Müslüman Genç Davetçi sayı 2 ve 3

Page 1



İÇİNDEKİLER

4

PAGANİST BİR DAYATMA Resmi Törenler YIL: 1 \ 2013 SAYI: 2 FİYATı: 5 ¨ YAYIN TÜRÜ: Üç Aylık, Yerel Süreli İmtiyaz Sahibi Muharrem ALTAY Sorumlu Yazı işleri Müdürü Muharrem ALTAY Haber Müdürü Hamit ÖzTOPRAK Görsel Yönetmen Hüseyin KIZILAY

kizilayhuseyin@gmail.com

36

DAVET İslam’ın insanlara yönelttiği kurtuluş çağrısı

Katkıda Bulunanlar Ahmet KÖSE, Kemal YAZICI, Hüseyin Emre UÇAR iletişim Adresi Harmantepe Mahallesi, Çevre Sokak, No: 2 Daire: 4 Kağıthane-İST G: 0 505 313 88 39 (Murat Say) w: www.gencdavetci.com m: muslumangencdavetci@gmail.com

42

ÖZGÜR-DER Diyarbakır Gençlik Çalışmaları

48 Kudüs Tarihçesi

46 Panorama

Basım Yeri Özener Matbaacılık ltd.şti. Davutpaşa Cad. Kale İş Merkezi No: 201-204 Topkapı/İstanbul T: 0212 481 97 58 - F: 0212 482 95 46 hesap no: Muharrem ALTAY, ALBARAKA, LEVENT, SANAYİ ŞUBESİ 464818 NOLU HESAP


GÜNCEL

Yazı: MUHARREM ALTAY < altay.1981@hotmail.com

PAGANİST BİR DAYATMA:

RESMİ TÖRENLER Yeni bir eğitim dönemine başladığımız bu günlerde yine bilindik tablolar, korktuğumuz ve görmek istemediğimiz görüntülerle karşı karşıyayız. Ancak, ne yazık ki bu görüntüler ne gözlerimizi kapattığımızda ortadan kayboluyor, ne de çocuklarımızın zihinlerinden siliniyor. İçinde yaşadığımız laik, ulus devlet, daha küçük yaşta çocuklarımıza, üniversitede gençlerimize, zorunlu askerlikte ve iş hayatında varlığını bizlere hissettirmekte, zihinlerimize işlemektedir. Kısacası, tüm hayatımıza yön veren Allah(cc)’ın yerine kendini “ilah” olarak kutsatmakta ve din olarak da kendi ideolojisini dayatmaktadır. Hayata yeni başlayan çocuklarımızın körpe beyinlerini daha ilk günlerde resmi ideolojinin tabiri caizse “amentüsü” ile tanıştırıp, adeta dini bir ayine dönüştürülen törenlere zorunlu katılımı sağlanmakta, bahçe, koridor ve sınıfları paganist simgeleri ile donatıp

4 I Müslüman Genç Davetçi

kutsallarına tazime zorlanan çocuklarımızın bütün eğitim hayatı ipotek altına alınmaktadır.

Rabbimizin Emaneti Çocuklarımız Oysa çocuklarımız bize rabbimizin birer emaneti değil midir? Onların nasıl ve ne şekilde yaşayacağına biz mi karar vereceğiz, yoksa devlet mi? Çocuklarımızı ateşten korumak en büyük hakkımız ve rabbimizin vermiş olduğu bir sorumluluktur. Her sabah yağmur, çamur demeden boğazlarını yırtarcasına söyletilen ırkçı-şoven “andımız” safsatası ile çocuklar, inançlarımızın aksine ırkını yüceltmekte, varlığını bu ırka bağışlamakta ve ne olduğunu bilmediği bir yola adanmaktadır. Ve ne trajikomiktir ki, bu ırkçı ritüeller aynı ırktan olsun-olmasın her çocuğa zorunlu yaptırılmakta ve tek tip insan profili hedeflenmektedir. Bu bağlamda resmi ideoloji, en başta okulları “aydınlanmacı” birer mabet olarak


ANALİZ konumlandırmakta ve buralarda yetişecek bireyleri, bütün toplumu “modernleştirecek” ve kendi ideolojisini yayacak birer piyon olarak görmektedir. Bunun dışında devlet diğer milli bayram ve törenlerle bireylerin kendine bağlılığını ölçmekte, bu ritüellere katılmayanları ise çeşitli cezalar vererek ve toplum içinde küçük düşürerek militarist bir tavırla hizaya getirmeye çalışmaktadır. Bu baskıcı tavırlar büyük-küçük demeden kendini o kadar hissettiriyor ki, acele yetişmesi gereken bir işi olan şahıs, milli bir marş veya törenle karşılaştığında yerinde durup çakılsın mı, yoksa işine devam mı etsin bunun kararsızlığı içinde bocalayarak komik görüntüler verebilmektedir.

Etkisiz Kalan Hükümet Bu baskılardan on yılı aşkın süredir iktidarda olan ve bu törenlerin kaldırılması için somut bir adım atamayan Ak Parti Hükümeti ve Cumhurbaşkanı da nasibini almıştır. Her milli bayram veya tören öncesinde hükümet cenahından kimin hastalanacağı ve katılamayacağı medyada konuşularak bir itibarsızlaştırma ve küçük düşürme kampanyası yürütülmektedir. Ak Parti Hükümeti her kesime “şirin” görünmek adına ikircikli bir tutum sergilediğinden, resmi bayram ve törenlere her fırsatta tam kadro katılsa da kemalist çevrelerin en ufak bir tehdit algılamasında dahi “bölücü” veya “dinci” yaftalamalarıyla statüko koruma altına alınmaktadır. Duyarlı Müslümanlar olarak bizler bütün İslami değerlerimizin çiğnendiği, aşağılandığı ve kabul edilmediği bu resmi ideolojinin ürettiği her tür söylem, tören ve bayramı kabul etmemeli, benimsememeli ve yanlışlarını dile getirerek ifşa etmeliyiz. Yalnız Allah’a kulluk ve ibadet edileceğini, iki huzurda hazır olunamayacağını haykırmalıyız.

Oysa çocuklarımız Bize Rabbimizin birer emaneti değil midir ? Onların nasıl ve ne şekilde yaşayacağına Biz mi karar vereceğiz, yoksa Devlet mi ? Çocuklarımızı ateşten korumak en büyük hakkımız ve Rabbimizin vermiş olduğu bir sorumluluktur.

“Demokratikleşme Paketi” Bu yazıyı kaleme aldığım sıralarda Ak Parti Hükümetinin “demokratikleşme paketi” adı altında hazırlamış olduğu, görece bir kısım özgürlüklerin önünü açacak olan maddeler kamuoyuyla paylaşılmış ve İslami camiada olumlanarak karşılanmıştır. Hükümetin bu konuyu ne derece ciddiye aldığını, gelebilecek baskılara karşı nasıl bir tutum sergileyeceğini ve aldığı kararların arkasında dik durup duramayacağını süreç içerisinde daha net gözlemliyor olacağız.

Sonbahar 2013 I 5


KELİME

Yazı: MURAT SAY

Kurban adamaktır, en değerli olanı, onu verene. Vermiş olduğu nimetleri tekrar Onun rızasını kazanabilmek için sunmaktır kendisine. Adanmaktır kurban en yüce olana.

MUKARREBUN kurban nedir? Kurban, Allah’a yaklaşma, yakınlaşma isteği ve bu yakınlaşmayı sağlayacak vesileler arama çabasıdır. Kurban, Allah’a yakınlaşma istek ve arzusunun görünür hale gelmesidir. Tabi ki bu yakınlaşma istek ve arzusunun diğer insanlar tarafından da müşahede edilmesi gereklidir. Kurban, hayatı ve ölümü bizlerin nasıl ameller yapacağımızı görmesi için yaratan rabbimize karşı nimetlerinin hangisinden vazgeçtiğimizi gösteren bir ibadettir. Ancak Rabbimiz bu ibadetin sadece görünür alemdeki tezahürleriyle ilgilenmez. Hatta görünmeyen kısmıyla daha çok ilgilidir. Bunu da şu ayette müşahede edebiliriz. “Onların etleri ve kanları asla Allah’a ulaşmaz. Fakat O’na sizin takvanız /Allah’a karşı gelmekten sakınmanız/ ulaşır.”1 Bu ayet çerçevesinde düşündüğümüzde Allah kurbanın/yakınlaşma isteğimizin maddi boyutuyla değil, asıl olarak manevi boyutuyla alakadar olmaktadır. Yani Allah’a sunduğumuz kurbanımız

6 I Müslüman Genç Davetçi

tevhidi bilinç ve duyarlılıklarımız çerçevesinde takva temelli bir zemine mi oturuyor? Yoksa sıradan bir eylem sadedinde mi bunu gerçekleştiriyoruz? Önemli olan bu seçimi doğru yapabilmektir. Burada Hz. Adem’in (a.s) iki oğlunun kıssasını hatırlayalım.

KURBAN TEVHİDİ BİLİNCİN TEZAHÜRÜDÜR “Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: “Seni mutlaka öldüreceğim.” (Öbürü de:) “Allah, ancak korkup sakınanlardan kabul eder.”2 Müfessirlerimiz bu ayetle ilgili oğulların kıskançlıklarından tutun da, kurban edilen varlıkların neler olduğuna varana kadar çeşitli açıklamalar yapmıştır. Ancak vurgulanması daha elzem olan ayetin son kısmındaki ifadedir. “Allah, ancak korkup sakınanlardan kabul eder.” Buradan hareketle kurbanımızı Rabbi-


KAVRAM mize sunarken takva ile yani korkarak ve sakınarak sunmamızın gerekliği ortaya çıkmaktadır. Yoksa kestiğimiz kurban bizi Allah’a yaklaştıracak bir vesile olacağı yerde, ondan uzaklaştırıp riyakarlık bataklığına sürükleyen bir araç olur. Bundan dolayı yakınlaşmak için sunmuş olduğumuz vesileyi takva temeli üzerine bina etmeliyiz.

HZ. İBRAHİM’in örnekliği ve çağdaşları Kurban deyince aklımıza ilk gelen şahsiyetlerden bir tanesi de Hz. İbrahim’dir. Hz. İbrahim(a.s) kurban etme bilincinin yerleşmesi açısından mü’minler için önemli ve vazgeçilmez bir örnektir. Kısaca hatırlarsak Hz. İbrahim’in uzun yıllar çocuğunun olmaması, Allah’tan salih bir evlat istemesi, bunun üzerine Allah’ın ona bir oğul nasip etmesi. Daha sonra uzun süre evlatsız yaşayan bir babanın daha yeni yürüyüp gezecek yaşa geldiğinde oğluyla imtihan edilmesi.

göstermek için malını, canını ve O’nun verdiği nimetleri takva bilinciyle tekrar kendisine sunan, mukarrebun olma istek ve arzusu içerisinde olanları.

adayış ve adanma Kurban adamaktır, en değerli olanı, onu verene. Vermiş olduğu nimetleri tekrar Onun rızasını kazanabilmek için sunmaktır kendisine. Adanmaktır kurban en yüce olana. Adamaktır onun yoluna her şeyini adanma bilincini kuşanarak. Adamak ve adanmak dendiğinde masumiyet timsali Meryem’i ve annesini anmadan geçemeyiz. Hani o karnındakini Rabbine adamıştı. Ne güzel adaktı o. Sadece Allah’a adanan ve onun yolunun en güzel örnekliğini sergileyecek, tarih boyunca masumiyetin timsali olacak bir adak. Bu güzel örneklikleri tefekkür ederek bizlerde kendimizi şöyle sorgulamalıyız. Acaba bizim İsmaillerimiz, Meryemlerimiz, Esmalarımız neler? Hangi nimetler

OLABİLMEK Onun kurban edilmesinin istenmesi. Ne zor bir imtihan. Uzun süreler ulaşılamayan nimete, daha yeni ulaşmışken -doya doya tadını çıkaramamışken- tekrar onun yokluğunu kabullenmek ne zor olsa gerek. Ve bu ayrılığı oluşturacak temel etkende kişinin kendisi olduğunda imtihanın büyüklüğü küçük bir nebzede olsa kavranabilir. Çok sevdiğini en çok sevdiğinin sevgisine ulaşmak için feda etmek. Şimdi de bir zaman tünelinden geçerek Mısır coğrafyasının yiğit evlatlarını, analarını ve babalarını hatırlayalım. Esmaları hatırlayalım. Kurşunlara hedef olabileceğini bildiği halde her gün Rabiat-ül Adeviye Meydanı’na çoluk çocuğuyla birlikte çıkan direniş erlerini hatırlayalım. Hz. İbrahim’in imtihanı kazandığı gibi onlarda son günlerde sevdiklerini en çok sevdiklerinin yoluna feda edebilme bilincini zihinlerimize ve ümmetin hafızasına kazımışlardır. Ayrıca hatırlamalıyız ki Suriye’deki, Filistin’deki, Arakan’daki, Doğu Türkistan’daki ve Dünya’nın hiç adını duymadığımız beldelerinde Allah’a yakınlıklarını

bizim en değerli varlığımızı oluşturuyor? Her birimiz tek tek düşünmeliyiz. Acaba en değerli varlıklarımızı gerektiğinde bizi yaratana adayabiliyor muyuz? Bizim için vazgeçilmez olarak düşündüğümüz varlığı/ nimeti Allah’a sunabiliyor muyuz?

allah’a yakınlaşma yarışı Bizler hayatımızın başlangıcı ile sona ereceği zaman dilimi içerisinde yapacağımız amellerimizi “mukarrebun” sınıfına dahil olabilme çabası içerisinde, Rabbimizden korkup sakınarak gerçekleştirmeliyiz. Kurban Hz. Adem’in oğulları arasındaki yarış, Hz. İbrahim’in samimiyeti, Hz. İsmail’in teslimiyetidir. Kurban Hanne’nin adağı, Meryem’in masumiyetidir. Kurban Muhammed Bilteci’nin sabrı, Esma’nın şahitliğidir. Kurban Allah’ın bize sunup sevdirdiği tüm nimetleri yerinde ve zamanında O’nun sevgisini kazanabilmek için, korkup sakınarak feda edebilme erdemliliğini 1- Hacc 37 - 2- Maide 27 gösterebilmektir.

Sonbahar 2013 I 7


AJ RÖPORT

Hazırlayan: MÜSLÜMAN GENÇ DAVETÇİ

Ahraruş Şam İslami Hareketi Liderlerinden Ebu Abdullah El Haseki/El Kürdi:

‘Gİzlİ bİr örgüt değİlİz, Dİnİmİz İçİn savaşıyoruz’ Başlangıçta Ahraruş Şam tek bir yapıydı. 4 grup Taliati İslamiyye, Fecru’l İslam, Ketâibu’l Imanu’l Mukatile ve Ahraruş Şam birleşti ve Ahraruş Şam İslami Hareketi ismini aldı.

Suriye devriminin başlangıcı ve Ahraruş Şam’ın kuruluşundan bahseder misiniz? İlk başta Suriye halkı özgürlüklerini istemek için gösterilere başladı. İlk 6 ay içerisinde mücadelede silaha başvurulmadı. Askere öldürme emri veridi. Daha sonra askerler insanları öldürmeye başladı.Ve bununla beraber halkı savunmak için silahlı mücadele başladı. Başlangıçta Ahraruş Şam tek bir yapıydı. 4 grup Taliati İslamiyye, Fecru’l İslam, Ketâibu’l Imanu’l Mukatile ve Ahraruş Şam birleşti ve Ahraruş Şam İslami Hareketi ismini aldı. Ahraruş Şam kadrosu devrim öncesi Suriye’de mi yaşıyordu? Yapınız herhangi bir cemaatin deva-

8 I Müslüman Genç Davetçi

mı niteliğinde mi yoksa devrim sürecinde mi oluştu? Suriye’deydi. Hepsi Suriyeli, dışarıdan lider yok. Hareketi Ahraruş Şam herhangi bir grubun uzantısı değildir. Suriye İslam Cephesinden bahsedebilir misiniz? Suriye İslam Cephesi ana gövdedir. Suriye İslam Cephesi 11 cepheden oluşuyor. Ana gövde Ahrar. Diğer gruplardan sizi ayıran özellik nedir? Genellikle tüm gruplar(Liva etTevhid-Sukuruş Şam) birbirine yakındır. Biz İslam için savaşıyoruz. Din hepimizin. Özgür Suriye Ordusu’na bakışınız nedir? Büyük savaşçılardan oluşuyor. (Gruplardan) İyi olanı da var, olmayanı da. Bizim hedefimiz Suriye rejimini düşürmek. Kim bunu isterse yanındayız. Kim de


RÖPORT AJ Esed’e yardım ederse etsin düşmanımızdır. Suriye Direnişçilerinin geneli İslamcı mıdır? Suriye genelindeki cihad gruplarının çoğu bizim gibidir. Cephelere bakın bir de otellerde yapılan açıklamalara bakın, kim Müslümandır? Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ve oluşturmuş olduğu hükümet ile diyaloğunuz var mı? Yeni başbakan Ahmet Salih TUMA ile bizzat görüştüm. ABD’nin isteklerini yapıyorlar. ABD Elçisi’nin dediği oluyor. Suriye ile alakaları yok. Onlar devrimi halktan çalmak istiyor. Suriye İhvan’ı için ne söyleyebilirsiniz? Yok denilecek kadar az. Ahmet Tuma ile otellerde toplantı yapıp duruyorlar. Cihad grupları ile ilişkileri çok zayıf. İhvan 1980’lerde vardı. Şimdi ise İslami Harekete uygun olmayan görüşleri var. Mısır’daki gelişmeler için ne düşünüyorsunuz? Müslümanlara yapılanlara karşı üzülüyoruz. Müslüman kardeşlerin izlediği politika yanlış.Laiklere İslami ilkelerden taviz etmesi yanlış. Seçime girmeleri yanlıştı. Laikler seni kabul etmedi, devirdiler. Mısır’da Müslüman Kardeşler birçok şey bırakmak zorunda kaldı. Müslümanlar için en iyi metot Müslümanlığı istemektir. Adeviye sonrası… Gösteriler barışçıl olmasına rağmen göstericilere silah kullanıldı. İlk baştan İslami metot izlenmeli ve taviz verilmemesi gerekiyordu. Biri sana saldırmak için gelse ne yaparsın, seyreder misin? Aynı şekilde Suriye’de de olduğu gibi… “Allah mazlumu savunmak üzere silaha başvurma hakkı veriyor. Bizden halkı savunmamızı istiyor. Nusra ile operasyon birliği içerisinde misiniz? Biz Esed’e karşı savaşanlarla işbirliğindeyiz. (ÖSOCephetun Nusra) Hepsi ile ortak hareket ediyoruz. İran yanlısı medyanın kullandığı videolar var. Videolarda sıradan halkın boyunlarının vurulduğu görüntüler var. Halka da anlatmakta zorlandığımız görüntüler… O gibi videolar savaşan gruplara ait değil. Esed tarafının videoları. Rojova’da katliam var ifadesi doğru mu? Doğru değil. Katliam yok. PKK’nin kendisi öldürdü. Afrin bölgesinde Kürtleri öldürdüler. Müslümanlar Kamışlı’ya yaklaşınca PKK geldi mücahidlerle savaşmaya başladı. Kamışlı’da Esed güçleri ve PKK ile savaş oldu. PKK Suriye rejimi ile beraber olup mücahid gruplara karşı savaşıyor. Mücahidler arasında

Kürtlerin kurmuş olduğu Suriye Kürt İslam Cephesi, Selahattin Eyyubi Tugayı gibi gruplar da PKK ile savaşıyorlar. PKK Esed rejiminin casusudur. Suriye rejimine yardım edenlerle savaşırız. Aynı şekilde Kürtlerle savaşmıyoruz hatta Kürt halkına yardım ediyoruz. PKK’nin kontrolünde olan yerler… PKK’nin kontrolü altında olan yerler, Esed’in yerleri. Bunun delili ise rejimin uçaklarının bombalıyor olması. Kamışlı, Amude, Derbesiye, Rasulayn kontrolleri altında. Köylerde PKK kampları var. Kamışlıya yaklaştığımızda PKK bu köylerde saldırmaya başladı. T.C. muhaliflere yardım ediyor ifadeleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu ilişkileri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye, grupları desteklemiyor ama halkı destekliyor. PKK suçluyor ama kendisinin İran ve Hizbullah’tan aldığı silahlardan hiç bahsetmiyor. PKK – PYD arasında silah ve militan geçişleri var mı? Birbirlerinden hiç farkı yok. Kamışlı üzerinden birçok yardım geçiyor. Rojova’da katliam var söylemi diğer Kürt gruplarında nasıl yankılandı? Mesut Barzani Suriye’ye heyet gönderdi fakat PKK Amude’ye girmesini engelledi. Hakikati engellediler. Bilgiler Kürt sitesinde var. Rapor PKK’nin ifade ettiği gibi değil. PKK-PYD görüntüler yayınladı. Kürtlere karşı katliam diye. Van depremi, Banyas katliamından görüntüler gibi… İslami Cephenin medyayı kullanma yönünden zayıf olduğu gözleniyor. Bununla ilgili planlarınız var mı? Kendimizi geliştirmek istiyoruz. İstanbul’da siyasi bir ofis olmasını istiyoruz. Gizli bir örgüt değiliz. Dinimiz için savaşıyoruz. Ahraruş Şam’ın hakim olduğu yerler nerelerdir? Der’a’dan İdlib’e ve Haseki sınırlarına kadar yaygınız. Sadece bu bölgelerAhraruş Şam’a ait değil. Bazı bölgelerde Halep-İdlip-Haseki’de çoğunluğuz. İnsanların sorunlarını çözmek için Ahraruş Şam’a ait mahkeme ve Şer-i Kurumlar var. Diğer gruplarla da işbirliği var. Halep’te ortak grupların mahkemeleri var. Rakka’da da öyle. Mahkeme ortak olduğu yerlerde grupların güçleri de dengeli. Sorun ve sıkıntılar ortak çözülüyor. Muhalif güçlerin parçalı yapısı göz önünde bulundurulduğunda Suriye hakkında da bir Afganistan, Irak endişesi taşıyan Müslümanların endişesini yer-

Sonbahar 2013 I 9


AJ RÖPORT siz görüyor musunuz? Mücahit guruplar arası Şimdiden elimizde var. Eğitim programlarımız ilişkilerden bahsedebilir misiniz? hazır. Esed sonrası İslami hükümet olacak inşalSuriye Irak ve Afganistan gibi olmayacak. İslah. İslam adaleti ve rahmeti.Diktatörlükten ve lami grupların tek amacı var; Esed’e karşı mücazulümden uzak. dele. Aralarında ayrılık yok. Gruplar çoğunlukla Suriye’deki direnişçilerin selefi oldukları söybirlik içindeler. leniyor. Selefililikten ne anlıyorsunuz. Batılıların ÖSO ile işbirliğine bakışınız nedir? Allah isteseydi sevgisini zorunlu kılabilirdi. Biz hiç ÖSO’nun hepsi işbirliği içinde değil. Bunlardan kimseyi tekfir etmeyiz. Her kim “tevhid” derse karbazı gruplar ABD’nin emrinde. Suriye halkı ABD’yi deşimizdir. Bu söze karşı olmadıkça sorun yok. Sekabul etmez. Suriye halkı dostunu da düşmanını lefilik hulaf-i raşidin halifeleridir, Kur’an ve sünnettir. da bilir. Bizim selefilikten anladığımız, mezhepsizlik ve tekfirDış politik zaviyeden bakıldığında küresel cilik değildir. Her birimiz Hanefi, Şafii, Maliki, Hanbeli güçler mücadelesi olarak bir Suriye okuması yagibi mezheplere mensup insanlarız. pabilir misiniz? Esed sonrası kuracağınız devlet, Siyonizmi ve Biz hiçbir şekilde iç işlerimize karışılmasına izin çevresini tehdit eden bir devlet mi olacak yoksa vermeyiz. Emirleri kabul etmeyiz. sadece sınırından ibaret bir devlet mi kalacak? Batının müdahalesine nasıl bakıyorsunuz? Suriye’den Filistin’e sınır tanımıyoruz. Esed’i Yabancı olarak oraya kim girerse bunu kabul savunan İsrail, İran, Hizbullah, ABD, Rusya, Çin etmeyiz. İslami cephe adına dış müdahaleyi kabul İslam’ın nurundan korkuyorlar. Bunlar Bölge Müsetmiyoruz. lüman halklarının kontrolleri altında kalmasını istiSuriye’de yaşanan savaşın mezhep savaşı olyorlar. İslam gelirse bunların zulmünü kabul etmez. duğu söyleniyor. Ne dersiniz? El-Kaide, Hamas, Taliban gibi gruplara bakışıHalkı, çoluk çocuğu öldürenlerle nasıl mezhep nız nedir? İrtibatınız var mı? savaşı olarak ifade edilebilir. Alakamız, bağlantımız yok. İslam’ı, dini, özgürSuriyeli muhaliflerin Şii düşmanlığı lüğü kim savunursa onun savaşma hakkı ifadesi vardır. Gösteriler başladığında SuMısır Suriye’ye benzemeyeAllah isteseydi riye rejimi halkı öldürdü. Bicek açıklaması için ne düşünüsevgisini zorunlu kılabilirdi. zimle savaşanların dışında yorsunuz? Biz hiç kimseye tekfir savaşmadık İran, Yemen Fitne nedir? Dinin ve etmeyiz. Her kim ve Lübnan’dan Şiiler çoİslam’ın olmaması.Bu bücuklarımızı öldürmeye yük bir fitne.Din yolunda ne “tevhid” derse kardeşimizdir. geldi, savaşmak hakkıbedel gerekiyorsa canımızBu söze karşı olmadıkça mız. Rejime destek vela ve malımızla öderiz. sorun yok. Selefilik renlerle savaşıyoruz. Veya Türkiyeli Müslümanlar hulaf-i raşidin halifeleridir, bizim çocuklarımızı öldürhakkındaki kanaatleriniz, bekKur’an ve sünnettir. meye gelenlerle. Yoksa mezlentileriniz ve nasihatleriniz nehebinden dolayı kimseye silah lerdir? doğrultmuyoruz. Türk halkı Müslüman halktır. Arap Muhalifler arasında Sünniler dışında halkı, Kürt halkı aynıdır. Kim dinden uzaklaşırsa, farklı inanç gruplarından insanlar var mı? şerefini ve izzetini kaybeder. Bizim görevimiz MüslüSilahlı gruplar Müslümanlar. Sözde çok var. manları savunmak. İslam üzere oldukları müddetçe Sözde Alevilerden bile varlar. Ama hakikatte rekardeşlerimizdir. Haçlı ülkelerinin projeleri sadece jimle beraberler. Suriye üzerinde değil; plan Türk, Kürt herkesi kapsıEsad sonrasına dönük siyasi-sosyal öngörü ve yor. “Doğrusu Allah, kendi yolunda kenetlenmiş bir varsa projeleriniz hakkında neler söyleyeceksiniz? duvar gibi saf bağlayarak savaşanları sever.”

10 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: İSMAİL ERDEMLİ < Yazar

ANALİZ

Petrol, saltanat ve kölelİk...

Kİmİn körfezİ ? Ortadoğuda yerleşik statükolara karşı başkaldırıyı temsil eden halk hareketleri global güç merkezlerinin de desteği ile bastırılmaya ve geri döndürülmeye çalışılyor. Mısır’da Amerika ve Suudi Arabistan güdümlü darbe yakın tarihin en büyük vahşetlerinden birine imza atarak tank paletleriyle bir gelecek çizme çabası içerisinde. Ama Darbeyle iş tutarak siyasi ikbal hesapları yapan islamcısından liberaline kadar tüm eklentilere rağmen Müslüman Kardeşlerin başını çektiği direniş hattı ayakta kalmayı başardı. Suudi Arabistan’a yakınlığı ile bilinen selefi Nur Partisinin darbe sürecinde oynadığı rol bir ibret tablosu olarak hafızalardaki yerini koruyor. Bel ki ayrı bir yazının konusu... Hafızalardaki yerini koruyacak diğer bir tabloda ‘şeriatla yönetilen’ Suudi Arabistan Krallığı’nın laik darbecilere verdiği destek. Aslında bu tablo Suud başta olmak üzere körfez ülkelerinin islam dünyasındaki global vesayet sisteminin devamı adına oynadıkları rolün tipik bir göstergesidir. Hüday-ı nabit servetleriyle şımararak etrafa nizamat vermeye çalışan bu emirlikler ümmetin bağrında birer çıban gibi durmaktadırlar. Kral Abdullah Mısır darbecilerini şu mesajıyla selamlamıştı: “Suudi Arabistan Krallığı, halkı ve hükmeti ile terörizme (Müslüman Kardeşler) karşı

Mısırdaki kardeşlerinin (ordu) yanında duracaktır.” 3 Temmuz 2013’deki askeri darbeyle uzaklaştırılan Müslüman Kardeşler kökenli Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin ilk dış ziyaretini 11 Temmuz 2012’de Suudi Arabistana yapması bile kralın kalbini yumuşatamamış demekki!.. Basında yer alan aşağıdaki haber de mezkur ülke/ciklerin islam dünyasındaki dizayn ameliyesinde oynadıkları rolü apaçık ortaya koymaya yetmektedir: ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Körfez ülkelerinin Suriye’deki müdahalenin parasını ödemeye hazır olduklarını söyledi. Washington Post’un haberine göre, ABD meclisindeki oturumda Cumhuriyetçi senatör Ileane Ros-Lehtinen, Kerry’ye Suriye savaşının finansmanını sordu. Kerry, bu soruya Körfez ülkelerinin Suriye’ye yapılacak bir müdahalenin bütün masraflarını karşılamaya hazır olduklarını söylediği cevabını verdi. Suudi Arabistanın başını çektiği Körfez ülkeleri genel anlamda global emperyalizmin Ortadoğu’daki projelerinin finansörlüğü rolünü üstlene geldiler. ABD başta olmak üzere Batılı güçler tarafından işletilen/yönetilen petrol tesislerinden hasıl edilen kazançlar yönetimler tarafından kendilerini koruyan efendilerinin askeri ve siyasi hedeflerinin icrası yolunda kullanılmaktadır. Bu anlamda bakıldığında İslam dünyasında meydana gelen bir

Sonbahar 2013 I 11


ANALİZ çok gelişmenin arkaplanında örtülü ya da açık bir biçimde ‘körfez’ parmağı olduğunu görürüz. Türkiye kamuoyunda sadece zenginlikleri ile bilinen körfez ülkeleri söz konusu olduğunda genelde bir küçümseme hali hakimdir. Bu da değerlendirmelerimizi yüzeysel bir seviyede bırakmaktadır. Suudi Arabistan,Kuveyt, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman’dan müteşekkil körfez ülkeleri petrole dayalı ekonomileriyle bir anlamdaOrtadoğunun cazibe merkezleri haline gelmeyi başardılar. Dünyanın bir çok bölgesinden yatırımcı bu iştah kabartan pastadan hissedar olmak için krallıkların kapılarını çaldı. Ve çöl ortasında yükselen göz kamaştırıcı lüks yaşam alanları petro-dolarların ‘ecnebi’ zekasıyla buluşmasının bir sonucu olarak ortaya çıktı. Öte yandan baktığımızda bu ülkelerin petrol ve doğalgaz haricinde üretime dayalı herhangi bir ekonomik yapıları bulunmamaktadır. Söz konusu ülkelerde zenginliğin adil bir biçimde halkla paylaşıldığını söylemek mümkün değildir. Kraliyet aileleri ve koalisyon içerisinde oldukları unsurlar pastanın çok büyük bölümünü kendi aralarında paylaşmaktadırlar. Halkın ana gövdesi adeta sus payı ile oyalanmaktadır. Özellikle Suudi Arabistan’da son yıllarda yaşanmakta olan ekonomideki kötüleşmelerden sonra yoksulluk manzaralarına sık rastlanır oldu. İnsanlara sunulan görece zenginlik karşılığında otoritelere mutlak itaat isteniyor. Körfez ülkeleri Amerikan ve Avrupa savaş sanayiinin en gözde müşterileri arasında yer almaktadırlar. Milyarlarca dolar her yıl işgalci emperyal efendilerin ceplerine akmaktadır. Bu paraların ‘çılgın’ bir biçimde harcanmasının gerekçesi olarak İran gösterilmektedir. İran’ın nükleer çalışmaları bu ülkelere büyük bir tehdit olarak yansıtılmakta ve başarılı olması durumunda varlıklarının tehlikeye gireceği korkusu canlı tutulmaktadır. Bölgedeki krallıklar İran ‘tehlikesini’ abartarak kurdukları baskıcı rejimleri meşrulaştırma yoluna gidiyorlar. İran’ın da uyguladığı ‘özensiz’ politikayla bu algının pekişmesine hizmet ettiğini söylemek zorundayız. Birleşik Arap Emirlikleriyle arasındaki tartışmalı adalar meselesinde de gördüğümüz gibi öteleyen ve üstten bakan bir yaklaşımla adeta ateşe benzin taşımakta.

12 I Müslüman Genç Davetçi

İran korkusuyla Amerikanın ‘şefkat’ kanatlarının altına sığınan petro-dolar zengini bu şeyhliklerin pek perde önüne çıkmasa da sıkı ilişki içersinde oldukları diğer bir unsur da İsrail işgal devletidir. Körfez bölgesi yöneticilerinin İsrail yöneticileriyle sıkı ilişkileri özellikle Batı basınında sık sık söz konusu edilir. Resmi olmasa da gayri resmi ilişkiler her dönem bahar havasındadır. Filistin konusunda söylem düzeyinde bir hassasiyet sürekli olarak dillendirilir. Ama mesele Filistin davasına destek vermeye gelince artistik bir kaç çıkışla günü kurtarmaya çalışıyorlar. Sadaka mesabesinde verdikleri para desteği ile Filistin fatihi rolünü çalmaya çalışıyorlar. Ülkelerinde ne kadar Filistinliyi hangi şartlarda barındırdıkları konusuna ise hiç girmeyelim. Son yıllarda Katar biraz daha farklı tutum takınmaya çabaladı. Kendisi emirlik olsa da islam dünyasının değişik bölgelerinde demokrasi havarisi rolüne soyundu. Aktif bir diplomasi uygulayarak Suudi Arabistan’ın önüne geçmeye çabaladı. Türkiye ile de işbirliği içerisinde Arap Baharı diye adlandırılan sürece destek verdi. Suriye’de de en aktif bölgesel güç haline geldi. Bu durumdan rahatsız olan Suud’un da bastırmasıyla biraz olsun sınırını aşan Katar’da Şeyh Hamad bin Halife El-Tani’nin yerine oğlu Temim yönetimi devraldı. Her ne kadar babanın oğula gönül rızasıyla devrettiği yollu güzellemeler yapılsa da gerçek neden ifade ettiğimiz gibi çizmenin aşılmasıydı. Bu olay bile başlı başına körfez ülkelerinin siyasal gücü ve bağımsızlığı adına çok net bir fotoğraf vermektedir. Körfez bölgesinin etkin ve bağımsız bir güç olma imkanlarının çok kısıtlı olduğunu görüyoruz. Ama elindeki maddi imkanlar dolayısıyla dünyaya nizamat veren mahfiller için kullanışlı bir elaman olarak değer kazandığı da yadsınamaz bir gerçek. Bu anlamıyla bakıldığında hiç de göz ardı etmemek gerekiyor. Yazının bitiminde körfez yönetimleriyle bu bölgede yaşayan mazlum halkın aynileştirilmemesi gerektiği vurgusunu her kes tarafından bilinmesine rağmen yapmak gerekiyor. Korku duvarını yıktığı an körfezin onurlu insanları eleman olmaktan kurtulup aktör olma yolunda önemli adımlar atacaktır.


SORUŞTURMA Tunus’la başlayan süreçte özellikle Suriye ve Mısır üzerinden yöntem tartışmalarının yeniden ele alınmaya başladığı gözlenmektedir.80-90’lı yılların canlı bir tartışmasının yeniden gündeme gelmesi biz Türkiyeli Müslümanların özeleştiri sürecinde sokacağı ve sıçramamızı sağlayabileceği gibi değişim modellerimizi mutlaklaştırmaya, birbirimize dayatmaya ve de kırılmaya neden olması ihtimal dâhilindedir. Bu durum da bu tartışmanın Dünya özelde Türkiye İslami Hareketleri için ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. 1-Tunus’la başlayan ve genellikle Arap Baharı diye isimlendirilen sürece yönelik genel bir değerlendirme yapabilir misiniz?(iki paragrafı geçmeyen bir değerlendirme) 2-Mısır ve Suriye özelinden yola çıkarak İslami Hareketlerin toplumsal değişim yöntemlerini nasıl okumak gerektiğini düşünüyorsunuz? 3- Yine bu bağlamda Mısır örnekliği ile siyasal sisteme katılım ve demokrasi tartışmaları hakkındaki kanaatleriniz nelerdir? 4- Suriye örnekliğinde silahlı mücadele seçeneğinin bir sosyo-politik değişim yöntemi olarak tercih edilebilirliğini değerlendirebilir misiniz? 5-Suriye direnişinin etnik ve mezhebi karak-

terlerin baskısı altında evrildiğini düşünüyor musunuz? Etnik ve mezhebi çatışmanın sonuçları hakkında neler söylenebilir? 6- Suriye’nin Kürt illerinde direniş grupları ile PYD arasında yaşanan çatışmaları bölge ölçeği ve Barış süreci zemininde anlamaya çalışırsak karşımıza nasıl bir tablo çıkmaktadır? 7- Mısır ve Suriye mücadelesinin ve yöntemlerinin Türkiye Müslümanları üzerindeki etki derecesini tespit etmek amaçlı neler söylenebilir? Mısır’a yönelik yoğun ilgi ile Suriye hakkındaki yoğun tartışmalar nasıl okunmalıdır? 8- Mısır ve Suriye aynasında coğrafyamızı da dikkate alarak nasıl bir muhtemel yarın öngörülebilir?


URMA T Ş U R O S

RAMAZAN KAYAN

RAMAZAN KAYAN Anadolu Platformu

Rabia Ruhunun Onurlu Direnişi, Ümmetin Ruhsuzluğuna Ruh Kattı

1

Öncelikle “Arap Baharı” tanımını Müslüman halkların direniş ve devrim hareketleri diye isimlendirmemizin daha uygun olacağını düşünüyorum. Aslında İslam dünyasındaki bu kitlesel kıyam hareketleri, gecikmiş hareketlerdir. Dünyada rejimler, ideolojiler, sistemler çoktan çökerken, İslam dünyasının uyanışı geç başladı. Çünkü bu dikta rejimlerinin arkasında, hep emperyalist güçler varolmuştur. Mazlum halkların iradesine baskı uygulanmıştır. Fakat artık korku tünellerinden çıkan, zillet gömleğini yırtan bu hakların haklı kıyamını engellemek mümkün değil. Yıllarca sindirilmiş ve sömürülmüş Müslüman halkların onur ve özgürlük mücadelesi maya tutmuştur. Artık yakınan, sızlanan halk değil, bedel ödemeyi, zulme karşı direnmeyi şiar edinmiş halklarla karşı karşıyayız. Bir defasında görüştüğüm Halep kapısı Ahmet Feyyaz’a sormuştum: “Yıllarca zulümle sindirilmiş Suriye halkı, yüzbini aşkın can kaybına rağmen, hala direnişi nasıl sürdürebiliyor?” Demişti ki; “Toplumlar savaşlarla yok olmazlar. Korkuları ile yok olurlar. Allah’a hamdolsun ki, Suriye halkı korkularını yendi, özgürlüğün tadını aldı. Onuru ile ölmesini öğrendi. İslami hareketlerin toplumsal değişim yöntemlerini tek bir seçeneğe indirgemek ve sınırlamak doğru olmasa gerek diyorum... Yöntem tartışmalarında özellikle ilkesel olarak hassasiyet göstermemiz gereken boyut şu kavramlarla yola çıkmaktır: Hak...

2

Adalet... İstikamet.... Meşruiyet... Hangi yöntem olursa olsun, bu kavramlarla sağlamasını yapar, yolumuza devam ederiz... Meşruiyetimizi zedeleyecek yanlışlara fırsat vermeyiz.... Merhum Seyyid Kutup’un ifadesi ile: “Aşağılık bir yöntem kullanılarak, şerefli bir hedefe varılmaz.” Biliyoruz ki ebedi olan yönetimler, yöntemler değil, ilkelerdir... Biz halkın değil, ilkelerin iktidarını hedefleriz... Hakkın hakimiyetini önceleriz... Sandık, sokak, sivil, silah, siyasi... Seçenek ne olursa olsun, yeter ki meşru, hak ve adil olsun... İslâm dışı dünyanın bize dayattığı seçeneklere tav olmamızın anlamlı yok... Egemen güçler yıllarca bizlere komünizmi gösterip, kapitalizme razı olmamızı istediler. Rusya’yı gösterip, ABD’ye razı olmamızı telkin ettiler... Şimdilerde de diktatörlükleri gösterip, demokraside buluşmamızı istiyorlar... Yani ölümü gösterip, sıtmaya razı olun, diyorlar... Müslümanlar’ın daha ilerisini ve daha iyisini ortaya koyabilecek potansiyele sahip olduklarını unutmamak lazım.... Zaten Mısır’da yaşananlarla birlikte, Batı ,demokrasi sınavında sınıfta kaldı... Kendi kutsallarını katletti... Helvadan putunu yuttu... Yukarıda da ifade ettiğim gibi, Müslümanlar kendi inanç değerlerinden hareketle, özgün yöntem ve sistemlerini beşeriyete sunmaları lazım... Meş-

3


RAMAZAN KAYAN ruiyetlerini yitirmeden her zeminde var olmaları gerekir... Davet ve cihad yükümlülüğü ile toplumsal değişimi hedeflemek esastır... “Bir toplum kendinde olanı değiştirmedikçe, Allah o toplumu değiştirmez.” ilahi yasasından hareketle, toplumsal ıslah çalışmalarına yoğunlaşmak zorundayız... Mısır’da İhvan’ın duruşu ve direnişi iktidar iç güdüsü ile izah edilecek bir durum değildir... Onur ve özgürlük sevdası ile sürdürülen muhteşem bir kitlesel kıyamdır... Mısır bize şunu öğretti: seçilmiş olmak da yetmiyor; cihat ruhu şahadet bilinciyle hayatta anlamlı hale getirmek gerekiyor... Silahlı mücadele seçeneği, şartları oluşunca kuşkusuz ki hadi bir sorumluluktur... Gayet tabii bu görevi üstlenen müminlerin İslam savaş hukuku ve savaş ahlakını uygulanma hassasiyetine sahip olmaları gerekir... Dünya kamuoyunda İslam’ın haklı mücadelesini gölgeleyecek, zedeleyecek, aşırılık ve asabiyetlere fırsat vermemek lazım... İslam’ı ve Müslümanlar’ı terörize etmek için pusuda bekleyenlere malzeme vermemek durumundayız... Psikolojik savaşın sinsi taktiklere karşısında hikmet ve basireti korumak gerekiyor... Haklı davamızda bizi haksız duruma düşürecek yanlışlara prim veremeyiz... Bir endişemi ifade etmeden geçemeyeceğim; Bugün zalim ve zorba güçlere karşı verilen haklı mücadele bir gün bittiğinde, savaşan silahlı grupların iktidar paylaşımında aynı silahları birbirine karşı kullanabilecekleri kaygısı içerisindeyim... Afganistan, Irak tecrübeleri bu ihtimali hatıra getiriyor... Bir diğer tecrübe, işgalci güçlere karşı verilen silahlı direnişin başarı oranı yüksek, içerideki işbirlikçilerine karşı bu yöntemin daha sıkıntılı ve zor olduğunu görüyoruz... Şer ve şeytani güçler, Suriye’deki İslami direnişi gölgelemek ve sabote etmek için mezhepçi, hizipçi, ırkçı, toprakçı, devletçi anlayışlar ve yapılar üzerinden senaryolarını sürdürüyorlar... Suriye direnişinden bir mezhep savaşı çıkarmak için ellerini ovuşturarak fırsat kolluyorlar... Bu konuda ciddi risklerin olduğunu da göz ardı etmemek lazım... Bu risk sadece Suriye’de değil, Afganistan, Pakistan, Irak, Lübnan, Yemen, Bahreyn aynı kapsamda görülebilir... Suriye ile ilgili şu an için şunun altını çizmekte yarar var: Suriye’deki savaş bir iç savaş değil... Şii-Sünni savaşı değil... Arap-Acem savaşı değil... Sufi-Selefi savaşı değil... HakBatıl savaşıdır... Mazlum halkların, zalim ve despot güçlere karşı verdikleri onur ve özgürlük mücadelesidir.... Bir defa dört ülkeye dağılmış olan Kürt halkı, kendi içinde bir bütünlük arz etmiyor... Kürtlerin bölünmüşlüğü üzerinden dış güçler ve onların yerli

4

5

6

SORUŞT URMA

işbirlikçileri bu sorunu sonuna kadar kaşıyacaklar... Barış sürecini sabote etmek için Kürt hareketi içinde bazı unsurlara oynayacakları açıkça görünüyor... Kaostan ve kandan beslenenler boş durmayacaklar... Suriye ve mısır mücadelesi şunu göstermiştir; artık ümmeti ulus-devletlere bölen sınırların geçerliliği çökmüş, ümmet bilinci güçlenmiştir... Evrensel İslam kardeşliği ruhu daha bir kökleşmiş ve yaygınlaşmıştır.... Suriye direnişine yönelik dezenformasyon yaygın olarak sürdürülüyor... Kafa karışıklığı devam ediyor... Siyasi yönden kafası karışıklara şunu hatırlatmak lazım... Bari insani boyutu ile yaşanan faciaya tepki vermeyecek misiniz? Tarafınızı belirlemeyecek misiniz? Cemil Meriç’in ifadesiyle: “Zulmün olduğu yerde tarafsızlık namussuzluktur.” Suriye gerçeği, örtülü birçok gerçeğin aynası oldu... Çizgiler, saflar, niyetler, hesaplar netleşti... İran’ın Suriye politikasında sürdürdüğü akıl tutulması, yaşadığımız hayal kırıklığı telafisi çok zor gedikler oluşturdu... Hüseyin’in yasını tutanların, Yezidlerle nasıl iş tuttuklarına tanık olduk... Bir diğer saptırma da, sanki Suriye’de direnen tek El Kaide imiş gibi bir çarpıtma ve diğer direnişçi yapıları töhmet altında tutma tuzakları devrede... Mısır’a ilginin daha yoğun olması normaldir... Çünkü İslam dünyasında tarih boyunca Mısır’ın kilit bir rolü hep olagelmiştir... Arap dünyasının kaderi Mısır’la doğrudan bağlantılıdır... Unutmamak lazım, Suriye sadece Suriye değildir... Mısır ‘da sadece Mısır değildir... Buraların misyonu bir milli devleti aşan boyutlardadır... Ümmetin nabzı burada atıyor... Ümmetin hafızası buralardadır... Yüzyılı aşkın bir süredir baskılanmış ümmet iradesinin yeniden başkaldırısıdır olanlar... Oralardaki kardeşlerimiz ulusal kurtuluş hareketi vermiyorlar... Sadece statüko ile mücadele etmiyorlar... Uluslararası şer odakları ve emperyalist güçlerle hesaplaşıyorlar... Suriye’de Batı, Karzai’sini arıyor... Baradey’ini arıyor... Tunus’ta Sipsi’yi hazırlıyor tıpkı Irak’ta ipleri Maliki’ye terkettiği gibi... ABD ve AB için birinci öncelik, İsrail’in güvenliği.... İkincisi İslam’sız bir alternatif bulurlarsa Esed o zaman gidecektir... Ama artık İslam’sız hiçbir denklem tutmuyor, yürümüyor... Çözüm, Birleşmiş Milletler’de değil, müminlerin birleşmiş yüreklerindedir... Onurlu direniş mektebindedir... Rabia ruhu, ümmetin ruhsuzluğuna ruh oldu...

7

8


URMA T Ş U R O S

RIDVAN KAYA

RIDVAN KAYA

Özgür-Der Genel Başkanı

Suriye’de Silahlı Mücadele Bir Zorunluluktu

1

Ortadoğu İntifadası diye adlandırmayı daha uygun bulduğumuz bu süreç genel manasıyla despotik iktidarların çürümüşlüğüne, yozlaşmışlık ve zalimliğine karşı uzun yıllar susturulmuş, sindirilmiş halk kitlelerinin patlaması şeklinde gerçekleşmiştir. Doğaldır ki patlama şeklinde yaşanan toplumsal olayların akış yönü belirsizlikler, zaman zaman gelgitler gösterir. Ne var ki, uzun vadede toplumsal yapıyı şekillendiren ana omurga harekete geçer ve belirleyici olur. Ortadoğu’da da İslami hareketlerin ana omurgayı teşkil ettiğini biliyoruz. Bütün ezilmişliklerine, ödedikleri ağır bedellere rağmen İslami hareketler gerek köklü tecrübi birikimleri, gerekse de ideolojik ve örgütsel tutarlılıklarıyla tağuti iktidarların geri püskürtüldüğü her alanda ortaya çıkan boşluğu doldurmaya aday en güçlü hareketler olmuşlardır. Şüphesiz bu durum İslami hareketlerin bundan böyle sorunsuz, risksiz bir yürüyüş gerçekleştirecekleri anlamına gelmiyor. Statüko güçleri geri adım atmak zorunda kalsalar da eski konumlarına dönebilmek için ellerinden geleni sergilemeyi sürdüreceklerdir. Kısacası mücadele yeni bir evreye taşınmış ve sürmektedir. İslami hareketler sadece Mısır ve Suriye’de değil, hemen her coğrafyada farklı şartlara muhatap olmakta ve mücadelelerini de buna

2

göre şekillendirmektedirler. Toplumsal yapıyı değiştirmeye yönelik çabaların farklılık arzetmesi doğaldır. Bu noktada konjonktürel durumları merkeze almaktan kaçınmanın ve naslar çerçevesinde esnek bir yaklaşım geliştirmenin gerekliliği görülmeli ve asla içinde yaşadığımız koşulları mutlaklaştırır bir tutumla “her koşulda izlenmesi gereken tek doğru yöntem” dayatmasına düşülmemelidir. İslami hareket Mısır’da Mübarek diktatörlüğünün devrilmesinden sonra gerek politik düzeyde örgütlenme ve siyasete katılım, gerekse de kitle iletişim araçları vasıtasıyla halka ulaşma zeminlerini elinden geldiğince işlevsel bir biçimde kullanmıştır. Başından itibaren kimliğini, ilkelerini ve hedeflerini açık bir tarzda ortaya koymuş ve bunlardan taviz vermemiştir. Bu tür bir yürüyüşün sahih ve sonuç getirici olduğunu düşünüyorum. Demokrasi tartışmasını temel kimliğimiz ve genel esaslar çerçevesinde sorun yoksa çok merkeze almamayı öneriyorum. Biz bundan rahatsız olsak da dünyadaki pek çok İslami hareket mensubu demokrasiyi halkın özgür iradesinin tecelli edeceği bir mekanizma olarak görüyor ve olumluyor. Eğer diyalog kurabiliyorsak bu kardeşlerimize demokrasinin sadece bir yönetim tekniği olmayıp aynı zamanda bir ideoloji ol-

3


RIDVAN KAYA duğunu hatırlatalım ama asla demokrasi kavramını olumlu olarak değerlendiriyor diye ağır bedeller ödeyen kardeşlerimizi küçümsemeyelim, dışlamayalım. Kimi İslami çevrelerin Mısır’da İhvan’ı sistemle uzlaşmakla, sistem içinde yer almayı kabul etmekle suçladıklarını biliyoruz. Parlamento seçimlerine katılım, anayasa yapım ve oylama süreçleri ve benzeri gelişmeleri de bu çerçevede mahkum edici yaklaşımlarına zemin olarak değerlendirmişlerdir. Gelinen noktada ödenen ağır bedellere rağmen temel tezlerinden ve kimliğinden taviz vermemesi bana kalırsa İslami harekete yöneltilen eleştirilerin haksızlığının bir göstergesidir. Bununla birlikte elbette “biz dememiş miydik” repliğini tekrarlayanlar da olacaktır. Ama bence onlardan geçmişte ne dediklerini bir kenara bırakıp somut bazda ne önerdiklerini açık bir biçimde ortaya koymalarını istemek gerekir. Gerçekçi ve adil olmak gerekir. Tüm bu kuşatıcı ve esnek tutumuna rağmen İhvan’a katlanamayanların çok daha sert ve merhaleciliği dikkate almayan bir oluşuma karşı nasıl davranacaklarını tahmin etmek zor olmasa gerek! Suriye’de silahlı mücadeleyi Müslümanlar arzulayıp seçmemiş, buna mecbur kalmışlardır. Rejimin giderek yoğunlaşan katliamlarına ve vahşetine karşı insanlar mücadelenin barışçıl yöntemlerle sürdürülmesine imkan kalmadığının netleştiği bir ortamda mücadeleyi devam ettirebilmenin bir aracı olarak silaha başvurmak durumunda kalmışlardır. Suriyeli Müslümanları silaha başvurdukları için eleştirenler, itham edenler, mantıklı ve adil bir şey önermiyorlar! Hayatlarında hiç bedel ödememiş, belki zalim rejimlerden tek bir tokat bile yememiş insanların kitlesel ölümlere rağmen “barışçıl protestolar devam etmeliydi, silaha başvurulmamalıydı” diye ahkam kesmeleri herşeyden önce ahlaki bir soruna işaret etmektedir! İnsanların kendilerini savunmaları politik tercihten önce insan olmalarıyla alakalı bir şeydir. Elbette şiddetin bir yöntem olarak öne çıkması büyük maliyet getiren ağır bir sorumluluktur. Ne var ki, tanklarla, uçaklarla katledilen, sloganlarına kurşunlarla karşılık verilen insanların ne yapması gerektiğine biz karar vermemeliyiz! Öte yandan silahın, silahlı mücadelenin adeta vebalı bir şeymiş gibi aşağılanması da ayrı bir yanlıştır. Bu tutum Batıcı düşünce tarzının etkisiyle dönüşen zihinlere

4

SORUŞT URMA

işaret eder. Oysa Rabbimizin kitabında şiddetin bir yöntem olarak tercih edilebileceğine ve hatta kimi durumlarda tercih edilmesinin zorunluluğuna ilişkin ayetler önümüzde durmaktadır. Bizler Mümin olarak elbette attığımız adımları çok iyi değerlendirmekle mükellefiz ama aynı zamanda “hoşumuza gitmeyen şeylerde Rabbimizin bizim için hayr murad etmiş olabileceği” düsturunu da aklımızdan çıkartmamalıyız. Suriye sorunu başından itibaren mezhebi bir karakter taşımıştır, bu doğrudur. Ama bu iddia edildiği gibi direnişçilerin değil, rejimin tutumunun ve çabasının sonucudur. İsyanın başladığı ilk andan itibaren isyancı unsurların İslami kimliği öne çıkartmaları karşısında Baas rejimi mezhep kartına oynamış ve muhalifleri mezhepçilikle suçlayarak hem taraftarlarını etrafında toplama siyaseti gütmüş, hem de Batıya muhaliflerin ne kadar tehlikeli, fanatik unsurlar olduğu mesajını iletmeye çalışmıştır. Mezhep tartışması sürecin başından itibaren Baas rejimine destek veren İran’ın ve İran’ın peşinden giden unsurların da sürekli gündemleştirdikleri ve muhalifleri karalamak için başvurdukları bir argüman olmuştur. Ne ilginçtir ki, muhalifler çok uzun bir süre Suriye’nin bütünlüğünden, mezhebi ayrışmaya karşı olduklarından söz etmelerine rağmen, ilk andan itibaren Suriye rejimine karşı ayaklanmanın “mezhepçilik fitnesi” ola-

5


URMA T Ş U R O S

RIDVAN KAYA

cağı iddiasıyla hareket edenler, gelinen noktada haklı doğru bir tutumdur. Ümmet olmak, kardeşlik bunu çıktıklarını ileri sürme pişkinliği gösterebilmektedirler. gerektirir. Ne var ki, aynı duyarlılığın Suriye’den esirSuriye’de etnik temelde bir ayrışmadan net biçimgenmesi ise çelişkidir. de söz etmek mümkün olmamakla birlikte, bilhassa Burada iki faktörün belirleyici olduğunu söyleyebiPYD’nin muhaliflere karşı izlediği oportunist tutum yüliriz. Teknik manada Mısır’daki gelişmeler yenidir, çok zünden muhaliflerin Kürt halkına karşı konumlandıklauzaması durumunda aynı duyarlılığın korunabileceğini, rı algısının meydana getirildiği görülmektedir. Bu dusürdürülebileceğini sanmıyorum. Daha temelde ise rumun Suriye’nin Müslüman halk Suriye direnişi başından itibaren kitleleri arasında kalıcı bir hasara gerek mezhepçi siyasetin, gerek yol açmadan giderilmesini ümid komplocu düşünme hastalığıediyorum. nın etkisiyle olumsuzlanmıştır. Yaşanan çatışma süreci Suriye’ye ilişkin olarak o kadar en genelde Suriye halkirli ve zalimce bir propaganda Geldiğimiz aşamada mücadelenin sürdürülmüştür ki, en son gerkının ve muhalefet hasonuçlarından ziyade kendisine reketinin aleyhinedir. Dolayısıyla çekleşen kimyasal katliam karşıodaklanmamızın doğru ve gerekli sında bile vicdanlar yeterince hadurumun bir olumsuzluk olduğu tespitini yapalım. Bununla birlikrekete geçmemiş ve bazılarının olduğunu düşünüyorum. Bugün te bu olumsuzluğun sorumlusu mücadele kararlılığımız kaviyse, aklı, insafı ve imanı kuşku bulutkesinlikle direniş grupları olmalarının ardında yitip gitmiştir. yarınlarda daha güçlü olacağız yıp, PYD’dir. PYD başından beri Müslümanlar bu iki belinşallah. Kardeşlerimiz ortaya takındığı ilkesiz ve fırsatçı tutumdemizde de çok ağır bekoydukları kararlılıkla İslami hala İslami direniş karşısında Baas deller ödediler ve ödereketin bittiği, döneminin geçtiği meye devam ediyorlar. Görünür rejiminin elini güçlendirecek tavırlar sergilemiştir. Son süreçte gerçeklerden yola çıkarak baktezini yerle bir etmişlerdir. yaşanan çatışmaları “muhaliflertığımızda gelişmelerin çok riskli, le Kürtler arasındaki çatışmalar” çok zor olmaya devam edeceği şeklinde sunması da başlı başına görülüyor. Bu perspektiften babir tuzaktır. Ne muhalifler Kürt kıldığında manzaranın pek iç açıkarşıtıdır, ne de PYD Kürtlerin hacı olduğu söylenemez. Nitekim misi ve temsilcisidir. “teslimiyeti” öneren üstadların, Suriye Kürtleri arasında örgütlenmiş PYD’nin asıl çok bilmişlerin seslerinin bugünlerde daha çok çıkması patronunun PKK olduğu bilinmektedir. Suriye Kürdistada bu durumun bir sonucudur. Mamafih bizler olaylara, nında yaşanan çatışmaları bir biçimde Türkiye devletigelişmelere sadece olgucu perspektiften bakamayız, nin Kürt karşıtı konumlanışı şeklinde sunmak suretiyle Biz gaybe iman eden, Rabbimizin Kadiri Mutlak olduğuKürt milliyetçileri Türkiye Kürtleri arasında yaygın buna iman eden insanlarız. Rabbimiz isterse bize zor, hatlunan devlet karşıtlığı algısından yararlanarak PYD’yi ta imkansız görünenlerin çok kolay olabileceğini biliriz. mazlum ve mağdur taraf olarak göstermeye çalışGeldiğimiz aşamada mücadelenin sonuçlarından maktadırlar. Çatışmaların yoğunlaşmasının Türkiziyade kendisine odaklanmamızın doğru ve gerekli olye’deki barış sürecini tehdit edeceği tezinin dikkate duğunu düşünüyorum. Bugün mücadele kararlılığımız alınmayı gerektiren bir iddia olduğunu kabul etmekle kaviyse, yarınlarda daha güçlü olacağız inşallah. Karbirlikte, bunun temelde her vesileyle dillendirilen “tehdeşlerimiz ortaya koydukları kararlılıkla İslami harekeditkar söylem”in bir versiyonu olarak devreye sokultin bittiği, döneminin geçtiği tezini yerle bir etmişlerdir. duğu gerçeğini de görmek gerektiğini düşünüyorum. Bizatihi katliamcıların, darbecilerin “siyasal islam’ın Mısır’daki gelişmelerin genelde Türkiye kaiflas ettiği” iddiasını seslendirmek durumunda kalmamuoyunda, daha özelde ise İslami çevrelerde ları bile aslında korkularının dışavurumudur, itirafıdır. yoğun bir karşılık bulması olması gereken, Korkunun ise ecele faydası yoktur!

6

8

7


saİt sahİn

SORUŞT URMA

SAİT ŞAHİN

Mustazaflar Cemiyeti

Suriye; İslam Coğrafyasının Geleceğinin Şekilleneceği Yer Son yıllarda İslam coğrafyasında yaşananları anlamak için, tarihi arka planı ve süreç içinde oluşan toplumsal dinamikleri tahlil etmek gerekir. Ortadoğu denilen İslam coğrafyası, yüzyılı aşkın bir süredir büyük savaşlar, işgaller, sömürüler yaşadı. 1. Dünya savaşı sonrasında emperyalist dünyanın işgal ettiği toprakların zenginlikleri uzun yıllar bu ülkeler tarafından direkt olarak sömürüldü. Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren gidişattan rahatsız olan bazı İslami şahsiyetler, siyasal İslami düşünce etrafında bir bilinç ve hareketlilik oluşturmaya çalışmışlardı. Zaman içinde İslami bir dinamik oluşmaya başladıysa da bu dinamizm, asıl toplumsallığını İslami şahsiyetler öncülüğünde, halkın işgalcilere karşı verdiği cihat ruhlu mücadelelerinden aldı. Emperyalist güçler, ülke halklarının kendilerine karşı verdikleri kurtuluş mücadeleleri karşısında buralarda barınamayınca, özgüçleri ile çekilip, siyasi müdahale ve düzenlemelerle bu ülkelerin başlarına zalim diktatörler getirdiler. Bu zalim diktatörler üzerinden Siyasal İslam’ın kökünü kazımak adına, çok ağır baskılar uyguladılar. Baskılar ve yasaklarla toplumsal İslami yaşamı daralttılar. Bu şekilde bir taraftan İslam ile mücadele ettiler, diğer taraftan bölge ülkeleri üzerindeki hakimiyetlerini ve çıkarlarını koruyarak, dolaylı olarak sömü-

rüye devam ettiler. Uzun yıllar süren büyük savaşlar, işgaller, sömürü ve diktatörlük baskısı, bölge halklarına tam bir kuşatılmışlık içinde ağır travmalar yaşattı. Nihayetinde bu ağır travmatik kuşatılmışlık, Tunus’ta intihar şeklinde bir tepki ile toplumsal patlamaya dönüştü. Çinliler’in bir atasözü vardır: “Bir şehri kuşatırsanız bir çıkış kapısı açık bırakın. Yoksa şehirdekiler ya intihar eder veya öyle bir hamle yaparlar ki, zaferinizi hezimete çevirebilirler.” Diktatörlerin çıkış kapısı bırakmadığı, dini ve insani değerlerinden mahrum etmekle beraber sefalete sürükledikleri halk, intiharla başlayan bir hamle yaptı. Sosyal, iktisadi, siyasal dinamiklerin birleştiği bu hamleler bir süreç başlattı. Adına Arap Baharı denilen ve Tunus ile başlayan süreç, üç yıl içinde küreselleşen dünyanın hızlı ve yaygın iletişiminin de etkisiyle çok hızlı ve farklı değişimler, dönüşümler yaşattı. Dönüşüm ve değişimlerin farklılığı ve hızlılığında ülkelerin yapıları, stratejik konumları ve başlarındaki diktatörlerin –bağımlı, yarı bağımlı, karşıt- iradeleri büyük rol oynadı. Arap ülkelerinde yaşanan gelişmelerin ortaya çıkışını, başlangıç itibariyle Batı’nın projesi olarak ortaya koymak, bana göre süreci sadece sonuçlar üzerinden okumak ve iyi tahlil edememektir.


URMA T Ş U R O S

saİt sahİn

Sosyal patlamalara hesapsız olarak yakalanan Batı, çabuk toparlanmak suretiyle olayların bazı ülkelere sıçramasını altın tepsi üzerinde sunulmuş fırsat bilip, süreci lehlerine çevirdi. Batı, süreci yaşayan ülkeler içinde Suriye ve Mısır’ı önceliğine aldı. Maalesef Suriye’ye dair bugünkü okumalar, büyük ve küçük resimler bir bütün olarak okunarak yapılmadı. Büyük resmi görenler, küçük resmi görmedi; küçük resmi görenler de büyük resmi görmedi. Küçük resimde, zalim bir diktatör ve mazlum bir halkın olduğu bir Suriye vardı. Büyük resimde ise, bugüne kadar İsrail karşıtı cephede yer almış ve İsrail’e karşı mücadele eden direnişçi gruplara destek vermiş bir Suriye vardı. Suriye’deki pozisyonlarından dolayı sıkıntılı örnekler olan İran ve Hizbullah’ı bir tarafa bırakırsak, yıllarca hiçbir ülkenin barındırmadığı Hamas’ın siyasi, ilmi, ve kültürel dış yapısı Suriye’de varlğını sürdürdü. Bu yüzden Batı, ABD’nin “Şer Üçgeni” olarak isimlendirip hedefine oturttuğu ülkelerden biri olan Suriye’ye dair hesaplarını iç savaş üzerine bina etti. İran, Türkiye ve Hizbullah, Suriye’de çok ciddi hesap hataları yaptı. Akıllıca davranılsaydı, Suriye bu hale gelmezdi. Suud’un başını çektiği Körfez ülkelerini bunların yanında saymıyorum. Çünkü onlarınki hesap hatası değildi. Mısır’da olduğu gibi bilinçli bir hesaptı ve onların hesabı Batı’nın hesabıydı. Suriye’nin iki boyutu vardı: İnsani ve siyasi. Suriye’ye müdahil olmada Türkiye ve İran, Suriye’nin bu iki bo-

yutu arasında ölçüyü kaçırdılar. İran ve Hizbullah, Suriye’nin büyük resimdeki siyasi boyutunu ön plana çıkardılar ama Suriye içindeki insani yönü göz ardı ettiler. Türkiye ise, Suriye içindeki insani boyutu ön plana çıkardı ama büyük resimdeki siyasi yönü göz ardı etti. İnsani ve siyasi denge arasındaki ölçü kaçırılınca, çok yanlış adımlar atıldı. Bu da ABD ve İsrail başta olmak üzere, Suriye’ye dolaylı olarak müdahil olan Batı’nın işine yaradı. Batı, stratejilerini iç savaşın ömrünü uzatarak çatışan tarafları kırdırmak, Suriye’yi harabeye çevirmek üzere yapılandırdı. Suriye kendi içinde büyük bir fitneye dönüştüğü gibi, ümmet içinde de büyük bir fitne oldu. ABD, yıllarca milyar dolarlar harcadığı planlarını, Suriye üzerinden masrafsız ve hatta kazançlı bir şekilde uygulama sahası buldu. Şii-Sünni çatışması, ABD’nin en büyük hedeflerindendi. Irak’taki denklemi bunun üzerine oturttu. Suriye bu ateşte yangın yerine döndü. Geçmişi ve içyapısı itibariyle müsait olan Lübnan da bu ateşin içine sokulmak isteniyor. Sonrasında diğer ülkeler... Gelinen noktada sorgulanması gereken şeylerden biri de Suriye’deki silahlı mücadeledir. Suriye’deki silahlı muhaliflere finans ve lojistik destek sağlayan, orayı silahla besleyen halkı Müslüman bazı ülkeler, Mısır’da darbe yaptı; bazıları da Mısır’daki darbe ve katliama rağmen, İhvan başta olmak üzere oradaki İslami grupların silah kullanmamasını örnek gösterip, onları silah kullanmamaya teşvik etti. İster istemez


saİt sahİn

SORUŞT URMA

burada şu soru akla geliyor: Mısır’ın köklü, teşkilatlı tirilebilecek eleştiriler ise –hem zamansız olacağı gibi ve halk içinde güçlü İhvan’ına silahtan uzak durmasıhem de asli olmayan teferruat kabilinden- bu gerçenı tavsiye etmek doğru olan ise, Suriye’nin teşkilatsız, ği değiştirmez. İhvan’ın demokratik sistem içinde yer dağınık, farklı unsurlardan oluşan halkına silah taşıalması ise, ayrıca ele alınması gereken usuli/metodik mak neyin nesi? Üstelik Mısır’ın İhvan dışında da teşkibir meseledir. Mahiyet ve işleyiş itibariyle sistemden latlı ve güçlü yapıları vardı. 90’lı sisteme değiştiği gibi, İslami hayıllarda üst düzey ordu menreketlerin kendi şartları ile de suplarına ve Etiyopya’da Hüsnü alakalı bir mesele. Hz. Musa ve M.’e suikast düzenlemiş ve en Hz. Yusuf’un usullerinin farklılığı sonunda cezaevlerindeki cemaat gibi... mensuplarının serbest bırakılmaİslam Coğrafyası’nın geleceği sı karşılığında Hüsnü M. ile silah Suriye ile şekillenecek gibi. Geliİslam Coğrafyası’nın geleceği nen noktada Suriye’nin çözümü bırakma anlaşması yapmış, silah Suriye ile şekillenecek gibi. tecrübesi olan güçlü bir cemaat-i mümkün mü? Çok zor. Çözüm Gelinen noktada Suriye’nin İslami de varken... Ayrıca Suriye, adına bir irade olmadığı gibi, bölHamas başta olmak üzere İsrail çözümü mümkün mü? Çok zor. gesel çıkarları mevcut halin dekarşıtı cephede yer alıyor ve MıÇözüm adına bir irade olmadığı vamında olan aktörlerin iradesi sır ise, İsrail ile tam işbirliği içinde de iç savaşın devamından yana. gibi, bölgesel çıkarları mevcut Gazze’yi boğmaya çalışıyorken... Bunu sağlamak için de denge halin devamında olan aktörleBir de Suriye’de desteklenen politikaları güdüyorlar. Hem zarin iradesi de iç savaşın deva- lim Esed gitse de iç savaş, karşıt -mobilize cihat metoduyla hareket eden- tekfirci düşünceye gruplar üzerinden sürecek gibi. mından yana sahip grupların, silahlı mücadele PYD-Nusra arasındaki çatışma verdiği ülkelerin cihadı ve hali orbunu gösteriyor. Suriye’ye mütadayken... dahil uluslararası egemen güçDevletler ve hareketler düzeler, Esed’den sonra Suriye’ye yinde akıllıca davranılmadığı gibi, Saddam sonrası Irak modeli uyTürkiyeli Müslümanlar da soruna gulayacaklar. akıllıca yaklaşmadı maalesef. Devletler ve hareketler Bunlar beşer hesabı ve benimki de beşer nazarı, her gibi aşırı uçlarda yer aldılar ve Suriye’ye aşırılık pomşeyin üzerinde bizim kesinlikle bilmediğimiz bir Allah paladılar. Suriye ve bölge gerçeği ile uluslararası denknazarı ve hesabı var elbet. lemi göz önünde bulundurup; çözüm, orta yol, maslahat ve aklı tavsiye edenler de ithamlarla etki dışına itilip, sindirildi. Başından beri biz, Suriye’nin gerçeğinden hareketle çözümün ancak Türkiye, İran, Suud ve Mısır ile mümkün olabileceğini söyledik. Suriye’de çözüm olması gereken Türkiye ve İran süreç içinde keskin birer taraf olup, sorunu daha da derinleştirdiler. Suud ve Körfez ülkelerinin safı net ortada. Emperyalist ve Siyonist güçler Mısır’ı ise darbe ile devre dışı bıraktı. ABD ve Batı’nın kırmızı çizgisi, İsrail ve buna bağlı olarak enerji kaynaklarıdır. Bu sebeple Mısır’a acilen darbe yaptılar. Göz yumdukları bir Türkiye tecrübesinden de ders almış Batı, Mısır’da İslami iktidara hiçbir şekilde fırsat vermeyecekti. İhvan’a ge-


URMA T Ş U R O S

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ Islah Haber

Zalimlerin Rüyasını Rabia Sesleri Bozdu

1

Ortadoğu intifadaları olarak ta isimlendirilen bu sürecin oluşumunda, birçok faktörünün olduğu söylemek mümkün. Bu sürecin oluşumunda en büyük payın halkların, onlarca yıl süren bu diktatörlüklerden kurtulma arzu ve iradesi olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerektir. Bu silkiniş ve direnişte küçük bir azınlığın dışında toplam gidişattan memnun olmayan halkın tüm kesimlerinin katılışı, oluşan olayların artan iletişim imkanlarıyla Dünyayla paylaşılıyor olması, küresel istikbar güçlerinin sürece hazırlıksız yakalanmaları, Tunus ve mısırda askeri komutanların halklara müdahale emirlerine uymayışları, batılı istikbar güçlerinin oluşabilecek yeni iktidarlarla beraber iş tutma umutlarını yitirmemiş olmaları ve bu yeni sürece çok net bir karşı duruşu doğru bulmayışları vb. faktörler bu sürecin oluşumunda etkili olduğunu söylemek mümkün. Diğer yandan bu sürecin sonunda oluşan özgürlüklerden en fazla faydalanacak olanların İslamcı kesimler olacağının netleşmesi, Mısır, Tunus, Yemen ve Libya da İslamcıların ya iktidar, ya da en büyük iktidar ortağı olmaları ve küresel istikbara/ İsrail’e karşı mesafeli durmaları, küresel ifsad güçlerini bu sürece çok daha açık bir şekilde karşı durmaya zorlamaya ittiğini söylemek mümkün. Bu nedenle emperyalistlerin bu sürece karşı tutumlarını da ikiye

ayırmak gerekiyor. Birinci dönemde hazırlıksız olmaları ve sürece seküler-dindar, Hristiyan-Müslüman, liberal ve sosyalistiyle her kesimin destek vermesi, onların bu sürece karşı durmalarını engelledi. Nihayet onlar da kaba ve göze güzel gözükmeyen diktatörlerdense, amaçlarına hizmet edecek post modern dönemin ihtiyaçlarını karşılayan iktidarlar istiyorlardı. Ama İslamcıların(İhvanın) lehine gelişen bu durumun, Türkiye’yi de içeren Mısır, Tunus, Libya, Yemen, Filistin, Suriye bloğunun oluşma ihtimalini taşıması, batılı istikbar güçlerini de, Suudi Arabistan vb. diktatörlükleri de bu sürece daha açık bir karşı durmaya zorladı. Bu süreçte, seküler-dindar ve Şii-Sünni ayırımın belirginleşip çatışmaya dönüşmesi bu süreçten rahatsız olanların ellerini güçlendirdi ve müdahale etme imkanlarını artırdı.(Mısır ve Libya örneğinde olduğu gibi.) İslami hareketlerin toplumsal dönüşüm mücadelelerinde barışçıl yöntemler esastır. Zira yüce Rabbimiz ”Sulh daha hayırlıdır” “Dinde zorlama yoktur” ve” muhakkak ki ben Müslümanlardanım diyerek, Salih amel işleyen ve Allah’a davet edenlerden daha güzel sözlü kim vardır.” vb. buyruklarıyla İslami hareketin barışçıl, sözün gücüne ve oluşturduğu modelin/şahitliğine dayalı bir toplumsal dönüşüm usulünün çerçevesini çizmiştir. Burada ci-

2


ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

had/kıtal ancak mücadele yöntemleri tükendiğinde Müslümanların ve mazlumların maslahatı kıtale başvurmayı zorunlu kıldığında, meşru bir seçenek olarak silah direniş İslami hareketin önüne gelir. Bu nedenle asıl olan vahyin hayatla buluşturulmasında hikmetli bir fıkhın oluşturulmasıdır. Barışçıl yöntemler/sivil etkinlik ve direnişler asıl olmasına karşın her şarta silaha başvurmak yanlıştır denilemez. Nitekim Mekke’de izin verilmeyen kıtale(4/77), Medine’de şartlar uygunlaşıp, barışçıl yöntem imkanı da kalmadığında izin verilmektedir.(22/39) Nitekim Suriyeli direnişçiler uzun dönem sivil direnişi işkence, hapis ve öldürmelere karşın altı ay boyunca sürdürmüş, fakat çaresiz kalınca silaha sarılmak mecburiyetinde kalmıştır. Bundan sonra Suriye direnişinin sorumluluğu, bu silahlı mücadeleyi İslami ve insani ilkelere uygun bir şekilde sürdürmesi, barbar Baas şebbihalarının seviyesizliğine düşmekten titizlikle korunmasıdır. Elbette bu çerçevelere riayetle yapılan bir İslami mücadele Yüce Allah’ın ecirlerine de ulaşma imkanını da direnişçilere sunacaktır.

3

SORUŞT URMA

İslam coğrafyasının temel değeri İslam’dır. Bu değer (Türkiye vb istisnai yerler hariç) hiçbir yerde tartışılmaz bir durum olarak kabul görmektedir. Bu coğrafyalardaki diktatörler İslam şeriatına(hukukuna) uygun davrandıklarını ifade etmek ihtiyacını duymakta ve meşruiyetlerinin temeli olarak İslam’ı kabul etmek gibi bir duruma kendilerini mecbur hissetmektedirler. Bu nedenle bu coğrafyalarda halkın İslami duyarlığını, İslami bilince ulaştırma ihtiyacının yanında en büyük sorun halkın kendi kaderi hakkında özgür tercihte bulunamama sorunudur. Başka bir ifadeyle diktatörlükler sorunudur. Nitekim belli bir oranda bu özgürlüklerin oluştuğu ortamda halkın İslami eğilimi çok belirgin bir şekilde ortaya çıkabilmektedir. Geçmişte, Cezayir, Tunus, Filistin de görece özgür seçimlerde bunlar görülmüş, intifadalar sonrasında ise bu Mısır, Tunus, Libya’da perçinlenmiştir. (Libya’da sanılanın aksine, partilerin dışındaki bağımsız seçilen milletvekilleri göz önüne alındığında İslami renk net bir şekilde görülebilmektedir.) Bu nedenle


URMA T Ş U R O S

ABDULHAKİM BEYAZYÜZ

İslami hareketlerin halkın iradesinin görece özgür bir mektedir. Biz aynı durumla karşı karşıya kaldığımızda şekilde yansımasına imkân veren, kendi yöneticilerini ve bize idare biçimi anlamında demokratik yöntemler seçme ve gerektiğinde onları başarısız bulduklarında mi? Yoksa diktatörlükleri mi seçiyorsunuz diye sorulkansız bir şekilde indirme olanağını veren bir idare olasa, acaba biz ne cevap veririz diye, herkes empati yaprak değerlendirdikleri demokramalıdır. tik yöntemlere önem vermeleri İkinci soruya cevapta anlaşılır bir durumdur. Önemli buna cevap verdiğimi olan İslami hareketin, temel İsladüşünüyorum. mi değerleri tartışma ve pazarlık Etnik ve mezhebi farklıkonusu haline getirmemeleridir. lıklar ümmet olarak hem Suriye halkının haklı ve Mısır vb. Arap ülkeleri bu konuda zenginliğimiz, hem de zameşru direnişine İran ve zaten İslami hareketlere sağlam afımız olmaya müsait konulardır. Hizbulesedin(İsraille savaşan bir zemin sunma imkanına saMaalesef ümmettin canlılık, bihiptir. Durum böyleyken ve külinç ve birlikteliğini kaybedişi orabir grup Hizbullah ismine layık resel ifsad güçlerinin demokratik nında farklılıklarımız avantajda olabilir, ama Esed’le beraber yöntemleri katledip diktatörlük öte dezavantaja dönüşme seyri mazlum Suriye Müslümanlarıyyöntemlerini tahkim ettikleri bir izlemektedir. Bu meselelerimizin la savaşan ancak Esed’in hizbi süreçte, bazı Müslüman kardeşçözümü farklılıkları yok etmek olabilir.) savaşa açıkça desteği değil, (zaten bu mümkün de delerimizin Demokrasinin felsefi bu fayın daha belirgin bir şekilde ğildir. ) Farklılıklarımızla beraber, arka planından hareketle kahrolsun demokrasi anlamına gelen sözün ve hüccetin değerli olduğu, kırılmasına sebep oldu. bir söylem içinde olmaları anlaşıiletişimin en üste çıkarıldığı bir zelır bir duruma karşılık gelmediği minin oluşturulmasıdır. Ama bu gibi, hikmetli de değildir. Çünkü zaten ümmetin diriliğinin zayıflakardeşlerimiz zaten her şeyin inmasıyla beraber iyiye gitmiyorsanlarca belirlenmesi fikrini asla du. Buna İran devrimden sonra kabul etmemekte, İslami ilkelerin hızlanan Şiileştirme politikaları elverdiği oranda halkın kaderine sahip çıkabileceği yönve buna tepki gösteren bir kısım selefi kesimin tepkisel temler anlamında demokratik yöntemlere başvurmak tavırları da eklenince durum daha da kötüye gitmeye ihtiyacını duymaktadırlar. Mısırda darbeyle başlayan başladı. Suriye halkının haklı ve meşru direnişine İran süreç diktatörlük altındaki kardeşlerimizi daha fazla ve Hizbulesedin(İsrail’le savaşan bir grup Hizbullah anlamamız gerektiğini yeterince gözler önüne serismine layık olabilir, ama Esed’le beraber mazlum Suriye Müslümanlarıyla savaşan ancak Esed’in hizbi olabilir.) savaşa açıkça desteği bu fayın daha belirgin bir şekilde kırılmasına sebep oldu. Yapılması gereken İran’ın Şiileştirme ve Şiiliği dinleştirme politikasından vazgeçerek Suriye politikasını değiştirmesi ve ümmetin güvenini sağlayacak politikalara geri dönmesi, buna karşılık bu etkiye tepkiyle cevap veren bir kısım Sünnilerin de kendi yanlışlarından vazgeçmeleridir. Unutulmamalıdır ki ümmet olarak geleceğimiz çatışmada değil, iletişimde ve ittifaktadır. Etnik ve mezhebi çatışmalar küresel istikbarın canına can katmaktadır. Küresel istikbar, iradesine sahip çıkmaya çalışan Mısırı yemeye çalışmaktadır. Kesinlikle bilinmelidir ki yapabilirse sıra diğerlerine gelecektir. Tüm kesimleriyle

4 5


ABDULHAKİM BEYAZYÜZ değerleri merkeze alan İslam ümmeti diriltilmez ve sorunlarımızın çözümü için vahyin hayat veren soluğuyla buluşulmazsa, Müslümanlar olarak dünyada da, ahrette de akıbetimiz iyi olmayacaktır. c-6) PYD Suriye rejiminin açtığı bir alanda hayat bulmuş ve dolayısıyla varlığını ağırlıklı olarak Suriye rejimine borçlu olan bir örgüttür. Oraya giden insani yardım kuruluşların PYD-ESED yakınlığına ve iç içeliğine dair şahitlikleri bu durumun başka bir göstergesidir. Rusya diş işleri bakanının, İran’ın vs. desteği de bunu daha da güçlü bir şekilde görülmesini sağlamıştır. Bu nedenle PKK’nın Türkiye’deki barış sürecinin devamı için, Türkiye’nin Suriye direnişine destek vermeme şartını koşması ipe un sermesinden başka bir şey değildir. Nitekim Duran Kalkanın Ak parti iktidarının ABD ve AB tarafından artık desteklenmediğini ve Kürtlerin geziye yeterince güçlü destek vermeyerek hata ettiklerini söyleyerek ve seküler kampta olduklarının altını çizip mesajlar vererek konumlarını ortaya koymuşlardır. Çünkü PYD de, KCK da Türkiye’nin başından beri direnişe destek verdiğini ve bunu Kürtlere karşı değil Kürtlere kimliği bile layık görmeyip, onları da katleden Esed’e karşı olduğunu gayet iyi bilirler. Nitekim Suriye’deki birçok direniş grubu PYD’nin Esed’le beraber kendilerine saldırdıkları için onlarla savaşmak zorun da kaldıklarını, yoksa Esed’in en fazla mağdur ettiği Kürt halkıyla en ufak bir sorunlarının olmadığının altını defalarca çizmişlerdir. (Burada tekil inisiyatif ve olayları değerlendirme dışı tutuğumuzu belirtelim.) Mısır ve Suriyeli kardeşlerimizin direnişleri kayda değer fedakarlıkları ve örneklikleri içlerinde barındırmakta ve ümmetin tecrübe ve şeref sahifelerine, büyük acılara karşın güzel katkılar sunmaktadırlar. Suriye direnişi silahsız bir halkın top yekun imhadan kurtulmak için barışçıl direnişten, silahlı direnişe geçmiş, yüz bini aşkın şehide, yüz binlere varan kayıplara/hapsedilmelere ve milyonlara varan mültecilere, tüm dünyanın ilgisizliğine, Dünya ve Esedçi taifenin dezenformasyon saldırılarına ve küresel istikbarın kendilerini katil Esed’in ordusunun karşısında silahsızlığa mahkum eden silah ambargosuna karşın yine de şanlı direnişlerini sürdürmeye devam ederek sadece Allah’a dayandıklarını ispatlamışlardır. Mısırdaki Müslümanlar ise sadece Müslümanlara değil, tüm insanlara haklı mücadelelerinin saptırılmaması için nasıl bir feraset/basiretle müca-

SORUŞT URMA

6

7-8

dele edilebilineceğinin örnekliğini ortaya koymuşlardır. On bine varan katliamlara karşın şiddette başvurmadan, yollarından dönmeden firavun ve efendileri olan küresel istikbarın medyalarıyla/ sihirleriyle uyutmaya çalıştıkları halklara gerçekleri gösterme “MUCİZESİNİ” göstermişlerdir. Bu nedenle İslami hareketlerin ve tüm erdemli insanların kendisinden ilham alacakları bir destan yazmışlardır. Elbette ki Türkiye’nin, Suriye’nin ve Mısırın fıkıhları birçok açıdan farklıdır. Ama en temelde özellikle barışçıl hareket tarzının esas oluşu nedeniyle, Mısır tecrübemizin ilham verici olduğunu söyleyebiliriz. Yakın bir zaman başarılı olmama ihtimali de elbette vardır. Ama katliam için küresel istikbarın bütün lambaları söndürdüğü bir ortamda, sivil ama zalimin çirkin yüzünü de, efendilerinin uyutucu sihirlerini de apaçık bir şekilde bütün dünyanın görmesini sağlayacak şekilde ortaya koymak, Müslümanların değil firavun ve efendilerinin terörist olduğunu net bir şekilde canını, başkanlarıyla beraber ortaya koyarak tüm insanlığın uyanmasını sağlamak ve vicdanlı halkların gönüllerinin şampiyonu olmak İslami mücadele için şüphesiz büyük bir başarıdır. İnşallah tıpkı hudeybiye gibi, mağlubiyet gibi görünen bir fetihe dönüşecektir. İslami hareketler olarak, bağımsız ve net İslami kimliğimizle beraber, her kesimdeki erdemli insanlarla, iletişim ve ittifaklar gerçekleştirerek, ayrıca içinde yaşadığımız dünyanın sorunlarına vahiyden hareketle hayat veren çözümler geliştirerek ve gerektiğinde RABİA izzetini kuşanıp, RABİA direnişini ve özveriyi göstererek tüm mahrumların umudu olmamız Allah’ın izniyle uzak değildir. Akıbet elbette muttakilerindir ve zalimler nasıl bir yıkılışla yok olacaklarını elbette göreceklerdir.


URMA T Ş U R O S

ALİ KACAR

ALİ KAÇAR

Genç Birikim Dergisi

Ortadoğu; Ümmeti Uyandıran Bir Kıvılcımdır

1

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerini sarsan halk ayaklanmaları 17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Buazizi’nin kendisini yakmasıyla başlamıştır. Bu ayaklanmalarla ilgili olarak çok şey yazılmış ve çizilmiştir. Kimileri, bu ayaklanmaların arkasında yine Batılı devletlerin, kimileri de ekonomik nedenlerin bulunduğunu iddia etmişlerdir. Türkiye’de de bu iddialar, -özellikle de ilk iddia- kimi Müslümanlar tarafından yoğun bir şekilde gündeme getirilmiş ve savunulmuştur. Bu iddia sahipleri, bu ülkeleri yöneten diktatörlerin yıprandığını, halklar nezdinde prestijlerinin kaybolduğunu, bu durumun da emperyal devletlerin menfaatlerine zarar vermeye başladığını, bu nedenle de bu ayaklanmaların başta ABD olmak üzere diğer batılı devletler tarafından organize edildiğini söylemişlerdir. Aslında bu iddiayı gündeme getirenler, her taşın altında batılı devletleri arayan, adeta batılı güçleri ‘her şeye muktedir güç’ olduğunu düşünen kimselerdir. Oysa batılı (ve doğulu) emperyal devletler, bu ayaklanmalar esnasında mevcut diktatörleri yönetimde tutmak için bir hayli gayret göstermişlerdir. Nitekim Tunus diktatörü devrildikten sonra, bu diktatörü ayaklanmalar sürecinde destekleyen Fransa Dışişleri Bakanı yoğun eleştiriler üzerine istifa etmek zorunda kalmıştır. Aynı şekilde ABD de, önce Mübarek’in yöne-

timde kalması, buna güç yetirilemeyince istihbaratçı Ömer Süleyman’ın yönetime getirilmesi için çeşitli oyun ve senaryolar tezgâhlamıştır. Ancak halk bunlara izin vermeyince, halktan yana tavır ortaya koyan ordu devreye sokulmuştur. Bu güçler bu kadarla da yetinmemişler, iktidara gelen yeni yönetimleri devirmek ya da yönlendirmek için her çareye başvurmuşlardır. Nitekim Siyonist İsrail ve ABD başta olmak üzere diğer işgalci ve sömürgeci devletler, bu ve benzeri ayaklanmaları yönlendirmek, istedikleri kimseleri yönetime getirmek için darbe dahil çeşitli oyunlar sergilemişlerdir. Nitekim Mısır’da 3 Temmuz’da yapılan darbe de bu amaçla gerçekleştiril-


ALİ KACAR

SORUŞT URMA

miş bir darbedir. elbette ki sıradan ve şimdiye kadar alışılan bir tavır deTunus’la başlayan halk hareketleri, önceden ğildir. 8 Temmuz, 27 Temmuz ve 14 Ağustos gerçekdüşünülmüş, planlanmış halk hareketleri deleştirilen katliamlara rağmen halkın meydanları terk ğildir. Bu hareketler, yıllarca diktatörlük yöetmemesi, asıl devrimin yeni başladığını göstermeknetimlerine karşı halkta biriken tedir. İhvan yenilebilir, kapatılabiöfkenin patlaması neticesinde lir, liderleri içeri alınır ya da idam meydana gelmiştir. Zaten bu edilebilirler, ama İhvan’ın dik ve ülkelerde mücadele eden Müsilkeli duruşu, şimdiden darbecileri lüman önderler, ya zindanlara ve darbecilerin arkasındaki Siyoatılmışlar ya da yurt dışına sürnist ve emperyal güçleri mağlup güne gönderilmişlerdir. Halk ise Mısır ve Suriye’de İhvan yetkili- etmiştir. Muhammed Mursi’nin, sürekli baskı altında tutulmuş, lerinin kullandıkları demokrasi- Muhammed Bedii’nin, Muhamen ufak bir faaliyetleri bile akıl med Biltacı’nın ve diğer liderlerin nin anlamı ise Türkiye’de ya da almaz cezalarla engellenmeye ve bütünüyle İhvan mensuplarıBatıda anlaşılan şekliyle kullanıl- nın takındığı bu tavır, gelecekte bir çalışılmıştır. mamakta ve kabul edilmemekAncak bütün bu olumsuzluklamilat olarak değerlendirilecektir. tedir. İhvan’a göre demokrasi, ra rağmen Müslüman Kardeşler, İçinde yaşadığımız ülke Tunus’ta, Mısır’da, Suriye’de ve de dahil, halk ayaklansadece yönetimin seçimle dediğer ülkelerde, bazen açık, bazen maları ile sarsılan ülkeğişmesidir. Demokrasiye bunun gizli, bazen de değişik isimler allerde de son yıllarda, batılılardan dışında kabul edilmemektedir. tında faaliyetlerini aralıksız –ülke daha çok demokrasi konuşulur içinde ve dışında- sürdürmüşlerve savunulur hale gelinmiştir. Budir. Bu ülkelerde halk ayaklanmanun nedeni baskıcı olan bu rejimları başladıktan kısa bir süre sonlerin, demokrat olan batılı devra Müslüman Kardeşler (Mısır’da, letlerin de yardım ve desteğiyle, Tunus’ta ve Suriye’de) bu ayakMüslümanların en masum taleplanmaların içinde, hem de yönlerini bile, en ölümcül yöntemlendiricisi olarak yer almışlardır. Ancak bu, Müslüman lerle engellemeye çalışmalarıdır. Türkiye’de 28 Şubat Kardeşler’in kendi programlarını, kendi yöntemlerini postmodern darbesinin oluşturduğu baskıcı ortam uyguluyorlar anlamına gelmez. Tunus’ta Nahda Partive İslam’a yönelik saldırılar, kimi Müslümanlarda bir si iktidar ortağı, Mısır’da İhvan (darbe öncesinde) tek kırılma yaşanmasına neden olmuş ve karşı oldukları başına iktidar olmasına rağmen, kendi programlarını, AB ilkeleri, Atatürkçülük ve demokrasi gibi kokuşmuş kendi yöntemlerini uygulama gücünden ve imkânından ulusal ve batılı değerleri yüksek sesle ve daha çok sayoksun idiler. vunur olmuşlardır. 28 Şubat öncesine kadar demokİhvan, 3 Temmuz sonrası başlattığı kararlı ve cesur rasiye insan aklının ürünü bir din olarak yaklaşan ve tutumunu bundan sonra da devam ettirirse, işte o zademokrasiyi asla ağızlarına bile almayan bu insanlar, man kendi programını ve yöntemini uygulama fırsatını bu otoriter ortamın baskısını azaltmak için, batının kobulabilecektir. İhvan bu kararlı tutumunu ise, katliamkuşmuş bu değerlerine, batılılardan daha çok sarılır ve lara ve bütün yetkililerinin tutuklanmasına rağmen savunur hale gelmişlerdir. AKP iktidarı ile birlikte de, şimdiye kadar cesaretle devam ettirdiği görülmektebu anlayış normal hale gelmiş, hatta bu anlayışa karşı dir. İşte, asıl devrim de budur. Çünkü Mursi göz atında çıkanlar marjinalleştirilmeye, ötekileştirilmeye çalışıliken, Ortadoğu hatta Arap tarihinde şimdiye kadar hiç mıştır. rastlanmayan bir duruş, bir tavır sergilemiştir. İdam Demokrasilerde, kanun ya da hüküm koyma hakedilmesi ihtimal dâhilinde iken, darbeyi tanımadığını ve kı, sözde de olsa halka ait bir haktır. İslam’da ise bu kendisinin meşru cumhurbaşkanı olduğunu, halkın şidhak, sadece ve sadece Allah’a aittir. Çünkü hüküm ve dete başvurmadan bu sürece sahip çıkmasını istemesi, hâkimiyet, Rabb’lıkla ve İlah’lıkla ilgili bir konudur. Yani

2

3


URMA T Ş U R O S

ALİ KACAR

kim hüküm koyuyor ve hâkimiyet hakkını da kendisine ait olduğunu söylüyorsa, o İlah’lık ve Rabb’lık iddiasında bulunuyor demektir. İslam ile demokrasi arasında temel fark da buradan kaynaklanmaktadır. Bu farkın giderilmesi de mümkün değildir. Mısır ve Suriye’de İhvan yetkililerinin kullandıkları demokrasinin anlamı ise Türkiye’de ya da Batıda anlaşılan şekliyle kullanılmamakta ve kabul edilmemektedir. İhvan’a göre demokrasi, sadece yönetimin seçimle değişmesidir. Demokrasiye bunun dışında bir anlam yüklenilmemekte ve kabul edilmemektedir. Böyle bir yöntemi kabullenmelerinin nedeni ise, Ortadoğu’da yönetimlerin ya babadan oğula, ya da bir darbeyle değişebilmesi ve bunun dışında da üçüncü bir yolun olmamasıdır. Kısacası İhvan, hâkimiyet hakkının halka ait ya da helal ve haramın belirleyicisinin halkın iradesinin olmasını asla kabullenmemektedir. Ancak her ne olursa olsun, demokrasi batıya ait bir kavram olup, ilahı beşer olan bir dindir. Demokrasi, insan hakları vb hakları sloganlaştırsa da, asıl fonksiyonu, emperyal ülkelerce sömürü ve işgallerini kalıcılaştırmak için başvurdukları kirli ve kanlı bir yöntemdir. Emperyalist ülkeler için menfaatlerine uygun olduğu müddetçe demokrasi ile diktatörlük arasında hiçbir fark yoktur. Üstelik Müslümanlar, batılı değerlere sığınarak kendi varlığını devam ettirmeleri mümkün değildir. Suriye’de halk ayaklanması, Dera’da, gözaltına alınan çocukların bırakılmasını sağlamak için masum gösteriler şeklinde başlamıştır. Uzun bir süre sivil ve silahsız devam eden bu eylemler,

4

her defasında çok kanlı bir şekilde bastırılması üzerine, halk, kendisini, ailesini savunmak amacıyla silahlanmaya başlamıştır. İddia edildiği ve sanıldığı gibi, silahlı mücadele, halk ayaklanmasının ilk günlerinden itibaren başlamış değildir. Kitlesel katliamları gerçekleştirebilecek silahlara sahip olan despotik bölge ülke yönetimlerine karşı sıradan basit silahlarla mücadele edilmesi yöntem olarak doğru değildir. Çünkü bu şekilde verilecek silahlı bir mücadele, mevcut totaliter rejimlere ölçüsüzce halkı katletme imkânı sağlayacaktır. Ülkesi işgal edilen bir halk, silah olabilecek türden neyi varsa –kazma kürek dahil- onlarla işgali sona erdirmeye yönelik canla başla mücadele etme hakkına sahiptir. Ancak, gayri İslami ve gayri meşru olarak görülen otoriter bir yönetime karşı verilecek mücadele, topyekûn halkın ayaklanması ile ve sivil olarak başlamalıdır. Bu da ancak, halkın ikna edilmesi ve inandırılması ile mümkün olabilir. Suriye’de ve dolayısıyla bölgede kışkırtılmaya en müsait konu, mezhebi çatışmadır. Bu çatışmayı, en çok Batılı emperyal ülkelerle Siyonist İsrail istemektedir. Mezhep çatışmasının kitleler nezdinde kabulünü sağlayan ise, ne yazık ki, Suudi öncülüğünde bazı Arap ülke yönetimleriyle İran’dır. İran’ın bütün gücüyle Suriye’yi desteklemesinin arkasında stratejik nedenler kadar mezhebi endişeler de yatmaktadır. Nitekim Bahreyn’de halk ayaklanmasını destekleyen İran, Suriye’de ise tam tersine Nusayri yönetimini desteklemektedir. Çünkü Bahreyn’de halk Şii, yönetim ise Sünni’dir; Suriye’de ise yönetim Nu-

5


ALİ KACAR sayri, halk ise Sünni’dir. Mezhebi çatışma, sadece Suriye için değil, bütün bölge, hatta bütünüyle İslam dünyası için bir kâbus olacaktır. Yüzyıllardır bir arada yaşayan Sünnilerle Şiilerin çatışması, başta Şiiler olmak üzere hiçbir Müslüman’ın lehine olmayacaktır. Mezhep çatışması neticesinde sevinecek ülkelerin başında Siyonist İsrail ve diğer emperyal ülkeler gelecektir. PYD (Demokratik Birlik partisi-Partiya Yekîtiya Demokrat), PKK tarafından 2003’de kurulmuş, laik, seküler ve sosyalist bir partidir. PYD’nin eş başkanı Salih Müslim’in ‘biz şeriata karşı savaşıyoruz’ şeklinde açıklaması da, PYD’nin de PKK gibi İslam düşmanı bir örgüt olduğunu açıkça göstermektedir. Kuzey Suriye’de, PYD’nin dışında 15-16 Kürt partisi bulunmaktadır. PYD, kuruluşundan beri Nusayri Esad rejimi yanlısı bir mücadele yürütmektedir. Bu amaçla zaman zaman Esad’a karşı mücadele eden diğer Kürt liderlerine yönelik suikastlar ve saldırılar gerçekleştirmiştir. Diğer Kürt Partileri KUK (Kürt Ulusal Konseyi) çatısı altında, PYD ise UKK (Ulusal Koordinasyon Konseyi) çatısı altında faaliyet göstermektedir. 12 Temmuz 2012’de iki Konsey’in de üzerinde ittifak ettikleri Kürt Yüksek Konseyi (KYK) oluşturulmuşsa da PYD buna çok uymamıştır. Esad rejiminin merkezi bölgelerde sıkışması üzerine, Esad’ın isteği üzerine PYD, Nusra’nın egemen olduğu yerlere, aralarında anlaşma olmasına rağmen aniden saldırması üzerine çatışmalar başlamış ve halen devam etmektedir. Türkiye’de başlayan çözüm süreci, aslında PKK’nın da, TC’nin de tıkandığı, birbirlerini alt edemediklerinden dolayı başvurulan bir süreçtir. Yoksa halklar düşünülerek varılmış bir sonuç değildir. PKK (daha doğrusu KCK) fırsat ve imkân bulduğu anda verdiği hiçbir sözü yerine getirmeyecektir. PYD’nin Suriye’deki saldırgan tavrı Türkiye’de başlayan sürece zarar verir mi, bu, yeni çıkacak fırsat ve imkânlara bağlıdır. Eğer, Siyonist ve emperyal (Doğulu ve Batılı fark etmez) devletler KCK’ya yeni imkân ve fırsatlar sunarlarsa, çözüm süreci devam etmez. Bu imkân verilmedikçe de, çözüm süreci bir adım öne iki adım geriye şeklinde devam edecektir. PKK (ya da KCK) bir sonuçtur; sebep değildir. Asıl sebep ise Kürtlerin (Türklerin dışındaki bütün kavimlerin) en temel haklarını bile gasbeden, totaliter, şovenist, ırkçı ve İslam düşmanı Kemalist sistemdir.

6

7

SORUŞT URMA

Haklı, makul ve İslami ölçüler içerisinde verilen her mücadele, sadece mücadele verilen topraklarda değil, bütünüyle İslam dünyasında etkili olacaktır. Hele bir de, bütün Müslümanları etkileyen, yetişmesinde, tevhidi bilince ulaşmasında en önemli katkıyı sağlayan Müslüman Kardeşler’in ortayla koyduğu bir mücadele daha da etkili olacaktır. Dolayısıyla Mısır ve Suriye’deki mücadele, bütün Müslümanları ve özellikle de Türkiye Müslümanlarını yakinen etkileyecektir. Müslüman asla ümitsiz olmaz. Ümitlerin bittiği, artık küfür ve şirk sistemleriyle baş edilemez denildiği bir ortamda 1979 Afganistan’da Sovyetler Birliği, İran’da ise Amerika Birleşik Devletleri mağlup edilmişlerdir. İki süper ülkenin tabiri caizse yalın ayaklılar tarafından mağlup edilişi, sadece Türkiye’de değil bütün İslam dünyasında muazzam bir etki, bir güven meydana getirmiştir. Bugün, Tunus’ta başlayan halk ayaklanmaları ile de genel bütün Müslümanlara özelde ise düne kadar tembel, korkak diye nitelendirilen Arap halklarına muazzam bir moral vermiştir. Bu olaylar, bölge halklarının korkuyu yenmelerine neden olmuştur. Bu, bölge halkları için başlı başına ve çok önemli bir ders omuştur. Hele 3 Temmuz itibariyle Mursi’nin idam edilme ihtimali ile karşı karşıya iken, darbeye, darbecilere ve darbenin arkasındaki Siyonist ve emperyal güçlere meydan okurcasına ‘darbeyi tanımadığını, kendisinin meşru Cumhurbaşkanı olduğunu ve halkı meşru ölçüler içerisinde sokaklara çıkmasını istemesi’ aslında sadece Ortadoğu için değil, bütün dünyanın mazlum halkları açısından bir milad oluşturmuştur.

8


URMA T Ş U R O S

AHMET YILDIZ

AHMET YILDIZ

Müslüman Genç Dergisi

Ortadoğu Devrimleri, Zihin Ve Duygu Dünyamızın Haritasını Yeniden Çiziyor Tunus’un Pazar yerinde yanan bir insan bedeni Ortadoğu halklarının özgürlük meşalesi oldu. Bu meşalenin yakılması kadar hedefine ulaştırılması da epey zor görünüyor. Yürünecek, koşulacak yol aşamalı, meşakkatli bir yol… Güzergâhtaki her bir coğrafyanın kendine has zorluklarının yanında küresel iklimle ilişkisi de bu yürüyüşü labirentlerle karşı karşıya bırakıyor. Meşale, geçtiği her sokakta dalgalanmalara yol açıyor, izleyenleri arasında. Karşıtlar, yakınlaşıyor; yakınlar, karşıtlaşıyor; yeni yeni kamplar ortaya çıkıyor. Adeta zihin ve duygu dünyamızın haritası yeniden çiziliyor. Tüm taraflar yeniden konum alıyor, konumunu gözden geçiriyor etkilendiği oranda. İslami Hareket, hayatı İslami olanla şekillendirme yeniden inşa etmenin kısa terkibidir. Bu terkibin yüklendiği anlam bazen daralıyor, bazen genişliyor. Bazen gevşiyor, bazen de sıklaşıyor. Bu değişkenliğin gerekçesi pratikle ilişkimiz. Hareket anlayışları ve değişim modelleri her ne kadar muhkem naslara dayansa da sonuçları itibari ile ictihadidir. Bu ictihadlarımızın pratiklerimize yön vermenin yanında pratikten etkilendiği de vakıadır. İslami Hareketin belirlenmiş bir değişim modeline sahip olup olmaması hep tartışıla gelmiştir. Bu tartış-

ma siyasi bir zeminde yapılmalıdır. Meselenin akidevi bir kaide gibi dayatılması düşünce dünyamızı darlaştırmakta ve tekfirciliği tetiklemektedir. Ortadoğu devrim süreçleriyle birlikte Müslümanlar arasında bir med-cezir yaşandı. Bunda mezhepçilik belirleyici oldu. Haktan, adaletten yana tavır almaktan ziyade mezhebi, meşrebi algılar akidevi birer değişmez gibi algılanır ve dayatılır oldu. Kimi çevrelerce büyük katliamlar bile görmezden gelinmeye ve komplo teorileri ile izah edilmeye çalışıldı. Direniş hattı efsanesini ve anti- emperyalist mitleri açıklamalarına dayanak yapanlar Suriye cihadına cephe alırken Kaidefobiyaya kapılanlar ve mensuplarını sıcak ortamlardan uzak tutmaya çalışanlar ise direnişe mesafeli durmaktadırlar. Her ne hikmetse bu çevreler Mısır direnişine omuz vermekten uzak durmamıştır. Suriye cihadına omuz veren kimi çevreler ise değişim modelini tedhişe mahkûm ederek Mısır intifadasına soğuk, yer yer zem edici ifadeler kullanmaktan çekinmemektedirler. İhvan’ın Mursi iktidarındaki kimi uygulamaları eleştirilebilir; bu ne Mısır’da uygulanan yöntemin tamamen İslam dışılığını/karşıtlığını ortaya koyar ne de İhvan-ı Müslimin’in tüm çabalarını yok saymamıza neden olmalıdır. Suriye cihadında yer alan Irak ve Şam İslam Devleti örgütünün yanlış


AHMET YILDIZ pratikleri ne cihada bakışımızı etkilemeli ne de diğer direniş gruplarına mesafe almamıza neden olmalıdır. Devrim süreçlerinde yumuşak geçişleri sağlama adına siyasal sistemin işleyişine dâhil olunabilmesi için ülkenin yasal zemininin şeklen de olsa bireyi ve hareketi içinde yer alındığında İslami olanı inkâra zorlayamaması gerekmektedir. Açık kimlikle, müdahanecilikten uzak bir şekilde siyasal sistem içerisinde yol yürümek mümkünse ülke Müslümanlarının sistemin içerinde yer alıp almamakla ilgili kararlarına-kolektif ictihadlarına- saygı duyulmalıdır. İkrah durumlarında siyasal sistemde yer almanın şartları değişebilmektedir –hareketin işkence süreçlerinden geçirildiği, İslami yaşamın tüm zeminlerden silinmeye çalışıldığı durumlarda vb.- Siyasal işleyişin içinde yer alsınlar veya almasınlar; açık naslara tavır almadıkça, tevil kaldırabilecek davranışları sürdürdükleri müddetçe Müslüman çevrelere hüsnü zanla bakmak İslami kimliğe ve maslahata daha uygundur. Kalpten başlayıp toplumun tüm katmalarını kuşatacak bir ıslah çabasıyla dönüşümü esas alan İslam, şiddeti zulmün ilgası, işgalin def edilmesi seçenekleri için değerlendirilebilir görmektedir. İslam’ın devrimciliğini şiddete inrirgemek vahyi ve resulü doğru anlayamamaktan kaynaklanmaktadır. Silahlı mücadele, değişim modeli olarak zorunlu hallerde, başka seçeneğin kalmadığı durumlarda müracaat edilmesi gereken tali bir yoldur. Zulmün boyutu, direniş için başka seçeneğin kalmaması Suriyeli Müslümanları silahlı mücadeleye itmiştir. Muhalefet etmenin kanallarının tamamen tıkandığı, toplumun geleceğinin bir diktatörün iki dudağının arasından çıkacaklara bağlı olduğu bir coğrafyada silahlı mücadelenin son seçenek olduğu ortadadır. Kimi çevreler sanki Suriye’de farklı seçenekler varmış da muhalefet bunlara itibar etmemiş ve silaha başvurmuş gibi gerçeği yansıtmayan bir söylemi dillendirmektedir. Hatta bu çevreler ölen 100 bin kişinin sorumluğunu bile direniş gruplarına yüklemektedir. Ne hikmetse Suriye direnişini destekleyen kimileri ise Mısır’daki şehitlerin faturasını silaha başvurmadığını gerekçe göstererek Müslüman Kardeşler’e çıkarmaktadır. Mısır ve Suriye’de muhalefet etme biçimleri farklı olsa da eleştirilerin aynı olması kayda değer bir durumdur. Suriye ölçeğinde mezhebi bir kırılma yaşanmaktadır. Bu da İran ve Hizbullah’ın Esedçi tavırlarından

SORUŞT URMA

kaynaklanmaktadır. Bunu fırsat bilen kimi -sayıları az olsa da- tekfirci Sünni gruplar da koroya katıldı. Ancak direnişçilerin genelinde bu hastalığın olmaması gerçekten sevindiricidir. Suriye’de ki direnişin etnik bir karakter kazandığı iddiası PKK-PYD’nin Esedçi tutumlarını örtme çabalarından kaynaklanmaktadır. Herkes bilir ki direnişçilerin içerisinde en az 100 farklı ülkeden insan bulunmaktadır. Bu da ümmetçiliğin en güzel örneğidir. Ayrıca direnişçilerin içerisinde Arapların, Türkmenlerin yanında hatırı sayılır sayıda Kürt halkından insan da yer almaktadır. Hatta direniş gruplarının üst düzey yetkililerinden önemli simaların Kürt olması da bu iddianın da yersizliğine işaret etmektedir. Suriye içerisinde yaşanan mücadele ülkemiz barış sürecini de doğrudan etkilemektedir. PYD’nin PKK’nin bir kolu olması ve Esed’in yanında yer alması; PKK’nin Esed karşıtı T.C ile yürüttüğü barış sürecini zora sokmaktadır. T.C.’nin Suriye muhalefeti ile kurmuş olduğu insani yardım eksenli ilişki PKK’li çevrelerce gerçek dışı bir biçimde propaganda malzemesi yapılmaktadır.’ Rojava’da katliam Var’ efsanesi de -diğer Kürt grupların dahi izine rastlayamadıkları katliam(!)- bunlardan bir tanesidir. Kendisine muhalefet eden hiçbir Kürt hareketine ve ferdine yaşam hakkı tanımayan PKKPYD çizgisi, mevzi kazanmak ve Esed’i kurtarmak için Esed’in silahlarıyla İslamcı direniş gruplarına saldırdı. Ancak sert kayaya çarptığını anlayan KCK önderliği savaş istemediğine dair beyanlar vermeye başladı. Hali hazırda Haseki bölgesinde İslamcı direniş ile PYD çatışmaya devam etmektedir. Türkiye Kürdistanı’ndaki İslamcılara AKP’ci, Kontracı, Paramiliter gibi iftiralar atan PKK’nin taktiği Suriye’de tutmamıştır. Suriye direnişinin Kürdistan yansıması PKK medyasının Özgür-Der ve İHH başta olmak üzere Suriye direnişine destek veren İslamcıları hedef göstermesi ve PKK’nın yer yer Özgür-Der ve Muztazaf-Der çevrelerine fiili saldırıları ile sürmektedir. Türkiyeli Müslümanlar yakın tarihlerinde zaman zaman durağanlaşsa da, gerilese de arınma süreci yaşamaktadırlar. Mısır ve Suriye devrimleri bir muhasebe ve sıçramayı beraberinde getirebilir. Bu muhasebenin arınmayı, diriliği sağlayıp sağlayamayacağını hep beraber göreceğiz. Arınma ve dirilik, kalıcı bir hattın temelini de atabilir. Direniş coğrafyalarıyla kurulan duygusal temaslardan fikri temelli ilişki biçimlerine geçilebilirse beklentimiz hayat bulabilir.


ANALİZ

Yazı: FIRAT TOPRAK < ftoprak65@hotmail.com

L A S R U L A U L K I L A T S HA AZESI P L YE çaerkezli m k i n t in e ata lde zihn ası, hay e m m e n ı t l a k sas cılı inde liğin e Ulusal ası şekl m i m l k ı k k a i red lde b , etn imliği lışması ik teme k n t i e m a t a sa am e İsl ve hadi met, İsl ır. Bu is m d a Ü t ; k e a m ire çıkm t veya incilleşt ortaya n nefre a d r veya ik a l ktadır. avram a k . m l b v o i p ğ i sebe kardeşl şmaya uzakla

Ulusalcılığı envai türleriyle bir hastalık olarak ifade eden yazı başlığı bir ön kabul değil kendini İslami dünya görüşüne ve ümmet fikriyatına isnad eden bir duruşu orta yere sermektedir aslında. Gerçekten de ulus merkezli sapmalar tarihin her döneminde hastalık hükmünde bir ciddi sorun olarak gündemdeki yerini korumuştur. Ve yine tarihin her döneminde bu tür hastalıklara karşı da Enbiya ve varisleri tarafından mücadele verilmiş ve sağaltıcı faaliyet yürütülmüştür. Literatürümüzde şeytanın mesleği olarak görülen ve zemmi hakkında bolca veri bulunan kavmi hastalıklar ihtimamla üzerinde durulmayı gerektirmektedir. Elan dahi insanlığın ve hususen İslam ümmetinin maruz kaldığı sorunların mühim bir yekûnunu teşkil eden iş bu illetler biz Müslümanlar açısından Islah sorumluluğu kapsamında ümmet adına mücadele edilmesi gereken fikri ve fiili eğriliklerdir. Ulusalcılık modernite döneminde kendisine kazandırılmaya çalışılan bir fikir akımı hüviyetinin aksine esasen bir duygusal

32 I Müslüman Genç Davetçi

yönelimden ibarettir. Giydirilmeye çalışılan ideolojik kılıflara ise dikkatle bakıldığında bunların makyajlanmış bir asabiyeden başka bir şey olmadığı görülecektir. Makyajlanmış asabiyenin ise küresel egemenler için toplum mühendisliği amacıyla bir fonksiyonelliği vardır ancak. Bu fonksiyonellik Kapitalist Moderniteye karşı en sahici muhalefet dinamiği/imkânı olan İslam dünyasının enerjisini etnik iç kavgalarda tüketmek şeklinde dün icra edildiği gibi bugünde icra edilmektedir. Ulusalcılık temelde zihnin etnik merkezli çalışması, etnik kimliğin esas alınması, hayata ve hadisata etnik temelde bakılması şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu ise İslami kimliği red veya ikincilleştireme; Üm-


ANALİZ

met, İslam kardeşliği vb. kavramlardan nefret veya uzaklaşmaya sebep olmaktadır. Bu hal ise zamanla bir duygu durum bozukluğu olarak Kürt ulusalcılarında görüldüğü üzere “başımıza ne geldiyse bunlardan geldi” şeklinde bir düşmanlık saplantısına evirildiği sıklıkla gözlenmektedir. Hafif seyreden vakalarda ise bu durum “önce uluslaşıp daha sonra ümmetleşmeliyiz ”tarzında İslamı folklorik ögeye indirgeme sularında seyretmektedir. Ve bu vakaların alameti farikası farklı etnisitelere yönelik duygusal ve düşünsel mesafe oluşturmaktır. Med-Sümer paganizminden günümüze bir İslam dışı etnik alan oluşturma yaklaşımı bir tarafa; Selahattin Eyyubi, Ahmedi Hani, Şeyh

Said ve Said Kürdi vb. üzerinden oluşturulmaya çalışılan Kürt-İslam siyasal alanı dahi bir ulusal gurur inşası olduğu gibi adı geçen duygusal ve düşünsel mesafe amacına matuftur. Burada bir ulus inşa sürecine koşullanan tarihi semboller ve sentezci yaklaşımlar ile bizden önce yaşamış salih insanların mücadele örnekliğini tefrik edebilmek mühimdir.

ETNİK TEMELLİ ÖTEKİLEŞTİRME Kürt ulusçuluğunun “Ne Şam’ın şekeri ne de Arab’ın yüzü” söylemi ile Türk ulusçuluğunun “Arapların ihaneti” söyleminin örtüşmesi ilginçtir. Aslında bütün ulusalcı literatürler ve muhayyile farklı milletlere ait hayli

Sonbahar 2013 I 33


ANALİZ ötekileştirici materyal ile doludur. Diğer bütün ırkların aslında kendilerini boğmak için fırsat kollayan amansız düşmanlar olduğu yaklaşımı bütün ulusal illetli zihinleri tanımak için esaslı bir kriterdir. Etnik temelli ötekileştirme ulus inşa süreçlerinin varoluşsal zorunluluğudur. Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığına inanmak ve Kürt ulusçuluğunda bariz bir şekilde görülen ulusal kendilik inancı etnik iman esaslarındandır.

KUTSAL TARİH ANLAYIŞI VE MUHARREF GELENEK Ulusalcı hastalıklar yelpazesi sağcılıktan muhafazakârlığa, sentezcilikten şovenizme kadar geniş bir spektruma sahiptir. Bugün ve coğrafyamız itibariyle şoven/saldırgan ırkçı bakışı mahkûm etmeyen yok gibidir. Zaten ulusalcılığa yönelik geliştirilen her eleştiri ırkçılık kötülüğü ile savuşturulup yapılan ve söylenenler kişinin fıtri kültür, dil ve memleket sevgisi bağlamında meşrulaştırılmaktadır. Milliyetçiliğin müspet-menfi, ezen-ezilen ayrımlamaları da iş bu meşrulaştırıma aksesuar olarak koşulabilmektedirler. Mesele ulusçuluğun bir hastalık olarak iyisi olmayan salt bir kötülük olduğu meselesidir. Fıtri / yaratılıştan gelen kavmi olguların anlamlandırılması ise kafa karıştırıcı kavramsallaştırmalarla değil Vahyi kavramlarla ifadesi pekâlâ mümkündür. Yine ezilenlerin ezenlerden öğrendikleri ulusçuluğu daha da uçlara taşıyabildikleri de tarihen sabittir. Kendi koşullarında değerlendirilip temyiz ve tefrik edilmesi gereken tarih ve gelenek kutsallık halesine bürünerek asr-ı saadet modellemesine dönüşebilmektedir. Kutsal tarih anlayışı ve muharref gelenek ulusalcı hastalıklar yelpazesinin hayli çeşit semptomlarının ve yoğunluğunun görüldüğü bir zemini oluşturmaktadır. Sağ muhafazakâr siyasetteki şanlı tarih ve yüce ataların bin bir emekle şekillendirdikleri gelenek olgusu, bayrağın düştüğü yerden kalkması, üç kıtada at koşturma, dünyanın yarısını Topkapı sarayından idare etme, Ümmete ağabeylik söylemleri ile bir ulusal kibri orta yere sermektedir aslında. Fıkhi bir kavram olarak Seddi Zeria/kötülüğe, zarara giden yolu kapama şeri delilini ulusal hastalıklar üzerinden okuma/işlevselleştirme çabası belki de ümmet adına mübah kavmi hallerden kaçınmayı gerektirecektir. Bir başka şekilde söylenecek olursa ulusal hastalıkların zararına giden yolu kapamak amacıyla Milli’liğin varsa “müspet”inden bile sakınmak lüzumu vardır.

34 I Müslüman Genç Davetçi

Cahili şartlanmışlıklarla geçen ömrümüzün en verimli yıllarının bıraktığı tortular çoğu zaman Müslüman bir bilinçten de bir takım ulusal hastalık emarelerinin sadır olmasına sebep olabilmektedir. Bu emareler kimi zaman edinilen İslam algısının bir sonucu olarak İslami bir tavır olarak içselleştirilebilmektedir. Pek tabi ki bu durum mevzuya vukufiyet eksikliğinden ve hassasiyet derecesinde gösterilmeyen önem neticesinde şekillenmektedir. Dahası ulusal hastalıklar hususunda mevcut bir körlükten ve yaşanan bir akıl tutulmasından rahatlıkla bahsedilebilir. İş bu akıl tutulmasının dini hüviyetle harmanlanarak varoluşsal kibre dönüşmüş halini Kuran İsrailoğulları örneği üzerinden ibret vesilesi kılarak anlatmaktadır. Yine bu akıl tutulması Ebu Zer-Bilal örneğinde olduğu gibi Salihlerin bile çoğu zaman arız olabildikleri bir illet halini ifade etmektedir. Ebu Zer’e yönelik Nebevi ikazdaki incelik olan “Sen de cahiliyenin kalıntıları var.” sözü üzerinde ayrıca durulmalıdır. Yine Beni Mustalık gazvesi dönüşü Sinan ile Cahcah’ın su kuyusu başındaki tartışmalarının Ensar ve Muhacir arasında büyük bir fitneye dönüşebildiğini siyerden öğrenmekteyiz. Ordunun yürütülerek olayın büyümesinin önlenmesi şeklindeki Nebevi müdahalenin hikmetine yoğunlaşılmalıdır. Etnik hususiyetlerin Mümin de olsa insanlar için bir zaaf noktası olduğu geçmiş ve an itibariyle görülebileceği gibi gelecekte de görülecektir. Medeniyet söyleminin de ihtiva ettiği yerellik yaklaşımı toplamda örtük ulusal emareler taşımaktadır. 28 Şubat sonrası İslamcı düşünüş ve pratikten uzak-


ANALİZ laşan bir kısım Müslümanların meşruiyet arayışıyla İnanç değerinin ahlak zemininde oluşması amasarıldıkları medeniyet söyleminin kilit kültür kodsız, fakatsız bir teslimiyeti ve olgunluğu getirecektir. larının sağ-muhafazakâr siyasi kodlarla örtüştüğü Bilinç tashihinin sahih bir pratikle takviye edilmedikaşikârdır. Neo-Osmanlı olarak ifade edilen politik duçe anlamsız olacağının şuuru ile Hac, Hicret, iman ruş küresel egemenlerin terbiye edilmiş İslam’ına da coğrafyasında seyahat vb. eylemlilikler gerekli göuygun bir konjonktür sağlamıştır. Ümmetçi söylemin rülmüştür. Bir büyük ailenin ferdi olmak farklı güzelMüslümanları üzerinde yaşanılan topraklara yabanlikler yaşattığı gibi ayrı bir sorumluluklar da uhdecılaştırdığı, bu toprakların asıl sahibinin bizler olduğu mize yüklemektedir. Asrımızda ulaşım ve iletişimin ve ayakların yere basması ve ezberleri bozma şekalabildiğine kolaylaşması dar ufukluluğun aşılması linde kısmi haklılıklar taşıyan söylemler açısından bir imkânı ifade etmektedir. Bu eşliğinde şekillenen süreç nihayetinde imkân ancak modern zamanların biCahili ulusal bayrak, dil, vatan, tarih vb. reyselliğinde akanlar için değil ulşartlanmışlıklarla üretilmiş kutsallıkları tartışılmaz viyete dair bir dert, dava sahipgeçen ömrümüzün en verimli düstur olarak kabul etmeyi leri içindir. getirmektedir. Artık üretilmiş yıllarının bıraktığı Bütün açıklığıyla söylenekutsallıklar “hala orada mısıcek olursa fıtri kavim olgusutortular çoğu zaman nız” tahkirleri eşliğinde günnu tanışma olarak gerekçeMüslüman bir bilinçten de bir dem dışına itilerek üzerlerinde leyen/ sınırlayan, üstünlüğü takım ulusal hastalık zımni mutabakat sağlanmış takvaya bağlayan vahyi bildiemarelerinin sadır görünmektedir. Kesin inançlırimi esas alarak her türlü uluolmasına sebep lığın ezber bozumuna uğramasal duygusal yönelimlerimizi olabilmektedir. sından sonra muhafazakârlaşan terbiye etmek ve her ulusal duruş İslamcıların payına Ankara koridorve düşünüşü mahkûm etme kararlılığı larında Menderes-Özal-Erdoğan merkezhayati önem arz etmektedir. Ümmet fikrisağcılığı ile Yunus-Mevlana sufi meşrepliği düşmüşyatının içselleştirilmesi ve ümmetin yeniden inşası tür. Dikkatli bir bakış camiadaki hastalık emareleri böylesi bir kararlılığı gerektirmektedir. Buradan yola hakkında uzun bir liste çıkarabilir kanımca. çıkarak ifade edilmelidir ki her mümin ümmetçi perspektif ve berraklıkla hal/duygu/duruş/düşünüşünü ÜMMETİN İNŞASI YOLUNDA her an murakabe etmeyi görev bilmelidir. İslami değerler dizgesi mevzu bahis olan kavmi İslam ümmetinin yeniden inşa olarak tarih sahnehastalıkları önem boyutunda ciddiye alarak vahyi tedsindeki özne misyonuna dönüş merhalelerini yaşadıbirlerle sağaltmıştır. Evvelen akide tashihi ile hayat ğımız bu vasat aynı zamanda insanlık adına umutlanve hadisata iman-küfür, zulüm-adalet ve ıslah-ifsad manın zemini anlamına gelmektedir. Yarınlar ufkunu merkezli bir inanç ve yaklaşım biçimini şekillendiretnisitenin dar kalıplarından özgürleştirip Vahiy mermiştir. Ümmet bilinci müminlerin ihtiyarına bırakılmış kezli büyük bir iddianın neferi olanların olacaktır. tali bir konu, gerçekleşmesi zor bir ham hayal-ütopya değil nassla tespit olunan ilkesel çerçeveye ait bir düstur/olmazsa olmazdır. Müslüman’ın vatanının inancının yaşandığı yer olduğu, en yakını bile olsa iman etmeyenlerle arasında bir velayetin olmayacağı, İslam davetinin ulaştığı kavmi böldüğü, Resullerin kavimlerini bölmekle itham edildikleri, ulus inşasının ve ulusal birliğin seküler hedefler olduğu hususları üzerinde yeniden düşünmek icap etmektedir. Zamanımızda reel politiğin dikkate alınması ile koşullara hapsolmanın karıştırıldığı sıklıkla görülmektedir.

Sonbahar 2013 I 35


E BİR KELİM

Yazı: NECMETTİN IRMAK

l ız en gene elttiği ım d a s k a n m Davetten lam’ın insanlara yö İs anlamıyla tuluş çağrısıdır. ur hidayet / k

T E V DA Kavramsal Çerçeve

Kelimenin sözlük anlamı; de’ave fiilinden masdar olup “çağırdı, bağırdı, nida etti, dua veya bedduada bulundu, söz verdi, birisini yemek veya ziyafete çağırdı” manalarına gelmektedir. Buradan isim olarak da’vet de, “çağrı, nida, da’va, verilen söz “ manaları taşımaktadır. Istılahta davet, daha ziyade İslam’a ve Allah’a izafesiyle, İslam dinini insanlara anlatarak benimsetmek ve tatbikini sağlamaktır. İslam’ın şümulüne giren her konuda davet geçerlidir; dünyaya müteallik işlerde de, ahireti ilgilendiren konularda da söz konusudur.1 (A. ÖNKAL; Rasulul-lah’ın İslam’a Davet Metodu.s,3) Hiç şüphesiz davetten maksadımız en genel anlamıyla İslam’ın insanlara yönelttiği hidayet / kurtuluş çağrısıdır. Bir kulluk pratiği olarak davet olgusuna yüklenecek kavramsal anlamlandırma çabası sadece davet kelimesine bağlı kalındığında hakkı ile gerçekleştirilemez. Kuranın davet olgusuna yüklediği anlam dünyası sadece çağrı anlamından çok daha geniş ve kapsamlıdır. Kurana ilaveten Hz. Peygamber’in (a.s.) de bu olguya yönelik hem pratik hem de teorik anlamlandırma çabasını göz önünde bulundurduğumuzda söz konusu kapsamın daha da genişlediği şüphesizdir Davet eden, davet edilen, davetin konusu ve benzeri hususlardaki her farklılaşma bize davet olgusunun arka planında gerçekleşen genişlemenin boyutlarını da gösterir. Allah’tan insana, insandan insana, müminden mümine, müminden kafire gibi çeşitli yatay dikey ve

36 I Müslüman Genç Davetçi

çaprazlama davet ilişkileri de yine bize bu anlama genişlemesinin yönlerini gösterir. Bu bağlamda gerek Kuran da gerekse Hz. Peygamber’in (a.s.) sahih sünnetinde yer alan davet kavramının müteradifi konumundaki diğer olguları görmek, bize davetin anlam dünyasında bulunan genişliği anlamamıza katkı sağlayacaktır.

Tebliğ: Hakkın ulaştırılması manasında kullanılan bu kavram davet öğretmenleri olan peygamberlerin temel gönderiliş gayesidir. Kuran’da Hz. Peygamber (a.s.) hakkında “sana düşen apaçık bir tebliğdir” şeklindeki ifadeler bu gayeyi açıkça ortaya koyar. “Resule düşen, açık bir tebliğden başkası değildir.”2 24 Nur 54

İrşad: Rüşt sahibi önderlerin muhataplarını da yönlendirmekle yükümlü oldukları rüştün yolunu aydınlatma


BİR KAV RAM davetin bir başka veçhesidir. Kuran’da rüşt, hidayetin kendisi anlamında kullanılır.3 “Daha önce İbrahim’e de rüştünü vermiştik” 4 şeklindeki ilahi vurgu ve Musa’nın (a.s.) buluştuğu ilim sahibi kuldan rüştü kendisine de öğretmesi talebi5 davetçinin rüşt ile bağını da göstermektedir. Zira raşit olanlar aynı zamanda mürşit / irşat eden konumundadırlar. “Allah’ın kılavuzluk ettiği, doğruyu bulmuştur. Şaşırttığına gelince, sen ona yol gösteren (mürşid) bir veli asla bulamazsın.” 6 Peygamber efendimizin kıyametin yaklaştığı anda ortaya çıkacak sapkınlıklar ve karanlıklara karşı durmak için yolundan gitmemizi ısrarla istediği halifelerini raşit olarak tavsif etmesi de konuyu anlamada önemli bir veridir.7

Hidayet: Doğruya sahip kılmak anlamında sadece Allah’a ait bir vasıf iken doğrunun yolunu göstermek anlamında peygamberler ve onların yolun takip eden rehberlerin de vasfı haline gelmektedir. “Her toplum için bir hadi (hidayet rehberi)vardır” 8

Tavsiye: Davet bilincine ve sorumluluğuna sahip herkesin kurtuluş şartlarından birisi olarak en geniş anlamda Asr suresinde karşımıza çıkar “Asra andolsun ki İnsan, gerçekten tam bir hüsran içindedir. İnanıp hayra ve barışa yönelik işler yapanlar, birbirlerine hakkı önerenler, birbirlerine sabrı önerenler müstesnadır.” 9

Va’z / Öğüt, Meviza: Kuran, Allah’ın tanımlaması ile aynı zamanda bir mevizadır. “Ey insanlar rabbinizde size bir öğüt kalplerde olana bir şifa, kılavuz ve müminler için bir rahmet gelmiştir.” 10 Hiç şüphesiz bu öğüdü insanlara sunan vaizler de davet öncüleridir ve bitip tükenmek bilmeyen bir öğüt çabası içindedirler. “De ki! Size, bir tek şey öğütleyeceğim…” 11

Tezkire / Hatırlatma Kendisi zikr olan Kuran’ın hatırlatıcı yönünün yanı sıra davet önderi peygamberlerin (a.s.) ve onların yolunu takip edenlerin vazifesi hatırlatmadan başka bir şey değildir “Hatırlat! Zira sen ancak bir hatırlatıcısın.” 12

Nasihat: Peygamber efendimizin (a.s.) “din nasihattir” 13 şeklindeki tanımlamasının manaca zenginliği kelimenin davetle bire bir buluşmasına sebebiyet verir. Zaten daha önce gelen davet öncüleri de kendilerinin nasihatçi olduklarını ifade etmişlerdi. “Size Rabbimin gönderdiklerini bildiriyor ve sizin iyiliğinizi istiyorum.”14 Bu söz Kuran’da Nuh’un (a.s.) sözü olarak aktarılır. Diğer davet önderi peygamberler de (a.s.) aynı ifadeyi tekrar ederler: “Ben, sizin için güvenilir bir nasihatçiyim.” 15

İnzar ve Tebşir / Korkutma ve Müjdeleme: Beşir ve nezir vasfına sahip davet önderi peygamberlerin (a.s.) davet çabaları içerisinde başı çeken bu iki kavram, muhatapların, dünya ve ahiret halleri ile uyarılıp aynı zamanda müjdelendikleri hasebi ile dikkatimizi çekmektedir. Zira hem uyarı hem de müjdenin her ikisinin birden ve denge içerisinde bulunmaları onları İslam’a davetin temel argümanları yapmaktadır. “Şüphesiz biz seni bir şahit, bir müjdeleyici ve bir uyarıcı olarak gönderdik.” 16

Emr bil-Maruf, Nehy anil-Münker Bir kulluk ameliyesi olarak ve hatta varlığımızın – Müslüman ümmet olarak varlığımızın - gayesi diye ifade edilen emr bil-maruf ve nehy-anil münker, Kuran’ın Allah’a davet edenlerden beklediği bir duruş ve bir tavır alış biçimidir. “Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden ve kötülükten alıkoyan bir ümmet olsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.” 17 Bütün bunların yanında Kuran ve sünnette tezkiye, tathir, tembih gibi davet olgusunun geniş anlam dünyasını sunan farklı sözlü ve fiili kavram ve durumlarda söz konusu edilebilir.

Dipnot

8- 13 Rad 7

1- Ahmet Önkal, Rasulullah’ın

9- 103 Asr 1-3

İslam’a Davet Yöntemi, s.3

10- 10 Yunus 57

2- 24 Nur 54

11- 34 Sebe 46

3- İsfehani, Müfredat, Rüşt

12- 88 Ğaşiye 21

Maddesi

13- Müslim, İman

4- 21 Enbiya 51

14- 7 Araf 62

5- 18 Kehf 66

15- 28 Mümtehine 4

6- 18 Kehf 17

16- 48 Fetih 8

7- Ebu Davut, Tirmizi

17- 3 Al-i İmran 110

Sonbahar 2013 I 37


MA ARAŞTIR

Yazı: ASIM DUNDAR < asimdundar@gmail.com

Kur-an Hz. Peygambere 23 yıllık bir süreç

VAHYİN KİTAPLAŞMA Kur’an Hz. Peygambere 23 yıllık bir süreç içerisinde bölüm bölüm inzal olunmuş bir mucizedir. Bu kadar uzun bir zaman diliminde peyder pey indirilen Kur’an’ın bir kitap haline getirilmesi Müslümanların üzerinde tartıştıkları ve mutlak anlamda bir fikir birliğine varamadıkları konulardan bir tanesidir. Bu görüş farklılıklarının nedeninde Kur’an vahiy algılaması ve rivayetler meselesi yatmaktadır.

GENEL KANAAT; Bu konuyla ilgili genel kanaat “Hz. Peygamber aracı melek ile gelen vahyi alır, daha sonra onu ashabına okur, ayrıca kapalı kalan ve izah edilmesi gereken hususları onlara tefsir ederdi. Ashabın bu dönemdeki Kur’an’a yönelik faaliyetleri, onu okuma, ezberleme, manasını anlama ve anlatmadan ibaretti. Hz. Peygamber ashabının Kur’an’ı ezberlemesini yeterli bulmuyordu. Çünkü onu ne kadar çok insan ezberlerse ezberlesin ileriye dönük olarak, unutma, karıştırma ve yanılma gibi durumlar söz konusu olabilirdi. İşte bu yüzden Hz. Peygamber Kur’an’ın ezberlenmesi yanında onun yazılmasının da emretmiştir. Bununla ilgili olarak vahiy katibi denen kişiler Hz. Peygamberin talimatıyla gelen vahyi yazıya geçiriyorlardı. Kaynakların bildirdiğine göre vahiy yazmak üzere Hz. Peygamber’in çağırdığı katip gelip yazma işini bitirince, Rasulullah ona yazdığını yüksek sesle okumasını emrediyordu. Böylece şayet katip, yazdığı metinde eksiklik, fazlalık veya yanlışlık yapmışsa onu tashih etmiş oluyordu. Daha sonraki aşamada ise Hz. Peygamber tashihinde geçen Kur’an metinlerini çoğaltıyor, bir kısım Müslümanlar da tashih edilen metinlerden kendileri için yazıyordu. “Hz. Peygamberin vefatından sonra, Hz. Ebu Be-

38 I Müslüman Genç Davetçi

kir halife olmuş, ve onu zamanında yapılan Yemame savaşında birçok Kur’an hafızının şehit edilmesi, Kur’an’a yönelik büyük bir tehlike olarak Hz. Ömer tarafından sezilmiştir. Hz. Ömer’in endişesi, bir çok sahabenin şehit edilmesiyle Kur’an’ın unutulmasıdır. Bunun için Kur’an’ın bir kitap haline getirilmesi ve unutulmasının önüne geçilmesi gerekiyordu. Bu durumu Hz. Ebu Bekir ile görüşmüş, Hz. Ebu Bekir Hz. Peygamberin yapmadığı bu işi yapma konusunda tereddüt etmiştir. Hz. Ebu Bekir bu duruma çok sıcak bakmasa da daha sonra bunu kabul etmiştir. Daha


ARAŞTIR MA

içerisinde bölüm bölüm inzal olunmuş bir mucizedir.

SÜRECİ üzerİne

sonra Hz. Ebu Bekir bu görevi Zeyd bin Sabit’e verdi. Ve dağınık halde bulunan Kur’an nüshalarının kimin elinde varsa getirilmesini istedi. Zeyd bin Sabit’de dağınık halde bulunan Kur’an nüshalarını bir senelik bir zaman içerisinde toplayarak bir kitap haline getirmiştir”. Konuyla ilgili genel kanaat budur.

SORU İŞARETLERİ; Acaba gerçekten dağınık ve farklı sayfalar halinde ve farklı kişilerde bulunan Kur’an ayetlerinin toplanıp, bir kitap haline getirilmesi işi, gerçekten Hz. Ebu

Bekir döneminde mi gerçekleştirilmiştir? Hz. Ömer’in aklına gelen bu konu, daha önce Hz. Peygamberin veya diğer sahabelerin aklına hiç gelmemiş miydi? Bu ve buna benzer sorular, yine farklı farklı rivayetler bu anlatılanlar hakkında şüpheler içermektedir. Bu şüphelerden bazıları; Hz. Ebu Bekir döneminde bir araya getirildiği iddia edilen Kur’an ayetlerini, sanki Hz. Peygamber hiç yazdırmamış gibi sokaklara tellallar çıkarılarak, Kur’an namına kimde ne varsa getirilmesinin istenmesi, bu ayetlerin toplanması sırasında hangi sahabenin hangi ayeti getirdiği belli olsun diye bazı ayetlerin başına, getiren sahabenin baş harfinin yazılması örneğin; Sad bin ebi Vakkas’ın Sad suresini getirdiği ve surenin sad harfiyle başladığı, keçiler tarafından yediği iddia edilen ayetler, (1) , Hz. Ömer’in Kur-an’da olmadığı halde koydurmaya çalıştığı recm ayeti (2) ,, tevbe suresinin son iki ayetinin sadece bir sahabide bulunduğunun ifade edilmesi, yine muavezeteyn olarak bilinen Felak ve Nas surelerinin ayet olmayıp, Hz. Peygamberin dualarından ibaret olduğu, kunut duaları olarak bilinen metinlerin, Ubey Bin Ka’b ın mushafında bulunması ve İbn Abbas’ın mushafında başında besmele ile birlikte bitişik yazılı bulunması (3) gibi ileri sürülen, birçok iddiayı örnek olarak gösterebiliriz. Bu anlatılanlar ile ilgili olarak; Hz. Peygamberin Kur’an vahiylerini hemen yazıya geçirttiği, bunun için özel görevliler tayin ettiği, bu kişilerin de ilgili ayetleri peygamberin talimatı yönünde o gün kullanılan yazı malzemelerini (papirüs, parşümen, ceylan derisi vb.) kullandıkları herkesin malumudur.

DÜŞÜNCELERİMİZ Konu ile ilgili rivayetleri tetkik ettiğimizde, bu rivayetleri bir bütünlük içerisinde ve eleştirel bir gözle okuduğumuzda asıl nüshanın Rasulullah’ın yanında

Sonbahar 2013 I 39


MA ARAŞTIR olduğu konusundaki şüphelerin yok olacağını görebilmekteyiz. Yani Kur’an Hz. Peygamber döneminde toplanmış ve bir kitap haline getirilmiştir. Biliyoruz ki Hz. Peygamber gelen vahyi vahiy katiplerine yazdırıyor ve yazılan nüshayı da kendisi alıyordu, bununla beraber vahiy katipleri de kendilerine bir nüsha yazıp alabiliyorlardı. Bu arada gelen ayetin hangi surenin hangi kısmına yerleştirileceğini de Hz. Peygamber bildiriyordu. Hz. Peygamber özellikle Ramazan ayında, gelen vahiylerin tamamını elinde bulunan mushafın sırasına göre hatmediyordu. Yani Hz. Peygamber hafızasındaki vahiy ile elindeki nüshaları karşılaştırıyordu. Bununla beraber da geçerli olan bir ilkedir. Kur’an’ın bütünlüğü ve taHz. Ebu Bekir’in, peygamberin evinde Kur’an sahiferihi vakıa ile örtüşmeyen bu tür rivayetler muteber leri bulduğu ve bir iple ciltlediği rivayet edilmektekaynaklarda bulunsa bile bu rivayetleri muteber kadir (4). Yine aynı eserde Zerkeşi şöyle demektedir; bul etmemiz zikrettiğim şüpheler nedeniyle olanak“Kura’an’dan nazil olan her ayet yazılıp Rasulullah sızdır. Çünkü Hz. Peygamber elinde bulunan nüshala(sav)’ın evinde muhafaza ediliyordu. Vahiy katipleri rı o günkü tekniklerle bir araya getirmiş ve bu şekilde kendileri için de bir nüsha yazıp götürüyorlardı” demuhafaza etmiştir. Bununla ilgili olarak Hz. Ebu Bekir mektedir. (5). Bu gibi rivayetler Kur’an’ın sanıldığı den nakledilen, Hz. Peygamberin evinde Kur’an nüsgibi Hz. Ebu Bekir dönemimde değil, Hz. Peygamber halarının iplerle cilt haline getirilmiş olarak bulduğu döneminde kitap haline getirildiğini göstermektedir. rivayet manidardır. Sanıldığı gibi Kur’an, İncil’in İznik Konsülü’nde yeYine daha önce değindiğimiz, Kur’an’a şüphe ile niden derlenip yazılması gibi sonradan derlenip yabakılmasına neden olacak bu tür rivayetler, özelzılmamıştır ki; böyle olsa Kur’an hakkında çok fazla likle müsteşriklerin/oryantalistlerin çalışmalarına spekülasyonlar ortaya atılabilinirdi, ancak kimse bu kaynaklık teşkil etmekte ve Kur’an’ın korunmuşlugüne kadar bu konuyla ilgili olarak bir şüphe meydağuna nifak sokma çabalarına yardımcı olmaktadır. na getirecek sözler ortaya koymamıştır. Ama asıl üzücü olan ise İslami bazı çevrelerin bu Özelikle yukarıda zikrettiğim şüpheler mesele ile ilgili olarak; Kur’an’ın korunKur’an’ın korunmuşluğu ile ilgili birmuşluğunun göz ardı edilerek bu tür Hz. Peygamber, çok sorunu açmaza sokacaktır. Ki rivayetlere itibar etmeleri, hatta gerek namazlarda, bu açmazlar özellikle Kur’an’ın bu rivayetlerin müdafaası için gerekse de özel ve genel orijinalliği ve içine insan sözüçalışmalar yapmaları ve redsohbetlerinde Kur-an’ı n bütün nün karışması meselesini gündiyeler yazmalarıdır. surelerini bir bütünlük içerideme getirecektir. Biz iman Tekrar ifade edersek, ediyoruz ki vahiy Allah’tan Allah’ın Rasulü, gelen vahyi sinde ve ayetleri mana olarak değil kelam olakatiplerine yazdırıyor, yazılan surelerdeki yerlerine göre rak Hz. Peygambere gelmiş bu metinleri evinde saklıyorokuyordu. Ezberleyenler de ve Hz. Peygamber gelen kelamı du. Ramazan ayında ise vahiy aynı şekilde bize aktarmıştır. Bazılarının iddia katipleri ile beraber, hafızasındaezberliyorlardı. ettiği gibi “Kur’an mana olarak inki vahiy ile elde bulunan metinleri miştir, kelamı Hz Peygambere aittir” gözden geçiriyor ve belki de bir büdiye bir şey söz konusu değildir. Kur’an’a ne tünlük içerisinde yeniden tasnif ediyordu. Hz. Peygamber kendinden bir şeyler eklemiştir, ne de Bunu vefatından önce iki defa yaparak herhangi bir gelen vahiyden bir şeyler unutulup eksik kalmıştır. eksiklik ve sorunun olmasını engellemek istemiştir. Bu Hz. Peygamber hayattayken de ölümünden sonra Hz. Peygamber tarafından tasnif edilen ve bir ara-

40 I Müslüman Genç Davetçi


ARAŞTIR MA ya getirilen Mushafın okuma yazma bilen ve aynı zamanda Kur’an hafızı da olan eşi Hz. Hafsa’da bulunduğu tarihi bir geçektir. Hz. Hafsa bilindiği üzere Hz. Ömer’in kızıdır. Geleneksel anlayış, Mushaf’ın Hz. Hafsa’da bulunmasını Hz. Ömer’in kızı olmasına bağlar. Bu inandırıcı bir neden değildir. Mushaf’ın Hz. Ebu Bekir döneminde cem edildiğini kabul edersek, Ebu Bekir’in vefatından sonra bu Mushaf’ın Hz. Ömer’e geçmesi tutarlı bir davranış olurdu. Çünkü yapılan iş resmi bir iştir. Bu Mushaf’da diğer devlet malları ve evrakları gibi Halife Ömer’e geçmelidir. Ayrıca Hz. Ömer’den sonra Hz. Osman’a geçmeliydi. Ancak böyle olmadığını biliyoruz. Hatta Hz. Osman’ın Mushaf’ı çoğaltmak için geçici olarak Hz. Hafsa’dan aldığı ve cem işi bittikten sonra adı geçen Mushaf’ı kendisine iade ettiği ortak bir kanaattir. Yine Hz. Peygamber, gerek namazlarda, gerekse de özel ve genel sohbetlerinde Kur’an’ın bütün surelerini bir bütünlük içerisinde ve ayetleri surelerdeki yerlerine göre okuyordu. Ezberleyenlerde aynı şekilde ezberliyorlardı. Daha sonra bu uygulamaya aykırı herhangi bir şey yapılmadı, yani peygamber dönemindeki tasnif ve düzen nasılsa öyle devam etti. Peygamberimizin vefatından önce de Kur’an’ı ezberlemiş çok sayıda insan vardı. Hiç kimse bu Mushaf’da, kendi ezberinde bulunan Kur’an’a ters herhangi bir durumla karşılaşmamış olacak ki her-

hangi bir tartışma olmamıştır. Bu durum Kur’an’ın bir Mushaf olarak, ayetlerin dizininden, sure tasniflerine kadar her şeyin bugün elimizdeki Mushaflarda olduğu gibi muhafaza edildiğini ortaya koymaktadır. Son olarak; Kur’an tarihi ile ilgili metinlerde ifade edildiği gibi,”unutulan, keçiler tarafından yenen, metni yok olmuş hükmü baki ayetler” vb. diye bir şey söz konusu değildir. Hz Ömer’in şahsında odaklaşan “hafızlar ölürse Kur’an kaybolur, din elden gider” endişesi de sanıldığı gibi toplum tarafından paylaşılan bir endişe değildi. Yazılan vahiyler Hz. Peygamberin yanında bugünkü şekliyle bir Mushaf halinde birbirlerine iple bağlanmış/ciltli bir şekilde bulunuyordu. Bu mushafı Hz. Hafsa muhafaza ediyordu. Aslında Kur’an’ın toplanması ve cem edilmesi diye bir tanımlamanın yapılmaması gerekiyor. Çünkü Kur’an’ın toplanması diye bilinen şey, hafızların hafızalarında bulunan Kur’an ile Hz. Hafsa’da yazılı olarak kayıtlı bulunan Mushaf’ın karşılaştırılması ve son yazım tekniklerine göre yazılıp çoğaltılmasıdır. Bu çoğaltma işi de Hz . Ebu Bekir zamanın da değil de, Hz. Osman dönemimde gerçekleşmiştir. 1) Müsned-i Ahmed; cilt 6, sh. 69, İbni Mace;k.9 b.36 2) Buhari; k86, B 31, Müslim; K29 B.4 3) Suyuti, İtkan,cilt1 sh.65, Beyrut 1973 4) Muhammed Hamidullah, Kur’an Tarihi; sh.58 5) Muhammed Hamidullah, Kur’an Tarihi,sh.61 6) M. Yaşar Soyalan VAHİY SAVUNMASI

Sonbahar 2013 I 41


ALARI M IŞ L A Ç DAVET

Yazı: MURAT KOÇ < Özgür-Der Diyarbakır Şube Başkanı

ÖZGÜR-DER DİYARBAKIR “Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle davet et. Onlarla en güzel şekilde tartış. Muhakkak ki Rabbin; yolundan sapanları en iyi bilir. O, doğru yolda olanları da en iyi bilendir.” (Nahl: 125) Rabbimiz, her mü’minin, kitaba sarılıp Muhammedî örnekliği kuşanarak tuğyana ve ifsada karşı yeryüzünün ıslahı için mücadele etmesini emreder. İslami sorumluluk; dini yalnızca âlemlerin Rabbi olan Allah’a has kılarak hakkıyla O’na kulluk yapabilme azmini kuşanmamızı ve bu yolda karşımıza çıkabilecek imtihanları Allah’ın yardımıyla başarabilme kararlılığıyla donanmamızı gerektirir. İnsanlığa şahit (örnek) kılınan ve kitaba varis olan biz Müslümanlar için hayatın anlamı, bütün yönleriyle şu ayette ifadesini bulmaktadır: “Deki: “Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah içindir.” (En’âm-162) Böylelikle bir Müslüman, oyun ve eğlenceden ibaret olan geçici ve aldatıcı dünyaya sahte bir tutkuyla bağlanmak yerine, vahyin rehberliğiyle bu dünyayı ahiret harsının toplandığı bir şahitlik yurdu olarak görmeyi öğrenir. İşte bu öğreti, hayatın anlamını kavrayan ve hayırda yarışarak ilahi rızaya nail olanlarla haşrolunmak isteyen Müslüman şahsiyetin yaşam tarzının temel belirleyenidir. Bizler, dünyanın her yerinde kalbi İslam davasıyla atan ve bu mükemmel yaşam tarzının toplum içinde yaygınlaşıp, ıslahın yayılması için çabalayan tüm kardeşlerimiz gibi Diyarbakır’da Özgür-Der çatısı altında faaliyetlerimizi uzun süredir Allah’ın lütfuyla sürdürmeye çalışıyoruz. Özellikle çağımızın kuşatıcı ve tahrip edici modern yozlaşı kültürünün etkisine en çok maruz kalan gençliğin vahiyle tanışmasına; Rabblerini ve vaaz ettiği yaşam tarzı olan İslam’ı tanımalarına yardımcı olmayı amaçlıyoruz. Bu amaçla okullarda resmi ideolojinin kirli propagandasına maruz kalan ilköğretim çağındaki çocuklar için dernek

42 I Müslüman Genç Davetçi

bünyesinde açtığımız Çocuk Kulübü’nde hafta sonları, hidayet kaynağı Kur’an-ı Kerim ve rehberimiz Hz. Muhammed (sav) hakkında temel bilgiler veriyoruz. Çocukların bu yaşta namazla, ibadetlerle tanışmalarını, ilerde İslam’ı içselleştirmelerini hedefliyoruz. Hayatı henüz yeni kavramaya başlayan minik kardeşlerimizin sosyalleşmesi, bazı meziyetlerinin erken yaşta keşfedilmesi amacıyla da müzik, İngilizce, resim gibi derslerle bu çalışmayı çeşitliyoruz. Ortaokul çağındaki gençlerimizin İslam’ın temel esaslarını, yaşamlarına gıpta ettiğimiz sahabe ve öncü şahsiyetleri, Kuran’ın önemini ve Resulullah’ın (sav) yolumuza ışık tutan sünnetini gençliğe adım attıkları bu yaşlarda fark ederek önemsemelerini istiyoruz. Gönüllü öğretmenler, ortaokul öğrenci gruplarıyla yıl içinde yoğun görüşüp hem onlara ağabeylik yaparak model olmaktalar hem de kavrama düzeylerine ve aşamalarına uygun bir tarzda İslami konularda eğitim vermekteler. Ortaokul çağında kitapla tanışan ve okuma kültürü edinen gençler genelde yaşamları boyunca bu alışkanlıklarını kolay kolay terk etmezler. Bizler de ortaokul çalışmalarında, kardeşlerimize kademeli olarak kitapların önemini anlatmaya, onlara okuma alışkanlığı kazandırmaya çalışıyoruz. Yıl içinde ortaokul gençliğiyle gruplar bazında ve toplu olarak yapılan sosyal etkinliklerle de gençlerin kaynaşması, kardeşliğimizin pekiştirilmesi sağlanmakta. Lise faaliyetleri, gençlik çalışmalarının en çok mesai ve emek harcanan kısmını oluşturuyor. Şahsiyet inşasında en önemli dönemeç olan bu yaş grubu gençler, hayata ve çevreye dair hemen her şeyi ya sorgulayarak ya da yadsıyarak anlamlandırmaya çalışırlar. Gençlerin birçok konuda en çok itiraz ettikleri, tepki gösterdikleri ve saygınlık arayışı içine girdikleri dönemdir lise çağı. Kuşanılacak kimliğin temelinin atıldığı, tercihlerin yapıldığı ve kararların verildiği bu dönemde gençlerin çoğu, yaygın ifsadın etkisiyle maalesef ki savrulup fıtratlarına


DAVET ÇA LIŞMALA RI

GENÇLİK ÇALIŞMALARI yabancılaşmaktadırlar. Lise gençliği çalışmalarımızda, İslam’ı tercih eden gönüllü gençlerin sorumluluk alarak davet ve tebliğ faaliyetlerine aktif katkı sunmasını esas almaktayız. Lise gruplarıyla ilgilenen eğiticilerin temel hedefi, gençlerle güçlü kardeşlik bağı kurarak, onların bütün sorunlarıyla ilgilenecek yoğunlukta bire bir ilişki geliştirmektir. Bu bağlamda, lise gruplarında; bilgilendirmeye yönelik kapsamlı eğitimler verilmekte, kitaplar okutulmakta, düzenli aylık buluşmalar düzenlenmektedir. Gençlik çalışmamızda en yoğun ve etkili bilgi aktarımının sağlandığı dönem lisedir. Ayrıca lise çağında, fedakârlık ve ortak mücadele birliği zemininde kurulan dostluklar uzun ömürlü olduğu için lise çalışmalarında gençliğin sosyalleşmesi de oldukça önemsenmektedir. Özgür-Der Diyarbakır gençlik çalışmalarının en önemli saç ayaklarından biri de üniversite gençliği çalışmasıdır. Üniversite çalışmaları; Kur’an ve sünnetin hayatın merkezine alındığı, örnek bir Kur’an neslinin müşahhaslaşmasının amaçlandığı yoğun ve faydalı bir çalışma alanıdır. Bu hedefe ulaşmak için disiplinli bir çaba, kararlılık, özveri gerekmektedir. Üniversite çalışmasının birçok boyutu olduğu için maddeler halinde sıralamak daha yararlı olacaktır: 1) Üniversitede kampüse dönük, öğrenci kulüpleri bünyesinde seminer, konferans, panel, basın açıklaması, film günleri, kermesler, kampüs içerisinde haftalık tefsir sohbetleri, fakülteler arası Müslüman öğrenciler arası diyalog ve kardeşlik bağlarını kuvvetlendirecek ziyaretler, gezi ve piknik gibi çeşitli programlar tertip edilmektedir. Soysal ve siyasal yönü bulunan bu çalışmalar, pratik şahitliğin ortaya konmasını sağlamaktadır. 2) Kampüs dışında da öğrencileri her alanda kuşatmak için öğrenci evleri merkezli tefsir, kuran kavramları, hadis, siyer ve kitap okuma, gezi, piknik ve çeşitli sosyal etkinlikler yapılmaktadır. Bu yolla iç dinamizmi ve kalıcı örnekliği pekiştirmek, gençlere derinlik kazandırmak

amaçlanmaktadır. 3) Yetenekli ve öncü olabilecek öğrencilere dönük İslami bilinç ve duyarlılığı arttıracak küçük gruplar ya da bireye dönük özel programlar yapılmaktadır. İlgililerin kendi seçtikleri konu ya da alanda uzmanlaşmalarına destek verilmektedir. 4) Diyarbakır ve İstanbul başta olmak üzere ÖzgürDer üniversite gençliğinin kendi imkânlarıyla çıkardığı “Özgür Üniversiteli” dergisi ile edinilen birikimin paylaşılması, gençlerin yazınsal faaliyetler konusunda tecrübe kazanması istenmektedir. 5) Öğrencilere dönük çeşitli sosyal ve kültürel programların yapıldığı bir gençlik merkezimiz bulunmakta. Önümüzdeki günlerde bu merkezde Arapça, İngilizce ve Kürtçe dil kursları açılacaktır. 6) Özgür-Der Diyarbakır Şubesi üniversite gençliği öncülüğünde düzenlenen ve bu yıl beşincisi gerçekleştirilen “Özgür Üniversite Buluşmalsı”na her yıl Türkiye’nin birçok ilinden üniversiteli kardeşlerimiz iştirak etmektedir. Yaklaşık bir hafta süren bu programla Müslüman gençleri bir araya getirip kaynaştırmayı, bulundukları üniversitelerdeki İslami mücadele tecrübelerini paylaşmalarını ve kardeşlik bağlarının güçlenmesini hedeflemekteyiz. Panel, konferans, söyleşi, atölye çalışmaları, piknik, dergi değerlendirmeleri, tecrübe paylaşımı, kitlesel basın açıklaması gibi birçok bileşeni olan bu program geleneksel olarak her yıl bahar ayında düzenlenmeye devam edecek. Bu bereketli çalışma alanlarında hayırlar kazanmamız için nimetleriyle bizi lütuflandıran kerem sahibi Rabbimize hamd ederiz. Rabbimiz, O’nun adını yüceltmek için ortaya konulan tüm çabaları bereketlendirsin. Yeryüzünden fitne ebediyen kazınana kadar mücadele azmiyle ayaklarımızı İslam üzere sabit kılsın. Bizi tevhidin, ıslahın ve adaletin yeryüzünde hakim olması için çaba gösteren salihlerle, şehidlerle, sıddıklarla birlikte haşreylesin.

Sonbahar 2013 I 43


İT BİR ŞAH

Yazı: M. HASİP YOKUŞ < erdemhasip@hotmail.com

SURİYE DİRENİŞİNİN YİĞİT EVLADI:

ŞEHİD EBU YAHYA

EL KÜRDİ Aslen; Kamışlı Kürtlerinden olan Ebu Yahya genç yaşlarından itibaren İslami bir şuura erdikten sonra hayatını bu dava’ya adadı. Müslüman olmanın ciddi bir bedel ödemeyi gerektirdiği Suriye’de; korkmadan, yılmadan İslami tebliğ ve davet çalışmalarını yürüttü. Bu özellikleri kısa sürede ön plana çıkmasına, halk arasında sevilip sayılmasına, Baas Rejimi tarafından fişlenmesine ve takip altına alınmasına sebep oldu. 2003-2011 yılları arasında Esed rejimi tarafından ‘’Müslümanları sevmek, şeriatı istemek ve Müslümanlara destek olmak ‘’ suçundan(!) Seyidnaya Hapishanesi’nde 8 yıllık Medrese-i Yusufiye hayatı yaşadı. Her türlü baskı, zulüm ve işkencenin en gayri insani tarzda uygulandığı bu cezaevi koşulları Ebu Yahya’nın daha da olgunlaşmasına, bilenmesine ve davasına olan bağlılığının artmasına vesile oldu. 2011 yılında cezaevinden çıktıktan sonra da mücadelesine kaldığı yerden devam etti.

“Allah yolunda öldürülenleri sa kın (ölüler) saymayın, hayı r onlar Rableri katında diridirl er, rızıklandırılmak tadırlar.” “Allah’ın kendi fazlından onlara verdikleriyle sevinç içindedi rler. Onlara arka larından henüz ulaşamayanlara müj de vermeyi iste mektedirler ki: (onlara hiçbir ko rku yoktur, mah zun da olacak değillerd ir.)” 2/ BAKARA 16 9-170

Örnek Mücadelesi Zulüm Diyarından Hicret Baas rejimi tarafından hakkında yeniden tutuklanma kararının çıkarıldığını öğrenince Türkiye’ye yerleşti. Ancak kısa bir süre sonra Suriye’de İntifada hareketi başlayınca bu saflarda yerini aldı. “Arkadaşlarım zor şartlar altında zulmün def’i için mücadele verirken İstanbul’daki evimde sıcak yorganımın altında uyumak bana eziyet vermeye başladı” diye izah ediyordu. Ahraruş Şam Haseke sorumluluğunun yanında Ahraruş Şam doğu bölgesi lojistik sorumluluğunu da yürütüyordu.

44 I Müslüman Genç Davetçi

Samimiyeti, ihlâsı, fedakârlığı, ceht ve gayretine ilaveten çok yönlü bir kişiliği vardı. Üzerinde kullanılmaktan yakası çürümüş bir gömlek olduğu halde, özgürleştirdikleri bölgelerin sorunlarına çözüm bulmak amacıyla İstanbul – Diyarbakır – Batman – Suriye arasında sürekli mekik dokuyordu. Yapılması gereken işler ajandası oldukça kabarıktı. Mücahitlerin çamaşır ihtiyacı… Özgürleştirilen beldelerde sokaktaki çöplerin temizlenmesi… Maaşlarını alamayan işçi, memur, emekli, dul ve yetimlerin maaşlarının ödenmesi… Özgürleştirilen bölgelerde petrol rafinerilerinin kurul-


BİR ŞEHİT ması… Özgürleştirilen bölgelerde mahsul alımlarının Suriye’deki Kürt bölgelerinin asla ihmal edilmemesi yapılması ve çiftçilere paralarının zamanında ödengerektiğini düşünürdü. İhmal edilen ve boş bırakılan mesi… Özgürleştirilen bölgelerde un fabrikalarının tüm alanların; laik, seküler, kavmiyetçi kesimler takurulması… Özgürleştirilen bölgelerde fırın açılması… rafından istismar edildiğini söylerdi. Bölgedeki Kürtve daha sayamadığımız onlarca sorun, “öncelikle karlere İslamı tebliğ etmesi ve bu anlamda hizmet verşılanması gereken ihtiyaçlar” olarak ajanmesi amacıyla Kürt-İslam Cephesi adında dasında bulunuyordu. bir cephenin kurulmasına öncülük etti. Ebu Yahya Bu ihtiyaçların karşılanması Kürtçe dilinde Kur’an-ı Kerim MealiEl Kürdi’nin samimiyeti, amacıyla sürekli bir koşuşturma nin ücretsiz dağıtılmasını sağladı. fedakârlığı ve gayretine ilaveiçerisindeydi. Çok az uyurdu. Ve Mutlu Son İhtiyaçların karşılanması için ten çok yönlü bir kişiliği vardı. Böyle bir koşuşturma içeilave kaynaklar oluşturmak Özgürleştirdikleri bölgelerin risinde Rakka’dan Deyr-ez maksadıyla çeşitli projeler sorunlarına çözüm bulmak Zor’a giderken geçirdiği trafik düşünüyordu. Civciv fabrikaamacıyla İstanbul- Diyarbakır kazası neticesinde vefat etti. larının kurulması, petrol raBatman -Suriye İslami davaya olan sarsılmaz finerilerinin işletilmesi… Gibi. arasında sürekli mekik inancı, azmi ve çabası gıpta ile Tüm bu karmaşa içerisinde hep dokuyordu. karşılandı, muhatapları tarafından güler yüzlü olmayı, insanları sakısa sürede çok sevilmesine sebep bırla dinlemeyi, etrafındaki insanlara oldu. Ebu Yahya El Kürdi her nefis gibi özellikle genç mücahitlere moral ve moölümü tattı. Fakat bizlere yol gösterecek büyük bir tivasyon oluşturmayı ihmal etmezdi. Karate ve king örneklik bıraktı. Bir şahit olarak yaşadı ve şehadete box hocası olduğu için gençlere karate öğretir, Kur’an ulaştı. Rabbim mekânını cennet eylesin. Ödenen tüm okumalarını dinler, tecvitle alakalı müdahalelerde bubu bedelleri boşa çıkarmasın. Bu öncü insanların lunurdu. İnce ruhlu, espritüel bir mizaca sahipti. Genç akan kanları mazlum ve direnen Suriye halkının kurmücahitlerin güler yüzlü abisiydi. Mücahitler tarafıntuluşuna, geride kalan ölü ruhları ve ölü vicdanları dan çok sevilen sayılan biriydi. diriltmeye vesile kılsın. Suriyeli Müslümanların müİslam İnsanlık İçin En Büyük Değerdir cadelesini izzetle bir zaferle taçlandırsın inşallah! Filistin ve Kudüs için özgürlük yolunun Şam’ın “Mü’minlerden öyle adamlar vardır ki Allah ile özgürleştirilmesinden geçtiğini her fırsatta dile geyaptıkları ahde sadakat gösterdiler; böylece onlartirirdi. İslam’ın tüm insanlık için büyük bir değer ve dan kimi adağını gerçekleştirdi, kimi de beklemekhazine olduğunu, tüm insanlık gibi Kürt’lerin de bu tedir. Onlar hiçbir şeyle (sözlerini) değiştirmediler.” hazineye çok muhtaç olduğunu, bundan dolayı da 33/ AHZAB-23

Sonbahar 2013 I 45


MA PANORA

Hazırlayan: EREN AZAKLI

Surİye’de her gün 4-5 kİşİ İşkenceden ölüyor

Suriye’de Katliam Esed güçleri, Şam’ın doğusunda yer alan Ghouta’a 21 Ağustos gecesi zehirli gaz saldırısında bulundu. Şam’da 1300 kişinin can verdiği katliam, füze bombardımanıyla başladı. İnsanlar sığınaklara kaçınca kimyasal saldırı yapıldı. Bodrum katlarında biriken ‘sarin gazı’ çoğu çocuk yüzlerce kişinin bir dakika içinde nefessiz kalarak hayatını kaybetmesine neden oldu. 20 Ağustos’u 21 Ağustos’a bağlayan gece, Şam’ın doğu ve batısındaki yoksul banliyölerde kadınçocuk yüzlerce insan, ya yatağında uyurken ya da canını kurtarmak için kaçtığı sığınaklarda ve bodrumlarda can çekişerek hayatını kaybetti. Katliam silahı kimyasal gazdı. 1988’deki Halepçe katliamından sonraki en büyük katliam oldu.

BM İnsan Hakları Konseyi 24. Oturumu çalışmaları çerçevesinde BM Cenevre Ofisi’nde “Suriye’de insan hakları ve insani durum” konferansı düzenlendi. Abdulghani, konferansta yaptığı konuşmada, Suriye’deki insani durum ile ilgili çarpıcı rakamlar vererek, ülkede 215 bin kişinin gözaltında bulunduğunu, bunların 9 bininin çocuk 4 bin 500’ünün kadın olduğunu belirtti. Suriye’de 18 bin kişinin kayıp olduğunu bildiren Abdulghani, “Her gün en az 4-5 kişi işkence nedeniyle ölüyor” dedi. Şu ana kadar savaşta 2 bin 964 kişinin işkence nedeniyle öldüğüne dikkati çeken Abdulghani, ölenlerin hepsinin sivil olduğunu kaydetti. Ülkede yaklaşık 9 bin tecavüz vakası tespit ettiklerini belirten Abdulghani, bu vakaların daha çok katliamların yaşandığı yerlerde gerçekleştiğini söyledi.

Ergenekon Davası Ergenekon davasında 5 yıllık bir yargılama sürecinin ardından 5 Ağustos 2013 tarihinde kararlar verildi. 275 sanıklı davada 21 sanık hakkında beraat kararı çıktı. Geri kalan Sanıkların tamamına yakınlarına 1 yıl ile iki kez ağırlaştırılmış müebbet arasında hapis cezaları verildi. Müebbet ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar arasında Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ ile İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek de bulunuyor. Müebbet ve ağırlaştırılmış müebbete mahkûm edilen sanıklar: MÜEBBET k Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ k Alparslan Aslan’a 2 kez müebbet ve 20 yıl k Emekli Orgeneral Hasan Iğsız müebbet k Emekli Orgeneral Hurşit Tolon müebbet

46 I Müslüman Genç Davetçi

Emekli Orgeneral Nusret Taşdeler müebbet Eski Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur k Türk Ortodoks Patrikhanesi Sözcüsü Sevgi Erenerol müebbet k Sendika Başkanı Mustafa Özbek müebbet k k

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET k İ.P Lideri Doğu Perinçek ağırlaştırılmış müebbet k Gazeteci Tuncay Özkan ağırlaştırılmış müebbet ve 15 yıl k E. Albay Dursun Çiçek ağırlaştırılmış müebbet k Durmuş Ali Özoğlu ağırlaştırılmış müebbet k Hasan Ataman Yıldırım ağırlaştırılmış müebbet k E. Albay Fikri Karadağ ağırlaştırılmış müebbet k Avukat Kemal Kerinçsiz ağırlaştırılmış müebbet k Muzaffer Tekin’e 2 kez ağırlaştırılmış müebbet k Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, 2 kez ağırlaştırılmış müebbet ve 99 yıl


PANORA MA

Mısır’da Darbe

1 Temmuz 2013’te televizyon kanalları Mısır Silahlı Kuvvetkapatıldı. Öte yandan leri CumhurbaşkaEl Ezher Din Alimlenı Mursi’ye 48 saat ri, Cumhurbaşkanlığı mühlet vermiş, geiçin erken seçim çağnelkurmay başkanı rısında bulundu, orGeneral Abdülfettah dunun yol haritasını el Sisi ölüme hazırız destekledi. Mısır’da mesajı vermişti. Bucuntanın yönetime nun üzerine Mursi el koymasının ardınyaptığı açıklamada, dan Cumhurbaşkanı ne olursa olsun deMuhammed Mursi ve mokratik yollarla Müslüman Kardeşler Abdülfettah el Sisi kazandığı koltuğunu Teşkilatı’ndan yaklabırakmayacağını ifade etmiş “Barış şık olarak 400 kişi gözaltına alındı. için ölmek var dönmek yok”, demiş Suudi Arabistan Kralı Abdullah ve ordudan verdikleri muhtırayı bin Abdulaziz, Mısır’da yönetime el geri çekmelerini istemişti. Buna koyan ordunun açıkladığı yol harikarşı 3 Temmuz’da genelkurmay tası uyarınca, Cumhurbaşkanlığı başkanı Sisi “Silahlı kuvvetler gereseçimi yapılana kadar ülkeyi yöneken çağrıyı yaptı ama çağrımıza ceteceği duyurulan Muhammed Adli vap gelmedi” şeklinde açıklama yaMansur’a tebrik mesajı gönderdi. parak, anayasanın askıya alındığını, Abdulaziz, Genelkurmay Başkanı geçici teknokratlar hükümeti kuruAbdulfettah es-Sisi’yi de kutladı. lacağını açıkladı. Anayasa MahkeEsed, “Mısır’da olan şey, siyamesi Başkanı’nın, seçim yapılana sal İslam denen şeyin çöküşüdür. kadar Cumhurbaşkanlığı görevini Dünyanın her yerinde dini siyasal yürüteceğini söyledi. Cumhurbaşemellerine alet eden herkesin akıkanı Mursi yanlısı yayın yapan tüm beti de bu olacaktır” dedi.

Şam’da 43 muhalif grup birleşti Suriye'nin başkenti Şam'ın Doğu Guta bölgesinde 43 silahlı grubun birleştiği bildirildi. İslam Tugayı sorumlularından alınan bilgiye göre, Şam'ın Doğu Guta bölgesinde savaşan silahlı muhalif gruplar, İslam Tugayı Komutanı Zehran Alluş'a

bağlılıklarını bildirerek, "İslam Ordusu" adı altında birleştiklerini açıkladı. Muhalif 37 tugay ve 6 birliğin "İslam Tugayı"na katılmasıyla, güneyde Esed rejimine karşı savaşan en büyük silahlı oluşumun gerçekleştirildiği ifade edildi.

28 Şubat Davası 28 Şubat sürecinin uygulayıcısı olan Batı Çalışma Grubu’na (BÇG) yönelik açılan davada 103 sanığın yargılanmasına 2 Eylül 2013 tarihinde başlandı. Ankara TMK 10. madde ile görevli Cumhuriyet Savcısı Mustafa Bilgili tarafından hazırlanan 1300 sayfalık iddianamede, aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir, Jandarma Genel Komutanı Teoman Koman sanık olarak yer aldı.

İHVAN YASAKLANDI Mısır’da 1928 yılında Hasan El Benna tarafından kurulan İhvan-ı Müslimin, cunta yönetimi tarafından 23 Eylül 2013 tarihinde resmen yasaklandı. 3 Temmuz 2013 tarihinde silahlı bir darbeyle iktidardan indirilen İhvan’ın siyasi liderleri tek tek tutuklandı; daha sonra hareketin mürşidi de tutuklanarak cezaevine atıldı. Liderleri tutuklu bulunan hareketin mal varlıklarına da el konulması kararı alındı.

ÖZGÜR-DER’E SALDIRI PKK basınının açıktan hedef gösterdiği Özgür-Der’e Bağlar temsilciliğine molotoflu saldırı yapıldı. Özgür-Der Van Şubesi silahlı ve molotoflu saldırıya uğradı. İçeride Kur’an okuyan insanların bulunduğu esnada derneğe saldıran bir grup 8-9 el ateş etti. Binaya molotof atan grup, şubeyi yakmak istedi. Özgür-Der’in açıklamasını hazmedemeyen Türkiye’deki Kürt ulusalcılarının yayın organları Özgür-Der’i hedef gösteren yayınlar yapmış; PKK’lı gruplar sosyal medyadan resmen Özgür-Der’e yönelik saldırıya davet edilmişti.

Sonbahar 2013 I 47


MA ARAŞTIR

Yazı: HÜSEYİN EMRE < Öğrenci

KUDÜS tarihçesi Kudüs 614 senesinde Sâsânîler tarafından istilâ edildi. Sâsâniler kadın ihtiyar, çocuk demeden Kudüs ahâlisini kılıçtan geçirdiler ve kiliseleri tahrib ettiler. Sâsâniler daha sonra geri çekildiler. 638 (H.16) senesinde hazret-i Ömer Kudüs’ü muhasara etti. Hıristiyanlar cizye vermeyi kabul ederek Müslümanların himâyesine girdiler. Hazret-i Ömer’e Kudüs’ün anahtarlarını bizzat kendileri teslim ettiler. Böylece kendi devletleri olan Bizans’ın ağır vergi ve işkencelerinden eziyet ve cefalarından ve zulümlerinden kurtuldular. Çok kısa zamanda düşman zan ettikleri Müslümanlardaki adâlet ve merhameti açıkça gördüler. İslâmiyetin iyilik ve güzelliği emr eden, insanları dünya ve âhiret saâdetine kavuşturan

48 I Müslüman Genç Davetçi

bir din olduğunu anladılar. En küçük bir zorlama olmadan bölük bölük, mahalle mahalle İslâmiyeti kabul ettiler. Kudüs’e ilk yerleşen Müslümanlar Medîneliler oldu. Eshâb-ı kirâmdan Ubâde bin Sâmit radıyallahü anh Kudüs’ün ilk vâli ve kâdısı oldu. Hazret-i Osman’ın halifeliği sırasında Kudüs’ün zengin sebze tarımından elde edilen geliri fakir halk için tahsis edildi.

EMEVİLER VE ABBASİLER DÖNEMİNDE KUDÜS Emevîler devrinde Muâviye ilk olarak burada halife olarak tanındı. Emevî halifelerinden Abdülmelik bin Mervân, Peygamber efendimizin Mîrâc’a yükselirken üzerine bastığı ve üzerinde mübârek ayak izi


ARAŞTIR MA bulunan Hacer-i muallakın üzerine Kubbet-üs-sahra Camisini yaptırdı. Mescid-i Aksa ve Dârülimâre gibi yapıları ve Kudüs’e giriş kapılarını tâmir ettirdi. Emevi Halifesi Süleyman bin Abdülmelik ve diğer Emevi halifeleri de Kudüs’ün îmârı için gayret gösterdiler. Altıncı Emevi Halifesi El-Velid Mescid-i Aksa’yı bugünkü hâline benzeyen şekliyle yeniden yaptırdı. Emevi Halifesi İkinci Mervan bin Muhammed’e karşı çıkan bir isyan sırasında Kudüs şehri tahrib edildi. Daha sonra meydana gelen bir zelzelede de Kudüs şehri hasar gördü.

SİYASİ KARGAŞALAR

kına çok iyi davrandı. Vergileri indirdiği gibi, Haçlıların kilise hâline çevirdikleri câmileri eski durumlarına getirdi. Selâhaddîn Eyyûbî’den sonra Eyyubîler arasında siyâsî anlaşmazlıklar baş gösterdi. Hıristiyanlar bu durumu fırsat bildiler. Şam ve Mısır Eyyûbileri arasındaki anlaşmazlıkta Şam tarafını tercih ettiler. Bu sayede 1244 senesinde Kudüs tekrar Hıristiyanların eline geçti. Mısır Eyyûbî Hükümdarı Es-Sâlih Necmeddîn Harezmlileri yardıma çağırdı. Harezmliler Sûriye’yi baştan başa geçerek Kudüs’ü ele geçirdiler. Böylece Kudüs Mısır Eyyûbîlerinin hâkimiyetine girdi. Bundan sonra Kudüs Müslümanlar elinde kaldı. Fakat daha sonra Moğolların istilâsına uğrayan Kudüs harabe hâline geldi. Mısır’da Eyyûbî Devletinin yerine Memlûkler geçince, Moğolları geri püskürtüp Kudüs’ü de işgalden kurtardılar.

Abbâsîler zamanında da Kudüs’ün îmârına îtina gösterildi. Abbâsi halifeleri El-Mansur, El-Mehdî ve El-Me’mûn Kudüs’ü ve Mescid-i Aksa’yı tâmir ettiler. Abbâsilerin siyâsî otoritesi zayıflayınca, Kudüs önce MEMLÜKLERİN KUDÜS’Ü İMAR FAALİYETLERİ Tulûnoğulları, daha sonra Ashâb-ı kirâm düşmanı Memlûkler döneminde Sultanın naibi taFâtımîlerin hâkimiyeti altına girdi. Fâtımîler rafından idâre edilen Kudüs bir ilim ve Ehl-i sünnet Müslümanlara zulüm ve irfan merkezi hâline geldi. Memlûk işkence yaptıkları gibi Hıristiyan Sultan Sultanları Kudüs’ün îmârına ve Yahûdîlere de işkence yaptıSelâhaddin-i Eyyûbî 1187 önem verdiler. Sultan Baylar. Hıristiyanların kiliselerini (H.583) senesinde Kudüs’ü bars, Mescid-i Aksa’yı tamir ve Yahûdîlerin mâbedlerini Haçlılardan kurtarıp ettirerek şehrin kuzey-batıyıktılar. Selçuklular Fâtımi Mescid-i Aksa’dan haçları ve sında fakirleri barındırmak hâkimiyetine son verdikten putları kaldırttı. Eski hâline üzere bir han yaptırdı. Sulsonra, Selçuklu komutanı Atgetirip yeni bir mihrâb tan Nasîrüddîn Muhammed sız, Kudüs’ü 1070 senesinde yaptırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî Mescid-i Aksa’nın arka kısmıFâtımîlerden aldı. Kudüs halkı Kudüs halkına çok iyi nı mermer ile kaplattı. MihraAtsız’a başkaldırınca Atsız buradavrandı. bın yanlarına iki pencere açtırdı. yı tekrar kuşatıp şehri ele geçirdi. Harem’in yükseltilmiş kısmının kuzey Fakat Atsız Selçuklu hükümdârı Tutuş tarafındaki sütunları ve Pamukçular kapıtarafından îdâm edilerek Kudüs bir Türksını tâmir ettirdi. Harem’deki iki mâbedin kubbemen zabitinin oğlu olan Sukman’a teslim edildi. lerini yaldızlattı. 1096 senesinde Fâtimî Sultanı El-Müsta’li Kudüs’ü Bir yıldırım düşmesi neticesinde yanarak yıkılan ele geçirdiyse de 15 Temmuz 1099’da Haçlılar istilâ Kabbe-üs-Sahrâ Câmiinin kubbesini sultan Çakmak ettiler. Kudüs’ü yakıp yıktılar. Pek çok Müslümanı katâmir ettirdi. Sultan Eşref Kayıtbay Harem’in yüksek dın, çocuk ve ihtiyar demeden kılıçtan geçirdiler. Bu kısmı ile bunun batı duvarı arkasında bir çeşme yaptırarada Mescid-i Aksa’yı yağmalayıp, tepelerine haçlar dı. Mescid-i Aksa’nın Zincirler kapısı yanında bir meddiktiler. İçerisine heykeller koyarak kiliseye çevirdiler. reseyi genişletti ve şehrin su yollarını tâmir ettirdi.

KUDÜS’ÜN YENİDEN FETHİ Sultan Selâhaddin-i Eyyûbî 1187 (H.583) senesinde Kudüs’ü Haçlılardan kurtarıp Mescid-i Aksa’dan haçları ve putları kaldırttı. Eski hâline getirip yeni bir mihrâb yaptırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs hal-

OSMANLI VE KUDÜS Kudüs şehri 1517 senesinde Yavuz Sultan Selîm Han tarafından Osmanlı topraklarına katıldı. Kânûnî Sultan Süleyman Kudüs’ün surlarını yaptırdı ve

Sonbahar 2013 I 49


MA ARAŞTIR

14 Mayıs 1948’de İngiltere Kudüs üzerindeki koruma rejimine son verdi. Aynı gün İsrâil Devleti kuruldu. İsrâil Devleti Kudüs’ü de içine alırken, Ürdün, Filistin’in geri kalan bölümünü eski Kudüs şehriyle birlikte ilhak etti.

Kubbet-üs-Sahrâ Camiinin mozaik kaplamalarını kaldırtarak, yeşil ve sarı ile karışık mavi çini ile kaplattı. Duvarın alt kısımlarına mozaik yerine mermer kaplattı. Şehre dört büyük çeşme inşâ ettirdi. Kubbet-üs-Sahrâ Camiinin ve Kudüs surlarının bugünkü hali Kânûnî zamanından kalmadır. Sultan İkinci Mahmûd Han Kubbet-üs-Sahrâ Câmiinin yaldızlarını yeniletti ve câmiyi dışarıdan tâmir ettirdi. Fransa kralı Napoleon Bonaparte Akka Kalesi’ni kuşattığı zaman bir kısım Fransız kuvvetlerini de Kudüs üzerine sevk etti. Fakat Fransızlar Türk kuvvetlerine yenilerek geri çekildiler. Daha sonra Kavalalı Mehmed Ali Paşanın hakimiyetinde kaldı. Sultan Abdülmecîd Hanın tahta geçmesini müteâkip, 1840 senesinde yapılan bir antlaşmayla Kavalalı Mehmed Ali Paşa Kudüs’ten çekildi.

1.DÜNYA SAVAŞI SONRASI SİYONİZMİN KUDÜS’TE YAYILMASI Osmanlı hâkimiyeti Birinci Dünyâ Harbine kadar devâm etti. Harbin son safhasına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan ve müstakil bir mutasarrıflığın merkezi olan Kudüs, Aralık 1917 târihinde İngilizler tarafından işgâl edildi. Harp sona erince Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından İdâri vekâleti İngiltere’ye verilerek Filistin’e bağlı kaldı. Şehirde Araplar ile Yahûdîler arasında birkaç defa şiddetli çatışmalar oldu. Bu arada

50 I Müslüman Genç Davetçi

Yahûdî topluluğun yerleşip, yayılma çabaları da hızlandı. Kudüs 29 kasım 1947’de Birleşmiş Milletler Cemiyeti tarafından Milletlerarası bir statüye kavuşturuldu. Bu kararı Yahûdîler benimsedi, fakat Araplar karşı çıktı. Bu yüzden iki topluluk arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi. 14 Mayıs 1948’de İngiltere Kudüs üzerindeki koruma rejimine son verdi. Aynı gün İsrâil Devleti kuruldu. İsrâil Devleti Kudüs’ü de içine alırken, Ürdün, Filistin’in geri kalan bölümünü eski Kudüs şehriyle birlikte ilhak etti. Bir müddet sonra İsrâil hükümetinin birkaç bakanlığı Kudüs’e taşındı. 1967 Arap-İsrail (altı gün) savaşı sırasında Kudüs’ün Ürdün kesimi İsrâil birlikleri tarafından işgal edildi. Kudüs’de bulunan masum ve korumasız Müslüman-Araplara her gün akla gelmedik işkence ve zulüm yapıldı. İsrâil parlamentosunun 30 Temmuz 1980 târihli kararıyla Birleşik Kudüs İsrâil’in başkenti îlân edildi. İsrail’in Kudüs ve Filistin’de Arapların haklarını kısıtlayıcı politikaları 1987’de Batı Şeria’da intifadaya yol açtı.1990’lı yıllarda da Kudüs’ün Arapİslam yapısını değiştirmeye yönelik politikalara devam edildi. Tarihi mekanların yıkılması, Arap gayri menkullerine el konulması ,çeşitli sebeplerle Arapların şehri terk etmesinin sağlanması gibi politikalar sonucu Kudüs’teki Yahudi mülklerinin birkaç kat arttığı görülmektedir. İsrail bugünde Kudüs şehrini kontrol altında tutmaktadır.


N A K A AR

İ N A T PA

- Burçlara sahip gökyüzüne,

- Geleceği bildirilmiş olan güne,

- (O günde) tanıklık edene ve edilene andolsun ki, - Kahroldu o hendeğin sahipleri, - O çıralı ateşin ,

O R O M

- Onlar (yakanlar) da başlarına oturmuşlar,

- Müminlere yapmakta oldukları işkenceyi seyrediyorlardı.

- Onlardan, sırf, azîz ve hamîd olan Allah’a iman ettikleri için intikam aldılar.

- O Allah ki, göklerin ve yerin mülkü kendisine aittir, ve Allah her şeye şahittir . - Şüphesiz inanmış erkeklerle inanmış kadınlara işkence edip sonra tevbe de etmeyenlere cehennem azabı ve (orada) yanma cezası vardır.

BURUC SURESİ 1-10


BU YOL KANLARLA SÜSLENMİŞ,

GÜLLERLE VE FESLEĞENLERLE DEĞİL... HİÇ KUŞKU YOK Kİ BU DAVETİN YOLU ZOR Seyyid Kutub



Adres: Emniyet Cad. No. 15/B Çeliktepe / Kağıthane

Orhan Özden 0 212 279 58 61 0 532 355 85 96


İÇİNDEKİLER

7

NEREDEN BAKTIĞINIZA BAĞLI Suriyelilerin mücadelesi devam ediyor YIL: 1 \ 2014 SAYI: 3 FİYATı: 5 ¨ YAYIN TÜRÜ: Üç Aylık, Yerel Süreli İmtiyaz Sahibi Muharrem ALTAY Sorumlu Yazı işleri Müdürü Muharrem ALTAY Haber Müdürü Hamit ÖzTOPRAK Görsel Yönetmen Hüseyin KIZILAY

kizilayhuseyin@gmail.com

17

RÖPORTAJ Cunud-uş Şam Komutanı Müslim

Katkıda Bulunanlar Ahmet KÖSE, Aydın GEZER, Arif CAN Hüseyin E. UÇAR, Mehmet COŞGUN iletişim Adresi Harmantepe Mahallesi, Çevre Sokak, No: 2 Daire: 4 Kağıthane-İST G: 0 530 300 72 13 (Muharrem Altay) w: www.gencdavetci.com m: muslumangencdavetci@gmail.com

46

VAN GENÇ DER Van’da yeni bir Kur’an mektebi açıldı

48 Şehid Fuat Çağlar

49 Panorama

Basım Yeri Özener Matbaacılık ltd.şti. Davutpaşa Cad. Kale İş Merkezi No: 201-204 Topkapı/İstanbul T: 0212 481 97 58 - F: 0212 482 95 46 hesap no: Muharrem ALTAY, ALBARAKA, LEVENT, SANAYİ ŞUBESİ 464818 NOLU HESAP POSTA ÇEKİ: 10766094


Her yeni sayı; Yeni bir yemin, yeni bir ahiddir! 3. sayımızı siz değerli okucularımıza sunmaktan mutluluk duyuyor ve bize bu gücü ve ufku veren yüce Rabbimize hamd ediyoruz. Abdulkadirlerin, Kadir olan Mevlalarına en güzel bir biçimde şahitlik ettiği bir ayı idrak ettik. Bu iki güzel insan, önden gidenler kervanın pir u pak şahsiyetleri olarak Rabbimin katında güzel paye elde etmelerinin yanında bizlere de birer önder olmanın en güzel biçimini gösterdiler. Allah onların şahsında tüm güzel önderlerimizin güzel şahitliklerini kabul etsin bizleri de onların yollarını en içinden ve samimi olarak sürdürebilmeyi nasip etsin. Bu sayımızda tüm Müslümanların izzeti Allah, Rasulü ve Müminlerin yanında araması gerektiği ilahi ikazı çerçevesinde güzel bir teslimiyet örneği olan, şu anda Suriye’de savaşan Çeçen Komutan Müslim’in ‘Kâfirlerin Silahlarındansa Müminlerin Duasını tercih ederiz!’ sözlerini kapak başlığı olarak belirledik. Ve Komutan Müslim ile siz değerli okuyucularımızın ilgisine sunduğumuz internet üzerinden bir röportaj gerçekleştirdik. Bu sayımızın soruşturmasını gerek ülkemiz Müslümanları ve kamuoyu gerekse de dünya kamuoyunca dikkatli bir şekilde takip edilen AKP- Fethullah Gülen Grubu krizi üzerine hazırladık. Bu sayımızda ayrıca; İsmail Erdemli’nin Suriye üzerine oynan oyunun küresel, bölgesel ve yerel oyuncularını deşifre ettiği ‘Nereden Baktığınıza Bağlı’ başlığı taşıyan yazısına, Suriye’ye insani yardım amaçlı bir ziyarette bulunan Aydın Gezer kardeşimizin izlenimlerinin yer aldığı ‘Atme’nin Çocukları’ başlığı ile kaleme aldığı gezi yazısına, Ahmet Köse’nin yitirdiğimiz bir kavram olan Ümmet’e dair bir bilinç oluşturma

kaygısıyla ele almış olduğu ‘Ümmet Bilinci’ başlıklı yazısına Mustafa Yılmaz’ın zulmün taraftarlarının karakterlerine ve psikolojilerine dair yaptığı çözümlemelere yer verdiği Kasidin, Marikin, Hasidin : Üç Cephede Savaş başlıklı analizine Asım Dundar’ın Kuran- Kerim tarihi ile ilgili yanlış bilgi ve kanaatleri tashih ettiği ‘Kuran Nasıl Korundu?’ başlıklı incelemesine Hüseyin Emre Uçar’ın Bilad-ı Şam üzerine bizleri kısa bir tarih turuna çıkardığı ‘Bilad-ı Şam’ başlıklı tarih yazısına Arif Can‘ın Şehid Fuat Çağlar Ağabey’in yaşamına dair yaptığı derlemeye Mehmet Coşgun’un Van Genç Der’in açılış programını konu edindiği ‘Van’da Bir Kuran Mektebi Açıldı!’ başlığıyla yazdığı izlenim yazısına Eren Azaklı’nın hazırladığı 2.sayımızdan 3. sayımıza kadar yaşanmış Müslümanların gündemlerine dair panoramaya yer verdik. Müslümanlar açısında yeni krizlerin ve aynı zamanda sıçramaların habercisi günleri yaşamaktayız. Her zorluktan sonra bir kolaylığın, Şer bildiklerimizin hayra tebdil edilme beklentisi, duası ve geleceğin muttakilere ait olduğu tembihiyle gözlerimiz daha ışıl ışıl… Rabbimizin indirdiği sekinetle tüm cephelerde kalbimizde ve dillerimizde Allah’ı büyükleyen, hamd ve tesbih eden bir teslimiyetle varız. Çünkü sömürülen herhangi bir coğrafyada zulme uğrayan her bir ferdin gözyaşında, mazlumların yanında yer almayı ahdetmiş her bir mücahidin cesaret kadar merhameti barındıran yüreğindeyiz. Selam ve dua ile!

Müslüman Genç Davetçi


Yazı: AHMET KÖSE

ARAŞTIR MA

ÜMMET BİLİNCİ Allah teâlâ kitabında bizleri bir ana-babadan yarattığını, daha sonra halklara ayırdığını ve bu farklılığın üstünlük sebebi olmayıp üstünlüğün olmanın ölçüsünün de rabbimize karşı olan sorumluluk bilincimizle bağlantılı olduğunu haber vermektedir ‘’Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve ’birbirinizi tanımanız ve tanışmanız’ için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk, renk, soy ve servetçe değil) takvaca en ileride olanınızdır (O’na karşı derin bir sorumluluk bilincine sahip olanınızdır). Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.’’ (Hucûrât:13) Allah teâlâ kitabında bizleri bir ana-babadan yarattığını, daha sonra halklara ayırdığını ve bu farklılığın üstünlük sebebi olmayıp birbirimizi tanıyıp bilgi alışverişinde bulunmamız için olduğunu (teârafû fiili bilgi alış-verişinde bulunmayı da ifade eder) ve üstünlüğün olmanın ölçüsünün de rabbimize karşı olan sorumluluk bilincimizle bağlantılı olduğunu haber vermektedir. Zira kişinin hangi ırka mensup olacağı bir kazanım veya bir tercih sonucu değildir ki üstünlük sebebi olsun. İnsanı değerli ve üstün kılan onun iradeli tercihinin ve çabasının sonucu olan takvasıdır (Allah’a karşı olan sorumluluk bilincidir). Bu anlamıyla dil ve renklerin farklılığı (Bknz. Rum:22) Allah’ın birer âyetidir. Ancak rabbimizin katında başlı başına bir değer ifade eden unsurlar değildirler. Çünkü Allah sûretlere değil sîretlere bakar (Bknz. Buhârî,Edep). Erkek olsun kadın olsun kim mü’min sıfatıyla salih bir

amel işlerse ona mükâfat verir (Nisa: 124) ona değer verir. Ayrıca en büyük değer Allah’a kulluk, en süflî meziyet ise insanın insana kulluğudur. Ne güzel dile getirmiş İslam şâiri Muhammed İkbal: “Sana ağır gelen o bir secde var ya, binlerce secdeden alıp kurtarır seni.” Bizler aynı Allah’a kulluk etme ortak paydasında buluşan bir toplum, islam toplumu, yani ümmet olma şuuruyla hareket ettiğimiz sürece sanal üstünlükler arama gafletinden kurtuluruz. Asıl değerin rabbimizin hoşnutluğunu kazanmada olduğunu bilip ’’İyilik ve takvada birbirinizle yardımlaşın. Günah ve düşmanlıkta değil.’’ (Mâide:2) ayetinin hükmüyle hareket ettiğimiz, iyiliği emredip kötülüğü nehyettiğimiz ölçüde en hayırlı ümmet (Bknz. Âl-i İmram: 104) olma şerefine ulaşmış oluruz. Peygamber efendimiz: “Ameli kendisini geri bırakanı, nesebi (soy) ileri geçiremez” (Ebu Davud, İlim) diyerek bizlere yaradılışta eşitlik ilkesini bildirmiştir. Kuran-ı kerim’de de: ‘’Mü’minler ancak kardeştirler…’’ (Hucûrat:10) ayetiyle dinde kardeşlik ilkesi vurgulanmıştır. Hz. Peygamber bu kardeşliği şöyle bir örnekle açıklıyor: ‘’Mü’minler birbirlerine merhamet, şefkat ve sevgi hususunda bir vücûdun organları gibidirle.’’ (Buhari, Edep) Ümmetin birliği; biyolojik, coğrafî, dilsel ve kültürel değil, dînî ve ahlâkîdir. Rabbimiz:’’ Sizin üm-

Kış 2014 I 5


MA ARAŞTIR metiniz tek bir ümmettir…’’(Embiya: 92) ayetiyle inananların tek bir gâye ve ortak bir değere sahip olmaları gerektiğini belirtmiştir. (Bknz. İsmail R. Fârukî, Tevhid, s.128) Bununla birlikte islam toplumu kuranda ‘’vasat ümmet’’ (Bakara: 143) olarak isimlendirilmek sûretiyle; ifrat ve tefritten (her türlü aşırılıktan) uzak, dengeli, insanlığa örnek toplum modeli sunan bir cemaat olarak ifâde edilmiştir. Mevdûdî’nin ifadesiyle vasat ümmet: ‘’Belirli sınırları aşmayan, orta yolu izleyen, diğer milletlere âdil davranan ve diğer milletlerle olan ilişkilerini hak ve adalete dayandıran doğru ve soylu bir toplumdur.’’ (Tefhimu’l-Kur’ân).

Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!’’

İslam Ümmeti Îsâr Ümmetidir

İslam toplumunun ilk rol modelleri olan sahabîler ‘’mü’minler bir vücût gibidirler’’ peygamberî öğretisini hayatlarında tatbik etmek sûretiyle şu sahnenin kahramanları olarak bizlere nasıl bir ümmet olmamız gerektiğini gösteriyorlar; Habib b. Ebi Sâbit anlatıyor: Yermük savaşında Hâris, İkrime ve Ayyaş b. Ebi Râbia aldıkları yaraların etkisiyle yere yıkılıp can çekişmeye başladılar. Bu sırada Hâris su istedi. Askerlerden biri ona su götürürken, İkrime’nin ona baktığını gördü. Bunun üzerine suyu İkrime’ye götür ona ver, dedi. Ümmet Olma Bilincini Günümüze Taşımak İkrime’de suyu alırken, Ayyaş’ın kendisine baktığını Günümüz dünyasında biz müslümanlar ümmet görünce sucuya: Götür Ayyaş’a ver, dedi. Fakat su olma bilincinden çok millet olma hedefi ve düdağıtan kişi daha Ayyaş’ın yanına varmadan Ayyaş şüncesiyle hareket eder olduk ne yazık ki… Eğer vefat etti. Bunun üzerine İkrime’ye yöneldi , ona bir ‘’mü’min’’ kendisine sığınan yardıma muhtaç ulaşamadan İkrime de vefat edince Hâris’e döndü, kardeşlerini ‘’ülkemiz bu kadar insan yükünü kalfakat ona da vardığında bir de baktı ki Hâris’te şedırmaz, bizim bütçemiz bize yetmiyor ki onlahit olmuş… (Hayatü’s Sahabe) Ölüm anında dahi ra yetsin’’ tarzında bir bakış açısıyla kardeşini kendisine tercih etme erdemideğerlendiriyorsa ümmet olma ni göstermek, işte bizden istenen Ümmetin şuurundan çok uzak, modern İslam kardeşliği… İşte bu örnek birliği; biyolojik, coğrafî, dünyanın kendisini konumnesil Kur’an’da ‘’Daha önce dilsel ve kültürel değil, dînî landırdığı ‘’insanı insanın Medine’yi yurt edinmiş ve kurdu’’ olarak gören gayri gönüllerine imanı yerleştirve ahlâkîdir. Rabbimiz:’’ Sizin islamî bir noktadan bakımiş olan kimseler, hicret ümmetiniz tek bir ümmettir… yor, ümmetin yerine milleedenleri severler ve onla’’(Embiya: 92) ayetiyle ti koymuş demektir. Oysa ra verilen şeylerden dolainananların tek bir gâye ve bizden istenen tüm müslüyı içlerinde bir rahatsızlık ortak bir değere sahip olmaları manların bir binanın tuğlaladuymazlar. Kendileri zaruret gerektiğini rı misali birbirine kenetlenen içinde olsa bile onları (kardeşbelirtmiştir. bireyler olmak, kardeşi açken lerini) nefislerine tercih ederler. kendisi tok gezmemek değil miydi? Kim nefsinin cimriliğinden korunBu acıklı durumu Kur’ân şâiri Mehmet muşsa, işte onlar, kurtuluş bulanlardır.’’ Âkif Safahat’ında şöyle dile getiriyor: (Haşr: 9) Ayeti kerimesi ile övülmüş âdeta bizlere ‘’Hani, milliyetin İslâm idi… Kavmiyet ne! de ‘’Ey müminler sizlerde böyle bir ümmet oluşSarılıp sımsıkı dursaydın ya milliyetine. turun’’ mesajı verilmiştir. Zaten Kur’an’ın evrensel “Arnavut” ne demek? Var mı şeraitte yeri? olmasının yolu onun mesajını çağımıza taşımaktan Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri, geçmiyor mu? Bugün de bizden beklenen yardıma Arap’ın Türk’e; Laz’ın, Çerkez’e yahut Kürd’e; muhtaç ‘’muhacir’’ kardeşlerimizin yaralarını saAcem’in Çinli’ye rûçhânı mı varmış? Nerde! racak ‘’ensâr’’ olmamız değil midir? Cenâb-ı hak Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer! hepimize bu şuurla yaşamayı ve ölmeyi, en hayırlı Fikri kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber. ümmet olma şerefine ermeyi, önder ve örnek bir En büyük düşmanıdır Ruh-u Nebi tefrikanın; toplum modeli oluşturmayı nasip etsin.

6 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: İSMAİL ERDEMLİ

ANALİZ

Yanlış anlamalara mahal vermemek adına peşinen şunu söylemeliyiz ki; dönen bu kirli ve asimetrik savaşta mazlum, Müslüman Suriye halkının haklı özgürlük taleplerinin yanında durmak insani bir sorumluluktur her şeyden önce. Katilliği artık tescil edilmiş bir rejimin mazur görülmesi en başta itikadi anlamda bir sapmadır. Ama bu olayları, olguları, kişileri sakin bir şekilde değerlendirmemizin önüne geçmemelidir. Birileri olup biteni ‘kalbimizi soğutacak’ ama aynı zamanda realiteden uzak bir şekilde yorumlamamızı arzu ediyor. Her birimizin ait olduğumuz kampın şarkılarıyla mest olup, avunmamız isteniyor. Günün sonunda elimizde genelde küresel mühendislerin değirmenine su taşıyan ve zaman içerisinde de sırtımızda yük olmaya başlayan sloganlarımız kalıyor... Arap Baharı diye tesmiye edilen halk hareketlerinin başladığı 2010 yılının sonlarından bugüne yapacağımız basit bir ufuk turu bile ne demek istediğimizi ortaya koymaya yetecektir. Geldiğimiz noktada Suriye rejimine karşı savaşan ‘İslamcı gruplar’ın bir biriyle çatışmaları fotoğrafı ne tür bir trajedinin eşiğinde olduğumuzu feryat ediyor aslında. Safların net olması beklenen böylesi bir mücadelede bile ‘fitne’ rolünü çok rahat bir şekilde icra edebiliyorsa eğer, kendimize dönüp yakıcı soruları sormanın eşiğine vardık demektir. Bu anlamda kitlelerin önünde kalem oynatan, söz söyleyenlerin artık sokakta terennüm edilen sloganları daha rafine biçimde formülleştirmekten öte bir işlev üstlenmelidirler. Bu insanların gerçeği görebilmeleri anlamında imani bir sorumluluktur. Söylenen her kelime doğru olmaya bilir ama emek ürünü olmak zorundadır.

Nereden

baktığınıza bağlı Suriyeli müslümanların mücadelesi tüm zorluklara rağmen devam ederken dışarıdan yardımdan çok tavsiye ve müdahale alıyorlar! Başta Körfezden gelenler olmak üzere bütün ‘dostlar’ rol kapma mücadelesi veriyorlar. Mazlum halk kimsenin umurunda değil.

Hizbullah Niçin Makas Değiştirdi? Suriye’deki savaşta ortalama bir insanı en çok şaşırtan şey galiba Hizbullah’ın Beşşar Esed rejiminin yanında savaşa katılması olmuştur. O Hizbullah ki, Lübnan’da İsrail’e karşı ortaya koyduğu direnişle İslam dünyasında büyük bir çoğunluğun kalbinde taht kurmuştu. Örgütün mezhebi kimliği kimsenin

Kış 2014 I 7


ANALİZ aklına bile gelmiyordu. Genel sekreteri Hasan Bu ne denli incitici olsa da böyledir. Nasrallah’ın konuşmaları milyonları ekran başıABD, Rusya: Kadim Düşmanlar, na kitlemeye yetiyordu. Yeni Paylaşımlar Ama şu an birçok insan o ismin önüne hiç de Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından hoş olmayan sıfatlar ekliyor. Onu İran’la birlikte Amerika tek kutuplu dünyanın hakimi olduğumezhebi motivasyonla hareket eden bir kişi olanu ilan etmişti. Ama ardından özellikle Irak ve rak görüyor. Suriye’de zalim bir yönetime karşı Afganistan’da yaşadığı şoklardan sonra bu iddiabaşlayan mücadele bugün çoklarınca bir Şii-Sünni sını pratik olarak geri çekmeye başladığı izlenimi savaşı olarak algılanır hale geldi. Sadece bu örnek verdi. Özellikle yakın zamanlarda yaşadığı ekoüzerinden giderek bile Ortadoğu’da yaşanan hızlı nomik krizlerin ardından eski küresel partneri dönüşümleri, savrulmaları çok rahatlıkla izleyeRusya’yı kendi açısından da kullanışlı bir aktör biliriz. olarak sahneye adeta davet ettiğini Bölgede çatışan tarafların siyasi kimlik görüyoruz. Obama Doktrini ve hedeflerini arka plana çekerek yaSöz konusu diye isimlendiren yaklaşıma pılacak her analiz yanıltıcı olacaktır. Ortadoğu olduğunda göre Amerika artık özelÇünkü küresel, bölgesel ve yerel küresel güçlerin temel likle Ortadoğu’da askeri her aktörün aynı anda taşıdıendişesi İsrail’in güvenliğidir müdahalelerden kaçığı birçok farklı kimlik bileşeni nacaktı. Bu da ‘büyük vardır doğal olarak. Dolayısıyher zaman. Bunun sağlanması şeytan’ın işlerini artık la herkesin önünde analiziniçin sahneye sürekli müdahavekalet/proxy yoluyla de kullanabileceği çok sayıda leler yapılır. Aslında hikayenin yürütmeye öncelik verfarklı malzeme bulunabilmeközeti şudur: Bölgede hiç bir diği anlamına geliyordu. tedir. Bunun anlamı şudur; oldoğal gelişmeye hayat hakkı Ayrıca yükselen Çin tehgular havuzundan yapacağınız tanınmayacaktır. didine karşı daha dikkatli olseçimle ortaya koyduğunuz analize ması gerektiğine inanan Amepek ala gerekçe bulabiliriz! rika dikkatinin ciddi bir bölümünü Suriye’deki savaşı ele alırken nasıl bir bu bölgeye kaydırmaya başladı. küresel ilişkiler/güçler kombinasyonu içerisinde Söz konusu Ortadoğu olduğunda küresel bulunduğumuzu göz önüne almalıyız ilkin. Bölgegüçlerin temel endişesi İsrail’in güvenliğidir her sel anlamda meydana gelen gelişmeler küresel zaman. Bunun sağlanması için sahneye sürekli siyasetin yönelimlerinden bağımsız değildir asla.

8 I Müslüman Genç Davetçi


ANALİZ

müdahaleler yapılır. Aslında hikayenin özeti şudur: Bölgede hiç bir doğal gelişmeye hayat hakkı tanınmayacaktır. Bölgenin doğal dinamikleriyle buluşmaması için ne gerekiyorsa yapılacaktır. Arap Baharı’nın bir parçası olarak Suriye’de gelişen halk tepkisi ülkede kırk yıldır süren Baas rejimine duyulan öfkenin tabii bir yansımasıydı. İsrail’in yanı başında yıllarca korumalık yapan Esed rejimi nasılsa dünyaya kendisini ‘direniş’ ekseninin merkezi gibi lanse etmişti. İsrail işgali altında bulunan Golan tepelerinin geri alınması adına mücadele söylemi halkın ve bölgenin efsunlanması adına kullanılan bir retorikten başka bir şey değildi. Filistinlilerin hamisi olduğu imajını yaymaya çalışan baas rejimi aslında Filistin hareketinin başına dikilmiş bir jandarmaydı. Seksenlerde onbinlerce Müslümanı öldürmekten çekinmeyen diktatör rejime karşı hoşnutsuzluk Suriye halkının bütün kesimlerinde mevcuttu. Ve ezilmiş halk bulduğu diğer fırsatlarda olduğu gibi Arap Baharının sunduğu son fırsatı da değerlendirerek gösteriler yapmaya başladı. 2011’in Mart ayından itibaren başlayan gösterilerde halk avuçlarında sadece yürekleri olduğu halde sokaklara döküldü. Rejimin halka cevabı acımasızca saldırılar oldu. Sokaklardaki insanların üzerine acımasızca kurşunlar sıkıldı. Bu tutum muhalifleri kendilerini korumak için silaha sarılmaya itti. Gösterilerin başlamasından önce Türkiye ile iyi ilişkiler içerisindeki Esed’e Türk tarafından reform yapması tavsiyelerinde bulunuldu. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile Beşşar Esed’in saatler süren görüşmesi hala zihinlerde. Amerika bölgedeki en yakın müttefiki eliyle Suriye’de kendisi-

ni en az sıkıntıya sokacak bir değişimi zorluyordu. Ama Suriye rejimi üzerinde daha etkili olan başka unsurlar vardı. Baas rejiminin kadim müttefiki İran İslam Cumhuriyeti açıktan ifade etmese de perde arkasından Beşşar’a bedeli ne olursa olsun direnmesi telkinlerinde bulundu. Bilindiği gibi bütün Arap ülkelerinin Irak’ın arkasında durduğu İran-Irak savaşı sırasında bile Suriye İran’ın yanında yer almıştı. İran’dan Lübnan’a uzanan ‘direniş’ ekseninin en kritik halkası hiç kuşkusuz Suriye idi. Suriye’yi kaybedecek bu eksen büyük bir yara alacaktı. İran’ın buna onay vermesi beklenemezdi.

Fotoğrafı Biraz Büyütünce Fotoğrafı biraz büyüttüğümüzde bu eksenin küresel boyutundaki ayağı Rusya’yı görüyoruz. İran’ın nükleer çalışmalarının en büyük destekçisi Rusya, Ortadoğu’daki kartlarından diğeri Suriye’nin avucunun içerisinden kayıp gitmesine göz yumamazdı. Rusya ve İran’ın destek vermesiyle Suriye rejimi halkının taleplerine karşı direnme yolunu tuttu. Garip bir şekilde İsrail’in de ‘düşmanı’ Esed rejiminin yıkılması ihtimalinden dolayı endişe yaşadığını fark ettik. Aslında bu direniş ekseni dediğimiz şeyin ne denli sahici bir şey olduğuna dair ciddi bir fikir veriyordu. Ama bu ayrı bir tartışma konusu. Dikkat edilirse ortada çıkar temelli bir ittifaktan söz ediyoruz. Şartların değişmesiyle değişebilecek bir ittifak söz konusu. Bunun en güzel örneği son zamanlarda İran ile ‘büyük şeytan’ arasındaki yakınlaşmadır. Yeri değil ama bu yakınlaşmanın Ortadoğu’da taşları yerinden nasıl oynatacağını ve yeni ittifaklara/yapılanmalara yol açacağını göreceğiz. İran’ın Amerika ile yakınlaşması ‘direniş ekseninin’ en sembolik gücü olan Hizbullah’ı memnun ettiğini görmek şaşırtıcı bir tecrübe oldu çokları için. Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin söz konusu yakınlaşmaya verdiği tepki de öğretici olmuştur aslında. İran tehlikesine karşı Amerika’nın eteklerine yapışan bu emirlikler, efendilerinin bu tasarrufu karşısında şaşkına döndüler. Suud Kralının Moskova’nın kapısını çalması pek alışık olduğumuz bir şey değildi. Bu noktadan baktığımızda Suriye’de Sünniler

Kış 2014 I 9


ANALİZ ile Şiiler çatışmıyor. Ancak bölge üzerinde hesaplüman kılıklı’ bazı adamların iğrenç provokasyoları olan emperyalistler olan biteni bir mezhep nu sonucu maalesef yerini kaosa bıraktı. Beşşar savaşı gibi gösterip ya da o boyuta taşıSünni olsaydı Suriye’nin mazlum halkı yıp vesayetlerinin daha uzun süre bunu sineye mi çekecekti? devam etmesinin alt yapısını Suriye’de bir kaç gündür yaGarip bir şekilde oluşturmanın derdindedirler. şadığımız gelişmelere bakaİsrail’in de ‘düşmanı’ Maalesef bu oyuna gelrak da ne dediğimiz anlaşıEsed rejiminin yıkılması ihtimeye teşne birçok insanın lır kanaatindeyim. İslami malinden dolayı endişe yaşavar olduğunu görüyoruz. Cephe ve ona destek vedığını fark ettik. Söz konusu insanlar zaliren gruplar devrim süreci Aslında bu direniş ekseni me karşı verilen mücadeüzerine çökerek meşruidediğimiz şeyin ne denli leyi tarihsel çatışmaların yetini birçok kişinin gözünsahici bir şey olduğuna dair yeniden diriltilmesi surede tartışılır hale getiren bir ciddi bir fikir tiyle mezhepsel bir çatışma grupla mücadele ediyorlar. veriyordu. şekline büründürmeye çabalıBir yandan ‘Safevi/Şii’ saldırıyor. Bu da efendilerin hedefleriyle sından bahseden bu insanlar öte tamamen uyuşuyor. yandan Esed rejimine karşı savaşan grupların işini zorlaştırma yoluna gidiyorlar! İslamcılar, ‘Müslüman Kılıklı Suriyeli müslümanların mücadelesi tüm zorProvokatörlere’ Karşı da Savaşıyor luklara rağmen devam ederken dışarıdan yarMazlum Suriye Halkı böylesine zehirlenmiş dımdan çok tavsiye ve müdahale alıyorlar! Başta bir ortamda Zulme karşı destansı bir mücadele Körfezden gelenler olmak üzere bütün ‘dostlar’ veriyor. Başta söylediğimiz gibi Suriye’de sürecin rol kapma mücadelesi veriyorlar. Mazlum halk doğal bir biçimde yürümesinin önüne geçildi. kimsenin umurunda değil. Müslüman halkın direnişindeki hikmet ‘müsFiller tepişirken olan çimenlere oluyor.

10 I Müslüman Genç Davetçi


Yazı: ASIM DUNDAR < asimdundar@gmail.com

ARAŞTIR MA

Kur’an

nasıl korunmuştur Kur’an bu güne kadar en çok okunan, en çok ezberlenen, üzerine en çok yazılar yazılan ve üzerinde en çok konuşulan bir kitaptır. Çünkü Kur’an’ı diğer kitaplardan ayıran birçok özellik vardır. Bu özelliklerinden bir tanesi de onun korunmuş/ korunan bir kitap olmasıdır. Kur’an’ın korunmuşluğu; Allah(cc) den, Vahiy Meleğinden, Hz. Peygamberden bize kadar gelen süreç içerisinde hiçbir değişikliğe uğramadan gelmesidir. Her ne kadar tarihte ve günümüzde Kur’an’ın korunmuşluğuna şüpheler getirmek için çalışmalar yapılmışsa da bu konuda başarılı olunamamıştır. Kur’an inzal olunan zamandan günümüze kadar geçen süre içerisinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. “O zikri biz indirdik, koruyucusu da biziz”.(Hicr15/9) ayeti vahyin ve vahyin kitap haline gelen Kur’an’ın Allah(cc) tarafından bizzat koruma altına alındığını göstermektedir. Şimdi koruma altında bize kadar gelen kitabın geliş merhaleleri üzerinde biraz duralım.

Gayb Âlemindeki Koruma Kur’an’ın bize bildirdiğine göre vahiy meleği vahyi, korunmuş, etrafı çepeçevre kuşatılmış olan Levh-i Mahfuz’dan almaktadır. Levh-i Mahfuz anladığımız kadarıyla kâinatla ilgili önemli bilgilerin saklandığı bir yer veya kâinatın hard diski diyebileceğimiz bir gayb alanı. Bu alan ile ilgili olarak Kur’an bize fazlaca bir bilgi vermemektedir. “Hayır hayır! Bu şerefli, soylu, kirlilik bulaşmamış ilahi kelam kaybolmayan tam bir koruma altında bulunan levha üzerine işlenmiş Levh-i Mahfuz’dadır.”(Buruc- 21/22) Vahiy meleği bu bizim için gayb olan korunmuş ve kimsenin ulaşamayacağı bu alandan vahyi al-

maktadır. Ne bir eksik, ne bir fazla Allah(cc) Resulüne neyi inzal edecekse onu vahiy meleği oradan almaktadır. Bu korumayı delmeye ne insanların, ne cinlerin ne de şeytanların güçleri yetmeyecektir. Zaten onlara bu güç ve ilim de verilmemiştir.

Gayb Âleminden Resule İnzal Olurken Koruma “Hayır hayır! Dönüp duran gezegenlere yemin olsun ki, yörüngelerinde akıp giden ve kaybolan gezegenlere yemin olsun ki, kararan geceye yemin olsun ki, bu mesaj değerli bir elçinin getirdiği bir sözdür. Hükümranlık sahibi Allah katında değerli olan çok güçlü bir elçinin. Sözü dinlenen ve güvenilen bir elçinin”.(Tekvir-15/21) Vahiy gayb âleminden Hz. Peygambere inzal olunurken de bir koruma altındadır. Özellikle vahiy meleği kendisine verilen bu görevi en iyi şekilde ve kusursuzca yerine getirmektedir. Bu melek Kur’an’ın ifadesiyle Allah(cc) yanında kendisine güvenilen, değerli, güçlü ve sözü dinlenen bir özelliğe sahiptir. Ki böyle olmasa idi ne bu görev kendisine verilirdi, ne de kendisiyle böyle övgülerden bahsedilirdi, tam tersi Allah(cc) gazabından kendisini kurtaramazdı. Kendisine güvenilen bu elçi aracılığı ile vahiy, Levh-i Mahfuz’dan Hz. Peygambere inzal olunmaktadır.

Hz. Peygamberde Devam Eden Koruma Vahiy meleği, vahyi aldıktan sonra Hz. Peygamberin kalbine bu vahyi ilka ediyor. Hz. Peygamberde gelen bu vahyi hem kalben, hem ruhen hem de zihnen sindiriyordu, ezberliyordu ve bir daha da unutmuyordu. Hz. Peygamberin bu konuyla ilgili olarak unutması, yanılması, eksik bırakması gibi bir şeyin olması söz konusu bile değildir.

Kış 2014 I 11


MA ARAŞTIR

Şöyle bir soru gündeme gelmiş ve halen de sorun teşkil eden bir mesele vardır, o da; Vahiy Hz. Peygambere bir öz, bir mana olarak mı gelmiştir, yoksa söz/ kelam ile mi gelmiştir? Bazıları iddia eder ki vahiy Hz. Peygambere mana olarak gelmiş, kalbine ilka olmuştur, gelen vahyi Hz. Peygamber kendi anlayışı çerçevesinde, kendi anladığı kadar, o zamanın şartlarına göre bize sözlü olarak bildirmiştir. Yani Kur’an mana olarak gelmiştir, Hz. Peygamber bu manayı söze/ kelimelere çevirip bize aktarmıştır derler. Bu iddianın bu günkü izdüşümü; eğer vahiy bir öz, bir mana ise Hz. Peygamber bu manayı o zamanın şartları çerçevesinde kelama çevirmişse, bu mana günümüz şartlarında tekrar değerlendirilmeli, yorumlanmalı ve zamana uygun özel hükümler çıkarılmalıdır. Tarihselcilik diyebileceğimiz bu akım kendi içerisinde de homojenlik arz etmese de, meleğin getirdiği vahyi inkâr etmeyip vah-

12 I Müslüman Genç Davetçi

yin bir mana olduğunu ve genel olarak o zamanın şartlarına uygun hükümler içerdiğini iddia etmektedirler. Bundan dolayı vahyi bu günün şartlarına uygun yorumlamalı ve günümüz şartlarına göre yeniden hükümler çıkarılmalıdır demektedirler. “Biz sana Kur’an’ı okutacağız; bir daha asla unutmayacaksın”.(A’la-6) “Vahyi ezberlemek için, acele ederek dilini hareket ettirip durma! Onun bir araya getirilmesi de okutulması da bizim işimizdir. Biz onu okuduğumuzda sen sadece onun okunuşunu takip et. Ayrıca onun anlamının açıklaması da bizim işimizdir”. (Kıyamet-16/19) Yukarıda zikrettiğimiz ayetler göstermektedir ki; vahiy meleği getirdiği vahyi Hz. Peygambere okuyordu, Hz. Peygamberde unuturum endişesi ile meleğin okumasını takip ediyor, dilini oynatıyor, depreştiriyor, tekrarlamaya çalışıyordu. Allah(cc) indirdiği vahiy ile dilini depreştirmesine gerek ol-


ARAŞTIR MA madığını gelen vahyin ezberlenmesinin ve anlamının açıklamasının kendisine ait olduğunu beyan ediyor. Buradan da anlaşılıyor ki; vahiy melekten mana olarak değil söz/ kelam olarak gelmektedir. Hz. Peygamber’de gelen sözü tekrarlamaya çalışmaktadır, eğer vahiy bazılarının iddia ettiği gibi mana olarak gelseydi Hz. Peygamberin dilini depreştirip, vahyi ezberlemeye çalışmasını izah edemezdik. Yine okuma fiilinin gerçekleşmesi için kelime dizinlerine ihtiyaç vardır. Eğer iddia edildiği gibi vahiy mana/öz olarak gelmiş olsaydı, ayetlerde okuma kavramından öte Hz. Peygamberin bu manaya anlam vermesi üzerine vurgu yapılırdı. Ama bunun böyle olmadığı gayet açık ve nettir. Sözün özü vahiy Hz. Peygambere mana olarak değil şu an Mushaf’ı biz nasıl okuyorsak aynı şekliyle melek tarafından söz/ kelime olarak gelmiştir.

Ömer’in de kızı olan Hz. Peygamberin hanımlarından Hz. Hafsa’ da duruyordu.

Kıyamete Kadar Sürecek Koruma

Hz. Peygamber zamanında toplanan ve kitap haline getirilen Kur’an; Hz. Ebu Bekir döneminde elde bulunan Kur’an nüshalarının ve hafızların hafızalarındaki metinlerin teyidi için büyük bir imkân olarak kullanılmıştır. Hz. Hafsa’da bulunan bu Mushaf, Hz. Osman zamanında çoğaltılmak için Hz. Hafsa’dan alınmış ve çoğaltma işlemi yapılarak Hz. Hafsa’ya iade edilmiştir. Tarih şunu kayıt düşmüştür ki; hafızlar tarafından ezberlenen, Hz. Osman zamanında çoğaltılan ve bazı İslam Beldelerine dağıtılan ve günümüze kadar gelen Kur’an nüshaları arasında hiç bir fark bulunmamaktadır. Bundan 1400 küsür sene önce inmiş ve “O zikri biz indirdik, koruyucusu da biziz”, ayetinin biz bu Hz. Peygamberin Tebliğ zamandaki şahitleriyiz. Bu öyle bir gerçektir ki Esnasındaki Koruma Vahiy Meleğinin Levh-i Mahfuz’dan aldığı vahyi, Hz. Peygamber melekten sözlü olarak aldığı içerisinde hiç şüphe olmaksızın, insan, cin ve şeyvahyi olduğu gibi tebliğ etmiştir. Bu tebliğ esnatan sözü karışmaksızın 21. yüzyılda vahiy sanki bu sında eksik kalan, unutulan, gizlenen bir vahiy gün iniyormuş gibi okuyabilmekteyiz. Kur’an’ın bir kesinlikle söz konusu değildir. Yine bunun yanında mucizliği de bu olsa gerek. Hz. Peygamberin de kendinden bir şeyler katması Şu da bir gerçektir ki bu gün gerek Avustralya’da söz konusu değildir. ki bir Mushaf, gerek Avrupa’da ki bir Mus“Bakın! O, Âlemlerin Rabbi tarahaf, gerek Amerika Kıtası’ndaki veya “Bu fından indirilmiştir. Eğer o peydünyanın herhangi bir yerindeki Kur-an’ı Allah’tan gamber kendi sözlerinden Mushaf’ı karşılaştırdığımızda başka birisinin indirmesi bazılarını bize isnat etseydi, hepsinin ayetlerine, kelimedüşünülemez bile. O, sadece, biz onun gücünü kuvvetini lerine, harflerine kadar aynı kendisinden önce indirilen elinden alırdık. Sonra da olduğunu göreceğiz. Yine vahiyleri doğrulayan bir kitap onun can damarını kopafarklı fırkaların elinde bulurıverirdik. O vakit içiniznan Mushaf’ları karşılaştırve Alemlerin Rabbi tarafından den hiç kimse buna engel dığımızda gerek Sünni dünindirilen ana kitabın hiçbir olamazdı.”(Hakka-43/47) yada, gerek Şii dünyada vb. şüphe içermeyen Ayetin ifadesinden de anfırkalarda okunan Mushaflar’ı açıklamasıdır”. laşılacağı üzere Hz. Peygamda karşılaştırdığımızda hepsinin (Yunus-37) ber vahyi ulaştırma görevini en iyi harflerine kadar aynı olduğunu göşekilde yapıyor ve vahye kendinden receğiz. Bu da göstermektedir ki gerbir şeyler eklemesi durumunda uğrayacağı çekten bu Kur’an korunmuş muciz bir kitaptır. şiddetli bir azapla uyarılıyor. Yine biliyoruz ki Hz. “Bu Kur’an’ı Allah’tan başka birisinin indirmesi Peygamber gelen vahyi vahiy kâtibi denile kişilere düşünülemez bile. O, sadece, kendisinden önce inyazdırıyordu ve yazılan nüshaları da evinde sakdirilen vahiyleri doğrulayan bir kitap ve Âlemlerin lıyordu. Hz. Peygamberin yaşarken Kur’an kitap Rabbi tarafından indirilen ana kitabın hiçbir şüphe haline getirilmiştir. Ve kitap haline gelen nüsha Hz. içermeyen açıklamasıdır”.(Yunus-37)

Kış 2014 I 13


YARDIM

Yazı: AYDIN GEZER < aydin@emreistikam.com

I R A L K U C O Ç N İ N ’ E M T A Hüzün ve sevinçle koyulduk biz bu yola, amacımız biraz olsun dindirebilmekti kanayan yarayı, belki yeterli değildi götürdüklerimiz ama biraz da olsa acılarını unutturabilmekti kardeşlerimizin… Hatay Havalimanına Cuma (20.12.2013) saat 19:30 sıralarında indik ve Antakya’ da bir ağabeyin evinde bir gün misafir olduk. Ertesi sabah Reyhanlıdaki İHH merkezine gittik. Cilvegöz sınır kapısına giderken yolun sağ tarafında bulunan uzun bir ticari tır kuyruğu vardı. İnsani yardım getiren tırlar belli saatler arasında geçiş yapıyorlarmış. Tırımızın geçiş işlemleri ile biraz uğraştık çünkü tırımız tam sınır kapısına geldiğinde arızalandı. Bundan dolayı biraz vakit kaybettik ama hamdolsun sorunu çözdük. Bab-el Hava’ da tırlar için ayrılmış bölge vardı. Suriye ye gelen tırlar bu bölgeye gelip Suriye ye ait tırlara

14 I Müslüman Genç Davetçi

aktarılıp İHH nın deposuna götürülüyordu. Tırlar için ayrılmış bu bölgede çalışanların çoğu çocuklardan oluşuyordu. Tırımızı gördüklerinde hamala ihtiyaç olduğunu anlayınca etrafımızı sardılar. Başında duran ağabeyleri belli kişileri seçip 6-7 kişi ile yükümüzü aktardılar. Tabi akşam olduktan sonra hava çok soğuduğu için etrafımda titreyen çocukları görmeye başladım. Üşüyorlardı, çünkü ayaklarındaki ayakkabılar yıpranmış bir vaziyetteydi, üzerlerinde ise mont yoktu. Tahminen yaşları 10-15 yaşlarında küçücük elleri ile taşıdıkları kartonların altlarında kayboluyorlardı ve su sıkıntısı çektiklerinden dolayı yıkanamadıkları belliydi. Olsun bedeni pis olsa da yürekleri tertemizdi kardeşlerimin. Evine ekmek parası götürebilmek için çalışmak zorundaydılar. Çünkü her birisinin bakmak zorunda olduğu bir ailesi vardı. Nihayet tırımızı depoya ulaştırabildik saat geç olduğundan indirmesi ertesi güne kaldı. Üşümüştük çünkü Suriye’de güneş battıktan sonra hava buz gibi oluyordu. Ertesi sabah muhaliflerin elinde olan


YARDIM

cuke etrafımız ço in y ve ı d a ıl rş klar ka ardı. nırda bizi çocu lerine giriyorl sı ir b a d ir b ız in ım iç ığ şt ek tabilm cuk a yakla ı nede olsa ço r vardı bize sa e sınır kapısın le rd er z a z ü rl re o k çe y a i şı ib lm la g rı a y k et A ri ile şa ta, gofr ı. lerinde çikola an da birbirle d el n u a y ld o ir d b r buluyorlard e r le il a y r rl şe o la y ir şı b lı k ça ca a a e oynay şey satmay bile kendilerin e d Biryandan bir in is er iç tı bu kadar sıkın

Rakka şehrine gitmek için yola çıktık, şehre gidene kadar birkaç kere durdurulduk. Çünkü yolun belli bölümlerinde araçları kontrol etmek için kurulmuş yol-kontrol noktaları bulunmaktaydı ve bu kontrol noktalarındaki kardeşlerimizin çoğu gençti yaklaşık yaşları 15-20 yaşları arasındaydı. Lise çağındaki bu gençler üzerlerine çok büyük bir sorumluluk almışlardı, gözlerine baktığımda bu gençlerin her birinde cesaret ve azim görüyordum. Pazar yerinde yine çalışan çocuklar karşımıza çıkıyordu ve yabancı olduğumuz için bizlere bir şeyler satmanın peşindeydiler. Şehrin içerisi hareketliydi, ticaret biraz da olsa işliyordu. Şehri gezerken gözüme küçük bir kız çocuğu ilişti, ellerindeki poşetleri taşımaya çalışıyordu. Birkaç adım gidip dinleniyordu, ellerindeki poşetler belli ki ona ağır geliyordu. Aklıma İstanbul’daki çocuklar geldi. Aileler çantanın ağırlığından dolayı çocuklarına kıyamadıklarından Onları okula kendileri getiriyorlardı. Ama Suriye’de tam tersiydi, annesi evdeki küçük kardeşleri ile ilgilenirken yaşı biraz büyümüş

olanlar böyle sorumluluklar altına giriyordu. Şehrin içerisinde bulunan bir okulda, evleri bombardıman sonuncu yıkıldığı için sınıfları oda halinde kullanan aileler vardı. Kocaman sınıfın içerisini örtüler ile bölmeler yapıp küçücük soba ile ısınmaya çalışıyorlardı. Sınıfların içerisinde su dolu bidonlar, birkaç tabak kaşık ve bir de gelen yardım kolileri… Yüzümüz yerde, yüreğimiz burkuk… Oradan ayrıldık. Depoya giderken aracımızın benzini bittiği için belli bir mesafe yürümek zorunda kaldık. Giderken sağımızda ve solumuzda çadırlar içerisinde kalan halkı gördük; çadırların etraflarında oturan yaşlılar, kadınlar ve çocuklar vardı, çaresizce bekliyorlardı. Yol kenarlarındaki ağaçların çoğu kesilmiş vaziyetteydi, yakacak bir şeyler bulabilmek için bu ağaçları kesiyorlardı. Ve yürürken etrafımı ara ara çocuklar sarıyordu. Arapça bir şeyler söylüyorlardı ama arapça bilmediğim için hiç bir şey anlamıyordum, büyük bir ihtimalle bir şeyler istiyorlardı. Çocukların çoğunda ayakkabı yoktu; ya yalın ayak geziyorlardı ya da terliklerle. Onların üzeri-

Kış 2014 I 15


YARDIM ne giydikleri kıyafetler ya büyük oluyordu ya da küçük. Yürüyerek gerçekleştirdiğimiz bu yolculuğun sonunda içimde yine hüzün vardı. Depoda çalışanların yaşları büyüktü ve yardım malzemelerinin indirilmesi daha hızlı oldu. Deponun içerisi sürekli hareketliydi yardım tırları geliyor boşaltılıyor bir yandan da ihtiyaç sahiplerine dağıtılmak üzere kamyonetlere konuluyordu. Ayrılmadan önce Cilvegöz sınır kapısına yakın yere gelişi güzel bir şekilde uçaktan bomba atıldı. Uçak çok yüksekten uçtuğu için uçağı göremedik ve bu patlamaya şahit olduk. Bomba büyük bir gürültü ile patladı ve bombanın düştüğü yerde büyük bir toz bulutu oluştu. Bize uzaklığı yaklaşık 2-3 km uzaklıktaydı herhangi bir zayiat olup olmadığını öğrenmek için hemen oraya yakın bir yere gittik hamdolsun bomba boş araziye düşmüştü. Ayrılmak

16 I Müslüman Genç Davetçi

üzere sınır kapısına yaklaştığımızda sınırda bizi çocuklar karşıladı ve yine etrafımız çocuklar ile doldu; ellerinde çikolata, gofret gibi çerezler vardı, Bize satabilmek için birbirlerine giriyorlardı. Biryandan bir şeyler satmaya çalışıyorlar, biryandan da birbirleri ile şakalaşıyorlardı. Ne de olsa Atme’nin çocukları da çocuktu. Çocuklar sıkıntı içerisinde bile olsa kendilerine oynayacak bir şeyler bulabiliyorlardı. Ve ayrılma vakti gelmişti, yardım gönüllüsü olarak merak ve heyecanla geldiğimiz Suriye’den içimiz buruk ve hüzünlü bir şekilde ayrıldık. Kardeşlerimizi dualarımızda unutmama temennisiyle Allah’ emanet olun esenlikler ve güzellikler tüm Müslüman kardeşlerimizin üzerinde olsun inşallah. “Suriye’de çaresiz halkın yaşadığı trajedi, kimyasal silahların imhası kadar ilgi görmüyor. Bir battaniye, sıcak bir yemek için gözleri yolda bekleyen insanların ülkesi haline geldi Suriye. Suriyeli çocuklar açlıktan ve soğuktan ölüyor dünya ise bunu bir film gibi izliyor.”


Hazırlayan: MÜSLÜMAN GENÇ DAVETÇİ

RÖPORT AJ

Çeçenistan cihadının önemli isimlerinden olan Cunud-uş Şam Komutanı Müslim

Tercihimiz kafirlerin silahları değil

Röportaj mail yoluyla yapılmıştır.

Mü’minlerin duası

MGD Komutan Müslim’i tanımak istiyoruz. Kendinizden, geçmişinizden bahseder misiniz? İlk defa Çeçenistan’da gördüm bu işlerin nasıl başladığını. İlk zamanlar İslami bilgilerim epey zayıftı. İslam’ın ne olduğunu anlamıyordum, bildiklerim ile değerlendiremiyordum İslam’ı. Hattab’ın gelmesiyle beraber cihat etmeye başladık ve artık İslam’ın ne olduğunu, cihadın ne olduğunu öğrenmeye, anlamaya başladım. Cihadın nasıl olması gerektiğini ve neden cihad ettiğimizi

daha iyi anlamaya başladım. Müslüman’ın hangi pozisyonda durması gerektiğini anladım, bütün bunlar gözlerimi açtı. Ve ne olup bittiğini görmeye başladım. Ben Hattab gibi Ebu Cafer gibi Ebu Velid gibi kardeşler ile tanışmaktan çok memnunum. Onlardan çok şey gördüm, çok şey öğrendim ve onlardan birçok kabiliyet aldım. Ben onların iç dünyalarını, amaçlarını, ne için cihat ettiklerini gördüm. Burada nelerin yaşandığını ve Çeçenistan için nelerin olabileceğini daha iyi gördüm. Bence Müslümanların arasında böyleleri çok az bulunuyor…

Kış 2014 I 17


AJ RÖPORT Cihad, sadece tetik düşürmek değildir. Cihad bütün Aynı şekilde burada da İslam çok zayıf fakat buranın hayatı kuşatır. Eğer sadece savaş düşünülürse cihad insanları dinlemeye anlamaya öğrenmeye ve kabul için bu yetersiz kalır. Bu pencereden, bu kardeşlerin etmeye hazırlar. Bu insanlarla çalışmak daha kolaydır. savaşta nasıl güzel savaştıklarını, hem Müslümanlar MGD Bir muhacir mücahit olarak Suriye halkı ile hem de düşmanlar ile savaşta bile ne kadar hakkı tarafından nasıl karşılandınız? koruduklarını gördük. Ne zaman ki 3 yıllık ara dönem Suriye halkı; mücahitleri, muhacirleri çok seviyor. oldu iki savaş arasında. Onlarla çok güzel bir progBizim buraya gelmemizle Suriye halkı bizi çok iyi karşıram geçirdik barış zamanında. Bu zamanda da ladılar, çok iyi ağırladılar, biz onlardan sadece iyi onlardan çok şey öğrendik, maharetli bir şeyler gördük. Bizim buraya geldiğimizde Cihad, şekilde sadece savaşta değil barış zabirçok ihtiyaçlarımız vardı ve buranın manında da insanlarla nasıl çalışıhalkı sevinçle mutlulukla bu ihtisadece tetik düşürmek lacağını öğrettiler bize. yaçlarımızı giderdiler. Onlara güdeğildir. Cihad bütün hayatı Bu kardeşlerimizden ve zel söz demek yeterli oluyordu kuşatır. Eğer sadece savaş diğer Çeçen kardeşlerimizve sana kalplerini tamamen düşünülürse cihad için bu den Aslan Maşadov, Şamil açıyorlardı. yetersiz kalır. Bu pencereden, Basayev,Cevher Dudayev ve MGD Suriye halkına yöbu kardeşlerin savaşta diğerlerinin Allah şahadetlerini nelik çalışmalarınız var mı? nasıl güzel savaştıklarını, kabul etsin, bütün bu öğrendikVarsa bahseder misiniz? savaşta bile ne kadar hakkı lerimizi burada hayata geçirmek Bizler burada kurtarılmış bölkoruduklarını istiyoruz… gelerde sırf silahla savaşmıyor, gördük. Hattab, Çeçenistan’a ilk geldiğinde aynı zamanda halka da çeşitli yarinsanların birbirlerine tapındıkları bir cedımlarda bulunuyoruz. Örneğin eğitim halet ortamı vardı. Onlar, Hattab’ın Vahhabilik konusunda yardımcı oluyoruz ve gıda yardımve yeni bir İslam ile geldiğini söylüyorlardı. Fakat Hatlarında bulunuyoruz. Aynı zamanda bir medresemiz tab, onlara yumuşak ve bilgece yöntemleri ile doğru var. Orada arkadaşlarımız ders veriyor ve geleceğin olanı anlattı. Ve halk, İslam ile yavaş yavaş doğru oladavetçilerini yetiştiriyoruz. Onlara doğru İslam’ı anlana yönlendi. tıyoruz. Onlar da kendi köylerinde aynı daveti yürüteSuriye’de görüyoruz ki nerdeyse aynı fotoğraf cekler. Aynı zamanda Şeriat mahkemelerini kuruyoruz mevcut. Çeçenistan’da da aynı şeyleri görüyorduk, İski şeriatla hükmolunsun, aynı zamanda halkı, Müslülam çok zayıf idi ve yol çok çetindi. Doğru olan şeyleri manların içinde olan münafığı, fasığı ayırt edebilsinler söylediğinizde sizi kötüleyebilirlerdi, küfredebilirlerdi. diye şuurlandırıyoruz. Ayrıca yeri geldiğinde köylerin

18 I Müslüman Genç Davetçi


RÖPORT AJ yollarını da yapıyoruz. Burada iş yok, savaş var; inailelerine, kimsesi olmayan evlerinde erkek olmayan sanların her şeye ihtiyacı var. Her ne kadar elimizde ailelere yardımı ulaştırmaya gayret ediyoruz. büyük imkanlar olmasa da, kendimizin de birçok şeye MGD Türkiye’de şöyle bir algı oluşturulmaya ihtiyacı olsa da elimizden geldiği kadar bizim elimizde çalışılıyor. Sanki direniş grupları Esed’le savaşmayı olanı onlarla bölüşüyoruz, paylaşıyoruz.. bırakmışlar da birbiriyle savaşıyorlar. Sizin diğer diMGD Türkiye halkından beklentileriniz nelerdir? reniş gruplarıyla ilişkileriniz nasıl? Suriye ve Türkiye iki sınır komşusudur. Biz onlarProblemler mevcut, evet. Fakat problem her dan yardımlarına devam etmelerini, insani yardımlayerde var, cihadın olduğu olmadığı her yerde probrına ve bize desteklerine devam etmelerini istiyoruz. lem olabilir. Özellikle cihadın içinde Suriye’de neler Türkiye halkına teşekkür etmek istiyoruz ki burada olduğunu anlamaya çalışırsak, burada bütün Müslüonların yardımı ve desteği var. Fakat buradaki manlar toplanmış durumda, dünyanın her köihtiyaç da çok fazla. şesinden insan görebilirsiniz. Bunların bir MGD Şu anda Suriye’de acil olakısmı İslam’ı daha yeni kabul etmiş Çeçenistan’da da rak ne tür malzemelere ihtiyaç ya da İslam’ı yeni öğrenmeye başaynı şeyleri görüyorduk var? lamış kardeşler. Daha tamamına İslam çok zayıf idi ve yol çok Şimdi kış geliyor, sıcak tutahâkim olamamış hani burada çetindi. Doğru olan şeyleri cak şeylere ihtiyacımız var: elyaşayanlar zaten bu hal üzesöylediğinizde sizi kötüleyebibise battaniye gibi ve gıda madrelerdi. Fakat dışarıdan gelen lirlerdi. Aynı şekilde burada da delerine ihtiyaç var. Lazkiye’de kardeşlerden bir kısmı tam İslam çok zayıf fakat buranın bulunuyoruz. Yardımlar buraolarak İslam anlayışına hâkim insanları dinlemeye ya yeteri kadar gelemiyor ve olamamış kardeşlerdi. Dar bir anlamaya öğrenmeye ve burada gıda maddelerine ihtiyaç bakış açısıyla, bazı ayet ve hadiskabul etmeye var. Buraya yardımların ulaşması leri öğrenerek İslam’ın tamamını hazırlar da zordur. Çünkü Türkiye sınırında öğrendiklerini düşünüyorlardı. Fakat Alevi yerleşim yerleri var ve buradan İslam bütün hayatı kapsıyor çok açık çok yardım geçirmek zor buraya. Ta Halep tarafındaha geniş. Problem biraz buradan kaynakladan yardımlar geliyor ve o da zor oluyor. Türkiye’den nıyor. Kardeşler birbirlerini anlamıyorlar, birçok farklı kardeşlerimizin gönderdikleri yardımları burada belircemaat ve grup mevcut. Her ne kadar Lailahe illallah lediğimiz yerel arkadaşların rehberliğinde gerçekten bayrağı altında savaşıyor olsalar da çok fazla düşünihtiyaç sahiplerine dağıtmaya çalışıyoruz ve her tarafce, cemaat, görüş mevcut ve kardeşler problemlertan yardım almak için yanımıza gelen insanlar oluyor. den sıyrılamıyorlar… Daha çok kadınlara ve çocuklara, ihtiyarlara, şehit Kötü olan şu ki, dışarıdan ekonomik sosyal yardımlarda bulunan insanların da sıkıntıları var. Burada genellikle gençler savaşıyorlar. Yardım yapan kişiler de nereye yardım ettiklerini, nereye finans sağladıklarını düşünmek ve dikkatli olmak zorundalar. Burada birçok grup ve cemaat var. Yardım eden insanlar, bu cemaat ve grupların insanlarla, halkla nasıl ilişkileri olduğuna, yaptıkları işin ne kadar doğru yolda olduğuna bakmalılar. Yardım edenler, bunlara dikkat etmeden sıradan herkese yardım ediyorlar. Tabi ki bu yardım eden insanlar tek başına buradaki sorunları çözemezler. Biz de içeriden bu durumun düzelmesi için gayret ediyoruz. Çünkü buradaki durum ciddi. Her ne kadar sorun olanlar sayı olarak az olsalar da onlar daha fazla görünüyorlar, daha fazla sesleri çıkıyor, daha

Kış 2014 I 19


AJ RÖPORT yüksek sesle konuşuyorlar ve bizi sevmeyen cihada karşı olanlar ise onları ön plana çıkarıyorlar, sanki burada bütün herkesi sorun ve sorunlu gibi gösteriyorlar. Aslında problem oluşturanlar oran olarak mücahitler içerisinde çok küçük bir paya sahipler. Lakin bunlara daha fazla yardım ediliyor, daha fazla destek çıkılıyor hatta gerçek ihtiyaç içerisinde bulunup doğru yolda olan büyük kısımdan daha çok yardım ediliyor. Belki yüzde on ya da on beş kadar mevcutları var. MGD Türkiye medyasında özellikle Lazkiye taraflarında direniş gruplarının Alevi, Nusayri ve Şiilere dönük işkence ettikleri onları, köylerinden sürdükleri, kafalarını kestikleri, tecavüz etikleri gibi haberler çıkmaktadır. Bu hususta ne söylemek istersiniz? Böylesi haberleri şaşkınlıkla karşılıyorum. Çünkü bir seneden fazla bir süredir Lazkiye’deyim ve böyle bir şey ne gördüm ne de işittim. Eğer son Durin (Lazkiye) olaylarından bahsediliyorsa benim bildiğim kadarı ile orda savaş esnasında kadınları çocukları ve yaşlıları biz koruduk ve oradan çıkardık. Aslında söylenenin aksine bombardımanda yaralananları biz tedavi ettik, yemeklerini verdik. Hatta çocuklarını okula gönderdik. Şunu söylemek gerekirse onları neden elimizde tutu-

20 I Müslüman Genç Davetçi

yoruz. Esed’in hapishanelerinde bizim bacılarımız var ve onlara kötü muamele yapılıyor, tecavüze uğruyorlar, öldürülüyorlar, işkence ediliyorlar. Bizim elimizde kanıtlarda var ki Nusayriler, sıradan kadınları, erkekleri, çocukları kesiyorlar. Biz bunlarla elimizdekilerle değiştirmek istiyoruz. Bütün bunları konuşmayan gündeme getirmeyen insanlar sanki biz Nusayrilere kötü muamele ediyormuşuz gibi gösteriyorlar. Belki şunlar olmuş olabilir. Bizim yanımıza Nusayri katliamlarından kurtulup gelen, kaçan insanlar var. Kardeşleri, anneleri, akrabaları öldürülmüş ve eziyet edilmiş insanlar. Belki onların yaptıkları fevri şeyler olabilir. Lakin bunu Nusayrilerin sistematik olarak yaptıkları karşısında bunları bile konuşmak abestir. İki orduyu ele alalım: Esed’in ordusu hesapta düzenli ordu organize ve bütün kuralların işlediği ordu. Bu ordu söylenenleri yapıyor, köylere giriyor, çocukları, kadınları öldürüyor, eziyet ediyorlar. Ve böylesi birçok olay var. Hem internette hem bizim bildiğimiz. Bizim ordumuza bakacak olursak Müslümanların ordusuna hatta Durin (Lazkiye) olayına bakalım. İşin büyük kısmını biz gerçekleştirdik. Kendimden bahsedeceğim; Operasyon başlamadan önce ben bütün mücahitlere konuşma yaptım ve onlara kimleri öldü-


RÖPORT AJ

rüp kimleri öldüremeyeceklerini emrettim. Ben kendi medi, fakat bu tarafta istisna bir iki olayı büyütüyorlar kardeşlerime kadınları, çocukları ve ihtiyarları kesinve bütün Müslümanları yaftalıyorlar. Nusayriler bülikle öldüremeyeceklerini, onlara dokunmanın yasak tün bunları bilmelerine rağmen yardımlarını kesmediolduğunu söyledim. Hatta size karşı savaşmayan ler, fakat bizi destekleyen Müslümanlar bir iki olaydan teslim olanları dahi öldürmelerini yasakladım. Ben sebep bizleri yargılıyor ve yardımlarını kesiyorlar. Valonlara dedim ki onlardan ne kadar canlı ele geçirirsek lahi buradaki ihtiyaç sahibi kardeşlerine yardım etmeesir düşen kardeşlerimizle, bacılarımızla özgür yen, böylesi sebeplerden ötürü yardımlarını kılabiliriz. Ve sadece değişim için değil; kesen Müslümanların imtihan gününde teslim olanları öldürmeyi kesinlikle işleri zor olacaktır. Suriye öyle yasaklıyorum. Bu diğer cemaatMGD Suriye direnişinin arkabir bölge ki bütün ülkelerin lerde ve gruplarda da böyledir. sında Suudi Arabistan, Katar, ilgisini çekiyor. Hatta sadece Tekrardan söylemek gerekirse ABD ve Avrupa var diyenler. çevresindeki ülkeler değil dünyada mücahitlerin içinde onlardan Direnişçilerin Amerikancı, bulunan diğer ülkelerin de ilgisini büyük eziyet görmüş insanlar Avrupacı olduğu iddialaçekiyor. Burada olanlarla da var. Annesini, kız kardeşirına nasıl bakıyorsunuz? Amerika, Avrupa ve diğerleri ni kaybetmiş insanlar... Bütün ABD’nin, Avrupa’nın Suriye ilgileniyor. Her ülkenin kendine bunları kontrol etmek mümkün direnişine bakışını değerlenolmayabilir. Belki içlerinden biri dirir misiniz? göre çıkarları düşünceleri birini bir yerde öldürmüş olabilir. Suriye öyle bir bölge ki bütün mevcut Fakat bizim bulunduğumuz yerde böyülkelerin ilgisini çekiyor. Hatta sadele bir şeyin gerçekleşmesine izin vermedik. ce çevresindeki ülkeler değil dünyada Şunu da düzeltmek istiyorum, izah etmek istiyobulunan diğer ülkelerin de ilgisini çekiyor. Burarum. Çatışmaların yaşandığı sınır bölgesinde köyler da olanlarla Amerika, Avrupa ve diğerleri ilgileniyor. var, fakat orada insanlar çatışmadan ötürü kaçmış Her ülkenin kendine göre çıkarları düşünceleri mevcut. durumdalar. O köyler boşaltılmış durumda. Yani oraBazıları Esed’in yanında duruyor. Bazıları mücahitlerin larda sivil halk yok. yanında görünüyor. Eğer Amerika’nın, Rusya’nın MüsBen bu haberler karşısında şaşırıyorum. Sadece lümanların, mücahitlerin yanında olduğunu düşünen Banyas’ta 800 insan katlettiler. Her hangi bir şey denve bundan ötürü yardım etmeyen bir görüş varsa bu

Kış 2014 I 21


AJ RÖPORT da çok yanlış bir düşünce ve görüştür… MüslüTürkiye’den muhacirler var. Arap dünyasından gemanlar buraya yardım etmelidirler… len kardeşlerimiz var. ve ensar olan buranın yerel Direnişçilerin arasında Amerika’nın ve halkı da var. Aslolan ensardır. Biz onlar ile çalışıyoRusya’nın veya diğerlerinin desteklediği guruplar ruz. Cemaatin içinde her yerden mücahit mevcut. olabilir. Peygamber Aleyhisselamın etrafında da MGD Grubunuzun mensuplarının KafkasyalılarKureyşlileri tutan mürtedler vardı. Bunlar burada la sınırlı olmadığının anlaşılması için sormuştum da olabilir. Fakat bunlar gerçek güç sahibi değilBiz asıl unsur olarak ensarı yani Suriye halkını lerdir ve küçük gruplardır. Burada asıl güç Lailahe görüyoruz, onlarla çalışıyoruz ve çalışmak istiyoİllallah bayrağı altında savaşan kardeşlerimizdir. ruz. cihad onları daha yakından ilgilendiriyor. ÇünBiz bugün Amerika’nın ya da diğerlerinin yardıkü bu toprakların asıl sahipleri onlar. mına bakmıyoruz. Müslümanlar birbirlerine yarMGD Esed askerileri arasında Türkiye kökendım etmek zorundadır. Müslümanlar birbirlerine lilere hiç rastladınız mı? yeterler. Kimin savaşmaya gücü yetiyorsa gelBöyle bir gurubun olduğunu duydum ama meli, onu yapamayıp imkanı olan, sikendim görmedim, rastlamadım… lah, elbise, maddi manevi destekte MGD Son olarak Kafkas direbulunmalı, dua etmeli. nişi ile ilgili değerlendirmeleriEğer bize seçmek için Eğer bize seçmek için nizi ve geleceğe yönelik önkâfirlerin tankları, uçakları kâfirlerin tankları, uçaklagörülerinizi alabilir miyiz? karşılığında müminlerin duası rı karşılığında müminlerin Ben Suriye’ye gelmeönümüze koyulsa idi biz müduası önümüze koyulsa idi den önce Kafkasya’ya minlerin duasını seçenlerden biz müminlerin duasını segitmek istedim. Lakin birolurduk. Çünkü Müslüman’ın çenlerden olurduk. Çünkü çok sebepten ötürü bu duası daha güçlü ve kuvvetli Müslüman’ın duası daha mümkün olmadı. Tabii ki silahtır. Biz kafirlerden güçlü ve kuvvetli silahtır. Kafkasya’da olan biten bizi hiçbir şey istemiyoruz Çünkü kâfir eğer sana yardım çok derinden ilgilendiriyor ve eder ise senden sonrasında yüz eğer herhangi bir imkân olursa katını almak ister. Biz kâfirlerden buradan sonra Kafkas cihadına da hiçbir şey istemiyoruz. yardım etmeyi düşünüyorum. Silahlı bir MGD Suriye cihadıyla Filistin’in Mescid-i şekilde oraya gitmek mümkün olmadığından biz Aksa’ın özgürlüğü arasındaki ilişkiden söz edeburada Suriye’de bulunuyoruz. İnşaallah burada, bilir misiniz? Suriye’de gerçekten İslam hâkim olacak, sonrasınVallahi Müslümanlara zulmetmemeleri için biz da bu topraklar özgürleşecek inşallah. Biz nerede her yerde yardımda bulunmak isteriz. Elbette ki yardıma ihtiyaç var ise oraya da gideceğiz. İnşaallah zulüm gören bütün Müslümanlar için MGD Sorularımızı samimi ve içten bir şekilde Allah’ın (cc) bize ayırdığı süre boyunca her yerde cevapladığınız için çok teşekkür ederiz. bulunmak isteriz. Elbette ki Filistin’de de kardeşlerimiz var ve Mescid-i Aksa bizim için çok önemli, özgür kılınması için kalbimiz sızlıyor ve orası için de yardımda bulunmak isteriz. Bizim buradaki cihadımız Mescid-i Aksa’nın hatta Mescid-i Haram’ın kurtuluşu için bir adımdır. MGD Sizin grubunuz(Cunud-uş Şam) direnişçileri genelde Kafkas kökenli midir? Suriye kökenli veya diğer ülkelerden de katılımlar var mı? Özellikle kimin çok sayıda olduğunu ayırt etmek mümkün değil. Burada Kafkaslardan Avrupa’dan

22 I Müslüman Genç Davetçi


SORUŞTURMA Müslüman Genç Davetçi Dergisi olarak her sayımızda özellikle Müslümanların gündemlerinde yer bulan meseleleri camiamızın değerli fikir önderleri ve camia temsilcileri ile ele almak ve camiamıza ufuk açabilmeyi murad etmekteyiz. Bu sayıda ele alacağımız gündem şöyledir: Son günlerde Hükümet ile Fethullah Gülen Hocaefendi Cemaati arasında eğitim sistemi üzerinden yaşanan tartışma gerek ülke gerekse de Müslüman camianın gündemini meşgul etmektedir.

1

28 Şubat süreci ve sonrasını bugünü anlamaya zemin teşkil etmesi bağlamında nasıl okuyabiliriz?

2

Sizce Ak Partinin dershaneler üzerinden planladığı eğitimde dönüşüm projesi eğitim-siyaset ilişkisi içerisinde nereye tekabül etmektedir?

3

Gülen grubunun bu konudaki tepkisini abartılı buluyor musunuz ve bu tepkinin kilit kodlarını çözme anlamında neler söyleyebilirsiniz?

4

Post-Ergenekon süreçte iç iktidar mücadelesinde dershane tartışması ne anlam ifade etmektedir?

5

Ak Parti-Gülen grubu geriliminin geleceği hakkında bir yarın değerlendirmesi yapabilir misiniz?


URMA T Ş U R O S

HAMZA TÜRKMEN

HAMZA TÜRKMEN Haksöz Dergisi

Yerel Vesayetten, Küresel Vesayete 1) 28 Şubat süreci Merkez’in Çevre’ye ve İslami kazanımlara fikri, siyasi, ekonomik olarak açtığı bir savaştı. Ekonomik alanda Müslüman müteşebbislerimizin vahyi ölçülere dikkati büyük ölçüde azalmıştı. Gerek “kurumlaşmak” hevesiyle yaşanan ölçü savrulmasına, gerek “yeşil sermaye” denilen dindar müteşebbis çevreye Merkez’in gerçekleştirdiği saldırı ve operasyonlar ya geri çekilmeyi ya da karşıtının yaşama tarzına benziyormuş gibi yapan bir sığınmacılığı getirdi. Real ekonomi içinde ölçü ve istişari dayanışma yetersizliğini aşamayanlar, liberal-kapitalist kurallarla davranarak kazanma yollarını seçtiler. Mülk Rabbimizin emanetiydi ve Müslümanlar para kazandıkça imkanlarını İslami açılımlar, kazanımlar ve dayanışmamız doğrultusunda harekete geçirmeliydiler. Ancak 28 Şubat süreciyle birlikte reel ekonomi alanında az sayıdaki örnek insanlarımız da istisnalaşmaya başladı. Müslüman müteşebbislerin aileleri imkanlı hale geldikçe çocukları ve çevreleri İslami niteliklerini arttıracaklarına, lüks tüketimlerini çoğalttılar. Fikri planda ise, öteki ile İslami olanı her karşılaştırdığımızda yani her tağutu, tuğyanı, Samirileşmeyi, zulmü, şirki, çağdaş firavun ve Ebu Lehebleri her anlattığımızda TCK’nın yeni yorumlar katılan kanun mad-

deleri ile bölücü suçlaması çerçevesinde DGM savcı ve yargıçlarının muhatapları olduk. 28 Şubat sürecinde İHL’leri kapatılan, tesettürleri nedeniyle okullardan atılan gençlerimizin dramını şiir kalıbına dökerek biriki cesur yürekli şair dışında diğer şairlerimiz bile şiir yapmadı-yazamadı. Mücadeleyi romantik beklentileri aşan mücadelenin içinde kazanacaklarına inananların bile yolda tanıklık, bilinç ve birikim açısından ne kadar naif ve yetersiz olduğu ortaya çıktı. 28 Şubat süreci öncesi sistem içi mücadele ile veya sistemi devirerek iktidar hedefine kilitlenen İslami duyarlılıklar, sünettullah ve merhaleci mücadele yeterliliğinden kopukluğunu bu süreçte bilfiil deneyimlemiş oldu. Ama pratik sorunları ile vahyin muhkem ölçüleri ve aslı Kur’an’da olan mütevatir sünnet örnekliği ile bağ kurup tertil fıkhı ve uygun istişari ortamlarda çözüm bulmak yerine; büyük çoğunluk romantizmlerinden beslenen sanal hedeflere ulaşamayacaklarının şok ve bunalımlarını yaşadılar. Bireyselleşme, modernleşme, dünyevileşme veya gelenekçiliğe sığınma eğilimleri, İslami bilince akması gereken İslami duyarlılığı zayıflattı. Tek kazançlı çizgi, Kur’an temelli usuli açılım ve şahitliğini tüm marjinallik suçlamalarına rağmen sürdüren ve direniş bilincini ateşleyen ıslah ve inşa çabaları oldu. 1997 Şubat sürecinin sınavlarında ayakta kalan


HAMZA TÜRKMEN

SORUŞT URMA

ve biriken tüm sürecimiz, bugün İslami duyarlılık ve ıslemeye ve geciktirmeye çalışıyordu. lah çizgisindeki İslami bilinçlenme hamlemiz için önemAncak Hakan Fidan’ın MİT’in başına getirilmesiyli bir imkandır. le rahatsızlığı İsrail’le, ABD’deki Siyonist lobiler ve 2) AK Parti sistem ve reel neo-conlarla paralelleşen Hizsiyaset içinde Merkez’i değil met Hareketi, giderek Başbakan Çevre’yi temsil eden bir oluşum. Erdoğan’ı gezi olaylarının söyleTürkiye’yi dünya sistemi içinde miyle yıpratmaya başladı. bölgesel bir güç haline getirmek 17 Aralık Operasyonu’nu başistiyordu. Bu nedenle AK Parti’ye latan hazırlıkların ipuçlarının tarİslamcılık ile Gülen hareketi hakim irade gerek Müslüman tışıldığı bir süreçte de AK Parti arasında uzlaşmaz farklılıklar coğrafya ile ilişkilerde, gerek vevar. Hayata, mücadeleye, siste- Hükümeti, 5 yıldır ertelenen rili sistemi aşmak veya o sistem dershane konusunu gündeme me, topluma, dindarlara, dünya içinde bölgesel bir güç olabilmek getirdi. İslami hareketlerine, Ortadoğu için gençlerin memur zihniyetli ve Zaten eğitim açısından bu ezdevrimler sürecine, ABD, İsrail, Batılı yaşam tarzına eklemlenen berci ve sığ düşünceye mahkum mukallitler olarak yetişmesini AB gibi küresel güç odaklarına, eden dershane sisteminin reforistemiyordu. AK Parti’deki merbu odaklara karşı verilen silahlı- me edilmesi gerekiyordu. Ama kez irade Türkiye’deki eğitim ve siyasi gereklilik bu operasyonu silahsız mücadelelere bakışta dershane sistemi içinde ergenlik acilleştirdi. Eğitim açısından zoçok köklü bir bakış farklılığı var. ve rüşd yaşına adım atan gençlirunlu olan bu operasyon, siyasi ğin enerjisini tüketen ve anlamsız bağlamda “zamansız mıydı?” çözümlemelerle onları tutarlı bilyoksa “gerekli miydi?” sorularıgi ve anlamdan uzaklaştıran konın cevabı 17 Aralık Operasyonu nuları revize veya tavsiye etmek içinde gizlidir. istiyordu. 3) Gülen Hareketi 28 Şubat Bu konu 5 yıl önce gündeme gelmişti. Ama dershasürecinde gerginliği yatıştırmak için dershaneleri neler sürecinden en fazla nemalanan ve eleman kazadevlete devretmeye hazır olduğunu ilan etmişti. Ayrınan Hizmet Hareketi, AK Parti’nin bir bileşeni olarak bu ca Mavi Marmara olayında da görüldüğü gibi Hizmet reformu, siyasetin içinde siyaset yaparak bizzat engelHareketi’nin veya Gülen Cemaat’inin otoriteye karşı


URMA T Ş U R O S

HAMZA TÜRKMEN

çıkmayı yanlış bir yöntem olarak ilan ettikleri biliniyor. Peki AK Parti Hükümeti de bir otoriteyi temsil ettiği halde, niçin konuyu pazarlık da ederek kapatma yolu değil, direniş yolu seçiliyordu? Bu tepki ve direniş yolu, 2007 AK Parti’yi kapatma davasından bu yana süren bir ayrışma sürecinin tavan yapması gibi. AK Parti’nin kuruluşunda önemli bileşenlerden biri olan Gülen Cemaati, Mütevellilerin aktarımı ile partinin kapanış sürecini şöyle okuyorlardı: “Eğer parti kapanırsa yeni bir parti kurulmalı ve başına da Erdoğan gibi sert ilkeleri olan ve küresel güçler karşısında da dik durarak gelecekle ilgili küresel ilişkileri geren bir kişi olmamalı.” Ve Erdoğan’a karşı Abdullah Gül veya ona benzer yumuşak bir kişilik önemseniyordu. Sonra Hizmet Hareketi’ne göre MİT’e İsrail ve neoconların hoşlanmadığı bir müsteşar atanması ve One Minute hadisesi uluslar arası gerilimi artırıyordu. Küresel güçlerle diyalogu en yumuşak tarzda gerçekleştirme taraftarı olan Cemaat’in karar mekanizmaları, mevcut gidişattan rahatsız oluyordu. Ve giderek Tayyip Erdoğan’ın diktatörlüğü keşfedilmeye ve Gezi olaylarının haklılık yanları dille nd i r i lmeye başlandı. Başbakanlık konutunda dinleme böceklerinin kimin tarafından yerleştirildiği ve Erdoğan hakkında terör ithamıyla suç dosyası hazırlandığı fısıltıları veya tehditleri, Ortadoğu devrimler sürecine AK Parti Hükümeti ile aynı yerden bakılmadığı ve en sonunda da süpekülatif yolsuzluk iddiaları ile ekonomik istikrarı bozarak mahalli seçimlerde Erdoğan

Hükümeti’ni başarısız kılmaya odaklanan 17 Aralık Operasyonu gündeme geldi. 17 Aralık operasyonunun arkasında bilfiil duran ve savunan Hizmet Cemaati kuruluşları, tepkinin ip uçlarını son derece netleştiriyor. Erdoğan Hükümetine karşı bu direniş ve 17 Aralık Operasyonunun polisteki ve yargıdaki Hizmet elemanları tarafından illegal yolla yürütülmesi ve bu operasyondan en fazla Gezi olayları koalisyonunun, İsrail’in, Siyonist lobilerin ve bazı Batılı güç odaklarının demeç ve yazılarıyla belirttikleri gibi sevinç duyulması şu soruyu gerekli kılıyordu: Hükümet’e karşı yapılan operasyon, Hükümet kendi yöntemini zedelediği ve laf dinlemediği için Cemaat asabiyesinden mi kaynaklanıyordu; yoksa bu asebiyeyi bilen emperyal güçler tarafından Cemaat taşeronlaştırılıyor muydu? Bu sorunun cevabıyla ilgili açılımlarımı ise Ocak 2014 sayılı Haksöz Dergisi’nde dile getirdim. 4) Dershane tartışması, Cemaat’e adam kazanmak, ekonomik gelir elde etmek, bu nemalanmalarla beraber öğrenci velileri üzerinden esnafa ve bürokratlara uzanmak, Türkiye’nin genç beyinlerini küresel sisteme entegre etmek ve kayıt dışı yardımlarla TUSKON’a uluslar arası ticarette köprü olacak okullar açmak gibi tartışma konularını gündeme getirdi. Hükümet’te yer almadan iktidar partisinin bileşeniyiz diye adli kontrol ve ekonomik kayıt dışı kalma ayrıcalığını devam ettirme, zaten bir usulsüzlüğü yaşatıyordu. Ama bu usulsüzlük yerel vesayeti geriletme konusunda Tü r k i y e ’ n i n yerel vesayetten kurtulmasına k a p ı açar-


HAMZA TÜRKMEN

SORUŞT URMA

ken, bu konuda katkıları bulunan Hizmet Hareketi’ni bir NATO ülkesi olmasına ve uluslararası anlaşmalaadeta küresel vesayet sisteminin çıkarlarıyla paralelra bağlılığına rağmen AK Parti Hükümeti’nin özellikle leştiriyordu. 1 Mart 2003 Tezkeresi’nden bu Önceden MOSSAD ajanlarının yana inişli çıkışlı da olsa, yerel sızdığı Türkiye’deki sorgulama ve küresel vesayetten kurtulma süreçleri ve takip tapeleri; artık çabası göstermektedir. Bu süreç polis ve yargı kurumları içinde en son ve somut olarak Mısır’da, Hizmet Cemaati üyelerinin eline Suriye’de, Tunus’ta görüldüğü İslamcılık ile Gülen hareketi geçiyordu. Acaba bu hukuk dışı gibi Türkiye Hükümeti’ne riskler arasında uzlaşmaz farklılıklar sağlanan bilgi ve sırlar Türkiye taşımaktadır. Aynı zamanda bu var. Hayata, mücadeleye, siste- küresel kuşatılmış ağlarına rağyararına mı kullanılıyordu; yoksa Cemaat’e avantaj sağlasın diye me, topluma, dindarlara, dünya men bölgede ekonomik olarak İsrail’le ve ABD’li güç odaklarıyla kalkınan ve tabanda sürekli geİslami hareketlerine, Ortadoğu paylaşılıyor muydu? Eğer Tayyip lişmişliği yaygınlaştıran bir Türdevrimler sürecine, ABD, İsrail, Erdoğan, çevre ve yeni bir dünkiye tüm hukuki standartlarına AB gibi küresel güç odaklarına, ya arayışına yönelen Müslüman rağmen AB’nin lider ülkelerini bu odaklara karşı verilen silahlı- rahatsız etmektedir. coğrafya için sergilediği tavrı desilahsız mücadelelere bakışta vam ettirebilme gücünü kendinde Hizmet Cemaati ise dün içeride ve kadro arkadaşlarında bulabikarşıtına sığınarak var olmaya çok köklü bir bakış farklılığı var. lirse, önümüzdeki soruşturma ve risksiz diyaloglarla büyümesürecinde bu soruların da delilli ye çalışıyordu; bugün ise küresel cevaplarına ulaşabileceğiz. güçlere sığınarak ve İslami değer5) AK Parti yönetim kadrosu, leri her geçen gün Protestanlaşreel siyaset içinde Çevre için ve İstırarak bir büyüme içinde. Ama lami kazanımlara düşmanlık yapbüyüdüğü rahim, Türkiye’nin kümadan ve Müslüman dünyadaki özgürlük hareketleriresel vesayetten uzaklaşmasını istemeyen bir karanlığı nin arkasında durarak faaliyet göstermektedir. Türkiye ifade etmektedir.


URMA T Ş U R O S

SERDAR BÜLENT YILMAZ

SERDAR BÜLENT YILMAZ Islah Hareketi

2003’te Açılan Parantez Kapandı İslamcılık ile Gülen hareketi arasında uzlaşmaz farklılıklar var. Hayata, mücadeleye, sisteme, topluma, dindarlara, dünya İslami hareketlerine, Ortadoğu devrimler sürecine, ABD, İsrail, AB gibi küresel güç odaklarına, bu odaklara karşı verilen silahlı-silahsız mücadelelere, sistemin zulüm ve dayatmalarına karşı tavır alışlara bakışta çok köklü bir bakış farklılığı var. Şöyle ki; İslamcı kesim sayılan tüm bu konularda ümmetin ve Müslümanların maslahatını merkeze alır, küresel ya da yerel zulüm odaklarına karşı yürütülen mücadeleyi onur sayar, mücadele eden kesimlerin tarz ve usulî farklılıklarına rağmen dışlamaz. Kesintisiz İslami mücadeleyi indî ve cemaatsel hesapların önünde tutar. Buna karşın Gülen hareketi dünden bugüne neredeyse her zaman her mevzuya kendi durduğu yerden ve kendi cemaatsel menfaatleri itib a r i y le

bakar. Küresel-yerel gavurlara hoşgörüyle, tarz ve düşüncesini beğenmediği Müslümanlara ise horgörüyle, nefretle yaklaşır. Mesela Filistin meselesine hiçbir zaman ümmetin genelinin hassasiyetleri açısından bakmamıştır. Bu yaklaşım en son Mavi Marmara’da kendini gösterdi. Küresel güç odaklarına bakış da aynıdır. Hareketin yayın organlarında İsrail ve Amerika aleyhinde yayınlara rastlamak mümkün değil. Bu kesimlerle uyumlu hareket etmeyi kendi cemaatsel çıkarları açısından daha uygun gören cemaat, bununla kalmayıp bu kesimlere karşı hareket eden silahlı-silahsız gruplara da terörist yakıştırmasından geri durmuyor. Aynı şekilde geçmiş yıllarda Müslümanlara zulmeden yöneticiler hakkında en ufak bir eleştiriye rastlanmaz. Süleyman Demirel’den Bülent Ecevit’e her daim bu İslam düşmanları hayırla yâd edilmiştir.


SERDAR BÜLENT YILMAZ

SORUŞT URMA

28 Şubat sürecinde de Gülen hareketinin tavrı başlayarak düzeltilmesi lazım. Ama şahsen başlanfarklı olmadı. Sokağa çıkıp zulmü protesto eden kişi ması gereken yerin dershanelerin kapatılması olduve kurumlar karalandılar. Terörist yaftası vuruldu. ğunu düşünmüyorum. Dershaneleri ihtiyaç haline Merkez medyanın dilinden daha farklı yaklaşılmadı. getiren nedenler ortadan kalkmadıkça dershaneyi Erbakan’ın hükümetten çekilmesi için baskı yapıldı. kaldırmak sorunu çözmeyecek. MGK’nın kararlarına uyulması gerektiği, “ulu’l emre Gülen hareketi için dershaneler elbette çok ehemitaat” konsepti üzerinden ifade edildi. miyetli. O kadar ki dershaneler cemaatin can damarı Dikkat edilirse Gülen hareketinin tavır ve tutuolarak algılanıyor. Öğrenci ve ailelerine ulaşmanın en munda bir tutarlılık görülecektir. Dünden bugüne güç yaygın yolu olarak görülen dershaneler, aynı zamanodaklarıyla iyi geçinme konusunda cemaatin ekonomisinde ciddi da genel bir hassasiyet vardır. bir yer tutuyor. Dershanelerden Uluslararası bir yapıya büründüözel okula, kırtasiyeler zincirinğü için artık hareket, yerel güç den, üniversite hazırlık materodakları ile küresel güç odakları yalleri basan yayınevlerine kaarasında bir çatışma varsa küredar ciddi bir “eğitim ekonomisi” İslamcılık ile Gülen hareketi sel güç odaklarını tercih ediyor. var. Elbette dershanelerin kapaarasında uzlaşmaz farklılıklar Bugün için AK Parti karşısındaki var. Hayata, mücadeleye, siste- tılmasına hareketin bu nedenlertavrı bu tutumun bir yansıması le rıza göstermesi zor. me, topluma, dindarlara, dünya olarak okunmalıdır. Ancak… Her ne kadar hüküİslami hareketlerine, Ortadoğu met-hareket kavgası dershanedevrimler sürecine, ABD, İsrail, Dershaneler ve eğitimde lerle su yüzüne çıksa da temel dönüşüm meselesi.. AB gibi küresel güç odaklarına, sebebin dershaneler olmadığıOrtak görüş; AK Parti hükübu odaklara karşı verilen silahlı- nı artık hepimiz biliyoruz. Mavi metinin en başarısız olduğu alaMarmara, Hakan Fidan hadisilahsız mücadelelere bakışta nın, bu kadar yüksek düzeyde selerinde olduğu gibi bazen su çok köklü bir bakış farklılığı var. yüzüne çıkan bu kavga, son beş ekonomik paya, okullaşmanın ve derslik sayısının artmasına altı yıldır ciddi biçimde gözlerden rağmen, eğitim alanı olduğu yöırak, sessiz ve derinden sürdününde. Bugüne kadar her gelen ğü ilgilisi olan kişilerin malumu. bakanın daha da içinden çıkılaMesele, hükümetin yürütmek ismaz bir noktaya getirdiği eğitim tediği bir takım politikalara içerkonusunda köklü mü tedrici mi hareket etmek gerekden, yani yargı, emniyet, istihbarat bürokrasisi üzerintiği konusunda kafalar karışık. den bir muhalefetin, defansın hatta karşı hamlelerin Ancak hepimiz biliyoruz ki eğitim sistemi ekonomik yapılmasıyla ilgili. Yani söylemsel bir muhalefet değil gelişmişlikle de ilgili. Üniversiteye geçişin sınava dayaçoğu zaman eylemsel bir muhalefet söz konusu. lı olduğu, mesleki yönlendirmelerin orta öğretimden Özellikle Kürt sorunu çözüm süreci, KCK operasitibaren başlamadığı, eğitimde eğilim farklılıklarının yonları ve davaları, Ergenekon ve Balyoz davaları, 28 dikkate alınmadığı ve nihayetinde gerek meslek lisesi Şubat soruşturması, hükümetin İsrail ile ilişkileri, Hagerek üniversiteden mezun olanların işsizlik sorunuykan Fidan’ın MİT müsteşarı olması, Ortadoğu devrim la karşı karşıya olduğu bir sistemde eğitim sisteminin süreçlerinde hükümetin tutumu ve benzeri konularda çözümünü dershanelerde aramak mantıklı değil. hükümet politikalarını fiilen akamete uğratmaya maAncak “böyle gelmiş böyle gitmeli” yaklaşımı da tuf girişimleri olan Gülen hareketine karşı hükümet doğru değil. Çünkü çocuklarımızın hayatını çalan, de gerekli oranda bürokratik tasfiyelerle cevap verdi onların aileleriyle ilişkilerini bozan, çocukluğunu yabugüne kadar. Bugün artık kamuoyundan gizlenen bu şamasına mani olan, hafta sonlarının dershanelerde mızrak çuvala sığmaz hale geldi ve dershaneler üzeçürütmesine neden olan bu sistemin bir yerlerden rinden kozlar paylaşılmaya başlandı.


URMA T Ş U R O S

SERDAR BÜLENT YILMAZ

Örtüşen Pozisyonlar, Ayrışan Yollar

bir güç mü vehmediyor yoksa söylendiği gibi küresel güç odaklarına mı yaslanıyor? Zahiren kendi cemaaMeclisin, yargının, yürütmenin, medyanın, sivil toptinin çıkarlarına ters olan böyle bir maceraya kendi lumun, ekonomik çevreleri kontrol eden vesayet rekararıyla mı atılıyor yoksa birilerinin talimatıyla mı? jiminin sona ermesi çok önemli bir gelişme. Vesayet Soruları çoğaltmak mümkün. sisteminin geriletilmesi ve Ergenekonvari yapılanmaSoruların cevapları da sorular gibi uzayıp gider. ların çökertilmesiyle iktidarın kullanılması doğal olaBiz sorulara cevap arayan zihinlerin işine yarayacak rak seçimle iş başına gelen hükümetlere kalıyor. Ama bir tablo çizmekle kifayet edebu durum bugüne kadar vesalim. Evet. Gülen hareketi yaptığı yetçi yapı üzerinden işlerini kotabu son yolsuzluk operasyonu ran küresel sistemin istemediği hamlesiyle gelinen noktada hübir şey. Her durumda sistemin kümetin bütün gazabını üzerine işlemesini isteyen yapılar tasfiye çekmeyi başardı. Onlarca yıldır olan yapıların yerine yeni ortakHükümet-hareket kavgası derskadrolaşmak için çaba harcadığı lar bulmakta mahirler. hanelerle su yüzüne çıksa da emniyet bürokrasisinden tasfiye Gelişmelere bakınca, çıkarları edilmeye başladı. Daha önce de örtüşen yapıların belli konularda temel sebebin dershaneler olaynı refleksleri gösterdiklerini madığını artık hepimiz biliyoruz. Hakan Fidan’a dava açılması sebebiyle kısmen HSYK’dan tasfiye görüyoruz. Pozisyonları stratejik Mavi Marmara, Hakan Fidan haedilmişlerdi. Görünen o ki yüksek mevzularda örtüşüyor. Belli gediselerinde olduğu gibi bazen su yargıdan da tasfiye edilecekler. lişmelerdeki katkıları ve tavırları yüzüne çıkan bu kavga, son beş Sıra üniversitelere, MEB’e, diğer benzer. Tabi komplo teorileri üretaltı yıldır ciddi biçimde gözlerden bakanlık bürokrasisine ve meclimek istemem. Zaten her yanımız komplo teorileriyle dolu. Öyle ki ırak, sessiz ve derinden sürdüğü se gelecek. Yurtdışı okullarındaki devlet desteğini yitirecek. Artık gerçekliği kaybetmeye başladık. ilgilisi olan kişilerin malumu. bu aşamadan sonra AK Parti ile Bugüne kadar darbeci vesayet Gülen hareketinin tekrar bir ittifak sisteminin geriletilmesi için canhıiçine girme imkânı da kalmamış raş destek veren yapının bu desgibi görünüyor. Hele de Gülen’in teğini yerine kendisinin geçmesi kendisinin kavgaya en hararetli bir için yaptığı şeklinde de okumak şekilde dâhil olmasıyla artık geri mümkün; özgürlük ve demokrasi dönüşü mümkün olmayan bir aşamaya gelindiği söylehevesine de vermek de; kendisine de yönelen ölümcül nebilir. bir düşmanı ortadan kaldırmaya çalışmak da. Vesayetin tasfiyesine ve referanduma verdiği Birkaç soru sorarak zihnimizi açmaya çalışalım: destekle son yıllarda İslamcılarla arasındaki mesafe Gülen hareketinin atraksiyonları son kertede en çok daralmıştı. Ancak bu süreçte bu mesafe bir daha kakim(ler)in işine yarıyor? Hareketin hükümetle girdiği panması imkânsız denecek kadar açıldı. Şu anda dinkavganın harekete bir katkısı var mı? Cemaatini küsdar kesimin gözünde hareket CHP – MHP – Kemalist türme, yalnızlaştırma ve küçültme pahasına hareket sol ulusalcılarla yan yana duruyor. Sadece İslamcılar niçin böyle riskli bir tavır takındı? Bugüne kadar her değil diğer dindar kesimlerin gözünde de itibarsızlaşıhükümetle iyi geçinen, 28 Şubatçı Ecevit ve Demirel’e yor. Ve doğal olarak yalnızlaşıyor. Aynı kaptan yemek bile rahmet okuyan, darbecilere ulu’l emr diyen bir yemesi mümkün olmayan milliyetçi – Kemalist keyapı neden sadece İslamcı hükümetlere karşı sesini simlerin dostluğunun ise hubb-u Ali’den değil buğz-u yükseltiyor? İktidar odaklarıyla iyi geçinmeye çalışan Muaviye’den olduğunu hareket de gayet iyi biliyor. bu yapı, yüzlerce generali içeri tıkmış, birçok darbe Son soruyu hareket mensuplarının kendilerine sormagirişimini suya düşürmüş ülke tarihinin en güçlü iktisı için kaydedelim: Sahi Hizmet Hareketi ne yapmaya darına karşı bu kadar sert muhalefet ederken neye çalışıyor? ve kimlere güveniyor? Kendisinde olduğundan fazla


FIRAT TOPRAK

SORUŞT URMA

FIRAT TOPRAK Van Genç Der

Dersane Aynasında İktidar Mücadelesi 1- 28 Şubat süreci zor bir zaman kesiti ve çok yönlü imtihanlar yumağıdır kuşkusuz. Herkesin ve her kesimin direkt ve dolaylı farklı hikayeleri olmakla beraber bugünkü AK Parti kadrolarının da içerisinde yer aldığı Milli Görüş kadrolarının - doğruları ve yanlışlarıylasürecin birincil muhatap, şahit ve mağdurları olduğu açıktır. AK Partinin doğuş vasatı da bu zamana tekabül etmektedir ki küresel egemenlerin icazeti de -iç konjonktürün müsaitliğiyle beraber- iş bu siyasi projenin oluşum etkenleri arasındadır. Adı geçen süreci Hizmet Hareketi (Gülen grubunun cemaat olarak ifadesini cemaat kavramının bir oluşuma inhisarı sebebiyle sakıncalı buluyor ve kişi-gurupların kendilerini tarif ettikleri isimle tesmiyelerini daha ahlaki olacağı kanaatini taşıyorum) teorik ve pratik teamülleri gereği güçten yana olma gibi genel bir politik duruşla fazlaca bir sorun yaşamadan atlatmayı becermiştir. Bu duruşun mahiyeti itibariyle pragmatist, ılımlı ve kutsal devlet anlayışının köktenci savunusu şeklinde tebellür ettiği genel kabul görmektedir. 2- AK Partinin eğitimde dönüşüm diye adlandırdığı proje pedagojik yönünden çok siyasi yön taşıyan bir proje olduğu kanaatindeyim. Her ne kadar iktidar çevrelerince çok önceden planlandığı, eğitimdeki eşitsizliği gidermeye matuf olduğu, dersanelerin ve der-

sane öğretmenlerinin mağdur edilmeyeceği söylense de Hizmet Hareketinin genel gücünü tırpanlama bağlamında eğitimdeki etki sahasını sınırlamaya dönük bir çalışma olduğu tartışma götürmez. Kaldı ki eğitimin yapısal sorunları dersaneden ibaret değildir ve köklü reform yapma niyet ve usulü bugüne kadar yapılagelenler itibariyle ciddi eleştiriye açıktır. Siyasi iktidarın her eleştiriyi varoluş kaygısına dönüştürmek yerine


URMA T Ş U R O S

FIRAT TOPRAK

yapıcı eleştiriye açık olması mühimdir. 3- Hizmet Hareketinin ehlince hep görülen ama kitlelerce son dönem itibariyle daha net görülen güç zehirlenmesi ve yerel /küresel politik güç odaklarının atraksiyon enstrümanına dönüşmesi vakıadır. Elbetteki dersane konusunda verilen tepki abartılı ve bir çok kişi açısından şaşırtıcı. Lakin arkaplan dikkate alındığında bu abartılı tepki anlaşılabilmektedir. Hizmet Hareketinin geleneği ve teamülleri açısından otoriteye itaatin merkezi yer taşıdığı bilinmekte. Bununla beraber belki de dış tesirlerin belirleyiciliğinde reel politiğe gömülmenin sonucu ürkütücü olmuştur ve cemaatler pratiği açısından öğretici bir deneyime dönüşmüştür. Hizmet Hareketinin vücut kimyasının bozulduğu bir süreç olarak dersane olayı aslında iş bu hareketin hormonal büyümesini temin eden faktörlere karşı ödediği bir diyet borcu olarak ta tarif edilebilir. Yaşanan sureti haktan görünen siyasi bir toplum mühendisliğinden başka bir şey değildir. Dersane, yolsuzluklarla mücadele meşruiyet araçsallığına koşulmuş retorikten ibarettir. Bunun-

la beraber toplumumuzun yolsuzluklar ve her türlü ahlaki yozlaşmaya dibine kadar battığı ve salt bir ahlak mücadelesinin herhangi bir bağlama uzanmaksızın yürütülmesinin zorunluluğu da bir kez daha belirmiştir. 4- Ergenekon sonrası süreçte boşalan zeminde alan kapma mücadelesi ile Ergenekon mücadelesindeki zorunlu ittifakın Mavi Marmara, Oslo gibi krizler, dersaneyle başlayan tartışmalar ve hükümete karşı yapılan operasyonlar kopuşun ilanı olarak da okunabilir. Egemenlerin belirleyiciliği dışında bürokratik ve sosyal örgütlülük ile Ergenekon mücadelesindeki rol sahipliğinin özgüveniyle bir güç zehirlenmesi yaşadığı görülen Hizmet Hareketi yeni Ankara’nın şekillenmesinde söz sahibi olmak, en azından pastadan pay kapma anlayışıyla davrandığı söylenebilir. Ak Partinin ise askeri vesayeti sonlandırma misyonu ile birlikte %50 gibi bir geniş temsiliyetin verdiği güç ile paralel yapılanmaların oluşturacağı yeni vesayetlere yönelik reflekslerle hareket ettiği görülmektedir. Bununla beraber siyasi iktidarın Ergenekon sürecinde geliştirdiği


FIRAT TOPRAK

SORUŞT URMA

zorunlu ittifakın sonucunda yeni bir vesayet alanı oluşdini kaygılarla harekette yer alan kitlelerin yol ayrımıturacak güç temerküzüne yönelik tedbir almadığı da na gelmesi sonucunu doğurmalıdır. görülmektedir. Hayatın boşluk kabul etmediği gerçeği Ak Partinin ise bu vesileyle rüşvet, yolsuzluk ve bibir kez daha müşahade edilmiştir. Önemli olanın ise lumum kirli işlere bulaşmış kadrolardan arınabilmeyi yeni Ankara’nın bunlardan veya becermesini, egemenlerin hatıonlardan öte hakkaniyet temelli rına çıkardıkları değerlerle örülü oluşmasıdır. Hadiste ifade edilen gömleklerini tekrardan giyerek battığında herkesin birlikte bataasla rücu etmelerini şerdeki hacağı gemi bir parti olmadığı gibi yır olarak kabul edebiliriz. Ancak bir oluşumda değildir. Bürokrametin kaleme alındığı an itibariyle Hizmet Hareketinin ehlince tik vesayet ile yolsuzluklarla çühep görülen ama kitlelerce son yolsuzluk şüphelisi bakanların isrümeye yüz tutmuş bir siyaset tifa etmemiş /ettirilmemiş olmadönem itibariyle daha net görüdışında bir duruşun mümkün ve sı hükümetin zan altında oluşu len güç zehirlenmesi ve yerel / gerekliliğinin de altı çizilmelidir. açısından önemli bir veri olarak küresel politik güç odaklarının 5- Yaşanan dersane gerilimigörüyorum ki yolsuzlukla mücanin rüşvet ve yolsuzluk operasdele söylemden ibaret değildir. atraksiyon enstrümanına yonu ile topyekün bir savaşa döDış siyasi müdahalenin olması da dönüşmesi vakıadır. Elbetteki nüştüğü anlaşılmaktadır. Temiz mazeret olamaz kanısındaym. dersane konusunda verilen tepki siyaset ve Hizmet söylemlerinin Bel altı ve beddua şeklinde boabartılı ve bir çok kişi açısından maskelediği dar çevre menfaatyutlanan gerilimin-daha doğrusu şaşırtıcı. lerinin belirleyici olduğu bu süsavaşıngüç mücadelelerinin recin kazananı olmayacaktır son doğası gereği tıpkı Ergenekon tahlilde. Başka bir deyişle gerilim mücadelesinde olduğu gibi yakın tüm tarafları az veya çok yıprabir gelecekte bir tarafın etkisiztacaktır. Hizmet Hareketinin şer leşmesine kadar süreceği kagüçlerle geliştirdiği artık daha banaatindeyim. En somut veri ise riz görülen ilişkileri koparması zor görünmekle birlikte önümüzdeki mahalli idareler seçim sonucunda görületemennimizdir. Kuvvetle muhtemel olan ise ilişkilerin cektir. Olanın ve olacağın müslümanlar ve insanlık lestratejik ortaklık düzeyinde devamıdır ki bu durumda hine hayra tebdilini Rabbul aleminden niyaz ediyoruz…


URMA T Ş U R O S

ÖMER EKŞİ

ÖMER EKŞİ

Gençlik Kültür Merkezi

İktidar-Cemaat Çekişmesi Darbeciler değişse de özleminin ve girişiminin hiç eksik olmadığı coğrafyamızda, 28 Şubat oyuncularının argümanlarıyla beraber sahneden silinip temizlendiği bir ortamda farklı bir durumla karşı karşıyayız. İç iktidar mücadelesi ve paralel devlet kavramlarıyla nitelendirilen bu süreç 12 yıllık AKP iktidarının darbe girişimleriyle ve bölme planlarıyla ya da Gezi gibi (Türk Baharı) kaos çıkartılarak alaşağı edilmesi girişimidir. Evet, sık söylendiği gibi bence de bu süreç Postmodernizm’in de ötesinde bir darbe girişimidir. Sözü gelmişken rahmetle şehit gazeteci kardeşimiz Cevdet Kılıçlar, Ergenekon’la alakalı bir sunumunda Gladyo’nun Türkiye’de artık iktidarı ve muhalif unsurları açık düşman ya da askeri darbeyle değil, bizden olan, mahallemizden olanla yani cemaatle kontrol altında tutacağını ifade etmişti. Yani artık Türkiye’de muhalif unsurların kirli ellerle değil abdestli ellerle bastırılacağını söylemişti. Nitekim ABD’nin ılımlı İslam planının gönüllü uygulayıcısı olan bu hareket, yaptığı operasyonlarla da Batı’nın Ortadoğu politikasına uygun olmayan her grubu, derneği, oluşumu El-Kaide ya da Suriyeli mücahidlerin destekçisi olarak terörize edip sindirmeye çalışıyor. Cemaatini ümmet, mazeretlerini de ümmetin mas-

lahatı olarak gören malum zihniyet 40 yıllık emeğin zayi olması, kesintiye uğraması diyerek “kaybedecek çok şey var” sloganıyla mücadelede ölçü ve edep sınırlarını aşabileceğini göstermiştir. Kasetlerle özel hayata müdahale, ekonomiye zarar, gezi ruhunun hortlatılması, 12 yıllık süreçteki kazanımlar, Suriye’deki trajedi, onların maslahatının önüne geçemezdi. Bu yüzden atışmayla başlayan operasyon engelleme, soruşturma, basın açıklaması ve beddualarla devam eden süreç, dershane olayının aslında bir güç mücadelesi olduğunun göstergesidir. Yaklaşan seçimlerde muhalefetle işbirliği şantajı yanında direkt Başbakan ve bakanları hedef alan hatta iktidarın yanında, ABD ve cemaatin karşısında kim varsa hepsinin operasyonun listesinde olduğu çetin bir mücadele görünüyor önümüzde. Her ne kadar AKP’nin söyleminde dershane gündemi, eğitimde reform ve eşitlik söylemiyle açıklanmaya çalışılsa da iktidar-cemaat mücadelesinin arenası olmuştur. İktidar açısından bakıldığında artık sınırları olmayan, devletin gücünü aşmış bir eğitim imparatorluğu söz konusuydu. Cemaat iç hizmet kanunuyla yürütülen eğitim faaliyetleri, özellikle yurtdışındaki Türk okullarıyla her kesimin desteğini alabilmişti. Türkiye’de de eğitimde sağlanan kaliteyle, dershane ve kolejlerin


ömer ekşİ

SORUŞT URMA

gücüyle MEB’e hem alternatif hem de yön verebilecek etkisi yapan durumun değişmesi için iktidar yasa değikapasiteye ulaşmıştır. Hal böyle iken dershane tartışşikliği planları yapıyor. masıyla açığa çıkan süreç, kendini 7 Şubat MİT kriziyBizler o dönemde, hak batıl mücadelesi olarak göle göstermeye başlamıştır. Teşkilatçı yapısıyla bilinen rünen referandumda “ya bizdensin ya onlardan” sloBaşbakanın paralel bir yapının neler yapabileceğini yaganıyla tecrit edilmiştik. Zamanında Milli Görüş kitlekinen anladığı bir durum cereyan etmiştir. İktidar kendi sini, anayasanın birkaç maddesinin değişmesiyle çok deyişiyle çok saf imiş, kandırılmış, ihanete uğramış, bu şeyin değişeceğini zanneden saf Müslümanlar olarak kadarını da beklemiyormuş... niteleyip, referandumda AKP’ye destek vererek kendiArtık karşısında yargısıyla, emniyetiyle, bürokrasileriyle çelişen, bugün ise çok safmışız diyerek AKP ile siyle, ekonomisi ve eğitim kartedemokratik saflarını sıklaştıran liyle bir korku imparatorluğu varSTK ve cemaatlere hayretle badı. Kendi başına operasyon yapan kıyorum. birimleriyle devletin en üst merVe cemaatlerin mevcut ducilerine kadar uzanmış, gündemi rumdan bahaneyle iktidarın daha istediğinde değiştirebilen, yüksek fazla arkasında duracağını müşaHer ne kadar AKP’nin yargıdaki uzantılarıyla iktidarın hede ederek diyorum ki: söyleminde dershane gündeicraatlarını denetleyen, engelleBırakın abiler, hocalar, herkes mi, eğitimde reform ve eşitlik yen bir odak olmuştur. Tabiri caişini yapsın, sizin anayasayla, desöylemiyle açıklanmaya çalışılsa mokrasiyle işiniz olmasın, ana izse sarmaşık gibi her alanda kuda iktidar-cemaat mücadelesinin eksenimiz İslami çalışma ve mürumsal devlet yapısını kuşatmış arenası olmuştur. İktidar açısın- cadele olsun, sistemin çarkları ondan beslenmişti. Bilinmelidir ki sarmaşık bir süre sonra kökarasında birbirimizi ezmeyelim. dan bakıldığında artık sınırları lerini bırakır, yani asalağı olduğu olmayan, devletin gücünü aşmış Bunları söylüyorum çünkü yayapının yerine geçer. Tabii ki bu kında seçim var. Camianın sert bir eğitim imparatorluğu gerçekleşmeden AKP inlerine gitartışmalarla kardeşlik hukukusöz konusuydu. rip köklerini kesmeye başlayınca nu hiçe sayarak İslami sorumluolanlar oldu. luklarını iktidar ve iktidar karşıAslında hatırlanırsa 90’lı yılsındaki odaklara (paralel devlet, larda Fethullah Gülen’le ilgili bir geziciler ve muhalefet) göre kokaset yayınlanmıştı ve bu doğnumlandırması söz konusu olaru olamaz denilip yalanlanmıştı. cak. Hepimiz Rabbimize hesap Kasetteki konuşma 80’li yıllara aitti ve Hoca Efendi vereceğiz, şimdiden itidalli olmaya ve müsamahaya yargıda, bürokraside, emniyette önemli yerleri ele gedavet ediyorum. Geleceğe dair kehanette bulunmak çirmekten bahsediyor, devleti kendilerinden bağımsız şöyle dursun, bugün yapılan bir açıklamanın yarınki iş yapamaz hale getirmekten ve bu mevkilerin menseyrini, piyasalara ve siyasete etkisini kestirmek bile suplarınca kuşatılmasının önemini, böylelikle de istediçok güç olsa gerek. Çünkü kılıçların çekildiği bir süreçği nizamın yolunu tarif ediyordu. O tarihte bu konuşma te ellerindeki tüm argümanları kullanan tarafların, 28 Şubat karalaması denilip önemsenmemişti. Hatta seçimler öncesinde maslahat-menfaat denkleminde Hoca’ya, Ecevit tarafından dahi desteklenerek sahip tavrı ne olur bilinemez. Geçici bir ateşkesle uzlaşı mı çıkılmıştı. Hâlbuki Hoca planını uyguluyordu. sağlanır yoksa daha fazla yıpranmayalım deyip geri AKP en büyük darbeyi yargıda yemiştir. Referanadım mı atılır bekleyip göreceğiz. Biz Müslümanlar dum sürecinde yüz binlik iftarlarla, milyonluk mitingolarak İslami kimliğimizi küresel ve yerel güçler karşılerle, evet kampanyalarıyla, yargı, laik azgın kitleden sında korumalı, ilkelerimizin dönemsel değil evrensel alınacak, adalet sağlanacaktı. Hatta geçmişte muhalif nitelik taşıdığını unutmamalıyız. Ümmet olma bilinciyle İslamcılar da “oligarşiye vurulan darbedir” sloganıyzulüm nereden ve kimden gelirse gelsin tavrımızı kola iktidarın destekçisi olmuştur. Şimdi ise boomerang rumalıyız. Mevla görelim neyler, neylerse güzel eyler.


URMA T Ş U R O S

ahmet yıldız

AHMET YILDIZ

Müslüman Genç Dergisi

Dönülmez Akşamın Ufku Bir Milad Olarak 28 Şubat AKP- Cemaat çatışmasını anlayabilmek için 28 şubat sürecini iyi tahlil etmek gerekir.28 Şubat Post-modern darbe süreci Türkiye’de yaşanan diğer darbeler gibi küresel merkezli idi. Öncelikle şunu görmek gerekir ki ister ABD merkezli İster Çin merkezli İsterse Rusya merkezli güç odaklarının temel hedefleri, dünyayı sömürge düzeni içerisinde dizayn etmek ve elde edilen geliri aslan payını kendine ayırarak ve kendisine bağımlılık ilişkisi güçlendirecek şekilde paylaştırmaktır. Bu hedefi gerçekleştirmeye çalışan emperyalist idareciler, hedefe götüren stratejiler hususunda farklı tercihlere sahip olabilmekteler ve yaşanılan şartlar(direnç odaklarının durumu, işbirlikçi iktidarların yıpranmışlığı vd.), zorunlu taktik değişikliklere neden olabilmektedir. Bu merkezler, kendilerine Tanrısal bir konum biçmekte ve insanlığı her açıdan kendisine mahkum gördüğü için bazen özgürlük alanlarını açmaya bazen ise daraltmaya çalışmaktadır. Bu durum Dünya Tanrılarına mutlak itaatin esas olduğu bir düzlemde çoğu zaman yaşamayı hak etmeyen(?) 3.dünya ülkelerinin halklarının hayatlarına mal olmaktadır. Esas olanın verili düzenin sürekliliği olduğundan bu kayıplar egemenler için çok da değer ifade etmemektedir. Soğuk savaş döneminin aşıldığı iddiasının yersiz olduğunu hakim 14 I Müslüman Genç Davetçi

paradigmanın ve hedeflerinin en ufak bir zaafa bile tahammülsüzlüğünden-Mısır örneği vd.- anlamaktayız. 28 Şubat sürecinin düğmesine kim bastı sorusunun cevabını verebilmek zor görünse de dümeninde oturanların küresel güçler olduğu çok ortadadır. Bir ‘balans ayarı’, bir dizayn çalışması ile karşı karşıyaydık. Stratejideki sapmalara bir ‘balans ayarı’ yapılmaktaydı. ‘1000 yıl sürecek’ emperyalist projenin zorunlu bir taktik değişikliği idi. Çünkü İslamcı-içinde muharref anlayışlar barındırsa da- dalga kıyısından köşesinden de olsa iktidara tutunmuş ve halkla bütünleşme yolunda küçümsenemeyecek adımlar atmaktaydı, İslam, cemaatlerin yoğun çalışmalarıyla sosyal dokuya nüfuz etmekteydi. ‘Ülkenin gerçek sahipleri’ açısından her şey için geç olabilirdi. Kapitalist Batı, ileri karakol konumu devam etmese de en azından eli zayıf kendine mecbur bir müttefiki kaybetme riskini göze alamazdı, almadı da. Bu çalışmaya apoletliler epey hevesliydiler.

28 Şubat: Saflar Netleşiyor 28 Şubat sürecinde yerel güçler arasında safların netleştiğini gördük. Postallılar, postal yalayıcıları(Sivil bürokrasi, siyasiler, kolluk kuvvetleri) ve onların değirmenine su taşıyanlar(yargı, medya) zulmün ortakları olarak belirdi. Bir de darbeden etkilenmeme adına


ahmet yıldız

müdahaneci tutum sergileyenler(İhlas grubu vd.) vardı ki bunlar darbenin uygulayıcıları tarafından tahfif edildiler ve değersizleştirildiler. Ayrıca İslamcı çevrelerin musibetten uzak durmak adına STK’larına asker kökenlilere yer vermeleri masum ve çocukça idi. Tıpkı Erbakan Hoca’nın ‘Bu millet çocuklarına paşa ismi koyarlar.’ gibi sözler söylemesi ve askerlerin maaşına zam yapma manevrası gibi. ‘Dönülmez akşamın ufkunda’ olanlar vardı ki onlar Fethullah Gülen Hareketinden başkası değildi. Onlar cemaatlerini korumak adına sadece yerel güçlerle değil küresel güçlerle de anlaşmaya vardılar. Bu anlaşma hareket için bir makas değiştirmek, bir konsept değişikliği idi aynı zamanda. Gülen Grubu, boyut değiştirmenin, hedef büyütmenin cazibesi karşısında bir tercih yapmak zorunda idi. Ve muhatap da büyümüş, küreselleşmişti. ABD, Fethullah Gülen Hoca efendinin göz önünde olmasını da tercih etmesi kontrol altında bir büyümeyi öngördüğü anlamına da gelmekteydi. Ve 150 ülkeye yayılmış bir eğitim merkezli örgütlenme aslında ABD’ce bu tercihin bir nimeti(?) olarak sunuldu. Ancak herkes de bilir ki her nimetin bir külfeti vardır. Bu Emperyalistlerle girilen bir anlaşmanın sonucunda elde edilen bir nimetse(?) külfetinin ne kadar can acıtıcı ne kadar kirli olabileceği tahayyül bile edilemezdi.

Pamuk İpliğine Bağlı İttifak Askerlerin gölgesinde kurulan iktidarların miadını doldurduğunu düşünen ABD, strateji değiştirerek ‘Ilımlı İslam’ projesini hayat geçirmeye karar verdiğinde halkın teveccühünü karşılayan Recep Tayyip Erdoğan vardı. Ancak 28 Şubat mağduru olan bir

SORUŞT URMA

şahsiyete -Çıkarılan gömleğin tekrar giyilme ihtimali her zaman vardı- tek başına iktidarı teslim etmek riskine göze alamayan ABD, ona 28 Şubatta saflarına kattığı Gülen grubunu ortak etti. Bu ittifakta kontrol altında tutulması kolay olan devlet aygıtına sahip olamayacak STK hüviyetindeki Gülen Grubuydu. Çünkü ABD’nin himayesinde kolaylıkla yayılan Gülen Hareketi, bu yayılmanın karşılığında hem o ülkelerde hem de Türkiye’de ABD’ye mecbur bir proje ortağı olarak hareket etmektedir. AKP, sahip olabildiği oranda siyasi güç odağı olabilir ve tam olamasa da görece bağımsızlığı yakalayabilirdi. Ki Ortadoğu devrim süreçlerinin başlangıcında ABD’nin politikaları ile eşgüdümlü olarak hareket eden AKP, ABD’nin sürecin aleyhine geliştiğini gördüğünde geri çekilmesi ve farklı oyunculara oynamaya başlaması sonucu yalnızlaştı. Ancak bu yalnızlık, ABD’yle olan eşgüdümlülüğe zarar vermeye başladı. AKP, gerek diğer küresel-Şangay beşlisi- gerekse bölgesel – İran- gerekse de yerel güçlerle-İhvan, Suriye muhalefeti- arayışa girdi.

Çözüm Süreci: Türkiye Bağımsızlaşıyor mu? Türkiye kendisini küresel bir oyuncu olarak konumlandırma çabasındaydı. Bunun olabilmesi için öncelikle iç sorunları çözmesi gerekiyordu. En önemli sorun İttihat ve Terakkiden beri süregelen etnisite merkezli siyasetin sonucu ortaya çıkmış olan Kürt sorunu idi. Bu sorunu çözmek için ‘Demokratik Açılım’ gerçekleştirmek içi harekete geçti. Ki Kürt açılım politikası elini güçlendiren bir adımdı. Bu politika ülkenin iç sorununu çözmekten daha fazla bir şeydi. Bölge Kürtlerinin Yaz 2013 I 15


URMA T Ş U R O S

ahmet yıldız

de hamiliğini yapmak demekti ki İran, Suriye, Irak’ı da Dershaneler: Gülen’in 28 Şubatı kapsayan bir coğrafyada etkinlik kurmak anlamına Recep Tayyip Erdoğan, Gülen Grubunun kara kutugeliyordu. Yani bu ABD ve İsrail’in de hinterlandında iş su olarak konumlandırdığı Hakan Fidan’ı bitirme hamtutum anlamını da taşıyordu ki eski müttefiklerin rakip lesine dershaneleri dönüştürme hamlesiyle karşılık haline gelmeleri, yeni çatışma alanlarını da beraberinvermek istedi. Eğitim açısından dershanelerin eğitim de getirdi. sisteminin kara deliği olduğu doğrudur. Fakat bu kuHabur krizinde PKK’nın derin yapısı devreye sokurumlar, ihtiyaçtan ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı lurken Gülen Grubu da kendiledönüşümün tedbirler alınmadan rine düşen misyona uygun icragerçekleştirilmesi, üniversite eğiatlar için hazır beklemekteydi. timine endeksli bir meslek/hayat ABD, Gülen grubunu da devreye algısının olduğu bir ülkede çok da soktu. AKP’nin bu atılımına Oslo anlaşılır değildir. Siyasi açıdan ise sürecini, sabote etmek anlamına 28 Şubat sürecinin düğmesine kim bu adım özelde İnsan ve finans gelen belgelerin açık edilmesi ve bastı sorusunun cevabını verebil- kaynaklarının temeli dershanele7 Şubat krizi olarak adlandırılan re dayanan Gülen Grubunun 28 mek zor görünse de dümeninde MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın ifaŞubat’ı manasına geliyordu. oturanların küresel güçler olduğu deye çağrılması Gülen Grubunun Hizmet tarafından tasfiye, en çok ortadadır. Bir ‘balans ayarı’, bir iyi ihtimalle kadük bırakılma salErdoğan’a karşı açıktan ilk icraatları olarak karşımıza çıktı. Kürt dırısı olarak algılanan AKP’nin dizayn çalışması ile karşı karşıaçılımının önünü kesmek ABD’nin yaydık. Stratejideki sapmalara bir adımına karşı yargı ve kolluk Erdoğan’ın bağımsızlık çabasına ‘balans ayarı’ yapılmaktaydı. ‘1000 kuvvetlerindeki güçlerini hareverdiği cevaptı. Aynı zamanda kete geçirdi. Anlaşılan o ki Gülen yıl sürecek’ emperyalist projenin Grubu AKP’ye karşı da ‘tedbirci’ bölgenin sorunsuz hale gelmesizorunlu bir taktik değişikliği idi. nin farkı rakiplerin ortaya çıkması davranmaktaydı ve gizli ajandası anlamını da taşıdığı için Kürt bölbulunmaktaydı. Bu çetelesi tutugesinde devletin kolluk kuvvetlan işler, zamanı geldiğinde ortaleri korumasında cirit atan Gülen ya dökülecekti. Dershane krizinin Grubu bunun karşısında durdu. derinleştiği bugünlerde AKP’nin bağırsakları ortalığa dökülmek Her taşın Altında Gülen Grubu istendi. Erdoğansız bir AKP(Abdullah Gül’lü çözüm) o Ayrıca Gülen Grubu gerek kendisinin çıkarları gerekda olmazsa AKP’siz bir Türkiye(CHP’li, Sarıgül’lü çöse ABD merkezli çıkarları korumak adına farklı tarihzüm) için Erdoğan’ı yumuşak karnından vurma teşeblerde ve yerlerde -Ergenekon, operasyonuyla miadı büsü gerçekleştirildi. dolmuşların iktidarına son verilmesinde Balyoz, Yaka17 Aralık: Açık ve Abartılı Oynama Zamanı moz, Ayışığı, Eldiven vd. darbe planlarının deşifre edilYıllardır yolsuzlukla mücadele söylemiyle halkın temesinde bağırsaklar temizlenmesinde,- misyonunu veccühünü kazanan Recep Tayyip Erdoğan, yakın çevicra etmekten geri durmadı. Hatta yargıda konum elde resinin yolsuzluk ilişkileri üzerinden vuruluyordu. Üç eden Gülen Grubu adeta güç zehirlemesine uğrayarak ayrı operasyonun aynı güne ve saate denk getirilmesi kendisi için dikensiz gül bahçesini çapaladı ve adalet ise Erdoğan’ın şahsına yapılan saldırının etkisini arttıadına (?) adaletin üzerinde tepindikçe tepindi. Hatta rıyordu. Psikolojik harbin tüm taktikleri medya üzebu süreçte Hrant Dink cinayetlerinin arkasında, CHP’yi rinden ortaya sürülüyor ve ‘para sayma makinası’ ve dizayn kasetlerini piyasaya sürülmesinde, Gezi Parkı ‘ayakkabı kutusundaki paralar’ gibi semboller halkın kalkışmasında, kendisine dönük deşifre saldırısı olarak zihnine kazınıyordu. Ayrıca 28 Şubatçıların tamamının algıladığı Hanefi Avcı (Haliçteki Simonlar), Ahmet Şık serbest bırakılmasının da aynı güne denk getirilmesi (İmamın Ordusu)’ları mahkum etmede rol oynadığı bir başka çağrışımı da beraberinde getirdi. Saflaşma, açıktan söylenir oldu. 16 I Müslüman Genç Davetçi


ahmet yıldız o günün saflaşmasıydı. Ancak Erdoğan, emniyet içerisindeki ‘paralel devlet’ yapılanmasını tasfiye hamlesi ile Gülen Grubunun ölümcül darbesini engellemeyi şimdilik başarmış gibi görünüyor. Bu girişimin ABD, İsrail’in çıkarlarıyla paralel olması da kamuoyunun dikkatinden kaçmadı. İran ambargosunun Türkiye tarafından delindiğinin ortaya çıkması, Irak petrollerinin Türkiye üzerinden Avrupa’ya satışı ve paraların Halk bankasında tutulmak istenmesi, İHH’nın Suriye’ye yaptığı yardımlar üzerinden silah yakalandı şeklinde Erdoğan El kaide ilişkisi uydurmaya çalışması bu tezi teyit eden unsurlardı. Operasyonun olduğu günlerde Gülen Grubunun ABD’deki okullarını FBI’nın basması da acaba Grup, operasyona zorlanıyor mu sorusunu beraberinde getirdi.

SORUŞT URMA

bir yapıdan söz ediyormuşuz gibi ‘Milli orduya kumpas kuruldu!’ şeklinde darbecileri temize çıkartan bir söylemin kullanılması ve gereği olan adımların atılmasının darbecilerle hesaplaşma adına yapılanları bir çırpıda silmek anlamına geleceği unutulmamalıdır. Bu manevrayla amaç, küresel ittifaka karşı Ulusalcılar yerli ittifak arayışı mı, adil olmayan yargılamayı yenilemek midir? Buna AKP tarafından cevap verilmelidir. Ve Birinci ihtimalin sonunun çıkmaz sokak olduğunu görmeliler. Ayrıca Erdoğan, ‘Susurluk fasa fisodur.’ diyen refiki Necmettin Erbakan’ın sonunun bu çete tarafından hazırlandığı hesaplanmalıdır. İkinci ihtimal söz konusu ise meselenin adalete daha fazla vurgu yapan ama darbecileri de temize çıkarmayan bir vasatta dile getirilmesidir ki adil olmak mağduriyetleri bir an önce giderilmesini gerektirir.

Bir Kaç Elzem Soru Yolsuzluklara karşı mücadele öncelikle AKP’nin sorumluğundadır. Elbette daha önceki iktidarlar döneminde yolsuzluğun furyaya dönüştüğüne şahitlik ettik. Ancak bu, AKP iktidarında yolsuzluğun lügatlerden silindiği ve bizlerin ne kadar az olursa olsun bunu görmezden geleceğimiz anlamında değildir. Sosyal adaletten her sapma bizim için itirazımızı yükseltmemiz gereken bir durumdur. Cemaatin tarihin en büyük yolsuzluğu diye sunumunu yaptığı operasyona kadar niçin medyasında on bir yıldır AKP aleyhine bir manşet bile atmamıştır? Gülen Grubu, bu sorunun cevabını kamuoyuna açıklamak zorundadır ki samimiyetini ispatlayabilsin. Çözüm sürecine karşı tutumlarında bir değişiklik görememekteyiz. Mustafa Balbay’ın, 28 Şubat sanıklarının serbest kaldığı bir zaman diliminde tutuklu BDP’li milletvekillerinin bırakılmaması manidardır. Bu tutumdaki ısrarın ardındaki nedenler açıkça ifade edilmelidir? Hizmet Hareketi, AKP ile girdiği iktidar mücadelesinde pervasızca saldırılarını Suriye politikasına kadar vardırdı. Suriyeli mazlumlara yönelik yapışan yardımları bile bu çekişmeye malzeme yaptı. Yolsuzluk iddiaları –gerçek payı vardır veya yoktur.- halkın vicdanlarına bir mesajdır da Suriye halkına giden yardımların bitmesine neden olabilecek bir adım niçin atılır? Bu ne kadar vicdani muhasebeyle örtüşmektedir? AKP’nin Fethullah Gülen grubuyla giriştiği hesaplaşmada 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan sanki bu ordudan neşet etmemiş, kendisi hakkında dile getirilen iddiaların hepsinin yalan olduğu, tarihi tertemiz

Şart ve Dua AKP-Cemaat ilişkileri, köprülerin atıldığı bir sürece girmiş durumdadır. Bir barışın olması gibi bir ihtimal tarafların kendilerinin tercihleriyle değil olsa olsa ABD’nin devreye girmesi ve AKP’yi ikna (!) etmesiyle gerçekleşebilir. Bunun da ülke içi Müslüman çevreler açısından güzel bir gelişme olarak adl edilse de buna karşın Fethullah Gülen’in duruşu -Mavi Marmara olayındaki tavırları, Başörtüsüne sözleri, Müslüman direnişçileri terörist olarak görmesi gibi- değişmediği sürece çok da hayırhah bir gelişme gibi görünmüyor. Dünyanın birçok ülkesinde okullarıyla var olan Grup, küresel istikbarla ve işbirlikçi iktidarlarla kol kola gelişirken aynı ülkelerde bölge Müslümanları egemenlere karşı direniş göstermekteler. Bu, Müslümanlar açısından izah edilemez bir husustur. Ancak Fethullah Gülen’in 28 Şubat sürecinde girdiği yoldan geri dönmesi söz konusu olduğunda Hoca ve Grubu, Müslümanların kalbi yakınlıklarını hak edecek bir konum elde edebilirler. Biz bu temennimizi kalpleri elinde tutan Allah’a bir dua sadedinde ifade ediyor ve dua tadında bitiyoruz. ‘Ey kadir olan Allah’ım alimlerimize mes’uliyet, dindarlarımıza din, müminlerimize aydınlık, tutucularımıza kavrayış, muhafazakarlarımıza hareket, suskunlarımıza, feryat, yazarlarımıza güvenirlilik, tebliğlerimize gerçek, , mezheplerimize vahdet, halkımıza kendini bilme, tüm milletimize samimiyet, himmet, özveri, kurtuluşa yaraşırlık ve izzet bağışla…’ (Amin) Yaz 2013 I 17


& SANAT R Ü T L Ü K

Yazı: MUSTAFA YILMAZ

Kasitin, Marikin, Nakisin:

Üç Cephede Savaş Kendisini dini hegamonyadan kurtarmaya çalışan Batı, insanlığa beşeri bir hegamonya armağan etti. Bizim “muhit-ül maarif”imiz Kur’an ve Resulullah’ın sünnetidir. Akıl bizim için bir köprüdür. Rasyonalite açısından beşer idrakini aşan her prensip reddedilmelidir! Ne bahtiyarlık! Batının defter-i amali kanla yazılmış zulmün varakalarından ibarettir.

40 I Müslüman Genç Davetçi

“Ölmek her şey değildir, zamanında ölmek gerekir.” - Sartre

Anatole de Monzie başkanlığında Fransız Ansiklopedistleri tarafından oluşturulan komite Fransız Ansiklopedisi’nin giriş yazısına şu tarihi cümleyi eklemişti; “Bugünkü nesli, entelektüel şuuru muayene etmeye çağırıyoruz.” Tarihin önemli dönemeçleri arasında saydığımız modern Batı Aydınlanması hem geleneğini hem de o gün mevcut düşünce dünyasını eleştiriye tabi tutarken, onu bir hastalıkla mamul sayarak bu işe girişiyordu. O günden bugüne kadar diyebilirim ki, aynı anomi, hayatını devam ettiriyor. Çünkü yeni olan her şey bir yanıyla yıkıcı bir yanıyla yapıcıdır ve öyle de olmalıdır. Yıkıcı değilse yeni olamaz ama yapıcı da değilse sadece bir anomidir. Batının ürettiği o akıl, aynı anomiyi hali hazırda sürdürüyor. Tanrı öldü, kilise egemenliğine son verildi. Gerekli miydi? Elbette. Yerine ne kondu? Hümanizm, rasyonalizm, pozitivizm. Rousseau gibi cumhuriyetçiler, Diderot gibi mutlak monarşistler bir araya gelip yeni zamanların dilini ve düşüncesini kurdu. Dil yeni bir düzene kavuşt u r u l m a d ı kç a düşünce de yenile-


KÜLTÜR & SANAT şemez diyordu, Diderot. Öyle de oldu. Maesefa bu dil çataldır. Beyaz adam çatal dillidir. Kendisini dini hegamonyadan kurtarmaya çalışan Batı, insanlığa beşeri bir hegamonya armağan etti. Bizim “muhit-ül maarif”imiz Kur’an ve Resulullah’ın sünnetidir. Akıl bizim için bir köprüdür. Rasyonalite açısından beşer idrakini aşan her prensip reddedilmelidir! Ne bahtiyarlık! Batının defter-i amali, kanla yazılmış zulmün varakalarından ibarettir. Yaşadığımız günler Furkan günleri değil mi? Bir zamanlar Batı tarafından tanrılaştırılan oyuncaklar sefil paçavralar gibi tekmeleniyor. Batılı ağabeylerin sevgili yeğenleri son günlerini yaşıyor. Ortadoğu coğrafyasının bir yanı kan gölü, bir yanında kandan deryalarda gemiler yüzüyor.

diasını canlı tutanlar savaşı kazanacaklardır.

Ucuz Bir Ölüm İstemeyenlerin Gözleri Daima Ufuktadır

Kasıtin grubu, insanların özgürlüklerini satın almaya, onları mahkûm etmeye kalkan iradedir. Marıkin, bilinç ve şuur karşısında muhafazakârlığı bayraklaştırarak savaş açanlardır. Nakisin ise adalet şiarı karşısında ihanetlerini ortaya koyanlardır. Özgürlük, adalet ve bilinç bu üç cepheyi açtı ve onlara karşı savaşımı sürdürdü. Özgürlüğe ipotek koymaya çalışan kılıçlara ve silahlara sabredenler, zincirlere tahammül edemezler. Bilim, medeniyet ve kültüre karşı ideolojinin, imanın ve devrimin safında yer alanlar için tevhid tektir. FiloSavaş Cepheleri zofun tevhidi, sufinin tevhidi, kelamSavaşın sonu ne olacak sarhoş ve cının tevhidi yoktur. Baltasını putların Doktor çılgın bir fecir mi? Yoksa şaşalı bir tepesine indiren İbrahim’in tevhidi Ali Şeriati’nin deyimiyle gurub mu? Harabeler üzerinde vardır. Bu tevhid bize sığınmacı hem risaletin hem de kurtulutevhidin, adaletin ve özgürsözlerin ve eylemlerin zaid olşun üç ezeli ve ebedi düşmalüğün ehramı mı yükselecek duğunu ayan beyan gösteren nıdır. Bunlar kasıtin, marıkin yoksa para, haset ve haz putadalet ve özgürlük yoludur. ve nakisin gruplarıdır. ları mı boy gösterecek? Ortadoğu’nun direnen çoBunlar “hakikat düşmanları”, Bugün ve bütün zamanlarcukları bir bayrağı yükselti“hakikati tanımayan şuursuzda savaş üç güruhla ve üç güyor. Bu, direnişçilerin gözleri ruha karşı yapıldı. Bunlar Doktor kapalı, kanlar içinde ve yaralı lar” ve “hakikati bilen Şeriati’nin deyimiyle hem risaletin olarak yükselttikleri bayraktır. hainler”. hem de kurtuluşun üç ezeli ve ebedi Gözlerini açtıklarında görecekleri düşmanıdır. Bunlar kasıtin, marıkin ve bayrağın aynı bayrak olmasını istiyornakisin gruplarıdır. Bunlar “hakikat düşmanlarsa bayrağın yükseldiği her metreyi iyice ları”, “hakikati tanımayan şuursuzlar” ve “hakikati hesap etmeleri gerekiyor. Uğruna ölümlere gittikleri bilen hainler”. ölümün ucuz bir ölüm olmasını istemeyenler ufkun Savaş kızışmıştır. Kasıtin, marıkin ve nakisin grupen uzak çizgisine gözlerini dikmelidirler. ları üç cepheden saldırıya geçmiştir. Bir yandan açık Kasitin : Adalete Kastetmiş Zalimler düşmana karşı savaşmak gerekliliği aciliyet arz Kendisini Kur’an’a ve sünneti Rasulullah’a nispet ederken, diğer yandan şuursuz hakperestlere karşı eden herkes bu üç cephede savaş vermek zorunsavaşmak gerekiyor. Bu da yetmiyor. Hakkı tanıyan dadır. Batılı ve doğulu bütün Tiranlara, Firavunlara, hainlerin tuzaklarını da boşa çıkarmak gerekiyor. BuNemrutlara ve onların işbirlikçi rejimlerine karşı yani nun için ideolojik bir zenginliğe, siyasal bir birlikteliğe kasıtine karşı savaş kaçınılmazdır. Onlar hakkın düşve sınıfsız bir sosyal dokuya ihtiyaç vardır. Her hangi manları, şeytanın dostlarıdırlar. Onlar Wietnam’ın, bir ahlaki ucuzluğa düşmeden savaşımı sürdürme id-

Kış 2014 I 41


& SANAT R Ü T L Ü K

Halepçe’nin, Newala Qasaba’nın, Gazze’nin, Hama’nın, Başbağlar’ın, Bağdat’ın, Kahire’nin, Mekke’nin, Bingazi’nin, Şam’ın elleri kanlı katilleridir. Onlar kıst’ın yani adaletin düşmanı olan Kasıtin zümresidir. Adalete kasdetmiş zalimlerdir. Halkın haklarının ve özgürlüklerinin düşmanlarıdır. Zorba, mütecaviz ve diktatörlerdir. Cepheleri, çehreleri, tavırları, geçmişleri, sloganları tümüyle açık ve belirgindir. Halk da bunları tanır ve bilir. Bunlar halkın dış düşmanlarıdır. Bunlar Musa’nın savaştığı Firavun, Karun ve Belam Baur üçlü çetesiydi. Bunlar yerin dibine geçti fakat savaş bitmedi. Onların yerini yenileri aldı. Sezarlar, Brütüsler ve Papalar… İslam Peygamberi geldi… Kureyş aristokrasisi ile savaştı. İran, Mısır, Yemen ve Roma istibdatlarıyla, şairlerle, filozoflarla, ahbarla, azizlerle, keşişlerle savaştı. Onlar yenilince peygamberin halifesi olmaya soyundular. Kayserler ve Kisralar peygamber sarığını başlarına geçirerek halife oldular, ahbarlar, keşişler imam ve fakih oldular, ellerini halifenin elleri üzerine koyarak zer, zor ve tezvire dayalı istibdat güçlerini tevil ettiler. Bunlar siyasal otoriteyi gaspeden zalimler, onların para babaları tüccarlar ve onların emrindeki din adamlarıydı. Siyaset, iktisat ve teoloji el ele vermiş tarih boyunca aziz İslam’a karşı savaş veriyordu. Savaş bitti mi? Hayır.

Marikin: Gönüllü Savaşçı Bir diğer cephede boy gösteren şuursuz, mutaassıp, kötü düşünceli, düşmana zemin hazırlayan,

42 I Müslüman Genç Davetçi

garazkârların, münafıkların, sahtekârların oyuncağı, dinden, doğruluktan ve haktan sapmış, ücretsiz memurlar ve kinleri olmayan garazkârlardır. Bunlar daha önce dindar idiler ve hak cephesinde görünürlerdi. Bunlar Allah’ın Kehf Suresi 103-104. ayetlerde “güzel iş yaptıklarını zannettikleri halde, dünya hayatının peşinde tüm çabaları eğri ve çarpık olan kimseler” diye tarif ettiği hak yoldan sapmış, doğru yoldan yüz çevirmiş marıkin grubudur. Bunları yaşadığımız yüzyılda çok gördük. Bunlar cemiyetin içerisinde dolaşırlar, bizimle aynı kahvehanelerde otururlar, çeşitli makamları işgal ederler, öyle ki bazen bize nasihat etmeye kalkarlar. Yaptıkları işleri kendilerini oyalayan bu kimseler, kimliklerini ve kişiliklerini kaybetmiş zavallılardır. Bunlar dünya istikbarının gönüllü savaşçıları olmuşlardır.

Nakisin : Gücün Köleleri Üçüncü cephede savaşımın muhatapları ise dostlarını, dava arkadaşlarını, inanç kardeşlerini yarı yolda bırakan, ucuz dünya karşılığında onları satan, düşmanın eline tutuşturduğu paslı hançerlerle onları arkadan hançerleyen nakisin grubudur. Bunlar ucuz cennet yolcularıdır. Zalimlerin sofralarının kırıntılarını afiyetle yiyen kurtçuklardır. Hainler, ajanlar, işbirlikçilerdir. Zaman zaman ahlaki mazeretler öne sürerler. Zaman zaman sessizce sıvışıp giderler. Gücün köleleri ve paranın kulcuklarıdır. Cahil ve mutaassıp kimselerdir. İnançları zayıf şuursuzlardır. Kufe’ye


KÜLTÜR & SANAT Cihada Karşı Ahlak! Şimdi dünyanın ve Orta Doğunun halkları bu üç gruba karşı savaşmaktadırlar. Diktatörlere, satılmışlara ve hainlere karşı. Savaş açıktır ve sorgulanma kabul etmeyecek kadar saftır. Hedef saptırmaya kalkanlar karşısında uyanık olmak gerekir. Peygamber Aleyhisselam, Tebük savaşına çıkarken bütün gücünü seferber etmek için çok uğraşıyordu. Rumlarla yapılacak bu ilk Ortadoğu’nun savaşı peygamber çok önemsiyordirenen çocukları bir du. Zahidane kılıklı birisi gelerek şöyle dedi: “Efendim ben savaşa bayrağı yükseltiyor. Bu, direkatılamayacağım”. Peygamber nişçilerin gözleri kapalı. Gözsebebini sordu. O şöyle cevap lerini açtıklarında görecekleri verdi: “Ben açıkça itiraf edibayrağın aynı bayrak olmasını yorum ki, beyaz tenli ve mavi istiyorlarsa bayrağın yükseldigözlü Rum kızları karşısında ği her metreyi Hüseyin’i çağıranlar bunlardır. dayanamam, beni muaf tutun iyice hesap etmeleri Malik bin Eşter’in kumandabırakın dinimi koruyayım”. Görügerekiyor. sındayken aniden saf değiştirip leceği üzere adam doğru bir ipe tuMuaviye’nin safında Ali’ye karşı satunuyor. Bir hakikati başka bir hakikatle vaşanlar bunlardır. Kınayıcıların kınamakarşı karşıya getiriyor. Cihada karşı ahlak! sından korkarak İslami şiarları gizleyenler bunKendisini sakındırıyor ve “Sizin gönlünüz sağlam ama lardır. Mızrakların ucuna Kur’an’ı takanlar bunlardır. ben zayıfım, siz gidin savaşın ben Medine’de kalayım” Bu cephe çok yüzlüdür. Hep ayrı sebeple, ayrı bir diyor. O, toplumsal sorumluluktan kaçınmak için bu mazeretle savaş meydanından kaçan, kaçarken dava yola başvuruyor ve cihadı kendisinden sakıt kılmak arkadaşlarını düşmana gammazlayanlar bunlardır. için ahlaka sığınıyor. Peygamber bu pis hilekârın davranışından o kadar iğreniyor ve onu o kadar hakir göİsmete Karşı Hizmet! rüyor ki, onu azarlamak veya savaşa razı etmek bir Bu üç grup el ele vermiş, İslam’a karşı küfrün, yana adeta ona; “Kal ve sahte dinini koru ki sahte taksömürünün, şirkin, zulmün, istikbarın, istiğnanın zavanın kötü kokusu mücahitlere bulaşmasın” dercesiferi için savaşmaktadır. Dünyanın ezilen Müslüman ne ondan yüz çevirip susuyor. Tevbe suresi 49. ayetin ve Müslüman olmayan halkları bu üçlü çeteyi iyi nüzul sebebi budur. Bu şahıs münafık Cedd b. Kays’tır. tanımalıdır. Bunlar, hakikatleri geçersiz kılmak için o Halkın savaştığı hak meydanında, Furkan gününhakikati söz konusu edebilir ve o hakikate meyledede olmadıktan sonra nerede olursan ol. İster içki bilirler. İdeolojiyi ve sorumluluğu ortadan kaldırmak sofrasında otur, ister namaza dur, ne fark eder. Buiçin bilim ve kültüre vurgu yapabilirler. İsmet’e karşı gün savaş bu üç zümre iledir. Savaş kızışmıştır. Halka hizmet’i öne çıkarabilirler. Hakikatin tahrifi için şiarlakarşı hakkın düşmanları, haktan dönenler ve hakkın rı süslü ve puslu hale getirerek abartının aldatıcılığı ile şuursuz sevdalıları el ele vermiştir. Hakikati tahrip göz boyamaya kalkabilirler. Takvayı ortadan kaldıretmek için ona saldırmaktadırlar. Saldırının sonuç mak için terakki teranesini dinletmeye kalkabilirler. vermediğini gördüklerinde onu sahiplenerek savunSiretleri unutturmak için suretleri öne çıkarırlar ve maya kalkmaktadırlar. manayı şekle kurban ederler. Toplumsal sorumluluMısır budur, Suriye budur, Tunus budur, Yemen buğun zayıflatılması ve mahkûm edilmesi için saptırıcı dur, Libya budur, Bahreyn budur ve Türkiye de budur. bir hile olarak bireysel ahlakı öne çıkarırlar. Nihayet Üç tarihsel zümrenin temsilcileri bugün sahnedebunlar hiçbir şey söylememek için çok şey söylerler. dir ve oyun yeniden oynanmaktadır. Oyun ki ne oyun!

Kış 2014 I 43


MA ARAŞTIR

Yazı: HÜSEYİN EMRE UÇAR < huseyinemreucar@gmail.com

Biladü’ş-Şam

İslam’ın tarihinde Bilad’üş-Şam Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye olmak üzere dört ülkeyi içine alan geniş coğrafya’ya verilmiş bir adlandırmadır. Kur’an’ın İsra suresinin ilk ayetleri ile etrafı mübarek kılındığı beyan edilen bu bölge hakkında Rasulullah (s.a.v.)’in de birçok hadisi şerifleri varid olmuştur. İslam dünyasının önemli tarihi şehirlerinden biri ,günümüzde Suriye’nin başşehridir. İslam tarihinde Bilad’üş-Şam; Filistin, Ürdün, Lübnan ve Suriye olmak üzere dört ülkeyi içine alan geniş coğrafya’ya verilmiş bir adlandırmadır. İsra suresinin ilk ayetleri ile etrafı mübarek kılındığı beyan edilen bir coğrafyadır. Dımaşk, Şam olarak da geçmektedir. Dımaşk olarak bilinen adını da Arapça kaynaklarda bütün Suriye bölgesini ifade etmek için kullanılan Şam’a bırakmıştır. Günümüzde Türkçe’de Şam adıyla geçmektedir. Ülkenin güneybatısında bulunan şehir,Antilübnan

44 I Müslüman Genç Davetçi

(Cebelüşarki)dağlarının doğu eteklerindeki Kasiyun dağı ile Badiyet’üş-Şam adı verilen çöl sahası alanındaki bir vahada (guta vahası)kurulmuştur. Çölün yanı başındaki bu yeşil alan varlığını ,Antilübnanlardan doğarak Uteybe bataklarında kaybolan ve şehrin ortasından geçen Bereda suyuna borçludur.

Şam İslamlaşıyor Üzerinde kesintisiz yerleşim görülen en eski şehir olduğu iddia edilen Dımaşk’ın Hz. Nuh’un oğlu Sam veya torunları tarafından tesis edildiğine ve Hz. İbrahim’in burada doğduğuna dair rivayetler mevcut-


ARAŞTIR MA tur. Dımaşk çevresinde MÖ.4000’lere kadar giden si ve ardından Suriye valisi Muaviye’nin Medine’de yerleşim olduğuna dair arkeolojik kanıtlar vardır. halife seçilen Hz. Ali’ye karşı bir iktidar mücadelesi İslam fetihlerinden önce Bizans’ın hakimiyetinde başlatmasıyla birlikte Dımaşk siyasi açıdan önem bulunan Dımaşk 613 yılında Sasaniler tarafından işkazandı. gal edildi ancak 628’de Bizans imparatoru HerakleÜmmet Nüvesinden Ulus Devlete ios tarafından geri alındı. Arabistan halkı, İslam’dan Şam VIII. yüzyılda Emevilerin başkenti olmuş, önce de kendileriyle aynı etnik kökene sahip olan Bisonraları Eyyubiler’ce idare edilmiş ve derken ladüşşam halkıyla ticari ilişkiler kurmuşlardı ve bölMemlukluların hâkimiyetine girer. Memlukluların gedeki merkezlere ticaret kervanları düzenliyorlardı. Hicaz-suyollarına sahip olmaları, onları müslümanHz. Ebubekir ,isyan hareketlerinin bastırılmasınlar nezdinde en itibarlı konumuna getiriyordu böydan birkaç ay sonra bölgeye üç ordu gönderdi. Onun lece. Üstelik bu toprakların ticari yollar üzerinde zamanında kazanılan Ecnadeyn zaferiyle birlikte olması dikkatleri üzerinde topluyordu hep. Nitekim Suriye ve Dımaşk’ın kapıları Müslümanlara açılmış Yavuz bu coğrafya’nın önemini bildiği için, Mercidaoldu.(634) bık seferiyle bir zamanlar Lübnan, Filistin ve Ürdün Hz. Ömer devrinde Fihl ve Mercüssuffer savaşlatopraklarının içinde bulunduğu Biladü’ş-Şam’ı, yani rının (635) ardından Dımaşk’ın fethi önünde herhanSuriye’yi Osmanlıların eline geçmesini sağlar. Bu segi bir engel kalmadı. Halid b. Velid ,Mercüssuffer’den fer sayesinde Memluklular ile Osmanlı arasında cekaçan Bizans birliklerinin peşine düşerek onların rayan eden Hicaz-suyolu çekişmesi de sona ermiştir. sığındığı Dımaşk’ı fethetti.(Recep 14/eylül 635) AnAynı zamanda bu zaferle birlikte cak Herakleios’un bölgeye büyük bir ordu Osmanlı’nın İslam Dünyasında üstün göndermesi üzerine Dımaşk’ı boşaltıp konuma geldi. Her ne kadar bir ara Yermük vadisine geldi ve Bizans Dımaşk’ı ele Mısır’da Kavalalı Mehmed Ali ordusunu bu defa da hezimete geçiren Müslümanlar şehir Paşa’nın Osmanlı’ya karşı baş uğrattı.(636) Yermük zaferindokusuna herhangi bir zarar kaldırması sonucunda Suriye, den sonra Dımaşk kuşatılarak vermediler. Fetihlerle birlikte Osmanlı’nın elinden çıkar gibi ikinci defa fethedildi. (zilkade bölgeye gelen sahabilerin bir olduysa da tekrar Osmanlı’ya 15/aralık 636) kısmı şehre ve özellikle yabağlanacaktır. Fakat gerileDımaşk’ı ele geçiren Müskınlardaki Dariyya’ya yerleşti. me ve yıkılış sürecine giren lümanlar şehir dokusuna Daha sonra gelenlerle birlikte Osmanlı artık eski gücünde herhangi bir zarar vermedideğildir. Nitekim Osmanlı Devler. Fetihlerle birlikte bölgeye Müslümanların nüfusu leti yatağa düşmesiyle birlikte gelen sahabilerin bir kısmı şehre hızla arttı. o toprakların parçalanmasını beve özellikle yakınlardaki Dariyya’ya raberinde getirdi. İşte bu dönemlerde yerleşti. Daha sonra gelenlerle birlikte Ortadoğu’nun kalbi hükmündeki Suriye’nin Müslümanların nüfusu hızla arttı. Diğer bölbatılıların insafına terk edildiğine şahit oluyoruz. gelerde olduğu gibi büyük ölçüde Hıristiyanlaşmış Suriye’nin petrolü olmamasına rağmen onu Dımaşk halkına din özgürlüğü tanındı. Hiçbir baskıya önemli kılan, petrol bölgesinin ortasında olmasıdır. maruz kalmayan Hıristiyanların zaman içinde ihtida Fransızların yaklaşık 25 yıl işgal altında tuttuğu Su(hidayete ermek ,Müslüman olmak) ettiği anlaşılriye ancak 1946’da bağımsızlığını elde edebilmiştir. maktadır. Müslümanlar şehrin idaresinde bazı değiOsmanlı’nın yıkılışından sonra bir türlü gün yüzü şiklikler yaptılar. Hz. Ömer ,Cabiye’de alınan karargörmeyen Suriye bugün de hala toparlanmış sayıllar neticesinde Suriye’nin orta ve güney kesimlerini maz. Çünkü Ortadoğu da akan kanın sebebi petrol Dımaşk’a bağladı. Dımaşk valiliğine tayin edilen Yegösterilse de asıl mesele İsrail’in güven içinde bu zid b. Ebu Süfyan 639 yılında ölümünün ardından topraklarda hayatını idame ettirilmesine yönelik arkardeşi Muaviye b. Süfyan onun yerine geçti. zudan kaynaklanır. Hz. Osman’ın isyancılar tarafından şehit edilme-

Kış 2014 I 45


LIŞMASI A Ç T E V DA

Yazı: MEHMET COŞGUN

Van’da Yeni Bir Kur’an Mektebi Açıldı Eğitim, Davet, Dayanışma, Yardımlaşma ve İnsan Hakları alanında faaliyetler gösterecek olan Van Genç-Der 30.11.2013 tarihinde açıldı. Derneğin açılışı,dernek merkezinde gerçekleştirilen yoğun katılımlı bir programla yapıldı.Programa bölge illlerden ve İstanbul’dan da katılımlar vardı

Eğitim, Davet, Dayanışma, Yardımlaşma ve İnsan Hakları alanında faaliyetler gösterecek olan Van Genç-Der 30.11.2013 tarihinde açıldı.Derneğin açılışı,dernek merkezinde gerçekleştirilen yoğun katılımlı bir programla yapıldı. Programa bölge illlerden ve İstanbul’dan da katılımlar vardı. Açılış programı sunucunun Türkçe ve Kürtçe selamlama konuşmasıyla başladı.Daha sonra İsmail IŞIK hocamızın Kur’an-ı Kerim tilavetiyle devam etti. Programın açılış konuşmasını Fırat TOPRAK gerçekleştirdi. Fırat TOPRAK konuşmasında duygu ve dü-

46 I Müslüman Genç Davetçi

şüncelerini şöyle dile getirdi. ‘’Doğan her yeni gün düne dair hiçbir şeyin gölgeleyemeyeceği yeni bir başlangıçtır aslında. Yeni bir sayfa açmaktan bahsedilir. Bir de güzele ait bir hamle söz konusu olunca... Değil mi ki dün geçmiştir. Aslolan içinde yaşanılan gündür. Değil mi ki mümin İbnü’l-Vakt’tir. Vaktin çocuğudur. Değil mi ki hiçbir şey için aslında vakit geçmiş değildir. O halde zamanın kanatlarına salih ameller atarak uğurlamaktan başka çıkar yol var mı ki? Her anı dolu dolu yaşamak bu olsa gerek. Yeni bir başlangıç yapmak lazım günü


DAVET Ç ALIŞMA SI

Hüseyin Solmuş

yeryüzünde hayat bulsunlar diye aileyi yeryüzüne indirmesiyle başlayan bir ateştir. Bu ateş elbette bizim zaman zaman ateşleri küllense de zaman zaman yukarı çıksa da ateşleri her daim süren nebilerin, rasullerin üzerinden bize kadar ulaşan bir ateştir. Bu ateş Ortadoğu’da yeniden meşalemizle buluştu. Mısır,Suriye başta olmak üzere yeryüzünün birçok coğrafyasında şehadetin, şehitliğin bereket olduğunu bize gösterdi. Bu bereketin sonucudur diye düşünüyorum Van Genç Der de.’’ İstanbul İnsan Der’den davetli olan Necmettin IRMAK duygu ve düşüncelerini kısaca şöyle dile getirdi: ‘’Öncülerden olmak yani sabikundan. Peygamblerin yolunun öncülerinden olmak. Bu tür imkanları Rabbbimize yaklaşma vasıtaları olarak kullanmak ve hayır işlerde korkmadan, yorulmadan,mazeret üretmeden çalışmak; tembellik etmeyen öncü kadro, öncü nesil olabilmek. Ancak ondan sonra insanların fevc fevc Allah’ın dinine girdiğini görürüz. Daha sonra selamlama konuşması yapan Muhittin AĞIRMAN duygu ve düşüncelerini dile getirdi. Son olarak Gençlik Kültür Merkezi’nden programa katılan Ömer EKŞİ duygu ve düşüncelerini kısaca şöyle ifade etti; derneklerin sadece sohbet günleri açılan mekanlar olmaması, gün boyunca açık mekanlar olması gerektiğini belirtti. Açılış programı Salih MERDİVAN hocamızın yaptığı dua ile sonlandı. Bu vesileyle biz de Rabbimiz utandırmasın, kardeşlerimizin niyetlerini halis kılsın ve çalışmalarını bereketlendirsin duamızla sözümüzü sonlandırıyoruz.

Muhittin Ağırman

Ahmet Yıldız

Necmettin Irmak

Salih Merdivan

fırsat bilerek. Gerçi her yeni iyi değildir, bilirim; her eski de kötü değildir. Gün eskimeyen yeniyi bulma günüdür ya da eskimeyen değerler üzerinde bir gemi inşa günüdür. Evet başlamak bir işin yarısını bitirmektir. Lakin başlamak için inanç, irade ve istikrar gereklidir.Tarihin tekerleğini çevirmek böylece mümkün olacaktır bilirim. İnsan ve toplum hayatının inişli çıkışlı olması Adetullah gereğidir. Gün olur sevinçlerin büyüttüğü, cana can katan sahneler yaşanır. Kimi zaman tarihin kırılma anlarındadır insanlık; kimi zaman yaşananlar, kıymeti sonradan takdir edilecek sıradanlıklardır. Kiminin kıyameti koparken kimi kıyl-u kal(dedikodu) üzeredir. Herkesin bir hikayesi var acı-tatlı. Herkes bir tarih yaşar, kendince bir umut. Ardı sıra bir Bedir gelir, bir Hayber. Bazen çoraklık, kuraklık düşer hissesine insanın; bazen su yürür tomurcuklara, tohum meyveye durur. Programa Diyarbakır İhvan Der’den katılan Hüseyin SOLMUŞ hocamız dernek için hayır dualarıyla başladığı konuşmasında duygu ve düşüncelerini katılımcılara aktardı. İçinde bulunduğumuz zamanın cumhuriyetin kuruluşundan beri en rahat ortam olduğunu ve bunu iyi değerlendirmemiz gerektiğini belirtti.Bu ortamların kardeş dernek ve toplulukların tanışmasına, kaynaşmasına vesile olması gerektiğini; bu derneklerin araç olmaktan çıkıp amaç olmaması gerektiğini ve bunların kendimizi yetiştirmemiz gereken birer Dar’ul Erkam, Suffa Mescidi olması gerektiğini belirtti. Daha sonra programa İstanbul Davet Derneği’nden katılan Ahmet YILDIZ duygu ve düşüncelerini şöyle dile getirdi: ‘’Mekke’nin hemen dışında ateşler birilerinin mitolojilerinden çalınarak elde edilmiş bir ateş değildir. Bizim ateşimiz Allah’ın Hz.Adem ve eşiyle

Kış 2014 I 47


‘Seni İlkin Ben Kıskandım’

ŞEHİD FUAT ÇAĞLAR “Şehadet bir çağrıdır, tüm nesillere ve çağlara…” diyordu şehid Metin Yüksel. Kutlu çağrının inanmış yüreklere olan derin hitabını sevdirmişti. Bize şehadeti, şehid olmayı, cenneti arzulamayı, vuslata olan özlemi hissettirmişti kalplerimize. Şehidler Rableri katında rızıklandırılmak üzere bu dünyadan sevgiliye giderler. Gidişlerinin yanı sıra bizlere, ailelerine derin izler bırakmışlardır. Ruhumuza nurlu, kutlu bir yolculuğun kutsallığını nakşeden derin bir iz… Onlar bu dünyada yâd edilerek, cennette de rızıklandırılarak mükâfatlandırılırlar. İşte bu yürekli şehidlerden bir örnek Şehid Fuat Çağlar… Bizlere örnek. Allah’a verdiği söze sadık kalan bir yiğit. Gelin birlikte yâd edelim. Ömrünün en güzel yıllarını yaşarken, üniversite eğitimini sürdürürken şehadete ermişti Fuat Çağlar. O gençliğini şehid gibi yani şahid olarak yaşadı. Şehid gibi yürüdü, şehid gibi tebessüm etti, şehid gibi baktı ve şehid oldu. Misak-ı Milli sevdalısı olmadı. Müslümanların yaşadığı her toprak vatanıydı onun. Bu sebeple Tacikistan’a gitti ve o güzel makama yani şehidlik makamına ulaştı. 1968 yılında Tokat’ta doğan Fuat Çağlar, ilk ve ortaokulu Tokat’ta okuduktan sonra İstanbul’da imam hatip okulunda lise tahsilini yaptı. Lise yıllarında da farklılığını belli ediyordu. Kedini geliştirmeyi, çoğu konuda bilinç ve sorumluluk sahibi olmayı bu yıllarda öğreniyordu. Bu yıllarda, Filistin, Afganistan ve daha birçok Müslümanların zulüm gördükleri, zor durumda oldukları topraklara ilgi duymaya başladı. Şehid haberlerini takip eden, onların sevdasına ortak olan bir hal almıştı. Çağın problemlerinin Kur’an’ı anlayamamış olmamızda bulunuyordu, diyordu. Sonra Marmara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi’nde tahsiline devam etti. Bu arada öğrendikleri kendisini zor durumda bırakıyordu. “Çünkü bu öğrendiğim Kur’an, yaşanmak için gönderilmiştir. Öğrendiklerimle amel etmek zorundayım.” dedi. Üniversitede Fuat denilince arkadaşları onun için; ihlas, samimiyet ve kararlılık gibi özelliklerini söylüyordu. Arkadaşlarına her zaman “Bir şeyler yapıp bu düzeni değiştirmeliyiz. Değiştirmek için de cihad etmeliyiz.” diyordu. Bu dönemde bir süre kaybolmuş, meğerse Hindikuş Dağları’nda arkadaşlarıyla berabermiş ve daha çok hırslanmış. Afganların orada verdiği cihadı biz de burada vermeliyiz diyordu. Boş durmuyordu Fuat. Okullarda afiş asar, tebliğ eder, faaliyet yapar ve Müslüman Genç Dergisi’nde yazardı. Tahsiline biraz devam ettikten sonra dört aylık eşini Allah’a emanet edip cihad etmiyi yeni öğrenen Tacikistanlı kardeşlerimizin yanında olması gerektiğine inandığından bu cepheye koştu. Fuat en Sevgili’ye ulaşmanın yolunu bulmuş, O’na olan sevgisiyle, O’na ulaşmıştı. İşte Müslümanlar, bir onurlu, yürekli, cesur şehidimizin hayatındaki, onurlu yaşamındaki örnekler. Bizler şehidlere gıpta edip, onlar gibi olmak için çalışmalıyız. Onlar gibi yaşamak ve şehid olmak… Allah şehadetini ve tüm şehidlerimizin şehadetini kabul eylesin… Mü’minlerden öyle erler var ki Allah’a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi, kimi de beklemektedir ve onlar, sözlerini, özlerini hiçbir sûretle değiştirmediler. (Ahzab Suresi 23. Ayet) “Biz Allah içiniz ve O’na dönücüyüz.”


Hazırlayan: EREN AZAKLI < erenazakli@gmail.com

PANORA MA

Abdülkadir Salih Şehit Oldu Suriye'de mücadele eden ve Halep'in önemli bir kısmını kontrol eden direniş grubu Liva et-Tevhid'in komutanı Abdülkadir Salih, Baas uçaklarının Liva et-Tevhid karargâhına attıkları varil bombası sonucunda yaralandı. Daha önce de birkaç kez yaralanan ama her defasında yeniden direniş saflarına dönen Abdulkadir Salih son saldırı sonucu şehit oldu.

IŞİD, İslam Cephesİ Komutanını İşkenceyle Şehİt ettİ Irak Şam İslam Devleti, Suriye İslam Cephesi Komutanını işkenceyle şehit edildi. Suriye İslam Cephesi Komutanlarından Hüseyin El Süleyman’ın Irak Şam İslam Devleti güçleri tarafından şehid edilmesi üzerine Suriye İslam Cephesi çok sert bir açıklama yaptı. Açıklamada: 'Dr. Hüseyin Süleyman Mes kene’de çıkan ihtilafın çözümü için IŞİD’e elçi olarak gitmişti, ama onlar doktoru kaçırıp türlü türlü işkenceler yapıp şehit ettiler. Cesedinin üzerinde Suriye halkının daha önce Esed’in koğuşlarında bile görülmeyen şekilde cesedinin üzerinde işkence izleri bıraktılar.'

Cemaat-İ İslamİ lİderİ Abdulkadİr Molla Şehİt Edİldİ Bangladeş'te Cemaat-i İslami lideri Abdulkadir Molla idam edildi. Bangladeş yönetimi, 1971 yılındaki bağımsızlık savaşı sırasında bölünmeye karşı çıktığı için direnen Abdülkadir Molla'yı 42 yıl sonra 65 yaşında idam etti. Ülkenin 1971'de Pakistan'a karşı verdiği bağımsızlık mücadelesi sırasında işlenen suçların araştırılması için Bangladeş hükümeti tarafından 2010 yılında kurulan Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nde yargılanan Molla, 344 silahsız sivilin öldürülmesini azmettirmek dâhil altı suçlamanın beşinden hüküm giyerek 5 Şubat 2013'te ömür boyu hapse mahkûm edilmişti. Bangladeş'in İslami değerleri savunan en büyük partisi olan Cemaat-i İslami'nin genel sekreter yardımcılığını yürüten Molla, suçlamaları reddetmiş ve

hakkında verilen ömür boyu hapis cezasının iptali için Temyiz Mahkemesi'ne başvurmuştu. Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'nin hükmünü onayan temyiz mahkemesi, 17 Eylül'de Molla'ya verilen ömür boyu hapis cezasını idama çevirme kararı almıştı. Son Sözleri Abdülkadir Molla'nın kendisine idam kararı verilmesinden sonra ailesine şu sözleri söylediği belirtiliyor: "Suçum Allah'tan başkasına kulluk etmemekti. Bize kulluk et, dediler. Ben de "asın" dedim.

Kış 2014 I 49


MA PANORA

İHH: “Tırda silah iddiası iftiradır”

Ak Partİ ve Gülen Cemaatİ Tartışması

Ak parti İktidarı ile Gülen Cemaati arasındaki sorunlar Hakan Fidan MİT Müsteşarı seçildikten sonra çıkmaya başladı. Dershanelerin kapatılmasıyla Gülen Cemaati ile Ak Parti arasındaki sorun tamamen gün yüzüne çıktı. Yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarının yapılmasıyla birlikte Ak parti İktidarı ile Gülen Cemaati birbirine karşı tamamen cephe aldılar. Rüşvet ve yolsuzluk kapsamında önemli isimlerin gözaltına alındığı haberleriyle duyurulan operasyon, son yılların en büyük siyasi krizlerinden birisini başlattı. Kimilerine göre, operasyondan bir gün önce Milletvekili Hakan Şükür’ün Başbakan Erdoğan’a dershanelerle ilgili tepki göstererek AKP’den ayrılması ve bazı köşe yazarlarının “bu son uyarıydı” değerlendirmesinde bulunması, operasyonun başlangıcını simgeliyordu. 17 Aralık sabahı gerçekleştirilen operasyonda çok sayıda kişi gözaltına alınırken İçişleri Baka-

50 I Müslüman Genç Davetçi

nı Muammer Güler’in oğlu Barış Güler, Ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’ın oğlu ve Çevre Bakanı Erdoğan Bayraktar’ın oğlu, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, Ali Ağaoğlu, Reza Zarrab ve Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir de gözaltına alınan isimler arasındaydı. 18 Aralık günü Polis teşkilatında önemli noktaların tamamına yönelen görevden almalar ve atamalar gerçekleşti. Yolsuzluk operasyonu sonrası görevden alınan İstanbul Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın yerine Selami Altınok getirildi. Fethullah Gülen, Herkul.org sitesine yüklenen son videosunda, 17 Aralık’ta başlayan operasyona değindi. Operasyon sonrası istifa eden milletvekilleri ve bakanlar: Hakan Şükür, Zafer Çağlayan, Muammer Güler, Erdoğan Bayraktar, Egemen Bağış, Ertuğrul Günay, İdris Naim Şahin, Erdal Kalkan, Haluk Özdalga, İdris Bal, Hami Yıldırım

Radikal Gazetesi’nden Fatih Yağmur’un İHH’nın Suriye’ye gönderdiği bir yardım tırında jandarmanın silah bulduğuna dair haberi, İHH’ya ait internet sitesinde yalanlandı. Hatay’da durdurulan ve silah yüklü olduğu iddia edilen tırın İHH’ya ait olduğu haberiyle büyük bir komploya maruz bırakıldıklarını söyleyen Bülent Yıldırım, bu günden itibaren Suriye için ‘İnadına bin TIR daha’ diye yeni bir kampanya başlatacaklarını açıkladı. ‘Bundan sonra da iftira bekliyoruz’ diyen Yıldırım, İsrail’in Türkiye’de namazında niyazında olan adamları kullanarak İHH’yı sindirmeye çalıştığını da kaydetti.

Çin’den tesettür karşıtı kampanya Çin hükümeti, özellikle Doğu Türkistan’a yönelik olduğu belirtilen, “Güzellik Projesi” adı altında bir proje başlattı. Proje hedefi, kadınları peçeden ve tesettürden soğutmak. Müslümanların çoğunlukta olduğu Uygur bölgesini hedef alan bir proje ile kadınların, yüzlerini açmaları ve çeşitli kozmetik malzemeleri kullanmaları özendiriliyor. Kampanyla ilgili konuşan 25 yaşındaki bir Müslüman kadın yaptığı açıklamada: “Biz geleneklerimizi devam ettirmek istiyoruz, buna ihtiyacımız var, herkesin de bize anlayış göstermesi gerek.” dedi. Projeyi başlatan kurumdan yapılan açıklamada ise, insanların özgürlüklerine karışmadıkları savunuldu, bazı kişilerin bu tür kıyafetleri kullanarak terör faaliyetleri yaptıkları iddia edildi.



Abdulkadİr MOLLA

Abdulkadİr SALİH

Onlar gittiler Gelen zamandan bir haber gibiydiler. Ben şimdi bu yanda İçilmiş bir and için bekleyenim Kurulmuş saat gibi. Onlar gittiler Giderken bir muştu gibiydiler.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.