İÇİNDEKİLER İLETİ’DEN İLETİLER •- İletişim Topluluğu Reklam Günleri Etkinliği.................................................................6 •-Barbaros Gürçay İle Reklam Nasıl Olmalı ?.....................................................................9 •-İletişim Topluluğu Sosyal Birim‘in Huzurevi Ziyareti.................................................12 •-Öğrenci Gözüyle Uşakta Yaşam.......................................................................................13 HALKLA İLİŞKİLER VE REKLAMCILIK •-Selma Serdaroğlu’ndan Nasıl İletişim Kurabiliriz ?.......................................................16 •-Betül Mardin’den Gençlere Mektup................................................................................19 •-İşletmelerde Başarının Sırrı “Halkla İlişkiler’’................................................................21 •-Özel Sektörde Halkla İlişkilerin Gelişimi.......................................................................22 •-Halkla İlişkiler Uzmanlarında Aranan Özellikler.........................................................25 •-Reklamcılık........................................................................................................................27 RADYO,TELEViZYON VE SiNEMA •-Sinemanın Doğuşu ve Bununla Birlikte Gelen Şöhret.................................................29 •-Recep İvedik Sizce Komik mi ?........................................................................................31 •-Lütfi Akad’ın Sinemaya Bakışı.........................................................................................32 GAZETECİLİK •-Cinayet İle Giden Hayaller...............................................................................................34 •-Yeni İletişim Araçları........................................................................................................35 •-Mevsimlerin 5 Olması Gazetecilik..................................................................................37 •- Gazetecilik Kolay mı?......................................................................................................38 KÜLTÜR VE SANAT •-Başlıksız..............................................................................................................................40 •-Başı Boş Ayrıntılar.............................................................................................................41 •-Gecenin Sessizliği..............................................................................................................42 •-Kaan Murat Yanık ile Edebiyat’a Dair.............................................................................43 •- Büyüdüm...........................................................................................................................44 •- Aşka Dair, Sevmek Ne Güzel Şey...................................................................................45 •- Hondanın Başarı Hikayesi..............................................................................................46
KÜNYE Dergi Adı: İLETİ DERGİSİ Mahiyeti: İLETİŞİM Yayın türü: Yerel, Süreli Yayın Yayınlanma aralığı: Üç Ayda Bir Danışman Doç.Dr. Murat Sezgin, Arş. Gör. Onur Keşaplı Genel Koordinatör Ramazan Çetiner Kapak Tasarımı Tuğçe Çakın Grafik ve Tasarım Ramazan Çetiner Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü Suna Çetin, Seyhan Tok Deniz Eren, Selin Gündüz Dilek Yılmaz, Aslıhan Geçmek Hüsne Gül Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü Hilal Yurtsever, Sultan Turgut İsmail Ekinci Gazetecilik Bölümü Mert Altun, Afet Yıldız Ümit Akkoyun, Melih Atasorkun Yayının yönetim adresi ve iletişim: Ankara-İzmir Yolu 8.km,1 Eylül Yerleşkesi İletişim Fakültesi Uşak 0276 221 21 21 iletisimtoplulugu@usak.edu.tr Dergi konuları: Gazetecilik, Halkla İlişkiler, Radyo, Sinema, Reklamcılık Televizyon, Edebiyat, Eleştiri Web Sitesi: http://issuu.com/iletidergisi Öneri, eleştiri, ve yayınlamak üzere çalışmalarınızı iletidergisi@hotmail.com adresine iletebilirsiniz. “İleti Dergisi’nde yayınlanan yazıların sorumlulukları yazarlarına aittir.”
ÖNSÖZ Ülkenin geleceği olan iletişimci adaylarına üniversitemizde gösterilen derslerin uygulamasına yönelik olarak çıkardığımız bu e-dergide amaç öğrencilerimizin teori bilgilerini uygulamaya dökmelerine yönelik zemin hazırlamaktır. Aklın ve bilimin ışığındaki genç iletişimcilerin yaptığı bu çalışma üniversite içi ve dışında herkese açık bir alandır. Gönderilen çalışmalar ilgili kurullardan geçirildikten sonra yayınlanacaktır. Üniversitemizin sloganı olarak gördüğüm aklın ve bilimin ışığında iş arayan değil iş üreten insanlar yetiştirme anlayışından hareketle bu dergi öğrencilerimiz için unutulmayacak bir tecrübe olacaktır. İnsanlık var olduğu günden beri iletişim ve bilgi alışverişi hep önemli olmuştur. Bu özellik çerçevesinde kitle iletişimin önemi de artmıştır. Özellikle teknolojik gelişmeler bireylerin birbirleriyle iletişimini sağlamada etkili olmuştur. Yaşadığımız şu günlerde hızla değişen, yayılan, genişleyen bilgi ve iletişim teknolojileri günlük yaşam ve iş dünyası uygulamalarında ve iletişim sistemlerinde köklü değişimlere zemin hazırlamıştır. Bu gelişmelerin bir şekilde öğrencilerimize aktarılması gerekmektedir. Yapılan bu e-dergi çalışması aslında bu aktarıma yönelik olarak tasarlanmıştır. Tarih boyunca teknoloji, toplumlardaki değişimin itici gücü olmuştur. Tarihi süreçteki değişimde bir ayrıntıyı unutmamak gerekir; matbaanın icadına kadar geçen süreçte, ortaya çıkan teknolojilerin yasam üzerindeki etkisi, genel olarak insanın fiziki yeteneklerinin ve iş kapasitesinin artısı ile sınırlı kalmıştırİlk kitle iletişim teknolojisi olarak kabul edilen matbaa, bireyin algılama biçimi üzerinde doğrudan etkiye sahip ilk teknoloji olmuştur. Asırlardır, algısını ve yasam biçimini sözlü iletişimin gerekleri doğrultusunda şekillendiren insan, matbaa ile birlikte, kulak duyusunun ön planda olduğu işitsel alandan görsel alana geçmiştir. Duyu organlarında yaşanan değişim, insanın devamında da toplumun değişimini beraberinde getirmiştir. Telgrafın icadı ile farklı bir mecraya giren iletişim bilgisayar/internetin bulunuşu ile zirveye çıkmıştır. Ortak paydalarda bulunan kişileri zaman ve mekândan bağımsız olarak bir araya getirecek olan bu çalışma ciddi ve düzenli birçalışmayıgerektirmektedir. Bu bağlamda bu çalışmaya destek veren başta Uşak Üniversitesi Rektörü Sayın Prof.Dr.Sait ÇELİK olmak üzere, İletişim Fakültesinin değerli Öğretim Üyeleri, öğrencileri ve emeği geçen herkese teşekkürler. Şunu unutmamak gerekir iyilerin alternatifi olmaz.Onun için aklın ve bilimin ışığın düstur edinen bu ekibin iyiyi yapacağından hiç kuşkum yok. Saygı ve muhabbetle,
Doç. Dr. Murat SEZGİN 4
İLETİ’DEN İLETİLER
UŞAK ÜNİVERSİTESİ REKLAM GÜNLERİ ETKİNLİĞİ
“İletişimde Reklam Arası” Adlı Etkinlik Gerçekleştirildi.Uşak Üniversitesi Mustafa Kemal Paşa Amfisi’nde 13-14 mayıs 2015 tarihinde İletişim Topluluğu tarafından düzenlenen “iletişimde reklam arası” etkinliğine Uşak Üniversitesi ev sahipliği yaptı. İletişim topluluğu tarafından düzenlenen iletişimde reklam arası etkinliğine İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık 6
Bölüm Başkanı sayın Doç. Dr. Vesile Çakır, İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Suat Şahiner, Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Barbaros Gürçay, Ankara Life Genel Yayın Yönetmeni Sertaç Kantarcı, Parnasus Ajans Art Direktörü Hakan Yıldırım, akademisyenler ve öğrenciler katıldı. Etkinliğin 1. Gününde ilk konuşmacı olarak İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölüm Başkanı sayın Doç.
Dr. Vesile Çakır açılış konuşmasında reklamın, bacasız bir endüstri olduğu ve reklamların insanları doyumsuz hale getirdiğinden bahsetti. Etkinliğin devamında Gazi Üniversitesi öğretim görevlisi Barbaros Gürçay, reklamın tarihçesi ve basın reklamları konulu sunumunu gerçekleştir. Bu sunumda ilk reklam ve ilk reklamda kullanılan yöntemlerden bahsetti. Bu yöntemler, bugün
bizim pazarlarda ve medyalarda tellallık ve çığırtkanlık yöntemlerinden söz ettikten sonra reklamın geçirdiği evreleri anlattı. Bu evreler, Görsel/Yontma çağı, Görsel/Yeni taş çağı, Görsel /Asur Ticaret Koloniler çağı, Görsel/Ortaçağ olmak üzere reklamın geçirdiği 5 evreden oluştuğu söyledi. Son olarak Türkiye’deki Osmanlı reklamların konusuna değinerek ilk reklam filminin 3 mart 1972’de yayınladığı, böylece gazete, dergi ve radyodan sonra yeni bir reklam ortamına kavuştuğumuzu, reklamın ancak 1960’larda bir meslek haline dönüştüğü 1970’lerde ise çoklu reklam ortamlarının oluştuğundan söz ederek sunumuna ara
verildi. Verilen bu arada ilk reklamların yayınlandığı sergiye göz atıldı. Aranın ardından Barbaros Gürsoy’dan sonra sunumunu yapacak olan Sertaç Kantarcı medya reklamcılığıyla ilgili sunumunu geçekleştirdi. Bu sunumda reklamın iyisi kötüsü olmadığını, kadın ve cinselliğin reklamlarda çok sattığını dergide kapak ve resimlerin çok iyi olduğu sürece içeriğin her zaman 2. Plana atıldığını, bir insanın gözünde nasıl olumlu imaj oluşturulacağından söz etti. Etkinliğin 2. Gününde ise açılış konuşmasını Parnasus Ajansı Art Direktörü Hakan Yıldırım, Ajans Kafası, reklam oluşumu konulu
sunumunu gerçekleştirdi. Bu sunumda bütün reklam stratejisinin ürün-markahizmet, satış pazarlama, hedef kitle, alanı çevresinde gerçekleştiğini, reklamın satış pazarlamanın sadece bir parçası olduğu, müşteriye hitap ederken marka konumlandırılması yaparak ise başlanması gerektiğini tüketim çılgınlığıyla birlikte marka sınıflandırılmasının öneminin arttığını, markayı büyüten e geliştiren tek şeyin kısa ve öz bir fikir olduğunu her sektörün kendine özel bir renginin ve dilinin olduğundan bahsetmiştir. Ek olarak markayı yönetmenin bazen büyük bir dağa tırmanmak kadar zor bazen küçük bir tepeye
7
tırmanmak kadar kolay olabileceğini söyledi ve sunum katılımcılarının sorularıyla devam etti. İletişimde reklam arası etkinlikleri katılımcılara verilen plaketlerin ardından sona erdi. Daha sonra iletişim topluluğunca düzenlenen 8
afiş tasarım yarışmasısonuçlandı. 12 eserin katıldığı yarışmada yaratıcılık kabiliyetlerinin geliştirilebilmesi adına ve önümüzdeki yılın reklam günlerinin temasının da belirleneceği yarışmayı kazanan Halkla İlişkiler ve Reklamcılık
2. Sınıf öğrencisi Tuğçe Çakın oldu. Kazanana ödülünü İletişim Topluluğu Danışman öğretim görevlisi Doç. Dr. Murat Sezgin ve öğretim görevlisi Dr. Bahar Dinç Akman verdi.
Aslıhan Geçmek Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Rekalmacılık Bölümü
BARBAROS GÜRÇAY İLE REKLAM NASIL OLMALI ?
Reklamda çekiciliği nasıl arttırabiliriz? Kimileri reklamı “ikna sanatı” olarak tanımlar… Bu basit gibi görünen tanımın içinde ikna edici iletişim çabasını ve giderek yöntemlerini buluruz. Özünde tüketicinin tercihlerini yönlendirerek satın alma kararında belirleyici olmayı “iş” edinen reklamcının bu noktada kullandığı çeşitli stratejiler vardır. En sık kullanılan yaratıcı stratejiler; Generic, Preemptive (Önce Satın Alma İddiası), Resonance ve Affective’dir. Rooser Reeves’in geliştirdiği Unique Selling Proposition, reklam dünyasının duayeni David Ogilvy’nin ortaya koyduğu Brand Image ve Al Rice ile Jack Trout’un birlikte geliştirdikleri Positioning yani Konumlandırma da reklamcıların giderek birbirine daha
fazla benzeyen ürün ve markaları farklılaştırmak için başvurdukları yaratıcı stratejilerdir. Reklamcı ürün, hizmet ya da markanın konumuna ve reklamın amacına göre bu stratejilerden birini kullanarak yaratıcı çalışmasını hazırlar. İkna edici iletişimden söz ettiğimize göre yaratıcı stratejiler kadar önem taşıyan bir diğer unsur da “çekicilik”tir. Tüketicinin aklına ve/veya kalbine seslenmekte en etkili yöntemlerden biri “duygu” çekiciliğidir. Başta cinsellik olmak üzere mizah ve korku en sık kullanılan duygu çekicilikleridir. Yaratıcı stratejilerde olduğu gibi ürün, hizmet ya da markanın konumuna ve reklamın amacına göre bir çekicilik belirlemek gerekir. Bu noktada önemli olan reklamcının/ reklam ajansının doğru yöntemi
seçmesi, yaratıcılığını en etkin biçimde ortaya koyarak doğru reklamı gerçekleştirebilmesidir. “Sattırmayan reklam, yaratıcı değildir”. Sık sık mizahın çok kötü kullanıldığı, olur olmaz her üründe çocukların ya da kadınların boy gösterdiği reklamları izlemek zorunda kalıyoruz. Reklamda çekiciliği artırmanın en basit yolu; bu reklamları iyi izleyip, orada yapılanları yapmamaktır. Reklamlarda ve yayınlanmalarında etik kurallar uygulanıyor mu? Ülkemizde reklamları yasal olarak denetleyen ve yeterli olmasa da yaptırım gücü bulunan üç kurum var; TC Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’na bağlı Reklam Kurulu, Reklam Özdenetim Kurulu ve RTÜ K. 9
Ve sessiz, hareketsiz olması televizyon karşısında zayıf kalmasına yol açabilir. Televizyon reklam filmlerinin prodüksiyonları genel olarak bütçeyi zorlar. Basın reklamları bu açıdan büyük avantaj sağlar. Bunun yanı sıra gün içinde bile rezervasyon yaptırıp akşam baskısına reklamı yetiştirme esnekliğine sahiptir gazeteler. Bölgesel baskılar ve kent ekleri sayesinde reklam tarife ücretleri oldukça uygun düzeyBu kurumların üçü de şikayet dedir. Gazetelerin gün içinde yer üzerine harekete geçen mekanizma- değiştirebilmesi, birden fazla kişi lardır. Genel sorun da bu noktada tarafından okunabilmesi ve yirmi ortaya çıkıyor; yasaları çiğneyen dört saat boyunca kendini gösterbazı reklamlar bu çok başlılıktan ve mesi ise benzersiz ayrıcalıklarıdır. ağır işleyen mekanizmadan yararla- Dergiler ise baskılarının daha kalinarak bir süreliğine de olsa yayınteli olması ile gazeteler karşısında lanma ve hedef kitlesine mesajını da avantaj sağlar. Moda, ekonomi, iletme fırsatını yakalıyor. kadın, gençlik, gezi, tarih, spor, gibi Bu durumun hem reklamcı hem de ilgi alanlarına ya da sektörlere göre reklamı yayınlayan reklam ortamı yayınlanan dergiler ise hedef kitleye (medya) açısından ne kadar “etik” ulaşmada etkili olur. Dergi okurolduğunu tartışmamıza gerek yok ları diğerlerine göre okumaya ve sanırım. araştırmaya daha meraklıdırlar. Gazete ve dergi reklamlarının püf Reklamcı iseniz dergi ve gazetelere noktaları nelerdir? reklam hazırlayacaksanız bütün Kısaca “basın” olarak adbunları göz önünde bulundurlandırdığımız gazete ve dergi malısınız. reklamları bizim için en önemli ana İyi ajans, çok ödül alan mı yoksa mecralardan yani reklam ortamreklamını iyi yapan ajans mıdır? larından biridir. 1970’li yıllarda Reklamcının “işi” ödül peşinde ortaya çıkan televizyon ile her koşmak değil; reklamvereni için geçen etkisini artıran internetin en doğru, en kreatif, en etkili reklam ortamı olarak basını zorçözümleri üretebilmektir. Yine ladığı bir gerçek. Özellikle interne- söylüyorum “Sattırmayan reklam, tin önümüzdeki döneme tamamen yaratıcı değildir”. Kuşkusuz, ödül damgasını vuracağını düşünüyoalmak hepimizi mutlu eder. Bence rum. en büyük ödül, başarılı bir reklam Bununla birlikte gazete ve dergilyaparak hedef kitleyi on ikiden erden vazgeçmemiz kolay olmayvurmak ve reklamverenin ürün/ acak. Gazetelerin en büyük dezahizmet/markasına artı değer kazanvantajı baskı teknikleri ne kadar dırmaktır. gelişirse gelişsin hala görsel niHem ajans hem de kendinizi teliğinin düşük olmasıdır. Renkler reklamı konusunda geliştirmek için hiçbir zaman istenen tonda olmaz. neler yapıyorsunuz? Baskıdan sonra ikiye katlandığı için On yıl öncesine kadar ajanslar, renk karışması olabilir. ajans içi eğitimlere önem veriyordu. Reklam yazarlığı, reklam 10
tasarımcılığı, medya planlama ve satın alma gibi alanlarda çalışanların kendilerini geliştirmeleri için özel dersler bile veriliyordu. Reklam derneklerinin düzenlediği konferans ve etkinlikler de bu noktada yararlı oluyordu. Ne yazık ki bütün olumlu alışkanlıklar zaman içinde unutuldu. Kendi adıma neler yapıyorum? Bir ayağı üniversitede diğeri sektörde olan bir reklamcı olarak kendimi sürekli geliştirmek zorundayım. Yeni yayınların yanı sıra dünya reklamcılığındaki yeni trendleri de yakından izlemeye çalışıyorum. İyi ki internet var; adsoftheworld gibi reklam sitelerinden yararlanıyorum. Her fırsatta toplumun farklı kesimlerini gözlemliyorum. Eskiden “nesil”ler on yılda bir değişirdi. Günümüzde birkaç yılda değişiyor sanki. Alışkanlıklar, eğilimler, beğeniler, tutum ve davranışlar çok çabuk değişiyor. Bu değişimin farkına varmak, dahası reklamcı olarak yakalamak zorundayız. Ajansın ve ajans çalışanlarının kendini geliştirmesi için de benzer yolları izliyorum. Siz sormadınız ama ben yanıtını vereyim; fakültedeki öğrencilerimin gelişimi için de özel uygulamalar yapmaya çalışıyorum. Düzenli olarak müze ve sergileri geziyor, film festivalleri ve konserleri takip ediyoruz. Tiyatro, drama, müzik gibi sanat alanlarında amatörce çalışan öğrencilerime destek veriyorum. Çünkü sanat ve kültür sadece reklamcıların değil genel olarak iletişimcilerin en önemli besin kaynağıdır. Bu sektöre yeni adım atacak olan yaratıcılara ne gibi önerileriniz var? Reklam sektöründe çalışmak isteyen İletişim öğrencileri için ilk önerim, kişilik özelliklerine ve yeteneklerine göre hareket etsinler. Sosyal ilişkilerde başarılı biri marka danışmanı/müşteri temsilcisi
olabilir. Kalemi güçlü biri reklam yazarı olarak öne çıkarken, görsel yetenekleri ağır basan biri reklam tasarımcısı olup sanat yönetmenliğine kadar yükselebilir. Evet, önce kendimizi tanımalı, yeteneklerimiz doğrultusunda hedef belirleyip çalışmalıyız. İletişim öğrencileri için ikinci önerim boş durmasınlar. Varsa eğer mutlaka atölyelerde ve topluluklarda çalışsınlar, yarışmalara katılsınlar. Fırsat bulabilirlerse ajanslarda staj yapsınlar. Ogilvy “Biz bilgiyi, kedinin fareyi kovaladığı gibi kovalarız” der. Bilgi birikimi reklamcı için hayati önem taşır. Sinema, tiyatro, edebiyat, plastik sanatlar, tarih, mitoloji hatta masallar, efsaneler bile bizim besin kaynağımız. Okuyalım, izleyelim, gezelim, görelim... İlgi alanlarımız, hobilerimiz olsun. Başkalarına çok saçma gelebilir bunlar, önemli değil. Farklı olan her şey zihnimizin de daha farklı çalışmasına yol açabilir. Son olarak cesur olsunlar. Farklı bakış açılarına önem versinler. Geniş bir perspektiften bak-
abilsinler. Sizin hakkınızda bilgisi olmayanlar için kendinizi nasıl tanıtırsınız? Ne yapar? Neleri düşünür? En zor soru en sona saklanmış. Olmak istediğim, yapmak istediğim bir sürü meslek ya da sanat vardı; arkeolog, ressam, sinemacı, belgeselci, gezgin falan filan. Reklamcı olmak aklımın ucundan bile geçmiyordu. Tesadüflere ilgi alanlarımın genişliği ve bazı yeteneklerim de eklenince reklamcı oldum çıktım. Reklamın her aşamasını gördüm ve çalıştım; reklam yazarlığından yaratıcı yönetmenliğe, marka danışmanlığından medya planlama ve satın almaya, stratejik danışmanlıktan siyasal iletişime… Bu da bana büyük bir ayrıcalık kazandırdı. Sektörde 25. yılımı tamamlarken, üniversitede de 10. yılıma girmek üzereyim. İlgi alanıma girmeyen bir şey yok gibi; arkeoloji ve mitoloji üzerine çalışmalarım var. Sinema, tiyatro, edebiyat, tarih, etnik kültürler, ekoloji, felsefe, Anadolu, Ankara ilgi
alanlarım içinde ilk sıralarda gelir. Çok acayip bir koleksiyoncuyum; gazetelerin ilk sayılarından antika telefonlara, “ephemera”dan eski radyolara kadar birçok şeyi topluyorum. Gezmeyi, gözlemler yapmayı, fotoğraf çekmeyi ve yazmayı severim. Metroda kitap okurum, kamusal alanlarda insanları gözlemlerim. Öyküler yazarım. Mütemadiyen yürürüm. Müdavimi olduğum mekanlar, sevdiğim sokaklar, güvendiğim dostlarım var. Üniversitede hoca, hayatta öğrenciyim. Öğrendiğim her yeni bilgiyle heyecanım daha da artıyor. Son olarak hareketi seviyorum. Atilla İlhan ne güzel demiş; “Ben gidip başıma belalar aramışım, sen kalıp mevlanı bulmuşsun”…
Suna Çetin Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlşkiler ve Reklamcılık Bölümü 11
HUZUR EVİ ZİYARETİMİZ İLE YAŞLILARIMIZIN YANINDAYIZ
S
osyal Sorumluluklar Birimi İlk Etkinliklerini Gerçekleştirdi İletişim Topluluğu Sosyal Sorumluluklar Birimi; “ Bir ziyareti bin mutluluk. Unutmadık” sloganıyla ilk etkinliklerini huzur evinde gerçekleştirdi. İletişim Fakültesi Dekanı Suat Şahinler, İletişim Fakültesi, İktisadi İdari Bilimler 12
Fakültesi Öğretim üyeleri ve İletişim Topluluğu öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşen etkinlikte yaşlılara film gösterimi düzenlendi.
Duygusal anların yaşandığı etkinlikte yaşlılarla vakit geçirildi ve hediyeler dağıtıldı. Memnuniyetlerini dile getiren yaşlılar
bu tür etkinliklere ihtiyaçları olduğunu ifade ettiler.İletişim Fakültesi Dekanı Suat Şahinler konuşmasında bu tür etkinliklerin sıklıkla tekrarlanacağını belirtti. Vedalaşmanın ardından etkinlik sona erdi. Kübra Tetik,Selda Murat Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
ÖĞRENCİ GÖZÜYLE UŞAKTA YAŞAM
U
şak Üniversitesi İletişim Fakültesinin bünyesinde olan İletişim Topluluğu ‘Öğrenci Gözüyle Uşakta Yaşam’ adlı fotoğraf yarışması düzenledi. Mustafa Kemal Paşa amfisinde düzenlenen ödül töreninde yarışmada dereceye giren öğrencilere ödülleri verildi. Ödül töreninde yarışmanın başından itibaren emeği olan Nadriye Çalışkan yarışma hakkında şu sözleri söyledi:’ sinema, girişimcilik, fotoğraf, reklam, radyo, e dergi, sosyal birimliliklerinden oluşan topluluğumuz yapmış olduğu ve devamlılığını sağlamak istediği fotoğraf yarışmasını düzenledi. Fotoğraf yarışmasının ödül törenine ve Yarışmada gönderilen fotoğrafların olduğu sergiye hoş geldiniz. 2014 yılının ekim ayından bu yana üzerinde çalıştığımız bu yarışmanın ödül törenine geldik. Fotoğraf gerçek anı ya
kalamaktır. Fotoğraf zamanı içine hapsettiğimiz karedir. ‘dedi. Daha sonra yarışma jürilerinden olan Yrd. Doç. Dr. Meral Özçınar Eşli kürsüye çıkarak konuşmasını şu şekilde yaptı : ‘ Etkin ve aktif bir aktif topluluk olduğunuz için sizi tebrik ediyorum.
Yarışmanın başlangıcında çok monoton bir fotoğraf yarışması olacağını düşünüyordum. Kafamızda soru işaretleri vardı iyi fotoğraflar olur mu diye. Ama gayet güzel fotoğraflar geldi yarışmaya. Bu yıl ilk kez düzenlendi.
Bana göre iletişim fakültesi bir üniversitenin vitrinidir. Hem iletişim fakültesi hem de güzel sanatlar fakültesi bu konuda önemli bir paya sahiptir. ‘ diyerek konuşmasını bitirdi. Daha sonra piyano eşliğinde yarışmaya gelen fotoğraflar görüntülendi.
13
Son olarak yarışmada dereceye giren öğrencilere ödülleri takdim edildi. Yarışmada 1.olan Mehmet Polat’a ödülünü Yrd. Doç. Dr. Meral Özçınar Eşli verdi. 2.olan öğrenci Aytuğ can Sencar’a Güzel
Sanatlar Fakültesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Zafer Gungen verdi. 3.olan öğrenci Burhan Sarıkaya’ya ödülünü takdim eden İletişim Fakültesi öğretim
üyesi Yrd. Doç. Dr. Önder Deniz takdim etti. Son olarak yarışmada 4. olan Orhan Şaban’ ise fotoğraf yarışmasını düzenleyen ve emeği geçen Nadriye Çalışkan takdim etti.
Ramazan Çetiner Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
SELMA SERDAROĞLU’NDAN NASIL İLETİŞİM KURABİLİRİZ ki insana bir şey duyurmak istiyorsanız, bunun için kitle iletişim araçlarına ciddi ölçüde para ödeyerek süre ve yer satın alıp, mesajlarınızı bu kanallardan vermeniz gerekir.
S
ektörün en eski firması ile halkla iliskiler üzerine...
SORU: Kimsenin halkla ilişkilerin ne olduğunu bilmediği bir ülkede yaşıyoruz. Sizce halkla ilişkiler nedir? CEVAP: Halkla ilişkiler, bizim kuşağın üniversite eğitimine başladığı dönemlerde iyi bilinen bir meslek değildi. Siz şanslısınız, artık daha fazla konuşulur oldu. Bizler okurken büyüklerimiz bir türlü anlam veremiyordu bitireceğimiz okulun ne işe yaradığına. Halkla ilişkiler, bir kurumun kendi sosyal paydaşlarıyla ilişkisini düzenleme sanatı.Bu paydaşlar müşterileri, rakipleri, toplum, kendisiyle ortak iş yapan diğer şirketler olabilir. SORU: Halkla ilişkileri reklamdan ayıran yön nedir? CEVAP: En kısa tanımıyla reklam paralı bir haberleşme, halkla ilişkiler ise parasız bir haberleşmedir. Yani reklam yoluyla sokakta
16
Ama diğer yandan, rekabet kaliteyi destekleyen bir unsur. A&B’nin ilk 15 yılı, tamamen kendi doğrularını kendi bulduğu, hatasıyla sevabıyla kendi başarısını kendi yarattığı bir dönem. Her zaman her şeyin ilkini yapmak bize nasip oldu. Dezavantajları da vardı elbette, ama onu avantaja çevirmek çok zor gelmedi bize. Çünkü dünyada pek çok örnekleri var.
Halkla ilişkilerde ise para karşılığı haber yayınlatma gibi bir durum asla söz konusu olmadığı için, kitle iletişim araçlarında çalışan medya mensuplarının, sizin mesajınızın “haber niteliği taşıdığına” ikna olması gerekir. Bu an- Amerika halkla ilişkiler çok lamda halkla ilişkiler bir ikna uzun yıllar önce başladı. Orasanatıdır. da yapılanları inceleyerek, kendi yapımızı daha iyi tanıyarak En temel ve belirleyici fark- altından kalkmak çok zor olları; reklamın paranın gücüyle, madı. inanılsın inanılmasın kitleye SORU: Halkla ilişkiler bizim mesajı ulaştırması; halkla il- ülkemizde ne bazlı hizmetler işkilerde ise gazetecinin kendi veriyor? inisiyatifi ve arzusuyla hiçbir CEVAP: Halkla ilişkiler şirkarşılık beklemeden haberi ketleri şu anda çok geniş yayınlamasıdır. kapsamlı hizmet veriyor. Halkla ilişkilerin in- Basın ilişkileri, etkinlik yöneandırıcılığının yüksek olması timi, kurum içi iletişim, itida parasız olmasından kaynak- bar yönetimi, kriz yönetimi, lanır. pazarlama destek faaliyetleri, SORU: Sektörde bir ilk ol- hepsi ayrı şirketler tarafından manın size ne gibi avantajları yürütülecek. ve dezavantajları oldu? CEVAP: Avantajı, 15 yıl gibi bir Halen bütün bunların tamasüre sektörde tek başına çalış mını yapan tam hizmet mak. Ciddi bir süre rakipsiz ajansları var, bizim gibi. Biz saolmak. Güçleniyorsunuz, bu dece uygulamayı yaparken, bu işin önemini fark eden büyük işi profesyonel yapan 3. parti markalar, müşteriler size geliy- şirketlerden hizmet alıyoruz. or, işbirlikleri kuruluyor ve de- Yiyecek-içecek şirketleri, sesvam ediyor. ışık şirketleri, güvenlik şir-
ketleri gibi… Ama etkinliğin planlanmasını ve yürütülmesini biz yapıyoruz. Uygulamalarda dışarıdan destek alıyoruz sadece. SORU: Halkla ilişkilerin ülkede yeterli ilgiye sahip olmamasını neye bağlıyorsunuz? CEVAP: Eğer İstanbul’u konuşuyorsak bu doğru değil. Çünkü birçok şirkette halkla ilişkiler elemanları çalışıyor, hatta bu konuda faaliyet gösteren ayrı departmanları var.
zanmanın peşindeler. Rekabet farklı, bütçeler farklı, geleceğe vizyonları farklı. Biliyorsunuz şirketler büyüdükçe vizyonları daha kapsamlı hale geliyor. Aslında küçük şirketlerin geleceği daha fazla düşünmesi gerekir ama hiç böyle olmaz. Artık büyük şehirlerdeki, hatta Anadolu’daki büyük holdingler, halkla ilişkilerin önemini kavradı. reklamı verirsiniz, bir ay içinde
ma telaşı içerisinde daha hızlı sonuç elde edilen uygulamalara yönelebiliyorlar. Ama satış sorunlarını çözen şirketler, bu kez de kurumlarının itibarlı hale getirecek halkla ilişkiler çalışmalarına önem vermeye başlıyor. Bu yönde bilinçlenmeler giderek artıyor. SORU: Halkla ilişkilerin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? CEVAP: Geleceği parlak bir meslek. Biz 33. yılımızı idrak ediyoruz
bu konudaki bilinçlenmeleri çok arttırdı. Türkiye’de 30’u aşkın iletişim fakültesi ve bu fakültelerin hepsinin halkla ilişkiler bölümü var. Her fakülte her yıl 30 çocuk mezun etse inanılmaz bir mezun kapasitesi var. Meslek hakkında bilinirlik giderek artıyor. En azından aileler sizin gibi erkek çocuklarına “halkla ilişkileri neden okuyorsun” demiyorlar artık.
Yeni kurulan şirketler bile, kendi bütçelerine göre halkla ilişkiler birimine yer veriyor. İstanbul dışını düşündüğünüzde haklısınız. Çünkü oralarda biraz daha somut ihtiyaçlar söz konusu.
sonucu alırsınız. Satışlar hareketlenmeye başlar, daha çok insan markayı bilmeye, konuşmaya başlar.
meslekte. Kurucumuz Alâeaddin ASNA, yetiştirdiği öğrenciler ve yanında çalışanlara verdiği eğitimlerle, pek çok şirketin kurulmasına önayak oldu. Sektörümüzün ilk derneğinin de kurucuları arasında. İlk başladımızda sektörde hiç şirket yoktu, zamanla 1, 3, 5, 10 derken şimdi inanılmaz sayıdahalkla ilişkiler şirketi var. İnsanların
Bunu da diğerleri gibi bir meslek olarak kabul etmeye başladılar. İşverenler de halkla ilişkilerin kendilerine sağlayacağı yararları daha iyi biliyor ve bu hizmeti almaya yöneliyor.
Şirketler sokaktaki insanı, yani potansiyel tüketiciyi halkla ilişkiler yoluyla kazanmaktan önce, satış ve pazarlama yoluyla ka-
Ama halkla ilişkiler uzun vadeli bir uygulama. Bugün yapmaya başlayacaksınız, belki 5 sene ya da 10 sene sonra somut ürünlerini alabileceksiniz. Şirketlerin o kadar çok beklemeye sabrı olmayabiliyor. Pazarla-
Bence halkla ilişkiler zamanla daha da güçlenecek. 35 yıl, bir sektörün geçmişi için çok da uzun sayılmaz. Ama giderek 17
orik bilgilerin yanı sıra lama düşünemi hukuk da okuyacak, ekonomi de, sanat tarihi de, edebiyat da.
daha iyi olacağına, profesyonellerin ders daha da yüksek stan- vererek akademik hadartlarda işler yapıla- yata katkıda buluncağına inanıyoruz. ması, mesleğimiz için kazanç bana göre. SORU: Ülkemizde Çünkü öğrenci üniversitelerde verilen böylece teorik bilgilhalkla ilişkiler eğitimi erle pratiği birleştiriyiçin ne düşünüyor- or, mesleğini kapsamlı sunuz? biçimde öğreniyor. Bu CEVAP: Ben 15 yıldır işi profesyonelce yapİstanbul Üniversite- an, mesleki açıdan yesi İletişim Fakülte- tkin ve öğretme becesi’nde ders veriyorum. risine sahip kişilerden Alâeddin ASNA öncel- destek alınması gerekeri İstanbul Üniver- tiğine inanıyorum. sitesi’nde, daha sonra Gençlerin bilgi hazMarmara Üniversitesi nelerini genişletmek İletişim Fakültesi’nde ve çokyönlü düşünme dersler verdi. Bizim kapasitelerini gibi dışarıda mesleği artırmak için bu uygulayarak hayatını uygulama şart. kazanan Elbette halkla ilişkiler öğrencileri, okulda te18
Ama mesleki uygulamayı, gerçek hayatta bu işi profesyonel olarak yapan kişilerden öğrenecekler. Böylece piyasadan da haberdar olacaklar. Kendi öğrencilerimden örnek vermem gerekirse, her yıl sınıfımdan kaç kişinin bu mesleği yapabileceğini, kaçının yapamayacağını rahatlıkla tahmin edebiliyorum ve hiç de yanılmadım. Çünkü bizim mesleğimiz sadece eğitimle başarılabilecek bir şey değil, biraz da yetenek işi. Ben uygulamasız bir teori, teorisiz bir uygu-
yorum. Öğrencilerin derslerini düzenli izlediği, ödevlerini aksatmadan hazırladığı, stajları mutlaka ve dolu dolu yaptığı dengeli bir eğitimle, giderek sektördeki eleman kalitesi de artacaktır.
Dilek Yılmaz Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
BETÜL MARDİ’NDEN GENÇLERE MEKTUP setçiler, şairler, yazarlar ve düşünürler bulunurdu. Konuşmalar fevkalade ilginç ve benim için öğreticiydi. O gece, yemeğin ortasında, sohbet koyulaştığı bir anda, evin kahyası büyükbabama eğilip gizlice bir not iletti. O da etraftakilerden özür dileyip kalktı ve yandaki salona geçti. Çok geçmeden geri döndü ve nerede kalmıştık edasıyla oturdu. Konuklar merak etmişti, kötü bir haber miydi? Sevgili Gençler, Size öğüt vereceğime, yaşam hikayemin bir yerinden girip diğer ucundan çıkmaya karar verdim. Yaşam, zaten ders kitabı değil midir? Çocukken dilsizdim. İnsan özürlü olunca bir yolunu bulup, onu kapatmaya çalışır. Karşısındakini de kandırdığını, durumsuzluğunu idare ettiğini sanır. Ancak, o zaafla ilgili soru sorulursa sakatlığını bütün açıklığı ile hatırlatır. Dostlar öğrenmek isterlerdi, ‘O yıllarla ilgili neler hatırlıyorsun, çok mu acı çektin? Diye. Sıkıntım yoktu, fakat etrafındakilerin beni göstererek konuşmalarından bende bir eksiklik olduğunu anlıyordum. Sonra kelimeler ağzımdan döküldü, konuştum. Başlarda cümlelerin ortasında durup, yutkunup tekrar konuşmaya başlardım.
Gene o özrümden dolayı algılama sorunum vardı. Arkadaşlar bir veya iki defada konuyu kavrıyorsa, ben yazıp çizip temize çekip, sabah erken kalkıp okursam ancak anlıyordum;Ama ben öğrendiğim vakit arkadaşlara ders verecek duruma geliyordum. Dolayısı ile, araştırmak, derinine öğrenmek, bilgi edinmek bende bir emel oldu. Kelimeler aklımda kalmazsa, başka komik sözcüklerle kafiyelendirirdim. Bazen aksi anlamına gelen bir kelimeyle hatırlardım. Önemli satırların altını mutlaka çeşitli renklerde kalemlerle çizerdim. Zaaflarıma kul köle olmamalıydım. Belki tüm yaşamımda bu doktirin ile başarılıydım diyemem ama, sanıyorum hiç olmazsa bu yolda çok çalıştım.Sonra, bir gün büyükbabam bana bir ‘iyi’ bir ‘kötü’ ders verdi. Devrin hem ileri gelen bir iş adamıydı, hem de çok önemli bir hukukçuydu. Ancak yemeklerinde arasında siya
‘Hayır’ dedi büyükbabam, ‘bizim postacımız, yılardır Büyükdere-Sarıyer hattında görev yapar. Erzurum’a tayini çıkmış, ricaya gelmiş, posta müdürüne söyleyeyim diye.’ Konuklar ve aslında küçük ben, merak etmiştik, sorun çözülebilir miydi? Ümit var mıydı? ‘Yok canım yardım sözü verdim ama müdürü de aramaya hiç niyetim yok’ dedi. O an gözümün önüne postacının sevinç ve umutla eve dönüşü geldi. Halbuki, ‘rica’ yerine hiçbir zaman ulaşmayacaktı, ona ve ailesine çoktan yol görünmüştü.O anda ömür boyu sürecek bir yemin verdim: benim defterimde insanı oyalamak olmayacaktı. Bir iş yapılacaksa, o an takibe alınacak veya baştan olumsuz cevap verilecekti.Oyalamak, yapıyormuş gibi görünmek aslında karşısındakini aldatmak, onu hafife almak değil miydi? Bu olayda büyükbabam 19
iyi bir not almamıştı ama verdiği diğer ders ile hayatımı düzene koydu. Şöyle ki: Gene bir akşam, yemekten sonra, kahveler yudumlanırken yaşamın güçlükleri, aşılması imkansız manialardan söz ediliyordu.
Konuşmanın üzerinden birkaç yıl geçti ve babam benim yatılı olarak devam ettiğim koleji bitirmeme yasak koydu.
Büyükbabam ‘Her mania aslında kapalı bir kapı gibidir.Olay, o kapıyı ağzına kadar değil, bir kırıntık açabilmektir’ dedi.
Kapı yüzüme kapatılmıştı.Yukarıdaki düsturu uygulamak üzere bir pazarlığa oturdum. Uzun tartışmalar sonucunda, gündüzcü olmak üzere anlaştık. Daha birçok şart vardı ama ayağımın ucu kapının aralığından girmişti.
‘Derhal, ayakkabınızın ucunu o araya sokup bekleyin. Kapı bir süre sonra mutlaka açılacaktır.’
Ertesi yıl üniversite yasak edilince tekrar aynı metoda başvurdum. Dört yıl süren ‘biçki-dik
20
iş, yemek-pasta, çocuk bakımı, ev idaresi’ gibi kursları bitirdim. Tüm yaşamımda, kah tiyatro, sinema ve televizyonda çalışırken, kah turizm, ağırlama veya halkla ilişkilerde bu bilgi birikimimden yararlandım, çocuklarımı elden geldiğince doktorsuz büyüttüm. Kapı açılmıştı.Derken, çalışmam bir meslek sahibi olmam yasaklandı. Ama artık dersimi biliyordum. İçimden bir enerji, önüne geçilmez bir güç yükseliyordu.
Sanki çiçek açmış bir ağaç gibiydim. Kapının ardına kadar açılması yıllarımı aldı ama beklemek değdi diyorum. Sevgili gençler, her şeyden önce amacınızı bilmeniz gerek. Güçlükleri aşmak, kapıları açmak hep o amaca varabilmek içindir. Sevgilerimle.. Aslıhan Geçmek Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
İşletmelerde Başarının Sırrı: Halkla İlişkiler
2000’li yılların kapısını tıklattığımız şu günlerde, sosyo-ekonomik alanda akıl almaz bir gelişme ve değişmenin yaşandığına şahit olmaktayız. Dünyanın küreselleşmesiyle birlikte, ekonomi ve ekonominin mikro birimleri olan işletmeler de, uluslararası olmaktan da öte, uluslarüstü bir hüviyete bürünmeye başlamıştır. Bilgi ve teknolojik gelişmelerin iş hayatına uygulanmasıyla işletmeler arası rekabet, “kıran kırana mücadele!” deyimiyle ifadesini bulacak bir boyut kazandı. Her sahada yeni yatırımlar, yeni atılımlar ve yeni mal ve hizmetler, çok seri bir şekilde üretilmeye başlandı. Adeta dünya, üzerinde bir üretim ve tüketim toplumu barındırır hale geldi. Talebin artmasına mukabil, arzın daha da yüksek bir ivmeyle artması, şirketler arasındaki rekabeti sürekli körüklemektedir. Amerikalı meşhur işletme bilimcisi Peter Drucker, yaşanılan bu süreci, kapitalist ticaret anlayışının rekabet mantığıyla, “yok edici rekabet ve düşmanca ticaret!” diye nitelendirmektedir. İşletmeler için çevre, 1950’li yıllarda ortaya çıkan “sistem yaklaşımı”yla anlam kazanmaya başlamıştır. “Sistem yaklaşımı” na göre işletmeler, açık sistem özelliğine sahiptir. Yani, çevreyle direkt bir ilişki içerisindedirler:çevreden girdi (input) alır; bu
girdiyi bir dizi işlemden (process) geçirdikten sonra, çevreye çıktı (output) verirler. İşletmeler, dinamik dengelerini ancak çevreyle ilişki içerisinde bulunarak devam ettirebilirler. Klasik yönetimcilerin iddia ettiği gibi, en iyi organizasyon yapısını belirlemek ve en iyi yönetim ilkelerini tesbit etmek yeterli olmayıp, işletmeyle doğrudan ilişki içerisinde bulunan çevreyle uyumlu, sürekli ve iyi ilişkiler kurmak gerekir. Çevreyle bahsedildiği şekilde yolu ise; halkla ilişkilerden ilişki kurabilmenin yolu ise; halkla ilişkilerden geçmektedir. Halkla ilişkilerden kastımız; bir organizasyonun kendi gâye, metod ve faaliyetlerini tanıtmak, buna karşılık, ilgili kişi ve grupların güç ve desteğini sağlamak maksadıyla, çevresiyle karşılıklı ilişki kurması ve bu ilişkiyi geliştirerek devamlı kılmak için sürekli ve planlı çabaların maharetle uygulanmaya konulması sürecidir. Halkla ilişkileri; iletişimle, organizasyonlardaki insan ilişkileriyle, reklamcılık ve propaganda gibi kavramlarla karıştırmamak gerekir. Bunlardan iletişim, sadece halkla ilişkilerin kullandığı araçlardan birisidir. Organizasyonda insan ilişkileri, işletme içi kişi ve grup ilişkilerini düzenlemeyi hedeflerken, halkla ilişkiler, kurumun çevreyle ilişkiler kurmasinı gaye edinir. Reklamcılık, sadece firmanın üret-
tiklerini satmada kullanılan bir araç iken, halkla ilişkiler topyekün firmayı tanıtmayı hedefleyen bir süreçtir. Propaganda ise, daha çok siyasi muhtevali olup, bir düşünce sistemi veya ideolojik nitelikli iken, halkla ilişkiler, firmanın gayeleri ve faaliyetleri gibi bilgileri doğru olarak hedef kitleye ulaştırmaya çalışmaktan ibarettir. Halkla ilişkiler, temelde iki taraflı bir ilişkiden ibaret olup, taraflardan birini işletme, diğerini ise toplum oluşturur. Dolayısıyla, halkla ilişkilerden beklenilen gayeleri hem işletme, hem de toplum açısından değerlendirmekte fayda vardır. Bu ilişkilerden beklenenler; gittikçe karmaşıklaşan bir çevrede işletme aleyhine çıkan haber ve dedikodulardan işletmeyi korumak, kamuoyu ve finans kurumları nezdinde itibar kazanmak suretiyle finans yapısını güçlendirmek, yine kamuoyunda itibar kazanmak yoluyla işletmeye kalifiye eleman temin etmek, müşterilere yönelik çalışmalarla satışları artırmak ve endüstriyel ilişkileri geliştirmek olarak sıralanabilir.
Hüsne Gül Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklam cılık Bölümü
21
ÖZEL SEKTÖRDE HALKLA İLİŞKİLERİN GELİŞİMİ
Kamunun açtığı yoldan yürüyen halkla ilişkiler sektöründeki gelişme, 1969 yılında Koç Holding bünyesinde Halkla İlişkiler Danışmanlığı’nın kurulmasıyla devam etti. Mobil, Shell gibi şirketlerin yurt dışındaki merkezleri, basın ve devlet kuruluşları ile ilişkilerini içeren ve adına dış ilişkiler ya da kamu ilişkileri birimleri denilen birim, Koç Holding bünyesinde iç ilişkileri yürütmek amacıyla kuruldu. Bu çerçevede yapılan işler, tören ya da yeni ürün sunumu, çeşitli işçi-işveren sorunlarının çözümü, kuruluş yayın organı hazırlanması, basınla ilişkiler,
22
sponsorluk projelerinden meydana geldi. Koç Holding’in ardından, Sabancı, Yaşar Holding, Hürriyet ve Milliyet gazeteleri, büyük banka ve şirketlerde de halkla ilişkiler birimleri kuruldu. 1970 ve 1980 yılları arasında kuruluşlarda halkla ilişkiler birimi oluşturma oranı hızla artı. 1972 yılında ülkedeki bir kaç halkla ilişkiler çalışanı bira araya gelerek Halkla İlişkiler Derneği’ni kurdular. 1974 yılına gelindiğindeyse, ilk özel halkla ilişkiler şirketi A&B Halkla İlişkiler, Alaeddin Asna tarafından kuruldu.O yıllarda iş dünyasında halkla ilişkileri ne olduğu bilinen
bir kavram değilken, yıllar içinde şirket portföyüne katılan her biri sektörünün önde gelen kurumları olan müşterilerine farklı bir hizmet türü önerdi. “Toplam İletişim Hizmetleri” olarak tanımlanan yeni yaklaşımıyla, hizmet kapsamını ve insan kaynaklarını “yönetim danışmanlığı” da yapacak şekilde geliştirdi. Günümüze gelindiğinde bir halkla ilişkiler şirketinden alınabilecek hizmetleri aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz: 1. Kurumsal iletişim: Yönetim kademesiyle görüş birliği içinde hedef kitleyi saptar. Kuruluşla hedef kitlesi arasında sağlıklı bağlar kurup geliştirecek, kuruluşun
toplum içindeki prestijini artıracak projeler üretir. Müşterisinin kurumsal hedeflerini destekleyecek özel etkinlikler planlar ve uygular. Bilim, spor, kültür ve sanat dallarında sponsorluk projeleri geliştirir. Sivil toplum kuruluşları, fikir öncüleri ve akademik çevreyle ortak proje geliştirilmesine fırsat yaratır. Müşterisini, kamuoyundaki gelişmeler ve toplumsal akımlardaki değişimler hakkında bilgilendirir. 2. Entegre pazarlama iletişimi: Pazarlama faaliyetlerini iletişim olgusu içinde değerlendirir. Kurumsal duruş ve pazarlama hedefleriyle eşgüdüm-
lü, kısa ve uzun
çalışır.
vadeli iletişim programları hazırlar. Hedef kitlenin ihtiyaçlarını ve ilgisini belirleyerek, satış ve pazarlamayı destekleyecek projeler geliştirir. İlgili departmanların iletişim odaklı çalışmalarına destek verir. Marka yaratılması ve konumlandırılması çalışmalarını destekler. Büyük çaplı pazarlama projelerinde, reklam ve araştırma konularında faaliyet gösteren şirketlerle eşgüdüm halinde
3. Kriz yönetimi: Kriz dönemlerinde üst yönetime stratejik danışmanlık yaparak iç ve dış iletişim ağını oluşturur, yönetmek, olası krizleri öngörmek, proaktif tedbirler geliştirmek, doğru bilgiyi, doğru kitleye, doğru zamanda ulaştırmak, kamuoyunun algılamasını değiştirecek, krizi avantaja dönüştürecek yöntemleri planlamak ve uygulamak. 4. Basınla ilişkiler: Müşterilerinin basınla il
işkilerini disipline etmek, basın bülteni hazırlamak, basın toplantısı ve gezisi düzenlemek, özel haber ve röportaj fırsatı yaratmak medyada müşterisi, rakipleri ve sektörüyle ilgili çıkan haberleri izleyerek, sonuçları kendi tasarladığı tekniklerle analiz etmek. Müşterisine medyayı tanıtarak, yaşanan gelişmelerle ilgili güncel bilgileri aktarmak, müşterisinin çalışanlarını medya ilişkileri ve halkla ilişkiler konularında eğitmek.
5. Lider yönetimi: Hizmet verdiği kuruluşun üst yönetimini, sektöründe saygın, güvenilen, danışılan ve referans kabul edilen kişiler olarak konumlandırmak. 6. Kurum içi iletişim: Yönetim kademesiyle görüş birliği içinde iç iletişim programını hazırlamak ve uygulamaya destek vermek, çalışanların iletişime açık olmasını, kuruluşun misyon ve hedeflerine sahip
23
çıkmasını sağlayan etkinlikler planlamak ve uygulanmasına destek vermek, iç iletişimi artıracak projeler geliştirmek, kriz durumlarında ve şirket birleşmelerinde iç iletişim kanallarını yönetmek
Birleşmiş Milletler
Halkla ilişkiler disiplini gelişirken, meslekleşme yolunda da birçok adım atılmıştır. 1950 yılı Mart ayında İngiltere, Fransa, Norveç ve ABD’li halkla ilişkiler uzmanlarının katılımlarıyla Hollanda’da IPRA (Uluslararası Halkla İlişkiler Derneği) oluşumu bir araya geldi Gerçek anlamda uluslararası bir dernek olarak kuruluşu ise, Mayıs 1955 tarihinde IPRA Konseyi’nin seçimiyle gerçekleşti. Yapılan toplantılar sonrasında kurucu ülkeler arasına Avustralya, Belçika, Kanada, Finlandiya, İtalya ve İsviçre de katılmıştır. Türkiye’den 1960 yılında ilk kez Ahmet Ramazanoğlu’nun üye olduğu IPRA’nın 12 Mayıs 1965”te Atina’da gerçekleştirilen toplantısında kabul edilen Atina Bildirisi, dünyada halkla ilişkiler mesleğinin ilk yazılı anayasası oldu. Ülkemizin önde gelen halkla ilişkiler uzmanları arasında yer alan Betül Mardin ve Ceyda AydedeIPRA’nın 50 yıllık tarihinde Türk dünya başkanları olarak görev yaptılar.
24
tarafından Sivil Toplum Örgütü olarak kabul edilen IPRA, UNESCO tarafından uygulanan programlara da katılmaktadır. Merkezi İngiltere’de bulunan dernek, üst kademelerdeki halkla ilişkiler uzmanları, şirket sahipleri, öğretim görevlilerini katıldığı bir kuruluştur. Dünya çapında yaygınlığı olan, birçok ülkeden üyesi bulunan ve Birleşmiş Milletler örgütü tarafından tanınan tek halkla ilişkiler kuruluşu olan IPRA’nın Yönetim Kurulu 12 ülke ve 13 üyeden oluşmaktadır.
Ülkemizdeki mesleki örgütlenmenin ilki ise, halkla ilişkiler uzmanlarını bir çatı altında toplayarak meslek içi dayanışma sağlamak, mesleğin tanınması, yerleşmesi ve gelişmesi yolunda çalışmalar yapmak üzere 1972 yılında kurulan Halkla İlişkiler Derneği’dir. Alâeddin Asna, Ahmet Ramazanoğlu, Affan Başak, Ayşegül Dora, Babür Ardahan, Canan Usman, Cüneyt Koryürek, Ender Gürol, Mehmet Akter, Mehmet Turaç, Necdet Günkut, Rıdvan Menteş ve Sağlam Dalaman derneğin kurucuları arasındadır.
Halkla İlişkiler Derneği, Türkiye’de Halkla İlişkiler mesleğinin dünya standartlarında uygulanmasını sağlamak ve sektöre yeni katılanlarla uzmanlara mesleki gelişmelerinde ışık tutmak için üyeleri ve sektör nezdinde akademik, mesleki ve toplumsal sorumlulukların gereklerini en üst düzeyde ve katma değer yaratacak bir anlayışla yerine getirilmesini hedeflemektedir Dilek Yılmaz Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
HALKLA İLİŞKİLER UZMANLARINDA ARANAN ÖZELLİKLER 1.İyi bir halkla ilişkiler uzmanı, sözlü, sözsüz ve yazılı iletişim dilini kullanmasını oldukça iyi bilmelidir. Yazılı ya da sözlü haberleşmede kelimeler Halkla ilişkilerin başlıca aracıdır ve dikkatle seçilerek akıllıca kullanılan sözcükler, karşılıklı anlayışın sağlanmasında büyük yarar sağlar.
ders programlarına bu konuları da aldıkları için böyle bir eğitim diploması, başarılı bir halkla ilişkiler elemanı için tek değilse de çok önemli ve yararlı bir özelliktir.
3. Gazetecilik deneyimi, halkla ilişkiler mesleği için ihmal edilemeyecek bir niteliktir. Yazılı ve sözlü basın organlarının çalışma koşulları, zorluklarını bilmek ve bu organlarda çalışanlarla 2.Bir halkla ilişkiler uzmanı sağlıklı ilişkiler kurmak için genel kültür sahibi olmanın üze- söz konusu koşullarda çalışmış rinde sosyal ve ekonomik konu- olmak en etkin yoldur. Buna ek larda yeterli eğitimden geçmiş olarak grafik, radyo-TV, sinema olmalıdır. Meslek eğitimi sırasın- ve matbaacılık mesleklerinde da sosyal bilimler ve ekonomi de bilgi sahibi olmanın büyük öğrenimi görmemiş bir halkla önemi vardır. ilişkiler uzmanının bu eksikliğini 4.İyi bir halkla ilişkiler uzmanı özel bir ek eğitimle gidermesi dış görünümüne dikkat eden, ilk zorunludur. görünüşte itici bir etki yaparak Ekonomi, sosyoloji, hukuk, so- insanları kendisinden uzaklaştırsyal psikoloji, antropoloji ve psi- mamaya özen gösteren kişidir. koloji bilmeyen birinin doğuştan Saygınlık kazandıracak bir dış yetenekleri olsa da halkla ilişkil- görünüm, ille de pahalı giysiler, er eğitimi veren yüksek okullar aşırı saç ve makyaj düzeni, göz
alıcı renkler gerektirmez. Temizlik ve uyum, sade bir görünüm de insanın özenle hazırlandığını gösterebilir. Bir halkla ilişkiler elemanı görünümünün itici olmamasını özen göstererek sağlayabilir. 5.Bir halkla ilişkiler uzmanı insanları sevmelidir. Ancak başkalarını sevmesini bilen sevilir. Haberleşme de başarıya ulaşmak için ise Halkla İlişkiler uzmanının sevilen bir insan olması gerekir. İnsanları sevmeyen biri, onlara yaklaşmak ve etkiyebilmek için gerekli niteliklerini geliştiremez. Bu niteliklerin başında ise karşısındakilerin sorunları ile ilgilenmek ve onları dinlemesini bilmek gelmektedir.
10. Kendi dili dışında konuştuğu dillerin sayısı Halkla ilişkiler uzmanının başarı
6.Bir Halkla İlişkiler uzmanı, kendi sorunlarını bir yana bırakacak, kızgınlığını, üzüntülerini içine atıp güler yüzlü olabilecek kadar sabırlı davranmalıdır. En sıkıntılı anlarda bile gülümsemeye çalışıp sıkıntıları dışa vurmamak insanda ülser ve sinirsel hastalıklar da yaratabilir. Ama unutmamak gerekir ki, her mesleğin kendine özgü zorlukları vardır. 7. Görgü kuralları, topluluk içinde davranma biçimi, Halkla ilişkiler mesleğinde kalmak isteyenlerin küçümseyemeyeceği özelliklerdir. Telefonda konuşmasını, bir protokol yemeğinde önündeki çatal bıçak
26
gibi aletleri doğru kullanmasını, nasıl el sıkılacağını, bir cenaze töreninde nasıl davranılacağını bilmeyen Halkla ilişkiler uzmanı, kendine en çabuk yoldan başka bir meslek aramalıdır. 8.Bir Halkla ilişkiler uzmanı gerçekleri çabuk kavramayı, kendisini ve olayları dürüstçe değerlendirmeyi ve eleştirmeyi, insanları örgütlemeyi bilen, esneklik, sağduyu, espri ve hayal gücü ile araştırıcılık yanı gelişmiş kişidir. 9.Halkla İlişkiler uzmanı kendine güvenir ve karşısındakilere de bu güveni hissettirir.
düzeyini artırır. Mesleki gelişimleri izleyebilmek açısından, bu konuda en çok ve etkili yayın A. B. D’deyapıldığı için İngilizce, bilinmesi gereken yabancı dillerin başında gelir. İngilizce, bilinmesi gereken yabancı dillerin başında gelir.
Dilek Yılmaz Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
D
REKLAMCILIK
ünyadaki globalleşme süreci ile uyum içinde bulunan Türkiye’de reklamcılık, son yıllarda gerek harcanan para gerekse nitelik olarak çok hızlı bir gelişme göstermiştir. Bu gelişme pazarın reel olarak her yıl %10-20 oranında büyümesi anlamındadır. Sektörün yapısı da geleneksel ölçülerden pazar ekonomisinin standartlarına doğru bir gelişme eğilimi içerisindedir. Dış ticaretin serbestleşmesi, dünya markalarının Türk pazarına girmesine ve üretim yatırımı yapmalarına neden olmuştur. Bu gelişmenin yarattığı rekabet ortamı yerli üreticilerde reklamın gerekliliği inancını doğurmuş, aynı zamanda sağlıklı medya planlama ihtiyacı, medya verilerinin derlenmesi ve kullanımı gibi bilimsel yöntemleri de beraberinde getirmiştir. Reklamın etkinliğinin ölçülmesinde de çağdaş yöntemlerin daha fazla uygulandığı bir aşamaya gelinen ülkede, söz konusu gelişmeler reklam ajanslarının yapılanmalarında da benzer sonuçlar yaratmıştır. Bugün Türk reklam sektörünün AB ve ABD standartlarını benimseme ve uygulamada diğer birçok sektörün önünde olduğu söylenebilir. Türk pazarının canlılığının en önemli göstergeleri arasında yer alan reklamcılık sektöründe faali-
yet gösteren firma sayısı, özellikle 1970’lerden sonra çok hızlı bir büyüme göstermiştir. Bugün 15 ve daha fazla eleman çalıştıran, müşteri ilişkileri, yaratıcılık ve medya bölümlerine sahip ve müşterilerine tüm alanlarda hizmet verebilecek şekilde örgütlenmiş reklam ajansı sayısı 100’ün üzerindedir. Ayrıca 30 civarında film yapım ve fotoğraf firması da aktif bir şekilde reklamcılık faaliyetlerini sürdürmektedir. Reklamcılar Derneği üyesi olan 64 ajansın 13 tanesi yabancı bir reklam ajansına hisse devrederek ortak olmuş, 9’u ise yabancı bir ajansla işbirliği kurmuş durumdadır. Reklam ajanslarında çalışanların sayısı yaklaşık 3000 kişidir. Türkiye’deki reklam harcamalarının %80’ini gazete, dergi ve televizyon reklamları oluşturmaktadır. Radyo, sinema ve açıkhava (outdoor) reklamcılığının payı ise %20 dolayındadır. 1998 yılında ölçülebilir belli başlı alanlara ödenen yayın ücretleri olarak toplam 930 milyon dolarlık bir reklam harcaması gerçekleştirilmiştir. Bu sayıya reklam yapım, basılı malzeme giderleri, reklam ajansı komisyonları ve ölçülemeyen yerel medya gelirleri eklendiğinde sektörün gerçek büyüklüğü 1 milyar 230 milyon dolar olarak hesap-
lanmaktadır. Reklam sektörünü oluşturan ve bu sektöre katkıda bulunan meslek sahiplerinin üye oldukları profesyonel dernek ve birliklerin sayıları da her geçen gün artmaktadır. Grafikerler Meslek Kuruluşu Derneği, Reklamcılar Derneği, Reklam Yazarları Derneği, Reklam Filmi Yapımcıları Derneği ve Reklamverenler Derneği, Türkiye’de son 20 yıldır faaliyet gösteren derneklerden bazılarıdır. Türk reklamcıları, reklamcılığın birçok dalında her yıl veri- len ödüller sayesinde başarı grafiklerini sürekli yükseltmektedirler. Uluslararası yarışmalarda kazandıkları ödül sayısı da yıllara göre artmaktadır. Sektörün en önemli ödülü 1999 yılında 11.si düzenlenen “Kristal Elma Türkiye Reklam ödülleri”dir. Her yıl ortalama 1000 reklam eserinin katıldığı bu yarışmada TV, basın, radyo, sinema ve açıkhava reklamlarının yanısıra; reklam filmi yapımı, yönetimi, müziği ve reklam fotoğrafı ayrı ayrı ödüllendirilmektedir.
Hüsne Gül Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Böümü 27
T
iyatro mu yoksa sinema mı sorusu yöneltildiğinde, sinema yanıtının çoğunluğumuz tarafından tercih edileceğini söylemek keskin bir öngörü gerektirmiyor. Halk olarak beyaz perdeyi daha çok severiz, hatta hepimiz kendi açımızdan iyibirer film izleyicisi-
yizdir. O ay beyaz perdede hangi filmlergösterimde diye bakar, bazılarımız film eleştirilerini okur, sevdiğimiz bir yönetmen ya da sevdiğimiz bir oyuncuya göre tercihimizi belirleriz. Hatta bazen etkisinde bile kalırız izlediği filmlerin ama böyle bir sanatın nasıl ortaya çıktığına dair pek azımızın bir fikri vardır. Çok sevdiğimiz beyaz perde ilk olarak 28 Aralık 1895 yılında,Auguste ve Louis Lumiere kardeşlerin yaklaşık 50 saniye süren “Trenin Gara Girişi”
SİNEMANIN DOĞUŞU
adlı filmleriyle “Grand Cafe OnThe Boulevard Des Capucines”de halka açık yaptıkları ilk gösterimle Paris’te ortaya çıkmıştır. Hatta ilk gösterimle ilgili anlatılan bir efsaneye göre ekranda gösterilen dev trenin kendilerine doğru geldiğini sanan izleyicinin trenin altında kalmamak için çığlıklarla koşmaya başlamıştır. AyrıcaLumiere kardeşlerin operatörlerinden Alexandre Promio‘nunelinde kamerayla İstanbul’a geldiği ve padişahtan aldığı özel bir izinle İstanbul ve İzmir’de çok sayıda belgesel çektiği bilinmektedir. Biz Türklerin sinemayla tanışma hikâyesi ise Lumiere kardeşlerin Paris’teki o ilk gösterimi yaptıktan yaklaşık 1 yıl sonra 1896 yılında gerçekleşmiştir. Betrandadındaki bir Fransız’ın Yıldız Sarayı’nda, başta dönemin padişahı 2. Ab-
dülhamit olmak üzere tüm saray halkına ilk sinema gösterisini sunmuştur. Abdülhamit’in kızı Ayşe Osmanoğlu ilk gösterimler ve gösterimlerin saraydaki etkisini şu sözlerle dile getirmiştir; “Bertrand her sene babamdan izin isteyerek Fransa’ya gider, birtakım yeni şeyler öğrenip gelirdi. Saraya sinemayı bu getirmiştir. O zamanki sinema şimdiki gibi değildi. Perde büyük fırçalarla iyice ıslatır, küçük parçalar gösterilirdi. Bu parçalar pek karanlık görülür, filmler bir dakikada biterdi ama çok yeni bir şey olduğundan hoşumuza giderdi. Bertrand perdenin önüne gelir Işıkların karartılacağını ve perdenin üzerinde görüneceklerin birer hayalolduğunu, kesinlikle korkulmaması gerektiğini söylerdi.”Bu sırada İstanbul’un sıradanhalkı ise yedinci sanat ile tanışmak için Polonyalı Sigmund Weingber’i beklemiştir. Weinberg, Galatasaray Lisesi’nin karşısında bulunan Avrupa Pasajı’ndaki Sponek Birahanesi’nde halka açık ilk sinema gösterimi sunmuştur. Paris’te ilk gösterimde yaşanan şaşkınlık burada da yaşanmış, karşılarında yemek yiyip, uyuyan insanlarla dolu hareketli görüntüleri gören halkın arasında sinemayı şeytan icadı ya da günah olarak niteleyenler bile çıkmıştır. Çoğunluğun büyük ilgisiyle karşılaşan gösterimler, sonrasında İstanbul’un pek çok yerinde devam etmiş, ilk 29
sinema salonu gene Weinberg tarafından 1908 yılında Tepebaşı Sergi Sarayı’nın bulunduğu yerde Darülbedayi’nin(Şehir Tiyatrosu) komedi bölümünde hizmete açmıştır. Osmanlı İmparatorluğu sinemayla bu şekilde tanışmıştır ancakbiz Türklerin sinemaya doğrudan el atıp onu kurumsallaştırıp günümüze kadar getirmesi 1.Dünya Savaşı yıllarında başlamıştır. Alman ordularının filmleri bir propaganda unsuru ve askeri eğitim için kullandığını gören Osmanlı İmparatoru Başkomutan Vekili
30
Enver Paşa sinema olgusunun önemini fark ederek 1915’te Merkez Ordu Sinema Dairesi(MOSD)’u kurulmasını sağlamıştır. Ardından Enver Paşa MOSD’un başına Sigmund Weinberg’i ve Fuat Uzkınay’ı geçirmiştir. Başlangıçta askerlikle ilgili görüntüler yayınlarken daha sonra padişahın yaşantısıyla ilgili belge gösterimleri yayınlanmış ardından bu görüntüler halka açılmıştır. Türk sinemasının doğum günü ise 14 Kasım 1914 olarak kabul edilmektedir. Bu tarihte Fuat Uzkınay, 93 Harbinde Osman
lı’yı mağlup eden Rusların, Ayastefanos’ta inşa ettiği abidenin, 1. Dünya Savaşı’nda Rusya’ya savaş ilanının ardından yıkılışını görüntülemiştir. Sinemamızın ilk eseri olan bu film ne yazık ki günümüze ulaşmamıştır. İlk eseri elimizde olmasına karşın, başlangıcından bu yana bir asrı deviren sinemamız, hatırı sayılır gelişmeler ortaya koyarak uluslararası ölçekte adını duyurmayı başarmıştır. Sinemanın insanlar üzerinde ilk gösterimlerde oluşturduğu o büyük etkiden günümüze bir çıkarım
yapacak olursak, 3D7D gibi teknolojilerle gelişim gösterdiğini ancak ilk gösterimlerdeki gibi illüzyon etkisi yaratamadığını söyleyebiliriz. Buna karşın izlediğimiz filmlerin bizleri halen dünyalarına davet edebildiğini ve bir nebze de olsa ilk günkü etkilerini koruyabildiklerini de ekleyelim. Deniz Eren Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
Sizce komik mi?
Gökbakar’ın canlandırdığı Recep İvedik toplumda var olmaya çalışan tiplemelerdir ve buradaki kilit ayrım, filmlerin bütünündeki ileti kaygısıdır. yönleri olmasına rağmen
Charlie Chaplin
S
inemada mizah öğesi, neredeyse sinemanın başlangıcı kadar eski olup, Charlie Chaplin -namı değer Şarlo- 1913 ve 1959 yılları arasında oynadığı ve yönettiği yüzlerce filmle doruk noktasına ulaşarak komedi türünü yedinci sanatın başat türü haline getirmiştir. Gerçekleştirdiği filmlerle yalnızca güldürmenin ötesinde aynı zamanda düzendeki adaletsizliğe karşı çıkmış, mizahın gücünü toplumsal bir eleştiri için araç olarak kullanmıştır. Chaplin’in 1936 yılında çekmiş olduğu Modern Zamanlar’da, bozulmuş toplumsal düzenden doğan makineleşmenin insanlığa yansımalarını sert bir dille eleştirildiği görülür. Chaplin’in toplumsal konuları eleştirel bir şekilde komediyle yansıtmıştır. Durum komedisi türüyle mizahını kuvvetlendiren Chaplin’in, içeriksel değil ancak biçimsel olarak takip eden isimler arasında şaşırtıcı olsa da Şahan Gökbakar olarak görülür ancak benzer
birçok yönden birbirlerinden ayrılır. Chaplin’in canlandırdığı Şarlo ve Gökbakar’ın canlandırdığı Recep İvedik toplumda var olmaya çalışan tiplemelerdir ve buradaki kilit ayrım, filmlerin bütünündeki ileti kaygısıdır. Serinin önceki filmlerinin aksine Gökbakar, Recep İvedik 4’te gündeme ilişkin sosyal mesaj vermeyi de ihmal etmemiştir. İvedik, çocukların futbol oynadıkları araziyi AVM kurbanı yapmamak için yarışmaya katılır ancak film, fazla olay örgüsü yaşamadan, bir yarışma atmosferinde geçen ve sonu tahmin edilebilir bir yapıttır. Filmde gördüğümüz konunun toplumsal olması açısından elbette olumludur fakat oluşturduğu tip bakımından estetikten ve bir anlamda sinemadan uzak bir yapıttır. Kural tanımazlığı ve sınıf farkı gözetmeyen
davranışları mizah aracı olarak kullanılmıştır. Argo sözcükler ve ahlak dışı davranışlar oldukça fazla kullanılmış, topluma dayatılan komedi anlayışını beslemiştir. Toplumda hoş olmayan kaba saba davranışlarla küfürlü konuşmaların yerli yersiz kullanması ve bireylerin bunları yapamamasından dolayı bu gibi hayali karakterlere yüklemesi, toplumun mizahi odağı haline gelmiştir. Fragmanlarda filmin en komik yanları göstermesi de gişe rekorlarını arttırmak ve toplumun beklentisini yüksek tutmak amaçlanmıştır ama önceki filmlerden farklı olmayan klişe espriler beklentiyi karşılamamıştır. Tuvalet güldürüsüne uzanan bel altı espriler kullanarak güldürmeye çalışırken bir yandan da karşı tarafın kişisel/fiziksel kusurlarının alay konusu yapılması Recep İvedik’i sinemadan çok TV skeçlerine dönüştürmüştür. Acun Ilıcalı’nın yarattığı gösteri toplumunu her hangi bir eleştiri yöneltmeden mizah malzemesi yapan filmin izleyici kitlesi çoğunlukla çocuklardır. Bu durumda İvedik karakterinin çocuklara kötü örnek olduğu ortadadır. Aşağılayarak güldürü yaratmak bencilce bir yaklaşımdır ki Chaplin’in farkı burada kendini hissettirir. Toplumda var olmayan bir karakter olarak Gökbakar’ın Recep tiplemesiyle beyaz perdeye yansıtmış olduğu hayali karakterin sanattan uzak olduğu ve her ne kadar toplumsal bir konuyu ele almaya çabalasa da olumsuz bir örnek olmaktan kurtulamadığı bir kez daha görülmüştür.
Sultan Turgut, Hilal Yurtsever Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü 31
Işıkla Karanlık Arasındaki KOCA ÇINAR
Ömer Lütfü Akad, Türkiye de sinemayı sinemacıların değilde tiyatrocuların sinemayı ikinci planda yaptığı bir zamanda doğan sessiz bir çınardı Akad’ı Akad yapan en önemli özelliği onun kamera arkasına gerek oyuncularla gerekse teknik ekiple olan iletişimidi.Çünkü yeni oluşan bir sinemada insanların imrenerek baktığı Akad oyuncularla tel tek ilgilenip onlarla
32
olan sıcak diyaloğu yeni büyüyen sinemanın oyuncularını dahada isteklendirmiştir. Akad ın bir diğer özelliği de kendi kuşağındaki edebiyatçılarla olan dostluğuydu.Çünkü iyi bir filmin olmazsa olmazı iyi bir senaryo dur. Akadın gerek senaryo yazmada gerekse edebi metinleri senaryoya uyarlamasında dostu olan Kemal Tahir le fikir alışverişinde bulunmuştur Ayrıca Akad’ın gelişen sinemamızda yenilikçi olmakla beraber sinemamızda denenmemiş bir çok sinema tekniğini başarıyla uygulamış
ve özellikle 1952 yapımı olan Kanun Namına filminin son sahnelerinde hızlı geçişleri ve hızlı hareketleri sinemaya kazandırmakla beraber Türkiye’deki polisiye filmlerin temel taşını Kanun Namına filmiyle atmıştır.
Son olaraksa toplumsal yaşamı ve taşradan kente olan göç sürecini bir çok filminde ele almakla birlikte benzer konuları aynı oyuncular ve aynı tiplemelerle çektiği DÜĞÜN DİYET ve GELİN üçlemesinin izleyici tarafından hem beğenilip hemde o zaman ki koşullarla fazlaca izlenmesi başarının tesadüf olmadığının göstergesidir İsmail Ekinci Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü
GAZETECİLİK
CİNAYET İLE GİDEN HAYALLER
H
aberi duyduğum da iyi değildim. Bilmiyorum. Çünkü telsizden gelen bir cinayet haberi gelmişti. Her ne kadar bu meslekte normal bir durum gibi görünse de aslında çok acımasız bir durumdu. Basın emekçileri olarak başka bir haberdeyken oraya gitmemiz gerekiyordu. Çünkü topluma empoze edilen cinayetler, hırsızlıklar, vahşetler artık topluma normal olmaya hatta ilgi çekici gelmeye başlamıştı. Arabadan inerken heyecanlı bir o kadar da korkuyordum. Çünkü cinayet birkaç
34
metre ileride işlenmişti ve ilk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum. Yavaş yavaş ilerlerken polis ekiplerinin olay yerinde inceleme yaptığı görülüyordu. Yanına yaklaşmıştık cenaze’nin hemen bilgi almak için kağıt ve kalemleri çıkarmıştık. Evet maktul 26 yaşında genç bir kızdı. Sevgilisi tarafından öldürülmüştü. Sevginin, aşkın bu kadar kolay olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Çünkü aşk, sevgi, güven gibi kelimeler bile bana göre çok büyüktü. Bu duyguları taşımak her yiğidin harcı değildi belki de bana göre. Bilgileri
alırken bir yandan ise maktul’ün fotoğraflarını çekiyorduk. Haberde her zaman ustam bana ‘farklı açılardan fotoğraf çek’ demişti. Ben de her zaman onun sözünü hatırlayarak maktul’ün ön kısmından fotoğraf çekmek istedim. Ve acı görüntü fotoğraf makine’min kadrajına çoktan girmişti bile. Vücudundan olan bir parçanın tamamen dağıldığı ortadaydı. Bu sırada midem bulanmıştı. Fotoğrafı çektim ve hemen uzaklaştım oradan. Polis ekiplerinin verdiği bilgilere göre hemen haberi gazeteye bildirmiş-
tim. Aslında bu olayda bir hayatın ne kadar çabuk yaşamdan gittiğini öğrendim. Sevginin ne kadar kolay aşkın ise gereksiz bir durum gibi olduğu ortaya çıkmıştı. Anlatılanlar aslında bu kadar kelime ile bu kadar kısa anlatılamazdı. Ortada bir hayat vardı. Yok olan bir hayat. Hayallerin 2 kurşunla birlikte gittiği bir durum vardı. Ramazan Çetiner Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
YENİ İLETİŞİM ARAÇLARI TEKNOLOJİ
T
eknolojiyi insanların hayatını kolaylaştıran her türlü teknik olarak tanımlayabileceğimiz gibi insanın temel yapı taşlarından biri olan ahlak ve vicdanı yok eden en büyük tehlike olarak da görmemiz mümkün. Olumlu olduğu kadar olumsuz getirileri olan teknoloji; kapitalistleşme, sanayileşme, kentleşme ve bireyselleşmeyle daha da kök salmıştır. Televizyon, internet,
bilgisayar, telefon gibi teknolojik aygıtlar en büyük iletişim aracımız haline gelmiş vaziyette. Toplumun en küçük yapı taşını ailelerin oluşturduğunu hepimiz biliriz. Günümüzde
birçok aile gündelik eylemlerini televizyondaki dizi akışına göre yapmaktadır.
Evlerdeki sohbetin yerini nicedir televizyonun gürültülü ve kurgulu yapısı almıştır. Televizyon imajlarına olan bağımlılığımız özellikle duygusal yönden güven içinde olmayan çocuklarda endişe ve korkular meydana getirebilir. Çocukların televizyonda gördükleri her şeyi gerçek olarak algılamaları gördüklerini denemekten ve taklit etmekten hoşlandıkları görülmüştür. Sadece çocuklar değil tabi; yetişkinlerin dizilerden, programlardan doğru
veya yanlış bilgileri sadece izleyerek hayata geçirmeleri ne kadar sağlıklı olabilir ki? Televizyon bir kitle iletişim cihazıdır. Yani, televizyon dünyada olup bitenleri bize en kolay yoldan iletebilecek, diğer insanlarla düşüncelerimizde benzerlik veya farklılık olup olmadığını sınayabileceğimiz, bütün bunların yanı sıra insanlarla ortak konular üzerine konuşmamızı sağlayan (diziler, maçlar, haberler) ve bu anlamda insanı sosyalleştiren (derinine inildiğinde tekdüzeleştiren) bir cihaz da diyebiliriz. 1990’lı yıllarının
başında yeni yeni kullanılmaya başlanan cep telefonları o dönemde nispeten pahalı olmasına rağmen hızla yaygınlaşmıştı. Bu yaygınlaşma GSM operatörlerinin Türkiye’ye yoğunlaşmasına sebep olmuştur. İnternetin bile yaygınlığı düşükken, cep telefonu teknolojisi geliştikçe öncekiler eskimiştir. Hatta başka ülkelerde henüz kullanılmayan kimi teknolojik ürünlerin Türkiye’de eskidiği görülmüştür. 2010 yılında yapılan bir araştırmada, Türkiye’de bir kişinin günlük konuşma süresi 76 dakika olarak ölçülmüş, cep telefonuyla en çok konuşma sıralamasında ülkemiz birinciliği kimselere kaptırmamıştır.1 Bu bilgiler doğrultusunda iletişim dediğimiz de aklımıza ilk olarak telefonun gelmesi yanlış olmuyor. Artık yüz yüze iletişimden önce telefonla
35
iletişim daha öncelikli durumda. Telefonlarımız artık bir nevi takip etme, izleme aracı haline geldi. Kullanıcıların kullandıkları programlar sayesinde nerede, kiminle oldukları bu yöntemle saptanır vaziyette. İnsanlar artık duygu ve düşüncelerini, mesaj veya fotoğraflarla anlatır oldu. Mahkemelerde bile artık şahitler insanlardan çok telefon kayıtlarıyla sağlanmaktadır. Yüz yüze iletişim artık telefonda konuşmak veya kamerada konuşmak demek oldu. Özlem kavramı geçerliliğini kaybetmeye başladı. Özlediğimiz birine kolayca ulaşabiliyoruz artık. Yeni modeller sayesinde, artık haritaları cebimizden çıkartır, merak ettiğimiz konuları bir kaç dakika içerisinde öğrenecek kadar bilgiye yakın
36
olduk. Gençlerimizin çoğu telefon bağımlısı haline geldi. Gençlerin aileleriyle olan iletişimi gün geçtikçe azalmakta, sosyal hayatları yok olmaktadır. Artık yeni nesil sosyalliği, facebookta ne hissettiğini belirterek veya ne düşündüğünü yazmak zannetmekte. İsviçreli bilimciler 1300 denek üzerinde yaptığı kapsamlı araştırma sadece İsviçre’de 40 bin cep telefonu bağımlısı gencin olduğunu ortaya koydu. İsviçreli bilimciler cep telefonu bağımlılığının yeni bir bağımlılık türü olarak gelecek nesilleri tehdit ettiğinin altını çizdiler. Öte yandan teknolojik gelişmelerin iletişime katkılarına değinmek gerekirse öncelikle farklı kültürlere olan mesafemizin gittikçe azaldığını belirtmeliyiz. Hiç tanımadığımız bir yörenin insanıyla karşılaştığımızda o
veya farklı yörelere ait bilgi paylaşımları daha da arttı. Her ne kadar gerçek kitabın yerini tutmasa da çıkarılan e-kitaplar sayesinde internet kullanımının yararları gün yüzüne çıkmıştır. Filmler, belgeseller, kitaplar hakkında kullanıcılar duygu ve düşüncelerini dile getirmeye başlamıştır. Hayranı olduğumuz sanatçıların hareketlerini, beğenilerini, yapıtlarını takip etme olanağımız artmıştır. Dedelerimiz, ninelerimiz artık gündemden elini ayağını çekmemektedir. Nesil farkı dediğimiz olay artık eskisi kadar büyük değildir. Günden güne gelişen bir teknoloji elimizin altında. Peki adını bile teknoloji koyduğumuz bu çağa uzak kalmak ne kadar doğrudur? İnternete girme imkanı olan bir insan neden
dünya gündeminden bu kadar uzak kalmak ister? Çocuklarımıza neden interneti, telefonunu belli bir yaşa kadar sınırlarız? Bu soruların cevabı aslında üst paragraflarda belirttiğim gibi: Bağımlılık endişesi. Teknolojinin doğru kullanımı her şeyin çözümüdür aslında. Hayatımızı merkezine koymadığımız sürece teknolojinin yararından başka bir şey göremeyiz. Teknolojik araçlar ne kadar gelişirse gelişsin yüz yüze yapılan bir iletişimin önüne geçemez. Sağlıklı bir iletişimi hiçbir aygıt tam anlamıyla karşılayamaz. Ama teknolojinin verdiği avantajları ve kolaylıkları da yok saymamız mümkün değildir. Mert Altun Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
MEVSİMLERİN 5 OLMASI GAZETECİLİK
A
slında Anlatılanlar bir dersin dip notları olarak kalacaktı ancak, yaşanmaya başlandığında anlatılmayanlar. Hayatı tanımak zamanla gerçekleşen bir faaliyetken, zamanın zeminden müreffeh olduğu idarakine varışın
öyküsüydü ilk şahitlik. İnsan bir şeye başladığında, o anın ilk olduğunu sanarken bitişinde anlarmış meğer, aslında hiçbir şeye henüz başlamadığını ve aslında her şey biterken sanki daha yeni başlıyor olduğunu. Bir ayna sessizliğinde büyüyen ıssız şahitlikti. Tüm kırgınlığın yanında bazen kaybolanları görmek için gözlerde, bazense bir tebessümün ne kadar yakıştığını seyreylemek için geçerdi insan ayna karşısına. Bir ayna sessizliğindeydi şahitlik. Şahitliğin sessiz yüzüydü aynalar. Aynı karanlıkta top oynayan çocukların mücadelesini andırıyordu. Topun peşinden koşarken tek hayal biraz daha iyi oynamaktı.
Tıpkı aynaların içine kapanıklığı yanında dışa vurmasıydı olan biteni. Aynalar sessizdi. Bakarken görmek istenen şeyler olurdu. İsteneni mi vermeliydi aynalar, yoksa istediğini mi? Zamanın ötesinde bir meseleydi bu. Gazetecilik ismiyle kalıplaşmış, bir masalın somutlaşmış şekliydi.
gazetecilik. Nedir öyküsü deyince, ağlayan bir annenin göz yaşları, üşüyen bir çocuğun ayakkabısız titreyen ayakları, kirli bir gömleğin içinde yavrusu için çalışan babanın hikayesi. Bırakın bir meslek oluşunu. Hayatın kırış kırış sayfalara işleyen eskiyişiydi bunun adı. Ne para, ne ihtişam arzusu karşılardı bu mutluluğu.
Bu bir insanın şahitliğiydi tarihteki sayfalarda. Bir insanlığın Bazen bir gülümseme için günöykülerinin birliği, birlikten lerce uykusuz kalmak, bazense kopan tükenişler. günler sonunda sadece birkaç Tükenmez kalemin niçin damla göz yaşının şahit oluşuydu tükendiğini soran bir çocuğun yaşananlar. saf kalbi gibi temiz fakat bir katilin umut tükettiği anlar kadar Zorlu bir hikayenin, biterken acımasızlık saklıydı hazinesinde daha yeni başlamasıydı. Pek çok bu kitabın. zaman büyürdü insan. Birken Yaşamın öyküsü, bazen övgüsü iki olurdu. Hayatı zamandan öte zaman zaman kör düğüm yaşayarak öğrenmek, öğrenirken oluşuydu. anlatmaktı.Kimi zaman bir Ve hani bir akşam üstü serinliği gülümseme için kalemi titretmek gibi içini titreten ve gün doğukimi zamansa gerçekleri yansıtmunda umut olmanın mak gerekirdi.Saatlerin 25, mev- ADI : Gazetecilik simlerin 5, ayların hep 32 olduğu bir yaşamın öyküsü. Kapaktaki Melih Atasorkun resmin bulanıklığı, kitaptaki Uşak Üniversitesi sayfaların hep bir fazla çıkışı, İletişim Fakültesi bir yılın 13 aydan var oluşuydu Gazetecilik Bölümü 37
GAZETECİLİK K O L AY M I ?
Gazetecilikten bahsedecek olursak ; Bu meslekte ezilenin, haklının hakkını gündeme getirirsinde en çokta sen ezilirsin . Yeri gelir cezaevine girersin. Yeri gelir şiddete , küfre maruz kalırsın . Çok çalışır , uykun-
yalan dolana ortak olur , tüm saflıģını kaybedersin . Ne kadar temiz olsanda bir zamandan sonra kirlenirsin , kirletirler. Çıkarcı olursun . Uzaktan bakıldığında rahat , kolay bir meslek gibi görünsede aslında
dan , hayatından , her şeyinden ödün verirsinde hakkını yinede alamazsın . Tarafsız olmak istersin, olamazsın . Taraf tutmadan para kazanmak zor . Gece gündüz çalışırda yaranamazsın patronuna bazen . Bir zamandan sonra
zor bir meslek evet eğlenceli ama zor . Bide maddi konu işin içine girdimi , işin içinden çıkamazsın . Bazen düşünürsün doğrudan şaşmamam gerek diye ama nafile. Hayat sürüklüyor bir yere . Bir zamandan sonra kim olduğunu , kimin yanında olup olmadığını unutuyorsun . Geceleri kafanı yastığa koyup rahat bi uyku çekmek varken , çat kapı gelen haberler vardır . Uyanmak , gitmek zorundasın . Gelde gitme , sabahında kendini kapıda bulmakta var . Bazen gözüne gram uyku girmezde , eline kuruş para geçmez . Tüm hakların neredeyse elinden alınmıştır . Basın özgürdür diyorlar .
Külliyen yalan . cezaevinde yüze yakın gazeteci var . Basın kartınla her kapıyı açarsında , gün gelir evin kapısını açacak vaktin olmaz . Bazen karda kışta saatlerce beklersin , sadece bir röportaj yapıp iki kelime yazmak için . An gelir bu iki kelimeden biri küfür olur. Hep ezilirsin . Tüm bunlara rağmendoğru bildiğinden şaşmamalısın , piyon olmamalısın . Nasibinde ne varsa onu yaşarsın . Kimseye boyun eğme . Rızkı veren Allah . Yeterki sen hakkınla çalış . Doğru ol , eğri durma . Eğri başın ezeni çok olur. Sen çınar gibi dimdik duracaksın ki , gölgende de doğru insanlar serinlesin. Üç yanlış bir doğruyu götürmemeli . Gerektiģinde tek doğru tüm yanlışlara meydan okumalı . İnsanların gururlarını incitecek sansasyonel haberlerler yapılmamalı . Empati kurup kendini onun yerinde düşünmelisin . Dedim ya doğrudan şaşmamalısın , bunun sonunda cezaevi olsa bile . Leo Tolstoy’ un bir sözüyle bitirmek istiyorum . “ Birine çamur atmadan önce düşün ve sakın unutma ; ilk önce senin ellerin kirlenecek . Ümit Akkoyun Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
KÜLTÜR VE SANAT
D
ikiz aynasından, soluğunun ve kalp atışlarının ritmine uyan memelerinin arasındaki kaburgalarını izliyordu. Yanık saç, ter, parfüm ve çocuk bezi kokan minibüsün içinde göz gezdirdi. İlgisine değecek biri ya da bir şey yoktu. Tekrar memelerini seyre daldı. Bir ara göz kapağının çizgilerine birikmiş farı dağıttı, saçlarını kokladı. Onunki de yanık kokuyordu. Merak ettiği gri mezarlığın yanından geçerken yine daldı. Burada bir sigara içecek-
BAŞLIKSIZ
ti, okuduğu kitaplardaki gibi bir yerdi. İnandırıcı olmayan kitaplardaki gibi. Öyle ki, kaldırımlarından alev fışkıran bir sokağın kenarında bulutlu, belki rüzgârlı bir yerdi. Mezarlık olması çok yazık, diye düşündü. Şoför bir sigara yaktı, onunla yakmak istedi ama bu adamla bir konuşma başlatmak niyetinde değildi. Kalkıp kapıya yöneldi, nerede ineceğini bilmiyordu. Birinin “haydi!” demesiyle adını bilmediği bu durakta “haydi”nin asıl sahibiyle inebilirdi. Vücudu o kadar ısınmıştı
ki yanaklarının ateşini hissedebiliyordu. Önünde duran kadın gözlerini patlatmış, memelerine bakıyordu. Sinirlendi. Gözlerini kadına dikti ama kadının gözlerinin hedefi değişmemişti. Bir şey söylemek için ağzını açtığında üst dudağından içeri kaydı sıcak damla. Hırsla elini burnuna götürüp kaşındıran teri sildi. Eline baktı, ter değildi.
çantasında bulabildiği her şeyle burnunu, boynunu, göğsünü sildi. İnme niyetinde olduğu durağı kaçırmıştı. Minibüs son durağa yaklaşırken, ineceğini söyledi. Şoför ağzındaki sigarayı atıp bir alt geçitte durdu.
O fark etmeden kan burnundan süzülüp göğüslerine ulaşmıştı. Kadının neden baktığını anladı, yine de sinirliydi ona. Pazar yeri gibi olan
Afet Yıldız Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
Gölge, diye düşündü. Dışarı attığı ilk adımda yere yığıldı.
GEÇMİŞE GEÇMİŞ OLA Geçmişi at bir kenara ancak öyle özgürsün, Yoksa aklın kalır , kalbin kalır sonra yine üzülürsün Bugün sıfırdan başla, koyul yola Ve de ki ; “ Geçmişe geçmiş ola.! En güzel yıllarımızda verdik bir mola, Zaman tersine işliyor, hadi sonumuz hayrola .! Dert üstüne dert eklenirde kimisi kaçar, kimisi der “Eyvah . “ Derdi vermişse kuluna, Dermanı verende ‘Allah’ Herkesi zaafından vuruyor hayat Her şeye rağmen dilimizden düşmeyen bir “ Eyvallah “ Ümit Akkoyun Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
BAŞI BOŞ AYRINTILAR
Bir mevsim beklersin hep birisini , yorgun yıldızlar gibi beklersin… Koca bir yazı geçirirsin öksüz bir denizin , tuzlu meltemleri kucak açar sana. Alışkanlıklar başı boş ayrıntılar düşmandır sana hatırlamaya meğillidir gözlerin unutmak istediklerini. Tik tak ,tik tak sesleri yalnızlığının kalabalığı olur bir anda . Böyle zamanlarda her şey anlamsızlaşır. Yazıya oturur bitkisel bir kalbe güç verir sözcüklerin … Ölmüş bir aşk ile karşılaştırsın başı boş ayrıntıları. Yolları ve anıları ödünç alırsın. Çünkü en çok yalnız yollarda ararsın anılarını. Bakarsın, benzemez gelen günlerin geçen günlerine, benzemeyecekte . İmrendiğin , öfkelendiğin ne varsa bir anda geri teper yaşanmışlıkların ışığında. Fotoğrafsız bir aşktı bizim
kisi… Bitmemiş bir aşk sanırım en çok başıboş ayrıntılara yakışıyor. Türküsüz bir beraberlikti bizimkisi. Peki ne kalacak bizden geriye neler kalacak? Başı boş bu ayrıntılar peki nereye saklanılacak? Zamanla her şey oturur yüreğinin bitki örtüsüne.Vaad edilmiş topraklara döner yüreğin. Kıraç ve kirli. Çıplak ve hileli .Aşkın enkaza uğramış toprağıdır bu , kirli ve sahi. Hileli bir aşktı seninkisi. Tekin olmayan bir yürekti sendeki . Sen geçtin yüreğimin bitki örtüsünden. Soldun! Çiceksiz bir sevgiydi bizimkisi . Ve bitti... Sonra kimsesiz bir yazda ,kimsesizdim. Dile dökemediklerimin tenha sokaklarında usulca dolaşıyordum. Adımlarım yavaş ,yüreğim tutuk. Ve elbet yine seni
bekledim bir mevsim , tik tak seslerinin , sessizliğinde. Sarhoşların sesleriyle uyandım , küflü sokaklarda kayboldum. Yol üstünde buldum seni sevgilim, ödünç aldığım yollarda. Daha öncede konakladığım yollarda. Durduğun yerde buldum aşkın yolunu sevgilim.Dönüp arkama baktığımda gideceksin , dinlenmeyeceksin yüreğimin menzilinde . Beni pişmanlığın gölgesinde bekle. Sen git sevgilim ben yeniden yollara düşerim. Bir daha sakın bu yolları geçme sevgilim... Seyhan Tok Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 41
Bir papatyanın kokusuna saklanmıştı gece Başka türlü barındıramazdı ihanetleri Uyumak uyanmak ne mümkün böyle bir vukuda Kimi sinsi bir kurşunun sesinde gizli Kimi sallanan bir ipin ucunda son çırpınışlarında Kimi cenneti sunan bir tutkunun son yudumunda Ve gece Her günün sonunda kendini sakladı Bir papatyanın kokusuna
Gül Gül Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
KAAN MURAT YANIK İLE EDEBİYAT’A DAİR...
Kaan Murat Yanık, 12 Mayıs Salı günü Uşak Üniversitesi’nde ‘Doğu ile Batı Edebiyatı Arasında’ konulu başarılı bir konferans gerçekleştirdi. Katılımcıların ilgiyle dinleyip sorular sorduğu
konferans yaklaşık iki saat sürdü. Konferansın ardından yeni kitabıyla birlikte seneye tekrar geleceğinin müjdesini verdi. Genç ve başarılı yazarla, edebiyat ve sosyal medyanın kullanımı hakkında konuştuk. Örnek aldığınız bir yazar var mı? - Orhan Pamuk ‘Sosyal medyanın doğru kul-
lanımı’ diye bir algı var. Siz bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz? -Sosyal medya özellikle doğru kullanıldığı takdirde hem kültür-sanat çevrelerinin edebiyatla alakalı duyurularını yeni yapılan birtakım sanat eserlerinin ortaya çıkmasının duyurulmasında çok önemli bir yeri var. Ama yanlış kullanıldığı takdirde de her şeyde olduğu gibi çok saçma sapan bir hal alabiliyor. Yazmaya nasıl başladınız, ne zamandan beri yazıyorsunuz? - ‘Yazmak, yaşanmamış olan
hayattan intikam almaktır’ bunu her zaman söylüyorum. Ben çocukluğumdan itibaren çok fazla hayal kuran, hayalperest ve yaramaz bir çocukmuşum. Sürekli insanları huzursuz ediyormuşum. Evdeki insanlara sürekli masal anlattırıyormuşum ve masal dinlemeyi çok seviyormuşum. Bu da beni herhalde doldurdu. Yani masal dinlemek… Zaten sayısal bilimlerden
çok sözele yatkınmışım. Resim çiziyormuşum hala çiziyorum. Onun dışında sinemaya her zaman ilgim vardı. Müjdat Gezen’ de tiyatro eğitimi aldım. Bir zamanlar tiyatroculuk yapıyordum. Çocukluğumdan beri evet sanata bir yatkınlığım vardı. Hep bir şeyler kurgulardım. Yalan konuşmayı çok seviyordum. Gerçek yerine yalan seçerdim. Bunu büyüklerin yapması çok adice bir şey ama çocukların yapması zekâ belirtisi olabilir. O yüzden güzel yalan söyleyen çocukların bence yazarlığa teşvik edilmesi gerekir. Çünkü çok güzel kurgulayabiliyorlar. Daha sonra ortaokul yıllarından itibaren küçük küçük hikâyeler yazmaya başladım ve daha sonra da devamı geldi. Okumaktan hoşlandığınız Dünya ve Türk edebiyatı yazarları kimler? - Klasiklerden Tolstoy, Gabriel Marquez , Herman Hesse, Türk yazarlardan Oğuz Atay, Refik Halit Karay, Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Pamuk, Sabahattin Ali, Peyami Safa. Sorularımıza tüm samimiyetiyle cevap verdiği için Kaan Murat Yanık’a teşekkür ediyoruz. Hüsne Gül Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü 43
BÜYÜDÜM..
N
mutsuzlaşıyoruz? İneşeli ol ki “Geç” sanları duymasaydık kalasın. Yandaha mı mutlu olurduk? lış yazmışsın İnsanları duymayı seçen kardeşim o “geç” değil biz miyiz yoksa? İnsan“genç” olacak dediğinizi ları ortadan kaldırsak duyar gibiyim. Neden daha mı mutlu oluruz? “genç” değil de “geç” ? Sonuç olarak biz ne Biz unutuyoruz çoğu yaparsak yapalım hazaman genç kalmayı za- yatımızda bir şekilde ten ikisini de bir arada memnuniyetsiz, mutyürütemiyoruz. Neşeli- suz oluyoruz. Çok mu ysek geç kalıyoruz bazı önemli hayattan keyif şeylere.. almak? E tabi öyle. Tüm yaptıklarımız ne için Gençsek diğer tüm yani. insanların yapmamızı Hakikaten biz mutistediği beklentiler lu olmak için neler arasında yok olup mutlu yapıyoruz böyle? Şuan kalmayı unutuyoruz. üniversite 2.sınıf öğrenMutlu olmak zorunda cisiyim ve hayatımdan mıyız peki? Değiliz tabi. bir gram zevk almıyoMutsuz insanlar toplurum, mutlu olmuyomumuzda dışlanıyor. rum. Memnuniyetsiz diyorlar. Ömrün en güzel çağlarında okuma fikriDışlanma korkusu ni hangi dünya özürlüsü yüzünden mutlu kaortaya attı bilmiyorum buklar yaratan insanlar ama sıkılıyormuş belli var. E ortası yok mu ki. Ben halkla ilişkiler bunun? Ben bulamadım ve reklamcılık okuybulabilen varsa beni bir orum. Geçenlerde aydınlatsın. dolmuştaki şoför abiBüyüdükçe daha mı yle kısa bir sohbetimiz mutsuz oluyoruz? oldu. Yoksa insanların ne Abimiz insan kaydediği bizi daha mı etnakları mezunu ve iş kiler hala geldiği için bulamadığı için tüm gün direksiyon sallıyor 44
bir o yana bir bu yana. Kendimi düşündüm bir an ben 4 yıl okuyorum ama mezun olduktan sonra kim bilir ne iş yapacağım dedim. Hayatımdan bir an hiçbir beklentim olmadığını fark ettim. Neden beklemiyorum hayatımdan hiçbir şey? Çünkü sıkıldım insanların benden bir şey beklemesinden. Artık ne kadar bunalmışsam tamamen hayatımdan bir şey beklemeyi çıkarmışım. Ne kadar iyi yaptım bilmiyorum ama sırf birileri bunu yapmamı istiyor diye de yapacak değilim. Dışarıdan gelen tepkilere göre davranışlarımızı şekillendiriyoruz. Bir nevi davranış kalıpları oluşturuyoruz. Kötü tepki gören davranışlarımızı törpülüyoruz. İyi tepki toplayanları daha sık kullanmaya başlıyoruz. Bazıları dışarıdan gelen tepkileri önemsemiyor olabilir ama herkesin
kendisine göre, herhangi bir şekilde oluşan, “iyi” si vardır. İyi ve kötü olguları beyninde yer edinen bir adam üzerinden konuşursak; bu adamın bir harekette bulunması lazım. Bu adam kendi aklında kodlanmış olan iyi’yi değil de kötüyü yapmak istiyor. Kendisiyle çelişiyor ve normalde yapmayacağı şeyi, iyiyi seçerek yapıyor. “Biz ne zaman bu kadar büyüdük?” diye soruyor insan kendi kendine. Her şey ne kadar düzensiz, bozuk olursa olsun, düzenli akan tek bir şey var; o da zaman. Hiçbir zaman geri tepmiyor. Işık hızına yaklaştıkça zamanın kısalması gibi basit insan olanaklarıyla tecrübe edilemeyecek bir şeyi göz ardı edersek, zamanın işleyişinin en garip yönü, belki de bir aksaklık olarak görülebilecek; rüyalar. Selin Gündüz Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
SEVMEK GÜZEL ŞEY Duraksamış cümleler onunla devam eder deniz gözlerinden midir saçlarındaki dalgalar ılık meltemleri baharı andırır her gün bir mevsimle geçer mahalleden saçlarının karanlığı geceyi kıskandırır Yalnızlığıma son verecek, hissediyorum harfler, heceler tanıdık, peki nedir bu amaçsız çırpınış? Şafak her zaman kinden kızıl Yeni bir kehanetin elleri kanıyor Anlıyorum, kalbim yine bir aşka hazırlanıyor Göktuğ Erdoğdu Büyür Uşak Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü
AŞKA DAİR
Kalbin eşlik etmezki aklına , hangi ağacın hangi yaprağında birikti su damlası misali umutların . Kaç aşk takıldı gönül dalına ? Sevdasını kaç kişi taşıdı yarına ? Tuz basmak yerine kaç kişi merhem oldu yarana ? Kader deyip sabrederiz , isyan etmek olmaz , yaradana . Umutların yeşereceği anlar gelir mutlu olmak çok yakışır da bize düşman susar dost neden delirir? Her hayal kırıklığında gönül dağının tepesindeki karlar erir . Ümit Akkoyun Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü
HONDA’NIN BAŞARI HİKAYESİ Büyük Honda imparatorlugu’nun kurucusu Soichiro Honda’nin hikayesi bize, pes etmeden, azimle hedefe odaklanmanin, sürekli yüksek motivasyon ile zorluklarin üstesinden gelmenin en güzel örnegini sunmaktadir: Soichiro Honda yoksul bir ailenin 9 çocugundan biriydi. 1938 yilinda, Honda henüz ögrenciyken, sahip oldugu her seyi küçük bir atölyeye yatirdi, piston ringleri konusunda
46
kendi fikrini gelistirmeye koyuldu. Çalismalarini Toyota sirketine satmak istedigi için, gece gündüz çalisti, atölyede yatip kalkti, sonuç alacagina olan inancini hiçbir zaman yitirmedi. Isini sürdürebilmek için karisinin mücevherlerini bile rehine koymak zorunda kaldi. Sonunda piston ringlerini tamamlayip Toyota’ya sundugunda, bunlarin Toyota standartlarina uymadigi söylendi. Ögretmenleriyle arkadaslarinin alayci davranislarina maruz kaldi. Fakat o, bu tecrübenin acisina odaklanmadi, çalismalarina devam etti. Nihayet iki yil sonra Toyota ona ha
yalindeki anlasmayi sundu. Ancak ortaya yeni bir sorun çikti. Japon hükümetinin savasa hazirlandigi günlerdi ve fabrikasini kurmak için ihtiyaci olan betonu alamamisti. Peki, o vaz mi geçti? Hayir. Bunun büyük haksizlik oldugunu mu düsündü? Asla. Yine tecrübelerini kullanmaya karar verdi, baska bir strateji gelistirdi. Ekip arkadaslariyla birlikte, kendi betonlarini yapabilecekleri yeni bir süreç gelistirdi ve fabrikasini kurdu. Maalesef savas sirasinda o fabrika iki kere bombalandi, imalat tesislerinin önemli bölümleri mahvol-
du. Honda ise ekibini topladi ve
18.000 bisikletçi dükkanina birer
ABD ordusunun firlatip attigi benzin tenekelerini biriktirmeye koyuldu. Bunlara “Baskan Truman’in Armaganlari” diye isim takti, çünkü savas sirasinda Japonya’da bu tür maddeler bulunmadigi için tenekeleri kendi imalatinda hammadde olarak kullanacakti. Sonunda bütün bunlari arkasinda biraktiginda, bu sefer de bir deprem, fabrikasini yerle bir etti. Honda da o sirada piston operasyonunu Toyota’ya satmaya karar verdi. Savastan sonra Japonya’da korkunç bir benzin kitligi basladi. Bay Honda ailesi için yiyecek alisverisine bile arabasiyla gidemez oldu. Sonunda çaresizlik içinde, bisikletine küçük bir motor takti. Hemen ardindan komsulari da bu bisikletten istedi. Bir, iki derken sonunda Honda’nin elindeki motorlar tükendi. O zaman, yeni icadi için motor yapacak bir fabrika kurmaya karar verdi, ama ne yazik ki elinde sermaye yoktu.
mektup yazdi, icadinin getirecegi hareketlilikle Japonya’ya yeniden hayat verebileceklerini söyledi. Içlerinden 5.000 tanesi ona istedigi sermayeyi vermeye razi oldu. Yine de, yaptigi motorlu bisikleti ancak azimli bisiklet severlere satabiliyordu, çünkü bunlar çok kocaman, çok agir seylerdi. Bunun üzerine son bir degisiklik daha yapti. Çok daha hafif, küçük bir motorlu bisiklet modeli yaratti. Adini “Super Cub” olarak seçti.
Tipki daha önce yaptigi gibi, bu sefer de yilmadi ve Japonya’daki
Honda bu icadiyla büyük basariya ulasti. Kendisine Imparatorluk Nisani verildi. Daha sonra motorlu bisikletlerini Avrupa ve Amerika’nin yeni kusak çocuklarina yönelik olarak ihraç etmeye giristi. Yetmisli yillarda da, bir o kadar tutulan otomobilleri ile ortaya çikti. Bugün Honda sirketinde, ABD ve Japonya’da yaklasik 100.000 kisi çalismaktadir. Japonya’nin en büyük oto üreticilerinden biridir. ABD içindeki satislari da Toyoto’dan fazladir. Bu basari, bir tek adamin, kosullar ne olursa olsun, hedefi dogrultusunda azimle, yilmadan çalismasi ve motivasyonunu kaybetmemesi sayesinde gerçeklesmistir.
Aslıhan Geçmek Uşak Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık Bölümü
47