan Kürt ulusal kongdeki selefi eğilimli bir Müslüman gencin kaçırılarak resinin gerçekleşmesi için iyi bir vasatın oluştuğu göbir hafta işkence edilmesi önemli bir zulüm örneği rülmektedir. Bununla beraber Mahmur’da, Şengal’de olarak yakın gelecek tahminlerine veri teşonlar kaçtı biz savaştık söylemi ise Amerikan kil etmiştir. Hakkâri Şemdinli’deki kabombardımanından grup merkezli bir çırma ve saldırılar ise neredeyse kahramanlık propagandası üretme Sol gelenekten sıradanlaşmıştır. Yine Hüdapar çabasından öteye gitmemektedir. gelen Kürt ulusalcılarının Diyarbakır Dicle ilçe başkanı Sol gelenekten gelen Kürt etkin kısmının din düşmanErcan Alpaslan’dan sonra İlkulusalcılarının etkin kısmının lığı hiç olmazsa din dışılıha muhabiri Ali Adıyaman’ın din düşmanlığı hiç olmazsa ğı göz önüne alındığında kaçırılması olayı bir yandan din dışılığı göz önüne alındı“Mesele IŞİD değil hala Kürt ulusalcılarının farklı siğında “Mesele IŞİD değil hala anlamadın mı?” yaklaşımı yasetler ve düşünceler ile anlamadın mı?” yaklaşımı da da mühim bir başka haber alma özgürlüğüne bakımühim bir başka boyut olarak şını yansıttığı gibi diğer yandan vurgulanmalıdır. Meseleye “Orboyut olarak ise 90’ların altyapısının hazırlığı taçağ gericiliği ve zulmü” “inanç, vurgulanmalıdır. olarak okunabilir. Defalarca 90’lara cinsiyet ve kadın kırımı” perspektidönüşün siyasi intihar anlamına gelecefinden yaklaşan etkin ulusalcıların İslam ğine dair uyarılara rağmen PKK’nin gerilim podüşüncesi ve Müslümanlarla olan mesafesi Delitikasını devam ettirmesi muhatabın siyasi olgunluk mokratik İslam açılımıyla bile kapanmayacak gibidir. ve basiretini ortaya koymaktadır. İstanbul BaşakşeUlusalcı literatüre aşina olanlar bilir ki inanç derken hir’deki saldırı ise YDG-H azgınlığının metropolleri de pagan din ve kültürleri, cinsiyet derken LGBTİ gibi etkilediğini/etkileyeceğini göstermektedir. Şırnak’ta sapkın eğilimleri ve kadın derken ideolojik yüceltilkaçırılan köylüler ise en yeni hadise ama en son olmişliğin gölgelediği anneliğinden boşanmış; aile, namayacağı kanaati hakim. mus vb. değerlere uzak ucubeleri kastetmektedirler. Adam kaçırmalar, yakıp yıkmalar, haraç kesmeHarici şiddet ile yerli oryantalistler ve ulusalcılar ler, türlü baskı ve sindirmelerin yol açacağı güvenlik tarafından zımni/adı konulmamış bir İslam karşıtı kaybının ve şiddet dengesi(zliği)nin sorumluluğu hiçkampanya ile mevcut kutuplaşmanın tırmandırılbir hukuk ile kayıtlı olmayan ve insafın esamisi okunması, her sakallı gencin kategorizasyonu/ nefret mayan PKK ile beraber çözüm süreci bahanesiyle objesi kılınması, her türlü cemaatin ötekileştirilmetüm bu olup bitenlere göz yumarak ulusalcılara alasi sağlanmaktadır. Dün Hizbullah, Hizmet hareketi

Sonbahar 2014 I 7


ANALİZ M E D N Ü G bildiğine alan açan Ak Parti iktidarının üzerindedir Türk duygudaşlarını taklidi keler deliğine girinceelbette. Teşbihte hata olmaz fehvasınca ve kaba ye kadar devam edecek gibi görünüyor. bir ifadeyle Kürt-Türk çatışmasını nihayete erdiYaşanan mazlumiyet üzerinden bir Ezidi prorirken yeni ve en az o kadar çetin geçeceği öngöpagandası yapılması ise ayrıca üzerinde durulrülen Laik-Dindar Kürt çatışmasına zemin hazırlaması gereken bir husustur. Anlaşılan Kürt sosmak nasıl bir projedir anlayan beri gelsin. yolojisinin kahir ekseriyeti olan Müslüman Bütün bunlar ise Kürt sosyolojisinin topluluklara karşın Ezidi Kürtlerin geleceğinde Müslümanlar adına ve Süryaniler gibi gayrı Müslim Yaşanan endişe taşıma anlamına gelazınlıkların ulusalcılar nezgelişmeler bölge mektedir. Davet sürecinin dinde ayrıcalıklı bir yeri Müslümanlarında Ak Parti tıkandığını söylemek için var. Tüm ulusalcılıklar gibi çözüm süreci adına bölgeyi erken olabilir ama ciddi Kürt ulusalcılığının da İsörgüte teslim etti algısını güçlenbir daralmanın olduğu lam ümmet düşüncesini dirmektedir. Denebilir ki bölge izahtan varestedir. Yaitibarsızlaştırmak vb. Müslümanları hiç olmadığı kadar rınlarda ibadet hürriyegerekçelerle Ezdilik, Zerbir psikolojik baskı ve taciz altıntine yönelik tahditlerin/ düştilik vb. pagan/putdalar ve ciddi bir kutuplaşma sınırlamaların geleceğini perest dinleri antik Kürt içerisinde varoluş mücadelesi öngörmek ise Çarşambainançları olarak pazarlaPerşembe darbı meselidir. ması manidardır. vermekteler. Kötü senaryo kanlı bir çatışma Bir başka hakikat ise Suriye sürecini öngörmektedir. ve Irak’ta katledilen milyonlara ses Yaşanan gelişmeler bölge Müslümançıkarmayan kesimlerin Ezidi katliamına larında Ak Parti çözüm süreci adına bölgeyi örgügösterdikleri hassasiyetin çifte standardıdır. Tabi te teslim etti algısını güçlendirmektedir. Denebiki tersinden bir çifte standart ise Ezdi vb. diğer lir ki bölge Müslümanları hiç olmadığı kadar bir etnik, dini ve mezhebi azınlıkların maruz kaldığı psikolojik baskı ve taciz altındalar ve ciddi bir kuzulümlere cihad, Sünnilik adına kayıtsız kalınmatuplaşma içerisinde varoluş mücadelesi vermeksıdır. “Kim olursa olsun mazlumdan yana, kim teler. Mesela Van’dan batıya doğru gerçekleşen olursa olsun zalime karşı “düsturumuzu amalabeyin ve sermaye göçü sıkıntının boyutu hakkında ra, fakatlara kurban etmeyecek diri bir farkınfikir verebilir. Kürt ulusalcıların “Ya sev ya terk dalık ve şahitlik hayatiyetini/olmazsa olmazlığını et” siyaseti tipik bir faşizm örneği olarak ne kadar hissettirmektedir. da tanıdık oysa. Gerçekten de Kürt ulusalcılarının Ahirimiz için iyilik ve hayır temenni ve duasıyla.

8 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: NECMEDDİN IRMAK < Davetçi

BİR ŞEHİT

Bİr Şehİde

ya da Surİye Cİhadına

e n İ t e y İ N u c r o B Vefa

Suriye’de cihadın ilk vakitleriydi. Halep’e doğru bir yardım dağıtımı için yaptığımız yolculukta tanımıştık. İsimleri henüz yeni duyuluyordu. Ne geçmişlerini biliyorduk ne de mevcut durumlarını. Bizi kendilerine bağlayan, yüzlerine yansıyan samimiyetleri ve bütün imkânsızlıklarına rağmen Allah’a olan tevekkülleri idi. Birinin adı Temmam, diğerinin Ebu Ömer’di. Ebu Abdullah ile de buluşacaktık. Türkiyeli Müslümanlar olarak Suriye’ye dair bilgimiz ve ilgimiz seksenlerin hemen başında gerçekleşen Hama katliamıyla başlar. Esasen bu, İslam coğrafyasına ve tarihine olan şuursuzluğumuzun

da bir göstergesidir. Suriye bizim için bundan dolayı bir zulüm ve katliamdan başka bir şey değildi. Doksanların sonunda Suriye’ye yaptığım ilk ziyaret, bunun için hep bir ürkeklik içinde geçti. Aynı zamanda ümmetle aramızdaki mesafeyi de gösteren / öğreten bir ziyaret oldu. Daha sonra gidiş gelişlerimiz çoğaldıkça Suriye’ye ve Suriye Müslümanlarına olan bilgim ve ilgim değişti. Artık Suriye benim nazarımda ümmet için bir imkan anlamına gelmişti. Dünyadan izole edilmiş bir Müslüman halk, zalim bir otorite karşısında kendi imtihanını veriyordu. On binlerce insan hapis ve işkenceden geçirilerek terbiye(!) edilmeye çalışılmış-

Sonbahar 2014 I 9


İT BİR ŞAH tı. Korkunun bütün hücrelerine kadar işlediği bir konuşmaları..... fert ve toplum ortaya çıkarılmıştı. Üç kişinin bile Temmam ve Ebu Yahya, daha bir sene önce evorganize olmaktan uzak durduğu, kendisini çarelenmişlerdi. Onları misafir ederken kendi kendimisizliğe(!) mahkum kılmış bir toplum. Gördüğüm ze: ‘Bu nasıl bir iş?’ diye sorup hem yoğun bir cihat manzara buydu. Perdenin arkasında olan biteni atmosferi ve hem de evlilik sürecini anlamakta ise Allah biliyordu. zorluk çekmiştik. Daha sonra Temmam’ın yüzünde Said Havva’nın (r.a) bilinçlenme sürecinde okugördüğüm olgunluğa evliliğin vesile olduğunu düduğumuz kitapları ve Allah kendisini affetsin Raşünmüştüm. Bu süreçte Ahrar’uş-Şam, Suriye’de mazan El-Buti’nin eserleri haricinde Suriye’ye dair güçlü bir konuma gelmiş, Suriye’nin geleceğine okuduğum en gerçekçi ve en dehşetli kitap, Suriye dair yapılacak hesaplarda dışarıda bırakılamayazindanlarını anlatan, yazarının İslamcılıkla hiç bir cak bir önem kazanmıştı. alakası olmayan ve kazara / Allah’ın hükmü gereği Suriye’nin kendi içinden çıkmış olması, itidal zindana düştüğü Salyangoz isimli kitaptı. üzere bulunması, İslami değerlere sıkı sıkıSubhanallah! Kitap, bu dünyadan ya bağlılığı, halkla olan ünsiyet ve sıbahsetmiyordu. Tam bir hayal cak ilişkisi, diğer Müslüman grupSuriye’de ürünü, bir orta dünya senarlarla paylaşımı, daha ortada cihadın ilk vakitleriydi. yosu gibiydi. Kitap bittiğinde duran diğer gruplarla SuriHalep’e doğru bir yardım kendime; ‘eğer bunlar gerye gerçekliliğinin getirdiği dağıtımı için yaptığımız yolçekse pek çok alime rağstratejik ilişkileri, emperculukta tanımıştık. men öndersiz Suriye halkıyalist güçlere karşı acık ve İsimleri henüz yeni nın bu durumu yani kendini reddedici tavırları, bütün duyuluyordu. Ne geçmişleçaresizliğe (!) mahkum sıkıntılarına rağmen Müskılışı son derece normal’ lüman gruplar arasında bir rini biliyorduk ne de demiştim. birlik -El-Cephe El-İslamimevcut Evet, eğer bunlar doğruyçabası v.s. Ahrar’uş-Şam’ın ve durumlarını. sa! onun öncü kadrosunun önemini Cihadın hemen başında yaptığımız ortaya koymuştu. Suriye seyahati bunu sağlama imkanını Yine bu süreçte Ebu Abdullah’ın bir lider vermişti. Halep’te cepheye yakın bir evde konakve bir komutandan daha çok bir derviş vasfı taşıladığımız o gece Ebu Ömer’e Suriye zindanlarını yan kişiliğini, tertemiz Suriye cihadını kirleten azgın, sormuş, yaşadıklarını dinlediğimde kendi kendiaşırılığa ve tekfire saplanmış, gırtlaklarına kadar me; ‘Subhanallah! Anlatılanlar gerçekmiş. Kitap, Müslüman kanına batmış, kendilerine İslam devleti bu dünyadan bahsediyormuş’ demiştim. gibi kirlettikleri yüce bir idealin ismini koymuş haraEbu Abdullah (Hasan Abbud) böyle bir zindan mi çetelerinin yapıp ettiklerinden daha ağır ve daha ortamından geçmiş, yüzüne yansıyan sükunet, muazzeb bir şey etkilememişti. Son görüşmeleritevekkül ve bu dünyadan olmama halini Allah mizde de Suriye’deki lokal muvaffakiyetlerin dışınona zindanda lütfetmişti. Ekibiyle orada tanışmış, da ana konumuz bu idi. imanlarının bedelini orada vermişlerdi. Şahadetinden bir gün önce onu ve kardeşi Ebu Sonraki görüşmelerimizde aramızdaki ilişki, Ömer’i yolcu ederken gündem yine buydu. Bir benim için özel bir muhabbet ve ülfet ilişkisine latife olarak sorduğum ‘’yarın İstanbul’a dönedönüştü. Durum gereği ailesi ile olan alakamız, bu cek misiniz?‘’ sorusuna ağır bir tebessümle ile ‘’ muhabbet ve ülfeti daha da artırdı. Ebu Ömer’in, Allah ne zaman murad ederse’’ diye cevap verbir isteğini ifade ederken gösterdiği tevazu ve mişti. Dönüşleri inşaallah cennete oldu. mahcubiyeti, annesinin onca ağır imtihanına rağBu güzel insanlarla tanışmam ve kutlu bir hamen vakar ve iradeli duruşu, oğlu Abdullah’ın yır kapısının açılmasına vesile olan Muhammed küçük yaşına rağmen, sakin tane tane ve fasih Yorgancıoğlu kardeşimden Allah razı olsun.

10 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: ASIM DUNDAR < asimdundar@gmail.com

KUR’AN USULÜ

Nesh meselesi

Hz. Peygamberin vefatından sonra bazı müfessir ve fakihler farklı konularla ilgili olarak Kur-an’a başvurmuşlar ve konuyla ilgili olarak, anlam itibariyle çelişkili gibi görünen ayetleri uzlaştıramayınca “nesh” teorisini ortaya atmışlardır. “Biz bir ayeti nesh eder veya unutturursak, mutlaka ondan daha hayırlısını veya benzerini getiririz. Bilmez misin ki Allah her şeye kadirdir.” [1] (2- Bakara/106) Yüce kitabımız Kur’an okunması, anlaşılması ve hayatta karşılığını bulması için indirilmiş bir kitaptır. Hayatımızın her anına müdahale edeceğine iman ettiğimiz İslam, düşünce ve pratiğimizde Kur’an-ı Kerim’i ve Hz. Peygamberin sahih sünnetini mihenk taşı edinmemizi şart koşar. Kur’an-ı Kerim bu anlamda bir başucu kitabı ve hayat rehberimizdir. Hz. Peygamberin vefatından sonra bazı müfessir ve fakihler farklı konularla ilgili olarak Kur-an’a başvurmuşlar ve konuyla ilgili olarak, anlam itiba-

riyle çelişkili gibi görünen ayetleri uzlaştıramayınca “nesh” teorisini ortaya atmışlardır. [2] Nesh; sözlük anlamı bir şeyi iptal etmek ve onun yerine başka bir şeyi ikame etmek, yer değiştirmek, nakletmek, gidermek (izale etmek), yazdırmak manalarına gelir. [3] Arapların günlük konuşmalarında “güneş gölgeyi neshetti” demek; onun yerine geçti, onu giderdi demektir ki, buna izale etti iptal etti de denir. Istılahta ise nesh; şer’i bir hükmün yürürlüğe konmasından sonra, gelen diğer bir şer’i hükümle kaldırılması, iptal edilmesi demektir. [4] Hükmü kaldıran ayete “nasih”, hükmü kaldırılan ayete de “mensuh” denir.

Sonbahar 2014 I 11


USULÜ N A ’ R U K

Nesh teorisine göre; bir konuyla alakalı olarak Kur-an farklı zaman dilimlerinde farklı hükümler beyan etmiştir. Bundan dolayı daha sonra gelen hüküm önceki hükmü kaldırmış/nesh etmiştir. Neshin varlığı, yokluğu, tanımıyla ilgili olarak alimler arasında bir mutabakat söz konusu değildir. Konu hicri birinci yüzyıldan günümüze kadar tartışılmış ve tartışma hala da devam etmektedir.

3-“Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; Ümmül Kitab O’nun katındadır.” (Rad 39) Nesh teorisyenleri bu ayetlerden yola çıkarak Kur-an içerisinde neshin varlığından söz ederler. Evvela şunu belirtmemiz gerekir ki, nesh, bir beyan (açıklama) türüdür. Mutlak bir emir ihtiva eden bir ayet indiği zaman bize göre o ayetin hükmü ebediyete kadar geçerlidir. Zamanı, mekânı, geçmişi, geleceği ve her Nesh meselesi KONUYLA İLGİLİ AYETLERİN şeyin hakikatini hakkıyla bilen usul alimleri tarafından DEĞERLENDİRİLMESİ Allah Teala, böyle bir ayetin tartışılmış bir meseledir. Nesh meselesi, tarih bohükmünü değiştiren başka bir Müfessirler ilk dönemde, yunca başka birçok mevzu gibi ayet indirdiği zaman anlarız mensuh ayetlerin sayısını hep tartışma konusu olmuş ki Allah Teala, evvelki ayetin ve üzerinde ittifak edilememiş hükmünün yürürlükte kal260’a çıkarıyorlardı. bir meseledir. Siyasi olaylar, ma müddetinin sona erdiğini Ebu Müslim İsfehani neshin mezhep çatışmaları ve benzer beyan buyurmakta ve evvelki Kur’an’da olmasının meseleler bunun en büyük seayetin hükmünün, sonraki ayeimkansız olduğunu bebidir. Ebu Müslim el- İsfahani’ye tin hükmü ile tebdil edildiğini (desavunmuştur. kadar, alimler üç türlü neshten bahğiştirildiğini) bildirmektedir.[5] sediyorlardı: Bununla beraber bir kısım alimler 1- Hükmü neshedildiği halde, lafzı kalan de Kur-an’dan delil olarak yukarıda zikrettiayetler ğimiz nesh ayetlerinin, Kur-an’ın kendi içerisindeki bir 2- Lafzı neshedilen ama hükmü geçerli kalan neshten öte daha önceki şeriatlerin nesh edildiğine ayetler. vurgu yaparlar. Yani “Eğer biz bir ayetin hükmünü 3- Hem hükmü, hem de metni neshedilen ayetler. kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısıNesh meselesi usul alimleri tarafından tartışılnı veya dengini getiririz…” ayeti ile kastedilenin, daha mış bir meseledir . Müfessirler ilk dönemde, mensuh ayetlerin sayısını 260’a çıkarıyorlardı. H. 322 de vefat eden Ebu Müslim İsfehani neshin Kur’an’da olmasının imkansız olduğunu savunmuştur. Celalettin es-Suyuti mensuh ayetlerin sayısını 20’ye kadar indirdi, Şah Veliyyullah Dehlevi bu sayıyı beşe indirdi, merhum Ömer Rıza Doğrul ise bu beş ayeti tekrar inceleyerek Kur`anın kendi içerisinde nesh`in sözkonusu olmadığını isbat etti. Konuyla alakalı olarak üç tane ayet delil olarak gösterilir. 1-“Eğer biz bir ayetin hükmünü kaldırır veya onu unutturursak, ondan daha hayırlısını veya dengini getiririz....” (2 Bakara 106) 2-“Bir ayeti başka bir ayetin yerine getirdiğimizde, onlar (Muhammed’e) “sen sadece uyduruyorsun” derler Hayır öyle değildir, ama onların çoğu bilmezler. “ (16 Nahl 101)

12 I Müslüman Genç Davetçi


KUR’AN USULÜ önceki şeraitlerin hükümlerinin unutturulması veya kaldırılması şeklinde düşünülmesi gerektiği üzerinde yorum yaparlar. Konuyla ilgili olarak Muhammed Hamidullah; “Bu meselenin büyük mütehassısı elCessas diyor ki; bahis mevzuu olan, eskiden vahyedilmiş kanunların eski peygamberlerin kitaplarının yerini Kur’an’ın almasıdır, bizzat Kur’an’dan bir ayetin yerini başka bir ayet almamıştır. Diğer alimler ise; Hz. Muhammed’in hayatı boyunca nesh imkanını kabul ediyorlar ve delil olarak kesin olmayan bir iki hadise zikrediyorlar. En meşhuru şudur: Hz. Ömer naklediyor: “İlahi kanunda zina edenlerin recm edilmesine dair emri okuyorduk; Hz. Peygamber’e bunun Kur’an’a dahil edilmesinin icap edip etmediğini sordular, fakat o istemedi.” (ibn Kesir, III, 261). Bazıları buradaki «ilahi kanun» tabirini “Ve başka birinin karısı ile zina eden adam, hem o, hem kadın mutlaka öldürülecektir.” (Kitap. Allah) Kitab-ı Mukaddes (Levililer, XIX, 10-14) olarak izah etmektedirler. Tevrat’taki bu kanunu Hz. Muhammed’in tatbik etmiş olduğuna inanmakta hiç bir mahzur yoktur. Zira Kur’an-ı Kerim (VI, 90) ayetinde eskiden bildirilmiş ilahi kanunların, onlar Kur’an tarafından nesh edilmedikçe yürürlükte olduğunu kabul etmiştir.[10]

İÇKİNİN HARAM KILINMASI Bu konuyla ilgili olarak özellikle içkinin haram kılındığı ayet üzerinden örnek verilir. Bilindiği üzere içkinin yasaklanması dört safhada olmuştur. Bu konuda ilk inen «Hurma ağaçlarının meyvelerinden ve üzümlerinden hem sarhoşluk veren içki, hem de güzel rızık elde edersiniz.» [6]; ikinci inen «Sana içkiden ve kumardan soruyorlar. De ki: ‘O ikisinde de büyük günah vardır, insanlara bazı fay¬daları varsa da günahları faydalarından büyüktür.» [7] ayetleridir. Üçüncü inen ayet «Ey inananlar! Sarhoşken namaza yaklaşmayın. Yaklaşmayın ki, ne dediğinizi bilesiniz.» [8] Ve son olarak da «Ey inananlar! İçki, kumar, dikili taşlar, şans okları şeytan işi pisliklerdir. Öyle ise bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. Gerçekten şeytan içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah’ı anmaktan alı koymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?» [9] ayetidir. Burada içkinin yasaklanması konusunda uygulanan tedrici metod, çok açık bir şekilde görülmektedir. İlk ayette Allah Teala içkiyi diğer güzel rızıklardan

ayırarak, onun güzel rızık olmadığı noktasına dikkat çekiyor, ikinci inen ayette zararının faydasından daha büyük olduğunu bildirerek inananların içkiden uzaklaşmaları konusunda ikinci adım atılıyor. Daha sonra Allah, kullarının içkili olarak namaza durmamalarını, ne dediklerini bilmeleri gerektiğini emrediyor. Allah’a ibadetten men edilme olayının insanların psikolojileri üzerindeki etkisi, içkiye bakış açılarının değişmesi yönündeki etkisi elbette büyüktür. Ve bundan sonra Allah Teala bedenen ve ruhen içkiyi terk etmeye hazırlanmış kullarına içkiyi yasaklıyor. «Artık bundan vazgeçtiniz değil mi?» ayetiyle bu kademeli yasaklamanın son bulduğunu anlıyoruz. Elbette ilk ayet indiği sırada da içki Allah katında necis ve haramdı. Ancak kullarının içki gibi bağımlılık yapan bir maddeyi bir çırpıda bırakamayacaklarını bilen merhamet sahibi Allah bu tedricilikle onların içkiyi terk etmelerini sağladı. Aynı metod her zaman uygu¬lanabilir ve mutlak başarı sağlanabil¬mesi için uygulanmalıdır da. Ancak bundan ilk inen ayetler yürürlükteyse -ki o ayetlerde içki haram kılınma¬mıştı- “o halde içki içilebilir” gibi bir sonuç kesinlikle çıkartılamaz. Bu olayı örtmek olur. Kur’an içki içenlere içmeye devam edin dememiş, bilakis içki bağımlısı bir ferdin bu illetten nasıl

Sonbahar 2014 I 13


USULÜ N A ’ R U K kurtulacaklarının yolunu göstermiştir. inzal olunan bir kitap içerisinde bile bazı ayetlerin Nesh konusuyla ilgili olarak Hz. Peygamberden hükmünün kaldırıldığını iddia ediyorsak, Kur-an’ın evbir rivayetin gelmemesi, bu kadar önemli bir merenselliği ve günümüze hitap etmesi konusu zihinlerselenin sahabenin gündeminde olmaması da soru de soru işaretlerine neden olacaktır. işaretlerini artırır. Bunun yanında Hz. Peygambere SONUÇ düşman olan Mekke Müşrikleri ve zamanın Yahudi Konuyu toparlayacak olursak; nesh kavramı ve Hıristiyanları böyle bir olay karşısında Hz. PeyKur’an’da vardır ve “geçmiş şeriatlerin iptali, yenisiygamberi zora sokacak şekilde onu sıkıştırırlar ve le değiştirilmesi” anlamında kullanılmıştır. Kur’an’ın muhtemelen” Muhammed” kendisiyle çelişiyor, bir kendi bünyesi içinde bir ayetin diğerini iptal dediği bir dediğini tutmuyor gibi yaygaralar etmesi ve o ayetin hükmünü ebediyçıkarırlardı. Nesh kavramı yen yürürlükten kaldırılması söz Yine konuyla ilgili olarak Ömer Kur’an’da vardır ve konusu değildir. Rıza Doğrul Hz. Peygamberden “geçmiş şeriatlerin iptali, Kur’an’ın bir konuyla ilgili hiçbir hadisin rivayet edilmedifarklı bakış açısı kazandıran ğini vurgular. Böyle bir hadiyenisiyle değiştirilmesi” ayetlerin olması onun yaşasin bulunmadığının en önemli anlamında kullanılmıştır. nan ortamı gözetmesinin ve delili, nesh ile ilgili pek çok Kur’an’ın bir ayetin diğerini tedriciliğinin doğal bir sonueserde böyle bir hadisten bahiptal etmesi ve o ayetin cudur. Bu ayetlerin çelişmesi sedilmemesidir. Eğer olsaydı hükmünü ebediyyen yürürve birbirini iptali anlamına asla mutlaka bahsedilirdi. Nitekim, lükten kaldırılması gelmez. Bu ayetlerin tedriciliği Doğrul, başta kütüb-i sitte olmak söz konusu değildir. yanında birbirini tahsis, takyid, üzere, temel hadis kaynaklarından tefsir etmesinden söz edilebilir. ve meğazi kitaplarından oluşan 16 Allah, ayetlerini hükmedilsin diye ineseri tetkik ettiğini ve böyle bir şeye rastdirmiştir. O’nun ayetlerinin hükmünün kaldırıldılamadığını bildirmektedir. [11] ğını iddia edebilmek için katiyyet ve yakin ifade eden Kur-an’ın kendi içerisindeki ayetlerin neshini kabul muhkem bir nas gerekir. Yoksa insanların zanna daetmek şunu gündeme getirecektir; 23 yıl içerisinde yanan içtihadlarıyla veya içinde zan barındıran haberlerle, hükmü ve vakıası kesin olan herhangi bir Kur’an ayeti iptal edilmez. Kur’an’da ıstılahı manadaki neshe delil olabilecek bir ayetin olmadığı gibi bu konuda bizlere Rasulullah’tan bir haber de ulaşmamıştır. «Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok ayrılıklar (çelişkiler) bulacaklardı.» [12] DİPNOT: [1] (2- Bakara/106) [2] ( Hasan Ahmed, “Nesh Teorisi”, sy. 107) [3] (İbn Munzır, Lisanu’l Arab, cilt 3, kum 1363) [4] (Ragıp el-İsfehani, el-Müfredat, sy. 509) [5]( es-Serahsî, “Usûlu’s-Serahsî”, II, 54) [6](Nahl-16/67) [7](Bakara-2/129) [8](Nisa-4/43) [9](Maide-5/90-91) [10](Muhammed Hamidullah, “Nasih Mensuh Meselesi”, Hilal Dergisi, s. 40, İstanbul-1963.) [11](Prof. Dr. Veysel Güllüce, Nesh Nesih) [12](Nisa-4/82)

14 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: İSMAİL ERDEMLİ

İSLAM D ÜNYASI

n ı r a l n a m a Z n : İ r s e e d z o İ c M u M ş Dİrenİ

Ne oldu ?

e z z a G

Gazze’de destansı bir zafer kazanan Filistin direnişinin yaklaşık bir ay süren savaş sırasında ortaya koyduğu performans övgüyü olduğu kadar üzerinde durup düşünmeyi de hak ediyor. Bunun için öncelikle ne olduğuna bakmak gerekiyor: 1- İsrail devasa askeri imkanlarıyla 365 kilometre karelik Gazze Şeridi’ne havadan, karadan ve denizden bombalar yağdırdı. 2- Gazze 8 yılı aşkın bir süredir dört bir yandan ambargo altında tutuluyordu ve içeride her anlamda insani bir trajedi yaşanıyordu. Ambargoyu sadece işgalci İsrail değil Arap ülkeleri hatta Filistin yönetimi de uyguluyordu. 3- Tarihte ilk kez bazı Arap ülkeleri, İsrail’e

açıktan destek verdi. Netenyahu ve diğer İsrailli yetkililer, Hamas’ın ortadan kaldırılması için Arap dünyasından aldıkları desteği açıkça ve gururla ifade ettiler. Başta Mısır olmak üzere Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler en büyük düşmanları olarak gördükleri İhvan Hareketi’nin Filistin kolu olan Hamas’ın İsrail karşısında fazla varlık gösteremeyeceğini öngörüyor hatta temenni ediyorlardı. ‘Arap Siynoistler’ kavramsallaştırması bu saldırılar boyunca en çok kullanılan kavramlardan biri haline geldi. 4- İsrail Hava Kuvvetleri Komutanı 7 Temmuz’da başlayan hava saldırılarının ilk günlerinde Gazze’deki direniş gruplarının alt yapısını bir kaç gün içerisinde çökertebileceklerini ve kara harekatına gerek kalmayacağını büyük bir öz güven

Sonbahar 2014 I 15


ÜNYASI D M A L İS içinde söylüyordu. Ama beklemediği bir direnişle yüzleşen siyonist yapıkara harekatına başlamak zorunda kaldı. Kara harekatı da başarısızlıkla sonuçlandı. Siyonist ordu sadece bir kaç yüz metre içeri girebildi. Girdiği bölgelerde de direnişçilerin kendileri için hazırladığı acı sürprizlerle karşılaştı. 5- İsrail saldırılarında her gün yüzlerce sivil yerleşim alanı hedef alınıyor ve çok sayıda sivil insan hayatını kaybediyordu. 6-Hastaneler gelen yaralıları bakacak donanım ve kapasitede olmadığı için bir çok yaralı ilkel şartlarda tedavi ediliyordu. İşgalcilerin bazı hastaneleri vurmaları insani trajediyi daha da artırıyordu. 7- Saldırılar sırasında Gazze’ye elektrik sağlayan ana santralin bombalanması sonucu dünyanın direnen vicdanı karanlığa mahkum olmuştu. Bununla birlikte elektiriğe ihtiyaç duyulan bir çok hizmet durma noktasına gelmişti. 8- Katiller sürüsü, insanların daha güvenli olduğu umuduyla sığındığı Birleşmiş Milletler okullarını bile vurmaktan kaçınmadı. 9- Sivil savunma ve kurtarma ekipleri malzeme eksikliğinden dolayı yeterli hizmet veremedi. 10- Siyonistlerin orantısız ve vahşi saldırıları sürerken Mısır, Gazze’nin can damarları mesabesindeki tünelleri yıkmaya devam etti. 11- Vefa Hastanesi Müdürü Basman Elashi İsrail saldırılarının vahşiliğini şu sözleriyle özetliyor: İsrail, Gazze’de hareket halindeki her canlıyı hedef alıyor. Şecaiyye’yi havadan çekseydiniz yeni bir dünya savaşını izlediğinizi görürdünüz. İsrail saldırılarının nedeni ve zamanlaması Arap Baharı dalgasının Mısır’dan başlayarak karşı devrimlerle kırılmaya başlanmasının ardından Arap rejimlerinin çoğunluğu, Müslüman Kardeşler (İhvan)’ı ortadan kaldırılması gereken bir düşman olarak tehlike listesinin ilk sırasına yerleştirdi. Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri İhvan’ı terör örgütü ilan etti ve faaliyetlerini yasakladı. İhvan’ın Filistin kolu olan ve Gazze’yi yöneten Hamas Hareketi de bu kararlardan payına düşeni almıştı. Mısır’ın darbecileri Hamas’ın ülkedeki faaliyetlerini

16 I Müslüman Genç Davetçi


İSLAM D ÜNYASI

yasakladıkları gibi Muhammed Mursi hakkında da Filistin sokağının arzusu doğrultusunda atılmış birlik Hamas’a istihbarat sağlama suçlamasıyla dava açtı. adımı olan hükümeti daha icraata başlamadan akaHamas’ın git gide yalnızlığa terkedilmesi siyomete uğratmak için belki daha ileri bir periyotta dünist yetkililerin iştahını kabartmaya başlamıştı. Mısır şündüğü saldırı planlarını öne çekti. basının da bir çok satılmış kalem, açıkça Diğer bir neden ise, Netenyahu hükümeHamas’ın, Mısır’ın milli güvenliğini tehtinin koalisyon içerisindeki kavgalardan Birleşik Arap dit ettiğini ve ortadan kaldırılması dolayı kan kaybetmesi ve içeride Emirlikleri yönetiminin gerektiğini yazıp söylüyordu. yükselen muhalefet olarak gösİsrail’e Hamas’ı ortadan kaldıHatta Arap siyonistlerden biri terilebilir. Bundan dolayı daha rırsa tüm savaş masraflarını İsrail’in güvenliğinden Mısır’ın önce bir çok kere denedikleri karşılayacağıNI teklifi götürsorumlu olduğunu söyleyebigibi iç bütünlüklerini sağlamak dü. Bunları Filistin’in inanmış lecek kadar ileri gitti. ve güçlerini göstermek için çocuklarının destanlarını nasıl Öte yandan kuşatıldığının mazlum Filstin halkının üzerine farkına varan Hamas, Fetih bomba yağdırma yolunu tuttu. zorlu ve kalleşçe bir atmosferve diğer grupların da içerisinde de yazdıklarını ifade Çevre şartları olduğu bir milli uzlaşı hükümeedebilmek için Uluslararası tutum ti kurulmasını kabul etti. İsrail’le yazıyorum. İsrail için şartlar belkide ilk defa yaptığı barış görüşmelerinde ilerleme bu kadar kolay ve lehteydi. Amerika başta sağlayamadığından dolayı kendi tabanınolmak üzere dünyaya vaziyet eden güçler, ‘İsrail’in da dahi sert eleştirilere muhatap olan ve neredeykendini savunma hakkı’ndan başka bir cümle kurse çökme noktasına gelen Filistin yönetimi de uzlamuyordu zaten. Amerika, saldırıların başlamasınşı hükümetine bir çıkış yolu olarak baktı. Gazze ve dan sonra İsrail’e ilave silah ve para yardımı yapma Ramallah’da yapılan görüşmelerin ardından kurulan kararı aldığını açıkladı. Daha önceki saldırılarda en hükümet İsrail ve Amerika’yı endişelendirdi. İki taazından gürültü çıkaran Arap resmi tutumu, bu defa raftan yapılan açıklamalarda terörist olarak nitelegürültü çıkarma ihtiyacı bile duymadan olan biteni dikleri Hamas’ın hükümet içerisinde yer almasından büyük bir keyifle izlemeye başladı. Hemen hepsinin duydukları ‘endişeyi’ dile getirdi! ortak temennisi, kendilerinin başaramadığı Hamas’ı Hamas’ın Dış İlişkiler Sorumlusu Usame Hamdan yok etme projesinin ruh ikizleri İsrail tarafından haİsrail’in Gazze saldırısının Hamas-Fetih anlaşmasını yata geçirilmesiydi. hedeflediğini söyleyerek bu noktaya açıklık getirmişFilistin mücadele tarihinde, mazlum Filistin halkı ilk ti. defa bu denli yalnız bırakıldı. İsrail Başbakanı Netenİsrail, Arap resmi tutumundan da aldığı destekle,

Sonbahar 2014 I 17


ÜNYASI D M A L İS yahu, bu gerçeği bir kaç kez övünçle dile getirdi. Hatta bir çok güvenilir kaynaklar Birleşik Arap Emirlikleri yönetiminin İsrail’e Hamas’ı ortadan kaldırırsa tüm savaş masraflarını karşılayacağı teklifi götürdü. Bunları Filistin’in inanmış çocuklarının destanlarını nasıl zorlu ve kalleşçe bir atmosferde yazdıklarını ifade edebilmek için yazıyorum. Direnişe karşı allerjisi ve siyonistlerle kurduğu güvenlik işbirliği ile bilinen Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin yönetimi bile olanı biteni kılını kıpırdatmadan izleme yolunu seçti. Bu aslında Siyonistlere lojistik destekten başka bir anlama gelmiyordu. İsrail’in vahşice saldırıları karşısında başlarda sessizce izleyenler direniş gruplarının ortaya koyduğu performans karşısında şaşkına döndü. İşlerin siyonist kardeşleri açısından kötü gittiğini gören Mısırlı darbeciler alelacele bir ateşkes planı ortaya attı. Ama Allah’tan başka hiç bir güçten beklentisi olmayan Gazze’nin yiğit çocukları, İsrail’in heyecanla kabul ettiği bu öneriyi reddetti. Bu dünya sistemine yön veren lordlar ve Ortadoğudaki uşakları için büyük bir şok olmuştu. Oysa imkansızlıklar içerisinde mücadele eden Filistinlilerin bu öneriyi havada kapacakları öngörülüyordu. Mısır önerisinin direniş tarafından reddedilmesinden sonra ‘asıl aktörler’ devreye girdi ve Paris’te Amerika, Türkiye, Katar gibi taraflar üzerinde etkin olabilecek aktörler biraraya geldi ve yeni bir planın temellerini attı. Kassam Tugayları liderliğinde tarihi yeniden şekillendirecek direniş. Direnişin şanlı tablosunu özetlemek için İsrail’in şimdiye dek vermediği kadar asker kayıplarını Gazze’ye yönelik saldırıları sırasında verdiğini söylemek yeterlidir bence. En az bir İsrail askeri esir edildi, bir çoğunun cesedi de direnişçilerin elinde. İsrail’in asker kayıplarından daha çarpıcı ve şok

18 I Müslüman Genç Davetçi

edici olan Kassam tugaylarının İsrail’in işgali altındaki bölgelere açtığı tünellerdi. Mücahidler bu tünelleri kullanarak İsrail’e çok büyük darbeler vurdu. İsrail askerleri ve yöneticileri neye uğradığını şaşırdı adeta. Özellikle Kassam’ın Nahal Oz’da yaptığı tünel operasyonunu kaydederek dünyaya servis etmesi siyonist yapının tarihinde yaşadığı en büyük şoklardan biriydi. Tarihi şekillendirecek şanlı manzaralardan kuşkusuz en unutulmazlardan biri de İzzeddin Kassam Tugayları’nın insansız hava aracı ürettiğini ilan etmesiydi. Bu araçları kullanan direniş, İsrail içlerinden aldığı görüntülerin bir bölümünü dünya medyasıyla paylaştı. Şımarık siyonistler ve yerli işbirlikçileri darbe üzerine darbe yaşıyordu. Filistin’in cesur çocukları Gazze Şeridi’nin altında adeta yeni bir kent kurmuş ve burada durup dinlenmeden dost-düşman herkesi şaşırtan başarılara imza atmıştı.

Direniş İsrail’iN hava sahasını kapattı! Gazze’deki Filistinli direniş grupları İsrail’i adeta füze yağmuruna tuttu. Direnişin elindeki füzelerin sayısı gibi çeşidi de artmıştı. Gazze Şeridi’ne yakın bölgelerdeki Yahudi yerleşimciler evlerini terk edip iç bölgelere kaçtı. Bir çok yerleşim yeri hayalet kent haline geldi. Direnişin füze yağmuru karşısında Amerikan Federal Havacılık Kurumu, uçaklarının Tel Aviv’deki Ben Gurion Havalimanı’nı kullanmalarını yasakladı. Türkiye, Fransa, Almanya ve bir çok ülke de aynı kararı


İSLAM D ÜNYASI aldı ve İsrail uluslararası alanda belki de ilk defa bu denli aciz bir fotoğraf verdi. Bu büyük zafer Filistin halkı ve direnişi (ve tabiiki dünyadaki duyarlı tüm insanlar) için büyük bir moral kaynağı oldu. İsrail kurulduğundan beri ilk defa bu denli bir varoluşsal endişe yaşadı.

Nasrallah biraz geç uyandı! Gazze’deki şanlı direniş sadece düşmanları değil aynı zamanda dostları da şaşırtmıştı anlaşılan. İsrail saldırılarının başlamasından ancak iki hafta sonra ‘değerlendirme’ yapma ihtiyacı duyan Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah bunun en belirgin örnegi olarak zihinlerde yer etti. Nasrallah, Gazze’deki İsrail saldırılarıyla ilgili “Bugün 18. gün ve düşman hiç bir hedefine ulaşamadı, zafer Gazze’nindir. Bazı Arap liderlerin Netanyahu’ya ‘saldırmaya devam et’ dediğine eminim” diye konuştu. Nasrallah’ın konuşmasında sıksık Lübnan direnişine dikkat çekerek, ‘biz de direnmiştik, direnişin öncü gücü biziz’ mesajını vermeye çalıştı adeta. Tabii bu sadece benim algım, yanlış olma ihtimali de var. İran da Hizbullah gibi geç tepki verenlerdendi. Tabii bu tutum akıllara Hamas’ın Suriye’deki kriz konusundaki tutumu geliyor. Bilindiği gibi Hamas’ın siyasi merkezi Şam’da idi ve Beşşar Esed rejimine karşı isyan hareketinin başlamasının ardından hareket Suriye’yi terk etmek zorunda kaldı. Suriye Baas rejimi ve İran, Hamas’ı Suriye halkının mücadelesi karşısında rejimin yanında açık destek vermeye zorladı. Buna yanaşmayan hareket Şam’ı terk etme kararı alınca İran’ın komutasındaki ‘direniş ekseni’ tarafından cezalandırıldı ve tüm yardımlar kesildi. Niyet okumanın doğru bir tutum olmadığının farkındayım ama muhtemelen İran ve müttefikleri yardımı kestikleri ve Türkiye-Katar eksenine yaklaştığını iddia ettikleri Hamas’ın askeri açıdan zayıfladığını ve

İsrail karşısında uzun süre direnemeyeceğini düşünüyordu. Hamas’ın görünür biçimde zaaf içerisine düşmesi ve İsrail’in belirgin biçimde Gazze savaşındaki hedeflerini gerçekleştirmesi paradoksal biçimde ‘direniş ekseni’nin haklılığını ve gücünü ortaya koyacaktı. ‘İhanet’ eden Hamas için de bir ders olacaktı. Ama Filistin’in kahraman çocukları Gazze’de ortaya koydukları direnişle birilerinin tekelci, şımarık tutumuna net bir cevap verdi. Hamas Siyasi Büro Başkan Yardımcısı Ebu Merzuk, Nasrallah’ın açıklamasından beş gün sonra Nasrallah’a adeta uzaktan konuşma mesajı gönderdi. Merzuk, Hizbullah’ı İsrail’e karşı cephe açmaya davet etti ve “Umarım birlikte savaşırız” dedi. İslam Dünyası’ndaki cılız seslere karşı Avrupa sokakları haykırdı. Gazze saldırıları sırasında akılda kalan başka bir fotoğraf da Avrupa ve dünyanın değişik kentleinde ortaya konulan tepki ve kitlesel gösterilerdi. İsrail’in Gazze saldırılarını protesto etmek için Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan göstericilere güvenlik güçleri göz yaşartıcı gazla müdahale etti. İngiltere’nin Başkenti Londra, Almanya’nın bir çok kenti, Güney Afrika’nın Cape Town kenti başta olmak üzere dünyanın bir çok bölgesinde çok geniş katılımlı gösteriler yapıldı. Burada dikkat çeken İslam Dünyası’nın genelinde, özellikle de Arap dünyasında ortaya konan tepkinin beklenenin altında kalmasıydı. Arap dünyasında insanların ortaya koyabileceği olası tepkiler çok sıkı güvenlik tedbirleriyle bastırılmaya çalışıldı.

Direnişin siyasi boyutu da şiddetli oluyor Şanlı direniş sadece silahla yürümüyor kuşkusuz. Bunun yanında uluslararası işgal statükosuna karşı da en az onun kadar sert ve zorlu bir siyasi direniş sergileniyor. Halid Meşal liderliğindeki direnişin siyasi kanadı sahada kazanılan zaferi Filistin halkının hayatına tercüme edebilmek için çok ince hesaplar arasında yol alıyor. Amerikan güdümündeki Arap bürokrasisi kadar adeta İsrail’in batı şeria’daki şubesi gibi davranan Filistin yönetimine karşı da büyük bir mücadele veriliyor. Bu mücadelenin detaylarına yazının sınırlarını fazlaca zorlayacağı için şimdilik girmekten kaçınıyoruz. Ama bir vesileyle mutlaka üzerinde durulması gerektiğine de inanıyoruz.

Sonbahar 2014 I 19


E BİR KELİM

Yazı: Necmeddin IRMAK < necmak@gmail.com

Çağ ve Davet İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan, yaşadığımız çağda kendini modern bir kılıkla pazarlamış ve kendinden geçmiş insanlığın şaşkın bakışları arasında göreceli bir hükümranlık tesis etmiştir. Söz konusu sarhoşluk halinden Müslümanlar da payına düşeni almıştır. İçinde bulunduğumuz çağın belki en önemli vasfı modernliktir. Hayatı ve eşyayı yeniden anlamlandırması itibarıyla modernlik, birkaç asırdır insanlığın karşısında duran tercihlerden biridir. Özellikle batıda ‘aydınlanma’ ile başlayan ve her geçen gün yoğunlaşarak tüm dünyayı kuşatan ve etkileyen modernlik, hayatı ve eşyayı anlamlandırmanın merkezine insanı ve dolayısıyla heva, heves ve şehveti yerleştirmiş, böylece hak olsun, batıl olsun hayatın merkezinde ilahi bir gücün varlığını kabul eden tüm anlayışlara / dinlere başkaldırmıştır. İnsanın apaçık düşmanı olan şeytan, yaşadığımız çağda kendini modern bir kılıkla pazarlamış ve kendinden geçmiş insanlığın şaşkın bakışları arasında göreceli bir hükümranlık tesis etmiştir. Söz konusu sarhoşluk halinden Müslümanlar da payına düşeni almıştır. Bütün zamanların en buhranlı ve karanlık dönemini yaşıyor insanlık. Son peygamber olarak Efendimiz(as)’ın gelmiş olması, O’nun işaret ettiği ‘kıyamet saatinin’ yakınlaşmış olması ve dile getirdiği alametlerinin gerçekleşiyor olması, öte yandan zulmün ve zulümatın perde perde her yanı kuşatması, mü’mininden kâfirine her inançtan insanın koşar adım zulme meyletmesi, bu durumun çok açık bir delilidir. Söz konusu duruma bakıp yapılacak şeyin kalmadığını vehmetmek, kulluğun gayesini, mü’min olarak varlığın amacını görmemek demektir. Zira iman etmekle şeref bulduğumuz ve kurtuluşu umduğumuz İslam ve onun tertemiz iki kaynağı, Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber(as)’ın sahih sünneti, bize kıyamete kadar devam edecek sorumluluğumuzu yani davet

20 I Müslüman Genç Davetçi

sorumluluğumuzu öğretir ve bunu terk edemeyeceğimizi bildirir. Çünkü Kur’an-ı Kerim ve sahih sünnet, geçerliliği ve belirleyiciliği kıyamete kadar sürecek iki kaynağımızdır. Öte yandan karanlıkların derinleştiği ve bu karanlıkta görme yetisini kaybetmiş insanlığın azgınlık ve sapkınlığının daha da derinleşip çeşitlendiği modern çağ, her zamankinden daha çok kendisine hayat verecek bir nefese ve körlüğünü giderecek bir iksire ihtiyaç duymaktadır. İşte bu nefes, Müslümanların/muttakilerin, ölülere hayat bahşeden İsa (as) nefesidir. Ve bu nefes, sağlam bir idrak ve iradenin sergileyeceği davet ameliyesidir.

Modern Hurafeler ve Davet: Yukarda da dile getirdiğimiz gibi modern çağ, kendi algılayış ve anlayış biçimini üretti. Bu algılayış ve anlayış biçiminin üzerine yeni yaklaşımlar inşa etti. Burada söz konusu yaklaşımlardan bazılarının davetle ilintisini kurarak üzerinde özetle durmaya çalışacağız.

Öteki Olgusu: Şüphesiz, hayatı anlamlandırmaya çalışan her anlayış, kendini bunun dışında tutmaya çalışan unsurları ‘öteki’ olarak belirler. Bu, hayatın kaçınılmaz kurallarındandır. İslam da tevhit tarihi boyunca aynısını yapmıştır. Kendi bulunduğu yeri konumlandırırken, bu durum kaçınılmazdır. “De ki: Hak geldi, batıl zail oldu. Batıl, yok olup gitmeye mahkûmdur.”(1) İslam’ın öteki’ diye belirlediği unsurlara karşı tavrı, ‘sizin dininiz size, benim dinim bana’(2) şeklindedir.


BİR KAV RAM Modern dünyanın bu noktada sergilediği yaklaşım biçimi, görünüm olarak yukarıdaki tavırla aynıymış gibi gözükür. Ve bu durum pek çok Müslüman’ın ‘sizin dininiz size, benim dinim bana’ tavrına tersten bakmasına neden olmaktadır. İslam bu tavrı belirlerken kendini ve müntesiplerini kesinlik arz edecek bir konuma yerleştirir. Oysa modern dünyanın bu ifadesinde hiçbir belirgin ve kesin konum olmadığı gibi her şeyi göreceleştiren bir yaklaşım söz konusudur. Bir anlamda şöyle der: - Tamam. Sen ve ben, ikimiz de varız. Var olmamız doğru olabilirliğimiz anlamına da gelir. Dolayısıyla sen, sen olarak, ben de ben olarak varlığımızı devam ettirelim. Oysa İslam bunu kabul etmez ve şöyle der: - Hayır; ikimizin de varlığı, ikimizin de doğruluğu anlamına gelmez. Ben, mutlak hakikatim ve sen batıl olansın sen yok oluncaya kadar, sana karşı açık ve net bir tavır alıyorum. Modern dünyanın eşyayı ve hayatı anlamlandırma ve algılamasının temelinde rölativizm / görecelilik, temel unsurdur. Bunun neticesinde ‘hak’ ve ‘batıl’ birbirine karıştırılarak tek realite gibi sunulur. ‘Hak’ olanın mutlaklığı ve kaimliği karşısında kendini konumlandırmaya çalışan ‘batıl’, ancak bu yolla yani Kur’an’ın ifadesiyle telbis yoluyla (3) kendi iğreti durumunu meşrulaştırmanın çabası içerisindedir. Bu çerçevede Kur’an-ı Kerim, ‘öteki’ olgusunun unsurlarının her halükarda yok olmasını dile getirmez. ‘Hakkın’ belirleyiciliği kabullenildiği an, ötekini ‘öteki’ olmaktan çıkarır. “Gerçekten İbrahim’de ve ona uyanlarda sizin için güzel bir örneklik vardır. Onlar kendi toplumlarına şöyle demişlerdi: - Kesinlikle biz sizden ve Allah’tan başka taptıklarınızdan beriyiz. Sizi reddediyoruz / yok sayıyoruz. Sizinle bizim aramızda ebedi bir kin ve düşmanlık vardır. Tâ ki bir tek Allah’a iman edinceye kadar”(4) Söz konusu tavır, diğer davet önderlerinde de

açıkça görülür.

Diyalog: İnsanları çağıracak bir davetin olduğu yerde diyalogun zorunluluğu da ortadadır. Bu zorunluluk hem işin tabiatından kaynaklanır ve hem de selim akıl bize başka bir yol göstermez. Haddi zatında Kur’an-ı Kerim de öteki muhataplarını diyaloga çağırır ve hatta batıl olduklarını açıkça vurgulamakla beraber onlardan iddialarına delil getirmelerini ister. Kur’an-ı Kerim’in davet ettiği diyalogun maksadı ortadadır; ‘ötekini’ değiştirmek. Müslümanların ortaya koyduğu Allah’a davetin de en genel gayesi, muhataplarda zihni kalbi ve köklü bir değişim gerçekleştirmektir. İslam daveti açısından durum bu olmakla beraber özellikle günümüzde ortaya konulan uluslararası etkinliklerde dile getirilen ‘dinler arası diyalog’ veya ‘kültürler / medeniyetler arası diyalog’ söylemlerini bu çerçevede ele alabilir miyiz? Modern dünyanın hâkim unsurları tarafından yoğun bir şekilde dillendirilen söz konusu ‘diyalog’, Müslüman camialarda da karşılık bulmakta ve hatta aktörleri konumuna gelinmektedir. En azında son iki asırdır modern dünyanın, İslam’a ve Müslümanlara yönelik tavır ve pratikleri göz önüne alındığında yukarıdaki soruya çok masum bir cevap arayışı mümkün gözükmüyor. Hele de son birkaç on yılda ortaya konulan pratikler uluslararası emperyalist projelendirmeler ile karşı karşıya olduğumuzu açıkça gösteriyor. Bu durum bizi, işaret edilen ‘diyalog’ etkinliklerini modern dünyanın dayattığı demokrasi gibi parlatılmış hurafelerinden biri diye algılamaya götürüyor.

Hoşgörü: Bir erdemlilik vasfı olarak ‘hoşgörü’, takva toplumu fertlerinin de üzerlerinde taşımaları gereken bir niteliktir. Yeni ve örnek bir toplum inşasının öncüsü Hz. Peygamber Efendimiz (as) o güne kadar kalıcı ve belirleyici bir medeniyet ortaya koymamış Arap toplumundan, bir-iki lokal unsur haricinde bütün insanlığı aydınlatacak ve adına ‘Asr-ı Saadet’ denecek mükemmel bir ‘takva toplumu’ çıkardı.

Sonbahar 2014 I 21


E BİR KELİM

Câhiliyyenin yozlaştırdığı bireysel ve toplumdeğer ve manidardır. O, hukukun/şeriatin çiğnensal hayatın tüm çirkinlikleri bu inşa sürecinde yok mesine asla göz yummazdı. Hatta bu durum, edildi. Fakat bu, asla kolay olmadı. Bu sürecin bir taraftan bakıldığında çok basit gibi görünen gerçekleşmesinde birinci etken Hz. Peygamber kimi durumlarda bile böyledir. Sol eliyle yemek (as)’ın örnek kişiliği olmuştur. O’nun muhatapyiyene sağ eliyle yemesini söyleyip de larıyla kurduğu ilişki biçiminin güzelliği cevap aldığındaki tavrı bunun açık ve çekiciliği düşmanlarını bile takdire delilidir. (6) Câhiliyyenin mecbur bırakmıştır. Bu gün yoğun bir şekilyozlaştırdığı bireysel ve Hz. Peygamber (as)’ın insande kullanılan ‘hoşgörü’ toplumsal hayatın tüm larla kurduğu ilişki biçiminin kavramı ise ‘diyalog’ çirkinlikleri bu inşa süen belirgin özelliklerinden kavramı misali, anlam recinde yok edildi. Fakat biri O’nun müsamahakârlığı, buharlaşmasına uğraaffediciliği, hata ve kusurları mış / uğratılmış olarak, bu, asla kolay olmadı. Bu örtücülüğü, yumuşak huykarşımızda duruyor. sürecin gerçekleşmesinde luluğu yani ‘hoşgörü’ sahibi Günümüz itibariyle bize birinci etken Hz. Peygamber olmasıydı. Şüphe yok ki bu yakdayatılan ‘hoşgörü’ tam (as)’ın örnek kişiliği laşım tarzı etrafında insanların bir tavırsızlık demektir. olmuştur. kenetlenmesinin, pazarlıksız bağlı‘Ötekinin’ tüm itikâdi ve ameli lığının da en önemli sebebi idi. sapkınlıklarına ‘hoşgörü’ ile yak“(Ey Peygamber!) Senin onlara yumuşak laşmak, ‘gavura gavur dememenin’ davranman, Allah’ın rahmetinin bir eseriydi. Zira yeni versiyonu gözüküyor. eğer onlara karşı kırıcı ve sert olsaydın, doğrusu senden koparlardı. Artık onları bağışla ve affedilDİPNOT: 1-17 İsra, 81 meleri için dua et.”(5) 2-109 Kafirun, 6 Bununla beraber Peygamber (as)’ın İslam`ın 3-2 Bakara, 42 belirleyici olduğu tüm alanlara müdahale edici 4-60 Mümtehine, 4 bireysel veya toplumsal tüm oluşumlar karşı5-3 Al-i İmran, 159 6-Müslim sında son derece ‘celalli’ tavır takınması dikkate

22 I Müslüman Genç Davetçi


SORUŞTURMA Çağımızın en büyük hastalıklardan biri olan Tekfir meselesini ele almak istedik.Soruşturma dosyamızı siz değerli okuyucularımızın sabrını zorlamamak, dergimizin hacmini arttırmamak adına soruşturmamıza cevap veren ağabeylerimizin hoş görüşüne sığınarak elimize ulaşma önceliğine göre ikiye böldük. Bu sayıda ikinci bölümü yayınlıyoruz. 1. Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? 3- Tekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek istersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. 4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? 5- Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir. 6- Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir? Sonbahar 2014 I 23


URMA T Ş U R O S

ABDULLAH YILDIZ

ABDULLAH YILDIZ Araştırma ve Kültür Vakfı

“Ehli Kıble Tekfir Edilemez!” Son yıllarda İslâm dünyasında ve az da olsa Türkiye’de yaygınlaşan “tekfirci” anlayışın temelleri, Müslümanlar arasında ilk savaşların (Cemel ve Sıffin) başladığı dönemlere kadar uzanır. Ancak, Müslüman’ın Müslüman’la savaştığı, birbirinin kanını döktüğü o hengâmede, ashâbın büyük çoğunluğu (yaklaşık olarak % 90’ı) bu çatışmalardan uzak durmuşlar ve savaşan tarafları da ısrarla uyarmışlardır. Şu diyalog, bu tür yanlışlar karşısında nasıl bir tavır takınmamız gerektiğine dair güzel bir örnektir: Adamın biri, Hz. Ömer’in oğlu Abdullah’a (r.anhümâ), Müslümanlar arasındaki çatışmaları hatırlatarak, bu ortamda ‘niçin taraf olmadığını’ sorar. Abdullah (r.a) bu soruyu sorana: -’Allah Müslüman kanı dökmeyi haram kıldı’ cevabını verir. Fakat adam üsteler ve der ki: -’Ama Allah “Fitne kalmayıncaya ve Din yalnız Allah’ın oluncaya kadar savaşın”(2/193) buyurdu.’ Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, ona şu anlamlı cevabı verir: -’Evet savaştık; ta ki Din yalnız Allah’ın oldu. Ama siz neredeyse Din Allah’tan başkalarının olsun diye birbirinizle savaşı sürdürüyorsunuz.’ (Abdullah Yıldız, Kur’ân’ı Nasıl Anladılar, Pınar yay., s.44-45) 24 I Müslüman Genç Davetçi

Bu harika cevabı, günümüz Müslümanları çok dikkatli ve doğru okunmalı ve doğru anlamalıdırlar. Esef vericidir ki, Müslümanların hatırı sayılır bir bölümü, daha sonraki dönemlerde birbirleriyle siyasi iktidar mücadelesine devam etmişler ve bu süreçte işi akaid tartışmalarına ve hatta bir diğerini tekfir etmeye kadar götürmüşlerdir. “Kâfirlere karşı şiddetli, kendi aralarında ise merhametli” (Fetih 48/29) olmaları gereken Müslümanlar, iman ve din kardeşlerine karşı şiddetli ve hatta düşmanca davranıp birbirlerinin kanını akıtmayı sürdürünce de “rüzgârları” ve devletleri gitmiş, yeryüzünde Allah’ın dışındakilerin Din ve düzeni egemen olmaya başlamıştır. Şu ilahi uyarı kulak ardı edilmiştir: “Allah’a ve Peygamber’ine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin! Yoksa çözülüp yılgınlaşırsınız ve rüzgârınız (gücünüz, devletiniz) gider...” (Enfal 46) Bu şaşmaz “sünnetullah”, günümüz Müslümanları için, çok daha anlamlı bir uyarı niteliğindedir. Âyet mealinde “çözülüp-yılgınlaşma” olarak çevrilen “feşel” kelimesi; zaafa düşmek, korkuya kapılmak ve aptallaşmak gibi anlamlara gelir ki, ümmetin farklı unsurlarının birbirlerine düşmelerinin doğurduğu korkunç sonuç; işte ümmetin güç ve enerjisinin tükenmesi olarak karşımızdadır…


ABDULLAH YILDIZ

Böyle bir felaketle karşılaşmamak için yapılması gereken ise; yine Enfal/46’da ifade buyurulduğu üzere, Allah’a ve Rasûl’üne itaat etmek; müminler arasındaki kardeşlik ve sevgi bağlarını korumaktır. Müslüman, “Müslümanım” diyeni sevmek ve onu “din kardeşi” olarak dost edinmek zorundadır. “İman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İmân 93; Tirmizî, Sıfâtu’l-Kıyâme 56) Müslüman, Müslüman kardeşine dua etmek ve ona kin ve nefret duymamak zorundadır: “Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş olan/ imanda yarışan kardeşlerimizi bağışla ve imana ermiş olan(lardan hiçbiri)ne karşı kalplerimizde bir ğıll’e (kin ve nefrete; yersiz ve uygunsuz düşünce veya duygulara) yer bırakma. Ey Rabbimiz! Sen çok şefkatli ve merhametlisin.” (Haşr 59/10) Müslümanlar arasında savaş çıktığında takınılacak tavır ise, aralarını adaletle düzeltmektir: “Eğer müminlerden iki topluluk birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltiniz; eğer biri diğeri üzerine saldırırsa, saldıranlarla Allah’ın buyruğuna dönmelerine kadar savaşınız; eğer dönerlerse aralarını adaletle bulunuz, adil davranınız, şüphesiz Allah adil davrananları sever.” (Hucurât 49/9)

SORUŞT URMA

Ama tarih boyunca bazı Müslümanlar din kardeşlerini küfürle itham (tekfir) edebilmişlerdir. Cemel ve Sıffin savaşı sonunda hakeme başvurulmasını onaylayan Hz. Ali ve Muaviye ile taraftarlarını tekfir eden Haricilerden günümüze kadar gelen bu çok hatalı ve tehlikeli tutum, İslâm âlimlerinin çoğunluğu tarafından doğru bulunmamıştır. “Ehli kıble tekfir edilemez” diyen İslâm âlimleri, siyasi sebeplerle birbirine muarız olan, meşru halifeye itaat etmeyen ve günah işleyenlerin tekfir edilemeyeceğinde birleşmişlerdir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna inanan kimsenin, bu inancı terk etmedikçe tekfir edilemeyeceği görüşünde birleşen âlimler, “ehli kıble”nin, dinin tüm ilkelerine inandığını kabul etmişlerdir. Öyle ki, 100 ihtimalden 99’u kişinin kâfirliğine, 1’i ise Müslümanlığına imkân tanıyorsa, onun Müslümanlığına hükmetmişlerdir. (Bk: TDV İslam Ans., “Tekfir” md.) Tüm bunlara rağmen günümüzde tekfirci anlayışların varlığını sürdürmesi, ancak “cehalet”le ve İslâm düşmanlarının Müslümanları parçalamaya gizli ve sinsi faaliyetleri ile izah edilebilir. Allah cümlemizi küfre düşmekten ve Müslümanları tekfir etmekten muhafaza buyursun. (Amin.) Sonbahar 2014 I 25


URMA T Ş U R O S

AHMED KALKAN

AHMED KALKAN Kalem-Der

Tekfircilik, Tedavisi Çok Zor Olan Bulaşıcı Bir Hastalıktır 1- Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Tekfir: Kendini Müslüman kabul eden birinin, söylediği bir söz ya da sergilediği bir davranış nedeniyle, İslâm Dini’nden çıktığını söylemeye ve bunu bir hüküm olarak kabul etmeye denir. Her mü’min, hak edeni teslim etmek (Müslüman olduğunu kabul etmek) ve yine Allah’ın kâfir olduğuna hükmettiklerine kâfir deyip tekfir etmek mecburiyetindedir. Buna tekfircilik denilmez. Tekfircilik derken, bazı mü’minleri haksız yere küfre nispet etmeyi kast ediyoruz. Tekfircilik, nassları farklı yorumlayarak, “Müslümanım” diyen ve dinî hassâsiyetleri olan kimselerden bazılarını, hak etmedikleri halde küfre nispet etmek, mü’min olduğunu belirten nice insanın tartışılabilecek zannî delillerle kâfir olduğuna hükmedip bunu açıkça dillendirmektir. Tekfircilik, tepkisel bir tavırdır. Özellikle, düzenin resmî din kurumu Diyanet’in, sapık tarikatçıların ve kime, neye hizmet ettikleri tartışılabilecek hizmet cemaati ve benzerlerinin temsil ettiği ılımlı İslâm anlayışına ve televizyon müftülerine haklı olarak tepki gösteren bazı gençler, dini kendileri gibi algılamayanlara kâfir veya akaidi bozuk diyerek tekfirciliğe meyletmekteler. Din26 I Müslüman Genç Davetçi

lerinde samimi olduklarını, dini esnetip gevşetenlere karşı tavır almalarında haklılıklarını söyleyebileceğimiz tekfirciler, tâviz vermemekle dinde aşırılığı karıştırıp kurunun yanında yaşı da yakmaktadırlar. Tekfirciliğin birçok sebebi vardır. Bunlar içinde grup taassubu ve üstü örtülü olsa da kibir ön sırada yer alır. Sadece kendisinin ve içinde bulunduğu grubun cenneti hak ettiği, diğer fertlerin ve cemaatlerin tümüyle bâtıl yolda olduğunu ve cehennemi hak ettiği inancı yatmaktadır haksız tekfirciliğin kökeninde. Sanki cennet çok küçüktür, başkaları da cennete gitse kendisine yer kalmayacaktır ve Allah’ın rahmetini sanki o dağıtmaktadır. Yeterli ve derinlikli Kitap-Sünnet bilgisine sahip olmadıkları halde, hayatlarını ilme adamış âlimlerin zorlandığı ictihadî konularda çok rahat ve kesin bir dille ahkâm kestiklerine, hak edenlerin yanında, hak etmeyen nice insana da “kâfir” damgası vurduklarına veya kâfir muâmelesi yaptıklarına şahit olmaktayız. Günümüz câhiliyyesinde yaygın, çoğunlukla içinde yaşadığımız İslâm dışı düzenin zorlaması veya yönlendirmesiyle ilgili 4-5 konuyu en temel iman-küfür ayrımı olarak ele alıp istisnâ, zaruret, ikrâh, cehâlet, te’vil gibi hususları yok sayar ve inkârın olmamasını görmezlikten gelirler. Kişiyi veya toplumu küfre nispet etme yö-


AHMED KALKAN

nüyle çok katı ve acımasız bir tavır sergileyerek dinde aşırılığa giderler. Haksız tekfir, yani tekfircilik bir hastalıktır. Tekfir hastalığı muvahhid mü’minlerin birleşmelerinin önünde en büyük engeldir. Tekfircilik anlayışı, Müslüman cemaatleri içten içe kemiren bir virüs olmuştur. İslâmî yorum farklılıkları bizlerin aynı safta olmasını engellememelidir. Tekfir hastalığına yakalanan bir Müslüman için öncelik, Müslümanların ümmet şeklinde birliği ve güçlenmesi değil; kendisinin veya cemaatinin düşüncesi ve diğer Müslümanlarla yaptığı münazaralarda haklı çıkma gayreti olmaktadır. İslamî hükümler, insanların huzuru için vaz’ olunmuş kanunlardır. İnsanlar bu hükümlere sımsıkı sarıldıkları zaman, düşmanlık ortadan kalkar ve herkes kendi ameliyle meşgul olur. Tekfircilik, karşısındakileri (istisnâlar hâriç) affedilmeyecek suçlarından ötürü cehennemlik görürken; onlarla mukayese ederek kendini ve arkadaşlarını yegâne cennetlik insanlar olarak görme yönüyle şeytanın Allah’la aldattığı kesimden olma riskini taşıyor. İslâm, başkalarının günahıyla uğraşmaktan önce, her mü’minin önce kendi hata ve günahlarının affı için gayret etmesini emreder. Kendini kurtaramayan başkasını kurtaramaz. Eteği tutuşan, kendini yanmaktan koruyamayan itfaiyeci, başkasını yakan ateşi nasıl söndürecektir? Gerçi tekfirci, komşudaki ateşi söndürmek yerine, “herkes yanıyor, sen de yanıyorsun!” diye etrafı velveleye vermeyi, herkesi panikletmeyi tercih etmektedir. Ekrem Rasûl şöyle buyurur: “Mü’min, üzerindeki günahı, üstüne yıkılmasından korktuğu bir dağ gibi görür. Münâfık ise, günahını, burnuna konup da oradan uçurduğu bir sinek gibi önemsiz görür.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâmeh 49; Buhârî, Deavât 4)

SORUŞT URMA

Bir yanlışa karşı çıkmanın onlarca yolu vardır. İslâm’ın onaylamadığını düşündüğümüz bir söz ya da davranışın ve bunların sahibinin eleştirilmesi için tekfir dışında lügatlerde yüzlerce kelime bulunabilir. Kaba kuvvet nasıl acziyetin ve aşağılık duygusunun göstergesi ise, haksız tekfir de aynen öyledir. Fikre fikirle karşı çıkmak gerekirken, karşı tarafın delillerinin çok daha güçlü delillerle çürütülmesi gerektiği halde, damgalandırıp yargısız infaza başvurmayı tercih eder tekfirci. Haksız tekfir taraftarının gözünde iki renk vardır: Beyaz ve siyah. Beyaz, üzerine hiç toz konmayan bembeyazdır; siyah da kapkaradır. Tekfircinin mantığı “ya hep ya hiç” şeklinde formüle edilebilecek kumarbaz mantığıdır. Tabii haksız tekfirin neticesi görevden kaçmadır, tekfir edilen grup ve şahıslarla bağları koparmak, onları aşağılayıp tebliğ ve dâveti onlara götürme ihtiyacı duymamaktır. Haksız tekfir, genellikle psikolojik rahatsızlıkları üzerinde barındıran, kişiyi diğer insanlardan soyutlayan, daireyi küçülte küçülte kendisi gibi inananları bile kâfir saydıran anormal tipler oluşturur. 2- Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Hafif zorlama ile bu okuma mümkündür. Tekfir, iftiradır, insan hakkı ihlâlidir, büyük hakarettir, toplum içinde itibarı sıfıra indirmektir, saldırganlıktır. Bedene değilse bile, bedenden çok daha önemli olan ruha darbedir, moral olarak insanı çökertmektir. Psikolojik şiddet uygulamaktır. İnsanı mânen yaralamak, işkence çektirerek öldürmektir.

İslâm’ın Cihad Anlayışı İslâm’ın cihad anlayışı, bambaşka bir şeydir. Cihad; cehdin, yani hayırlı hedefe ulaşmak için tüm gayretin Sonbahar 2014 I 27


URMA T Ş U R O S

AHMED KALKAN

seferber edilmesinin belirişi, insanı insan yapan değerlerin çiğnenmesi durumunda başvurulan her türlü kavga ve savaşın adıdır. Şartları doğmuş bir savaş, insanın yolunu tıkayan engelleri aşmanın olmazsa olmaz şartıdır. Bütün mesele, savaşın şartlarının doğup doğmadığının iyi belirlenmesi ve seyrinin Kur’an’î ruha uygun biçimde ayarlanmasıdır. Cihad ve savaşta birinci gâye, âhiretimiz için bir ticâret yapmaktır (61/Saff, 10-11). Cihadın ve savaşın bazı külfet ve meşakkatleri olsa da, bunlar, insanın acıklı azaptan kurtulması yanında hafif kalırlar. Yolumuzu aydınlatmak için malımızı yakmak, cehennemde yanmamak için gerekirse İbrâhim gibi dünya ateşlerine atılmak, dinimizin izzeti için canımızı incitmek, birtakım zorluklara, sıkıntılara katlanmak gerek. Dolayısıyla canla cihad, yani Allah için savaş, başkalarını öldürüp cehenneme göndermek için değil; nefsimizi ve diğer nefisleri cehennemden kurtarmak için yapılır. Yanmaktan kurtulan hamiyetli insanların yapacağı ilk iş, başkalarının imdâdına koşmak değil midir? Cihad, bu yönüyle, insan kurtarma savaşının adıdır. Eğer birtakım insanların hak ve hakikate ermesine bir başka grup engel oluyorsa bunlarla savaş yapmak da cihaddır. Yeryüzünü sadece Allah’a kulluk yapılan bir mescid haline getirmek için tüm coğrafyalarda zulmün her çeşidine dur demek, globalleşen küfre karşı intifâdayı küreselleştirmektir. Savaşta maksat ne olmalıdır? Bu sorunun cevabını iki maddede özetleyebiliriz: “Bize saldıran yahut saldırıya hazırlanan düşmana karşı kendimizi müdâfâ etmek” ve “zâlim devletlerle savaşarak, insanlığa hürriyet ve hidâyet yolunu açmak.” “Dinde zorlama yok28 I Müslüman Genç Davetçi

tur.” (2/Bakara, 256). Ancak, cennet yolunu zorla kapamak isteyenlere karşı da cihaddan, kıyâmdan başka çare yoktur. Bununla birlikte, sulh/barış daha hayırlıdır (4/Nisâ, 128). İslâm’ın anlamlarından biri de barış ve selâmettir, esenlik ve huzurdur. Canla cihadda, yani Allah için savaşta hedef, öldürmek değil; diriltmektir. Ölü kalpleri diriltmek, sönük fikirleri aydınlatmak, donuk hissiyatlara can vermek. İnsanları yurtlarından etmek değil; onlara ebediyet yurdunu kazandırma gayretidir cihad. Bu diriliş hareketinin önüne çıkanlar ölümü hak etmiş olurlar. Çokların hayat bulması için, belli bir azınlığın ölmesi gerekiyorsa buna da “evet” dememiz gerek. Aksi halde çoğunluğa zulmetmiş oluruz. Elmalılı Hamdi Yazır, savaşı, ıslah harbi ve ifsâd harbi diye ikiye ayırır ve mü’minlere emredilen savaşın ıslah harbi olduğunu beyan eder. Cihada çıkan mü’minleri de “azâba hak kazanmış bir kavme Hakk’ın azâbını tatbik etmeye memur bir el” olarak görür. O halde, savaşı bir ibâdet anlayışıyla yapmak ve bu ibâdetin kurallarına en ince ayrıntılarına kadar uymak gerekiyor. “Antlaşma yaptığınızda Allah’ın ahdini yerine getirin.” (16/Nahl, 91) emrine uyulacaktır. “Size savaş açanlarla Allah yolunda çarpışın. (Allah’ın koyduğu) Sınırları aşmayın. Çünkü Allah, haddi aşanları sevmez.” (2/Bakara, 190) fermânına kulak verilecek, his ve hevese kapılmaktan, aşırı gitmekten sakınılacaktır.

Terör veya Saldırganlık ile Cihadın Birbirine Karıştırılması Birbirinden çok farklı şeyler olan, biri beşerî biri Rahmânî, biri yıkma biri yapma, biri ifsâd biri ıslah anlamında biri cehennemi biri cenneti çağrıştıran çok farklı iki kavramı bile maalesef birbirine karıştırma becerisini(!) gösteren insanlar çıkabiliyor. Saldırganlık ve cihad/kıtâl kavramları biri İslâm’ın düşmanları, diğeri İslâm’ın akılsız dostları tarafından olmak üzere iki şekilde karıştırılmaktadır. İslâm ve hak düşmanları, Müslümanların saldırgan ve işgalci düşmanlara karşı kendilerini ve dinlerini savunmalarını terör diye damgalarken, cihadla terörü karıştırmış olmakta veya kasden birbirine tümüyle zıt iki şeyi aynı göstermeye çalışmaktalar. Bazı akılsız dostların iyi niyetle de olsa cihad zannıyla bazı saldırgan tavırlar takındıklarını veya bu iki farklı konuyu zihinlerinde kesin hatlarla tam ayıramadıkları da görülen bir vâkıadır. Bir kimseyi tekfir etmek, ne demektir? Kendisine


AHMED KALKAN

SORUŞT URMA

selâm verilemeyecek, dostluk ve samimiyet kurulamayacak, gönülden sevilemeyecek, kız alıp verilemeyecek, ortaklık gibi yakınlık isteyen ilişkilere girilemeyecek, cenazesine katılınamayacak ve evliyse eşiyle nikâhı düştüğünden devamlı zina ediyor hükmü verilecek, âhirette de sonsuz bir şekilde ceza çekecek, ebedî cehennemde kalacak şeklinde bir hüküm verilmiş olmaktadır. Böyle bir hüküm öyle alelusûl verilemez. Bir kimseye “kâfir” demekten daha küçük bir isnad olan meselâ “fâhişe” demek, hangi şartlarda mümkündür? Kendimizle birlikte üç güvenilir müslümanın da apaçık şekilde zina fiilini işlerken görmediğimiz ve hepimizin şahitlikte ısrar etmeyeceği bir durumda ettirmeyin.” (Buhârî, İlim 11; Müslim, Cihad 5) “fâhişe” demenin dünyada bile cezaya çarptırılacağı Bu hadisler, aslında normal şartlarda bile, kişinin söz konusudur. Meselâ, bir adamın diğer bir adamı birini tekfir etme hususunda çok dikkatli, ölçülü ve öldürdüğüne şahit olsak, bu adamın hangi şartlarda o ihtiyatlı olması gerektiğini bildirir. Günümüzdeki gibi suçu işlediği, olayın içyüzünde başka ne tür durumlar her şeyin anormalleştiği, hakkın bâtıl, bâtılın hak diye olduğu uzun uzadıya, şahitlerle, savunmalarla ortaya öğretildiği, anlatıldığı, yaşandığı bir toplumda tekfir konulur, uzunca mahkemesi sükonusuna daha fazla ihtiyat gösrer ve sonunda onun suçlu olup terilmelidir. olmadığı da bizim tarafımızdan 3- Tekfirciliğin duygu ve düdeğil, hâkim tarafından karar şünce haritasını çizmek istersek verilip hükme bağlanır. Öyle bir karşımıza nasıl bir tablo çıkmakdurumda bile, İslâm’ın hâkim oltadır? “Bir kimse diğerine, ‘kâfir’ madığı topraklarda had dediğimiz Tekfirciliğin değil de, tekfircidediği zaman, bu ikisinden biri ağır cezalar uygulanmaz. Çünkü nin duygu ve düşünce haritasını kâfir olur: Eğer dediği kimse ortam, haramları işlemeye çok çizmeye çalışayım: Samimi ama kâfir ise, adam doğru elverişlidir. Haramlara ve küfbağnaz, dindar ama fanatik, ibasöylemiştir; yok eğer ona re gidecek yollar (İslâm devleti dete düşkün ama kendi cemaaolmadığı için) tıkanmamıştır. Bu tinden olmayan mü’minlere düşdediği gibi değilse, ona söyhükmün ağırlığından dolayı siz de man, nice muvahhid mü’minlere lediği küfür sözü kendine bilirsiniz ki, Rasûlullah, bunun çok döner (söyleyen kâfir olur).” sert, ama İslâm düşmanlarına, sorumluluk isteyen bir hüküm oltâğutlara ses çıkarmayan bir (Buhârî, Edeb 73; duğunu belirtir: portre… Müslim, İman 111) “Bir kimse diğer bir kimseyi Bütün tekfircilerin psikolojik fıskla veya küfürle itham etmedurumları ve yetiştikleri şartlar sin. Aksi takdirde, itham edilen birbirine oldukça benzer: Bastırılarkadaşında bunlar yoksa kelime mış duygular, doyumsuzluk, belli (itham ettiği sıfat) kendine döndübir yaştan sonra İslâm’ı tanımak, rülür.” (Buhârî, Edeb 44) yarı okumuşluk, işinde ve faali“Bir kimse diğerine, ‘kâfir’ dediği zaman, bu ikisinyetlerinde genellikle başarısızlık, toplumsal ilişkilerde den biri kâfir olur: Eğer dediği kimse kâfir ise, adam soyutlamanın getirdiği yalnızlık, sakin görünüm altındoğru söylemiştir; yok eğer ona dediği gibi değilse, da, uygun bir ortam ve beyin yıkayıcı bir öncü buldukona söylediği küfür sözü kendine döner (söyleyen kâfir larında her biri, dilini kılıca dönüştürebilecek ve o kılıcı olur).” (Buhârî, Edeb 73; Müslim, İman 111) da daha çok İslâmî çalışma yapan dâvâ insanlarına “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret karşı kullanacak bir karakter… Sonbahar 2014 I 29


URMA T Ş U R O S

AHMED KALKAN

Tartışma ortamı ve münazara meclisleri oluşturmayı çok sever. Tartışma onun kendini ispat etme aracıdır. Katı ve dışlayıcı tutumu ile; kendini topluma, halka, aileye, eşine, çocuklarına kapatır. Hisleri kendisini yönlendirir; akıl ve ilim değil. Böylece, bunalımlı ve uyumsuz bir psikolojik ruh yapısına bürünerek Müslümanların arasında tekfir fitnesinin tohumlarını atar. Özellikle “kâfire kâfir demeyen kâfirdir” anlayışıyla, kendilerinin yanlış yorumlarla küfür veya kâfir kabul ettiklerine küfür gözlüğüyle bakmayan kimseleri Müslüman kabul etmeyip zincirleme tekfir gibi bir cinayeti rahatlıkla işleyebilen bir anlayış… Tekfirciliğin tarihteki ilk temsilcisi olan Hâricîlik; serkeşlik, itaatsizlik, disiplin dışına çıkma anlamlarını taşır. Hâricîler, oldukça fanatik insanlardı. Beyinleri yıkanmıştı. Yanılgıya düşmelerindeki en önemli etken, onların aşırı tutucu olmalarından kaynaklanıyordu. Bunun bir sebebi de onlardaki bedevîlik ruhuydu. Yaşadıkları yalın hayat, kültür kıtlığı ve nasların zâhirine göre hüküm vermek de bu taassubun nedenleri arasında sayılabilir. Bununla beraber Hâricîlerin iki özelliği vardı ki, dost-düşman herkes kabul ederdi: Takvâ ve Cesaret. O kadar çok namaz kılarlardı ki alınları, dizleri ve dirsekleri nasır tutmuştu. Ölümden de asla korkmazlardı. Bilinçli veya bilinçsiz onların izini takip eden, kendilerini onlardan saymasalar da o izi takip eden tekfircilerde de bu özellikler değişen oranlarda da olsa mevcuttur. Tekfirci bir Müslüman; cemaatinin, ağabeylerinin veya okuduğu kitapların etkisiyle farklı insanları kolay30 I Müslüman Genç Davetçi

ca tekfir edebilme cesaret ve cür’etini kendinde rahatlıkla görebiliyor. Bir âlimin hüküm vermekte zorlandığı hususlarda kendinden çok emin şekilde fetvalar, hükümler veriyor ve nice insanı tekfir ederken hiç rahatsızlık duymuyor. Hep haklı olduklarına inandıklarından, ister avamdan biri olsun, isterse âlim, onlar için fark etmez; saatlerce sert tartışmalara girerler ve karşısındakilere kendi görüşlerini kabul ettirmeye çalışırlar. Kabul etmeyince de tekfir silahını çıkarıp kalbine ateş ederler. Çoğunlukla ehliyetsiz ve yetkisiz olarak genelleme de yapmak sûretiyle isabetsiz tekfîr suçlamasında bulunarak ahlâkî ve hukukî açıdan sorumsuzca davranabiliyor. Bunun sebebi olarak tâğutî düzeni, zâlim ve istismarcı yöneticileri, mürcie anlayışını, hurafeci veya modernist din yorumlarını, dün tevhid diyen nice cemaat ve önderlerinin bugün düzeni ve iktidarı savunacak şekilde savrulmaları, taviz üstüne taviz vermelerini göstermek mümkün. Heyecanlı şekilde gençliğin ve ilimsizliğin cesaretiyle radikal ve fanatik tavır alarak “lâ ilâhe illâllah” diyenleri cehenneme göndermekten hoşlanıyor görüntüsü vermektedir. Hiç de kolay bir hayat olmasa gerek tekfircinin kendisini mecbur ettiği yaşayış: Akrabalarıyla, en yakınlarıyla ilişkisini kesecek, kendi fikirlerini kabul etmiyor diye belki sevdiği karşı cinsten birinin evlenme teklifini reddedecek, kendi cemaatinden olmayan birinin arkasında namaz kılmayacak, kestiğini yemeyecektir. Ona borç vermeyecek, ona en ihtiyaç duyulan anlarında


AHMED KALKAN

SORUŞT URMA

bile yardımda bulunmayacak, onunla hiçbir zaman tün tavırları, tutumları, konuşma şekilleri ilkel ve itiherhangi bir işbirliğine girmeyecek, ölünce cenazesicidir. Çağrı şekilleri şu âyette tavsiye edilen hikmetli ne katılmayacaktır. Kolayına gelen hevâî fetvalar da üslûba tamamen aykırıdır: “Sen, Rabbinin yoluna hiktabii: Müslüman olmadıklarına hükmettiğinden dolamet ve güzel öğütle dâvet et/çağır ve onlarla en güzel yı kâfirlerin mallarının ve İslâmî bir devlet olmadığı, şekilde mücâdele et. Rabbin, Kendi yolundan sapanları tâğûtî bir düzen olduğu için devlet malının çalınmasının en iyi bilendir ve O, hidâyete erenleri de çok iyi bilir.” câiz olduğunu ileri sürmek gibi… Devletin olduğu var(16/Nahl, 125) sayımıyla elektrik, su, belediye otobüsü vb. kullanım4- Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak larda sahtekârlık ya da hile ile de olsa bu tür hırsızlıkta görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? sakınca olmadığını iddiâ etmek… Bu anlayış ve tavır, Evet, tekfir olgusunu bir nassı değil, çok sayıda nasne insanlığa sığar ne İslâm’a. Sası anlama sorunu olarak görüyovaşla normal hali, ganimetle hırrum. Bütün problemler Kur’an’ı sızlığı, dâru’l-küfür ile dârul-harbi doğru anlamamaktan ve bütün(savaş yurdunu) karıştırmaktır cül olarak değerlendirmemekten bu. İslâm’ı da, sosyal yapıyı da kaynaklanıyor, diyebiliriz. Yukarıbilmemektir. Dâvâya da büyük daki açıklamalarımda bazı örnekTekfir olgusunu bir nassı de- ler verdiğimi sanıyorum. zarar sözkonusudur. ğil, çok sayıda nassı anlama Suud’un yazdırıp bedava da5- Tekfir olgusunun ümmete sorunu olarak görüyorum. ğıttığı kitapların, internet siteledün ve bugün itibariyle düşünsel rindeki üslûbu çok sert yazıların, ve pratik maliyetleri hakkında neBütün problemler Kur’an’ı bir-iki ağabeyin ve sloganların ler söylenebilir? doğru anlamamaktan ve etkisinde kendilerine ait bir dünHz. Ali ile savaşmaktan başbütüncül olarak değerlendiryaya çekilmiş bir fotoğraf… Bir layıp ümmetin manevi kanını memekten kaynaklanıyor, kısmı tâğutlara da karşı çıkarken, devamlı akıtmak demek olan ondiyebiliriz. çoğunluk itibarıyla İslâm düşları cehenneme yollamaya kadar manı olan zâlim ve emperyalist 1400 senelik problem. Konuyu kâfirlerle, tâğutlarla uğraştıkları deşersem, bundan sonraki cevapek görülmeyen bu tipler, aslında ba fazla yer kalmayacak. bir çıkar için değil; din gayretiyle 6- Hassaten Müslüman gençMüslümanlarla uğraşmaktalar. lere işbu hastalık/fitne bağlamınNiyetlerinde samimi olduklarına da ne gibi nasihatleriniz olabilir? kesinlikle inandığımız bu kardeşlerimiz usûl ve üslûp Tekfirciyi, adam kurtarmaya kalkarken, niyeti adam yönüyle de çok kırıcı olabilmekte, tekfir kılıcını (ve sakurtarmak olduğu halde, bilgisiz ve usulsüz olduğunpık ithamını) bütün etrafına savurup karşılarına kim dan adamı öldüren kimseye benzetebiliriz. Ama bu, çıkarsa ondan nasibini almaktadır. İlimsiz gayret, çoğu bir kez değil, her kez olursa, “aman kardeşim! Sen zaman kişiyi aşırılığa götürmektedir. Elbette nice itidalönce eski öldürdüğün kimselerin hesabını ver, bırak li selefî kardeşimiz olduğu gibi, selefî geçinen (aslında kurtarmayı, önce kendini kurtar” denilmesi gerekmez bizim onların selefî oldukları iddialarını kabul etmediğimi? Dâvet ve tebliğ bilincine sahip emr-i bi’l-ma’rûf ve miz) tekfircilerin dışında nice tekfirci bireylerin (ve az nehy-i ani’l-münker göreviyle mükellef olduğunu düda olsa tekfirci cemaatlerin) varlığı da bir vâkıadır. şünen her dâvâ eri, bazı mesleklerin özelliklerine sahip Tekfîrcinin, muhâtabına karşı girişebileceği en hafif olmak zorundadır. Tekfirci, tekfirciliği bırakmadan bu yaptırım ise ondan ilişiğini tamamen kesmektir. Onun mesleklere sahip olamaz. Eğer samimi ise, tekfiri tekzihnindeki çözüm budur. Fetvâsını da çoğu kez kendisi fir etmeli; insanlara tatlı dille ve güler yüzle, ihtilaflı verir, kendisi uygular. Bazen de bir ağabeyinin etkisiyle konuları değil, kafaya çivi çakar gibi değil; tatlı şekilde bu cinayeti işler. güzel bir tarzda anlatabilmektir marifet. Tekfircileri de Bu radikal akımın günümüzdeki temsilcilerinin bübu marifete çağırıyorum. Sonbahar 2014 I 31


URMA T Ş U R O S

HALİL KAYA

HALİL KAYA Hikmet Vakfı

Tekfir nedir? Tekfir: Bir Müslüman’ı veya Müslüman kabul edilen bir kimseyi küfre nispet etmek; bu kimsenin küfre girdiğini söylemektir. Tekfir, daha önceden kendi isteği ile İslam’ı kabul eden ya da Müslüman ana ve babadan doğan, kendisi hakkında İslam hükmü sabit olmuş kişi hakkında kullanılır. Tekfir çok önemli ve dikkat isteyen bir konudur. Zira hangi inanış, söz ve hareketin mümin bir kişiyi iman dairesinden çıkaracağı ve küfre düşüreceği bilinmelidir. Yani bu konuda ilim sahibi olmak gerekmektedir. Ayrıca kişinin ne çeşit bir inanç, söz ve davranış sebebiyle tekfir edildiği ortaya konmalı ki bu şahsa ait hükümleri uygulamak mümkün olsun. Bu hükümler uygulanamıyorsa o zaman nasıl bir tavır içine girileceği belirlensin. Müslüman olduğu bilinen birini tekfir etmek çok güç ve nazik bir meseledir. Çünkü, bir şahsı tekfir etmek onun dünyada bazı haklardan mahrum olmasına sebep olmaktadır. İslam’ın hakim olduğu toplumlarda tekfir hukuki bir konudur. Böyle toplumlarda tekfir ancak, mürted olan (Dinden dönen) biri için kullanılır. İslam’da irtidat etmenin cezası çok şiddetlidir. Naslar mürtedin öldürülmesinin gerektiğini bildirmektedir. Kay32 I Müslüman Genç Davetçi

naklarda mürtedin hukuku ile uzun uzadıya hükümler belirtilmiştir. İrtidat edenin durumu naslarda şöyle açıklanmaktadır: “…Sizden kim, dininden döner ve kâfir olarak ölürse, işte onların dünya ve âhirette amelleri boşa gitmiştir. İşte cehennemlikler onlardır. Onlar orada ebedî olarak kalacaklardır.” (Bakara suresi, 2/217) “İman edip sonra inkâr eden, sonra imân edip tekrar inkâr eden, sonra da inkârlarında ileri gidenleri Allah ne bağışlayacak ne de doğru yola eriştirecektir.” (Nisa suresi, 4/137) “Dinini değiştireni öldürün.” (Sahih-i Buhârî) Bir hadis-i şerifte de şöyle buyurulur: “Müslüman bir kimsenin kanı şu üç durumda helal olur. Zina eden evli kimse, nefse karşılık nefsi ve İslâm toplumundan ayrılarak dinini terk edeni öldürmek.” (Buhârî, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn-i Mâce, Dârimî) Dinden dönene önce dine dönmesi tebliğ edilir. Dine tekrar dönmezse cezalandırılır. İrtidad: Müslüman’ın dinden çıkması anlamına gelir. Dinden çıkana mürted denilir. Bu itibarla tekfir bir şahsın başkaları tarafından küfrüne hükmedilmesi, irtidad ise kişinin kendi irade ve ifadesiyle İslam’dan ayrılması


HALİL KAYA

SORUŞT URMA

ve İslam hukuk düzeni tarafından da mürted sayılması disine döner.” (Buharî; Müslim) buyurulurken, bir başka demektir. Hadis-i şerifte de şöyle buyurulmuştur: Bir Müslüman’ın kafir olduğuna hükmedilmesi onu “Bir insan Müslüman kardeşine ey kafir diye hitap etpek ağır dünyevî sonuçlara, müeyyide ve mahrumiyettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şalere mahkum etmek anlamına geldiğinden, tekfir konuyet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene sunda çok titiz davranmak gerektiği açıktır. Bu, bireysel döner.” (Buharî; Müslim) bir isnat ve iddia anlamındaki tekfir için de toplumsal Hadislerden de anlaşılacağı gibi bir kimseyi küfürbir yargı anlamındaki irtidad için de böyledir. Gelişi güzel le itham ederken göz önünde bulundurulması gereken tekfir iddialarına dayanılarak irtidad hükümleri uygulahusus, o kimsenin küfür olan bir inancı gönülden benimnamaz. sediğinin iyi tespit edilmesidir. Muhatap küfrü açıkça beİslam kültüründeki tekfir ve irtidad kavramları, din nimsemiyorsa, onun inanç, söz veya davranışı ile küfre ve vicdan hürriyetinin sınırlandırılması ve tehdit altında girdiğini söyleme konusunda temkinli olmak gerekir. Hz. tutulması değil, toplumun ortak Peygamber’in anılan tavsiyelerini değerlerine ve dinî inançlarına kargöz önünde bulunduran alimlerişı alenî saygısızlık ve saldırganlığı miz “ehl-i kıbleden olup da günah önleme, toplumda gerekli olan işlemiş bulunan bir kimseyi bunhuzur ve sükunu güvence altına dan dolayı tekfir etmemeyi” Ehl-i alma, nesilleri inkarcılığın olumSünnet’in temel prensipleri araBir Müslüman’ın kafir olduğu- sında zikretmişlerdir. suz etkilerinden koruma, tekfir edilen şahsa gerekli yaptırımların na hükmedilmesi onu pek ağır İfrat Ve Tefrit uygulanmasıyla da kamu vicdanı dünyevî sonuçlara, müeyyide Rabbimiz bizden aşırılıktan kaaçısından adaleti gerçekleştirme ve mahrumiyetlere mahkum çınmamızı, orta yolu takip eden, gibi gayelere matuf bir tedbir ve etmek anlamına geldiğinden, vasat bir ümmet olmamızı istetoplumsal sağduyu refleksi nitetekfir konusunda çok titiz mektedir. Kur’an-ı Kerim’de şöyle liğindedir. davranmak gerektiği açıktır. buyurmaktadır: Yersiz yapılan tekfir, fert açısın“İşte böylece sizin insanlığa dan ağır sonuçlar doğurmasının Gelişi güzel tekfir iddialarına yanında toplum hayatında kapatıdayanılarak irtidad hükümleri şahitler olmanız, Resûl’ün de size şahit olması için vasat (orta yolu lamayacak yaraların açılmasına, uygulanamaz. takip eden) bir ümmet kıldık...” birlik ve bütünlüğün zedelenme(Bakara suresi, 2/143) sine ve parçalanmaya sebep olur. Müslüman, bütün işlerinde ifÇünkü bu durumdaki bir kimse, rat ve tefritten kaçınmalıdır. Çüngerçek durumunu Allah bilmekle kü Peygamber efendimizin (s.a.v) birlikte, toplumda Müslüman mudediği gibi “Aşırı gidenler helak amelesi görmez, selamı alınmaz, oldular.” (Müslim, Ebu Davud) bu nedenle gerek itikadıkendisine selam verilmez, kestikleri yenilmez. Müslümızda, gerek amellerimizde orta bir yol tutarak ifrat ve man bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldütefritten kaçınmalıyız. ğünde cenaze namazı kılınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez. Tekfir bu denli ağır sonuçlar doğurduğu içinYeni Tekfirci Anlayışlar dir ki, Hz. Peygamber Medine toplumunda, münafıkların Yakın geçmişimizde Mısır’da ortaya çıkan “Et Tekfir varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiştir. Vel Hicre” grubu tekfir cemaati olarak bilinmekte ve Pek çok Hadis-i şerifte “Ben Müslüman’ım” diyen kiherkesi tekfir etmektedirler. şiyi küfürle suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir Bir de buna ilave olarak Selefçi-Vahhabi çizgisinde Hadisi şerifte: olan bir sınıf var ki bunlar ameller imandan bir cüzdür “Kim bir insanı kafir diye çağırırsa yahut öyle olmaderler ve düşünce olarak da haricilere yakındırlar. Büyük dığı halde ey Allah’ın düşmanı derse söylediği söz kenSonbahar 2014 I 33


URMA T Ş U R O S

HALİL KAYA

günah işleyenleri tekfir ederler. Hükmü apaçık belli oldeğerlerine davet etmişler. Onunla amel etmenin terkini mayan, yani muhkem olmayan, kapalı, başka manalara de günah bilip, bunu insanlara anlatmışlardır. İşte bütün da gelebilecek olan müteşabih ayetleri kendilerinin anlagünahları, suçları buydu. İşte bundan dolayı zalimler dığı şekilde anlamayanları tekfir ederler. korkutma, azap etme ve korkunç bir şekilde cezalandırMüslümanlar özellikle tekfir meselesine çok dikkat ma yolunu tutmuşlardır. etmek zorundadırlar. Hadis-i şeriflerde geçtiği üzere Bu gençleri böyle tekfirci bir anlayışa sevk eden hueğer tekfir ettikleri kimseler kâfir değillerse bu söz, söysuslar şunlardı: leyen kimseye dönmektedir. 1. Fasık. facir, dinsiz ve inkârcılar hiçbir engelleme ve Tekfir düşüncesine iltifat edenlerin çoğunluğu gençsorgulamaya maruz kalmadan serbest bir şekilde, hiçbir lerden oluşmaktadır. Bu gençler, akidede kardeşleri yaptırıma da uğramadan dolaşıyorlar. Hatta kitle iletişim olan, ancak baskı ve zulme beraber direndikleri hatta araçları da bunların hizmetindedirler. Bu imkânlarla indavet konusunda hocaları olan kardeşlerle dahi beraber sanları diledikleri şekilde küfür, fısık ve isyana yönlendinamaz kılmıyorlar, onları dahi tekfir ediyorlar. riyorlar. Gerçi bu aşırı tutumun sebebini 2. Bu gençlere işkence edenlearaştıran biri için neden böyle olrin ne imanlarının, ne takvalarının, duğunu öğrenmek zor değildir. Bu ne de insaf1arının olmaması, hatta genç kuşak, böyle talihsiz bir yöne içlerinden bazıları açık ve aleni bir yönelmiştir. Tekfir topluluğunun şekilde (Hâşâ sümme hâşâ) “ben bu yöne yönelmesinin sebepleri sizin Allah’ınızı zindandan kovdum, Tekfir düşüncesine iltifat şunlardır: Mahkûmlara din, ahlak, varsa rabbiniz çağırın bakalım da edenlerin çoğunluğu gençler- kurtarsın sizi” şeklinde sözler sarf kamu ve insan vicdanına sığmaden oluşmaktadır. Bu gençyacak tarzda vahşice işkence edilediyorlardı. miştir. 3. Bu koşullar altında yazıller, akidede kardeşleri olan, Bu gençler suçsuz oldukları mış, yeni bazı eserlerin varlığı da ancak baskı ve zulme beraber halde evlerinden alınıp azap merbu düşünceyi desteklemiştir. Bu direndikleri hatta davet kokezlerine götürülmüşlerdir. Hiçbir kitaplardaki güçlü ve tesirli ifadenusunda hocaları olan karbeşerin tahammül edemeyeceği ler, tekfirci zihniyetin kökleşmesini deşlerle dahi beraber namaz bin bir türlü kahır, zulüm, zillet, sağlamıştır. Böylece bu topluluk kılmıyorlar, onları dahi tekfir şiddet ve aşırılık tabiatıyla basılan eza, cefa, eziyet ve mihnete maruz bırakılmışlardır. kitaplardaki bu fikirleri kucaklayıp ediyorlar. Bedenlerin ezaya uğratılması, insanlara cemaat ve fert olarak nefislerin tahkir edilmesi, akılların karanlık ve puslu bir zaviyeden istihfafa uğratılması, kişiliklerinin bakmışlardır. ezilmesi, insaniyetin zillete uğraOrtaya atılan ilk sual şuydu: tılması gibi hiçbir kalemin tasvir şiddet, baskı, cüretkârca eziyet edemeyeceği, hiçbir aklın da taederek, bize her türlü azabı tattısavvur edemeyeceği bir baskıyla karşılaşmışlardır. ran bu güruhun hükmü nedir? Dahası bize ölünceye kaPeki, bunların hepsi neden? Neden bu gençler böyle dar işkence edenlere bu emri verenlerin hükmü nedir? İnsan dışı muamelelere maruz kaldılar? Hâlbuki bu gençBiz, bu Cehennem gibi cefalara Allah’ın hükmünden başlerin tek suçu, rabbimiz Allah’tır deyip, İslam’ı bir hayat ka bir şeye çağırmadığımızdan dolayı uğratılıyoruz, tek nizamı olarak benimsemekten başka bir şey değildi. suçumuz budur. Zorla kimsenin hakkına tecavüz etmemiş, şer mevzuları Aslında onlar sorularının cevabını da hazırlamışlardı. düşünüp, günah ve fücur üzere toplanıp suç olacak bir iş “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyenler kâfirdir.” işlememişlerdir. Peki, ne yapmışlar? Yaptıklarının hepsi (Maide suresi, 44) gibi ayetlerin zahiri bilgilerinden yola İslam’ı hayat nizamı olarak kabul etmeleri ve bu zalimçıkarak aynı zamanda Rasulullah’ın, “bazı amelleri terk lerin zulmüne razı olmamalarıdır. Bunlar İslam’ın yüce edenlerin kâfir olacağını söylediği” hadisleri alarak, gö34 I Müslüman Genç Davetçi


HALİL KAYA rüşlerine delil de getiriyorlar. İşin burasında durup yetinseler iyi, burada durmuyorlar. Kendileriyle bu tekfir hususunda aynı çizgide durmayanları, kendilerini bu meselede desteklemeyenleri de tekfir ediyorlardı. Tabiatıyla bu nasların birçoğu delalet açısından; bu delillerden daha güçlü delillerle çatıştığı için Ehl-i Sünnet tarafından tevil edilmiştir. Buna rağmen bu tekfirci grup, kendilerine bu konuda kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir etmiş ve şöyle demişlerdir: “Bu yöneticileri tekfir etmeyenler ve onlara dostluk besleyenler de kâfirdir. Çünkü kâfirlerin, kâfir olduğunda şüphe etmek de küfürdür. Bu müşriklerin, Yahudilerin, Hıristiyanların, Mecusi ve benzerlerinin kâfir olduğundan şüphe etmek gibidir. İşin burasında tekfir edilen insanların sınırı iyice genişliyor, işin tabiatı burada yöneticilere dostluk besleme ve onların hükmüne rıza gösterme ile sınırlı kalmıyor. Bilakis kim bu hususta su-suyorsa o da kâfirdir diyorlar. Bu da tüm insanları kuşatan bir durumu ortaya çıkarıyor.

Kadı değil davetçiyiz Bu kötü ve çirkin düşünceler bazı zamanlarda birbirlerini dahi tekfire kadar götüren düşüncelerdi. Üstat Hasan el-Benna Talim risalesinin 20. bahsinde bu itidal içeren kaideyi tayin ediyor ve bunun uyulması gereken bir kural olduğunu söylüyor. Bu temel kural; İslam’ın iyi anlaşılması için öğrenilip anlaşılması gereken bir kuraldır. Kural şu açık ifadelerle ortaya konuyor: “Biz şahadet cümlelerini ikrar eden ve onun gereklerini yanlış ya da doğru herhangi bir şekilde amel eden, hiçbir Müslüman’ı tekfir etmeyiz. Dinin zaruri esaslarını inkâr edip Kur’an’ın sarih ve açık naslarını yalanlamadıkça. İslam’ın düsturlarını, Arapça kurallarının ihtimal vermeyeceği alanlara çekip sapkınlık yapmadıkça veya küfürden başka bir tevil gerektirmeyecek bir amel yapmadıkça kimseyi tekfir etmeyiz.” İhvan-ı Müslimin’in mürşidi, sabır timsali, fakih Üstat Hasan el-Hudaybi’ye bu tekfir meselesi ulaştığında, o hücresinde bu yönelişleri reddedip hareketin hattını ve fikrini şu şekilde ilan etti ve dedi ki: “İhvanın bu konudaki duruşu. Ehl-i sünnetin durduğu yerdir.” Şu veciz sözüyle de meselenin daha iyi anlaşılmasını sağladı: “Biz kadı değil davetçiyiz.” Bu ifade İslam’ı kendilerine din edinip, çalışan gayretkeşlerin bir şiarı olmuştur. “Biz kadı değil davetçiyiz.” Kadı ile davetçi arasında büyük fark vardır. Kadı, in-

SORUŞT URMA

sanların aleyhine veya lehine hükmetmek için ciddi bir araştırma içine girer. Onların beraatına veya cezalandırılmalarına hükmetmek için, onların durduğu noktayı iyi araştırır. Asıl olan beraatı zimmet (kişinin suçsuzluğu) olmasına rağmen Kadı’nın katında bir mesele için gelen kişi aksi ispatlanana kadar her kes itham altındadır. Davetçiye gelince o, herkesi davet eder, herkese tebliğ yapar, herkese öğretir. İslam kelimesini ilan eder ve her insanı ona çağırır. Dalalette olan onunla hidayet bulur, asi olan tövbe eder, cahil olan onu öğrenir. Hatta kâfir olan onunla Müslüman olur. Davetçi hata işleyeni yargılayıp cezalandırmaz, Bilakis onun hidayetini arzular. Küfür halini açıkça ortaya koyanlar hakkında bütün bu ihtiyatlı duruşlar söz konusu iken nasıl olur da biri kalkıp “La ilahe illallah Muhammedun Rasulullah” diyen ümmet-i İslam’ı tekfir etmeye cüret edebilir. Bu insanlar her ne kadar Salih amel ile istenmeyen amelleri birbirine karıştırsa bile bu kadar cüretkâr hüküm verilemez. Kelime-i Şehadeti ikrar etmeleri, kanlarını ve mallarını masum kılmalarına yeterlidir. Bizim işimiz zahirle ilgilidir. Bizler gizli niyet okuyucular olamayız, olmamalıyız. Onların hesaplarını görücü olarak Allah onlara yeter. Kalbinde sakladığı gizli hallerine Allah yeterlidir. Mütevatir derecesinde; her şeyi açıklayan sahih Hadis-i Şerif’te Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmaktadır: “Ben insanlar La ilahe illallah Muhammed’un Resulullah” deyip teslim oluncaya kadar onlarla savaşmakla emrolundum. Eğer bunu söylerlerse benden kanlarını, mallarını korumuş olurlar. Ancak şer’an işlenen suçtan dolayı verilen cezalar hariç. Onların hesabı Allah’a aittir.” (Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim)

Tekfirin Tehlikeleri Herhangi bir insan hakkında kâfirdir diye hüküm vermek ciddi ve tehlikeli bir iş olduğundan tekfir konusunda Sonbahar 2014 I 35


URMA T Ş U R O S

HALİL KAYA

itidalli olmamız gerekiyor.Bu tehlikelerden bazıları şöyle sıralanabilir: 1. Tekfir edilen kişinin karısıyla bir arada kalması helal değildir. Aralarının tefrik edilmesi gerekmektedir. Çünkü icma ile sabittir ki kâfir biriyle Müslüman bir kadının beraber kalmaları caiz değildir. 2. Çocuklara da küfrünün sirayet etmesinden korkulduğundan bu konuda ona güvenilmez. Bunun için çocuklarının onun sorumluluğunda kalması caiz değildir. Çocukları İslam ümmetinin emanetleridirler. 3. İslam dininden ayrılması, açık bir inkâra küfre sapması, açık bir ridded halinde olması onunla İslam toplumu arasındaki dostluk, velayet ve yardımlaşma bağını koparmıştır. Onunla bütün ilişkiler askıya alınır. Toplumsal bir tecridi hak etmiştir. Ta ki yeniden doğru yola girinceye kadar bu böyle devam eder. 4. Tekfir edilen kişi İslam mahkemesinde yargılanır. Mürted hükmü verildikten sonra zihinsel şüphelerinin giderilmesi için ikna edilmeye çalışılır. Fayda etmezse hüküm infaz edilir. 5. Ölünce Müslümanlara uygulanan hükümler ona uygulanamaz, Cenazesi yıkanmaz, namazı kılınmaz, Müslümanların kabrine defnedilmez. Onun mirasçılarına varis olamadığı gibi ona da başka varisler mirasçı olamazlar. O küfür üzere öldüğü için Allah’ın lanetini hak eder. Rahmetinden kovulur. Cehennem ateşinde ebedi kalıcıdır. Tekfirci guruplar çok aşırıcıdırlar. Tekfirciler şer’i nass ve delillerden kendi görüşlerine muhalif olanlarından yüz çevirerek tevilde yanlış yol tutarlar. Delil olmayacak şeyleri delil getirerek eski ve yeni kendi görüşlerine muvafık olmayan insanları hatta ulemayı hata içinde görürler. Kendilerinin müctehid imam olduklarını sanarak ümmetin halef ve selefiyle üzerinde İcma ettikleri hususları hiçe sayarak birey ve cemiyet olarak toplumu tekfir ederler. Yukarıda zikrettiğimiz açık ve kapsamlı deliller, görebilen her kişiyi kardeşlerini tekfir etme hususunda düştüğü yanlışlarını ve hatalarını anlamaya sevk eder. Maazallah bu zihniyet helak edici, ucube bir şeydir. Helak edici bir gurur, zarar verici bir aşırılıktır. Bu zihniyetin kaynağı Allah’ı bilmeme insanları ve nefsi tanımamadan kaynaklanan, cehaletten başka bir şey değildir. Allah, nefsini bilen kişiye rahmet etsin. Sahih hadiste Allah Resulü (s.av): “Sizden öncekiler aşırılıktan helak oldular. Sizi aşırılıktan sakındırırım” bu36 I Müslüman Genç Davetçi

yuruyor. Başka bir Hadis-i Şerif’te de: “Aşırıcılar helak olmuştur” buyuruyor ve bunu üç defa söylüyor.

Tekfir Konusunun Aslı ve Sonuç Birbirleriyle münasebette çeşitli dinî hizmet gruplarına mensup olanların düştüğü en mühim hata, birbirlerine tevcîh ettikleri yersiz tenkitler olduğu gibi, aralarındaki soğukluk ve husumeti artıran en mühim âmil de bu çeşit tekfir gibi ithamlardır. İslam, kime kâfir kime münafık dendiğini, denebileceğini sarahatle belirtmiştir. Dinin herhangi bir hükmünü reddetmeyen kimse kelime-i şehadeti ikrar ettiği müddetçe, farzları yerine getirmese de, diğer bir kısım günahları işliyor olsa da hiç kimsenin onu, din namına tekfire hakkı yoktur. Akaid alimleri; Bir kimse kalbiyle inanmasa bile, diliyle imanı ikrar ettikten sonra kendisine Müslüman muamelesi yapılacağını, ittifakla söylerler. “Muhammedun Resûlullah” diyenin, Resule inandığını belirtenin ve hattâ Allah birdir diyen kâfirin bile Müslüman addedileceği, bir kimse birisi için camide ‘namaz kılarken gördüm’ dese, bir başkası da, ‘mescidde onun namaz kıldığını’ teyit etse o kişi Müslüman addedilir. Hz. Peygamber (s.a.v)’in bir hadislerinde bu meseleye tekrar tekrar yer verildiğini görürüz. Resûl-i Ekrem’e (s.a.v) göre, kelime-i şehadet getiren herkesi Müslüman bilmek ve onlara Müslüman muamelesi yapmak zorundayız. Nitekim şöyle buyurur : “Ben insanlarla, onlar Lailaheillallah (Allah’tan başka ilah yoktur) deyinceye kadar savaşmakla emrolundum, kim Lailaheillallah derse, o, benden malını ve canını emin kılmıştır. (Bunu söyledikten sonra ben onun samimî olup olmadığını araştırmam). Gerçek hükmü ve hesâbı Allah’a kalmıştır.” (Buhari ve Müslim) Müslüman olduğunu her şeyiyle ilân eden, hatta İslâm’a hizmeti kendine şiar edinen kimseleri, mensup olduğu partisi veya intisâp ettiği grubu ayrıdır diye kırıcı sözlerle ithâm etmenin, İslâmî ölçülere ne derece uygun düştüğünü çok iyi düşünmeliyiz. Allah’ı bir, dini bir, peygamberi bir ve kıblesi bir olan insanların birbirlerini gelişi güzel tekfir etmeleri İslam’a bir şeyler kazandıracağını söylemek oldukça zordur. Peygamber Efendimiz Medine toplumunda münafıkları bildiği halde onları tekfir etmemiştir. Burada şunu da belirtmekte fayda vardır. İslam, kim-


HALİL KAYA lerin kafir, kimlerin de mümin olduğunu naslarda belirtmiştir. “Ben küfrü, şirki tercih ediyorum” diyen birisine de hayır sen Müslümansın diyecek kadar İslam’da kaypak bir anlayış da yoktur. Bir kişi küfre düşmüş ve yaptığı işler küfür amelleri ise bu kişi İslam dairesi dışına çıkmıştır. Bize düşen onu tekrar dine davet etmektir. Sonra, tekfir elimizde insanları damgaladığımız bir mühür gibi olmamalıdır. Biz insanların cehenneme değil, cennete gitmelerini istemeliyiz. Tekfir etmekten ziyade tekfir ile ilgili iş, amel ve uygulamalar üzerinde durmalı, bunların kafirlerin vasıfları olduklarını açıklamalıyız. Bunun için de kişiyi küfre düşüren hal, söz ve eylemleri çok iyi bilmeliyiz. Küfre götüren hususlar üç kısımda incelenir. Küfrü gerektiren batıl akide ve düşünce, elfaz-ı küfür ve efal-i küfür.

Küfür gerektiren batıl akide : 1- Küfre düşüren batıl te’vil. Nasların zahiri manaları açıkça anlaşılıyorken, (Batınilerin yaptıkları gibi) te’vil yaparak, mütevatir naslara muhalefet etmek, lisan kaidelerine uygun olmayan yorumlar yapmak, zarurat-ı diniyyeyi te’vil etmek, onların bâtıni manalarının olduğunu söylemek küfre düşmektir. 2- İman esasları ve haram ve farzlar konusunda küfre düşüren akide. Allah’ı inkar, O’na şirk koşmak, O’nun sıfatlarından birini inkar… Peygamberlik müessesesini inkar. Peygamberlerden bazılarını kabul etmemek, peygamberlere uluhiyet isnat etmek, Kur’an’ın tamamını veya bir kısmını inkar etmek, meleklerin varlığını kabul etmemek, namazın farz olduğunu inkar etmek, içkinin haram oluşunu inkar etmek gibi konular bu konuya örnek olarak verilebilir. Küfür gerektiren sözler (Elfaz-ı küfür): Küfrü gerektiren batıl akidenin dil ile söylenmesi küfürdür. Küfrü gerektiren ameller (Ef’al-i küfür): Günahların işlenmesi ve farzların terk edilmesi kişiyi küfre düşürmez. Ta ki, bir haramı helal kabul etmedikçe. Ya da bir farzı inkar etmedikçe. Bazı davranışlar vardır ki bu davranışları yapmak küfür işleri olarak kabul edilmiş ve sahiplerinin tekfir edilmesine sebep olmuştur. Bunlar; puta tapmak, Ku’an-ı Kerim’i pisliğe atmak, haç takmak, zünnar (Hıristiyan din adamlarının sembolleşmiş kıyafetleri) giyinmek…

SORUŞT URMA

Küfür içerisinde olan bir kişi bu durumdan kurtulup Müslüman olabileceği gibi; Müslüman olan bir kişi de dinden dönerek küfre girebilir. Tarihte ilk tekfir hareketi hariciler tarafından icra edilmiştir. Haricîler, büyük günah işleyen ve tövbe etmeden ölen kişinin ebedî olarak Cehennemde kalacağına dair ittifak etmişlerdir. Mutezile, Müslüman iken büyük günah işleyen kimse tekfir edilemez ama bu kimse mümin de değildir. İki makam arasında bir yerdedir ve bulunduğu mertebe fısk olarak adlandırılır. Tövbe etmeden öldüğü takdirde ebedî olarak Cehennemde kalacaktır, derler. Mürcie, amelin iman üzerinde herhangi bir etkisi yoktur. İman, Allah ve Rasulünü bilmektir. Küfür ise, onlar hakkında herhangi bir bilgiye sahip olmamaktır. Büyük günah işlemenin de imana bir zararı yoktur, derler. Ehl-i Sünnet, insanı günah işlemeye sürükleyen birtakım etkenler vardır. Günah işlemenin sebebi, küfür olabileceği gibi heva ve şehevî arzular da olabilir. Kişi, şehevî arzularını tatmin için günah işler. İşlediği günah büyük de olabilir. Bu nedenle Ehl-i Sünnet, günah işlemiş olmasından dolayı kişiyi tekfir etmez. Ama sırf Allah’ın emirlerine karşı gelmek için günah işliyorsa, elbette ki böyle biri mümin değil, kâfirdir. Günah işleyen kimsenin küfre girmeyeceği ayetlerle de sabittir. Adam öldürmek büyük günahlardandır. Bununla birlikte yüce Allah şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler, adam öldürmek hadiselerinde üzerinize kısas farz kılındı.” (Bakara suresi, 2/178) Ayetin devamında da şöyle buyurulmaktadır: “Ancak kim kardeşi tarafından affedilirse, o zaman kısas düşer.” Görüldüğü gibi ayet katili, öldürülenin velisinin kardeşi olarak nitelemektedir ki, buradaki kardeşlik ile iman kardeşliğinin kastedildiği apaçıktır. Yüce Allah, yine şöyle buyurmaktadır: “Müminlerden iki gurup birbirleriyle savaşırlarsa, aralarını bulunuz.” (Hucurat suresi, 49/9) Bu ayette de, birbirleriyle savaşan iki gurubu da mümin olarak nitelemektedir. Ehl-i kıbleden olup da büyük günah işledikleri kesin olarak bilinen kimselerin tövbe etmeden ölmeleri halinde cenaze namazlarının kılınacağı, onlar için dua edilerek affedilmelerinin istenebileceği konusunda, Peygamber (sav)’in asrından çağımıza kadar olan zaman içinde ümmetin kesintisiz icmaı vardır. Halbuki bu gibi şeylerin müminden başkası için caiz olmadığı meselesinde ümmet yine ittifak halindedir. Sonbahar 2014 I 37


URMA T Ş U R O S

METİN DEMİR

METİN DEMİR

Islah Hareketi - Diyarbakır

Tekfirci iman bencildir Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Tekfircilik, bilindiği gibi kendisini Müslüman olarak kabul eden insanların kâfir, müşrik, münafık veya mürted ilan edilmesi anlamına gelir. Arızi bir duruştan öte, sistematik ve usulî bir yaklaşımdır. Haricilikle birlikte İslami düşüncenin genetiğine sirayet eden bu hastalık, yüzyıllarca İslami düşüncesinin bir damarında hep “gerçek İslam” iddiasının alametifarikası olmuştur. Haricilerin tekfirde iki temel dayanağı vardır: Birincisi ameli imandan bir cüz saymak ve ikincisi de cehaleti mazeret kabul etmemektir. Bu konular kelamın da temel tartışmalarıdır. İslam âlimlerinin üzerinde anlaşamadığı mevzuların tekfir konusu yapılması zaten başlı başına bir sorundur. Tekfir, genellikle Haricilikle ilişkilendirilse de, hemen hemen her kelamî ayrılık tekfirle sonuçlanmıştır. Tarihte bildiğimiz bütün kelamî mezhepler neredeyse birbirlerini tekfir etmişlerdir. Tekfir, bir dışlama, İslam’ın dışına çıkarma yöntemi olarak, muhatapların iman iddiasını reddetmedir. Bunun sosyal, siyasal, hukuksal, ekonomik sebep ve sonuçları vardır. Tekfir söyleminin dayandığı zengin bir siyasal ve ideolojik dini söylem geleneği söz konusudur. Tekfirin dini zeminini oluşturan en meşhur dayanak, Fırka-i Naciye hadisidir. Hadisin en yaygın şekli şöyledir: “Ümmetim 73 fırkaya ayrılacak; onlardan biri hariç hep38 I Müslüman Genç Davetçi

si cehennemliktir, o biri de benim ashabımın yolu üzere olanlardır.”Hadisin sıhhati tartışmalıdır. Hadis sübjektif bir kriter vermiş, herhangi bir somut ölçü belirlememiştir. Bu da hadis üzerinden her fırkanın kendini fırka-i naciye görüp diğerlerini tekfir etmesine yol açmaktadır. Tekfirciliği dini kuralsız şiddetin felsefi arka planı olarak okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad düşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? Tekfir edilen, dinden çıkmış yani mürted sayılır. Mürted sayılma iki şekildedir. Ya kişi dinden çıktığını ilan eder ya da onun dinden çıktığına karar verilir; ikincisi tekfirdir. Gelenekte, mürtedin cezası ölümdür. Dolayısı ile tekfir beraberinde öldürme fiili gibi bir hukuki sonucu da beraber getirir. Bu durum birkaç açıdan sorunludur. İlki, Kur’an’da mürtedle ilgili olarak bir had cezası öngörülmemiştir. Bakara suresinin irtidatla ilgili 217. ayetinde; “Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır.” denilmektedir. Yani mürtedin katledilmesinden değil herhangi bir nedenle ölmesinden bahsedilmektedir. Buna karşın, mürtedin katli ile ilgili hukuksal düzenleme Buhari’de geçen “Dinini değiştireni öldürün.” rivayetine dayanmaktadır. Zannilik taşıyan haber-i vahid ile ölüm gibi bir suçun düzenlenmesi başlı başına bir usuli problemdir. Diğer bir sorun da kimin neye göre mürted ilan edi-


METİN DEMİR

SORUŞT URMA

leceğidir. Bu, tekfir mevzusunun da temel problemidir. Tekfirci, bu denli sert olmasını “Ben Allah’tan daha Yorumu/içtihadı beğenilmeyen nice ehl-i kıblenin tekfir merhametli olamam” şeklinde açıklar. Aslında bununla, edildiği, tekfir edilenin de tekfir edeni tekfir ettiği soAllah’tan rol çaldığını maskelemiş olur. Allah’tan daha runlu bir alan üzerinden ölüm cezası tanzim etmek, merhametli olmamak psikolojisi, tekfircide müthiş bir bugün de “cihad alanları”nda sıkça karşılaştığımız kör merhametsizlik ve tahammülsüzlük olarak ortaya çıkar. şiddetin temel nedenlerinden biridir. Allah adına konuşur, Allah adına karar verir ve elinde İslam’da kuvvetin ahlaki bir temeli vardır ve cihad bu imkân varsa da Allah adına ceza verip infaz eder. ahlaki temele yaslanır. Amaç, İslam’ın anlatılması, anTekfirci iman bencildir. Adeta, imanın kendisine benlaşılması ve yaşanmasının önündeki engellerin ortadan zemeyen kişilerde olmasını kaldıramaz. İman en çok kaldırılması, ifsadın, fitnenin (baskı ve zulüm) sona erdikendisine ve kendisi gibi düşünenlere ait bir haslettir. rilmesidir. Cihad ile amaçlanan İslam’a muhalif olanların Çünkü tekfirci kendini adeta hakikatin merkezinde otuortadan kaldırılması değildir. Böyle olsa suçu önlemek rur görmektedir. En doğru ve samimi imanın nasıl olduiçin suçluları ortadan kaldırmak ğunu kendisi bilir ve belki sadece esas olurdu. İslam, isteyen herkendisi yaşar. Kendi yorumlarını kesin kendisinde hayat bulduğu bir dinin aslı ve esası görür. Bu patodindir. Topluma ölüm değil, hayat lojik ruh hali, Müslümanlara, ehl-i sunar. Tek başına küfür veya şirk kıbleye, gayr-ı Müslimlerden daha öldürme sebebi değildir. Hazreti fazla merhametsiz davranma soMekke ortamında inen ayetPeygamberin hayatı, İslam’ın bu nucunu doğurur. yaklaşımının en güzel pratikleTekfircide anlama çabası yoklerde “Ey kafirler” şeklindeki ri ile doludur. Hazreti Peygamtur. Aksine yargılamayı tercih eder. hitabın muhatabı Mekke topluber döneminde savaşlarda ölen Yorum farklılıkları karşısında o kamu değil, Mekke’nin önde gelen insanların sayısının çok düşük dar tahammülsüzlük gösterir ve o İslam düşmanları ile nebi ve ge- kadar rahatsız olur ki, bu ruh hali, olmasının nedeni de budur. Mutirdiği mesajla doğrudan sava- karşısındakini dinleme ve anlama hammed Hamidullah’ın verdiği şan tağuti kişilikler ve onların bilgilere göre, Hz. Peygamber çabasını ortadan kaldırır. Gösterdidöneminde yapılan 27 gazve, 60 temsil ettiği misyondur. Mekke ği tepki yani tekfir, aynı şekilde museriyye’de karşı taraftan toplam hatabın da onu anlayıp dinlemesihalkına ise “Ey insanlar” diye 150 kişi öldürülmüştür. Demek ne engel olur. Oysa Kur’an bize; hitap edilmektedir. ki İslam’da savaş, kafir öldürme “Onlar ki sözü dinler ve sözün en şenliği değildir. güzeline uyarlar” der. (Zümer 18) Tekfirciliğin duygu ve düşünce Tekfirci davetçi olma misyoharitasını çizmek istersek karşınunu yitirmiştir. Yerine hem daha mıza nasıl bir tablo çıkmaktadır? kolay hem de kendini paklayıcı, Tekfircinin anlayışında dine giriş üstten bakan bir yöntem olarak zor, çıkış ise oldukça kolaydır. Bazen fıkıhta bile detay sakadı olmayı, insanların imanı hakkında karar verici meryılıp kale alınmayacak konular, tekfircinin elinde dinden cide bulunmayı tercih etmiştir. Bu son derece hastalıklı çıkaracak itikadî bir mevzuya dönüşür. ve ucuz bir tavırdır. Tekfircinin elinde elfaz-ı küfr kitabı, Tekfirci kendisini dinin sahibi sanır, kendisi dışında her şu sözü söyleyen kâfir, bu işi eyleyen sapık olmuştur Müslüman’dan inanç ve amelin en mükemmelini talep diye mühür vurmakta, insanları bir koyun sürüsü gibi eder. İnsanları melekleştirip, günah işleme hakkını elledamgalamaktadır. rinden alır. İdeal Müslüman tasavvuru tekfircinin elinde, Oysaki her amel, işleyenin vasfı olmayabilir. Mesela “iman” kavramı üzerinden büyük bir kıyıma dönüşür. bir kez yalan söylemekle yalancı olunmaz. Birine yalancı Tam ve mükemmel bir iman tanımı öyle steril kurulur ki demek için, yalan o kişinin vasfı haline gelmeli yani o kişi her leke, tekfircinin zihninde küfür, şirk, fısk, nifak şekyalancılıkla mevsuf olmalıdır. Şu halde, iman etmek de, linde karşılık bulur. kâfir olmak da yaşamı kuşatan tercihlerle ilgilidir. Sonbahar 2014 I 39


URMA T Ş U R O S

METİN DEMİR

Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Tekfir, nassı yanlış anlamakla ilgilidir, ama bunun da ötesinde ve öncelikle, Kur’an’ın ruhunu anlamamakla ilgilidir. Kur’an’a bakınca, sanki insanları dünyada mümin ve kâfir diye iki kategoriye ayırmak için geldiğini düşünen bir yaklaşım söz konusu. Kur’an’ın ve onun en güzel pratiğini ortaya koyan Allah Resulünün sünnetinin, insanları cennetlik ve cehennemlik diye ayırmaktan öte, insanların cehenneme gitmesini engelleme, onların dünya ve ahiret mutluluğunu murat etme misyonu sarf-ı nazar edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla, güzel söz ve hikmetle Allah’ın yoluna çağırmak gibi temel görevimiz bir kenara itilmektedir. Kur’an’daki bir takım ayetler sloganlaştırılarak onlar üzerinden toplumda her bir fert ve görüş iman testinden geçirilmekte, bir genel iman – küfür tespit çalışması yapılmaktadır. Böylece toplumun, hem ilgili ayetlere hem de tevhid söylemine alerjisi oluşmaktadır. Bu şekilde nefret uyandıran, müjdelemek yerine nefret ettiren tekfirci yaklaşım, Kur’an’ın mesajını taşıma iddiasının aksine, toplumu Kur’an’ın tevhid mesajından uzak tutmuş olmaktadır. Bu bağlamda Kur’an’ın muhataplık biçimi dikkat çekicidir. Mekke ortamında inen ayetlerde “Ey kafirler” şeklindeki hitabın muhatabı Mekke toplumu değil, Mekke’nin önde gelen İslam düşmanları ile nebi ve getirdiği mesajla doğrudan savaşan tağuti kişilikler ve onların temsil ettiği misyondur. Mekke halkına ise genel olarak “Ey insanlar” diye hitap edilmektedir. Şirk ve küfür içinde oldukları halde onlara “Ey müşrikler, Ey kâfirler” ifadeleri yerine ey insanlar denilerek daha doğru bir muhataplık ilişkisi kurulmaktadır. Kur’an’ın bu incelikli tavrı Peygamber efendimizde de vardır. Muhataplarına onların kendisini dinlemesini engelleyecek bir şekilde ithamlarda (veya durumlarını ifade eden tespitlerde) bulunmak yerine, mesajını anlamalarına yoğunlaşmaktadır. Zaten asıl amaç, onların küfür veya şirklerini vurgulamak değil, mesaja odaklanmalarını sağlamaktır. Öte yandan nas ile ilgili usuli yaklaşım da tartışmalıdır. Nas olarak genellikle kitap ve sünnetin ifadeleri anlaşılır. Teşriin temelini oluşturduğundan, karşıtı içtihaddır. Nassın olduğu yerde içtihad olmaz. Nas, bu anlamda, Allah ve Resulünün sözünü ifade eder ki, içtihad, kıyas ve istidlal gibi akıl yürütmelerle bu nassın neye takabül ettiği anlaşılır. Ehli Sünnette nas böyleyken Şia’da imamların sözleri de nastır. 40 I Müslüman Genç Davetçi

Nas konusunda iki sorun söz konusudur. Neyin, içtihad ve yoruma kapalı nas olduğu ile nassın anlaşılması sorunu. Öncelikle, ahad haberlerin (haber-i vahid) tartışmasız nas olarak kabul edilmesinde sorun vardır. Fıkhın üretilmesinde ahad haberlere ihtiyaç vardır şüphesiz. Dini anlamada yardımcı unsur olarak da ahad haberler önem taşır. Ancak bunların özünde zanni bilgi olduğu ve o sözün peygambere ait olmayabileceği veya bağlamından koparak, anlam kaymasına uğrayarak vb sıkıntılarla kayıtlara geçtiği bilinmelidir. Kur’an ayetleri de dâhil nas olarak kabul edilen ve ahkâma müstenid deliller, mutlaka doğru anlaşılmalı, nüzul ortamı, tarihsel ve anlamsal bağlamı mutlaka dikkate alınmalıdır. Aksi takdirde Haricilerin Ali’yi tekfir etmesindeki gibi, ayeti bağlamından kopararak kendi yorumunu Allah’a söyletme gibi bir yanlışa düşülür. Ayeti anlama ve yorumlamada zaman, zemin, kişi gibi faktörlerden dolayı farklılıkların olabileceği dikkate alınmak zorundadır. Yorum farklılıklarının nedenlerinden biri de, yorumlayanın bilgi, birikim ve tecrübesidir. Hepimiz biraz düşündüğümüzde, bazı ayetleri bugün, geçmişte yorumladığımızdan daha farklı yorumladığımızı görebiliriz; ki o gün o ayetlerin en doğru anlaşılma biçiminin kendi yorumumuz olduğundan şüphe duymadığımızı da anımsayalım. Dolayısıyla yorum farklılıklarına daha esnek ve müsamahakâr yaklaşmamız ahlaki olarak da gereklidir. Mesela, “Hüküm ancak Allah’ındır” veya “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenler…” ayetleri üzerinden laik yargıya giden kişileri tekfir etmek, ayeti bağlamından koparmak doğduğu zemini dikkate almadan farklı zeminlere taşımak gibi bir yanlışın ürünüdür. Oysa insanlar, şeriat hükümlerinin uygulandığı bir mahkeme varken, laik veya farklı dinlerin şeriatlarını uygulayan mahkemeleri tercih ediyorlar ise bu hükümlere muhatap olurlar. Ama böyle bir seçenek yoksa burada kendi yorumlarımızı din haline getirip insanların imanları hakkında konuşmak haddi aşmak olacaktır. Yorumu itikadlaştırmanın bir sonucu olarak, kendisi gibi düşünmeyeni “sapkın”, ”yoldan çıktı, tağutla uzlaştı” gibi suçlamalarla itham etmek de tekfirciliktir! Mezhebi, meşrebi, yöntemi ve yorumu din edinmektir. Dinin aslına taalluk etmeyen mevzulardaki yorum ve içtihat farklılıklarını, siyasi konulardaki usul farklılıklarını itikadi soruna dönüştürmek haricilerin usulüdür. Tekfir sadece Haricilerin ve harici geleneği sürdürenlerin sorunu değil. Aynı zamanda birçok mezhebi/kelami


METİN DEMİR yaklaşım, kendi dışındaki usulleri benimseyenleri tekfir etmiştir ve etmektedir. Bunun için de kendi usulleri için Kur’an ve sünnetten naslar icad etmişlerdir. Bu konuda o kadar ileri gidilmiştir ki, inancın alanına girmeyen bilimsel mevzularda belirtilen görüşler bile tekfirden nasibini almıştır. Mesela, “Med-Cezir hareketinin nedeni aydır” dediği için Kindi tekfir edilmiştir. Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylenebilir? Dini anlama ve yaşama konusundaki farklı düşünce ve yöntemlerin, hemen tamamen tekfirle reddedilmesi İslam düşüncesinin gelişmesinin de önünde engel teşkil etmiştir. Din, Arap Yarımadasında Mekke toplumuna inmiş olmakla birlikte bütün bir insanlığa hitap etmektedir. Bütün bir insanlık demek, farklı kültürler, farklı zamanlar, farklı toplumlar demektir. Bu farklılıkların her biri, farklı fıkıhların gereğine işaret eder. Dini anlamak ve yaşamak, dini, indiği dönemin tarihsel koşullarıyla farklı zaman ve zeminlere taşımakla değil, bilakis Allah Resulünün dini anlama ve yorumlama usulünü anlayıp, kendi koşulları içinde dini anlamak ve yorumlamakla mümkündür. Aksi halde, dini anlama çabası, tarihin bir noktasında donar. Dini anlamak için Kur’an’ın yaptığı “akletme” çağrısı, Resul dönemi toplumu ile sınırlı kalır. Yeni kültürler, koşullar ve zamanlar için fıkıh üretemeyen, dolayısıyla gelişmeyen statik bir dini anlayış ortaya çıkar. İçtihad kapısının kapanması olgusu olarak yüzyıllarca İslam dünyasını zihnen gerileten illet, tam da bu anlayışın ürünüdür. Yine tekfir, farklı bir şekilde, belli ayetlerin bağlamından koparılarak, ayetlerin sloganlaştırması, belli yaklaşımlara indirgenmesi ve indiği ortam (nüzul ortamı) dikkate alınmadan bugüne taşınması şeklinde de karşımıza çıkıyor. Bu da ruhundan ve makasıdu’ş-şeriadan soyutlanmış bir din anlayışının oluşmasına neden oluyor. Tekfir inancı zehirleyip, anlaşılması ve yaşanmasını zorlaştırıyor. Toplumun farklı kesimlerinin İslam inancını kabullenmesine olanak vermeyen bir dayatmayı, dışlamayı ortaya çıkarıyor. Tekfir, temelde yorumun itikatlaşmasından kaynaklandığı için, dinin belli bir yorumunu esas alıp, diğer yorumları aforoz ediyor. Böylece, dinin sınırları içinde farklı yorumların gelişmesi imkânı kalmıyor. Tekfir, diyalog ve istişare zeminini ortadan kaldırıyor. Böylece Müslümanların birliğini ve ittifakını imkânsızlaştırıyor. Tekfirin politik boyutu da vardır. İslam tarihi boyun-

SORUŞT URMA

ca iktidar sahipleri, muhaliflerini sindirmek için imanı bir kılıç gibi kullanmış ve bolca tekfir yoluna başvurmuşlardır. Tekfir, edilen müminler mürted, mürtedin hükmünün de ölüm olduğu kabul edilmiş ve böylece muhalifler sadece düşünce olarak değil, fizik olarak da ortadan kaldırılmak istenmiştir. Tekfirde, teoloji ve siyaset iç içe geçmiş; muhalefet ve iktidar, yekdiğerinin meşruiyetini tartışılır kılmak için de tekfiri kullanmıştır. Hassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir? İman, bir iddiadır. Mü’min yaşamı boyunca bu iddiayı ispat etmeye çalışır. Hesap gününde bu iddiasının doğruluğu yanlışlığı ortaya konacaktır. Yani bir kez iman etmek, hep iman üzere kalınacağını garanti etmez. Hayat bu yönüyle bir imtihandır. Bir takım inanç ve fiillerin sahibini şirke ve küfre sokacağı, hayatı kuşatan bir sapmanın, imanı yerinden edeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Yani insan, anlamını müdrik olarak “Lailahe illallah” demekle mü’min olur ancak, mü’min kalması için daha fazlasına ihtiyaç vardır. Bizim mü’min bildiğimiz kişi Allah nezdinde kâfir olabilir. Lakin bizlerin, kimin dinden çıkıp çıkmadığını, kimin sapıp sapmadığını tespit ve ilan gibi bir vazifemiz yoktur. İnsanlar mü’min olduğunu söylüyorsa, onlara mümin muamelesi yapmak gerekir. Bu kişi İslam hukukuna göre Müslüman muamelesi görür. Müslüman muamelesi görmesi, Allah katında da mü’min olduğu anlamına gelmez. Bu durumun doğuracağı düşünülen görece sakıncalar, tekfirin doğurduğu somut sakıncalarla kıyas bile edilemez. Şunu unutmayalım ki, İslami bir yönetimde yaşamıyoruz. Yaptığımız birçok şey zorunluluktan kaynaklanıyor. Meslek ve bilgi sahibi olmak için laik sistemin beşeri ideolojileri yücelttiği okullara gidiyor, devletin zorlaması nedeniyle askerlik yapıyor, ticaret yaptıkça vergi veriyoruz… Böyle bir durumda içinde yaşadığımız zindanlarda hayatta kalma mücadelesi, karanlığı yarma ve inancı yaşama azmi önemlidir. Buradaki yöntem farklılıkları tekfire konu edilmemelidir. Her yapının yöntemi, aşaması ve içtihadı farklı olabilir. Bu farklılıkları kabul etmeyebilir hatta hoş görmeyebiliriz ama buradan hareketle tekfire başvurmak ancak Müslümanlar arasında fitne ateşini yükseltir. Müslümanlar için esas olan istikamettir. İstikametini yitirmeyen, yani Allah rızası için dini yaşamaya ve yaşatmaya çalışan camia ve kişileri, bütün farklılıklarımıza rağmen kardeş bilmek imanın gerektirdiği bir zorunluluktur. Sonbahar 2014 I 41


URMA T Ş U R O S

MURAT ÖZER

MURAT ÖZER İmkan-Der

Tekfircilik İslam düşüncesinden tevarüs etmiş bir algılayış değildir Günümüzün yaygın tartışma konularından biri olan Tekfirciliği anlamlandırma amacıyla genel bir değerlendirme yapabilir misiniz? Müslümanların gayr-i Müslimlerle birlikte yaşadığı toplumlarda, aradaki ilişkinin, kanunlar ve toplumsal düzen önünde net çizgilerinin oluşabilmesi için “tekfir” bir hukuki terim olarak zorunludur. Çünkü, İslam toplumunda Müslümanların ve geri kalanların (zimmet ehli) hukuku ve sorumlulukları farklıdır. Bugün yaşadığımız sorunun temelinde şer’i bir kavram olan tekfir ile, psiko-sosyal bir davranış bozukluğu olan tekfirciliğin yanlışlıkla birbiriyle karıştırılması vardır.

42 I Müslüman Genç Davetçi

Toplumumuzda yanlış bir kanaat olarak tekfirciliğin selefi düşüncenin içerisinden çıkmış bir anlayış olduğu hakimdir. Şüphesiz bu anlayışın oluşmasında Selefiliğin diğer ekollere göre çok daha net bir şekilde “el vera vel bera” akidesini, yani Allah’ın dostlarına dost, düşmanlarına düşman olma konusunu işlemiş olmaları, hurafe ve bid’atlere karşı tavizsiz olmaları ve bunun sonucu olarak diğer geleneksel ekollere göre daha fazla eleştirel bir üslup kullanmaları etkilidir. Fakat, açıkça ortaya koymamız gerekir ki, tekfirciler her ne kadar Selefi alimlerin eserlerinden istifade etmişlerse de bu onların kötü emellerini gerçekleştirmek için “daha etkili” bir argümana ihtiyaç duymalarından kaynaklanmaktadır. Nitekim Şeyhülislam İbni Teymiyye, Muhammed b. Abdulvahab gibi alim ve öncü şahsiyetlerin eserleri en az “şirk, tevhid, tağut, irtidat” gibi konuları işledikleri kadar “tekfirde ölçü, Müslümanın şahsiyeti, Müslümanların ittihadı” gibi konuların derinlemesine incelendiği nadide yapıtlardır. Tekfircilik, Hariciliğin ileri bir aşaması olarak görülmektedir. Buna karşın tekfircilik, Hariciliğin verdiği zararların çok ötesinde bir noktaya ulaşmıştır. Hariciler akideleri gereği yalan söylemeyen, çokça ibadet eden insanlar olarak meselelere yüzeysel bakmaları,


MURAT ÖZER

SORUŞT URMA

dünyayı ve İslam’ı dar bir bakış açısıyla idrak etmeye çalışmaları sebebiyle savrulmuşlar; Hz. Ali gibi pek çok güzide Müslüman’ı katletme ve sonunda da İslam dairesinden çıkmak gibi bir akıbete uğramışlardır. Görüldüğü gibi Haricilerin ortaya çıkışında iyi niyet ve samimiyet söz konusudur. Oysa ki, Tekfircilik anlayışında iyi niyet kesinlikle yoktur. Tekfirciler ahlaki açıdan zaaflı, ibadetler konusunda umursamaz, sadece görüntüye ve şekle önem veren kişilerdir. Dünyevi çıkarlarını öncelerler ve dünyaya tamah etme konusunda gayrisaldırının meşru olup olmadığı, ibadet ve toplu yaşam müslimlerle benzeşirler. Tekfircilik başlı başına “çeşitli alanlarına saldırının caiz olup olamayacağı gibi konulasosyal ve psikolojik arızalardan mülhem bir anlayıştır. rı tartışmak İslami bir hareket için mümkündür. İçinde bulunduğumuz bu zorluk Ancak, amaçları, yöntemleri ve kuşatılmışlığın olduğu dönemve yaklaşımları İslami olmayan de yeniden zuhur eden tekfirciyapılar için bu tartışmayı açmak likte ise “iyi niyet” asla yoktur. abesle iştigaldir. Bu sebeple, ciTekfircinin tüm çaba ve gayretlehad ile tekfircinin ortaya koyduğu ri düşmanlarımıza değil, Müslüşiddeti mukayese etmeyi dahi zül Tekfirciler ahlaki açıdan zaaf- kabul ediyorum. Kör şiddet, intimanlara yöneliktir. Müslümanlar yaptıkları amellerin kimin çıkarına lı, ibadetler konusunda umur- kam hisleriyle ortaya koyulan bir olduğuna, Allah’ın dinine hizmet pratiktir ve arızi bir durumdur. samaz, sadece şekle önem edip etmediğine dikkat etmek Savaşın en vahşi yönleriyle muveren kişilerdir. Dünyevi durumundadırlar. Tüm enerjimizi hatap olmuş insanların böylesi çıkarlarını öncelerler ve dün- bir şiddet sarmalının içerisine alan, zulmün egemenliğine karşı yaya tamah etme konusunda düşmesi gayri meşru olsa da sürdürdüğümüz mücadelemizde gayrimüslimlerle benzeşirler. anlaşılabilir. Oysaki tekfirciler, zaaflar oluşturan, gücümüzü ve dirliğimizi bozarak bizleri bölen Tekfircilik başlı başına “çeşitli bilinçli ve planlı bir şekilde haretekfircilik uru, İslam düşüncesi sosyal ve psikolojik arızalar- ket etmekte ve bizim kör şiddet içerisinde üretilmiş, Kur’an ya da olarak zannettiğimiz eylemleri, dan mülhem bir anlayıştır. sünnetten beslenen değil; bilakis organize bir biçimde gerçekleşzaaflarımızı çok iyi bilen düşmantirmektedirler. Sözgelimi IŞİD larımız tarafından üretilmiş kötü isimli örgüt, Suriye’de Esed rejiniyetli bir anlayıştır. minin korkulu rüyası olan Nusret Tekfirciliği dini kuralsız şidCephesi’ne son iki ay içerisinde detin felsefi arka planı olarak 40’tan fazla canlı bomba saldırısı okumak mümkün müdür? Kör şiddet ile İslam cihad gerçekleştirmiş durumdadır. Yine Suriye’de tüm diredüşüncesinin mukayesesini yapabilir misiniz? niş örgütleri üzerinde büyük saygınlığı olan Ebu Halid Tekfircilik dini argümanları kullanan “dünyevi bir es-Suri’yi bir canlı bomba saldırısı sonucu vahşice ve anlayıştır”. İslami bir anlayış olmadığı için İslam’daki kalleşçe öldürmüşlerdir. cihad düşüncesiyle de alakası yoktur. O kirli emelleriTekfirciliğin duygu ve düşünce haritasını çizmek isne ulaşabilmek için İslami kavram ve figürleri kullantersek karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır. maktadır. Cihad, Allah’ın dinini yüceltmek ve İnsanlığı Tekfirci, Kur’an ahlakıyla ve Allah’ın merhamet nakaranlıktan çıkartmak maksadıyla yapılan en büyük zarıyla bakmadığı için kendi nefsani arzularının esiri olibadettir. Oysa ki tekfircinin ortaya koyduğu silahlı muştur. Ona göre bütün bir toplumun ıslahı ve Allah’ın mücadele ne amaç ne de yöntem itibariyle cihadla aladininin hakimiyeti için çalışmak beraberinde büyük kalı değildir. Kimin sivil olarak kabul edileceği, sivillere zorluklar getireceği için toplumun tamamını küfürle Sonbahar 2014 I 43


URMA T Ş U R O S

MURAT ÖZER

itham ederek “ötekileştirmek” hem daha kolaydır, hem de kendi içinde bulunduğu durumu temize çıkarttığı için daha caziptir. Böylece kendisini tüm insanlardan farklı ve özel bir yere ait hissederek “yapay” bir özgüvene ve büyük bir kibre sahip olur. İlim ve faziletten yoksun olduğu için, tüm toplumu küfürle itham ederek kendince hukuk ihdas edebilir. Böylece kafir olarak gördüğü kişilere karşı, dininin maslahatı gereği “yalan söyleyebilir”, “hırsızlık yapabilir”, hatta “tecavüz dahi edebilir”. Kendisini Allah’ın yolunda seçilmiş ve özel bir yerde gördüğünden, düşmanlarına yani Müslümanların hatta mücahidlerin de dahil olduğu tüm topluma karşı savaşta her türlü hilelin yapılabileceğini düşünür. Yalan söylemek ona göre, kandırmak değil, savaşın maslahatı gereği yapılabilecek bir tercihtir. Devlet tağut olduğu ve toplum kafir olduğu için tüm malları çalınabilir, yenebilir hatta bu durum, savaştaki ganimetler kategorisinde değerlendirildiği için bu amelleri yapanlar, sevap dahi kazanabilirler. Tüm toplum bir zamanlar Müslüman olup, şimdi kafir olduğuna göre çalınan malların ganimet sayılabildiği gibi, pekala elde edilecek kadınlar da “cariye” hükmünde görüleceğinden onların ırzlarına tasallut etmek de kötülenecek bir iş olarak görülemez. Onlar için “cariye hukuku”, kadınların mürted, ehl-i kitap ya da başka bir inanca sahip olmasının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Çünkü, tekfirci çirkin amellerini icra ederken Kitap’a ya da nebevi sünnete değil, şehevi arzularına itibar eder. Ona göre vahiy ve siyer kaynakları hayatını belirli bir disiplin içerisinde tanzim edeceği rehber değil; kendi habis çıkarlarını hayata geçirmek için birer materyalden ibarettir. Tekfirciler “güç ve fırsatı’nı ele geçirdikleri her müsait zemin ve zamanda çirkin emellerini gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. İslam’ın savaş hukukundan ve ahlakından bihaber, bu gibi nefislerinin kölesi olmuş 44 I Müslüman Genç Davetçi

kişilerin, bu çirkin amelleri icra ederken “hile-i şeriyye” gibi arızalı bir yaklaşıma dahi ihtiyaç hissetmedikleri apaçık ortadadır. Arkadaşlarını tekfir ederek, eşlerine nikahlarının düştüğünü telkin eden, sonra da bu hanımları kendi nikahına geçirip ortada bırakan sapkın bir anlayışın müntesipleri için “ahlaksız” sözünün kifayet etmediği ortadadır. Tekfir olgusunu bir Nassı anlama sorunu olarak görüyor musunuz? Örneklerle açıklayabilir misiniz? Tekfirciliğin İslam düşünce mirası içerisinden tevarüs ettiği şeklinde yanlış bir kanaat sahibi olunduğundan, bu anlayışı Haricilikle ya da İbn Hazm gibi önemli alimlerin tabi olduğu Zahiri ekolün uzantısı olduğu zehabına kapılmaktayız. Tekfirciliğin bu ekollerle benzerlikleri mevcuttur. Fakat beslendikleri kaynak aynı değildir. Her ne kadar bu ekollerin sahih çizgiyle aralarında kimisi yakın kimisi uzak derin uçurumlar bulunsa da sonuçta İslam düşünce mirasının parçasıdırlar. Tekfircilik ise bütünüyle kişisel ihtiras ve cehaletle yoğrulmuş bir sapkınlıktır. Tekfircilerin kendilerini Kur’an’dan ya da sünnetten delillerle desteklemeye çalışması, onların İslami bir yaklaşım içerisinde olduklarına işaret etmez. Nitekim oryantalistler, Kur’an çalışmaları yürüten Hristiyan akademisyenler ya da İslam’ın mesajını çürütmek için çalışan ateistler de, delillerini kitap ve hadislerden ya da İslam tarihinden bulmaya çalışmaktadırlar. Tekfircilerin çabalarıyla zihinleri kirletilmiş samimi fakat cahil Müslümanları tenzih ederiz. Çünkü bu kişiler neye hizmet ettiklerinin farkında olmadıkları gibi, kendilerini, içinde yaşadıkları toplumla, İslami cemaat ve gruplarla tefrik ederek çok daha ihlas ve takva sahibi oldukları zehabına kapılma cehaletini göstermektedirler. Binaenaleyh, tekfircilik İslam düşünce mirasından tevarüs etmiş bir algılayış değil, dışarıda üretilmiş ve damarlarımıza zerk edilmeye çalışılan ha-


MURAT ÖZER

SORUŞT URMA

rici bir mikrop olarak görülmelidir. lar; Bizleri yoktan var eden Allah’ın rızasını kazanmak. Tekfir olgusunun ümmete dün ve bugün itibariyle O’nun dininin, Rasullerinin adalet ve barış çağrısının düşünsel ve pratik maliyetleri hakkında neler söylegereği olarak yeryüzüne İslam’ın hakim kılınması genebilir. rektiğini, gerçekte adil bir dünyanın ancak bu şekilde Tekfircilerin hedefinde İslami mücadele vardır. Onkurulabileceğine iman ederler. İçlerinde kafirler ve zalar ümmetin izzetini yeniden yakalayabilmesi, Kur’an limler olsalar dahi, İslam’ın mesajının tüm toplumlara neslini inşa ederek kendi toplumlarını ıslah etmesi ulaştırılması gerektiğine inanırlar. Bu sebeple, tebliğ ve çağrısına karşı amansız bir savaş yürütmektedirler. Bu davet ihtiyari değil itikadi bir zorunluluktur. Bu ise tüm yolda her türlü yalan, hile ve desiseye başvurabilirler. insanlara ve toplumlara karşı iyi niyetli ve davetkar bir Şia’nın sünni otorite içerisinde kendi varlığını koruyabiltutumu gerektirir. Yeryüzündeki tüm kullar Allah’ın yamek için ürettiği arızalı “takiyye” rattığı insanlardır ve davete mudüşüncesi nasıl zamanla “akidevi” hataptırlar. Bu durum, zalimlere bir hal alarak patolojik bir vakıaya karşı yürüttüğümüz cihadımızda dönüştüyse, bu kişiler de “yalan” bir zayıflık değil, bilakis güçlüve “iftira etmeyi” tabii bir davralüğümüzün kanıtıdır. Zira Müsnış biçimi olarak görmektedirler. lümanlar, yeryüzünde istikbara, Bu psikolojik rahatsızlığa Zayıf oldukları zamanlarda, kendi mevki ve saltanata değil adalete akidelerini ve çirkin hallerini örteve tüm insanlığın kurtuluşu için düçar olmuş, bireyci, kibirli, rek Müslümanlara yaklaşmakta, Allah’ın yeryüzündeki halifesi sahte özgüven sahibi kişiler her türlü suistimali gerçekleştirİslam ahlakı ve vahyin terte- olarak “otorite”ye talip olurlar. dikten sonra şeytanlarıyla başBu sebeple Müslümanların aramiz mesajıyla tedavi edilmeli- sında yaptığı tüm münazara ve başa kaldıklarında “Müslümanları dirler. Müslüman gençlerin bu istişareler, Allah’ın dinine hizmet kandırmada ne kadar maharetli” hastalıktan uzak durabilmeolduklarıyla övünmektedirler. etmek için yapılmış iyi niyetli Bugün yeryüzünün pek çok çabalar olmalıdır. Tekfirciler ise lerinin biricik yolu, şahsiyet coğrafyasında Müslümanlar büsadece Müslümanların değil tüm sahibi olmaktan geçer. yük bedeller ödeyerek Küresel insanların üzerinde egemenlik Emperyalizme meydan okumuşkurmaya, bu egemenliklerini ise lar ve pek çok başarıya imza atİslami kılıfla gizlenmiş kendi kişimışlardır. Irak ve Afganistan busel hırslarının üzerine bina etmek nun en çarpıcı örnekleridir. Bu iki istemektedirler. Tekfircilik kaba, ülkede de Müslümanlar ABD ve ilimden yoksun, adalet duyguİngiltere öncülüğündeki 50’den sundan nasipsiz insanlar yetişfazla ülke askeriyle tüm imkansızlıklarına rağmen, tiren sosyal bir hastalıktır. Düşmanlarımız tarafından fedakarane bir şekilde savaşmışlar ve mağlup etmişbeslenmekte; İslam ümmeti içinde bir ur olarak hususi lerdir. Aynı şekilde Suriye’de de ümmet, azgın Nusayri yöntemlerle büyütülmektedir. rejimine ve arkasındaki İran’a, Rusya’ya ve Hizbullat’a Bu psikolojik rahatsızlığa düçar olmuş, bireyci, kibirkarşı savaş vermektedir. Ümmetimizin bu direniş azmili, sahte özgüven sahibi kişiler İslam ahlakı ve vahyin ni harp meydanında yıkamayan Batılı güçler, bizi içeritertemiz mesajıyla tedavi edilmelidirler. Müslüman den çökertmek için, ümmetin damarlarında habis bir ur gençlerin bu hastalıktan uzak durabilmelerinin biricik gibi dolaşan tekfircilik illetini bulup çıkardılar ve cihadı yolu, şahsiyet sahibi olmaktan geçer. Çünkü bu hastabu yolla durdurmaya çalışmaktadırlar. lık, sağlam şahsiyet sahibi; doğruluğu emredip kötüHassaten Müslüman gençlere işbu hastalık/fitne lükten uzak durmaya çalışan, merhamet sahibi olan, bağlamında ne gibi nasihatleriniz olabilir. etrafında, ailesinde sözünden emin olunan kişilere siMüslümanlar, yaşantılarında, sözlerinde, hareket rayet edemez. Bu hastalığın beslenme kaynağı kibir ve ve amellerinde tek bir gayeye hizmet etmeye çalışırnefsani arzulardır. Sonbahar 2014 I 45


ÜNYASI D M A L İS

Yazı: ABDURRAHMAN TAŞBİLEK

Suriye Kıyamına genel bir bakış

Acı bir şekilde akamete uğrayan Cezayir tecrübesi, Irak, Somali şimdi de Sûriye. Bu, ümmet olarak geçmişte yaşadıklarımızı düşünerek basiretle okuyup ibret alma emrini yerine getirmedeki eksikliğimizin acı faturasıdır.

46 I Müslüman Genç Davetçi


İSLAM D ÜNYASI 2011 senesinin Mart ayında en basit insani hakların ve tahammül sınırını çoktan aşmış olan aleni zulmün kaldırılmasının sözlü isteğiyle başladı Bilad-i Şam’ın direniş serüveni. 3 ay sonra umumî katliamların vukû bulması neticesinde önce savunma gayesiyle sonra ise mecbur kalınan haklı bir direniş ve halk ayaklanması sürecinin başlamasıyla silahlı cihad merhalesine girildi. Sûriye halkının başlangıçta hayal bile etmediği acı tecrübeler, katliamlar, fesad ehlinin savaş ticareti, dış ülkelerin iğrenç oyun/entrikaları ve savaşın her merhalesinde farklı bir şekilde tezahür eden hak-batıl ayıklanmaları gerçekleşti ve hala devam etmekte. Dış dünya, uluslararası toplum ve BM gibi küresel oluşumları Suud, körfez ülkeleri ve (pek azı müstesna) civar devletler tüm bu yaşananları soğukkanlılık ve zevkle seyretmekte. Seyir ile de yetinmeyerek, Müslüman halkın kıyım ve yıkımını yerine göre gizli yerine göre de alenen desteklemekte. Tüm bunlar Müslüman nokta-i nazarıyla hiç de garipsenecek şeyler değil… Zira aynı zamanın yaratıcısı Allah Teala; zamanda/tarihte cereyan eden iman-küfür mücadelesinin değişmez kanunlarını açıklarken şöyle buyurmaktadır : ‘…Onlar size kötülük ve eziyet etmekten geri durmazlar. Daima sizin sıkıntıya düşmenizi arzu eder, bundan hoşlanırlar. Gerçekten onların size karşı olan kin ve düşmanlıkları ağızlarından taşarak açığa çıkmıştır. Sinelerinde sakladıkları (kin ve düşmanlık) ise çok daha büyüktür.’ Rabbimizin ayeti kerimeyi nasıl bitirdiğine dikkat etmeliyiz; ‘İşte size ayetlerimizi /işaretlerimizi böylece açıkladık.’ buyuruyor ve ekliyor ‘Eğer düşünürseniz!’. Ve ‘Ey basiret sâhipleri ibret alınız.’ diye emir buyuruyor. Yâni, ‘târihte yaşananları okuyup üzerinde iyice

düşünerek dersler çıkartırsanız, attığınız adımlarda basiret üzere olursunuz. Böylece ibret alarak aynı delikten iki defa ısırılma hatasına düşmezsiniz’ denmekte… Yok eğer yaşananlar üzerinde düşünmez, basireti elde edemezseniz ve ibret alma ilahi emrini ihmal ederseniz aynı delikten iki kez değil defalarca ısırılır yine de ibret alamazsınız. Bizden olmayanların, İslam’ın evlatlarını boğazlamasından, hava saldırılarıyla, varil bombalarıyla katliama tabi tutulmasından zevk alması; bunun için elinden gelen tüm imkanları seferber etmeleri garipsenecek bir durum değildir bizim için. Müslümanlar için asıl garipsenmesi gereken; ibret alma ve geçmiş üzerine tefekkür etme emrini terk etmenin faturası olarak, 10-15 yıl gibi kısa zaman diliminde tekfirci faktörün defaatle tekrarlanması, aynı fitneye tekrar tekrar düşülmesi, ümmetin evlatlarının cihad sahasında aynı delikten defalarca sokulmasıdır. Acı bir şekilde akamete uğrayan Cezayir tecrübesi, Irak, Somali şimdi de Sûriye. Bu, ümmet olarak geçmişte yaşadıklarımızı düşünerek basiretle okuyup ibret alma emrini yerine getirmedeki eksikliğimizin acı faturasıdır. Şimdi Sûriye direnişinde gelinen son süreci ve yaşanan son havâdisi özet bir şekilde serdedelim. Ardından ise ibret nazarıyla geçmişi düşünerek okumadığımız için tekrarlanan hatalara ve düşülen tuzaklara kısaca örnekler vermeye çalışalım.

Halep’i Deyrizzûr üzerinden Irak’a bağlayan Rakka şehri: Özellikle Ahrâr, Nusra ve diğer yerel direniş gruplarının bir yılı aşkın mücadelesi , Gadbatu’l Cebbâr ismini verdikleri operasyon neticesinde yüzde 90’dan fazlası ele geçirilmiş, yalnızca 2 askeri nokta ve 1 hava üssü rejimin elinde kalmıştı. 17. Tümen, 93. Tugay ve Tabka Askeri Hava Üssü. IŞİD’ın mücahid gruplara karşı başlattığı amansız saldırıları ve hain suikastlarıyla patlak veren savaş sürecinde gerçekleştirdiği katliamlar neticesinde Rakka, IŞİD’ın kontrolüne geçmiştir. Ve IŞİD bölgede ribat tutan tüm grupları şehirden çıkarttı. 5-6 ay boyunca hava saldırılarının fevkalade nadirleştiği ve rejime karşı savaşın neredeyse tamamen durduğu Rakka’da son 2 ayda IŞİD, rejiminin elinde kalan 3 üssü almak için askeri ham-

Sonbahar 2014 I 47


ÜNYASI D M A L İS ve bu alana yayılmış askeri binaların tamamen ele geçirilmesi bir yana, sadece yürüyerek gezilip taranması, gözden geçirilmesi bile günlerce sürecek bir operasyondur. Tümenin düştüğü gece alışılagelmişin aksine hava saldırısı tamamen kesilmiştir. Öyle ki 93. Tabura kaçan Esed askerlerinden bazısı tweet hesaplarında ‘Gece boyunca hava desteği bekledik ama nafileydi. Hava desteği çok cılız bir şekilde ancak fecirden sonra görüldü’ diye serzenişte bulunmuşlardı. - Koskoca tümen, içerisinde 7 Esed askerinin öldürülmesiyle düşmüş; tümende bulunan 300’den fazla asker ise 50 kilometre uzaktaki 93. Tabura ve 60 kilometre uzaktaki Tabka hava üssüne, arada bule başlattı. Ahrar’ın aylarca sıkı bir kuşatma altında lunan onlarca IŞİD kontrol noktasına hiç takılmadan tuttuğu 400’e yakın şehit vererek yüzde 70’inden tüm silah teçhizatlarıyla birlikte 48 saat içinde sağ fazlasını ele geçirmiş olduğu 17. Tümen, IŞİD’ın bölsâlim ulaşmışlardır. Daha ilginç olan ise tümenin etgeye hakimiyeti neticesinde ve de çevresinde ribatta rafında kazılı olan hendeğin yalnızca bir çıkış noktası bulunan Ahrar mücahidlerini dudak uçuklatacak katbulunması ve tüm Esed askerlerinin tamamının buliamdan geçirdikten sonra tekrar tamamıyla rejimin radan çıkmış olmalarıydı. kontrolüne geçti. Aylardır kuşatma altında olan rejim Bir ay içinde IŞİD benzer senaryo ile 93. Tümeni ve askerleri böylelikle rahat bir nefes aldı. Tabka hava üssünü de almıştır. Artık Rakka şehri IŞİD Bağdadi’nin hilafet ilanından sonra hasımlarının örgütünün elindedir. ithamlarını defetmek, tâbileri nazarında itibar kazanHaseke’den sonra Irak’a en geniş sınırı olan mak için bir takım askeri başarılara ihtiyacı vardı. Deyrizzôr şehri ise Sûriyeli direnişçilerin ve 23 Temmuz akşamı, 17. Tümeni ele geçirmücahid grupların eliyle rejimin elinmek için tiyatromsu bir operasyon den kurtarılmışken, IŞİD’ın saldırıları Müslümanlar için başlatıldı. Ertesi sabah ise çatışkarşısında ortak savaş kararı alıasıl garipsenmesi gereken; malar sakinleşti. Rejim, Rakka namaması sebebiyle içerideki ibret alma ve geçmiş üzeşehrinde sivilleri ve hastaneleri mücahid gruplar, Irak üzerinhedef alan hava saldırıları gerden cephane, asker ve maddi rine tefekkür etme emrini çekleştirdi. 17. Tümenin civadestek sağlayan IŞİD karşısınterk etmenin faturası olarındaki mahalleleri boşalttıran da yalnız ve desteksiz kalmışrak, 10-15 yıl gibi kısa zaman IŞİD, şehirde evden çıkma yatır. Büyük çaplı katliamlara diliminde tekfirci faktörün sağı ilan etti. Aynı günün gecemaruz kaldıktan sonra geri defaatle tekrarlanması, aynı si çatışmalar tekrar başladı ve çekilmek zorunda kalmışlardır. fitneye tekrar tekrar 2 saat geçmeden Rakka’da 17. İşte IŞİD’ın kontrolüne geçen bu düşülmesidir Tümenin tamamen ele geçirildiği iki şehir örgütün Irak bağlantısını ilan edildi. 17. Tümenin coğrafi konumu sağlamaktadır. Biraz sonra özet geçeve fiziksel yapısı hakkında en küçük bilgiye ceğimiz üzere örgütün en önemli ekonomik sâhip birisi dahi bu ele geçirmenin saçma bir tiyatro kaynakları da buradan sağlanmaktadır. olduğumdan şüphe etmedi. Bunun başlıca sebepleriCilvegözü sınırında bulunan İdlib şehri ise müni şöyle sıralayabiliriz; cahid gruplar ile IŞİD arasında yaşanan çok şiddetli - 17. Tümen, içerisinde onlarca askeri binayı çatışmalrdan sonra genel amlamda IŞİD’den temizbarındıran, etrafı 6 metre genişliğinde devasa henlenmiştir. deklerle çevrili, 5 kilometrelik geniş bir alan yayılmış Rejimin bölgesel hava saldırılarına muhatap olmuhkem bir askeri üstür. Böyle geniş bir askeri alanın makla beraber karasal hâkimiyet yerel direniş grup-

48 I Müslüman Genç Davetçi


İSLAM D ÜNYASI larının elindedir. Ve diğer şehirlere kıyasla nispeten bir istikrar hakimdir. Ancak Ahraru’ş-Şam hareketinin şer’i, askeri ve idârî lider kadrosunun, tam da sahadaki direniş gruplarının bir çoğunu tek bir askeri idare çatısı altında toplamayı amaçlayan “va’tesimu” girişimine öncü oldukları ve asıl itibariyle tâbi oldukları cihadi selefilik akımının bir türlü kıramadığı (menhec kardeşliği söylemi gibi) tabuları sorgulayarak bu fikriyatın sahaya taşıdıkları mefsedeti, cihadın istikametine ve müstakbeline verdiği zararı muhasebe ve itiraf etmeye başladıkları ve aynı zamanda Amerika’dan gelen iş birliği teklifini de çok sert bir şekilde reddettikleri bir zamanda hain bir suikastla bir anda şehit edilmesi bölgede bir takım sarsılmaların yaşanabileceği endişesini beraberinde getirdi. Rabbimizden dileğimiz emsalleri ve efdalleriyle onların boşluğunu doldurmasıdır. Sûriye’nin ikinci büyük ve önemli şehri Halep’te ise gelgitler yaşanmakta. Bir yandan rejimin vahşi hava ve kara bombardımanına diğer yandan ise IŞİD’ın saldırılarına muhatap olan Halep direnişçileri; tüm bu acı ve sıkıntılara ve maddi imkansızlıklara rağmen iki düşmana karşı da mücadelelerini sürdürmektedir. Rejime ilaveten IŞİD ile de savaşmak zorunda kalan Halep’teki mücahid grupları, uzun süredir ellerinde bulundurdukları sanayi bölgesini (Şeyh Neccar) Esed ordusu karşısında kaybettiler. Bunun yanında Irak’tan getirdiği ağır silahlarla Halep cephesini güçlendiren IŞİD da mücahidlerin elindeki doğu Halep kırsalında ilerlemektedir. Direnişçilerin askeri ve iktisadi güçlerini tek bir idari çatı altında birleştirmeyi geciktirmeleri halinde Halep’in durumu yakın gelecekte hiç iç açıcı görülmemektedir. Çıkış Allah’ın lütfu ve merhametindedir. Savaşın ve siyasal dengelerin asıl dönüm noktası, direnişin hakiki merkezi olan başkent Şam ve civarın-

daki Ğûta bölgesine gelelim.

Bilad-i Şam Zaferinin Kendisinde Gizli Olduğu Unutulmuş Belde: ĞÛTA Şu anda Sûriye’de tamamıyla muhasara altında olan 3 bölge vardır. 3’ü de Şam’da bulunan bu bölgeler Doğu Ğûta, Batı Ğûta ve Güney Dımeşk kırsalıdır. Bunlardan en büyüğü olan Doğu Ğûta bölgesinde kuşatma altında 1.200.000 den fazla insan yaşamaktadır. Birçok kez açlık sebebiyle ölümle burun buruna gelen bu bölge insanı 2 yıldır amansız bir ablukaya maruzdur. Elektrikler tümüyle kesik, su ihtiyacı kuyulardan sağlanmakta ve istisnasız her gün birçok hava saldırısına, helikopter ve füze bombardımanına maruz kalmaktadır. Bir gecede 2000 den fazla insanın kimyasal sarin gazıyla katledildiği, hava saldırıları neticesinde 2 yıl içinde sayısız katliam yaşandığı Ğûta, tüm bu acılara, m u s i b e t le r e , felaket ve zorluklara rağmen direnişin en muhteşemine şahitlik etmektedir. Maddi imkânsızlıkların kuzeye ve diğer bölgelere nispetle binlerce kat daha zayıf olduğu bu bölgede organizeli okullar, şerî medreseler, eğitim akademileri, Kur’an kursları vb. müesseseler sistematik ve planlı eğitim faaliyetlerini gün geçtikçe artırarak hayranlık uyandıran bir istikrar ve başarıyla devam ettirmektedir. Bölge alimleri tarafından tesis edilen Ğûta Ortak Şer’i Heyeti, kuşatma altında kendine bağlı olan Kur’an akademilerinde ve camilerde şu ana dek bin(1000) i aşkın hafız, 1 milyondan fazla kurra yetiştirmiştir. Mücahidlere ve genel halka yönelik şer’i eğitim kurslarının yanında üst düzey ilim talebelerine de ihtisas dersleri düzenlenmektedir. Aynı alimlerin öncülüğünde İslami Davet Fakültesi dahi kurulmuştur. Rabbani alimlerin, hikmet ehli ilim sâhibi önderlerin çokluğu ile temeyyüz eden Ğûta, tüm askeri gruplar üzerinde yaptırım gücüne sâhip Ortak Yargı Mües-

Sonbahar 2014 I 49


ÜNYASI D M A L İS sesesinin Sûriye genelinde kurulabildiği tek bölgedir. Dımeşk’in Cobar girişinde Abbasiyyîn Meydanına ve Hikmeti,basireti ve ıslah ediciliği ile küçük büyük tüm askeri karargah olarak kullanılan stadyuma 500 bölge insanı tarafından saygı duyulan rabbani alim metre uzaklıkta bulunan rejimin en stratejik askeri Şeyh Ebu Süleyman Hâlid Taffûr ittifak ile baş kadı noktalarından olan ve 7 muhkem askeri binadan olutayin edilmiştir. şan Ârifiye askeri noktası Ğûtalı mücahidlerin eline Geçtiğimiz Nisan ayında Esed rejimi, Hizbullah’ın geçmiştir. Beklenmedik bu darbe karşısında çılgına ve Irak’tan Maliki tarafından gönderilen Fadl b. Abdönen Esed rejimi Cobar’a şu ana dek devam eden bas tugaylarının desteğiyle Ğûta’nın güneyindeki hava saldırılarını iyice vahşileştirmiş, bölgeyi delice Melîha beldesine, savaşın başından bu yana benzeri ve hudutsuzca bombardımana tâbi tutmuş ve tutgörülmemiş çapta ağır bir saldırı başlatmıştır. Melîha maktadır. İki hafta içinde bu üssü geri alabilmek için üzerinden Ğûta’ya karadan girmek isteyen rejim, 5-6 askeri hamle yapsa da başarılı olamamıştır. hayal bile etmediği emsalsiz bir direnişle karşılaştı. Bu esnada Melîha’nın merkezini kaybetmelerinin Beldede yaşayan 25bin kişi Ğûta’nın diğer bölgeleriardından Ğûtalılar, askeri potansiyeli ve var olan imne göçmek zorunda kaldı. 135 gün boyunca kanları birleştirmek amacıyla, tüm grupların aralıksız devam eden saldırılarda tesbir ortak operasyon odasında toplanpit edilebildiği kadarıyla rejim taraMüslümanların zaferinin ması girişimiyle bir araya geldiler. fından 677 hava saldırısı, 12 varil Toplantılar sonunda bölgenin umudu ve düşmanların bombası ile 5900’den fazla âlimlerinin de teşviki ve destekorkusu; ümmetin unuttuğu kara füzesi, havan ve top atığiyle beklenenin de üstünde ve desteksiz bıraktığı Ğûta şı gerçekleştirilmiştir. Ğûtalı bir netice alınmıştır. Ğûta’da bölgesidir. Eğer direnişmücahidler savaş boyunca yapılan operasyonların yüzde çilerin desteklenmesiyle çoğunluğu Irak’tan gelen mi90’ını gerçekleştiren mücahid Ğûta’ya sâhip çıkılabilirse, lislerden oluşan 2500’e yakın birlikleri1 tek bir idâre ve askerî lider altında birleşmişler; Şurâ düşman askerini öldürmüş, çok kısa sürede Sûriye’de meclisi kurularak Şurânın kara4000’e yakın düşman askeri de dengeler müslümanların rı bağlayıcı kılınmıştır. Doğu Ğûta yaralamıştır. 45’ten fazla tank ve lehine değişebilir. Ortak İdaresi adı verilen bu yeni oluzırhlı araç imha edilmiştir. şum, ortak yargı müessesesinin yaptırı135 günün sonunda cephane yetermı altında olduğunu kabul etmektedir. sizliği sebebiyle Melîha’nın merkezinden tarGönüllere su serpen bu tek vücud oluşun ilk selalara ve arazilere çekilmek zorunda kalan mücameresi, rejime 5 Eylül’de Duhâniye bölgesi ve Aynhidlerin geride sadece 235 şehit bırakması direnişin terma vadisinde ansızın büyük bir darbe vurmasıyla boyutlarını gözler önüne sermektedir. alınmıştır. 135 gün direnişin ardından geri çekilinen Bedir Savaşı’nın yıldönümü 17 Ramazan’da Melîha genişliğine yakın bir alanı 2-3 günde ele geçiŞam Orduları İslam Birliği’nin(el-İttihâdu’l-İslâmî ren Ğûtalı mücahidler hâlâ devam eden operasyonli-Ecnâdi’ş-Şâm) düzenledikleri bir operasyonla, da nihai başarı kazanırlarsa güney yolunu ele geçirmiş, Melîha’ya Dımeşk’ten gelen yardımı kesmiş ve rejimi Melîha bölgesinden çekilmeye mecbur bırakmış olacaktır. Şu ana dek rejimin kaybettiği subay ve asker sayısı 100ü geçmiş, yüzlerce de yaralı an be an ambulanslarla Dımeşk’e taşınmaktadır. Ğûta ve Dûma’da hava saldırılarıyla işlenen katliamlara karşılık Şam’da İzzettin el-Kassam tugaylarına benzettiğimiz Şam Orduları İslam Birliği 2 Ağustos günü başkentteki rejimin kritik 4 askeri ve

50 I Müslüman Genç Davetçi


İSLAM D ÜNYASI

idari üssünü kendi üretimleri olan katyuşa füzeleriyle vuracaklarını ilan ettiler. Vadettikleri gibi de ertesi sabah başlayıp 4 gün boyunca belirledikleri 4 askeri bölgeyi vurdular. Sûriye cihadı sürecinde ilk kez gerçekleşen böyle bir operasyon Esed rejimi ve başkentteki darbecilerini dehşete düşürdü. Son bir haftadır Dûma’ya yapılan ağır hava bombardımanı ve katliamlara karşı epeydir beklenen “Ecdad Füzeleri” operasyonunun ikinci merhalesi de 15 Eylül’de ilan edildi. 16 Eylül sabahı, Mâlikî semtindeki başkanlık sarayı ve Mezze 86.Askeri Güvenlik Birliği yeni ürettikleri “Ecdad Füzeleri”yle tekrar vurulmaya başlandı. Ğûta’daki ilmî, askerî, idarî sahada ve yargı müessesesinde sağlanan birliğin bir diğer müspet neticesi de IŞİD fitnesine karşı görüldü. 6 ayı aşkın bir süre IŞİD üyeleri Ğûta’daki birlik sebebiyle bölgede sürekli sâkin ve uyumlu durdular. Ğûtalı liderler IŞİD’ın Sûriye’nin kuzey ve doğusunda Müslümanlara karşı işledikleri cürüm ve günahları bilmekteydiler. Ancak zor kuşatma şartları sebebiyle Ğûta’daki grubu problem çıkartmadıkları sürece, sınırlı olan silah imkanlarını cephelerde rejime karşı kullanma önceliğine binaen anlayışla idare ettiler. Ne zamanki Irak’ta Mâlikî yönetimi yerel direnişçilere karşı zor duruma düşüp, Ğûta etrafındaki cephelerden gönderdiği askerlerin bir çoğunu geri çekmek zorunda kaldı ve savunma yapan Ğûtalılar Iraklıların terk etmesiyle zayıflayan bu cephelerde ilerlemeye başladılar; işte tam bu sırada IŞİD, Ğûta’da suikast ve saldırılara başladı. 2 yıldır yüzlerce kişinin kuşatma altında açlıktan

öldüğü Güney Dımeşk’te yerel mücahid gruplarının idâre merkezlerine baskın yapıp içindekileri esir aldılar. Ağır bir kuşatma altındayken ve böyle kritik bir anda Ğûtalılara ihanet eden IŞİD’a karşı Doğu Ğûta’da âcilen ortak savaş ve tasfiye kararı alındı. Misrâba bölgesinde konuşlanan IŞİD bir haftadan kısa bir sürede Ğûtalı mücahidler tarfından tümüyle temizlendi. 2 yıldır ölümcül bir abluka altında mücadele veren Gutalılar, bu kenetlenmeyi sağlayamasalardı süreç çok daha vahim bir faciaya dönüşebilirdi. Ancak Allah’ın lütfu ve keremiyle, rabbani alimlerin çokluğu, mümbit arazilerin bolluğu, kendini gecesi ve gündüzüyle davaya adamış muttaki gençlerin gayreti ve en önemlisi de bir fikre, menhece, meşrebe tutuculuk yapılmaksızın emânetin ehline verilmesiyle Ğûta; eğitim, idâre, kurumsallaşma, sağlık ve diğer sivil müesseseleri, askerî ve yargı birliği ve daha nice hususlarda kendisinden binlerce kat fazla maddi imkana sâhip Sûriye’nin diğer bütün bölgelerinden kıyas kabul etmeyecek derecede üstün başarıya hâizdir. Sûriye’de Müslümanların zaferinin umudu ve düşmanların korkusu; ümmetin unuttuğu ve desteksiz bıraktığı Ğûta bölgesidir. Eğer sivil hizmet müesseseleri, insani kalkınma projeleri ve direnişçilerin desteklenmesiyle Ğûta’ya maddi anlamda sâhip çıkabilirse, çok daha kısa sürede Sûriye’de dengeler müslümanların lehine değişebilir. Rejime başkent Dımeşk’te öldürücü darbeyi vuracak olan Ğûtalı mücâhidlerdir. Lâkin Sûriye’ye yapılan yardımların sivil/insani olsun, askeri olsun kâhir ekseriyâtının savaşın nihai neticesini etkilemeyecek olan direniş bölgelerinde harcandığı müşâhede edilmektedir. Ki bunun küresel düşmanlar tarafından planlı bir şekilde temin edildiği kanaatindeyiz.

HALK DEVRİMİ KARŞISINDA BAAS REJİMİNİN DÜŞÜNCE VE HAREKET TARZI Sûriye ayaklanmasından önce Irak savaşı yıllarında baas rejimi, ülkesindeki cihad fikrine sâhip, hamiyet ve hamaset ehli gençlerin Irak’a geçişini kolaylaştırıyordu. Bu maksatla gençleri cihad için el-Kaide’yi gönderme adına –üç kişinin bir mescidde özel konuşamadığı Sûriye gibi bir yerde- cihad konuşmaları yapan hamâsi hutbeler veren ve Halep’te hutbe verdiği camiye güya cihad hazırlığı için halat gerdirecek kadar işi çığırından çıkaran Mahmut Ku-

Sonbahar 2014 I 51


ÜNYASI D M A L İS

lağası (Ebu’l Ka’ka), Bedran el-Hişan gibi istihbarat uşaklarını cihadçıları avlamak için kullanmıştır. Cihâd için Irak’a gitmeye niyetlenenlerin Sûriye’den çıkışları kolaylaştırılıyor, döndüklerinde ise hemen tek tek avlanıyorlardı. Bu yöntemle rejim, birçok hedefi birden elde etmekteydi. En önemlileri; - Irak krizi bitip de sıranın Sûriye’ye gelmemesi için cihad fikrine sâhip gençleri kontrol altında tutmanın ancak kendileriyle mümkün olduğunu, Esed rejiminin bölgedeki yegane alternatifinin teröristler olduğunu ve Amerika’nın kendilerine mecbur olduğunu göstererek baskı unsuru oluşturmak. - Iraklı mücâhidlerin içine Sûriye’den kendi istihbarat uşaklarını ve muhbirlerini sızdırmak. Böylece mücâhidlerin hareketlerinden haberdar olmak. - Müstakbelde kendi rejimi için tehlike oluşturabilecek ihlaslı, hamiyet sâhibi cihad fikrine sahip kesimi su yüzüne çıkartıp tasfiye etmek. Bu gayeyle Sûriyeli cihadçıları sınırdan Irak’a geçiriyor, dönmeleri halinde ise casuslar aracılığı ile de tutukluyordu. Irak İslam Devleti denen oluşuma katılanlar arasında Saddamperest denebilecek düzeyde eski baasçı subaylar vardı. Ebu Ömer Bağdadi dönemi idaresinde ağırlıklı olarak Afgan’dan gelen mücahidlerin bulunması bu baasçıların idari makamlarda yeterince yükselmesine fırsat vermemiştir. Ne zaman ki Ebu Ömer ve harp müsteşarı Ebu Hamza el-Muhacir öldürüldü ve Ebu Bekir Bağdadi o esnada

52 I Müslüman Genç Davetçi

kimsenin farkına bile varmadığı bir hileyle Devle’nin başına geçirildi. İşte o zaman baaslı subay ve komutanlar Devle’nin üst kademelerine daha yoğun bir şekilde yerleştirilmeye başlandı. Özellikle Ebu Bekir’in Devle başkanı ilan edilmesini kurnaz bir hileyle sağlayan Hacci Bekir ve Ebu Müslim Türkmâni, Ebu Ahmet elUlvâni, Ebu Muhammed es-Süveydâvi ile Ebu Eymen el-Irâki bu baaslı subayların en önemlileridir. Senelerce Sûriye rejimi, Irak’a cihadçı gençleri geçirmek ve bağlantıları sağlamakla vazifelendirdiği Bedran el-Hîşân ve Kulağası gibi uşakları üzerinden bu baasçılarla iş birliği yaptı. Baas rejiminin Irak’taki dayanağı olan bu eski baas komutanlarına her türlü desteği sağladı. Sûriye’de halk ayaklanması ve direnişi baş gösterince rejim için verdiği borcu geri isteme zamanı gelmişti. Baas rejiminin direnişi bastırma stratejisi ile şöhret ve gösteriş budalası olarak tarif edilen Ebu Bekir Bağdadi’nin2 yayılma hırsı ve hevâsı uyuştu. Siyâsî basiret yoksunu IŞİD oluşumu ve emiri Ebu Bekir Bağdadi’nin cehâlet ve ahmaklığı (eğer bil fiil uşak değil ise) Esed rejiminin ondan beklentisi ile uyuşması neticesinde Ebu Bekir Bağdadi Irak devletinin artık Sûriye’ye uzayıp genişleyerek ŞamIrak devletine dönüştüğünü ve artık Nusret’in vazifesinin bittiğini söyleyerek IŞİD’ı ilan etti. Bağdadi’nin kendi başına Nusret’in ilgâsını îlân etmesiyle askerî karargahları bir anda elinden kaymaya başlayan Nusret lideri Cûlânî, durumu kurtarmak için kendisinin de IŞİD lideri Ebu Bekir Bağdadî’nin de el-Kaide’ye bey’atlı olduğunu resmi olarak îlân etmeye kendini mecbur hissetti. Böylelikle Esed rejimi, uluslararası topluma, kendisine karşı başlatılan halk devriminin aslında dış güdümlü bir terör projesi olduğunu ispat etme emeline ulaşarak, ‘Sûriye’de benim yerime geçebilecek olan terörden başka alternatifiniz yok, beni desteklemeye mahkumsunuz’ mesajını verme hedefini gerçekleştirdi. IŞİD’ın Sûriye’de hakimiyet sahasının genişlemesi ve güçlenmesiyle rejimin elde edeceği bir diğer hedef ise, tekfirci hüviyetin siviller ve yerel mücahidlere yönelik töhmetleri ve saldırıları artırmasını temin


İSLAM D ÜNYASI ederek direnişçilerinin hâkim olduğu kurtarılmış bölgelerde anlaşmazlıkların ve çatışmaların yayılmasını sağlamak. Böylece direnişin halk tabanını bezdirecek ve nefret ettirecek davranışlara muhatap kılarak, cihada ve ihlaslı müâhidlerin etrafında halkın kenetlenmesini (cihad hareketinin halk tabanının oluşmasını) engellemek. Neticede ise cihad hareketini, halkın kendisini güvende hissetmediği bir hâle çevirmek ve böylece direnişi akâmete uğratmak. Ve yine bu esnâda ya ülke dışından İslamî söylemlerle Sûriye’ye girdirilen tekfirci tabanın eliyle mürted olduklarına inandırılarak yahut da bizatihi örgütün içine sızdırılmış istihbarat unsurları eliyle sahanın akl-ı selîm, basîretli cihad öncüleri ve muhlis mücâhidleri gün be gün tasfiye edilir. Şeyh Celal Bayırlı, Ebu Halid es-Sûri, Ebu Bekir Mikdad es-Serakıbî ve Nusret’in Deyr emiri, Rakka emiri ve İdlib emiri gibi daha niceleri… Aynen Cezâir’de Ebu Abdurrahman el-Emîn’in eliyle bölgedeki muhlis cihâd önderlerini tasfiye ettikleri gibi… Irak’ta da Ensâru’l-İslâm ve diğer nezîr cihâd cemaatlerine yaptıkları gibi… İRAN ve Sûriye İstihbâratının Devrime Karşı Karşıt Devrim Politikası ve Bölgesel Stratejisi: Sûriye’deki savaşı, rejime karşı verilen bir halk devrimi savaşından, Amerika’nın öncülüğünde bölgede korku saçan teröre karşı verilen bir savaşa çevirmek… Küresel güçlere ‘Bu ülkede/bölgede bizim yegane alternatifimiz tekfirci terör örgütlerinin bölgeye hâkim olmasıdır’ mesajını verilmektedir ilk günden beri. Bu söylemini elle tutulur kılmak için alt yapıyı da yine kendisi oluşturmaktadır. 2013 yılında henüz IŞİD ilân edilmeden; İran Konsolosluğu, Baas Partisi Güvenlik Birim Sorumluları, Irak İstihbârat Subayları ve Hizbullah Lideri Hasan Nasrallah arasında gerçekleşen bir toplantıdaki görüşmelerden Sûriye Genel İstihbâratına bağlı 279. Dış İstihbârat Şûbesinde ele geçirilen bir belgede, Nasrallah “Sûriye sahasına mutlaka tekfîrci grupların ciddî hacimlerde sokulması gerektiği’ teklifinde bulunuyor. IRAK kanalıyla Sûriye’ye IŞİD’ın eski hali olan IRAK İ. Devleti Örgütünün tutuklularının hapisten çıkartılmasının te’mini ve Sûriye’ye geçişinin kolaylaştırılması hususunda ittifak ediliyor. Aynı belgede Irak

İstihbârâtından da örgütün içinde kendilerine bağlı unsurların bulunduğu te’yid edilir. Mâlikî hükümeti de Sûriye sınırını ve hapishaneyi bekleyen sıkı güvenlik/nöbetçi duvarını kaldırma sözü veriyor. Esed Rejimi, Irak’tan geçirilmesine müsaade edilen IŞİD tabanından önce, halk ayaklanmasının başlamasından sadece 3 ay sonra, silahlı mücâdelenin henüz yeni yeni devreye girdiği bir anda cihâdî selefîliğe mensup olma suçuyla Saydnâya hapishanesinde tutulan cihâdî selefîleri, ‘hüküm süreleri bitti’ gerekçesiyle bir anda serbest bıraktı. Ancak çoğu daha sonra İslâmî Cephe’nin liderliğini yapan bu zâtlar rejimin arzu ettiği tatmin edici tekfirci potansiyel zemini oluşturamadılar. Direnişçi gurupların birleşip kenetlenmesini geciktiren bazı söylem ve tabuları olsa da, geçmiş hatalardan ibret alıp-ders çıkararak ve de süreç içerisinde Şam ehlinin öncü isimleriyle nasihatleşerek gün geçtikçe daha itidalli bir çizgi sergilediler. Ayrıca Sûriye halkının genel yapısı bu tekfirci fikre tabiaten uzak olduğundan, bu damarı besleyecek halk tabanı bulunamaması sonucu Saydnâya hapishanesi Şam’ın bereketi ve Rahmân’ın lütfuyla planlanan neticeyi vermeyince Irak’tan giren tedhiş alternatifsiz ve bulunmaz bir tercih hâlini aldı. Zira Irak’tan gelecek tabanın çoğu Dünyâ devletlerinin ve uluslar arası toplumun terör örgütü olarak gördüğü el-Kâide’ye biatlıydı. Dahası ise el-Kâide’nin Horasan liderlerinin dahi kontrol etmekte aciz kaldığı, bazen haberdâr dahi olamadığı çok daha uç sapma ve savrulmaları içermekteydi bu taban. Örgütün içerisindeki istihbarat sızmalarının yabancı olmaları sebebiyle Sûriye’deki yerel direnişçiler tarafından tanınıp tesbit

Sonbahar 2014 I 53


ÜNYASI D M A L İS edilmesinin imkansızlığı da bu tercihi daha câzip hâle getiriyordu. Irak’taki lider Ebû Bekr el-Bağdâdî’nin devlet îlânı karşısında, vaziyeti ve Nusret cephesinin sâhip olduğu silah potansiyelini kurtarabilmek için el-Kâide’ye beyatlı olduğunu îlân etmek zorunda kalan Nusret lideri Cûlânî’nin bu beyânı rejimin ve Esed’çi bloğun ulaşmak istediği hedef yolundaki ilk elle tutulur başarısı oldu. Artık rejimin söylemi ve iddiası uluslararası sahada elle tutulur hal aldı. Daha sonraki IŞİD gelişmeleri ise el-Kâide ismin kendilerine sunacağı kazanımdan kat kat fazlasını rejime sağladı. Artık sadece Küresel Güçleri endişelendiren değil, aynı zamanda direnen halk hareketlerini, ayaklanan halkı ve hatta el-Kâide’nin sahadaki temsilcisi olan Nusret’i dahi endişelendiren bir örgüt Sûriye’de hâkimiyet sağlamaya başlamıştı. Böylelikle Rejimin yükü fevkalâde hafifledi. Artık iki yüzlü dünyâ ve medya organları Esed’in kıyas kabul etmeyen katliamlarından çok IŞİD teröründen bahsedecekti.

hususundaki tereddüt ve yaşayacakları ayrılıklar da IŞİD’ın bu hedefine ulaşmasını kolaylaştıracak idi. Bu sebeple IŞİD hiç tereddüt etmeden ikinci tercihi seçti. Sûriye direnişçileri ve diğer mücâhid grupların mürted oldukları, dış güçlere hizmet ettikleri, cihad karşıtı sahveler oldukları gibi söylemler ise yapılan bu tercihin IŞİD tabanına yansıtılan kılıfları idi. IRAK’lı kadîm mücahitlerinin yakînen şahitlik ettikleri örgüt içindeki sızmalara gelince; IŞİD’ın Erkân(Genel Kurmay) başkanlığına getirilen Hacci Bekr, Saddam dönemi Baas ordusunun tuğgenerallerindendir. Aslen Sâmerrâ’lı olan Ebû Bekr İbrâhim Avad’ın Bağdâdlı ve Kureyşli olduğu yalanını ilk terviç eden ve Ebû Ömer Bağdâdî’nin öldürülmesinin ardından çirkef ve planlı bir hileye başvurarak onun Devle’nin başına getiren de bu baaslıdır. Irak sahasının kıdemli mücâhitleri bu pis zâtı çok iyi tanırlar. Bağdâdî’den sonra 2. adam olarak bilinen Hacci BEkr’in Halep’te Sûriye’li mücâhitler tarafından öldürülmesinin IŞİD Örgütünün Düşünce ve ardından IŞİD’da üst düzey askerî IŞİD’in stratejisini Hareket Mantığı: ve idârî sorumluluk verilen bir dibelirleyen düşünce mantığı IŞİD örgütünün hareket strağer kadîm Baaslı ise Saddam’ın devlet olma ön kabulüdür. tejisini belirleyen düşünce istihbârat subaylarından IŞİD için Sûriye halkının mantığı devlet olma ön kabuAbdurrahîm et-Türkmânî’dir. lüdür. Buna binâen IŞİD için IRAK’ta el-Kâide’nin en acıuğradığı zulmü sonlandırma Sûriye halkının uğradığı zulmü masız düşmanlarından olan, gibi bir öncelik söz konusu sonlandırma gibi bir öncelik İslâmî cihatçılara karşı savaş değildir. Öncelikli hedef îlân söz konusu değildir. Bilakis önsancağını taşıyan Türkmânî, edilen devletin hakimiyetini celikli hedef îlân edilen devletin El-Kâide’nin Irak’taki güvenlik genişletmek ve ekonomik hakimiyet sahasını genişletmek sorumlusu Ebû SEyf el-Uteybî’yi gücünü arttırmaktır. ve ekonomik gücünün kaynaklarını öldüren kişidir. Çok şaşırtıcı gelebiarttırmaktır. lir belki ama bu adam Deyruzzôr şehIŞİD’ın önünde bu hedefi gerçekleştirerinin IŞİD emîrliği yapmaktadır. Ve oradaki bilmesi için iki tercih vardı. Ya hava gücünü elinde yeni lakabı Abdunnâsır’dir. Beraberinde bulunanların bulunduran, ağır silahlara ve arkası kesilmeyen kahir ekseriyâtı onun geçmişinden bîhaberdir. cephaneye sâhip olan Esed kontrolündeki bölgeleAbdunnâsır lakabıyla Deyruzzôr emîrliği yapanın ri ele geçirmek yâhut hava gücüne sâhip olmayan, Türkmânî’nin ta kendisi olduğunu bilen ender kişiağır silah ve cephaneleri ise son derece sınırlı direlerden biri, Rakka’ya kaçmadan önce Lâzikiye’nin nişçilerin Esed’den kurtarmış olduğu bölgeleri ele taşrasında(Türkmen Dağında) kendilerine emân vergeçirmek. Bu iki tercihten IŞİD’ı en az kayıpla, en dikten sonra, aracılık yapmak için gelen Şerî heyet hızlı sürede hedefine ulaştırabilecek olan hiç şüphekadısı Celâl Bayırlı, Yusûf Aşşâvî ve Ebû Basîr gibi siz Müslümanların elindeki kurtarılmış bölgeleri ele birçok öncü şahsı mahkemesiz bizzât kendi silahıygeçirmekti. Kurtarılmış bölgeleri elinde bulunduran la kafalarına sıkarak katleden IŞİD emîri Ebû Eymen mücahit grupların, kendilerine saldıran IŞİD üyelerini el-Irâkî’dir. Ebû Eymen’in de Saddam İstihbârâtının Müslüman olarak görmesi ve onlara karşı savaşma muhbirlerinden ve Irak’taki mücahitlerin en azılı ve

54 I Müslüman Genç Davetçi


İSLAM D ÜNYASI acımasız düşmanlarından olduğu bilinmektedir. Özellikle Nusret Cephesinde, genelde ise cihâdî selefîlik fikrine (Menhec kardeşliği söylemine) sâhip olanların birçoğunda beslendikleri menhec ve söylem yakınlığı ve de köken itibariyle IŞİD’e duygusal yakınlık, sempati besleyen ciddî bir potansiyel taban mevcuttur. Bunların üst düzey ve muhlis olanları genelde, hüsn-ü zan ve iyi niyetlerinden yeterince istifâde edildikten sonra bu sempatinin bedelini canlarıyla ödüyorlar. Bunun en bâriz örnekleri ise; - Nusret’in İdlip emîri, IŞİD bölgeyi terk ettikten sonra bölgede kalan mensuplarının tutuklanmasının ve IŞİD’a karşı savaş kararı alınmasının en ciddî engeliydi. Bu duygusallığı evine gönderilen bir intihar saldırısı neticesinde kendisi ve tüm âilesinin canına mâl olmuştur. - Nusret’in Humus şerî sorumlusu Ebû Süleymân el-Hâlidî, yerel direniş grupların IŞİD mensuplarına dokunmasına asla izin vermez, IŞİD’i savunur ve yeri gelirse onlarla birlikte durup savaşabileceğini söyleyerek karşıtlarını tehdit ederdi. Bunun karşılığında ise IŞİD tarafından yanındaki 11 mücâhitle birlikte tutuklandı ve korkunç bir şekilde katledildi. - Tel Rıf’at’taki Şerî Heyet toplantısından gerçekleştirilen intihar saldırısı ihanetinden sonra kendilerine karşı toplu savaş kararı alan Livâu’t-Tevhîd ve Ceyşu’l-Mücâhidîn’in elinden 700’e yakın IŞİD mensubunun Haleb’in el-Bâb bölgesine Nusret kaçırdı. Netîce de ise el-Bâb ve Carablus’ta Ahrâr’ın ve Nusret’in sayısız mücâhidini hâince katlettiler. Buna Nusret’in Rakka emîri Ebû Sa’d elHadramî’nin kendilerinden ayrıldıktan kısa bir süre sonra IŞİD tarafından vahşîce katledilmesi gibi daha nicelerini ilâve edebiliriz… IŞİD’ın ekonomik kaynaklarının en önemlilerine değinecek olursak; - Mâlikî yönetiminin tek bir kurşun bile atmadan teslîm ettiği Musul şehrinin bankalarında terk edilen malların ciddî bir bölümü IŞİD’a bırakılmıştır. Aynı şekilde yüz milyon dolarlarla takdir edilen ağır silah ve cephanelik IŞİD’ın eline geçmiştir. Ayrıca IŞİD’ın mücâhitlerin elindeki bölgelerden tüm gücünü

kullanarak alıp hâkimiyet sağladığı şehirler Sûriye’yi Irak’a bağlayan ülkenin petrol sahalarıdır. - IŞİD’ın eline geçirmiş olduğu petrolün pazarlanmasına aracılık yapan kişi ise Mâlûlâ rahibelerinin serbest bırakılmasında aracılık yapmış olan Banyas Petrol Rafinerisi Genel Müdür Yardımcı olan Yebrûd’lu Katolik George Hasvânî’dir. Kendisi Rusya’da eğitim görüp evlenmiş, daha sonra ise Lâzikiye alevilerinden evlenip uzun yıllar Rusya ile Sûriye arasındaki ticârî anlaşmaların en büyük aracısı olmuştur. Şimdi ise IŞİD ile Esed rejimi arasında petrol alım-satımında aracılık yapmaktadır. Uluslararası pazarda 1 varili 100 doların üzerinden olan petrolü 25-35 dolar arası bir fiyatla pazarlayan IŞİD bunun neticesinde benzersiz bir ekonomik güç kazanmaktadır. Bunlar IŞİD’ın en önemli ekonomik kaynaklarının alenî olanlarıdır. Düşünerek Okunup İbret Alınmadığı için Tekrarlanan Fâciâlara Örnekler: 1-En-Nehru’l-Bârid Olayı: 2- Ebû Mus’ab Sûrî’nin Cezâir Cihâd Tecrübesine Dâir Acı Şâhitliği ve IRAK-Sûriye süreciyle mukayesesi: DİPNOT: 1 Bu gruplar: Şam Orduları İslam Birliği(el-İttihâdu’l-İslâmî liEcnâdi’ş-Şâm), Ahraru’ş-Şam Hareketinin Ğûta Kolu, Ceyşu’lİslâm, Elviyetu’l-Habîbi’l-Mustafâ ve Feyleku’r-Rahmân’dır. 2 Kendisini böyle tanıtanlardan birisi de Irak’taki mücahitlerin şeyhlerinden Ebû Abdullah Muhammed Mansûr’dur. Yakînen bizâtihi tanıdığını ifâde ettiği Bağdâdî’nin ‘Mücahidlere okuttuğu (hanbelî fıkhına dâir) Zâdu’l-Müctenki‘ derslerine kısa süre katıldığını, kötü ahlaklı, câhil ve heva ehlinden gösteriş/ şöhret sevdâlısı birisi olduğu’ kanaatini paylaşır. (ed-Devletu’lİslâmiyye beyne’l-Hakîkati ve’l-Vehm adlı kitabı 7. Sayfa)

Sonbahar 2014 I 55


MA ARAŞTIR

Yazı: SERHAT YAŞAR < 18 Mart Üniversitesi İlahiyat Öğrencisi

GIYBET

ZAN TECESSÜS Allah (c.c) Kur’an-ı Kerim’de, iman edenleri üç önemli davranıştan sakındırır; Zanda bulunmak, gıybet etmek ve tecessüs etmek (gizliyi araştırmak), Bu beğenilmeyen ahlak özellikleri birbiriyle doğrudan bağlantılıdır. Çünkü kişi bir mümini çekiştiriyorsa hakkında kötü zan besliyor demektir. Bununla beraber tecessüs eden (gizliyi araştıran )kişinin de kötü zanları vardır ki gizli araştırmalar yapmaktadır. Allah(c.c) Kur’an da şöyle buyurmaktadır: Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz de kiminizin gıybetini yapıp arkasından çekiştirmesin. Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan iğrenip tiksindiniz. Allah’tan korkup sakının. Hiç şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir. (HUCURAT-12) Yüce Allah bu ayette, imân sahibi olan kişilere seslenmekte ve onlardan, zararlı olan üç şeyden uzak durmalarını istemektedir. Bu üç şey; kötü zan, tecessüs (birbirlerinin kusurunu araştırma) ve gıybet (dedikodu)’tir. Bu hoş olmayan davranışların üçü de müminleri incitir, aralarındaki samimiyeti zedeler, kardeşlik bağlarını zayıflatır. Cahiliye toplumunda gayet doğal karşılanan ve vazgeçilmezleri olan bu davranışlar Allah’a itaatsizlik ve başkaldırı niteliğindedir. Bir mümin böylesine çirkin davranışlardan mümkün mertebe uzak kalmaya çalışmalıdır; çünkü Allah (c.c) bizleri çirkin işleri yapmaktan men etmektedir. Allah size adaleti, iyiliği, akrabalara yardım etmeyi emreder. Çirkin davranışları ve iğrençlikleri yasaklar.

56 I Müslüman Genç Davetçi

Düşünüp tutasınız diye O, size öğüt verir. (NAHL-90)

GIYBET Gıybet; “Bir kimsenin arkasından hoşuna gitmeyecek şekilde konuşmak” demektir. Türkçede bu kavramın karşılığı olarak “dedikodu” ve “çekiştirme” kelimeleri kullanılır. Dinimizde büyük günahlar arasında yer alır. O kadar çirkin bir davranıştır ki ‘’ Hucurat suresi 12. ayette’’, gıybet yapmak, ölmüş kardeşinin etini yemeye benzetilmiştir. Bir insanın kusurunu açığa çıkarmanın her türlüsü gıybettir. Ancak, başka birinin arkasından yapılan her konuşma gıybet sayılmaz. Örneğin, herhangi bir haksızlığa uğramış birinin, sorununu, çözebilecek birine anlatması veya bir kişiyi ona zarar verebilecek birine karşı (iddia tahminlerle değil, bir bilgiye dayanıyorsa) uyarmak gıybet kapsamına girmez. Gıybet sadece dil ile yapılmaz: Dil ile söylemek, ancak başkasına müslüman kardeşinin bir eksikliğini anlattığın ve hoşuna gitmeyen bir vasfını belirttiği için haram olmuştur. Bu bakımdan gizlice kendisinden bahsetmek, açıkça kendisinden bahsetmek gibidir. Bu hususta fiil de söz gibidir. İşaret, ima, dudak bükme, göz kırpma, yazı, hareket ve maksadı belir-


ARAŞTIR MA ten her türlü söz, açıkça söylemek gibidir. O halde anlatması günah olarak yeter” hadisleri zannın ne bunların tümü gıybet ve haramdır. derece bir günah olduğu ve asla yapılmaması gerekGıybeti dinleyen de yapan gibidir: Hz. Peygamber tiğini ifade etmeye yeter. “Gıybeti dinleyen de gıybet edenlerden birisidir.” buMümine düşen iyi zanda bulunmak yani iyiyi düyurmuştur. (Taberani) şünmektir .Gördüğümüz ya da duyduğumuz her Arkadan çekiştirip duran, kaş göz hareketleriyle durumun peşine düşüp fitne çıkarmak bizim emalay eden her kişinin vay haline… (Hümeze Suresi, 1) rolunduğumuz değil kaçınmakla yükümlü olduğuHayır; andolsun o, ‘hutame’ye atılacaktır. muz davranışlardır. Allah(c.c)’ın bizim için çizdiği, “Hutame”nin ne olduğunu sana bildiren nedir? Rasullah(s.a.v)’ın bize gösterdiği yol bellidir. MüminAllah’ın tutuşturulmuş ateşidir. (Hümeze Suresi, lerin, bu sınırların dışına çıkmamaya özen gösterme4-6) si gerekir. Bir kimse bunca uyarıya rağmen Allah’tan korkup TECESSÜS gıybetten kaçınmıyorsa imanını gözden geçirmelidir. Bir şeyin gizli tarafını, iç yüzünü , kusurunu araşAlemlerin rabbi ‘’vay haline’’ diyor o gıybet edenletırma manasına gelmektedir. Bu kelime Kur’an’da rin. Mümin bir kişi, bulunduğu ortamda konuşacak yalnızca bir ayette geçmektedir bir şey kalmadığında gıybet etmek yerine susmayı ‘’Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini tercih etmeli, zira susmak, Allah(c.c)’ın ‘’vay haline’’ araştırmayın)....’’(Hucurat-12) dediği kullar olmaktan kat kat daha hayırlıdır. Bu ayette yüce Allah müminlere tecessüs etmeyi Bu hususta Rasulullah (s.a.v): yasaklamıştır. İnsanların ayıplarının peşine “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden düşmek, onları fesada uğratmaktan kişi, ya hayır söylesin ya da sussun!” Alemlerin rabbi başka bir yere ulaştırmaz ve yalbuyuruyor. (Buhârî, Edeb 31) ‘’vay haline’’ diyor o gıybet nızca huzursuzluğa sebep olur. ZAN Huzursuzluk çıkarmak mümin edenlerin. Mümin bir kişi, Zan; sanmak, bilmek ve itbir kişinin nehyolunduğu davbulunduğu ortamda konuham etmek manalarına geldiği ranıştır. şacak bir şey kalmadığında gibi, sezmek ve şüphe manalaBir adam İbn Mes’ud’a gegıybet etmek yerine susmayı rında da kullanılır. Birini iyi sanlerek falancanın sakalından tercih etmeli, zira susmak, ma, iyi zannetmeye hüsn-i zan; şarap damlıyor” dedi. ibn Allah(c.c)’ın ‘’vay haline’’ kötü fikir besleme ve kötü sanMesûd ise ona şu şekilde cevap dediği kullar olmaktan kat malara da su-i zan denilmektedir. verdi: “Biz tecessüs etmekten kat daha hayırlıdır. “Ey mü’minler! Zannın bir çonehyolunduk. Ancak açığa vurduğu ğundan sakının Çünkü zannın bazısı zaman, onu yakalayabiliriz. “Mücâhit günahtır...” (Hucûrât, 49/12) de, Birbirinizin kusurunu araştırmayın” Zan işin aslını bilmeden yorum yapmaktır ve bu ayetinden maksat “açığa çıkanı alın, gizli kalanı bıyine Kuranda şöyle yorumlanır; “Ahirete iman etmerakın, demektir” diye bu hususta açıklamada bulunyenler meleklere dişi isimler veriyorlar Onların bu muştur. hususta bir bilgileri yoktur, sadece zanna uyuyor(Seyyid Kutub, Fi Zilâli’l-Kur’an, Beyrut 1971). lar, zan ise hakikat namına hiçbir şey ifade etmez” . İnsanın hiç bir şekilde çiğnenemeyecek ve doku(Necm,53/27-28) nulamayacak olan şerefi, haysiyeti, hak ve hürriyet“Ey mü’minler! Size fâsık biri bir haber getirirse, leri vardır. Bunlardan biri de, gizli durumların araşonun doğruluğunu araştırın Yoksa bilmeyerek bir tırılmamasıdır. İslâm dini, bu şekilde mükemmel bir topluluğa karşı kötülük edersiniz de sonra yaptıtarzda fertlerin haklarına riâyet etmeyi emretmiştir. ğınıza pişman olursunuz” (Hucûrât, 49/6) âyeti ve İslâm’da insana, insan olma onuruna yakışır bir şekil“Zandan sakının çünkü zan, sözlerin en yalanıdır…”, de davranma emredilirken, onun hiç bir şekilde taciz “Kişiye, her duyduğu şeyi konuşması / başkalarına edilmesine izin verilmemiştir.

Sonbahar 2014 I 57


MA ARAŞTIR

Yazı: AHMET KÖSE

Kur’an kıssalarının GERÇEKLİĞİ MES’ELESİ Kıssa kelimesi dört temel anlamı içerir ki bunlar: 1)’’ Bir kimsenin izini sürmek.’’ 2) ‘’Birisine herhangi bir haber yahut sözü bildirmek’’ 3) ‘’Bir şeyi makaslamak’’ 4) ‘’Bir şeyin önemli bir bölümü’ Terim olarak ise, ’’Kur’ân-ı kerîm’de kişiler ve olaylara dair yer alan haberler ve bunlardan bahseden ilim.’’ Bu anlamlardan hareketle kıssa; yalan ve hayalin karışma ihtimali mümkün olmayacak bir tarzda tarihin dehlizlerinde kalmış veya insanların zihinlerinde hâlâ canlılığını koruyabilen olayların sanatsal bir ifade tarzıyla sunulmasıdır diyebiliriz. Kur’ân kıssalarını diğer târihî kıssalardan ayıran en önemli husus edebî bir üslûp kullanılmakla birlikte insanları belli bir gayeye yönlendirmeyi de hedef edinmiş olması gelir.

KISSA İLE HİKÂYE ARASINDAKİ FARK Kıssa kelimesinin söz konusu tanımlarından da anlaşılacağı üzere anlatılan hâdise tam anlamıyla gerçeği yansıtan bir anlatım şekliyle sunulmalıdır. İşte tam bu noktada kıssa ile hikâye arasındaki farktan bahsedebiliz. Çünkü hikâye; gerçekçi olsun-olmasın önemli-önemsiz aktarılan her türlü olay şeklinde tanımlanır. Kur’ân’da kıssalar için ‘’hikâye’’ teriminin kullanılmaması da bu nüanstan kaynaklanır. Kıssa kelimesi; haber, mevzû, mes’ele, hâl anlamlarında kullanılmakla birlikte son dönemlerde hikâye ile eş anlamda kullanılmaya başlanmıştır. Ancak bu eş anlam kullanımını –kıssa/hikâyeKur’ân kıssalarına tatbik edilmesi son derece yanlış bir anlama yol açar. Zîrâ böyle bir kullanım Kur’ân kıssalarının tamamen gerçek haberler olma özelliğini göz ardı eden, kıssaların hakikat ve keyfiyetini yansıtmaktan uzak bir kullanım olur. Kıssa, olayların adım adım takibini sağlayarak, kişisel ve toplumsal dönüşümde önemli bir rol oynarken kullandığı malzeme önceki devrelerde

58 I Müslüman Genç Davetçi

yaşanmış gerçek hayat ile ilgili ilginç haberlerdir.

KISSALARIN AMACI Kur’ân kıssalarını incelediğimizde Kur’ân’ın neredeyse üçte birini kıssaların oluşturduğunu görürüz. Kur’ân’da bu kadar yer tutan kıssaların gâyesi Kur’ân’ın indiriliş amacı neyse odur diyebiliriz. Kıssaların ayrıca Hz. Peygamber ve mü’minlerin sıkıntılara karşı direncini arttırmak, sabır ve tevekküle teşvik ve teselli gibi amaçları da vardır. Kua’an’ın insanları ulaştırmak istediği yegâne gâye tevhit ve hidayettir. Bu açıdan bakıldığında kıssalarda gözetilen temel amacın târihi bilgi vermek değil, ibret verici olaylardan insanların ders çıkarmasını sağlamaktır. Bu sebepledir ki kıssalarda; şahıs, yer, zaman ve kronoloji gibi Kur’ân’ın mesajını ayrıntıda boğacak ifâdelere yer verilmemiştir. Kur’ân kıssalarının çoğunluğu –örneğin; Hz. Âdem, Hz. Nûh, Hz. Mûsa, kıssaları- değişmeyen mutlak hakikatleri farklı üslûplarla, diğer kıssalarda bulunmayan yönlendirme ve teşvik gibi unsurlarla edebî bir tarzda anlatmıştır.

KUR’ÂN’DAKİ “KASASUL HAK” İFADESİNİN ANLAMI Kur’ân’da “Hak kasas” şeklinde bir tamlama kullanılmıştır. Söz konusu âyet: “Şüphesiz bu, gerçek kıssadır. Allah’tan başka ilah yoktur. Ve şüphesiz Allah, üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. “ âyetidir. Hak lafzı söz konusu tamlamada sıfat durumundadır. Başında elif lam gelmesi nedeniyle istiğrak anlamı da verilerek tercüme edilebilecek kasasın, hak olma niteliğine sahip olduğunu ortaya koyar. Şüphesiz bu, hak ile kıssa etmek ve hakkı kıssa etmekten farklı olmalıdır. Zira hakkı kıssa etmekte, tahakkuk edecek prensibin açılımı ve adım adım takibinin mümkün olacağı bir sevi-


ARAŞTIR MA yede anlatımı söz konusu iken, hak ile kıssa da doğru olmayan unsurların sızmasına imkân vermeden, indi değerlendirmelerin nüfuzunu engelleyen bir usulle adım adım takip ettirecek tarzda anlatım söz konusudur. Hak kasas ise, bu şekilde ulaştırılmış ve muhtevasına her hangi gerçek dışılık barındırmayan kıssalar anlamındadır. Zira Hak Kıssalar terkibi burada sonuç bildirme fonksiyonuna sahip görünmektedir ve bu ayetin, önce geçen otuz ayetlik bir dizi ile bağlantılı olduğu görülür. Buralarda ise, “Hz. Meryem’in dünyaya gelmesinden, Hz. Zekeriya Peygamber’in onu himaye etmesinden, yaşlı olmasına rağmen Hz. Zekeriya Peygamber ve eşine bir çocuk verildiğinden, Hz. Meryem’in İsa Mesih’e hamile kalmasından, onun beşikte konuşmasından, İsrailoğullarına resul olarak gönderilmesinden, kendisine topraktan yaptığı kuşu canlandırmak, körleri ve alaca hastalığına tutulanı iyi etmek, ölüleri diriltmek, evlerde ne yiyip ne biriktirdiklerini bilmek gibi mucizelerden, onun havarileri ile durumlarından, vefât ve göğe yükseltilmeden, Hz. İsa’nın yaratılışından, Hz. Muhammed (as)’ın kendisine hüccetle gelenlerle mübahele yapması teklifinden” söz edilmektedir. Ayette Hak Kıssalar şeklindeki tavsifin, önceki ayetlerde söz konusu edilenlerin bir kıssadan ibaret olmamasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Bu kasasın hak olduğuna inanmayan ve üstelik bunda ısrar eden bir topluluk olduğuna işaret etmektedir. Burada söz konusu edilen konular ise, hemen tamamına yakın kısmı itibariyle Hristiyanları ve Hristiyanlığı ilgilendirmektedir. Bu konuda Hristiyanların önce kendi aralarında son derece farklı bilgi ve görüşlere sahip oldukları, bu bilgi ve değerlendirmelerin Müslümanların kaynaklarıyla da bağdaşmadığı bilinmektedir. Bu durumda, Kur’ân’da “Hak Kıssalar” terkibinin hem bir harfi tahkik, hem de bir harfi te’kid olan lam ile getirilmesinin anlamı anlaşılmaktadır. Bunun değerlendirilmesini, Ey insanlar sizin elinizde Meryem, İsa, Zekeriya ve Havariler ile ilgili anlatılanlar mevcuttur ve bunların hak olduğunu zannediyorsunuz, halbuki bunlar sizin kabul ve direnmenizin aksine doğru değildir, Hak Kasas, kabul etmeseniz hatta kabul etmeyip aksini iddia ederek direnseniz de, Kur’ân’da anlatılan bu kıssalardır, şeklinde yapabiliriz. Nitekim Kur’ân bu konuda, onların Hz. Peygamber tarafından mübaheleye davet olunduğunu açıkça bildirir. Mübahelenin amacının, hak olmayan kıssalar tarafından anlatılanlarla, Hz. İsa, Hz.Meryem, Havariler ve Hz. Zekeriya hakkında yanlış

değerlendirmelere saplanmış, bu nedenle de yanlış inançlara yönelmiş Nasrânî bir topluluğun Kur’ân tarafından anlatılan Kıssalara inanarak inançlarını düzeltmeleri olduğu anlaşılmaktadır. Burada ki kıssaların Hak niteliğiyle tavsif olunması, bunların Nasrânîlerin kıssalarından farkını belirtmek için olmalıdır. Bu bize inançların oluşmasında kıssaların son derece önemli olduğu noktasına götürecektir. Olayların takibini sağlayan kıssalar zaman içerisinde inançları oluştururlar.

KISSALARIN TÂRİHÎ DEĞERİ Kur’ân kıssaları, ilmîyle her şeyi kuşatan Allah’ın aktardığı yerine göre; gayb haberleri, târihî kıssa ve kur’ân’ın bizzat şâhit olduğu haberlerdir ki bu anlatımlar insanlık tarihinin en güvenilir bilgileridir. Bununla birlikte kıssalar; târihî-temsîli, kısa-uzun vb. şekillerde sınıflara ayrılmakla birlikte; gerçek-gerçek dışı diye bir tasnife aslâ tâbî tutulmamışlardır. Ancak M. Öztürk Demitolojizasyon ve Kur’ân adlı makalede az önce belirttiğimiz yaklaşım tarzına benze bir tutum sergileyerek şunları söylüyor: ‘’Bizce bu noktada yapılacak en büyük yanlış, Kur’ân kıssalarının tümünü birer tarihsel hakikat veya tümünü kurgusal-fiktif anlatı kapsamında mütalaa etmektir. Kuşkusuz, Kur’ân’da tarihsel gerçeklikleri inkâr edilmesi mümkün olmayan çok sayıda kıssanın mevcudiyeti bir mütearifedir. Bunun yanında, Zülkarneyn ve Bilge Kul (Hızır?) gibi tarihin belli bir dönemine yerleştirilemeyen figürlerle ilgili anlatımlar da mevcuttur. Öte yandan Kur’ân’daki bazı kıssalar, Zülkarneyn örneğinde olduğu gibi, İslam karşıtlarının Hz. Peygamber’i test etme girişimlerine bir cevap olarak aktarılmıştır. Bu husus dikkate alındığında, bazı kıssaların herhangi bir dinî-ahlâkî mesaj içermediği dahi söylenebilir.’’ Bu bakış açısı Kur’ân’ın i’câzının bir gereği olarak tarihî anlatılarla ilgili özellikle ‘’kıssa’’ kelimesini kullanması ve onları gerçek olayların haberi olarak zikretmesi, Kur’ân’ın gerçekçi üslûbuyla ve doğruya yönlendirme hedefiyle zıtlık arz eder. Kıssaların târihsel bir gerçeklik olup-olmadığı konusu tamamen batı menşe’li, müsteşriklerin ‘’Kur’ân kıssalarının kitâb-ı mukkaddes’ten alındığı’’ iddialarına paralel olarak kutsal kitaba yöneltilen eleştirileri kur’ân’a da yöneltmek sûretiyle ortaya attıkları bir iddiadan ibârettir. Bu iddianın temelinde Kur’ân’ın Allah kelamı olmadığı iftirasının temelini oluşturma fikri vardır.

Sonbahar 2014 I 59


BİR ŞEHİT

Yazı: ERKAM YILMAZ < Aktivist

TAN U M O K ŞEHİT

F U S U Y U EB NASİ N A K EL R

Bİ E D ’ E Y SURİ

bir ğimiz e c e r e koy da v uğrun u da ortaya bim i z i B “ ere bun neler v nuz. vardı, a z ı d r m ı u u n ğ ca in bu u e siz biliyors dir.” z i S . k du hv ilen izi Alla i hakkıyla b OPRAK n i ğ e c y le her şe Ümit Yaşar T Allah h Şe it

Tarih: 23/09/2014, Saat 14:00 civarı… Son bir kaç gündür, ABD ve Arap destekli Haçlı Koalisyonunun “Suriye’deki IŞİD hedeflerini vuracağız” açıklamaları ile dünya gündemi adeta boğulmaya çalışılıyor. Son üç senedir yüzbinlerin katili Esed’i unutturmak ve yerine sonradan icad ettikleri bir örgütün “asıl tehlike” (!) olduğuna bizi ikna edecek haberlerin, açıklamaların ardı arkası kesilmiyor... Ve öğleden sonra, haber kaynakları Halep’te içinde Türk Mücahidlerin de bulunduğu bazı direniş gruplarının ABD uçakları tarafından hedef alındığı bilgisini geçmeye başlıyor. Üstelik hava bombardımanı ile vurulan bu mücahid birliklerinin ne IŞİD’le bir bağlantısı var, ne de bombardıman yapılan bölgede IŞİD’e ait kamplar… ABD güçleri bizi şaşırtmayarak, saldırıya başladığı ilk andan itibaren Suriye Cihadı’nın bel kemiğini oluşturan mücahid birliklerini vurmakta geç kalmıyor. Birbiri ardına ajanslara düşen haberleri, hava saldırısında şehid düşen mücahidlerin resimleri takip ediyor. Şehit olanlar arasında tanıdık bir sima ile karşılaşıyorum. Aynı şekilde gün içinde bölgeden gelen haberler arasında en öne çıka/rıla/n isim: Ümit Yaşar TOPRAK. Suriye’de ki bilinen adı ile Ebu Yusuf El-

60 I Müslüman Genç Davetçi

Türki, nâm-ı diğer; Ebu Yusuf El-Kannasi... Ebu Yusuf’a “El-Kannasi” denmesinin nedeni kendisinin çok iyi bir keskin nişancı olması. Cihad hayatı, Suriye öncesinde Afganistan ve Irak’a kadar uzanan Ebu Yusuf, Suriye Cihadı’nın başlaması ile bilfiil keskin nişancı olarak bir çok operasyona katılıyor. İlerleyen zamanlarda ise Halep’in farklı bölgelerinde kurduğu eğitim akademilerin de yüzlerce keskin nişancı mücahidin yetişmesine öncülük/hocalık ediyor. Dünya’nın farklı coğrafyalarından gelip cihada katılan gençlerden, yüzlerce keskin nişancı yetiştiren Ebu Yusuf, Nusra Cephesi’ne bağlı olan “Kurt Tugayı” adını verdiği birliğe komutanlık yaparak düşmanlarına sayısız acılar ve kayıplar yaşatıyor. İnsani Yardım amacıyla Suriye’ye yaptığımız ziyaretlerden birinde Ebu Yusuf ile karşılaşmış, sohbet etme fırsatı bulmuştuk. (Ebu Yusuf ile bu buluşmamızdan dolayı Allah’a hamd ederim.) Kendisi ile karşılaştığımız zaman, Ramazan ayı ve bayramını geride bırakalı çok olmamıştı. O da, sanki ailesi ile son ramazan’ı geçireceğini hissetmişcesine ramazan ayını ve bayramı Türkiye’de geçirmiş, Suriye’ye yeni dönüş yapmıştı. Türkiye’de neden bu kadar uzun kaldığını soran yanımdaki arkadaşa şöyle cevap vermişti; “Yıllardır ramazan aylarında ve


BİR ŞAH İT bayramlarda dışarıda, cihad bölgetermiş olduğu bu müşfik tavırlar beni lerindeyim. Beş çocuğu, hanım’a de çok etkiliyor ve daha öncesinde emanet edip sürekli kaçıyoruz, kendisi hakkında kulağıma gelen kendimi bildim bileli bir araya methiyelerin boş sözler olmadıgelip, iftar sofrasına oturduğuğını daha iyi anlıyordum. muzu dahi hatırlamıyordum. Ebu Yusuf ile yaptığımız bu Bu sene buradaki kardeşler de kısa oturumda, Ebu Yusuf ve (Nusra Cephesi’ni kasd ediyor) diğer mücahitler arasındaki kobana izin verdiler, bütün ramazan nuşmalara kulak misafiri olduğum ayını ve bayramı ailemle birlikte gezaman, kendisinin askeri olarak çok çirdim.” Kırmızı battaniyelere sarılmış ciddi bir tecrübe ve bilgi birikimine sacesedinin yer aldığı fotoğrafa bakarken hip olduğuna da şahit olmuştum. aklıma gelen bu sözleri, yüzümde Kısaca ifade etmek gerekirse Ebu Ebu Yusuf, buruk bir tebessüm oluşturuyor. Yusuf, kendi birliğindeki mücahitAfganistan Cihadında Ebu Yusuf ile hasbihal ederler için sadece emir verip onları bulunduğu günlerde kendisi ken, komutası altındaki diğer savaşa gönderen bir komutan ile yapılan bir röportajda mücahitler ile olan uslubu değil aynı zamanda bir abi, bir “Silahsız da, yiyeceksiz de dikkatlerimizden kaçmıyorhoca hatta bir baba yerinde kalsak biz yine bu yolda du. Muhabbetimizin en koyu idi demiş olsak hiç abartmış yılmadan savaşacağız! olduğu anda gelip soru soran olmayız… Allah’tan başka bizi hiçbir başka bir mücahide, tıpkı Allah Ebu Yusuf, Afganistan CihaRasulü (sallallahu aleyhi veseldında bulunduğu günlerde kendişey bu yoldan lem) gibi bütün vucüduyla yönesi ile yapılan bir röportajda “Silahalıkoyamaz. lerek, bir baba sevecenliği ile cevap sız da, yiyeceksiz de kalsak biz yine veriyor, sorduğu konu hakkında karşı bu yolda yılmadan savaşacağız! Allah’tan taraf tatmin olana kadar sözünü bitirmiyordu. başka bizi hiçbir şey bu yoldan alıkoyamaz. BiKendisi ile konuşan diğer mücahitlerin gözlerinin içine zim uğrunda vereceğimiz bir canımız vardı, bunu da baktığınızda Ebu Yusuf’u ne kadar çok sevdiklerini ve ortaya koyduk. Sizin bu uğurda neler verebileceğinizi ona ne kadar büyük bir saygı duyduklarını anlamakAllah ve siz biliyorsunuz. Allah her şeyi hakkıyla bilenta hiç zorlanmıyordunuz. Kısa süren görüşmemizde dir.” diyerek seçtiği yolun en sonuna tıpkı diğer şehitler biz yanındayken 4-5 defa gerçekleşen bu soru-cevap gibi kanı ile imza atacağının işaretini vermiş oluyordu. faslı, her ikisi içinde bir tebessüm ve vakar hali ile Ve Ebu Yusuf’un abisinin de gıyabi cenaze namazında son bulmuştu. Ebu Yusuf’un diğer mücahidlere gössöylediği gibi; O İslam yücelsin diye, Allah’ın dini, sancağı yücelsin diye bu yola çıktı ve –Elhamdülillah- bu yolculuğu şehitlikle tamamladı. Ebu Yusuf! Senin ve diğer şehit olan mücahit kardeşlerin şehadetleri İslam Ümmetine mübarek olsun. Allah-u Azze ve Celle, cihad amellerinizi ve güzel hatimenizi kabul buyursun. Senin yetiştirdiğin öğrencilerin, sadaka-i cariyen olarak geceler boyu düşmanlarını gözleyip, senin öğrettiğin gibi onları tek tek avlamaya devam edecek! Selam olsun Allah’a vermiş olduğu sözü yerine getirenlere ve sözünü değiştirmeden sırasını bekleyenlere…

Sonbahar 2014 I 61


HİKAYE

Yazı: MURAT SAY < mshelezon@gmail.com

KAR Küçük kar tanesi muhteşem yaratılışı düşündüren bir ayet olarak kaldırım taşına düşerken varoluşunun gereğini yerine getirdi. Hangi kaldırıma düştüğünün farkında bile değildi. Seyredildiğinin farkına varsaydı daha görkemli bir düşüş gerçekleştirebilirdi belki de… Küçük kız omzunda bir baskı hissetti ama aldırış etmedi. Çünkü sabahları okula gitmeden önce nazlanmayı seviyordu. Bu davranışı ile kendisine olan ilgiyi kat be kat artırıyordu. Ama bugün farklı idi. — Uyan kızım, bak kar yağıyor! Küçük kızın gözleri ilkbaharda açan papatyalar gibi açıldı. Gözlerini ovuşturma seramonisini bile gerçekleştirmeden pencerenin kenarındaki mermere sıçradı. Hipnotize edilmişcesine usul usul yağan kar tanelerini seyretmeye başladı. bbb

Toprağın üzerindeki örtü hiç bu kadar masum olmamıştı. Bu masumiyet sadece renginden değil, insanları ona yüklediği “saf olma” görüngüsünden de kaynaklanıyordu. İnsanların, tas-

62 I Müslüman Genç Davetçi

vir ederken yetersiz kaldıkları ayetlerden biri. Yetersiz oluş belki de çok basit görünüşünün yanında her bir tanesinin farklı yaratılmasındandır. Ali çadırın bezden yapılmış kapısını hızlı bir şekilde açarak dışarı fırladı. Terliklerinin arasında giren kar tabakasıyla hiç ilgilenmiyordu. İlk defa kar görüyordu. Kendi memleketlerinde hiç rastlamamıştı buna. Sadece dört yıl kadar önce okuldaki öğretmeninden duymuştu ismini. Selc… – Kar – Şeker gibi görünmesine rağmen insanın içerisinde bir boşluğu dolduruyor. Ali karşı çadırdaki komşusu Abdullah’a seslendi: — Koş Abdullah! Bak her taraf bembeyaz olmuş. Abdullah kafasını çadırdan uzatınca hayretten dili tutuldu. Bir an dışarıdaki beyaz örtüyü seyre daldı. Pürüzsüz, alabildiğine uzak ve tanımadık bir örtü. Gözlerine inanamıyordu. Sürekli ufku tarıyordu su yeşili gözleri. O güne kadar hiç böyle


HİKAYE bir şeyle karşılaşmamıştı. bbb

dı.

Küçük kızın çığlığıyla ablası yatağından fırla-

— Abla kar yağmış uyan artık ! — Kardan adam yapmak için dışarıya çıkalım. Ablası saçlarını eliyle gelişi güzel düzettikten sonra cevap verdi kardeşine: — Tamam, olur ama babamı da uyandıralım. Küçük kız ve ablası, babalarının yatak odasına koştular. İsteklerini babalarına söylediler. Babaları bir arpa boyu uzamış sakallarını kaşıyıp, biraz düşündükten sonra şöyle dedi: — Kahvaltı yaptıktan sonra inebiliriz küçük kuzucuklar. Metalden sokak kapısını açıp sokağa ilk adımlarını attıklarında hiçbir canlının taklit edemeyeceği muhteşem melodi kulaklarından kalplerine ulaştı. Kendilerinden geçip koşmaya başladılar. Önce sağa sonra sola doğru koşarak kaldırımdaki kar örtüsünün içinde bir vadi oluşturdular. Sonra duygularını da içerisine yerleştirip sıktıkları kartoplarını birbirlerine fırlatmaya başladılar. Kaldırımdan gelip geçen insanlardan bazıları da bu soğuk savaşa katılıyordu. Küçük kız ve ablasının sevinç çığlıkları yandaki caminin duvarına çarpıp caddeye yayılıyordu. bbb

Beyaz sessizlik diğer çadırlardan çıkan çocukların minik ellerinde can veriyordu. Çocuklar savaşın ortasında belki bir daha ellerine geçmeyecek olan bu fırsatı kaçırmadılar. Ve eğlenceli bir savaş başladı. Gökten misket bombaları gibi kartopu yağıyordu Ali ile Abdullah’ın üzerine. Ama bu bombalar sadece değdikleri yerleri soğutuyordu diğerlerinin aksine. Ali ve Abdullah bu ani taarruzu hiç beklemiyorlardı. Kısa bir sendelemeden sonra küçük tepeciğin ardına saklanıp cephane yapmaya başladılar. Çadırların aralarındaki bu amansız savaş, çığlıklar eşliğinde çocukların ayaklarında derman kalmayıncaya kadar devam etti. bbb

Küçük kız, ablası ve babası büyük bir kardan adam yaptı. Ne güzel de olmuştu. Gelen geçenin ilgi odağı idi. Çünkü sabahın ilk vakitlerinde çalışmaya giden insanlar kaldırımdaki bu beklenmedik sürprizin tadını çıkarıyorlardı. Hatta bazıları gözleri zeytin çekirdeklerinden yapılan bu

beyaz adamın yanında fotoğraf çektirmişlerdi. Ve bu yapıtı ortaya koyan küçük kız ve beraberindekilere gülümseyerek fotoğrafın ücretini ödüyorlardı. Ücretini alan küçük kız ise tebessümü bütün çehresine yayarak ellerini ısıtmaya çalışıyordu. Bu kar tadında eğlence, vaktin nasıl geçtiğini hissettirmedi. Güneş cılız ışıklarını nadiren de olsa bulutların arasından gönderiyordu. Saat onbire yaklaşıyordu. Artık elleri ve ayakları üşümeye başlamıştı. Koşmanın ve ellerini nefesleriyle ısıtamayacaklarını anlamışlardı. İstemeye istemeye de olsa bozulmuş kar yığınlarının arasından evlerine çıktılar. Anneleri kapıyı açtığında içeriden Suriye Çölü’nden esen sıcak rüzgarların etkisi gibi içlerini ısıtıverdi. Yeni kaynatılmış ıhlamur çayıyla içleri de ısınıvermişti. Bu sıcak ortam soğuk havayı, üşüyen elleri ve yeniden başlayan kar yağışını unutturmuştu bile. bbb

Ali ve Abdullah karların üzerinde hoplaya zıplaya çadırlarına doğru yürüdüler. Geriye kalan çocukların birkaçı çadırlarına dönerken diğerleri ise karların üzerine hayallerini çizmeye başlamışlardı. Atlar, arabalar, çeşitli meyveler, bahçeli bir ev… Ali çadıra girdiğinde dışarısı ile içerisinin pekte farklı olmadığını hissetti. Önceki evlerini hatırladı. Bahçe kapısından içeri girdiğinde yarı olimpik havuz büyüklüğündeki alanda bulunan çiçekleri hatırladı. Hepsi ne kadar da hoş ve güzeldi. Nerede idi o eski güzellikler. Kim çalmıştı onları kendisinden. Birden hayallerin perdesini bir çığlık yırttı. — Ayşe ! Ayşeee! — Uyan yavrum, aç gözlerini! Annesinin sesiydi bu. Silindir şeklindeki ıstırap grisine boyalı odun sobasının yanına çömelmiş annesini fark etti. Kardeşinin kolları annesinin kucağından sarkıp toprak zemine değiyordu. Yaklaştı, yaklaştı eğilip kardeşi Ayşe’nin yüzüne baktı. Yüzü bembeyaz bir kartopunu andırıyordu. Yanağından öptü. Dudakları, küçük Ayşe’nin buz kesmiş yanaklarını ısıtmaya yetmedi. Yüreğine büyük bir kartopu oturduğunu anladı Ali. Yalpalayarak çadırdan dışarıya çıktı. Her şeyi örten beyaz ölümü izledi kısa bir an. Sonra sessizlik, soğuk ve beyazlıklar içerisinde yere yığıldı…

Sonbahar 2014 I 63


MA PANORA

Hazırlayan: EREN AZAKLI < erenazakli@gmail.com

ABD, Suriye'de IŞİD'i bombalamaya başladı

ABD'nin yürüttüğü saldırıya Suudi Arabistan, Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Katar'ın destek verdiği öğrenildi. Saldırılar sabaha karşı Rakka'daki mevzilerin vurulması ile başladı.

IŞİD bahanesiyle Nusra ve Ahrar-uş Şam da vuruldu ABD uçakları Suriye'ye düzenlediği ilk saldırıda Nusret Cephesi ve Ahrar-uş Şam Hareketinin karargâhlarını vurdu. Vurulan karargâhların başında Türkiyeli direnişçilerin bulunduğu Halep kırsalındaki Rif Mühendisin Bölgesindeki karargâh oldu. Esed rejimine karşı çok önemli operasyonlar düzenleyen ve başında Türkiyeli Ümit Yaşar Toprak'ın bulunduğu karargâh insansız hava araçlarıyla vuruldu.

Erdoğan’dan Tepki Çekecek Açıklama vi

Ebu Abdullah Hama

Ahrar-uş Şam Komutanları Şehid Edildi Suriye’de Esed’in ve IŞİD’in barbarlığına karşı direnen İslami cephe en ağır kaybını verdi. İdlib'de düzenlenen intihar saldırısında Suriye’deki en etkili direniş gruplarından Ahraru'şŞam lideri Ebu Abdullah Hamavi’nin de aralarında bulunduğu lider kadrosundan onlarca direnişçi şehit oldu. Ebu Abdullah Hamavi ile birlikte Ahrar’ın önemli isimleri Ebu Yazan eş-Şami ve 64 I Müslüman Genç Davetçi

Ebu Talha da şehit oldu. Hamavi, birçok İslami direniş grubunun bir araya gelerek oluşturduğu İslami Cephe’nin de siyasi lideriydi. Alınan bilgiye göre bombalı araç ile gerçekleştirilen saldırıda, bombalar kimyasallarla güçlendirildi ve çok sayıda komutan katledildi. İdlib'de düzenlenen intihar saldırısında katledilen Ahraru'ş-Şam lideri Ebu Abdullah Hamavi, IŞİD'in hedefindeydi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD'nin IŞİD hedeflerini Suriye'de vurmasına ilişkin "Bu hedeflere yönelik atılmış olan bu adım, özellikle bölgedeki terör örgütlerine karşı yapılmış bir eylem olarak bizim de olumlu yaklaştığımız bir adımdır" dedi.

Ortaöğretimde başörtüsü artık serbest Bakanlar Kurulu’nda ortaöğretimde başörtüsü yönetmeliği değiştirildi. Başörtüsü yasağı kaldırıldı. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Arınç, “Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okullardaki öğrencilerin kılık ve kıyafetlerine dair yönetmeliğin 4. maddesinin birinci fıkrasının E bendinde yer alan ‘başı açık’ ibaresi ve aynı bendin son cümlesi yürürlükten kaldırılmıştır.” dedi.


PANORA MA

Soma’da Facia IŞİD’in elindeki 49 rehine serbest

Manisa’nın Soma İlçesi’ndeki özel bir şirkete ait kömür ocağından, 13 Mayıs 2014 saat 15.30’da trafo patlaması nedeniyle yangın çıktı. 301 madencinin hayatını kaybettiği maden faciasıyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alınan 36 kişiden 8’i tutuklanmıştı. Soma’daki maden faciasına ilişkin bilirkişi raporunun Akhisar Cumhuriyet Başsavcılığı’na teslim

edilmesinin ardından soruşturmayı yürüten savcının talimatıyla aralarında Soma Kömürleri A.Ş. ve Ege Linyitleri İşletmesi çalışanlarının da bulunduğu toplam 20 kişi gözaltına alındı. Jandarmadaki işlemlerin ardından adliyeye getirilen zanlılardan 5’i hakkında, “denetimli serbestlik” kararı verildi. 15 kişi ise sorgularının ardından serbest bırakıldı.

Filistin’de Ateşkes İsrail, 7 Temmuz'da başlattığı ve 51 gün süren Gazze saldırılarına Mısır'ın arabuluculuğunda Kahire'de yürütülen ateşkes görüşmelerinde Filistinli gruplarla ateşkese varılması neticesinde, 26 Ağustos'ta son vermişti. 28 Ağustos 2014 tarihinde kalıcı ateşkes ilan edildi. Ateşkes neticesinde Gazze'ye insani yardımların geçişi ve Filistinli balıkçıların Gazze açıklarında avlanma

alanının ilk etepta 3 milden 6 mile çıkarılması konularında mutabık kalındığı, Hamas'ın önceki görüşmelerdeki talepleri olan Gazze limanı ve havaalanı gibi taleplerinin gelecek günlerde yapılacak müzakerelerde görüşüleceği yönünde haberlere yer verildi. İsrail'in Gazze'ye başlattığı 51 gün süren saldırılarda, 2 bin 145 kişi şehid olmuş, 11 binden fazla kişi yaralanmıştı.

Irak’ın Musul kentinde IŞİD militanları tarafından alıkonulan Musul Başkonsolosu ile beraberindeki 48 rehine 20 Eylül 2014 sabahı Türk güvenlik güçlerine teslim edildi. Irak’ta rehin alınmalarının ardından Suriye’ye geçirildiği bildirilen 49 rehine, Akçakale Sınır Kapısı’na giden Şanlıurfa Emniyet Müdürü Eyüp Pınarbaşı, MİT Bölge Başkanı’nın da aralarında bulunduğu görevliler tarafından teslim alındı.

IŞİD Musul’u işgal etti! Musul’un merkezini tamamen ele geçiren IŞİD Selahaddin kentine yöneldi. Meclis Başkanı Usame Nuceyfi Irak ordusunun Musul’u ‘resmen’ teslim ettiğini söyledi. IŞİD içerisinde birçok farklı uyruktan silahlı kişinin bulunduğunu belirten Nuceyfi şöyle devam etti: “Nasıl oldu da bütün bu güvenlik güçleri terör karşısında geri kaçtı ve kenti IŞİD’e teslim etti? Güvenlik güçlerini Musul’dan kaçışı ile ilgili acil bir soruşturma başlatılmalı. Bütün siyasi taraflar bu teröre karşı durmalı. Teröre destek veren ülkelere karşı net tavır alınmalı” Sonbahar 2014 I 65


LIŞMASI A Ç T E V DA

KUR’AN NESLİ GENÇLİK MERKEZİ Uzun yıllardır İstanbul Kâğıthane ilçesinin Seyrantepe Mahallesinde sürdürdüğümüz hafta sonu İlkokuldan liseye kadar tüm öğrencilere yönelik İslami çalışmalarımız 2013-2014 dönemi ile yeni bir boyut kazandı. Büyük uğraşlar sonucu yapımını tamamladığımız dernek yerimizi önümüzdeki yıllarda olabilecek yoğun talebi karşılayabilmek adına iki katlı olarak inşa ettik. Ancak Rabbimize hamdolsun bu beklentimiz çok geçmeden karşılığını buldu. Derneğimiz açıldığı andan itibaren mahalle sakinlerinin yoğun talebiyle karşılaştık. Ailelerin çocukları için duydukları kaygılar, Allah’ın dinini öğrenmeleri için gösterdikleri çabalar, omuzlarımızdaki yükün ne kadar ağır olduğunu anlamamıza yeterli oluyordu. İmanımızın gereği olarak Rabbimize bilinçli bir kul olma bilinciyle insanları Allah’ın dinine davet ettiğimiz çalışmalarda elbette ki önceliğimiz her zaman Kur’an olmuştur. Bismillah diyerek faaliyetlerimize

66 I Müslüman Genç Davetçi

başlarken öncelikle derneğimize bir isim vermemiz gerekiyordu. Bu bağlamda hedeflediğimiz yeniden bir Kur’an Nesli inşa etme gayretimizi ismimize de yansıttık. Davet çalışmalarında olmazsa olmazımız olan çocuklarımızı Kur’an’la hemhal olmalarını sağlayarak sahih bir din anlayışını benimsemelerini, hayatlarının her anında Rabbimizin kitabına sarılmalarını hedefledik. Çocuklarımıza Kur’an eğitiminin yanında Peygamberler tarihi, Kur‘ani kavram dersleri, ahlak ve siyer dersleri ile bilinçli birer müslüman olmaları yönünde elimizden gelen gayreti göstermekteyiz. İlkokul çalışmalarımız ikinci sınıftan başlayarak sekizinci sınıfa kadar kız ve erkek cocuklarına yönelik sürdürülmektedir. Bunun dışında lise ve üniversiteli kardeşlerimiz içinde özel sohbet halkaları yaparak derneğimizin her zaman gençlerin rağbet edeceği bir gençlik merkezi olmasını hedeflemekteyiz. Rabbimizin çalışmalarımızı bereketli kılmasını diliyoruz.


Gözleri yumuldu hayata, gözleri. Toprak olan beden çok ufak Her yer mezar, her yer adak, Soğuk kaldırımlar, soğuk sokak. Kan ile yıkanan, kanlı toprak,

GAZZE


KARALAR BAĞLADI BUGÜN YÜREĞİM Yutkunuyorum kelimeleri, Yağmur bulutları gibi yüklüyüm, hüzünlüyüm bugün. Gözyaşlarım, kelimelerimle yarışta; Bir şehid kanının temizliğinden uzak olsa da Toprağa düşüyor ve can veriyor; tarihe, direnişe, mücadeleye… Yeni Ebu Yusuflar, Ebu Ömerler, Ebu Abdullah Hamaviler duasıyla… Bugün suskunum, canevimden vurdular karayüzlüler. Bugün Halep, İdlip, Lazkiye gözyaşlarına boğulmuş çocuklar gibi… Bugün direniş; Ahrar, Nusra… Bugün şehadet; Ebu Yusuf, Ebu Ömer, Ebu Abdullah Hamavi… Ahmet YILDIZ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.