Agustos 2013

Page 1

Sayı: 17 Ağustos 2013

ISSN: 2147-1568

1.5 TL

İSDEMİR’DE, DARPHANE’DE İŞÇİLER İNSANCA YAŞAMAK İÇİN GREVDELER:

HAYDİ DAYANIŞMAYA! İSDEMİR’de 7 ay süren toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşma sağlanamaması üzerine, Hak-İş’e bağlı Çelikİş Sendikası greve gitti.

Basın-İş sendikasına bağlı Darphane işçileri de 8 Temmuz’dan bu yana haklı taleplerini dile getirerek grevlerini sürdürüyorlar

DİSK’e bağlı Genel-İş üyesi İzelman işçileri ise sendika yönetiminin basiretsizliği nedeniyle grevini ancak 1 gün sürdürebildi.


İşçilerin Sesi

BİZ KİMİZ? NE İSTİYORUZ? NE İÇİN MÜCADELE EDİYORUZ? Bugün dünyaya egemen olan anlayış sömürücü, ırkçı, gerici, baskıcı ve cinsiyetçi zorbalığa dayanıyor. Kapitalizm insanlık için son çıkış yolu olamaz. İnsanlığın kurtuluşu, sömürü ve baskıdan; ayrımcılıktan uzak yeni bir toplum olmalı, bu da komünizmdir. Rusya'da 1917 Ekim İşçi Devriminden kısa bir süre sonra, Doğu Avrupa, Çin ve Küba'da daha en başından itibaren "işçi sınıfı" ve "komünizm" adına yaşananlar, işçi sınıfının çıkarlarından uzak, bürokratik ve yozlaşmış rejim deneyimleri olmuştur. Bu rejimlerle "işçi demokrasisinin" ve "komünizmin" doğrudan ilgisi yoktur. Komünizm, işçi sınıfı ideolojisidir; onun tarafından ve dünya seviyesinde inşa edilebilir. İşçilerin Sesi Gazetesi, insanlığın kurtuluşu olan komünizmi, kadın ve erkeklerin her türlü sömürü, ezme-ezilme ilişkisinden; ayrımcı uygulamadan, yabancılaşmadan kurtuluşu olarak anlar. Kürt ulusunun kendi kaderlerini tayin hakkını savunur. İşçilerin Sesi Gazetesi, kapitalistlerin kârı uğruna işçilerin sömürülmesine hizmet eden tüm kurumlara burjuva devlete, meclise, mahkemelere, orduya ve polise karşı tutum alır. İşçilerin Sesi Gazetesi, sendikaların devletten ve sermayeden bağımsız, demokratik, şeffaf olmalarını savunur. İşçilere ihanet eden sendika bürokratlarına karşı mücadele eder. Sendikaların yeniden ve tabandan gelişecek işçi hareketi eliyle birer işçilerin öz örgütü haline gelmesi için çalışır. İşçilerin Sesi Gazetesi, işçi sınıfının ekonomik ve demokratik hakları gibi, siyasi hakları ve iktidarı için de mücadeleyi zorunlu sayar. Tüm işçilerin, emekçilerin, yoksulların öz çıkarlarını savunacak Enternasyonalist Komünist bir işçi partisinin inşasını amaçlar. Bu aynı zamanda uluslararası işçi sınıfının partisi olacak olan yeni bir Komünist Enternasyonalin inşası demektir. İşçilerin Sesi Gazetesi,’nin savunduğu görüşler bunlardır. Bu amacı paylaşan tek tek işçi ve aydınlarla; devrimci örgütlerle birlikten yanadır. Bu gazeteyi savunanlar Marks, Engels, Lenin, Rosa ve Troçki’nin geleneğine bağlıdır; Enternasyonalist Komünisttir.

2

Güvenceli iş, insanca yaşayacak ücret vermiyorlar, alacağız! Bu koşulları değiştirmek gerekli. “Ama nasıl?” diye soran her işçi, Gezi İsyanında ortaya çıkan birlik ve dayanışmanın fabrikalarda karşılık bulması için neler yapabileceği hakkında kafa yormalı. Bir yandan enflasyon hedefleri diğer yandan banka-kredi faizleri yükseliyor. Fiyat artışları benzinden başladı ve yayılacak. İşçi ücretleri asgari ücret seviyesinde çakılmış kalmış. Açlık sınırının çok altında kalan bu ücretlerle geçinebilmek olanaksız. 12 saatlik iş günü karşılığında ulaşılabilen ücret bile “açlık sınırı” seviyesine ancak yetişiyor. Ekonomik krizin ilk işaretleriyle birlikte, ücretlerimiz daha da yetmez olacak, karaya oturacak! Bu demektir ki, insanca yaşama hakkı işçi sınıfının elinden tamamen alınacak.

Artık 10 yıl önceki işçiler değiliz Yaz sıcağında uzun ve yorucu 12 saatlik işgünü çekilmiyor. Son 10 yılda giderek gerileyen ücretlerimiz, iş saatlerini uzatarak, kredi kartı kullanarak ya da kredi çekerek döndürülebiliyordu. Ama artık hem 10 yıl önceki işçiler değiliz hem de daha fazla çalışarak döndürdüğümüz ekmek teknesi, giderek daha çok tekliyor. Vardiya sistemiyle çalışan işçilerin yüzüne bakıp onların yaşını tahmin etmeye çalışın, göreceksiniz tahmin edemezsiniz! Grevdeki ve yüksek sıcaklıktaki fırınlarda çalışan bir İSDEMİR işçisine “neden greve çıktınız” diye soran gazeteciye işçi, “yaşım 37 ama kemik yaşım en az 57 çıkar; bunun için grevdeyiz!” demişti. Darphane grevindeki kadın işçiler, x-ray cihazlarının ve altın işlemenin yol açtığı çeşitli nedenlerle ilk çocuklarını düşük yaptıklarını söylüyorlar. İşçiler sadece ücret için değil insanca yaşamak, çalışma koşullarının hafifletilmesi, iş saatlerinin düşürülmesi ve iş güvencesi talebi için greve çıkıyorlar. Yasalar ne derse desin, hiçbir işçi için iş güvencesi yok. Yasalar işçiden yanaymış gibi göründükleri en önemli alan olan “işe iade davaları” kazanıldığında bile patronlara davayı kazanan işçiyi iş

başı yaptırmama, tazminat ödeyerek ‘iş güvencesi’ni satın alma hakkı tanıyor. THY işçilerinin başına gelen budur: 29 Mayıs 2012’de işkollarına grev yasağı getirmek isteyen hükümeti protesto ettikleri için işten çıkartılan 305 işçinin neredeyse tamamı işe iade davasını kazandı; Yargıtay’ın onayladığı kararlara bile işveren uymuyor. Sadece bu da değil, işe iade davalarını kazanan işçiler, Yargıtay’ın yeni açılan 22. Dairesinin özel hukuk yorumuyla ‘geçerli ama haksız’ nedenle işten çıkartıldıklarına hükmederek, sadece kıdem ve ihbar tazminatlarını ödüyor; işe iade tazminatını ödemiyor!

Örgütsüzlük ve sendika düşmanlığı dayatılıyor Sermayenin ve hükümetin işçi sınıfına dayattığı çalışma ve yaşam koşulu, gelecekte daha ağır çalışma koşullarını getirecek ve ancak düşük ücreti kabul ettiğimiz sürece iş bulma olanağımız olacak. Taşeronlaşma, esnek ve güvencesiz çalışma kanser gibi işçi sınıfının vücuduna yayılmakta; örgütsüzlük ve sendika düşmanlığı dayatılmaktadır. Uzun çalışma saatleri boyunca çalışan işçilerin elde ettikleri ücretin kıymeti kalmamış, bu kıymetsizliğe ilave olarak kendisine, ailesine ve çocuklarına ayıracağı zaman da elinden alınmıştır. İşsizlik tehdidi altında her geçen gün daha da ağırlaşan iş ve çalışma koşulları bu biçimiyle sürdürülemez.

Bu düzene isyan değil teşekkür etmeliymişiz Sermaye ve hükümet sözcüleri işsiz kalma ihtimalimizi ve paraya olan ihtiyacımızı fırsata çevirip, giderek daha ağır çalışma koşulları dayatırken, onlara minnet duymamız gerektiğini söylüyorlar. Hem iş veriyorlarmış hem

de 12 saat çalışmamıza olanak vererek, geçinebilmemize katkı yapıyorlarmış! Yani bu düzene isyan etmemeli, onlara bir de teşekkür etmeliymişiz! Patronlarına ve hükümetin bize verebileceği tek şey yasaların sınırladığı yılda 270 saat fazla mesainin sınırlarını kaldırmak, çocuk işçi çalıştırılmasına izin vermektir. İş bulduğumuza şükredip, parayı hiçe saymamızdır. İşçi kuruluşu olarak kurulan sendikalar, işçilerin yüzde 3 ile 5’ini üye yapabilmiş, yetkili sendikaların yönetimleri ise ya koltuk kavgasına tutuşmuş ya da izledikleri politikalarla işçilere, fabrikalara doğru bir adım atmak yerine işçilerin örgütlenip sendika ofislerine gelmelerini beklemek yönünde. Ne toplusözleşmelere ne de grevlere gerektiği gibi hazırlanıyorlar. Çay Kur ve THY’de olduğu gibi, işçilerin güvenini yitirdikleri için grev kararlarına dahi uymuyorlar!

Örgütlenen işçiler bu düzeni değiştirebilir Bu koşulları değiştirmek gerekli. Ama nasıl diye soran her işçi, Gezi İsyanında ortaya çıkan birlik ve dayanışmanın fabrikalarda karşılık bulması için neler yapabileceği hakkında kafa yormalı. İnsanca yaşayabilmek ve çalışabilmek için sermayeyi ve hükümeti işçi düşmanı politikalarında geri adım atmaya zorlayacak gücü açığa çıkartmalı. Bilinçli işçiler, bu yola çıkarken, güvenebilecekleri yerlerden biri omuz başında duran işçi arkadaşından başkası değildir. İşyerlerinde hak ve çıkarları için birleşip, örgütlenen işçiler işçi sınıfının hayatını cehenneme çeviren bu düzeni değiştirecek gücü temsil ediyorlar. Her yerde şu sloganı ileri sürmeliyiz: Bizi hiçe sayanlar bilsin: İnsanca yaşamak, güvenli gelecek hakkımızı istiyoruz! Vermeyecekler, alacağız!


İşçilerin Sesi

Kürtleri tehdit olarak görmek çözümsüzlüğü savunmaktır Kürtleri tehdit olarak gören, onların her kazanımını kendisi için kayıp sayan anlayışın, ülkede Kürt sorununu çözeceği, Kürtlerin meşru demokratik taleplerini karşılayacağı beklentisinin tam bir hayal olduğu ortaya çıkıyor. Aykut ÖZER Kürt sorununda sözde çözüm süreci “ite, kaka yürütülmeye” çalışılıyor. Bir yanda gözle görülür bir yumuşama yaşanırken diğer yanda karşılıklı “salvolar” eksik olmuyor. Siyasi iktidar, PKK’yi işi ağırdan almakla suçlayıp, silahlı güçlerinin ancak yüzde 15-20’sini sınır dışına çıkardığını söyler; bunların da daha çok “sorunlu unsurlar” olduğunu iddia ederken, PKK tarafı, hükümetin demokratikleşme konusunda adım atmamasından yakınıyor. Kürtler, Öcalan’ın projesine göre, “ikinci aşamaya” geçildiğini belirtip, yani sınır dışına çekilme sürecinin tamamlandığını, artık hükümetin demokratikleşme konusunda adımlar atmasının gerektiğini ifade ediyorlar. Yine siyasi iktidar, silahların susturulması noktasında, PKK’nin çok sayıda genci bünyesine katmasının tutarsızlık olduğunu savunurken, PKK de, çözüm sürecinde devletin karakol, kalekol ve baraj yapımına hız vermesini çelişki olarak değerlendiriyor. Bu karşılıklı açıklamalar, taraflar arasında ciddi bir güven sorunu olduğunu gösteriyor. Ülkede bunlar olurken, Ortadoğu bölgesinde Kürtlerin “yıldızı parlıyor.” Rojava’da (Suriye Kürdistanı) Kürtler, Türkiye’nin desteklediği El Kaide unsurlarını yenilgiye uğratıp egemenliklerini pekiştirir, kurumlaşmalarını derinleştirirken, ayrıca, tarihlerinde belki de ilk kez, bir ulusal konferans toplamaya hazırlanıyorlar. Dört parçada faaliyet gösteren hemen tüm Kürt parti ve örgütlenmelerinin katılacağı ulusal konferansın, Ağus-

tos ayında, Güney Kürdistan’da toplanması kararlaştırılıyor. Kaos ve bölünmenin yaşandığı bölgede, bu konferansla, Kürtlerin ortak bir strateji belirlemeleri ve bu temelde birlikte hareket etmek konusunda kararlaşmaları hedefleniyor. Siyasi iktidar, her ne kadar “bölgede Kürtlerle birlikte büyüme” söylemini dilinden düşürmese de, bu gelişmelerden rahatsız oluyor. Kürtlerin birliğini ve güçlenmesini kendisine tehdit olarak algılıyor. Buna bağlı olarak, kamuoyunun gözü önünde ya da kapalı kapılar ardında, Kürtlere gözdağı veriyor, onları uyarıyor. Bir yandan, PKK’nin uzantısı olarak gördüğü PYD’nin eş genel başkanı Salih Müslim’i davet edip onunla görüşürken diğer yandan El Kaide uzantısı Nusra Cephesine bağlı militanlara siyasi ve lojistik destek vererek, Suriyeli Kürtlere saldırtıyor. Kürtleri yenilgiye uğratıp, kazanımlarını ellerinden almaya çalışıyor. Kısacası, “tavşana kaç, tazıya tut” politikası izliyor. Kürtleri tehdit olarak gören, onların her kazanımını kendisi için kayıp sayan anlayışın, ülkede Kürt sorununu çözeceği, Kürtlerin meşru demokratik taleplerini karşılayacağı beklentisinin tam bir hayal olduğu ortaya çıkıyor.

Rojova’da neler oluyor? Suriye’de muhalifler cephesinde yaşanan bölünmelerin, dış güçlerin de etkisiyle, şiddetli çatışmalara dönüşmesi, safların yeniden belirlenmesini ve ülkede çok taraflı bir savaşın yaşanmasını beraberinde getiriyor. Bu durum Rojava’ya (Suriye

Kürdistanı) da yansıyor. Ayrıca Kürtlerin tüm Ortadoğu’da kendi çıkarları için mücadele eden, birlik içindeki bir taraf olarak belirmeye başlaması, yeni ittifaklar ve tabii düşmanlıklar yaratıyor. Rojava’daki son gelişmeleri bu temelde okumak gerekiyor. Şimdiye kadar Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içinde yer alan ve esas olan Kürtlerden oluşan El Ekrad (Kürt) Cephesi, Akçakale’nin karşısında yer alan Tel Ebyad’da Nusra Cephesi ile yoğun çatışmalara girişiyor. Bu çatışmalara daha sonra, El Ekrad’ın yanında, YPG (Halk Savunma Birlikleri) de katılıyor. Bu çatışmalar iki boyut içeriyor. Bir yanda, batı emperyalizminin desteklediği, ÖSO’nun El Kaideci unsurlarla hesaplaşması diğer yanda farklı örgütlere dağılmış Kürtlerin, düşmanlarına karşı, ortak mücadeleye girişmeleri. Yani bölgede yükselen Kürt siyaseti, bir çekim merkezi olarak, safların yeniden belirlenmesine yol açıyor. Bu sayede birliğini sağlıyor, daha da kitleselleşip, güçleniyor. Bu durum onları, savunma konumundan çıkıp, Hatay-Reyhanlı’nın güneyinden (Afrin) başlayıp, Irak Kürdistanı sınırına kadar uzanan bölgeyi denetimlerine almak için atağa geçme yönünde cesaretlendiriyor.

Kürt Ulusal Konferansı ne getirecek? Ortadoğu’nun tam bir kaos yaşadığı ve yeniden şekillendiği koşullarda, Ağustos ayı içinde gerçekleştirilmesi planlanan Kürt konferansı, bir ilk olması yanında, birçok Kürt siyasetçinin “21.yüzyıl Kürt yüzyılı olacak” öngörüsü ile birleş-

tirildiğinde daha da önem kazanıyor. Güney Kürdistan’ın Selahaddin kentinde yapılan konferansa hazırlık toplantısına Kürdistan’ın dört parçasından 49 örgütün temsilcisi katılıyor. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin başkanlığında gerçekleşen ve onun açılış konuşmasıyla başlayan toplantıda, Barzani’nin, Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne vurgu yapması ve toplantıya katılanları onun adına da selamlaması ilginç bir gelişme olarak görülüyor. Toplantıya katılan iki en üst düzey PKK’li siyasetçinin, Barzani’nin hemen sağına ve soluna oturtulması diğer bir ilginç olay. Türkiye ile son derece iyi ilişkileri bulunan Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanının, diplomasiyi hiçe sayan bu çıkışı anlamlı, ancak, aynı bölgesel yönetimin, Suriye Kürtleri ağır saldırı ve kuşatılmışlık altında iken, halen Rojava sınır kapısını kapalı tutması ve PKK’nin aktif katılımına karşın, Türkiye’nin ulusal konferansa tepki vermemesi, değerlendirilmeye muhtaç konular. Konferansın, Ortadoğu’da bağımsız bir güç olarak, Kürtlerin çıkarlarına mı cevap vereceği, yoksa onları yerel ve uluslararası güçlerin bölge politikalarına eklemlemeye mi hizmet edeceği ya da sadece sembolik bir önemi olan bir toplantıdan mı ibaret olacağı, yakın gelecekte görülecek. Yine, konferansın, dört parçadan Kürtler açısından yeni ve belirleyici bir merkez olarak ortaya çıkması halinde, bunun Kürt siyasi hareketinin demokrasi mücadelesi içindeki yeri ve rolünü nasıl etkileyeceğini yaşayarak göreceğiz.

3


İşçilerin Sesi

Tayyip’ten Koç’a gözdağı girişimi Erdoğan, hükümeti zayıflatan gezi eylemlerinin burjuvazinin aklına yeni bir iktidar alternatifi getirmesini de önlemek istiyor. AKP dışında başka seçenek aramayın, başınızı belaya sokmayın, demeye getiriyor. Ufuk DEMİRCİ Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, Gezi Parkı eylemleri sırasında Divan Otel’in kapılarını yaralılara ve sığınmak isteyen göstericileri açması sebebiyle açıkça suçladığı Koç Grubu’nun enerji alanındaki Tüpraş, Opet ve Aygaz şirketlerini Maliye müfettişleri ve Mali polis ekiplerince incelemeye aldırdı. Türkiye’nin en büyük şirketi unvanına sahip Tüpraş’ın incelemeye alınması, sadece Koç grubuna değil, büyük burjuvaziye de kafa tutmaktır. İnceleme sonucunda, Koç Grubu’na enerji alanındaki lisansların iptal edilmesi ve yüksek miktarda vergi cezası kesilmesi söz konusu olabilecek. Bunun yanı sıra Koç Ailesi’nin bireyleri hapis cezası ile karşı karşıya kalabilir. Ekonomiden sorumlu Bakanlar ve şirket yetkilileri bu

4

incelemeleri “rutin denetim”ler olarak göstermek istediler. Kim ne derse desin, KOÇ Grubu siyasi bir operasyonun muhatabı. Başbakan Gezi isyanı ve sonrasında yaşananları “uluslararası bir plan olduğunu ve yerel işbirlikçi ve destekçilerini” olduğunu söyleyerek bu iddiasını KOÇ grubuna bağlı bir otelin kapılarını açmasını örnek vererek desteklemişti. Bununla da yetinmemiş “3-5 ağacın peşinden koşanların, neden KOÇ Üniversitesi kurulurken kesilen binlerce ağacın hesabını sormadılar” diye suçlamıştı. Aynı süreçte Erdoğan diline doladığı “faiz lobisi” suçlamasının bir muhatabı olarak da finans sektörünün en büyük kuruluşlarından biri olan ve yine KOÇ’a ait Yapı Kredi Bankası’nı işaret etmişti. Operasyonun “teknik” yönüne

baktığımızda, bir sorun göremiyoruz. Küçük büyük fark etmez, burjuvalar, muhasebe oyunlarıyla karlarını gizlemeyi yani vergi kaçırmayı bir hak olarak görüyorlar. Patronlar için “vergi kaçırmak” spor oyunu gibi; zenginleşmenin ve sermayelerini büyütmenin bir aracı.

TÜSİAD da Koç’un arkasında Bu kez farklı. TÜPRAŞ üzerinden başlatılan soruşturma TÜSİAD sermayesine de bir mesaj içeriyor. Tayyip Erdoğan’ın TÜSİAD’ı da zaman zaman hedef tahtasına yerleştirdiği, bu kuruluşa alternatif olarak Müslüman iş adamlarının MÜSİAD’ı kurduğu biliniyor. Erdoğan, hükümeti zayıflatan gezi eylemlerinin burjuvazinin aklına yeni bir iktidar alternatifi getirmesini de önlemek istiyor. AKP dışında başka seçenek aramayın, başınızı belaya sokmayın, demeye getiriyor. Başbakan ve yandaş medyanın, TÜSİAD temsilcilerini sürekli olarak “nankörlük yapmakla” suçlamaları da bu operasyonun bir işaret fişeği. AKP döneminde cirosu beş kat büyüyerek 47 milyar dolara ulaşan KOÇ Grubu’nu örnek veren AKP yanlısı basın ve yorumcular “rahat mı battı” diye soruyor ve uyarıyorlar. Türkiye ekonomisinin “iyiye gittiğine” dair iyimser yaklaşımlar AKP çevresiyle sınırlı kalırken, bir kriz bekleyenlerin çoğunluğu oluşturduğu şu günlerde, “dünyaya cüzdanının ucundan” bakan burjuvazi için, Tayyip’in efelenmesi bir geri adım atılmasına mı yoksa üzerine yürünmeyi gerektiren bir karşı atağa mı yol açacak, önümüzdeki günlerde görece-

ğiz. Ancak tarihten de biliyoruz ki, TÜSİAD, her ne kadar bir ‘dernek’ olsa da gazete ilanları yoluyla 1979 Ecevit Hükümetinin düşürülmesinde rol oynamıştı. Dolayısıyla Türkiye burjuvazisinin en büyük şirketlerinden biri ile siyasal role sahip büyük bir sermaye kuruluştan söz ediyoruz. Erdoğan’ın karşısında bu kez Cem Uzan ya da Aydın Doğan yok! Bu nedenle hesap büyük!

İlk mesajı, Koç ve demokrasi Gezi İsyanı sırasında Divan Otelin kapılarının eylemcilere açılmış olması da Tayyip Erdoğan’a bir mesajdı: Her şartta senin arkanda değiliz, demiş oldular. Yoksa büyük burjuvazinin “demokrasi” aşkına sahip olmadığını ve hele ki bu Koç Grubu ise, Kavel Direnişinden Koç Üniversitesinde taşeron çalıştırılmasına kadar son 50 yıllık emekçi düşmanlığını biliyoruz. Büyük burjuvazi, işleri yolunda bile gitse, elindeki ekonomik ve siyasi gücü AKP hükümetine ve özelde Tayyip Erdoğan’a devretmek niyetinde değil. Gittikçe güçlenen ve tek adam rejimine doğru giden Tayyip Erdoğan’ın büyük burjuvazinin canını yakacak uygulamalara başvuracağı görülüyor; Gezi eylemcilerine Divan Otel jesti, bunun bir ifadesi. İşçi sınıfı, sermaye ve hükümet çevreleri arasındaki çatışmada taraf olmayacağı gibi, bu savaşımın her hangi bir tarafı da demokratikleşme açısından ilerici bir rol oynayamaz. Egemen sınıflar arasındaki çelişkilerin açığa çıkması, derinleşmesi onları yıpratır ve zayıflatır. İhtiyacımız olan onlardan bağımsız bir siyasal hareket inşa etmektir.


İşçilerin Sesi

GEZİ TARTIŞMALARI

Gezi isyanı, toplumsal muhalefetin bu ülkede gerçekleştirdiği en önemli direnişlerden birisi. 27 Mayıs’tan bu yana geceli, gündüzlü içinde yer aldığımız bu yeni gündemi herkes gibi biz de tartışıyor, yorumluyoruz. İşçilerin Sesi gazetesi olarak Gezi’den park forumlara kadar bir dizi konuya farklı yaklaşımları bu sayfada ifade edeceğiz. Yazılar imza sahiplerinin görüşlerini ifade edecek. Önümüzdeki sayıda bu değerlendirmeleri sürdüreceğiz.

Gezi direnişi, ezilenlerin hareketi ve öz örgütlenme N. CEMAL ‘Ezilenler’ en çetrefilli kavramlardan birisi olup sınıf indirgemecilerden ikamecilere kadar uzanan geniş bir yelpazede ‘işçi sınıfına dair’ değerlendirilmekten çok burjuva içerikteki ‘halk’ kavramıyla eşleştirilir. Çoğu kez siyaseten böyle tercih edilir. Sınıfsal açıdan mahkûm edilebilmesi ve ideolojik açıdan bertaraf edilmesi için bu gerekli ve zorunlu bir başlangıç gibidir. ‘Ezilenler’ kavramını sınıfsal içeriği ve ideolojik kapsamını anlayabilmek için Gezi Parkı Direnişi’nin fünyesini oluşturduğu isyan hareketinin siyasi tanımlamalarına bakmalıyız: 1- ‘Gezi Direnişi ve isyan, kendiliğinden ve örgütsüz de olsa bir işçi sınıfı hareketidir...’ 2- ‘Gezi Direnişi ve isyan, işçi sınıfıyla sınırlanamayacak genişlikte bir halk hareketidir...’ İlk bakışta ve girizgâh itibariyle iki temel yaklaşım da doğru gibi görünmektedir; tabi ki nereden ve nasıl baktığınıza bağlı olarak.

Ezilenler kendi kurtuluşlarının öznesidir Ezilenlerin refleksleri ve buna bağlı toplumsal hareketleri, her zaman kendi kalkış noktalarından oluşur. Feminist Hareket’ten Ezilen Ulus Hareketi’ne, LGBT Hareketi’nden Ekoloji Hareketi’ne kadar, bu yönde birçok örnek sıralanabilir. Buna ayrı bir bağlamda Sınıf Hareketi’ni bile ekleyebilmek mümkündür. Ezilmişliğinin niteliği ve kalkış noktası itibariyle hiçbir soyut indirgemeciliğe ve ideolojik amentüye paye vermez, veremez. Direnir! Çünkü o kendisi için yola çıkar. Kendi kurtuluşunun öznesidir. Bir programatik bütünlüğün ve genel hedefin ‘iradi’ bileşeni ol(a)madığı sürece de bu durum değişmez. O kendisi ve kendine ait olan hedef için yola çıkmıştır. Bu durum bir ‘örgüt’, ‘önderlik’ mahrumiyetinden kaynaklanmaz. Bilakis, kendi örgütünü bile bu kaynaktan yaratma gücüne sahiptir ve yaratır da. Bu olgu ezilenlerin hareketinin (ve tabi ki sınıf hareketinin de) özünde yatar. Bu olguyu ‘devrimci bir dinamik’ olarak tanımlayabiliriz. Tam da bu nedenle ‘öncü’ değil öz örgütlenmedirler. Kendileri için kurulmuş ‘iradi’ bir örgüt değil, kendilerinin kurduğu öz örgüttür.

Gezi Direnişi’nin, ardından gelen isyan ve toplumsal patlamanın aynasında öz örgütlenmenin devrimci dinamiklerini de, rüşeym halindeki fiziki varlığını da bütün açıklığıyla görünür kılmamız mümkündür. Siyasi özne iddiasında olan ‘öncü’ örgütlere ve hatta emek ve meslek örgütlerine rağmen Gezi Parkı’nda oluşan yedi forum örgütlenmesi ve parka yönelik polis saldırısının ardından parklara yayılarak sayıları 100’ü bulan ‘Park Forumları öz örgütlenme dinamiklerinin fiili bir dışa vurumundan başkaca bir şey değildir.

Ezilenleri birleştiren isyan noktası ‘Kentsel Dönüşüm’ denilen doğa talanına tepkinin bir ürünü olarak Gezi Parkı’na sahip çıkan çevreciler ardı ardına devletin vahşi polis saldırılarına maruz kaldılar. AKP Hükümeti ve her şeye muktedir olduğu sanrısına kapılan Başbakan Erdoğan’ın polis saldırılarıyla sindirebileceğini sandığı ekolojik direniş bir anda çığ gibi büyüdü. Ekolojik direniş bir anda Ekoloji Hareketi’ni de içine alan ama onunla sınırlı kalmayan bir isyan hareketine dönüştü. Feminist Hareket’ten LGBT Hareketi’ne, Kürt Hareketi’nden, tek tek işçilerden ve özellikle de ‘beyaz yakalılar’ olarak adlandırılan plaza çalışanlarından oluşan Sınıf Hareketi’ne doğru hızla yayıldı. Öğrenciler ve işsizler isyanı tam zamanlı olarak sahiplendiler. Futbol takımlarının taraftar diri canları sürece enerji kattılar. Ulusalcılar bu akıntıda yer almaya çalıştılar. AKP’nin ‘egemen’ İslami söylemlerinin karşısına ‘devrimci’ İslami söylemlerle çıkan siyasal İslamcılar sürece dâhil oldular. Sosyalist hareketin farklı

sektörleri ise, isyan hareketini siyasal açıdan yeterince çözümleyemeseler de, farklı tarz ve yöntemlerle ‘önderlik’ etmeye yöneldiler. Siyasal ve sınıfsal muhtevası yeterince anlaşılamayan ve talepleri iyi okunamayan sosyal patlamalara yol gösterici bir müdahalenin ne denli yapılıp yapılamayacağını da bir kez daha hep birlikte göstermiş oldular. İsyanımızın ‘örgütsüz’ gençleri neredeyse bütün mesleki ve siyasi örgütlere, “bizleri temsil edemezsiniz” diyen açık uyarılarda bulundular. Kendilerini doğrudan temsil edecekleri yol ve yöntemler, örgütlenme araçları aradılar. Park forumlarıyla kısmen de olsa buldular, yarattılar.İsyan hareketinin politik zeminini ve taleplerini ‘Özgürlük ve Demokrasi’ olarak özetleyebiliriz. AKP Hükümeti nezdinde somutlanan sistemin baskı politikaları Başbakan Erdoğan’ın şahsında ete kemiğe bürünüyor ve karşımıza çıkıyor. Şüphesiz ki bu durum sadece ekonomiyle sınırlandırılamayacak bir genişlikte olan neo-liberal politikaların sonucudur. İsyanın bütün öznelerinin AKP Hükümeti’nin neo-liberal baskı ve sindirme politikalarının hedefi ve mağduru olduğu açık bir gerçeklik. İşte bu gerçekliğin zemini ve ortaya çıkardığı ‘Özgürlük ve Demokrasi’ talepleri ezilenlerin hareketini birleştiren noktadır.

Bu daha başlangıç Gezi Direnişi sürecinde ezilenlerin geniş cephesi içinde yer alan emekçi yığınların şiarları ‘sınıf eksenli’ talepler ol(a)madı. Elbette ki ‘Özgürlük ve Demokrasi’ gibi siyasal taleplerle ‘sınıf eksenli’ ekonomik talepler birbirinden tamamen ayrılmamalıdır. Fabrikaların ve

sanayi işçilerinin isyan hareketi içinde görünür bir ağırlığının olmamasını bu hareketin ‘iş ve emek’ eksenli taleplerle yola çıkmamasıyla açıklamak yeterli olmayacaktır. Sorun; sınıfın ekonomik ve siyasi örgütlerinin yetersizliği ve güçsüzlüğüdür. Ne sendikaların ne de sınıfa yol gösterme iddiasında olan devrimci örgütlerin isyan sürecinde belirleyici bir siyasal etkisi olabilmiştir. Kendini görünür kılan ise sınıfın yeni yüzü ‘beyaz yakalılar’ olmuştur. İşçi sınıfının ekonomik ve siyasi bir belirleyen olduğu ve önderlik ettiği mücadelelerde sınıf içi bir bileşen olarak kalanlar hep ezilenlerin farklı sektörleri olmuştur. Bu genel bir doğrudur. Gezi Direnişi ve isyan sürecinde ise durum tersine dönmüştür; İşçi ve emekçiler bu süreç içinde ezilenlerin geniş cephesinin bir unsuru olarak kendilerine yer bulabilmişlerdir. Hayat boşluk tanımaz: Ezilenler kurtuluşlarının öznesidirler. Bu gerçeklik; ‘Marksizm’i tepetaklak etmek’ olarak algılansa ve ‘kabul edilemez’ bulunsa da; yalnızca ve yalnızca gerçeğin devrimci olduğunu bir kez daha gözlerimizin içine sokmuştur. Ezilenler, ‘Özgürlük ve Demokrasi’ özlemleriyle ayağa kalkmış ve bunun önündeki tek engel olarak gördükleri AKP Hükümeti’ne ve Başbakan Erdoğan’a başkaldırmıştır. Kendiliğinden hareketin isyan dalgası en saf haliyle görünür durumdaki hedefine yönelmiştir. İsyanın en somut kazanımlarından birisi hiç şüphesiz ki öz örgütlenme nitelikleri taşıyan Park Forumları’dır. İsyanın öznesi olan ezilenlerin bütün eğilimlerini yansıtmaktadır. İşlevsellikleri sürdüğü müddetçe de hayat hakkı bulacaklardır. En önemli nokta ise öz örgütlenme anlayışının bir araç ve siyasal kültür olarak yerleşebilmesidir. Öz örgütlenmeler, sınıfın ve ezilen yığınların kendilerinin oluşturduğu, doğrudan demokrasiyi ve temsili esas alan kendi örgütleridir. ‘İradi’ ve siyasi örgütler/ partiler ise sınıfa ve ezilenlerin geniş cephesine yol göstermek amacıyla oluşturulan devrimci örgütlerdir. Birbirleriyle çelişmezler ve birbirlerinin alternatifi değillerdir. Sınıfın, ezilenlerin geniş cephesini kucaklayacak olan devrimci önderliğine olan hayati ihtiyaç ise hala sürüyor. Ekonomik ve siyasal gelişmelerin ‘yeni’ niteliklerini görmek kaydıyla: Bu Daha Başlangıç Mücadeleye Devam!

5


İşçilerin Sesi

#direnhukuk Nagihan BULDUK “Gezi parkı park olarak kalsın” talebiyle başlayıp, özgürlük mücadelesine dönüşen bu süreçte, hepimiz çok fazla hukuksuzluğa tanık olduk. “...Bir gün herkes biber gazını tadacaktır” dedirten polis şiddetini; 31 Mayıs’ta “yürütmenin durdurulması kararı” verilmesine rağmen iktidarın sürekli değişen projelerindeki ısrarını, büyük bir lütufla yapılan “yargı kararına uyacağız” açıklamasını unutmak mümkün değil… Şimdi ise Başbakanından polisine, hukuku ihlal edenler silsilesine yargı da dahil olmakta. Hiç kuşkusuz hepimiz bunları görüyor ve öfkeleniyoruz. Hatta çoğumuz yargıdan umudunu kesti. Benim de umutlarımın yaşam mücadelesi verdiği bu dönemde, birazdan aktaracağım karar çıktı karşıma. Aslında olay o kadar trajikomik ki okuduğumda kahkaha atmaktan alamadım kendimi. “Ağlanacak haline gülmek” deyiminin bundan daha iyi karşılığı olmasa gerek! Neyse...Önce süreci anlatayım: 16 Haziran’da gözaltına alınanlardan yedi kişi 18.06.2013’te “tutuklama” istemiyle sevk edilmişler, sorgularını yapan Sulh Ceza Mahkemesi de “tutuklama isteminin reddine” karar vermiş; kararı veren nöbetçi hakim Asliye Ceza Mahkemesi hakimi olduğundan itiraz mercii olarak Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’nı göstermişti. Zira itiraz mercii kararı veren hakimin görevli olduğu mahkemenin bir üst mahkemesi hakimliğidir. Yani, kararı veren hakim Sulh Ceza Hakimi ise itiraz, Asliye Ceza Mahkemesi Hakimliği’ne, Asliye Ceza Hakimi ise Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na yapılır. Ne var ki savcılık tarafından “tutuklama isteminin reddine” dair karara yine bu kararı veren Sulh Ceza Mahkemesi’nde itiraz edilerek, yakalama talep edildi. Mahkeme de bu itirazı kabul edip, yakalama kararı verdi! Gerekçe ise, gerçekten hukuk dışı, mantık dışı… Öyle ki “‘HÜKÜMET İSTİFA, HER YER TAKSİM HER YER DİRENİŞ, KATİL POLİS HESAP VERECEK vb şekilde sloganlar ile halkı suç işlemeye teşvik ve tahrik eder mahiyette…” gibi ibarelerin yer aldığı gerekçede suç olduğu düşünülen eylemler gösterilmeden “kamu barış ve huzurunu bozar mahiyette halkı suç işlemeye teşvik ve tahrik eylem ve söylemler ve bunların süregelmesi”; “…şüphelilerin eylemlerinin birden çok suç teşkil etmesi…”; “…atılı suçun vasıf ve mahiyeti…”; “…şüphelilerin düzenli ve devamlı şekilde eyleme katıldıklarının anlaşılması…” gibi soyut ifadeler kullanılmış. Elbette bu karara itiraz edildi. O gün sabahtan akşama kadar, yakalanan üç kişi ve çok sayıda avukat adliye içinde ordan oraya koşturup durdular… Mesai bitimine çok az kala itiraz incelendi. İncelemeyi yapan Mahkeme özetle; Sulh Ceza! Ben aslında yetkili değildim, ama sen ki, yetkili olmadığın halde “tutuklamanın reddine itirazı” kabul edip, yakalama kararı vermişsin, itiraz mercii olarak da beni göstermişsin. Ben de senin verdiğin yetkiye dayanarak, senin kararına karşı yapılan itirazı kabul ediyor ve yakalama kararını kaldırıyorum. Sulh Ceza, sen kendini kanun koyucu mu sandın! Bilmez misin ki, tutuklama koşullarının gösterildiği CMK’nın 100. maddesinde “kamu barış ve huzurunu bozar mahiyette halkı suç işlemeye teşvik ve tahrik eylem ve söylemler ve bunların süregelmesi” gibi bir suç yok… Belki yasa değiştirilerek bu da tutuklama nedeni yapılabilir. Ancak bu dahi tek başına tutuklama nedeni olamaz. dedi ve yakalama kararını kaldırdı. Anlaşılan o ki, bu kadar hukuksuzluk içinde, burjuva hukukunun sınırları içinde dahi olsa “ne oluyor, ne yapıyorsunuz? Kanun var nizam var” diyebilen Mahkemeler hala var. O halde #direnyargı

6

PARK FORUMLARI SÜRÜYOR GİR

CİHAN

URT

ESENY

Esenyurt Dayanışması on siyasi bileşen tarafından kuruldu: EMEP, TKP, ESP, Gölge Kültür Merkezi, Çağrı, İşçilerin Sesi, KÖZ, PARTİZAN, ÖDP, BDSP. Bu grupların sayısı çok ama fiilen katılan kurum sayısı az. Kendi önceliklerine göre katılıyorlar ya da SODAP gibi ayrı etkinlik düzenleyenler var. Esenyurt Dayanışması, önce iki mahallede Saadetdere ve Yeşilkent mahallesinde forum düzenleme kararı alındı. 8 Temmuz’da ilk forumun Saadetdere’de yapılması için karar alındı ancak Taksim’de Taksim Dayanışmasına polis saldırısı olduğu için forum yapılamadı. Mahallede yapılan yürüyüşün ardından AKP ilçe önüne yüründü. Yürüyüşe 300’e yakın insan katıldı. 15 Temmuz Saadetdere forumu için üç bin el ilanı, 50 ozalit afiş yapıldı. Sabahları altı merkezde bildiri dağıtıldı. Ozalitler merkezi yerlere yapıştırıldı. Foruma yaklaşık 200 kişi katıldı. 18 Temmuz’da Yeşilkent forumu için de üç bin el ilanı ve 30 ozalit afiş yapıldı. Yeşilkent sabah ve akşam dağıtımı 20 kişilik ekiplerle, mahalle içinde, sokaklarda, evlere dağıtıldı. 22 Temmuz Depo forumu için 500 el ilanı basıldı sadece mahalle pazarında dağıtıldı akşam foruma 150-170 arasında insan katıldı.

E

ÇHAN

SARA

Fatih forumu ilk günlerde oldukça kalabalıktı. Sonra diğer parklarda (Abbasağa, Yoğurtçu vb) olduğu gibi katılım giderek düşmeye başladı. Diğer yandan Fatih forumunda, sürekli gelen katılımcılar arasında ilk günlere nazaran güven ilişkisi oluştu, samimi ve dostça ilişkiler gelişti. Bu durum istediğimiz bir şeydi gezi ruhunu yansıtıyordu. Temmuz ayında “Ekim” ve “Polis” filmlerinin gösterimini yaptık ve ardından söyleşiler oldu. Film gösterisine 100 kişi kadar katıldı. Film gösterimi öncesi afiş çalışması dahil olmak üzere geniş bir duyuru çalışması yaptık. Genel olarak tartıştığımız konular: kentsel dönüşüm,

25 Temmuz Yeşilkent forumuna 130 yakın kişi katıldı. 29 Temmuz depo forumuna 130-140 kişi katıldı. Forumlarda önce serbest konuşmalar yapıldı; bu çok verimi olmayınca Dayanışma öneri yaparak forumları yönlendirdi. Forumların tabanını CHP eğilimli Alevi kitle oluşturuyor. Gruplar arası rekabet kendini burada da gösteriyor. Bayrak-flama taşınmasından atölyelerin oluşmasına kadar her öneri belirli grupların itirazıyla karşılaşıyor ve değerlendirme toplantılarında 34 saat süren bıktırıcı tartışmalar, “çekiliriz” tehditleri yaşanıyor. Toplantı saatleri çalışanlara göre değil, öğrencilere-işsizlere göre kesiliyor. İşçi sınıfının sorunları konuşulmadığı gibi, rekabet birbirini dışlamaya kadar vardı. Örneğin Depo forumlarında bir sürü tartışmanın ardından zorla komisyonlar kuruldu: İşçi, kültür-sanat, kadın komisyonları kuruldu. Diğer yandan, bir forum yürüyüşü öncesinde BDSP’liler eski arkadaşları olan ve şimdi bizimle hareket eden bir işçinin yürüyüşe katılmasını istemediler. Gerekçe, bir fabrikada sendikal çalışma sırasında o zaman kendileriyle çalışan bu işçinin sözde üç BDSP’li işçiyi patrona ihbar ettiği. Böyle bir durum söz konusu değilken, ki olsa bile, yürüyüşe kimin katılacağını siyasi grupların belirleme hakkımı mı var? Kesinlikle yürümesine müsaade etmeyeceklerini söyleyince, biz de yürüyüşten çekildik. Bu konunun siyasi temsilciler toplantısında görüşülmesi gerekiyor.

zamlar, hayat pahalılığı, siyasi gündem üzerine. Forum notları, facebook sayfasında düzenli yayınlanıyor. 19 Temmuz Cuma akşamı ise, medya-iktidar üzerine bir etkinlik yapıldı. Gazeteci Ahmet Şık ve İsmail Söylemez konuşmacı olarak katıldı. Oldukça ilgiyle dinlendi. Park forumlara yaz nedeniyle ilgi azalsa da, eylül ayına kadar devam edebilirse, eylülde yeniden canlanacağını sanıyorum. Foruma katılanlar, birbirlerini tanımaktan, değişik fikirleri duymaktan, yoldaşlık bağı kurmaktan memnunlar. Bu bağın da devam edeceğini düşünüyorum. Foruma ilginin kesilmemesinin bir önemli nedeni de, yalnız olmadıklarını görmek. Forumun bize sağladığı güzelliklerden biri de bu olsa gerek.


İşçilerin Sesi

ECE

KÇEKM

KÜÇÜ

Forumların yerelleşmesi sürecinde başlatılan forumlardan biri de Küçükçekmece Forumu idi. 25-30 kişinin katılımıyla Küçükçekmece Gölü sahilindeki amfi tiyatroda başlayan forum, 3. toplantıdan itibaren Küçükçekmece Dayanışması olarak devam etti. Forumda demokratik bir işleyiş, söz alma mekanizması sağlandı ve ilkesel olarak alınacak her kararın onaylanması kararlaştırıldı. İlk birkaç forum genel tartışmalarla geçti. Bu tartışmalarda devrimci Marksistler tarafından sınıf tavrı konulmaya, bu konulara işçi sınıfı bakışının ne olduğu anlatılmaya çalışıldı. Sadece tartışan, üretmeyen bir konuma düşmemek adına her forumda etkinlik, yürüyüş kararları alındı ve bir sonraki forumun gündeminde bunların değerlendirilmesi yapıldı. Bu süreçte cumartesi günleri Taksim Dayanışması eylem çağrılarına “Küçükçekmece Dayanışması” pankartıyla katılım sağlandı. Hukuk atölyesi, ilk yardım, kentsel dönüşüm ve siyaset atölyesi önerildi ve pratiğe geçirildi. Sosyal medyayı etkin kullanmak, forumu büyütme adına sorumluluk almak, kentsel dönüşüme karşı somut adımlar atmak yönünde kararlar alındı. Foruma çağrı yapan el ilanları hazırlandı ve iş çıkış saatlerinde Küçükçekmece Taş Köprü girişinde dağıtıldı. 8 Temmuz’da ÇHD’den bir avukatın katılımıyla forumda “Olağan Şüpheliler” sunumu yapıldı. Gözaltı sürecindeki haklarımız, neye nasıl itiraz edebileceğimiz anlatıldı. Verimli bir eğitim çalışması gerçekleşti.

I

YDAN

OKME

Taksim direnişinden sonra bölgesel parklarda yapılan forumlar Okmeydanı Dayanışma olarak devam ediyor. 10.07.2013 tarihinde yapılan forumdan kısa başlıklar: Okmeydanı Dayanışması forumu, Taksim Dayanışma Platformu'na katılan arkadaşların, orada alınan kararları duyurmasıyla toplantıya başladı. - Çağlayan adliyesindeki duruşmaya çağrı yapıldı. - TMMOB yasasının Çevre ve Şehircilik Bakanlığına devriyle ilgili bilgi verildi. - Gezi parkında yapılacak İstanbul forumu ve eyleminin bilgisi verildi. Bilgilendirmelerin ardından, cuma günü sağlık merkezinin önünden başlayacak bir yürüyüş kararı alındı. Ayrıca, pazar günü akşamı iftardan sonra Anadolu Parkında toplanıp hem birlikte zaman geçirmek hem de metrobüs durağının uzaklığı üzerinden bir tartışma yapılmasına karar verildi. Okmeydanında hastanede yatan, gaz kapsulüyle yararlanan ve durumu ciddiyetini koruyan Berkin Elvan'ın ailesine ziyaret yapılmasına karar verildi. Okmeydanı'nda her hafta saydığımız üç etkinliğin yapılması tartışıldı ve karara bağlandı. Sibel Yalçın parkındaki foruma 50 civarında katılımcı katıldı. Genel olarak örgütlü kesimlerin katıldığını söyleyebiliriz.

9 Temmuz salı günü Taksim Dayanışması’na yönelik pazartesi günü gerçekleşen polis terörüne karşı refleks bir eylem gerçekleştirildi. 12 Temmuz cuma günü “Kentsel dönüşüm atölyesi” kapsamında Ekümenopolis belgeseli toplu olarak izlendi. 19 Temmuz günü amfi tiyatroda genel bir etkinlik yapıldı. Gezi direnişi şehitleri anıldı, gözaltı ve tutuklamalara dikkat çekildi. Müzik dinletisi, fotoğraf sergisi, pandomim gösterisi yapıldı. 21 Temmuz pazar günü kentsel dönüşüme karşı Kanarya Mahallesi’nde yürüyüş gerçekleştirildi. Direniş şehidi Mehmet Ayvalıtaş’ın ailesine forumlar arası koordinasyon tarafından ziyaret yapıldı. Bu ziyarete Küçükçekmece Dayanışması temsilci gönderdi. Son olarak 26 Temmuz cuma günü “Kentsel Dönüşüm Bilgilendirme” toplantısı gündemiyle Kanarya İstasyon sahil çıkışında toplanıldı. Toplantıdan önce ve önceki gün 1000’i aşkın el ilanı dağıtıldı. Toplantı, Kanarya halkından katılımlarla 100’ü aşkın kişiyle gerçekleşti. İlk sözü kent plancısı arkadaşımız aldı ve kentsel dönüşüm saldırısına karşı ne yapılabileceğine, hangi taktiklerle direnilebileceğine dair sunum yaptı; “hukuk onların hizmetinde, bireysel itiraz hakkımız bile yok, tek çözüm örgütlenme ve toplu direniş” mesajını verdi. Bu mesajı pekiştiren konuşmalar yapıldı. Halktan insanlar söz alıp sorular yönelttiler. Genel anlayış, halkın duyarsızlığının aşılması, iş işten geçmeden örgütlenip eyleme geçmek gerektiği yönünde bir fikir birliği oluştu.

Forumlarda genel olarak öneriler yapılması isteniyor. Önerilerin çokluğu durumunda ise hangi önerinin yapıldığı ve tartışıldığı gözden kaçabiliyor. Okmeydanı Dayanışma forumu genel olarak bilgilendirme tarzında sürüyor. Bu bir eksiklik. Çünkü katılımcılar bu forumlarda tartışmaların zeminini oluşturulmalı. Önümüzdeki dönemde yerel seçimleri düşündüğümüzde, var olan iktidara karşı alternatif bir çözüm oluşturmak gibi bir sorumluluğumuz olduğunu da hatırlamamız gerek. Bunun için de bugünden başlayarak farklı fikir ve eğilimdeki dostlarla nasıl ortaklık kurabiliriz, nasıl ortak bir zemin yaratabiliriz kaygısıyla hareket etmeliyiz. Taksim direnişinin ruhu budur. Ayrıca, Okmeydanı’nda Halk Cephesi forumlara katılmamakta ve parkta yapılan forumların gününde kendi etkinliklerini haber vermeden gerçekleştirmektedir. Bu konu tartışıldı ve Halk Cephesinin bu tavır ve tutumu Okmeydanı Dayanışması olarak eleştirildi. Not : 12 Temmuz 2013 Cuma günü, Ali İsmali Korkmaz ve eylemlerde hayatlarını kaybeden direnişçilerin anısına ¬Okmeydanı Dayanışması olarak, Mahmut Şevket Paşa Mahallesi Sağlık Ocağı önünde buluşup ‘’Katiller cezalandırılsın, tutuklular serbest bırakılsın’’ pankartıyla bir yürüyüş gerçekleştirdi. Yürüyüşe katılım beşyüz civarındaydı. Mahallenin sokakları sloganlarla dolaşıldı.

AKP’DEN TMMOB’YE;

Rantımı kesersen işlevsiz kalırsın TMMOB’yi yetkisizleştirme ve etkisizleştirme yolu ile tasfiye süreci, 2012 yılının sonunda başlamıştı. AKP hükümeti TMMOB’nin örgüt yapısını değiştirmek için yine bir müdahalede bulunmuştu. Aysun KOCA Gezi Parkı halka açıldı, birkaç saat sonra parka gidenler parkın yeniden kapatıldığını gördüler. Taksim Dayanışması bileşenleri üyeleri, bu “aç-kapa” müdahalesi karşısında basın açıklaması yapmak isteyince, polis aralarında TMMOB (Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği)’ya bağlı meslek odalarının başkan ve yönetici kadrosunun da bulunduğu 37 kişiyi gözaltı aldı. Savcı Taksim Dayanışması’nı “suç örgütü” olarak ilan ederken, TBMM de gece yarısı Torba Yasa’ya eklenen bir maddenin kabulü ile TMMOB'un yetki ve gelirlerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na nam-ı diğer İnşaat Bakanlığı’na devretti.

Hedef tahtasında TMMOB hep vardı TMMOB’yi yetkisizleştirme ve etkisizleştirme yolu ile tasfiye süreci, 2012 yılının sonunda başlamıştı. AKP hükümeti TMMOB’nin örgüt yapısını değiştirmek için yine bir müdahalede bulunmuştu. Yapılmak istenen TMMOB yasası değişikliği ‘TMMOB bugüne kadar 150 milyar TL’yi geçen proje ile özelleştirme kararlarına karşı dava açmış ve birçok yatırımı engellemişti’ şeklinde yorumlanmıştı. Yani, TMMOB Yasası’nın değiştirilme gerekçesi AKP iktidarının milyon dolarlık rant projeleri önünde engel olması olarak gösterilmişti. Ardından da “Özelleştirmeye müjdeli haber!” başlıklı haberler yayın-

lanmıştı. TMMOB Kanunu yeniden ele alınarak yargıya taşınan özelleştirmeler önlenmiş olacaktı. TMMOB ve bağlı meslek odalarını yetkisiz ve işlevsiz bırakacak önergeye göre; • Odaların kamu ve kent savunmasını sürdürebilmesi için ihtiyacı olan gelir kaynakları ellerinden alınmış olacak. • Üretilecek projeler mesleki denetim dışına çıkacak, serbest çalışan mimar, mühendis ve şehir plancısı emekçileri piyasa koşullarına, kar ve rant hırsına yenilecek. • Harita, plan, etüt ve projeler idare ve ilgili kanunlarda açıkça belirtilen yetkili kuruluşlar dışında meslek odaları dâhil başka bir kurum veya kuruluşun vize ve onayına tabi tutulamayacak, tutulması istenemeyecek. • Gelirleri ellerinden alınan meslek odalarında çalışan personelin maaş ödemelerinde sıkıntılar yaşanacak ve işten çıkarmalar söz konusu olacak. • Mimari projeler Fikir ve Sanat Eserleri Yasası kapsamından ve eser olmaktan çıkarılacak. AKP’nin Taksim Meydanı hırsı ve Gezi Parkı kindarlığının faturasını dayanışma ve mücadelenin görünür örgütlerinden birisi olan TMMOB’ye çıkarmış olması hiç şaşırtıcı değildir. TMMOB’yi ortadan kaldırmayı hedefleyen yasa değişikliğine rağmen, TMMOB ve ona bağlı meslek odaları parklara, meydanlara, kültürel yıkıma, kent yağmasına, toprağa, suya, ormana ve doğaya sahip çıkmaya devam edecektir.

7


İşçilerin Sesi

İsdemir 24 yıl sonra grevde! Hatay’ın İskenderun İlçesi’ndeki İskenderun Demir Çelik Fabrikası’nda (İSDEMİR) 7 ay süren görüşmelerde toplusözleşme anlaşması sağlanamaması üzerine, Hak-İş’e bağlı Çelik-İş Sendikası tesislerinde greve gitti. Üretimin tamamen durduğu fabrikada, toplusözleşme 5 bin 300 işçiden 4 binini kapsıyor. ÇAY KUR ve THY grevinin başarısızlığına karşın, HAK-İŞ’e bağlı Çelikİş’in grevine 4 bin işçinin katılımı, yeni bir tartışmanın da konusu.

24 yıl sonra yeniden İSDEMİR 1989 grevinden sonra hem çalışan sayısı yarı yarıya azaldı, hem ücretler düştü. İş güvencesi kalktı. 197080 yılları arasında İskenderun Demir Çelik fabrikasında işçi olmanın Almanya’da işçi olmaktan farkı olmadığını söylenir. Bugün ise, işten çıkartılmak en büyük tehlike. Bu nedenle grevin ana talebi ücretlerden çok iş güvencesi. İSDEMİR grevinin perde arkasında, işverene kaptırılan ‘kol’un geri alınması da var. 2008 ekonomik krizini bahane eden işveren, Çelik-İş sendikasıyla yaptığı protokolle, “Toplu İş Sözleşmesi’nin bazı maddelerini 16 aylık süre için tadil edilmesi” konusunda anlaşmıştı. Bu anlaşma çerçevesinde ücretler ve ücrete bağlı diğer hakların 01.05.2009 tarihinden itibaren 16 aylık süre için yüzde 35 oranında azaltıldı. Protokole göre, 31 Ağustos 2010’da, 01.05.2009’daki seviyeden yeniden ücret ödemesi yapılacaktı. Ancak işveren bu uygulamayı tam manasında gerçekleştirmedi ve işçilerin hak kaybı, neredeyse üç yıldır telafi edilmiyor ve telafi edilmesi için başvuruda bulunulduğunda işten çıkartma’ gündeme geliyor. İmzalanan

sözleşmeler 16 aylık yüzde 35 kesintiyi telafi etmediği gibi, Ereğli ve Karabük demir çelik fabrikalarının da gerisinde ücret alınmasına yol açılmış oldu. Öte yandan Çelik-İş içinde de Hakİş içinde de farklı sendikal anlayışların iç rekabeti, grev üzerinden hesaplaşmaları da gündeme getirdi. Çelik-İş önümüzdeki aylarda olağanüstü genel kurula gidecek. Dolayısıyla bu grev, hem sınıf mücadelesi açısından hem de sendikal hareketin bürokratik mekanizmaları içinde yaşanan koltuk kavgası açısından da önem taşıyor. İşçiler o tarihte bağımsız bir sendika olan ve liderliğini Metin Türker’in yaptığı Çelik-İş Sendikası liderliğinde grevi kazanmıştı. Bugün Hak-İş’e bağlı bir Çelik-İş var. Öyle ki, konfederasyon başkanı böylesine önemli bir grevin ilk günü ortada yoktu. Bu da 1989 greviyle 2013 grevinin liderliği bakımından sembolik de görülse önemli bir yol/yöntem farkı demektir. Grev, 15 Temmuz Pazartesi günü saat 08.00 olarak açıkladı. Grev kararı İS-

DEMİR’in İsmail Akçakmak kapısında sabah 07.00’dan itibaren davul ve zurna eşliğinde coşkulu katılımıyla toplanan işçilerce başlatıldı. Hak-İş’e geçen Çelik-İş’in bu grevi, Hak-İş’in siyasetini de açığa çıkartacaktır. 1989’da tüm sendikalar birlikte hareket ederken, 2013’te greve destek verenler, sendika yönetiminin dışında çevre belediyelerinin AKP’li başkanları, CHP ve MHP ilçe yöneticileridir. Grevin güvenilir ellerde yürümediğinin ilk işareti budur. Ancak işverenin baskıları işçilerin de kararlılığını artırıyor ve bu da aşağıdan greve sahip çıkan işçilerin sayısını artırıyor. Süreç uzarsa, Topkapı Şişecam işçilerinin siyasi profiline benzer durumda olan İSDEMİR işçisi de beklenin üzerinde bir çaba gösterebilir. Daha ilk gün işveren elektriği kesti ve grev duyurusu belediyelerin sağladığı seyyar jeneratör yardımıyla kurulan ses düzeni sayesinde yapılabildi. Sendika Genel Başkanı “Çelik-İş sendikasının yalnız olduğunu sananlar, her şeyin yalnız para olduğunu sananlar bugün yanıldıklarını anlayacaklar-

dır. Neredeyse tüm belediye başkanlarımız, tüm Hatay halkı burada. İSDEMİR yönetimi küçük işlerle uğraşıyorlar. Bakın az önce Türkiye işçi sınıfının, devletin elektriğini kestiler. Söylemeyecek bir sözümüz olsa çıkmazdık buraya. Sesimizi kesmeye çalıştıklarına göre demek ki onların korkuları ve ayıpları var. Bizim söyleyeceklerimizden ve açıklayacaklarımızdan korkuyorlar. Bize karşı gazetelere paralı ilanlar verdiler, tamimler yayınladılar. Jeneratör getirmemize rağmen farklı aletlerle sesimizi kıstılar” diyerek durumu özetlemiş oldu. “Mesele sadece para meselesi değil. İş Güvencesi verilmediği sürece TİS’i imzalamayacağız” diyen Genel Başkan, konfederasyon genel başkanının burada neden olmadığını açıklayamadı.

1989 grevi 137 gün sürdü 1989 grevine katılan ve bugün de grevde olan işçilerin anlattığına göre, “1 ton demir artı maaş” istemişler. 89 grevinde fabrikanın içine girdiklerini, tuvaletleri kullandıklarını, elektriğin kesilmediğini söyleyen bir işçi “Fabrikadan ciddi baskı görmedik. Halkın greve sahip çıkması çok iyiydi. Sayımız çoktu 12 bin işçi greve çıktık. Bugün işçi bırakmadılar. Baskı var, iş korkusu var. Ama her şeye rağmen işçi birleşirse kararlılığı devam ederse her zaman kazanır” dedi. 137 gün süren 1989 grevinin ardından toplu alınan farkların işçileri rahatlattığı söyleniyor. İşçiler, bugün sayımız azaldı ve iş güvencemiz kalmadı, diyorlar. Bunun nedeni olarak da “mücadele yok” diyen işçiler, grevin kazanılması için direneceklerini söylüyorlar. İSDEMİR grevcilerini destekliİşçilerin Sesi Haber yoruz.

Sendikacılık kamuda duvara tosladı Hükümet ile Türk-İş ve Hak-İş arasında imzalanan ve yaklaşık 200 bin işçiyi ilgilendiren kamu işçileri toplusözleşmesi, önceki sözleşmelerden farksız biçimde, “geleneğe uygun” olarak sessizce imzalandı. THY, İSDEMİR, Darphane gibi belli başlı işyerlerinde grevler devam ederken, kamu işçileri adına 170 bini Türk-İş’e üye işçiler adına görüşülen toplusözleşme eylemsiz ve grevsiz imzalandı. Türk-İş yönetiminin hem yönetim içi bölünmüşlüğü hem de geleneksel çizgisi sınıf mücadelesi yürütmesine engel oluyor. Yapılan sözleşmeyle taban ücret yoksulluk sınırının (bin 22 lira) biraz üzerinde. Yapılan protokol gereği bin 100 TL

8

altında brüt ücreti bulunan işçilerin ücretleri bin 100 TL'ye çekilmiş, bin 850 TL altında ücret alanların aylık ücretlerine bin 850 TL'yi geçmemek üzere 200 TL seyyanen iyileştirme yapılmış. Bu iyileştirmeler yapıldıktan sonra tüm işçilere birinci altı ayda yüzde 4, ikinci altı ayda yüzde 4. 2014 yılının birinci yarısında yüzde 3, ikinci yarısında da yüzde 3 olmak üzere ücret zamlarının uygulanacağı karar altına alınmış. Enflasyon altında kalması halinde enflasyon oranı üzerinden de ücretlere yansıma olacağı belirtilmiş. İşçi ücretlerinin asgari ücret seviyesine gerilediği, 12 saat çalışmayla en çok bin 250 liraya çıkabildiği bir çalışma dünyasına izin veren bir sendi-

kal hareketin varlığı koşullarında, kamu işçileri için imzalanan sözleşme sendikacıların başarısı gibi gösteriliyor. DİSK Genel Merkezi, uzun zamandan sonra ilk kez Türk-İş’in imzaladığı sözleşme hakkında eleştirilerini içeren bir basın açıklaması yaptı. Açıklama bilgi eksiklerine rağmen haklı eleştiriler içerse de, DİSK olarak daha iyi ve farklı bir sözleşme yaptıklarına dair somut bir örnek vermemiş/verememiş olması da DİSK’i “eleştiri” yapan ama sonuçta diğerinden “farksız” bir konfederasyon durumuna düşürüyor. Üstelik bu açıklamanın hemen ardından DİSK üyesi İzmir Belediyesi işçilerinin Yüksek Hakem Kurulu (YHK)

tuzağına düşürülüp greve çıkamaması DİSK’in en hafif deyimiyle “ayıbı” oldu. İzelman işçileri greve çıkacakları gün YHK’nın sözleşmeyi imzalamasıyla yüz yüze geldiler. Böyle bir sonucun yasal olarak gerçekleşmesinin sendikanın bilgi ve onayı olmadan nasıl yapıldığı ise soru işareti taşıyor. Mevcut konfederasyonların işçi sınıfının çıkarlarını savunamadığı bir dönemden geçtiğimiz düşünülürse, işçilerin sendikalı olmaları ve toplusözleşme imzalamalarının tek güvencesi, tabanda ne derece örgütlü olup olmadıklarına bağlı. İşçilerin bir gücü yoksa sendika yönetimlerinin verdiğine razı olmak durumunda kalacaklar! İşçilerin Sesi Haber


İşçilerin Sesi

İzelman ve İzenerji işçisine grev aldatmacası Sendika yönetiminin, işveren tarafının YHK başvurusundan haberi olduğu, buna rağmen kararın hukuka aykırı olduğundan bahisle yürütmeyi durdurmak için dava açmadığı ve bilgiyi işçiden sakladığı öğrenildi. İlkay ÖNGÖREN İzmir Büyükşehir Belediyesi'ne ait taşeron şirketler olan İzelman ve İzenerji'nin toplam 10 bin işçisinin toplusözleşme görüşmelerinden sonuç alınamaması sebebiyle aldığı greve çıkma kararı, Belediyenin Yüksek Hakem Kurulu'na (YHK) başvurusu ile uygulanamadı. Genel-İş Sendikası tarafından alınan grev kararı sadece bir gün sürdü. Şubat ayından bu yana Belediye ile DİSK Genel-İş Sendikası arasında yapılan görüşmeler, ücret zammı ve sosyal haklar üzerinde anlaşılamaması nedeniyle neticesiz kaldı. Sendikanın talebinin yüzde 32 oranında ücret zammı olduğu öğrenildi. Görüşmelerde anlaşma sağlanamaması sebebiyle, Genel-İş Sendikası 26 Temmuz günü fiilen greve çıkılacağını açıklandı. Ancak İzelman ve İzenerji şirketlerinin yaptığı işler arasında, Grev ve Lokavt Kanunu 29. maddesinde sayılan “Kamu kuruluşlarınca yürütülen itfai-

ye, şehir içi deniz, kara ve demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma hizmetlerinde, cenaze ve tekfin işlerinde” grev yasağı bulunması sebep gösterilerek anlaşmazlık işverenler tarafından YHK'na bildirildi. YHK'dan çıkan karar ise İzelman'da işverenin teklifi olan eski işçiler için yüzde 8, yüzde 20 az alanlar için yüzde 10, yüzde 40 az alanlar için yüzde 12 olarak, İzenerji işçileri için ise işverenin yüzde 15 olan teklifinin de altında bir miktar olan yüzde 12 oranında zam olduğu görüldü. Grev kararı uygulanamadığı gibi yasa gereği kesin olan YHK kararına karşı bir itiraz yolu bulunmuyor. Önce İzelman sonra İzenerji hakkında YHK kararı geldi. Grev Başlamadan Bitti. 26 temmuz günü iki şirket işçileri açısından da alınan grev kararı uygulanacaktı. Ancak 25 temmuz günü İzelman şirketi açısından alınan ve işveren belediyenin zam oranı teklifini onaylayan YHK kararının sendikaya ulaştığı

öğrenildi. İzelman işçilerinin toplusözleşmesi bağıtlanmış oldu. Haberi alan işçiler YHK'na yapılan başvurunun sendika tarafından işçiye duyurulmaması sebebiyle DİSK'in Basmane'deki binasına yürüyüp sendika yönetimini protesto etti. Genel-İş Genel Başkanı Kani Beko'nun da aralarında bulunduğu sendika yöneticileri sabaha kadar binadan ayrılamadı. Aynı sabah İzenerji işçileri hakkında kararın tebliğ edilmediği söylenerek grev kararı uygulanmaya başlandı. Belediye binası önünde toplanan işçiler sloganlar atarak bekledi. Ancak akşam saatlerinde YHK'nın İzenerji için aldığı karar da tebliğ edildiği bilgisi üzerine alınan grev kararı sadece bir gün uygulanabildi. İşçiler mesailerine devam etmek zorunda kaldı.

Sendika işçileri aldattı Sendika yönetiminin, işveren tarafının YHK başvurusundan haberi olduğu, buna rağmen kararın hukuka aykırı olduğundan bahisle yürütmeyi durdurmak için dava açmadığı ve hatta bu bilgiyi işçiden sakladığı öğrenildi. Sendika yönetiminin YHK kararından 24 temmuzdan beri haberi olduğu da gelen duyumlar arasında. Her iki şirket için verilen kararın birer gün arayla duyurulması, hatta İzenerji işçilerinin göstermelik olarak greve çıkmasının sağlanmasının, sendikanın işçilere karşı oynadığı bir tiyatro olduğu konuşulmakta. Zira YHK kararlarının 24 temmuz çarşamba günü sendikaya resmen tebliğ edildiği öğrenildi. Sendika yönetiminin eksikliği ya da vurdumduymazlığı işçiler açısından hayati önem taşıyan toplusözleşmenin felaket bir şekilde sonuçlanmasına neden oldu. 12 Eylülden hatıra grev yasakları, İşveren CHP ve Sendika Yönetimleri 12 Eylül darbe yönetimi tarafından konan 1983 tarihli Grev ve Toplu Sözleşme kanunu bazı iş kollarında grev yapma hakkını yasaklıyor. Belediye işlerinden toplu taşımacılık, mezarlıklar

müdürlüğü işleri bu yasaklar içinde sayılıyor. O dönemden bu güne kadar yönetime gelen iktidarlar tarafından değiştirilmeyen hatta AKP tarafından genişletilen grev yasakları işçilerin tek silahı olan grev hakkını kullanmasının önüne geçiyor. İzmir Büyükşehir Belediyesi işçileri de aynı yasakların kurbanı oldu. Her ne kadar grev yasağı olmayan işlerde greve çıkılacağı yönünde sendika açıklamaları olsa da yasanın bu konudaki boşluğunun işçi aleyhine işlemesi kaçınılmazdı. İşveren belediye de bu hakkını kullanıp toplusözleşmeyi YHK'ya gönderdi ve kapıya gelen grev sürecini noktaladı. İzmir'de yaşanan süreç sadece İzelman ve İzenerji işçilerinin değil tüm Türkiye işçi sınıfının ortak yarası olan işçi haklarının yasalar ile sınırlandırılmasına karşı mücadele etmek olduğunu bir daha ortaya çıktı. Bir diğer çıkarılacak sonuç ise İzmir Büyükşehir Belediyesinin CHP yönetiminde olması ve bu parti ile sendikanın birbirini destekler politikaları nedeniyle sınıfsal mücadelenin yeterli düzeyde izlenememesi gerçeğidir. Zira DİSK sendikalarının CHP ile olan organik birlikteliği belediye işçilerinin hak mücadelesine engel oluyor. İznerji işçilerinin pazar günleri yaptığı çalışmaların toplusözleşmeye aykırı olarak tatil çalışması değil fazla mesai olarak gösterilmesi hakkında sendika yönetiminin etkin mücadele göstermemesi sadece bir örnektir. Toplusözleşmede yaşananlar ise son noktasıdır. Belediye taşeron işçilerinin son toplusözleşme sürecinden çıkarması gereken dersin belediye yönetiminin hangi partiden olursa olsun işveren olduğu ve işveren ile işçilerin çıkarlarının birbirinin aksi yönde olduğu gerçeğidir. CHP'ye yönelik siyasi saldırılarda alanları dolduran belediye işçilerinin, toplusözleşme sürecinde yaşadıklarını, belediye yönetiminin görüşmede anlaşamadığı işçileri nasıl devlet bürokratlarının (YHK) önüne attığını unutmaması gerekmektedir.

9


İşçilerin Sesi

PROJE İDİ ŞİRKET OLDU, BİR DE İŞKOLU DEĞİŞTİ!

İşverenin “sendika” oyunlarına dikkat! ISMACO işçileriyle dayanışma 13 Temmuz’da, Direnişte Kadınlarla Dayanışma Platformu’nun çağrısıyla kadınlar, sendikaya üye oldukları için işten atılan kadınlarla dayanışma göstermek için bir protesto eylemi yaptı. İtalyan kökenli Ermenegildo Zegna firmasının Nişantaşı mağazasının önünde bir basın açıklaması yapan kadınlar, atılan kadın işçilerin konuşmasının ardından dağıldı. Tuzla Serbest Bölge'de Obama, Clinton, Abdullah Gül ve Messi gibi ünlü erkekler için Ermenegildo Zegna markası bünyesinde gömlek diken işçiler, ağır çalışma koşulları karşısında Deri-İş Sendikasına üye olmaya karar verdiler. Örgütlenme sürecinde başı çeken üç kadın Fikriye, Öznur ve Münevver 18 Aralık 2012 tarihinden başlayarak işten atıldılar. İşveren durmadı ve sendikaya üye olan işçileri işten çıkarmaya devam etti. Bugüne kadar işten atılan sendikalı işçi sayısı sayısı 9'a ulaştı. İşten atılan işçiler direnişlerine devam ederken, patronun saldırıları da sürüyor. Kıdem tazminatı hakkını, fazla mesai ücretlerini esnek çalışma yöntemleri ile gasp ediyor. Performans kriterlerinin yer aldığı, yıllık izin, resmi tatillerde çalışma haklarını patronun insiyatifine bırakan bir ek sözleşme protokolü dayatıyor. İşçiler işçilikten doğan tüm haklarını işverene devreden bu protokolü imzaladıklarında 500 TL ile “ödüllendiriliyor.” Bu anlaşmayı imzalamayan işçilere yönelik baskı ve tehditler ise hala devam ediyor. 200 günden fazladır işçiler serbest bölge girişine kurdukları direniş çadırında tekrar işe dönmek ve sendikal haklarının tanınması için mücadele ediyorlar. Münevver, Fikriye, Öznur serbest bölgeye sokulmazken, fabrikada çalışmaya devam eden kadın işçilerin üzerinde ustaların ve şeflerin cinsel tacizi, baskı ve mobbingi artarak devam ediyor. İşçilerin Sesi Haber

10

Bir Grup THY Teknik AŞ ve HABOM işçisinin 15 Temmuz Pazartesi günü yayınladığı ve sınırlı da olsa işçilere dağıtımı yapılan bildiriyi, işverene ve Çelik-İş bürokrasisine karşı mücadelesini desteklemek için yayınlıyoruz: HABOM resmi internet sayfasında kendisini şöyle tanımlıyor: “Turkish Technic A.Ş.’nin Sabiha Gökçen Uluslararası Havalimanı çerçevesinde kuracağı yeni bakım-onarım merkezi projesi ve yapacağı tüm yatırımlar için HABOM Projesi (Havacılık Bakım Onarım ve Modifikasyon Merkezi) adı verilmiştir”. Yani, Teknik AŞ’nin bir projesi! Teknik AŞ’nin bir parçası. Kaderi aynı. İşi aynı. Nitekim çalışma ortamında ister HABOM ister Teknik AŞ çalışanı ayrılmadan aynı ekibin içinde yer alıyor. Niye iki şirket? THY yönetimi, işçi ücretlerini ve sosyal hakları düşürmek, sendikasız çalıştırmak istiyor. Son 3 yıldır yapılan başka nedir? Teknik AŞ’de işe gireceğiz diye aylarca kursa gittik, bekledik sonuçta HABOM’da üçte bir ücrete iş bulduk. Sadece HABOM’da değil, THY genelinde son bir yıldır ısrarla grev ve sendika düşmanlığı yapılıyor. 305 işçinin işten çıkartılması ve sendikayı tanımaz şirket politikaları sürüyor. Şimdi de Teknik AŞ’nin bünyesinde işkolu farklılığı yaratıldı. Aynı işyerinde çalışan, aynı işi yapan işçiler, farklı işkollarında sayılacakmış. Yine amaç, HABOM işçisinin Teknik AŞ kadrolu işçisinin haklarından yararlanmasını önlemek. HABOM işçisini 3 yıldır sefalete sü-

rükleyen THY yönetimi, şimdi bize ‘örtülü’ sözleşme, ‘uzlaşmacı’ sendika öneriyor. THY’de sendikayı yerle bir etmek için çalışan işveren, HABOM işçisine neden sendika öneriyor? Acemi berberde tıraş olma! Amaç belli, bu işçi nasıl olsa bir sendikaya gidecek, o zaman bizim denetimimizde bir sendika olsun, istiyorlar. Çelik-İş önerisi budur. İşverenin sendika önerisidir. İşverenin berberinde tıraş olmayalım! Sendikalı olmak gerekir. Ancak hiçbir sendika eğer işçi bilinçli ve örgülü değilse, işçinin denetiminde değildir. Sendikalı olmadan önce, ilk başta kendi içimizde birlik sağlamalıyız. Sonra işkolundaki 3 sendikadan birine, işçi

için daha iyi olanına gitmeliyiz. Ne karar alınacaksa birlikte almalıyız. HABOM-Teknik AŞ birlikte hareket etmeli. Bugünkü gibi bölünme sürerse, işveren kazançlı çıkar. Hava-İş yönetiminin bugüne kadar izlediği politika, HABOM işçisinin güvenini kazanamamıştır. Güçlü bir Hava-İş olsa, buraya başka sendika sokmazdı. Diyoruz ki, ilk önce aramıza işvereni sokmadan yan yana gelelim, ‘uzlaşmak’ için değil, ‘hak almak ve mücadele emek’ için komitemizi kuralım. Zaten gecikmiş olan sendikalaşmayı, işverenin oyunlarıyla aceleye getirmeden birlikte seçelim. Anayasal ve yasal hakkımız olan sendikayı seçmesini biliriz! HABOM – Teknik AŞ İşçileri

Devrimci Sağlık İş davayı kazandı Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Devrimci Sağlık-İş Sendikası’na üye işçi sayısının 1234 olduğunu ileri sürmüştü. Buna dayanak olarak da taşeron şirketlerin SGK’ya yaptığı bildirimleri esas aldığını belirtmişti. Taşeron şirketler çeşitli unvanlar altında faaliyet gösterdikleri için işçiler de sağlık işçisi olarak değil, farklı işkollarına dahil görünüyorlardı. Dev Sağlık-İş üyelerini yok sayan sendika üye istatistiklerine karşı açtığı davayı kazandı. Ankara 12. İş Mahkemesi, 25 Temmuz’da verdiği kararla sendika üye sayısının 7899 olduğunu ve sendikanın işkolu genelinde yüzde 2,81’lik bir

örgütlenme oranına sahip olduğuna hükmetti. Dev Sağlık-İş Merkez Yönetim Kurulu, mahkeme kararının ardından bir açıklama yaptı. Yapılan açıklamaya göre bu karar iki anlama geliyor: Hastanelerde taşeron şirketler aracılığıyla çalışan işçiler sağlık işçisidir ve sendikanın üyesidir. Sendika toplu iş sözleşmesi yetkisine sahiptir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın mahkeme kararına uymasının istendiği açıklama şöyle devam etti; “Sağlık işçileri noter huzurunda üyeliklerini gerçekleştirmiş ve sendikal iradelerini ortaya koymuştur.

Çalışma Bakanlığı müfettişleri muvazaa kararları ile arkadaşlarımızın sağlık işçisi olduğunu belgelemiş ve mahkemeler bunu onaylamıştır. Şimdi de Ankara 12. İş Mahkemesi sendikamızın üye sayısının 1234 değil, 7899 olduğunu ve barajı aştığını karara bağlamıştır. Artık Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı mahkeme kararını tanıyarak sorunun çözümü konusunda adım atmalıdır.” Açıklama, mahkeme kararının hayata geçmesi için her türlü hukuksal ve fiili mücadelenin sürdürüleceği vurgusuyla sona eriyor. İşçilerin Sesi-Haber


İşçilerin Sesi

Mücadele ve ihanet bir arada THY Grev Komitesinden açık mektubu özetleyerek paylaşıyoruz: THY Grevcileri ve THY işçileri başta olmak üzere tüm işçi ve sendika kamuoyuna… (30 Haziran 2013) Değerli arkadaşlar, (…) Grevin 38. Gününde durum şuydu: Operasyonda nerdeyse aksama olmamış, tespitler yapılmış fakat dosya henüz teslim alınamamış, davadan alınacak sonuç belirsiz, 16 bin kişiden sadece 700 kişi grevde, Türkiye'nin yüzde 80’i THY’deki grevden habersiz, milletvekilleri bile duyunca şaşırıyorlar. Ana muhalefet partisi başkanı Sayın Kılıçdaroğlu;"Yapacak pek bir şey yok, malum şartlar diyor." Hukuki şartları yerine getirip uygulanan greve, ancak 38 gün sonra (20 Haziran) mahkeme hukuki diyordu. Arzuhalimizi arz etmeye belagatimiz yetmiyor ama tüm bu görüşmelerin bizi getirdiği sonuç, grevin çokta başarılı sonuçlar vermediği, amacına uygun yürümediğiydi.

Sendika yönetimini ilk elden bilgilendirdik İstanbul’a döndük. Üç gün süren Ankara görüşmelerinden sonra, Cuma sabaha karşı İstanbul’a gelişimizden sadece 6 saat sonra, saat 09.00 da sendika binasında Hava-İş yönetim kurulu ile tekrar bir araya geldik. Görüşmenin neticesinde, Hamdi Topçu ile olan randevuya icabet etmenin grev sürecine ne şekilde etkisi olacağı tartışıldı. Hava-İş yönetim kurulunun kendi arasında yaptığı toplantıdan sonra görüşmenin gerçekleşmesinde bir sakınca olmadığı söylendi ve olası detaylar üzerine birkaç tavsiyede bulunuldu. Olası bir davet olursa ya da böyle bir ortam sağlanırsa, olumlu karşılanacağı teyidi alındıktan sonra toplantı sona erdi.

Sendika yönetiminin ‘masaya oturmaya hazırız’ mesajı ile görüşmeye gidildi Saat 15.00 için alınan randevuya 14.45’te gitmemize rağmen derhal kabul edildik. Çözüm noktasında işverenin tutumu; Hukukçulardan kurulu ortak bir komisyon kurup, haksız yere atıldığına inanılan personelin (200 civarında olduğu) görüntü kayıtları ile tespit edilip, işe geri alınmasının sağlanması yönünde olduğu, fakat Havaİş yönetimin bunu zamanında kabul etmediği şeklindeydi. Diğer yandan, mesai yönetmeliği; kendisine eşdeğer şirketlerin (Lufthansa, British vb.) mesai talimatnamesinin birebir uygulanması, hâlihazırda benzer şirketlerde uygulanan 24 saat istirahatlı ER uçuşlarının dönüşlerinde, ana üste 56 saat istirahat yapmak gibi

kurallar konusu kabul edilebileceği bildirildi. Sağlık raporları; 20 gün üzeri ise, işe dönüş muayenesi şirket hekimi tarafından yapılamaması ve hakem hastanelere giderek uçuş hekimine muayene olduktan sonra uçuşa uygunluk raporu verilmesi ya da verilmemesi neticesinde ücretsiz izne çıkma zorunluluğu olmasını ilettiğimizde kendisinin bu durumdan haberi olmadığı ve konuyu araştırıp iyileştireceği bilgisini aldık. Tüm bunların ve bugüne kadar gelen TİS sürecinin konuşulmasından sonra biz; sadece haklarını arayan grev işçiler olarak, TİS’in hak kaybına yol açmadan imzalanarak işimize dönmek istediğimizi belirttik.

Sendika yönetiminin verdiği sözler Sendikanın, görüşmenin detaylarının kimseyle paylaşılmadan önce kendileri ile paylaşılması yönündeki istekleri üzerine, Hava-İş genel merkezde kimseye haber vermeden toplandık. Görüşmenin tüm detayları paylaşıldıktan sonra, Hava-İş yönetim kurulu THY insan kaynakları müdüründen Pazartesi saat 11.00 için randevu aldı. Sendikayla yapılan toplantıda alınan iki önemli karardan birincisi, "ne olursa olsun (en kötü şartlarda bile) sözleşmenin imzalanıp imzalanmayacağının grevdeki işçilere sorulacağı" idi. İkincisi ise, "sendikal örgütlülüğe gelebilecek olası zararları bertaraf etmek için, TİS’ten tüm üyenin yararlanması gerektiği fikriydi". Bu noktada sendika yönetiminin bugüne kadarki stratejisi gereği, TİS’ten herkesi yararlandırma fikrinin, grevci işçilere benimsetilmesi için bizzat Atilay Ayçin, "komiteden mutlak yardım" istedi ve biz komite üyeleri de bunu kabul ettik.

Sendika yönetimi sözünde durmadı, komite feshedildi Ancak olaylar, sendika yönetimiyle grev komitesi arasında konuşulan ve anlaşmamaya varılan çizgide gelişmedi. Sendika Yönetim Kurulu verdiği sözleri tutmadı. Pazartesi günü, Atilay Ayçin’in daha görüşmeye gidilmeden, mikrofonu eline alarak, komiteyi tek taraflı feshetti. Grev Komitesi görüşmelere katılmak istediğini sendika yönetimine iletmişti. İşveren de sakınca görmemişti. Grevci işçileri temsilen komitenin görüşmelere katılmasının engellenmesi saat 11.00’deki görüşmenin ve sonrasının akıbetini de ortaya koydu. Salı

günkü görüşmeye ne şartla, hangi koşullarda, kimlerin nasıl katıldığı grevcileri malumu. İşçilerin seçtiği Grev Komitesinden hiç bir grevci görüşmelere alınmadı. Sendika yönetimi kendi seçtiği kişilerle görüşmelere gitti.

İşverenin teklifi işçilere sunulmadan reddedildi Görüşmenin ardından sendika Genel Sekreteri Mustafa Yağcı'nın mikrofonu alarak grevcilere fikrini sormak yerine "bu şartlarda TİS’in imzalanması mümkün değil" söyleminde bulunması, yönetim kurulunun verdiği sözlerle ters düştüğünü apaçık ortaya koydu; grevcilerden büyük tepki geldi. Tepkiler üzerine, sendika yetkilileri konuşmanın yanlış anlaşıldığını, her ne olursa olsun, grevdeki işçinin fikrinin alınacağını beyan ettiler. Neden sonra tüm grevdeki işçilerin gergin bekleyişi devam ederken, Hava-İş yönetim kurulu üyeleri açıklama yapmaksızın grev alanını terk edip gittiler. Aradan yaklaşık 2 saat geçtikten sonra Hava-İş’in resmi sitesinden, bu şartlar altında TİS’in imzalanamayacağı, bir bildiri ile duyuruldu. Ana hatlarıyla anlatmaya çalıştığımız bu süreçte, Grev Komitesinin kuruluş amaç ve hedeflerinden taviz vermeksizin emek veren tüm bireyleri, her aşamada sendika yönetimi ile beraber hareket ederek iyi niyetle çalışmıştır. Bu çalışma ve gayret sendika yönetimi tarafından boşa çıkartıldı. Sürecin noktalanması aşamasında, grev komitesi kararlı konumunu sürdürmüş olsa da, Hava-İş yönetimi verdiği sözlere aldırış etmeksizin sözünde durmamış, komitenin iradesini tanımamış, en önemlisi de grevcilerin fikrini almamıştır. Farklı bir tutum sergilemiştir. Grevdeki işçilere sorulmadan, grevdeki işçilerin talepleri önemsenmeden Hava-İş yönetimince tek taraflı ve işçi aleyhine bir karar alınmıştır. Bütün bu yaşananlar neticesinde, her aşamada tereddütsüz Hava-İş yönetimi ile hareket eden grev komitesine çok ağır ithamlara hedef oldu. Komite üyeleri ayrı ayrı hedef gösterildi, tehdit telefonları açıldı. Bunlar, 45 gün grevde kalmış ve işçiler tarafından seçilmiş komite üyeleri açısından kabul edilemez bir tutumdur.

Sonuç olarak Greve çıkış sebebimiz TİS hakkımızı korumaktı. THY yönetiminin çalışma koşullarımızı ağırlaştırmasına karşı, haklarımızı savunmak için greve çıktık. Grev hakkımızı kullandık. Bu doğruy-

du. Ancak 15 Mayıs-25 Haziran arasında yaşadığımız süreç, greve az sayıda işçinin katılımı ve sendika yönetiminin izlediği politika nedeniyle inişli çıkışlı oldu. Grevcilerin bütün gayretlerine rağmen gelinebilecek en üst nokta, yani işverenin ‘bitti’ dediği TİS görüşmelerine yeniden başlanmasının sağlanmasıydı ki, bunu sağlayan Grev Komitesi oldu. Bu noktada TİS’in imzalanmasının önündeki tüm engeller kalkmıştı ve sendika yönetimi de buna onay vermişti. Ancak son dakika ne olduysa oldu ve sendika yönetim kurulu önüne gelen bu olanağı elinin tersiyle bir çırpıda silip attı. 24/25 Haziran görüşmelerinin sonuçları işçilerin onayına sunulmadan, tek yanlı olarak reddedilmesi, güven sarsıcı olmuştur. Grevin işçiler lehine sonuçlanması zora sokulmuştur. Hak kaybına, hatta en önemlisi sendikal örgütlülüğe ve Toplu İş Sözleşmesi hakkımızın elimizden alınmasına yol açmadan bir sözleşmenin imzalanmasından yana olan işçiler olarak, işçinin onayına başvurmayan, grev komitesini, grevci işçileri dinlemeyen bir sendika yönetiminin, 45 gün boyunca tanık olmadığımız ve bizlere verilen sözlerle ilgisi bulunmayan bu tutumunu kınıyoruz. Sözünden dönen, tutum değişikliği yapan sendika yönetim kurulu, bizim gibi yüzlerce işçinin de tutum değiştirmesine yol açmıştır. Bu inançla, inisiyatif biz çalışanlarda olmadığı sürece, işçiler olarak kaybedeceğimizi her grevci işçinin bilmesinde fayda var. Grevin işçi lehine sonuçlanması adına attığımız adımlarımız, en olumlu noktada, sendika yönetimince kırılmıştır. İşçi haklarının, sendika ve TİS hakkının savunulmasını, etkisiz bir ‘grev’ ile yürütemeyeceğimiz çok açıkken, TİS’i geldiğimiz noktada imzalamayarak grevcilerin kayıplarını artıran, mağduriyetlerine yol açan tutumda ısrar etmenin, işçilerin hak ve çıkarlarını korumak için kurulmuş bir sendikanın tutumu olamaz. Sendika yönetiminin tutumunu değiştiremiyoruz ve TİS’in imzalanmasını sağlayamıyoruz. Bu nedenle 45 günlük grevimizi sona erdiriyor, işe geri dönüyoruz. İşçi hakları için mücadelemizi sürdüreceğiz. Bunun sorumlusu biz değiliz; sendika yönetimidir. Yine de her şeye rağmen, hakları için grevin sürdürülmesini tercih eden yürekli işçi kardeşlerimize desteğimiz tamdır. Onlar için her zaman elimizden gelen yardımı yapmaya hazır olduğumuzu herkesin bilmesi istiyoruz. Grev Komitesi

11


İşçilerin Sesi

Atma Recep din kardeşiyiz! borçları nedeniyle, işçiler, patronlar karşısında daha itaatkâr olmakta; onlarla çelişkiye düşüp işlerini kaybetmekten korku duymaktadırlar. Bu yüzden patronların dayatmalarına boyun eğmektedirler. Üçüncü olarak, yine kredi borçlarını ödeyebilmek için, fazla mesai yapmaya gönüllü olarak sarılmakta, süresi belli olmayan çalışma saatlerine mahkûm olmaktadırlar. Bu yolla, patronlar işçi sınıfını daha fazla sömürmektedir.

Aykut ÖZER Özellikle doğaçlama yaptığı konuşmalarda sürekli pot kıran Başbakan Erdoğan, bunlara bir yenisini ekledi ve vatandaşlara, “kredi kartı kullanmayın” talimatı verdi. Kapitalizmin ve neoliberal politikaların tavizsiz savunucusu ve uygulayıcısı olan Erdoğan, sistemin çarklarının dönmesinde büyük önem taşıyan kredi kartlarına karşı çıkarken, aslında bankaları hedef almaktaydı. Yoksa bir burjuva politikacısının kredi kartlarına karşı çıkması, ideolojik tutarsızlık olduğu kadar, “kendi bindiği dalı kesmesi” anlamına gelirdi. Başbakanın bankaları hedef tahtasına oturtmasının iki temel nedeni var. Birincisi, bankalarla bir şekilde ilişkisi olan, sıradan vatandaşlardan kapitalistlere kadar, geniş bir kitle bu kurumlardan şikâyetçidir. Bunun nedeni, bankaların fırsatçı tutumları, yaptıkları işlemlerden fahiş ücretler tahsil etmeleri ve her koşulda devasa kârlar elde etmeleridir. Böylece, bankaları hedef alarak, Başbakan geniş bir halk kitlesinin duygularına hitap etmek ve onlara şirin görünmek istemiştir. Ayrıca, ekonomik sorunların sorumlusu olarak bankaları göstererek, iktidarını temize çıkarmaya çalışmaktadır. İkinci olarak, Gezi Direnişinde halk kitlelerinden yediği darbeyle karizması çizilen Başbakan Erdoğan, tekelci burjuvazinin de büyük ölçüde güvenini yitirmiştir. Erdoğan, direnişin ardında onların da parmağı olduğunu düşünmekte ve bu çıkışıyla onları hedef almaktadır.

Kapitalizm kredi ile ayakta duruyor Kapitalizmin krizinin temel nedeni arz fazlalığıdır; yani kapitalistlerin ürettikleri mal ve hizmetleri satamaz hale gelmeleridir. Bu durum, kapitalist sistemin temel çelişkisinden kaynaklanır. Kapitalistler, maliyetleri düşürüp kârlarını arttırmak için, işçileri düşük ücretle çalışmaya zorlarken, geniş bir tüketici

12

Erdoğan “testinin kırılacağını” görüyor

Kredi kartları, sadece sistemin çarklarının dönmesini sağlamakla kalmamakta, aynı zamanda işçi sınıfı üzerinde sömürünün yoğunlaştırılmasına yaramaktadır. O nedenle bir burjuva politikacısının, kredi kartlarına karşı çıkması, ideolojik tutarsızlık olduğu kadar, “kendi bindiği dalı kesmesi” anlamına gelir. kitlesini düşük gelire mahkûm etmiş olurlar. Bunun sonucu olarak, ürettikleri mal ve hizmetlere olan talep yetersiz kalır. İşte bu kısır döngüyü aşabilmek için, kapitalist sistem, kredi mekanizmasını devreye sokar. Bu yolla, emekçi kitlelerin, elde ettikleri gelirin üzerinde harcama yapmaları sağlanır. Tüketiciler gelecekte elde etmeyi düşündükleri geliri bugünden harcarlar. İşte bu durum kapitalistlerin talep sorununu hafifleterek, sistemin krize girmesini erteler ve olası krizi hafifletir. Kredi kartları da kredi mekanizmasının önemli bir aracıdır; o nedenle sistem için yaşamsal önemdedir. Kredi kartları kullanılarak yapılan satışlar sayesinde, kapitalistler ürünlerine talep yaratırken, en geniş tüketici kitlesini oluşturan emekçiler, paraları olmadığı halde harcama yapıp ihtiyaçlarını karşılama olanağı bulur. Bankalar ise, bu sistemin işle-

mesi için, açtığı kredilerden faiz, kullandırdığı kredi kartlarından ise komisyon ve ücret geliri elde ederler.

Kredi kartları işçi sınıfı için boyunduruktur Kredi kartları, sadece sistemin çarklarının dönmesini sağlamakla kalmamakta, aynı zamanda işçi sınıfı üzerinde sömürünün yoğunlaştırılmasına hizmet etmektedir. Birinci olarak, kredi kartları sayesinde, işçiler, gelirlerinden daha fazlasını harcayabilmekte, bu yüzden de düşük ücretlerini fazla sorun etmemektedirler. Bunun sonucu olarak, işçi sınıfının patronlardan yüksek ücret talebi zayıflamaktadır. Örneğin, ayda bin lira ücret alan bir işçi, kredi kartı sayesinde, ayda iki bin lira harcayabilmekte ve bu durum, onda, aylık iki bin lira geliri olduğu yanılsaması yaratmaktadır. İkinci olarak, kredi kartı

Başbakan Erdoğan, on yıllık iktidarı dönemindeki yüksek ekonomik büyüme hızıyla sürekli övünmektedir; çünkü bu durumun iktidarını sürdürmesine olanak sağladığının bilincindedir. Oysa AKP’nin iktidarda bulunduğu on yıllık dönemdeki ortalama ekonomik büyüme hızı, tüm Cumhuriyet tarihi ortalamasına eşittir. O nedenle, ortada övünülecek pek bir şey yoktur. Ancak bu haliyle bile, ekonomik büyüme, esas olarak iç talepten yani yüksek tüketici harcamalarından kaynaklanmaktadır. Bu harcamaları körükleyen unsur ise, başta kredi kartları olmak üzere, kullanılan büyük çaplı kredidir. Kredinin kaynağı, esas olarak, yurtdışından sağlanan sermaye girişi, başka bir deyişle, ülkeye giren “sıcak para”dır. Şimdi bu sürecin tersine döndüğü, sermaye çıkışı yaşandığı görülüyor. Bunun sonucu olarak, kredi bulmakta ve borçları çevirmekte zora düşülecektir. Bu durum, ekonomik büyümeyi durduracak, işsizliği arttıracak, talebi düşürecek ve borçlar ödenemez hale gelecektir. Yani “saadet zinciri” kopabilecektir. Başbakan Erdoğan’ın, kredi borçlusu tüketicileri, “Evinize haciz gelebilir” şeklinde uyarmasının altında bu gelişmeler yatmaktadır. İflas noktasına sürüklenmiş milyonlarca kredi borçlusu emekçi, hem ekonomik hem de siyasi açıdan, sistem ve siyasi iktidara büyük bir tehdit oluşturacaktır. Bu nedenle, Başbakan, tüm bu süreçteki siyasi sorumluluğunu gizlemek için , “testi kırılmadan yol gösterir” pozisyona girmekte ve “ben demiştim” silahını kuşanmaktadır. Oysa olası böyle bir sonucun sorumlusu tümüyle AKP iktidarıdır; o nedenle siyasi iktidarın yıkıntının altında kalması kaçınılmazdır.


İşçilerin Sesi

Mısır’da devrimi çalan askeri cunta sertleşiyor Egemen sınıf fraksiyonları arasında süren iktidar mücadelesinde, ordunun ‘uzlaşmak’ ve Müslüman Kardeşler’i sisteme entegre etmek için, sopa-havuç politikası izlediği, direniş devam ederse, daha da sertleşmekten çekinmeyeceği görülüyor. Mustafa EKER Mısır’da 3 Temmuz’da iktidara el koyan askeri cunta ile Müslüman Kardeşler (MK) arasında yaşanan gerilim her geçen gün artıyor. MK üyeleri ve taraftarları, haftalardır darbeye karşı protesto gösterileri düzenliyor. Darbe lideri Sisi önce MK’ya karşı halkı sokağa çağırdı, askeri cuntaya destek gösterileri yapmalarını istedi. 3 Temmuz darbesiyle devrimi halk kitlelerinin elinden çalan generaller, bununla yetinmeyerek, emekçi kitlelerin, Cuntanın siyasi planlarına destek vermelerini istiyor. Bu çağrıya, işçi sendikaları, Nasırcı sol parti gibi kimi kitle örgütleri ve sol partiler uyarak Cuntanın arkasına dizilirken, en baştan beri devrimin içinde yer alan 6 Nisan Gençlik Hareketi,

devrimin bağımsız çizgisine uygun olarak, daha küçük de olsa 3.Meydan’da bir araya geldi. MK’yı ‘uzlaşmaya’ davet ederek, kendilerinin yol haritasına katılması için 48 saat süre veren askeri cunta, uzlaşma çağrılarının reddedilmesi üzerine, daha önce tanıdığı 48 saatlik süre bile dolmadan, MK’nın düzenlediği gösterilere saldırı düzenledi. Bu saldırı sonucu yetmişi aşkın kişi öldü, binlercesi yaralandı. MK sözcüsü Cihad El Haddad ölümlerden ‘baltacılar’ olarak bilinen eski rejimin uzantısı çetelerle, üniformalı ve sivil polislerin sorumlu olduğunu söyledi. Cunta hükümeti, tüm burjuva iktidarların yaptığı gibi, ortada onca ölü ve yaralı olmasına rağmen, sorumluluğu üstlenmedi. Göstericilere karşı göz yaşartıcı gazla müdahalede bu-

lunduklarını iddia ederek, olayın sorumlularını bile araştırmaya yanaşmadı. Mursi yanlıları, İç İşleri Bakanlığı’nın, ‘yakında meydanlar boşaltılacak’ açıklamasına rağmen, Adeviyye Meydanı’nı terk etmeyerek, cuntaya meydan okuyor. Gösteriler ve çatışmalar devam ediyor. Egemen sınıf fraksiyonları arasında süren bu güç ve iktidar mücadelesinde, ordunun ‘uzlaşmak’ ve MK’yı sisteme entegre etmek için, sopa-havuç politikası izlediği, direniş devam ederse, daha da sertleşmekten ve yeni saldırılar düzenlemekten çekinmeyeceği görülüyor. MK da, burjuva sınıf karakteri gereği, cuntaya karşı sonuna kadar direnemeyeceği, bunu yaparsa gücünü, iç bütünlüğünü koruyamayacağını görüyor. Dolayısıyla kontrollü bir gerilim ve direniş çizgi-

si sürdürüyor. Barışçıl olmayan mücadele yol ve yöntemlerinden uzak duruyor. Bu mücadeleyi ister darbeciler, ister İslamcılar kazansın, isterlerse aralarında uzlaşsınlar, kaybeden işçi sınıfı olacaktır. Cuntacılar ve İslamcılar arasındaki mücadele, işçi sınıfını kimin yöneteceği ve yaratılan artık değere kimin el koyacağı üzerinden süren bir mücadeledir. Demokrasi ve özgürlük, egemen sınıf fraksiyonlarından birine, yani darbecilere ya da İslamcılara yedeklenmekten değil, bunlardan bağımsız bir işçi kitle hareketinin ve siyasi önderliğin inşasından geçmektedir. Buna yönelik olarak bugün atılması gereken somut adım ise, Cunta destekçilerinin Tahrir, MK yandaşlarının ise Adeviyye Meydanındaki gösterilerine karşı, “3.Meydan politikasını” geliştirip, güçlendirmektir.

Tunus’ta altı ayda İkinci suikast Tunus’ta altı ay içinde ikinci bir suikast yaşandı. Muhalefet lideri (Halk Partisi) ve Ulusal Meclis Kurucu üyesi olan sol görüşe sahip Muhammed İbrahimi evinin önünde öldürüldü. İbrahimi’nin, Şubat ayında Şükrü Belayid (laik kesimin temsilcisi) suikastında kullanılan silahla öldürüldüğü açıklandı. Beş ay önce Belayid de aynı şekilde suikasta kurban gitmişti. Muhalefet Partisi, İbrahimi’nin öldürülmesinde payı olduğunu düşündüğü iktidar partisi Ennahda’yı (İslamcı iktidar partisi) istifaya çağırdı. Muhalif politikacının öldürülme-

13

si üzerine ülkenin en büyük işçi sendikası olan UGTT “Terörizm, şiddet, cinayetler”e karşı protesto anlamında genel grev çağrısı yaptı. Başkent Tunus’ta ve Sidi Bouzid’te toplanan binlerce protestocu hükümetin istifasını istedi. Ennahda partisinin bürolarını ateşe verdi. Tunus Başbakanı Ali Arayd, bir yandan Muhammed İbrahimi suikastını kınayıp, “İktidar boşluğu yaratmak için hükümetin feshedilmesine yönelik çağrılara karşıyız” diyerek asıl sorumlunun Selefiler olduğunu iddia etti. Diğer yanda iktidar partisi Ennahda, polise halka saldırma talima-

tı verdi. Polis eylemlere polis gaz bombalarıyla saldırdı, çatışmalar çıktı. Halk Partisi üyesi bir kişi kafasına isabet eden gaz bombası kapsülü sonucu yaşamını yitirdi. M. İbrahimi küçük bir partinin (Halk Partisi) lideri olmakla birlikte Ulusal Kurucu Meclis içinde yer almıştı ve meclisin görevi anayasayı hazırlamaktı. Öldürülmesinin ve çıkan olayların ardından 42 milletvekili de kurucu meclis çalışmalarından çekildi. Tunus’ta Şükrü Belayid’in 6 Şubat’ta katledilmesinden sonra da kitlesel eylemler yaşanmış, Hamadi Ce-

bali başkanlığındaki hükümet istifa etmek zorunda kalmıştı. Başkent Tunus’ta ise eylemcilerin hedefi İçişleri Bakanlığı’ydı. 2010 yılı sonunda Bin Ali iktidarının devrilmesine yol açan “Arap Baharı”nın başladığı Sidi Bouzid’de de binlerce kişi sokaklara çıktı, lastikler yaktı. Tunus’ta Halk Hareketi Partisi Başkanı M. İbrahimi’nin cenazesinde on binlerce kişi hükümetin istifasını istedi. Ennahda lideri Raşid Gannuşi’ye “katil”, olarak gören Tunuslular, mücadelenin bitmediğini, hesap soracaklarını haykırdılar. İşçilerin Sesi Haber


İşçilerin Sesi

Sendikalı işçilerin oranı azalıyor İşkollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye sayılarına ilişkin tebliğ, yayımlandı. Yayımlanan verilere göre, Türkiye’de toplam işçi sayısı 11 milyon 628 bin 806 olurken sendikalı işçi sayısı ise 1 milyon 32 bin 166 kişi olarak belirlendi. Buna göre, toplam işçilerin sadece yüzde 8,8’i sendikalı olarak çalışıyor. 2013 yılı Ocak ayında işçi sendikaları istatistiğine göre, sendikalı işçilerin tüm işçilere oranı yüzde 9,2 oranındayken bu oran yüzde 8,8’e düşmüş oldu. Kayıt dışı çalışan işçiler de dikkate alındığında bu rakam yüzde 6’nın altına iniyor. Toplam 20 işkolunda iş sözleşmesi yapabilmek için gerekli olan yüzde 1’lik işkolu barajını aşan sendika sayısı ise 44 olarak tespit edildi. Bu sendikalardan 30’u Türk-İş’e, 8’i Hak-İş’e ve 4’ü de DİSK’e bağlı sendikalar. Bağımsız sendikalardan ise sadece 2’si barajı geçebildi. Barajı aşamayan sendikalar ise sözleşme yetkisini kazanamadı.

Örgütlenmek, ortak karar alıp birlikte uygulamaktır İşçilerin Sesi olarak işçi sınıfının içerisinde fabrikalarda yürüttüğümüz örgütlenme çalışmasını şu an çalıştığımız 1400 kişilik plastik fabrikasında yürütüyoruz. 12 saat ve çift vardiya çalışılan işyerinde bir süredir taban örgütlenmesi dediğimiz yöntemle işçileri bilinçlendirerek örgütlenmeye çalışıyoruz. Bu çalışmayı hem patrona hem de sendika bürokrasisine karşı söz, yetki ve kararların işçilerde olduğu bir anlayışla yapıyoruz. İş yerinin koşulları ağır. On iki saat çalışma, müdürlerin baskısı ve ücretlerin düşüklüğü işçilerde öfkeye neden oluyor.

6. ay zammı olmayınca işçi tepki verdi İlk zamanlarda işçiler işyerinden çıkabilmek için 8 saat çalışıp mesaiye kalmayarak tazminat pazarlığı yapıp; tazminat 7 bin lira ise 5 bin lira alarak işten ayrılıyor 2 bin lirayı kendileri sendikal talepte bulunan kağıtlar yazarak kapı önünde dağıtıp tazminat aldılar. Fakat bu da bir yere kadar oldu. Son olarak 6. ayda zaman yapılmayacağını öğrenen iş-

çilerden otuz kadarı 8. Saatte kart basarak tepki verdiler. Bu eylem devrimciler tarafından örgütlenmedi. İşyeri koşullarından bıkan ve acil zam isteyen işçiler tarafından yapıldı, kendiliğinden bir hareket oldu. Bizler bu eylemi onaylamadığımız halde eyleme katıldık ve bu eylemin sendikal örgütlülüğe dönüşmesi gerektiğini söyledik. Eylem gündüz vardiyasında başladı, gece vardiyasında bitti. Kazanım olduğu gibi kayıplar da oldu. Patron işçileri muhatap alıp konuştu, eskiden dinlemezdi. Bu kazanım ardından patron seyyanen 68 lira zam yapılacağını söyledi ve yılbaşında daha iyi bir iyileştirme sözü verdi. Diğer taraftan eylem yapanla yapmayan işçi kendi arasında bölündü, birbirini suçlar konuma gelindi.

Sadece imza toplayarak örgütlenme olmaz Bu eylem biçimini en başından itibaren desteklemiyorduk ve kazanım olduğu noktada bitirilip diğer örgütlenmeye devam edilmeliydi. Ama işyerindeki Kızılbayrak çevre-

sinin 8. saat kart basma eyleminin sürmesi ve işten atılan olursa kapıda eylem yapmaya devam edilmesi yönünde bir yöntem benimsenmesi fikri vardı. En başında söylediğimiz gibi sadece imza toplayarak yapılan örgütlenmenin başarılı olma şansı yoktur. Örgütlülük demek bir bütün olarak hareket etmektir. Ortak kararlar alıp, işçilerle birlikte uygulamaktır. Bunu, güven temelinde oluşturulacak bölüm örgütlenmeleriyle başarabiliriz. Bir fabrikada farklı siyasi çevreler örgütlenme çalışması yapabilirler. Bunu yaparken bir başka siyasi çevre ile görüşen işçilere “onlarla görüşmeyin bize katılın” demek sekterliktir, devrimci ahlak noksanlığıdır. Kazanılmış işçilerin peşine düşeceklerine 1400 kişilik işyerinde yeni işçileri örgütlemeye çalışmak yerine kazanılmış işçilerin kafasını karıştırmanın ve fabrikada bölünme yaratmanın işçi sınıfına zarar vermekten başka bir şey getirmeyeceği açık ve beyandır. Bu çevrenin tutumunu kınıyorum. Bir işçi

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN...

Bülten idareye ‘ayar veriyor’ TEKSTİL Her sene yıllık izinlerde sorun yaşıyorduk. İşlerin aciliyeti bitmek bilmezdi. Kimse izine ne zaman çıkacağını bilemez, program yapamazdı. Bu sene işçiler bayram tatilini de izinlere ekleyerek, 20 gün izin kullandılar. Dikim bölümünün yarısı bayram öncesi diğer yarısı da arife günü izne çıkacak. İşyerinde bülten çalışması yapıyoruz. Bir ay öncesinden izinleri yazmıştık. Şefler, idari kadro bültene çok ilgili. Okuduklarından bir şeyler anladılar herhalde. Dikimhane şefi, bülten çalışmasını yapanı bulana 200 TL ödül ve iki gün izin verecek. Bizi çok düşünen idare, Ramazanda işler de az izinleri de aradan çıkartalım ayaklarına yatıyor. İki ay mesai de olmayacak lafını dolandırdılar. Biz bu numaraları yemedik tabi. On gün mesai olmadı, ütü paket bölümü cuma gününden başladı mesaiye. İşçiler patronun gerçek yüzünü gördüler. İşverenin başka bir binada açtığı ütü paketleme bölümünde, beş ay önce temizlik işi için işe alınan emekli

SAĞLIK

bir işçi, asansör boşluğuna düşüp yaşamını yitirmişti. Emekli diye sigortası yaptırılmamıştı. Hem ailesi dava açmış hem de kamu davası açılmış. Şimdi birden işyerini kapatma kararı aldılar. Başka zaman işten çıkardıkları işçilere bile tazminatlarını iki ya da üç taksitle ödeyen patron, kıdem ihbar, senelik izin yarım kalan maaşlarını, tek seferde ödeyip işçileri gönderdi. Amacı ceza almaktan kendisini kurtarmak olabilir. Bir kadın işçi “doğum iznime 20 gün var, beni senelik izne çıkartın, izin hakkından faydalanayım ya da beni ana şirkete alın tazminat istemiyorum” dedi. Önce kabul etmediler sonra patrona çıktılar, durumu izah ettiler ve senelik izine razı oldular. Hemen izin kâğıtlarını getirdiler ve imzalattılar. İdareyi işten çıkışta bir şey olur korkusu sarmış durumda. Artık her şeyi kayıt altına alarak yapıyorlar. İş cinayetindeki hatalarını bildikleri için başlarının ağrımasını istemiyorlar. İşçinin ne olduğu o kadar önemli değil. Çok insaflı olsaydılar, bayram üzeri 70 işçiyi kapı önüne koymazlardı. M. Araslı

14

Zafer arkadaşımız yoğun bakımdan çıktı Kanalizasyon temizliği yaparken kaptığı enfeksiyon nedeniyle yoğun bakımda tutulan işçi arkadaşımız servise alındı. Kendisine ve ailesine tekrar geçmiş olsun diyoruz. Taşeron çalışma düzeni iş kazalarının önünü daha da açtı. Güvenceli çalışma ve iş güvenliği için taşeronu ortadan kaldırmak boynumuzun borcu olsun!

İç hizmet yönetmeliği değişti İç hizmet yönetmeliği 8. maddenin 3/J bendinde personele dayalı ihalelerde yol, yemek, kıyafet ve sosyal haklar tam olarak karşılanacak diye yazıyor. Buna rağmen geçici iş sözleşmelerinde bu madde yok, madde yeni sözleşmelere neden yazılmıyor? Yasal olarak, taşeron işçisinin yol ve yemek hakkı olduğu tescillendi! Üniversite yönetimini, kendi yönetmeliğine uymalıdır.

Acillerde acil tadilat Acil cerrahinin ansızın, gece yarısı başlayan tadilatı şimdi acil dâhiliye sıçradı. Tadilata tamam da, inşaat atıklarını temizlemek neden bize düşüyor? Yüklenici firmaya kıyak olsun diye, onların yapması gereken iş bizim sırtımıza bindi. Anlaşmayı yapan molozu da taşısın!

Zamlar döner sermayeyi şişiriyor! İstanbul Üniversitesi hastanelerinde yeni tarifelerle hasta kabulü başladı. Yeni tarifeyle, 15 lira olan hasta muayene ücreti 50 liraya yükseldi. Ama artış ek ödeneklere yansıtılmadı. Yeni bir örtülü ödenek vakasıyla karşılaşabiliriz!

Radyasyon tedavülden mi kalktı? Ortopedi ameliyathane çalışanlarının 2011 yılında mahkeme kararı ile kazandıkları şua izni ve fiili hizmet üc-


İşçilerin Sesi

Çapa taşeron işçilerinden Darphane Grevine ziyaret Darphane grevinin 23. gününde Çapa taşeron işçileri grevdeki işçileri ziyaret etti. İşçiler daha önceki grev deneyimlerini paylaştılar, sohbet ettiler. Taşeron işçileri Darphane işçilerinin haklı grevlerinin yanında olduklarını ve onları destekledikleri dile getirdi. Basın-İş sendikasına bağlı Darphane işçileri 8 Temmuz tarihinde “işyerlerimizde sıkıntılarımız ve bu sıkıntılarımızın giderilmesi adına haklı taleplerimiz var” diyerek ve haklı taleplerini söyleyerek greve çıkmışlardı. İşçilerin basın bildirisinde de yer alan ve grev ziyareti sırasında anlattıkları zor çalışma koşulları şunlardır: İşçiler yoğun ve özverili çalışma temposuna karşılık ortalama 1500 lira net maaşla ve iş sağlığı ve güvenliği gözetilmeden çalışmaya mahkum edilmişlerdir. İşçiler yazın 50 dereceye varan, kışın ise eksi üç dereceye düşen sıcaklıkta ve penceresiz dar alanlarda sayıca fazla kişi çalışmak zorunda kaldıklarından son yıllarda meslek hastalıklarında ciddi artışlar görülmüştür. Ayrıca işçiler son dönemde ge-

reksiz ve aşırı güvenlik önlemlerine maruz bırakılmakta ve hırsız muamelesine tabi tutulduklarını düşünmektedirler. Aşırı güvenlik önlemlerinin özellikle kadın işçilere ayrıca bedeller ödettiği anlatılmıştır. Darphane’de kırmızı, sarı ve yeşil ayrımında üç ayrı dereceden güvenlik önlemlerinin işletildiği bölgelerin olduğu ve kırmızı bölgeye her giriş çıkışta işçilerin x-ray cihazından geçtikleri ve pek çok kadının sırf bu nedenle ilk bebeklerini kaybettikleri söylenmiştir. İşçiler toplu sözleşmede yer al-

mamasına rağmen esas işlerinden başka işlerde çalıştırılmakta, ama mazeret izni kullanmak istediklerinde karşılarına uzun bir prosedür çıkarılmaktadır. İşçiler maaşlarının 2 bin lira seviyesine getirilmesini ve sağlıksız çalışma koşulları ile toplu sözleşmede yer alan ama uygulanmayan haklarının verilmesini talep etmektedirler. Darphane işçilerinin sohbet sırasında Çapa taşeron işçilerine de söyledikleri gibi, “sendikayı işçiler greve getirmiştir ve bu yüzden bu grev başarılı bir şekilde devam etmektedir’’…

Çalışanı gürültüden yönetmeli koruyacak Çalışanların gürültüdan korumak için yönetmelik çıkarıldı. Buna gör, işveren yapılan işe göre mümkün olan en düşük düzeyde gürültü yayan uygun iş ekipmanının seçilmesini dikkate alacak. Gürültü zeviyesinin belirlenen sınırları geçmesi durumunda, işveren; önlemleri dikkate alarak, gürültüye maruziyeti azaltmak için eylem planı oluşturarak uygulamaya koyacak. Gürültüye maruziyetten kaynaklanabilecek riskler,tedbirler ile önlenemiyor ise işveren kulak koruyucu donanımları çalışanların kullanımına hazır halde bulunduracak. Hijyenik şartların gerektirdiği durumlarda çalışana özel olarak sağlanacak. Gürültüye bağlı olan herhangi bir işitme kaybında erken tanı konulması amacıyla; işyeri hekimince belirlenecek düzenli aralıklarla, çalışanların sağlık gözetimine tabi tutulmalarını sağlanacak.

FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... FABRİKALARDAN... İŞYERLERİNDEN... retleri, 2013 Ocak ayından itibaren ödenmiyor, şua izni verilmiyor. Hastane yönetimine soruyoruz, iki yıl sonra hiçbir gerekçe göstermeden, nasıl keyfi kesinti yaparsınız? Bu bölümde çalışanların sağlıklarını riske atmak, hepimizi isyan ettiriyor!

Senelik izinler iş yükünü katladı Senelik izinler başladı ama yüklenen ek işlerle taşeron işçinin görevi ikiye katlandı. Örneğin Çarşamba günü ameliyathane dezenfekte ve temizlik işi yapılacağı için vaka kabul etmezdi. Şimdi, hem ameliyata gireceğiz hem de temizlik yapacağız. Çarşamba’ya gün alan vaka yandı!

İzin rotasyonları bıktırdı! Senelik izinlerin gelmesiyle joker alımları ve izinler için rotasyonlar başladı. Kim nerede kaç gün çalışacak bilemiyoruz. Bu bilinmezlik içinde taşeron işçileri bölüm bölüm gezdiriliyor. Taşeron işçisinin görev tanımı dışında

çalıştırılması hem yasal değil hem de hastalar için risklidir.

Sağlıkta dönüşüm soygundur Önceden ücretsiz çıkartılan sağlık kurulu raporları artık kullanım alanlarına göre ücretlendiriliyor. 180 TL’den başlayan fiyat listesi 280 TL’ye kadar çıkıyor. Hükümet, sağlık hizmetleri ücretsiz olacak demişti, artık neredeyse her işlem için para alınıyor. Sağlık raporunun paralı olması, işe giriş için şart olduğundan, esas olarak işçileri vurdu.

Böcek ilaçlamadan temizliğe terfi... Yeni temizlik firması ile yapılan hizmet alım sözleşmesinde böcek ilaçlama işkolu kaldırıldı yerine temizlik işkolu getirildi. Yeni firma ile yapılan geçici iş sözleşmesinde görev tanımımız artık “temizlik personeli”. Taşeron işçisi sesini yükselttikçe, şirketler de kendilerine çeki düzen vermek zorunda kalıyor.

Mesaiye kalmak da parasını almak da dert! GIDA Ramazan içinde sözde mesailer olmayacaktı. Kim isterse gönüllü kalsın dendi ama hiç de öyle olmadı. Akşam gönüllü, hafta sonları zorunlu mesailer dayatıldı. Bir kadın işçi gece vardiyasında uyumuş, güvenlik görüp idareye söylemiş. Müdür uyardı, aradan iki hafta geçtikten sonra ihtar verdiler. İhtarın nedeni belli, bayramlarda yarım maaş ikramiye veriyorlar, bahane edip onu vermeyecekler. Dinlenme odası olmadığı için, gündüzleri işçiler nereyi boş bulursa orada oturuyorlar ama her şey işçiye yasak. Hep işçilerin hataları sorgulanıyor, neden

patronun ve onun yalakalarının yanlışları konu edilmiyor? Oruç tutanların yemek parası verilmiyor, gece mesaisinde yemek gelmiyor kahvaltı tarzı şeylerle geçiştiriliyor. Bırak yemeği ekmek bile yetmediği günler oluyor. Mesaiye kalıyoruz, hakkettiğimiz parayı bir ay gecikmeli alıyoruz. Bunu gündeme getirince, yalaka ustalar azarlamayı bırak hakarete varan laflar bile söylüyor. Bazı işçiler bireysel olarak tepki veriyorlar, onlar da idarenin gözünde kışkırtıcı olarak gözüküyor. İşçiler topyekün haksızlıklara karşı gelmezse daha çok patronlar ve yalakaları bize baskı yapar. G. Kemerli

15


İSYANIMIZ MURAT MURADIMIZ DEVRİM OLSUN! N. CEMAL Birkaç saat önce mahkemece serbest bırakılan sevgili arkadaşıyla, yoldaşıyla buluşmuştu ve dostlar sofrasındaydı. Çok sevinçliydi. İçi içine sığmıyor ve Gezi Direnişi’ni değerlendiriyordu. Geleceğe dair umutlarını heyecan içinde anlatırken; “Ben barikatlardaydım. Arkadaşlarımın bir kısmı Gezi Parkı içindeler. Diğer arkadaşlarımız her zaman yaptıklarını yapmaya devam etmeliler. Fabrikalarında ve iş yerlerinde örgütlenmeye ve mücadeleye devam etmeliler. İşçi arkadaşlarına Gezi Direnişini anlatmalılar” diyordu. Her zamanki o “deli fişek” haliyle yerinde duramıyor, eleştiri ve uyarılarını da dile getirmekten geri durmuyordu. Söylediği o umut dolu temennilerinden ve iyi niyetli eleştirilerinden uzun yıllar boyunca bahsedeceğimiz kesindir. Mücadelemiz sürdükçe Murat Nazım’ın gülen gözleri ve militan ruhu hep bizimle olacak. Eleştirel tespitleri Gezi Direnişi ve isyan sürecine dairdi ve sol sosyalist yapıların yaptıklarından daha çok yapmadıklarına odaklanmıştı. “Öyle

kolayca ve sıkça yaşanamayacak olan bu isyandan dersler çıkartılması gerektiği”nden söz edip; “Mücadelenin 100 metre gerimizde duranlarla devrimci önderlik oluşturulamaz” diyordu. Sadece eleştirmiyor, Gezi Direnişi sürecini içeriden devam ettiren arkadaşlarına teşekkürler eşliğinde övgüler diziyordu. O denli açık ve sevecen “övgüler” sıraladı ki, alışık olmadığımızdan olsa gerek, kendisine bir ara itiraz bile ettik ve “yapma be Murat…” dedik. Şimdi o diyalog ve konuşmalarının hepsi birer birer kulaklarımıza yuva yapmış durumdalar. Murat Nazım Güler, 1979 doğumlu bir emekçiydi. Enternasyonalist komünist bir militandı. Metalden, hizmet işkoluna kadar birçok sektörde çalıştı. Yakın arkadaşları tarafından “Çulsuz Murat” diye anılırdı. Son olarak, birçok riskler içeren ve her an kazalarla iç içe olan moto-kuryeliğe devam ediyordu. İşçilerin Sesi gazetesinin yazarları arasında ve proleter devrimci bir mücadelenin içindeydi.1 Mayıs 2013’te AKP Hükümeti tarafından karşı devrim provaları yapılırken polis saldırılarına ilk göğüs

gerenlerden birisi de Murat Nazım oldu. O fotoğrafı bizler için unutulmaz bir devrimci anı ve tanıklıktır: Yıldız yokuşundan Beşiktaş’a inerken basınçlı su sıkarak gelen TOMA’nın karşısına tek başına çıkmış ve elindeki kızıl bayrakla karşı koymuştu. 1 Mayıs 2013’te AKP Hükümeti’nin karşı devrim provalarına ve polis saldırılarına yüreklice direnen Murat Nazım, 31 Mayıs 2013 gününün barikat çocuklarından birisi oldu. O gece hep birlikte, “1 Mayıs 2013’le 31 Mayıs 2013 arasındaki farkı göremeyen sosyalistler isyanı da yaşadığımız devrimci süreci de yeterince kavrayamazlar…” demiştik. Süreç Murat Nazım’ı ve bizleri haklı çıkarttı. “Tek Yumruk” sıkı bir Galatasaraylı’ydı. Ama Çarşı - Köyiçi’ndeki BJK’li isyancı gençlerle beraber barikatlardaydı. Yine o gece, “bu yıl kombine bilet alıp Galatasaray’ın maçlarına gidelim, ‘tek yumruk’ olalım be ağbi” demişti. Kısa süre önce kaybettiği en yakın arkadaşı ve yoldaşı Naci nedeniyle üzüntüye boğulmuştu. 1 Mayıs 2013 direnişiyle kendine geldiğinde yanında hep Naci’yi hissetti-

ğini biliyorduk. Gezi Direnişi ve isyan sürecinde ise adeta yeniden doğmuş oldu. Hepimiz gibi o da isyan ateşiyle yenilendi. Devrimci mücadeleye daha da sıkı sarıldı. “Çulsuz Murat”, “Deli Fişek Murat” en ön saftaydı ve coşku doluydu. Gezi Direnişi’nin onurlu direnişçileri arasında LGBT bireyler de vardı. 30 Haziran akşamı “LGBT Onur Yürüyüşü” yapıldı ve tüm Gezi direnişçileri gibi Murat da yürüyüşe katıldı. Ardından da arkadaşlarıyla birlikte akşam yemeği yedi ve geceyi LGBT partisinde geçirdi. Mutluydu. Gecenin sonunda hiç umulmadık bir kaza oldu. Merdiven korkuluklarından beş kat aşağıya düşen arkadaşımız hayatını kaybetti. Çocuksu gülüşü ve coşkusuyla içindeki çocuğu öldürmeyen ender insanlardan birisiydi. Aşağı inerken bir an için tırabzanlardan kaymak ister gibi oldu. İçindeki çocuğu öldürmemişti ama içindeki o çocuk onu öldürüverdi. Her 1 Mayıs’ta, her direnişte, her isyanda ve devrimde Murat Nazım Güler de aramızda olacak ve sonsuza kadar mücadelemizde yaşayacak.

İşçi Sınıfının Kurtuluşu Kendi Eseri Olacaktır İşçilerin Sesi - Aylık Süreli Siyasi Yayın - Tarih: Ağustos 2013 Sayı: 17 Baskı: Yön Matbaacılık Davutpaşa Cad. Güven Sanayi Sitesi B Blok No: 366 Topkapı - İstanbul Tel: 0212 544 66 34 Sahibi: KCS Yayınevi Kemal C. Sarıoğlu Sorumlu Müdür: Songül Yarar Dede Adres: Söğütlüçeşme Cad. Tulumbacı Asım Sok. Korular İş Hanı No: 48 Kadıköy - İstanbul Web: iscilerinsesi.org e-mail: iscilerinsesi@gmail.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.