Japon Sinema E-Dergisi Sayı: 5

Page 1

JAPON SİNEMA DERGİSİ HAZİRAN 2016 SAYI: 5 AYLIK JAPON SİNEMASI E-DERGİSİ

JAPON SİNEMANIN MUHALİF YÜZÜ: TATSUYA NAKADAİ

7

16 UZUNDAN KISAYA

JAPON FİLM FESTİVALLERİ

32 ANİME MÜZİKLERİNİN

KARANLIK DÜNYASINA BAKIŞ

45 MELANKOLİNİN MAVİ

EVRENİ: AOİ BUNGAKİ SERİSİ

56 TOKYO’NUN GÖSTERİŞLİ

TAPINAK BÖLGESİ: ASAKUSA

59 JAPON EDEBİYATININ DÖRT YAPRAKLI SİYAH YONCASI

japonsinemasi.com


Editörden, Merhaba Arkadaşlar, Yayın hayatına başladığımız 2015 yılı Aralık ayından bugüne kadar altıncı ayımızı geride bırakırken sizlere baş ucu kaynağı olabilecek bir yayın oluşturmak ve ülke olarak son dönemlerde yakın dostluk kurduğumuz Japonya’yı Türkiye’ye tanıtmak ve iki toplum arasında kültürel bir köprü kurma yolunda ilerlemeye devam ediyoruz.

JAPONSİNEMASİ.COM Yıl: Haziran 2016 Sayı: 05 Yayın Türü: Aylık E-Dergi Sanat Yönetmeni & Grafik Tasarım Gökhan Kuloğlu Editörler Birsen Albayrak Gökhan Kuloğlu Katkıda Bulunanlar Ahmet Ziya Sekendiz Ayhan Gazi Gülcü Bensu Cangüler Cihan Yavuzcan Deniz Balcı Ercan Gürova Faruk Koç Hafize Mutlu Mert Bazna Olca Karasoy Yeter Şeko Kapak Fotoğrafı Norwegian Wood, Tran Anh Hung (2011) Arka Kapak Fotoğrafı Perfect Blue, Satoshi Kon (1997) İletişim ve Reklam japonsinemasi@gmail.com JAPON SİNEMASI SOSYAL AĞLAR www.japonsinemasi.com facebook.com/japonsinemasi twitter.com/japonsinemasi issuu.com/japonsinemasi

Psikolojik-karanlık tema etrafından şekillendirdiğimiz Japon Sinema E-Dergimizin 5. sayısının ‘‘Sinema Dosyası’’ bölümünde Japon Sineması’nda adından serseri ve gölge savaşçısı rolleriyle söz ettirmiş usta oyuncu Tatsuya Nakadi’ye özel bir dosya açarken; bilim-kurgu çalışmaları ve Ghost in the Shell filmi ile tanıdığımız yönetmen Mamori Oshii’yi ele alıyoruz. Japon Bilim-kurgu Sinemasının özgün animasyon filmlerinden Metropolis ve Ne-Tokyo’yu sizlere yazarken bu filmlerin yanında psikolojik bir aşk hikayesi Villon’s Wife’a yer veriyoruz. Sinema dosyasının listeler kısmında ise bu ay en iyi 10 kadın sinema oyuncusu, en iyi 10 bilim-kurgu filmi ve birbirinden sarsıcı Japon belgesel filmlerine tanıtıyoruz. ‘‘Anime-Manga Dosyasında’’ anime müziklerindeki karanlık-psikolojik geleneğe, MangaDenizi ile manga yayını üzerine yaptığımız röportaja, çok okuyan Japonya’nın light novel kültürüne yer verirken; kültürel sanatsal birikimi ile izleyic iyi büyüleyen Ergo Proxy serisine, dört Japon yazarın imzasını taşıyan melankolik Aoi Bungaku (Mavi Edebiyat Öykülerine) ve psikolojik-siberpunk anime serilerini üreten anime stüdyolarına ışık tutuyoruz. Bunların yanında bu ayki anime listemizde psikolojik-gerilim türünde 10 anime serisini okuyucuya tanıtıyoruz. ‘‘Japon Kültürü Dosyası’’ bölümünde Awa Dans Festivaline, Japonya’daki evcil hayvan bakımına, Japon insanın bunalım ve intihar olaylarına ve Tokyo’nun tapınak bölgesi Asakusa’yı anlatıyoruz. ‘‘Japon Edebiyatı Dosyası’’ bölümünde Japon edebiyatının dört önemli yazarı Ryunosuke Akutagawa, Osamu Dazai, Yukio Mişima ve Yasunari Kawabata’ya yer verirken öneri bölümümüzde 3 kitap tanıtımı ile yazarlara ve çevirmenlerine destek olmayı amaçlıyoruz. ‘‘Japon Kültür Etkinlikleri Dosyası’’ bölümünde Antalya 2016 Expo: Japon Esintisine, Suzuki Mohri ile Shodo Atölyesi ve Anime/Manga Hikaye Yarışmasına haber olarak yer veriyoruz. Desteğini bizden esirgemeyen tüm okurlarımıza teşekkür ediyor ve yeni sayıda buluşmak dileklerimizi iletiyoruz. Gökhan Kuloğlu JAPON SİNEMASI


4

JAPON BİLİM-KURGU SİNEMASININ KARANLIK DEHLİZLERİNDEN 10 FİLM

7

JAPON SİNEMASININ MUUZUNDAN KISAYA JAPON SİNEMASINDA 16 17 HALİF YÜZÜ: T. NAKADAİ JAPON FİLM FESTİVALLERİ EN İYİ 10 KADIN OYUNCU

TEZUKA’NIN 18 OSAMU METROPOLİS’İ

21 ÖYKÜSÜ:VİLLON’SWİFE

23 JAPON BELGESEL FİLMLERİ

25

KARANLIK FİLMLERİN EFENDİSİ: MAMORU OSHİİ

30

BİLİNMEKLİKTEN DOĞAN KORKU: NEO-TOKYO

32

ANİME MÜZİKLERİNİN KARANLIK DÜNYASI

35

MANGA ÇEVİRİLERİ ÜZERİNE BİR RÖPORTAJ

39

JAPONYA’NIN RESİMLİ OKUMALIK: LİGHT NOVEL

40

DÜŞÜNCEDEN UYANIŞA: ERGO PROXY

42

PSİKOLOJİK-GERİLİM TÜRÜNDE 10 ANİME

45

MELANKOLİNİN EVRENİ: AOİ BUNGAKU SERİSİ

49

KARANLIK ANİMELER VE KARANLIK STÜDYOLAR

53

RİTİM, ŞARKI VE DANS: AWA DANS FESTİVALİ

54

EVCİL HAYVANLARA AİT BİR DÜNYA: JAPONYA

55

JAPONYA’NIN BEYAZ DOSYASI: İNTİHAR

56

TOKYO’NUN TAPINAK BÖLGESİ: ASAKUSA

59

JAPON EDEBİYATININ 4 YAPRAKLI SİYAH YONCASI

64

OKUNMASI GEREKEN JAPONYA KİTAPLARI

65

2016 EXPO ANTALYA: JAPONYA ESİNTİSİ

65

SUZUKİ MOHRİ İLE SHODO ATÖLYESİ

65

ANİME-MANGA HİKAYE YARIŞMASI

HUZURA EREMEMİŞ BİR AŞK

BİRBİRİNDEN ETKİLEYİCİ

3


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

JAPON BİLİM-KURGU SİNEMASININ KARANLIK DEHLİZLERİNDEN 10 FİLM Yazar: Gökhan Kuloğlu Çoğumuzun zihninde samuray, yakuza, korku ve romantik-dram filmleriyle yer eden Japon sinemasında farklı türlerde de başarılı filmler görmekteyiz. Bu türlerden içinden bilim-kurgu filmleri de Japon sinemasında önemli yer tutmakta. En karanlığından en çılgınına, 10 Japon bilim-kurgu filmini listeledik. 2. Meat Ball Machine, Yudai Yamaguchi (2005) Yönetmenliğini Yudai Yamaguchi’nin yaptığı 2005 yapımı Meat Ball Machine filmi, fabrika işçileri olan Yoji ve Sachiko arasındaki arkadaşlık zamanla büyüyerek bir sevgiye ve aşka dönüşür. Birgün dünyayı işgal eden uzaylı yaratıkların saldırısına uğrayan ikiliden Sachiko esir alınır ve uzaylılar tarafından şiddet görür. Sevdiği kız uzaylılar tarafından esir alınan Yoji, Sachiko’yu kurtarmak ve için uzaylılarla amansız bir savaşa girecektir. 1. Akira – Katsuhiro Otomo (1988) Usta yönetmen Katsuhiro Otomo’nun yönetmenliğini yaptığı 1988 yapımı Akira animasyon filmi, 2019 yılında yaşanan Dünya Savaşı esnasında ne olduğu bilinmeyen esrarengiz bir silah Tokyo’yu yerle bir etmiştir. Bu yıkımın üzerinde 30 yıllık süreçte eski Tokyo’nun yerine inşa edilen Neo-Tokyo, teknoloji çağının tüm gerekliliklerini yansıtmaktadır. Bu Neo-Tokyo’ya rağmen mafya ve terör örgütleri şehrin derinlerine sızarak eylemlerine devam etmeleri üzerine şehirde yeniden bir kaos ortaya çıkmış ve bu kaosu engelleyecek hiçbir yol kalmamıştır. İnsanoğlu ya direnecektir ya da bu duruma karşı teslim olacaktır.

4


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

3. The Machine Girl, Noboru Iguchi (2008) Yönetmenliğini Noboru İguchi’nin yaptığı 2008 yapımı The Machine Girl filmi, Ami adındaki genç ve başarılı bir lise öğrencisi okuldan sonra spor salonunda egzersizler yapmaktadır. Ami’nin okulu dışında en çok sevdiği şey ise erkek kardeşidir. Bir yakuza çetesi tarafından rehin alınan erkek kardeşi Ami’nin gözleri önünde öldürülür. Acıya dayanamayan Ami yakuzalara saldırır ve mücadele sırasında kolunu kaybeder. Kaybettiği kolunun yerine makineli tüfek takan Ami, kardeşinin intikamını almak için suçluların peşine düşer.

5. Ghost in the Shell, Mamoru Oshii (1995) Yönetmenliğini Mamoru Oshii’nin yaptığı 1995 yapımı Ghost in the Shell filmi, 2029 yılında insanların yarı makineleşmeye başladıkları bir dönemde, rakiplerin-düşmanların beyinlerine girerek bilgi çalmanın kolay hale geldiği bir evreni konu alıyor. Kukla ustası kod adını kullanan bir hacker, üst düzey bilgilere ulaşması üzerine devlet onu bulması ve ortadan kaldırması için özel-gizli bir örgütü görevlendirir. Makineler ve canlılar arasındaki farkları incelerken gelişen teknoloji ile ruhlarını kaybetmeye başlayan, canlılıklarını sorgulayan karakterlerin hikâyesisizleri bekliyor.

4. Panic in High School, Sogo Ishii (1978) Yönetmenliğini Sogo Ishii’nin yaptığı 1978 yapımı Panic in High School filmi, üniversiteye giriş sınavlarını kazanmak için hazırlanan lise öğrencilerini konu alıyor. Üniversite sınavına hazırlanan bir sınıfta, artık baskılara dayanamayan bir kız intihar eder ve herkesin huzuru bozulur. Öğrenciler arasında artan tedirginlik zamanla öğretmenlere kuşkulu-suçlayıcı gözlerle bakmaya başlarlar. Japon eğitim sistemi üzerinden başarılı olmayacağına kanaat getiren ve intihar eden bir öğrencinin diğer öğrenciler üzerinde yarattığı panik havası ve öğretmenleri arasında yaşanan olaylar sizleri bekliyor.

6. Tetsuo the Iron Man, Shinya Tsukamoto (1989) Yönetmenliğini Shinya Tsukamoto’nun yaptığı 1989 yapımı Tetsuo the Iron Man filmi, kısmen metale dönüşmüş bir adam ile uçuk kaçık bir kadının öyküsünü parçalı bir anlatımla ele alıyor. Metal fetişzm ile başlayan ve yaşanılan bir araba kazası sonucu yüzüne metal çubuk giren bir adamın vücunda büyüyen bu metalin zamanla vücudunu ele geçirmeye başlamasıyla hayatında her şey değişir. Metal bir vücutla Tokyo’nun sokaklarında bir kadın ve adamı kovalamaya başlar.İzleyiciyi birbirinden çılgın aksiyon sahneleri ile bombardımana tutan film, şiddet ve deneysellik sevenlerin listesine ekleyeceği türden bir film.

5


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

7. The Face of Another, Horishi Teshigahara (1966) Yönetmenliğini Horishi Teshigahara’nın yaptığı 1966 yapımı The Face of Another, Japon bilim-kurgu sinemasının kült filmlerinden. Bir kaza sonucu yüzü tanınmayacak ve hatta korkulacak hale gelen Okuyama adında bir adam, toplum içerisine çıkabilmek için yüzüne özel bir maske yaptırmaya karar verir. Ve Dr. Hira’ya yüzüne uygun özel bir maske yaptırır. Yeni bir daire kiralar ve kendine yeni bir hayat kurar. Ancak bu maske zamanla onun kişiliğinde farklı hareketlenmelere ve davranışlara sebep olacaktır.

9. 20th Century Boys, Yukihiko Tsutsumi (2008-2009) Yönetmenliğini Yukihiko Tsutsumi’nin yaptığı 2008-2009 yılları arasında 3 seri halinde çekilen 20th Century Boys filmi, 30’lu yaşlarında bir grup arkadaşın çocukken uydurdukları ve çoktan unutmuş oldukları dünyanın sonuna dair bir takım kehanetlerin ve sembollerin ‘’Arkadaş‘’’’ adı verilen gizemli bir tarikat tarafından kullanılmakta olduğunu fark ediyor. Bu kehanetin ne olduğunu öğrenmek amacıyla bir araya gelerek çocukluklarına dönmeyi göze alan arkadaşların hikayesini konu alıyor.

8. The Clone Returns Home, Kanji Nakajima (2009) Yönetmenliğini Kanji Nakajima’nın yaptığı 2009 yapımı bilim-kurgu filmi The Clone Returns Home filmi, görev sırasında hayatını kaybeden Kohei Takahara adındaki bir astronotun bilim adamları tarafından yasal olarak klonu üretilir. Bilim adamları klon ile birlikte Kohei’ye benzer yeni bir insan yaratmayı amaçlarken klon, Kohei’nin çocukluk anılarını hatırlamaya başlar. Zamanla Kohei’nin anılarından yola çıkarak kendisinin onun klonu olduğunu anlar ve onun trajik hayatındaki kırılma noktalarını, anılarını ve annesiyle birlikte geçirdikleri zamanları hatırlamaya-yaşamaya başlar. Ve hafızasından yola çıkarak Kohei’nin anılarını izini sürmeye başlar.

10. Returner, Takashi Yamazaki (2002) Yönetmenliğini Takashi Yamazaki’nin yaptığı 2002 yapımı Returner filmi, yaşanılan yabancı işgalini durdurmak için kurul tarafından seçilen Ann Suzuki adındaki genç bir kadın 2084 yılından 2002 yılına gönderilir. Dünyaya gelen Suzuki, burada kendinden daha önce gelmiş ve mücadele vermekte olan Miyamoto adından bir adamla karşılaşır. İlk zaman birbiriyle anlaşamayan ikili zamanla birlikte saldırganlara karşı savaşmaya başlarlar. Eğer başarılı olamazlarsa insanlık topyekun uzaylı istilası ile karşı karşıya kalacaktır. Miyamoto adındaki bir katil ile birlik kuran Suzki dünyanın sonunun gelmemesi için zamana karşı yarışacaktır.

6


JAPON SİNEMASI DOSYASI

JAPON SİNEMASININ MUHALİF SERSERİ YÜZÜ: TATSUYA NAKADAI

japonsinemasi.com

Yazar: I. Sara Smith Çeviri: Cihan Yavuzcan

“Hollywood’un yeni savaş sonrası dönem oyuncuları gibi, monolitik savaş dönemi ideallerinden uzak, çok yüzlü ve değişken bir erkeksilik sundu” Rüzgarlar bile onu selamlar; toz bulutları bile onun tehditkar çekicliğinden korkmuşçasına başka taraflara eser. Etkileyici bir biçimde kameraya gülümser, saç topuzunu Tony Curtis’in geriye taranmış saçı gibi ayarlar, ekose atkısı çizgili kimonosunun üstünde gelişigüzel bağlıdır. Bu kimononun katlarından çıplak kolu adeta sepetinden çıkan bir yılan gibi kıvrılır ve bir tabanca doğrultur. Yönetmen Kurosawa, Yojimbo filminde, Tatsuya Nakadai’nin haydut Unosuke’yi bir yılanın etkileyiciliğiyle oynamasını ve Toshiro Mifune’nin oynadığı kaba yontulmuş kahramana uyumunu filme aldı. Nakadai, Mifune ile kıyasta “küçük bir çocuk” gibi hissettiğini mütevazi bir biçimde dile getirse de Kurosawa onları birbirlerine uygun rakipler olarak görmüştür. Nakadai’nin akıcı olduğu yerde Mifune boğuk, kıvrak olduğu yerde Mifune sağlam ve muammalı olduğu yerde Mifune dolaysızdı. Yılan ve ipek görüntüsünün birlikteliği yerinde olmuştur ve Nakadai uzun kariyeri boyunca eşsiz bir esneklikte, hem kırılgan hem de dayanıklı ama daima büyüleyici olduğunu kanıtlamıştır.

Yojimbo,1961

duğunu belirtmişti. Tiyatroda eğitim alan Nakadai, performansı tekniğe düşkün bir kendini geri planda tutma ve detaylara titizlikle dikkat etme ile şekil almış disiplinli bir sanatçıdır. Bunların yanı sıra usul öğrenmiş ve filmlerine bir enerji patlaması, içsel bir çatışma ve duygusal bir boşluk getirmiştir. Vaktini sahne ve ekran, günümüz ve dönemin filmleri arasında bölüştürerek, natüralizm ve üsluplaştırma, kamera odaklı minimalizm ve abartılı tiyatroculuğu değiştirmiştir. Belirgin bir stil ya da karakterde durmayı reddedip yönlü bir tarz oluşturmuştur. Baştaki modern kıyafetli rolleri genellikle güçsüz ya da yaralı adamlara kullanılmışsa da akıcılığı ve duygululuğu kaya gibi sağlam iradesini ve Onunla çok yakın bir dostluğu olan Yönetmen Masaki acımasız katil içgüdüsünü sergilemekten alıkoyKobayashi, Nakadai’nin yeteneklerinin Japonya’nın mamıştır. Hollywood’un yeni savaş sonrası dönem eski, 2. Dünya Savaşı öncesindeki nesil ile savaştan oyuncuları gibi (Clift, Brando, vb.) monolitik savaş sonraki genç nesilin nitelikleri arasında tecrübeye ve dönemi ideallerinden uzak, çok yüzlü ve değişken toplumsal değerlere dayalı geniş bir köprü oluştur- bir erkeksilik sunmuştur.

7


JAPON SİNEMASI DOSYASI Nakadai’nin beyaz perdeye ilk çıkışı 1952’de biten Amerikan Darbesi’nden bir yıl sonra oldu. Savaş boyunca, Japon film yapımcıları sadakat, vazife ve kişisel fedakarlığın feodal değerlerini ön planda tutmaya zorlansalar da Amerikan yönetimi altında bunları göstermeleri yasaklanmış ve demokrasi ile bireysel hakları göstermeleri söylenmişti. Sinema bu iki rejimden kurtulduğundaysa; Japon tarihi, gelenekleri ve içinde bulundukları durumun kuşkuyla incelenmesi için bir temel hazırlamıştır. Uyum sağlayışı ve eşsizliğinin harmanıyla Nakadai, bu değişken ana uyum sağlayabilmiş ve Japon sinemasının tartışılmakta olan ana temasına yönelik çeşitli bakış açıları sergileyebilmiştir: Birey ve toplum arasındaki ilişki, kişisel çıkarlar arasındaki ilişki, insani duygular (ninjo) ile yükümlülükler arasındaki ilişki ve toplum (giri) tarafından dayatılan sadakat gibi. Gerek mualifleri veya haydutları canlandırırken, gerek

japonsinemasi.com mafya başrolünü verip keşfettiği Tatsuya Nakadai’yi, bu alter egosunu oynaması için seçer. 1932’de doğan ve öğrencilere imparator uğruna ölme onurunun aşılandığı dönemde büyümesi sebebiyle Nakadai, yönetmenin anti-otoriter doğasını paylaşmıştır (“Şimdi bile Japonya’da” diyerek başlayan aktör, 2008’deki Film Forumu’nda “Yeterince özgürlüğe sahip değilsiniz” demiştir) ve aynı zamanda Yönetmen Kobayashi’nin sabırla kendi performansını şekillendirmesine izin vermesine minnettar olmuştur. Yorucu 4 yıllık The Human Condition çekimleri onu yıldız yapmıştır. 10 saatlik filmin her yerindedir ve kişiliği görevinden daha fazla sıkıntı ile karşılaşmıştır: Dayak, açlık, kavga, zoraki marşlar ve çözümsüz ahlak ikilemleri. Nakadai’nin yirmilerinde Fuji Dağı’na tırmanırken sırtında “herkesin şaheserleri” adında bir yükü taşıyormuş gibi hissettiğini söylemesi, şaşılacak bir şey değildi.

Black River, 1957 sistem adına çalışanları canlandırırken performansı, kültürel değerlerin gücünü ve tarihi kurguyu, karakteri reddetse bile yansıtabilmiştir. “Onu saran bireydeki tarihi kurguyu keşfetmeyi istiyorum.” – Masaki Kobayashi Kobayashi’nin yaşamı ve filmleri otoriteye karşı direnişi ile şekil almıştır. Manchuria’da altı yılını Japon ordusunda asker olarak geçirmiş ve “insan şerrinin nihai raddesi” olarak nitelendirdiği ordu ve savaşa protesto olsun diye er rütbesi üzerine terfiyi reddetmiştir. Kobayashi bu deneyimlerini epik üçlemesi The Human Condition (Ningen no Joken, 1958-1961) filmine kanalize ederek değerli bir hümanizm belgeseli ve sinemanın gerçek isyankar kahramanlarından birini yaratmıştır. “Filmdeki Kaji, benim” diye belirtir ve Tokyo’da bir dükkan çalışanıyken Black River (Kuroi Kawa, 1957) filminde 8

The Human Condition, 1959 The Human Condition bireyi ezen ve değersizleştiren, geniş ve detaylı bir portredir. Kobayashi yalnızca otoritedekiler veya hiyerarşik kültürün gösterdiği adaletsizlikleri değil, aynı zamanda insanın kişiliğine olan etkilerini de göstermiştir. İkiyüzlülük, zorbalık, kincilik ve empati yoksunluğu gibi. İnsanlığın diğer yüzü ise Kaji’de yoğunlaşmıştır: Adalet, özgürlük ve şerefe yönelik hatırı sayılır bir kendini adayış. Bir aktörün altından kalkması


JAPON SİNEMASI DOSYASI ağır bir yük ve bir ilah olmadıkça başarılması zor bir iştir (1960’da soğukkanlı Unosuke’yi oynayıp bir ara vermesi kendi için iyi bir seçim olmuş) Ahlak algısı sanki sinir uçlarında toplanmıştı; çaresiz bir tutku ve karşı konulmaz bir biçimde kendini başkaları için feda etmiştir. Asla tamamen sert olamadığından, onu tanımlamaya çalışan izleyici de ekrandaki sonu gelmeyen korkular karşısında kendini sert bir tavra sokamaz. İzleyenlerin ilgisini 10 saat boyunca çekebilmek için, Kaji’nin sevilebilir bir karakter olması gerekirdi ve bununla birlikte Kobayashi, insanlığın en erdemli yönlerini yok ederek kendi savaş vizyonunu pekiştirmek için Nakadai’nin yürek dağlayıcı güzelliğini kullanmıştır. Kaji idealleri olan ama faydasız bir liberal olarak karşımızda ve onursuz olarak bilinen bir iş yaparak şerefini geri kazanmaya uğraşıyor. Çürük çıksın diye bekliyor ve şartlarını daha insancıl yöntemlerle iyileştirebilme umuduyla Manchuria’da bir madende iş denetimcisi olarak işe başlıyor. Burada öğreniyor ki Çinli köleler harcanabilir işçiler olarak muamele görüyor ve kendini Çinli işçilerin kaçmalarını engellemesini ve onlardan daha fazla iş gücü elde edebilmek için zorlamasını isteyen üstleriyle, bir Japon’a güvenmeyi reddeden ve Kaji’yi suçlayan Çinliler arasında buluyor. “Öbürlerinden daha iyi olma” hedefiyle kendisini neden bu kadar zorladığını bir türlü anlamayan karısından bile uzaklaşmaya başlar. Filmler boyunca daha sert ve daha farkına varmış bir tavır almaya başlamasıyla, bir işe yaramayacakken bile konuşmasındaki ısrarcılığının düşüncesiz bir saflık değil de isteksizce dahil olduğu kötülüklere rağmen kendine olan saygısını bir koruma yöntemi olduğu, daha anlaşılır oluyor. Ningen no Joken, “insanlığın (genel) vaziyeti” anlamından çok “(belirli) şartlar altında insan olan” anlamına gelir. Eşine o yedi idama mahkum edilmiş Çinli tutsağı neden kurtarmak istediğini “Eğer bunu yapmazsam, ben artık insan değilim.” sözleriyle açıklamıştır.

japonsinemasi.com arayarak “batı kitapları” okumaya başlar ve bir ordu polisinin hoşnutsuzlukla belirttiği Sovyet Birliği, özgürlük ve eşitlik sunuyormuş (Bir Sovyet savaş esiri olduğunda bu fikrinden dolayı yadırgandı ve duygusuz Rus nöbetçileri onu “faşist samuray” olarak andı). Hatta bazı soydaşlarıyla el bile sıkışmıştı ki üstleri onlara vursa bile askerlerin eğilmeleri gerektiği bir dönem için oldukça güçlü jestti.

The Human Condition III, 1961

The Human Condition’dan sonra Kobayashi, Batı stili gerçekçilik ile gidebileceği yere kadar gittiğini hissetmiş ve geleneksel Japon estetiğine derin bir biçimde bağlanmıştı. Jidai-geki (eski dönem tarihi) filmlerinde feodal baskının sert kınamalarını, basit ve formal bir güzellik ile harmanlayarak ani duygular ile dingin ritüel arasında bir çekişme yaratmıştı. 17. yüzyılın başlarında geçen şaheseri Harakiri (Seppuku, 1962) filminin en bilinen sahnesi, töresel intihar için hazırlanmış bir klanın avlusudur. Hanshiro Tsugumo (Nakadai) orta yaşlarda elinden çok iş gelmeyen bir ronin (efendisiz samuray), hafif yükseltili küçük bir platformun ortasında, siyah pelerini yerdeki beyaz kumlara karşı zıt bir biçimde hatlarını çevreleyerek oturmakta. İyi adlı klanın üyeleri, sıra halinde, heykel gibi hareketsiz oturmaktalar. Bu ürpertici seremoni sahnesi ve onun etkisinden kopuk bir biçimde, bilinen onurlu yöntemlerle kendini deşmesi beklenirken, Tsugumo çevresindekileri hem hayat hikayesini hem de aynı avluda damadını intihara zorlayan klana karşı olan öfkesini dinlemeleri için zorlar. Harakiri’nin Ne yazık ki onları kurtaramaz ve bu masum insanların yalın ve simetrik kompozisyonu, feodal dünyanın zalimsamuray kılıcı ile kafalarının koparılışını izlemeye zorlanır. Bu idam sahnesini Nakadai’nin ter ve korku dolu suratından izliyoruz. Ortamın gerginliği gitgide artar ve gözümüzün altında bir seğirme meydana gelir, ta ki kahramanımız kendine gelip idamı durdurarak kendi ölüm fermanını yazana kadar. Cezası ise asker olmaktır. Yetenekli ve disiplinli bir erdir ama ordunun vahşetinden nefret eder. Üniformasının içinde bile inatla çizginin dışında kalmayı sürdürür, sürekli üstleriyle mücadeleye girer ve çatışmaların hoş karşılanmadığı bir kültürde Harakiri, 1962 hesap verilmesini talep eder. Japonya dışında çözümler

9


JAPON SİNEMASI DOSYASI liliğini gözler önüne serer ancak Kobayashi, bu geleneksel yapıdan hoşlandığını belirtir; güç ve güzelliğin yanı sıra sertliği içerdiğini söylemiştir. Tsugumo’nun kendisi dik, zarif yapısı ve ciddi, ruhsuz tavırları ile 1960’larda meşhur olan dağınık ve isyankar ronin kahramanlardan açık ara farkla tam bir savaşçı idolüdür. Nakadai için Tsugumo rolü, değişik zorluklar yaratmıştır. Çekim zamanının büyük bir kısmını diz çökerek geçirmiştir ki fiziksel açıdan yorucu olan bu durağan performansı devam ettirebilmek için bütün gücüne ve karizmasına ihtiyaç duymuştu. Diyaloglar ise doğal bir biçimde aktarılması zor, eski tarz bir ortaoyunu havasında yazılmıştı. Bir büyükbaba rolündeydi ve yalnızca otuz yaşındaydı. Tabii bunların hiç biri onun performansında doğrudan görülmedi, hepsi onun sıradışı disiplinliliği ve konsantrasyon gücünün ardında kalmıştı. Onun yıpranmış tavrı, sakin saygınlığı ile değişmez amacını ve aynı zamanda kaybedecek bir şeyi kalmamış, üzüntüsünü

japonsinemasi.com Ironik bir biçimde, intikamı yalnızca sembolik olmuştur: Chijiwa’nın ölümünden sorumlu üç klan üyesinin saç topuzlarını kesip gururla savurmak ve son olarak klanın atalarının zırhını devirmek. Başarısı ne yazık ki kayda geçmedi, çünkü zırh eski haline döndürüldü, Tsugumo’nun kurbanları ise hastalıktan öldü diye duyuruldu ve klan günlüğüne “önemli bir şey yaşanmadı” diye yazıldı. Kötümser olmadığını açıklasa da Kobayashi sürekli bireysel isyanın faydasızlığına değinmiştir. Tek başına hareket eden ve kendine zarar bir şiddete sahip kahramanları, ahlak zaferleri elde etmekten öteye gidememişlerdir. Mualifler içinde bulunduğu toplumu ne değiştirebilir ne de kendini ondan ayırabilir. Bushido’nun zalimliğini protesto etse de Tsugumo önceden karar verildiği gibi bir biçimde hayatına son verilmiştir. Kaji ise “Japon olmam benim hatam değil ama en büyük suçumdur” şeklinde söylemiştir. Buna rağmen Kobayashi’nin kahramanları arasında, kahramanımsı aksiyonun özüne en çok direniş

Harakiri, 1962 bastırmış bir adamı yansıtıyor. Sert samuray duruşu, sevilesi duygusallığı için bir aracıdır ve Nakadai’nin kem gözleri çevresindeki soğuğu, insanlığı derinlere gömülmüş dinleyenlerine konuşurken, yakmaktaydı. Nihayetinde şiddete başvursa da ilk planı, düşmanları ile anlaşabilmekti. O yere göğe sığdırılamayan samuray yasalarının bir hiç olduğunu söyleyip damadının kendi onurundan öte ailesine değer vermesini övmüştür. Eşi ve çocuğu hastalandığında çaresizce para ararken Chijiwa, kılıçlarını satar. Klandakiler bunu onursuz bir davranış olarak görürler, çünkü bir samurayın kılıcı onun ruhudur ve Chijiwa’yı taşıdığı bambu kılıcıyla kendini deşmesine zorlayarak cezalandırmışlardı. Tsugumo onun kendi kılıçlarını satmayı asla aklından geçirmediğini fark ettiğindeyse, sevdiklerinden çok bu beş para etmez yasalara bağlı kaldığı için kendini suçlamıştı.

10

gösteren ve radikal açıdan en kararsız kahramanı, Kaji olmuştur. Savaşlarda adamlarını kendilerini feda etmemeleri için uyarır ama onlar “teslim olmak yerine ölmek” anlayışına fazlasıyla şartlanmışlardır. İyi bir şeyler yapabilme imkanına olan inancını yitirmeye başlamışken, ne olursa olsun hayatta kalması gerektiğine karar vermiştir ama sonunda kötülüğe karşı sert bir tavır takınmıştır. Savaş esiri arkadaşlarından Kirihara’nın bir kızı tecavüz etmesi ve Kaji’nin korumaya çalıştığı birinin sadist bir biçimde ölmesine sebep olduğundan onu zincirle ölümüne dövmüştür. Kirihara korkup özür dilese bile Kaji “Senin gibi bir pislik ölmeyi hakediyor” diye yanıt vermiştir. Engelleyemediği bütün yanlışların öfkesini tek bir kişiden çıkarmış ama bu acımasız hamlesi aynı zamanda acı ve işlemek zorunda kaldığı suçlardan kemirilen kişiliğinin sonu olmuştur. Vahşi doğada çok düşük bir hayatta kalma şansı olduğunu bilerek kamptan kaçma-


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

ya karar verir ve hala evine, karısına dönmekte olduğunu hayal ederek karların üzerinde tek başına ölmüştür. Geçmiş yılların yıkıcılığının kanıtı olan The Human Condition, Japonya’da fazlasıyla popüler ve izleyiciler Kaji’yi çok sevmişti. Son filmin çıkışından önce bir çok izleyici, mektuplarında Kobayashi’ye kahramanımızı öldürmemesi için yalvarmıştı. Ancak yönetmen, kendi ülkesini reddedip Sovyet Birliği’ne kaçan Kaji’nin ölümünün, savaş sonrası Japonya’ya bir ilham, bir yeniden diriliş sembolü ve barış dolu bir gelecek sağlayacağını düşünmüştü. “En eski zamanlardan beri içinde yaşadığımız dünyanın bize ihanet ettiğini düşünmüştüm” – Mikio Naruse 50’ler ve 60’ların bir çok filmi Japonya’yı yenilgiden ve fakirlikle birlikte bir alıkonmadan çıkmış; karmaşa, kaygı ve bir hiçlik ile hastalanmış bir biçimde resmetmiştir. Geleneksele yönelik kısıtlamaların ve ayrıca zorlamaların etkisi, özellikle kadınlar üzerinde oldukça ağırdı ve Amerikan etkisi vatandaşları bencil, düşüncesiz ve anlamsız davranışlara yönlendirmekteydi. Geçmiş hiç bir şekilde kaçılamaz veya tekrar elde edilemez; reddedilemez veya üstü kapatılamaz. Naruse’nin When a Woman Ascends the Stairs (Onna ga Kaidan o Agaru toki, 1960) filminde Nakadai, taralı saçları ve belirgin takım elbisesi ile güncel modayı takip eden bir bekar gibi karşımıza çıkıyor ve ofisi Amerikalı film yıldızlarının resimleri ile dolu. Ancak oynadığı karakter Komatsu, iş bilir, sokak modasında ve birazcık terbiyesiz bir bar işleticisidir. Keiko (Hideko Takamine) ise barın baş hostesi ya da

When a Woman Ascends the Stairs, 1960 “mama-san”ıdır ama işi gereği de olsa içmekten ya da flört etmekten nefret eder, müşterilerini gülümsemeler ve iltifatlarla kurnazca savuşturur. Sevdiği biri vardır, bir bankacı ve evli olan Fujisaki, ama ölen eşinin vazosunun içine koyduğu mektupta da yazdığı gibi tutmuş olduğu bir daha asla sevmeme sözüne sadıktır. Bu hamlesi ile Komatsu’yu fazlasıyla etkilemiş ve hatta o kadar çok

When a Woman Ascends the Stairs, 1960 merak etmiştir ki cenazeyi yöneten rahibi bulup bu anlatılanların gerçek olup olmadığını sorgulamaya kadar gitmiştir. Beş senedir namusunu korumasından ötürü iradesine hayran kalan Komatsu ona asla dokunmamaya yemin etmiştir ama buna yönelik öfkesini dindirmek için başka hostesleri ayartmıştır. Bir tanesi işinde o kadar profesyoneldi ki, “hoşlandığım erkeklerden para talep ederim” diyerek ardından para bile istemiştir. Ginza’daki diğer hosteslerin aksine Keiko, dürüst ve kendine saygısı olan biridir. Sıradan ama hoş kimonolar giyer, sade bir saç stili vardır, aile yükümlülüklerine bağlıdır ve dul annesi ile bir işe yaramaz kardeşine destek olur. Herhangi bir art niyeti olmadan ona arkadaşça davranan tek erkek, Komatsu’dur ve sözünü etmese de gayet belli olan sevgisini yok sayarak onun desteğine ihtiyaç duyar. Arzuları nadir de olsa ilgisiz tavrından dışarı taşar. Keiko’ya ahlak anlayışının yerinde olmadığını söylediği ve onun öfke dolu bir bakışla karşılık verdiği o acı dolu sahneden sonra Komatsu, duygularını ofisinde ipten sarkan bir oyuncak bebeğe sertçe vurması ile ifade ediyor. Bu acınası küçük davranış, Naruse’nin günümüz erkeklerinin etkisiz, kendilerine fazla değer verilerek kültür ile şımartılmış ve kendi kısıtlı hayal güçlerinde hapsolmuş olduklarını yansıtmaktadır. Ancak Komatsu, Keiko’nun cimri, duygusuz ve güçsüz iradeli müşterilerinden farklıdır. Komatsu’nun yaşam tarzı ve fikirlerindeki çatışma Keiko’nun ikilemini yankılar; ikisi de duygularını bastırmaya zorlar ve aşksız bir yaşamı kabul eder. Komatsu’nun Ginza’ya has kinciliği, istisna olduğunu düşündüğü tek bir kadına inancını arttırmaktadır. Ancak onun da sonunda güçsüzleştiğini öğrenince – Keiko sarhoşken, ailesi ile birlikte aceleyle Osaka’dan ayrılan Fujisaki ile bir gecelik bir ilişkiye razı olması – Komatsu çok kötü bir biçimde kendinden geçmişti. Önce bütün saygınlığını yitirdiğini söyleyerek onu suçladı ve ardından evlenmesi için yalvardı (“Birbirimizi çok iyi tanıyoruz” diyerek reddedildi) ve sonunda onun gerçekten Fujisaki’yi sevdiğini fark etti. Keiko’nun hatası, ucuz olmak ya da şehvet değil, kendisininki gibi güçlü bir duyguya sahip olmasıydı. Komatsu’yu son olarak kendi barınıaçan

11


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI bir profesyonel ile bir barmen olarak çalışmak istediğini söylerken görüyoruz. Onu hep hafiften melankolik gördük ama şimdiyse kırılmıştı; idealindekini kaybetmesi onu ve yaşamını boş ve kirli bırakmıştı. Keiko ise aksine, ruhsuz bir teslim olmuşlukla hayatına devam edip kişiliğini uçlarda, hayal kırıklığı ve aşağılanma ile idame etmektedir. Nakadai film oyunculuğunu Naruse ve Takamine’den öğrendiğini söyler. Yönetmenin tarzı sahne eğitimli bir aktör için uygun olmalıdır. İki aktörlü sahnelerde genellikle diyalogları ayrı ayrı çekip birleştirmişti. Oyuncuları ile motivasyon konuşmaları yapmayı reddetmişti (bu yöntem Ozu ve Mizoguchi tarafından da uygulanmıştı) ama Nakadai bunu acı verecek derecede sinir bozucu buluyordu. Ancak Naruse’nin kısıtlama ve doğallığa yönelik beklentilerine tarz, minimallik ve istenilen bir performans katarak adapte olabilmiştir – taklit etme, yalnızca ol. Yalnızca istekli bakışlarla Takamine’yi takip ederkenki yavru köpek gözleri Komatsu’yu ele vermiştir. Onun Keiko ile sondaki karşılaşmasında, saklı olan duygularını açma şansı elde etmiştir ama hedefini bulamamıştır. Naruse karakterleri için “azcık kıpırdasalar, heme duvara toslarlardı” diye söylemiştir. Kon Ichikawa’nın Conflagration (Enjo, 1958) filmi savaş sonrası Japonya’yı daha sert bir biçimde sergiliyor ve ana karakterimiz ideallerini yok eder ama onlar onu önce yok etmiştir. Mizoguchi (Raizo Ichikawa), kendinden şüphe eden, kekeleyen, kaba ve baskıcı bir anne tarafından eziyete uğrar. Küçük bir çocukken, babası aklına saf ve üstün bir güzellik sembolü yerleştirmiştir: Kyoto’daki Altın Tapınak. Tapınakta yeni çalışmaya başladığı sıralarda Mizoguchi, tapınağın hem turistler (hamile bir Japon sevgilisi olan Amerikan askeri) hem de para ve kadın meraklısı rahipler (baş rahibin geisha metresi vardı) tarafından kirletildiğini görür ve temizliğini korumak gibi bir takıntıya girer. Ichikawa’nın tipik kara mizah dokunuşu ile, kahramanımız hamile kızın içeri girmesini engellediği sırada asker, sevgilisinin merdivenlerden yuvarlandığını görünce dehşete kapılır ve kızın düşük yaptığını öğrenince ise bir sorununun ortadan kalkmış

Enjo, 1958 12

olduğunu öğrenir. Mizoguchi tapınağı yaktığı sırada ise, bunu yalnızca orası kirlendiği için değil, aynı zamanda işe yaramazlık hissinin nihai bir ifadesi olur. Yukio Mishima’nın romanından esinlenilen film (tapınağın 1950’deki asıl yıkılışından da esinlenerek), güzelliğin anlamı ile ilgili Zen koanları ve aşılamaz teoriler ile doludur ama Ichikawa felsefeyi Mizoguchi’nin aşağılık kompleksini, materyalizmi ve savaş sonrası Japonya’yı etkileyen ikiyüzlülüğü açıklayarak psikoloji ve sosyoloji ile değiştirmiştir. Mizoguchi’yi sorgulayan polisler sürekli tapınağın yıkılmasının turist sektörüne olan etkisinden, yenilenmesi için gereken masraftan ve abartılı bir şekilde “ulusal hazine” olduğundan bahsetmekteler. Ichikawa “bina Mizoguchi’yi bastıran her şeyi simgeliyordu” diye belirtmiştir ve feodal sistemin dolaylı bir sembolü olduğunu söylemiştir.

Enjo, 1958 İyi niyetli ama güçsüz başrahip, Mizoguchi’nin olası varisi olduğunu düşündüğünden onu üniversiteye yollar. Orada onun tam zıttı ve tersinde davranan yumru ayaklı Tokari (Nakadai) ile arkadaş olur. Öfke ve kin dolu Tokari, aynı zamanda zeki ve Mizoguchi’nin sessiz olduğu kadar kendisini iyi ifade eden biridir. Sakatlığını umursamaksızın, kadınları ayartmada oldukça yeteneklidir. Başka satirik bir kara mizah örneği olarak, alımlı genç bir kadını güzelliğinden etkilenip de duvardan düşmesine neden olduğunu söyleyerek kandırmıştır ve kız suçlulukla onunla ilgilenip bacağına dokunana kadar acı içindeymiş gibi davranmıştır. Baştan çıkarıcı ve içi fesat Tokari, tapınakları “bombalamadan kurtulan binalar” olarak aşağılar ve Mizoguchi, Altın Tapınağı’n asla değişmeyeceğini söylediğinde ise, “Seni aptal! İnsanlar, tarih veya ahlak hepsi değişir” diye sertçe yanıtlar. İlk bakışta kinciliği zevkli ve öfkeli olan Tokari, sürekli Mizoguchi’nin saflığıyla alay eder ve hayallerini yıkmaya, kendi başına bir hiç olduğunu istekle kanıtlamaya uğraşır. O cesur havasının altında Tokari, kabullenebileceğinden daha çok arkadaşı gibi yalnız ve reddedilme korkusu ile doludur. İkinci kız arkadaşı onu “sakat” diye aşağıladığında, kırılganlığı histerik yanıtında açığa çıkmıştır. Kız ark-


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

adaşı bir ikebana (çiçek düzenleme sanatı) öğretmeni ve Tokari’nin yanıtlarından etkilenerek öfkelenmiştir ve Tokari de artık ona ihtiyacı olmadığını söylemiştir. Tokari yıkıcı olsa da Mizoguchi’den farklı, yalnızca çiçeklerle değil shakuhachi (bambu flüt ve eskiden Zen rahipleri tarafından bir çeşit nefes meditasyonu olarak kullanılan çalgı) ile de güzellik yaratabilme kapasitesine sahiptir. Tokari keyifle çalar ve bu saf, tarif edilemez ton Mizoguchi’yi Altın Tapınağı gördüğü zamanki gibi Daibosatsutoge, 1966 etkiler. Tam en can alıcı noktasında film, yana tapınak görüntüsünden Tokari’nin acıklı bir tonda flütü çaldığı gelir, içerik olmadan şekil alır, amaçsız hareket eder sahneye atlar, sanki yaşanan trajediyi hissedip ona eşlik ve kişiliği olmaksızın gururludur. edermişçesine, o kısa süreli müzik, antik yapının etkiNakadai, Teshigahara tarafından yönetilen ve Kobo leyici güzelliğinden daha uzun süre dayanır. Abe’nin, yüzü kimyasal bir deney sonucu dağılan bir Nakadai role büyük bir haz ile atlar ve Tokari’yi karizma- bilim adamının hikayesinin anlatıldığı romandan esinletik, çapkın, komik ve acımasız – bazen hepsi bir arada nilen The Face of Another (Tanin no Kao, 1966) filminde – bir havaya sokar. Enerjisi Raizo Ichikawa’nın içe dönük, bir başka ruhsuz karakteri canlandırır. Nakadai filmin ilk acılarla dolu ergenlik karmaşası portresini tamamlıyor- yarısında The Invisible Man filmindeki Claude Rains gibi du. Lon Chaney gibi Nakadai de müthiş bedenini ser- görünür, kafası bandajlarla sarılı ve korkutucu gözleri giler ve acı dolu hareketleri zıtlık yaratacak biçimde açıklıklardan parıldar. Fakar Tokari gibi Okuyama da inenerjiktir. Zarif bir biçimde topallar, güçle çarpık ba- sanların sakatlığı ile söylediklerine fazlasıyla takılmış ve cağını sürükler ve sert bir tonda konuşur. Mishima’nın bütün sosyal bağlantılarının zarar gördüğünden emin karakterini tam olarak hayata geçirmiştir: “Yürüyüşü bir biçimde sert bir tavırla konuşur. Canavar benzediği abartılı bir dans gibidir, banal olan her şeyden bütünüyle için canavar olmuştur. Okuyama’nın eşi bu soyutluyoksun bir biçimde... Fiziksel açıdan topaldı ancak korku- luğunun yalnızca kafasında olduğunu ve ona karşı olan suz bir güzelliği vardı...” Kendi dünyaları tarafından ihan- hislerinin değişmediğini söylese de Okuyama, ani bir cinsel hamle yaptığında karısının gösterdiği korku ile ete uğramış her genç gibi öfkeyle parıldardı. yalan söylediğini anlamıştır. “İnsan yalnızlığının ve soyutluluğunun önemini aktarmayı aradım.” – Hiroshi Teshigahara Nakadai, Goyokin’deki intikamcı gibi, kararlı erkekleri oynayabilirdi fakat Tokari gibi ucu açık roller, esnek yeteneklerini açığa çıkarmıştır. Kill! (Kihachi Okamoto’nun değişik, tatlı bir edada, keyifli samuray filmi) filminde hem alaycı hem dünyadan bezmiş, hem keyifli hem melankolik, hem kurnaz hem açık, hem suçlu hem etkileyici olabilmiştir. Pek bir açıklama yapmaz; belirsiz görünmeden de gizemli olabilir. Okamoto’nun Sword of Doom (Daibosatsutoge, 1966) filminde amaçsız bir kötülüğün kişileştirilmesi olabilir ya da bir intikam meleği, bir psikopat ya da samuray kibirinin ve tek düzeliğinin kılıca adanmış bir modeli olabilir. Bir başka karakter “Kılıç ruhtur” der ama Nakadai’nin Ryunosuke’sinin ruhu yoktur: Gözleri boş boş parlar ve yüzü, ağzının iki tarafındaki hafif gerilmeler dışında ölü gibidir. Hem korkutucu hem de korkunç derecede üzgündür, uzuvlarındaki pasiflik ile gözü dönmüş şiddet arasında gidip

The Face of Another, 1966 Okuyama doğal duran bir maskenin hem karısıyla olan ilişkisini hem de toplumla olan bağlantısını düzelteceğine inanıyordu. (Film için yaratılan) Doktor maskeyi yapmayı kabul eder, çünkü bu onu psikolojik ve felsefi bir deney olarak etkilemiştir. Herkesin maskeli olduğu bir dünyayı hayal eder: Ahlak yok, diye söyler, çünkü alternatif kimliklerinde kimse davranışlarından sorumlu değildir. Bu yeni maskenin Okuyama’nın kişiliğini de değiştirip onu bir yabancıya dönüştüreceğine inanıyordu. Maske yerleştiğinde Tatsuya Nakadai’nin suratı karşımıza çıkıyor. Sahte bir ben, koyu gözlükler ve acayip bir sakalın yardımıyla Nakadai, kendi suratının

13


JAPON SİNEMASI DOSYASI sanki ona ait değilmiş gibi sentetik ve ürpertici görünmesini sağlamıştır (Teshigahara, Nakadai’yi pürüzsüz ve “sürüngensi” suratından dolayı oynattığını söyler). Toplum içine maskeyle ilk çıkışında bir meyhanede oturur ve suratının yabancı yüzeylerine dikkatle dokunarak, dikkatle çiğneyerek, oturaklılığından emin olmadan suratını sert tutarak rahatsız bir hava yaratır. Daha sonra dairesinde yalnızken, gözlüklerini çıkarıp ayna karşısında farklı suratlar yapar, neşeyle ağzını genişçe açabildiğini ve kaşlarını oynatabildiğini fark eder. Buradan görüyoruz ki filmdeki ögeler bile Nakadai’nin suratının esnekliğine değinmekte. Şekil değiştirmeyle tanınan aktörler genellikle saklaması kolay olan sıradan suratlara sahiptirler ama Nakadai’ninki asla boş bir yüzey değildi; gençliğinde bakışları o kadar etkileyiciymiş ki bir keresinde izleyicilerden biri ekranda göründüğünde ıslık çalmaya başlamış. Ancak güzelliğini – o şekil verilmiş elmacık kemikleri ve kıvrımlı dudakları ve o parlak gözleri – ne tam olarak onu tanımlar ne de sınırlar. Suratı her rol için yeniden şekil alıyor. Kaji’nin o ruh dolu, akıcı bakışları Unosuke’nin gözlerinde cam gibi sertleşiyor. Sanjuro’da, sert mizaçlı bir zorba rolündedir. Cash Calls Hell filminde ise kendi pis çevresinde süzülen bir düşmüş melek, melankoli ile büyülenmiş ve zarafet doludur. Baştan beri Nakadai, Japon aktörler için normal olan, benzer rolleri tekrarlamaktan kaçınmıştır ve sabit bir kişilik eksikliğinden ötürü uluslararası düzeyde neden Mifune gibi tanınmadığını açıklamaya yeterdir. Bir aktör için biçim değiştirme yetisi, her seferinde algılamak için yeterince rahatsız edicidir.

japonsinemasi.com madan bir dünya”, “sınırsız özgürlüğe sahip bir dünya” ya da “güven ve ihanet, ev, adlar veya etiketleri olmayan bir dünya” vizyonu, sosyal rollere, ilişkilere, sadakate ve yükümlülüklere fazlasıyla bağlı geleneksel Japon dünyasının keskin bir zıt versiyonudur. The Face of Another filmi anonim şehir mekanlarında, modern ve uluslararası dizaynın sürreal bir şekil aldığı bir yerde geçiyor. Okuyama ve doktorun buluştuğu The Munchen Beer Hall, bira bardaklarındaki Münih arması, kalabalıktaki yabancı uyruklular ve bir Japon kızın “Yüzünü görüyorum ama neredesin?” sözleri olan bir şarkıyı Almanca söylemesiyle bariz bir dislokasyon örneğidir. Doktor karakteri yaratılarak, filmin ana karakteri kendiyle tartışabilir hale getirilmiştir. Okuyama kendi kimliğini korumaya çalışarak ısrarla “Ben kimsem oyum, değişmem” diyor ve doktor da ısrarla onun “Yeni bir kişi, kaydı ve geçmişi olmayan” biri olduğunu söylüyor. Geçmişi olmadan gerçek bir kimliği de olamaz.

Kurosawa’nın Kagemusha (1980) filminde Nakadai, yine başka birinin yüzünü alarak kimliğini kaybetmiş birini oynuyor. Yalnızca vücut hareketlerinden tanınacak iki farklı kişiyi oynamıştır: Onurlu ve donuk duruşlu savaşlordu Shingen Takeda ile ikizi olarak tutulan rahat ve karmaşık bir hantallıkta davranan hırsız (bir kagemusha, yani gölge savaşçısı). Hırsız ölü lordun fiziksel görüntüsüne başarıyla büründüğünde – soylu bir şekilde koltuk dayanağına yaslanışı, göz kapaklarını indirişi ve dikkatle bıyığına dokunuşu – o kadar başarılıdır ki onu tanıyanlar bile şaşırmıştır ve kendini kaybetmeye, taklit ettiği adam olmaya başlamıştır. Yüzeysel olan performansı – saç, kılık ve The Face of Another filmi bir çeşit korku filmidir, kim- tavır – içe yansımaya başlar ve hırsız kendi cesareti, güvesenin kimliğinin sabit olmadığı korkusunu uyandıran nilirliğini ve sadakatini Takeda klanına ispat ettikçe, Shinve deriyi değiştirmek ruhu da değiştirebilir korkusunu gen’in torunu ve varisi Takemaru ile güçlü bir bağ kurar. uyandırır. Doktorun maskenin kendine ait bir aklı Ancak feodal dünya yalnızca rütbeyi görür, insan kalitesi olduğuna dair varsayımının doru olduğu görüyoruz. ve duyguları değil. Kendine aşırı güvenip gerçek kimliğiBir anda hoş bakışlarından aldığı cesaret ile, Okuyama ni açıklamaya kadar gittiğindeyse, sahip olduğu bütün yeni yüzüne uyacak gösterişli kıyafetler satın alır ve bağlar yok sayılarak klandan sürgün edilir. karısını ayartmaya başlar. Kolayca başarılı olduğundaysa, karısının bu gelişigüzelliğine öfkelenir. Karısı onu terk ettikten sonra bir deliliğe ve rastgele şiddet gösterme durumuna saplanır. En sondaki kabusumsu sahnede ise Okuyama ve doktor suratsız yürüyenlerin arasında yürümeye çalışırken görünüyorlar. Hem film hem de Abe’nin romanı temalarını Japonya’ya özgü olan bir şeyden değil daha evrensel bir konudan almıştır. “Modern hastalık” olarak bilinen sosyal soyutluk. Ancak doktorun “aileler, dostlar ve düşmanlar ol-

14

Kagemusha, 1980


JAPON SİNEMASI DOSYASI Bu noktaya kadar Kagemusha filmi, otorite ve klana gösterilen sadakatin feodal değerlerini yüceltir gibi görünüyor; Shingen’in cesedi bir bot ile son dinlenme yerine giderken kıyıda diz çöken klan üyeleri ya da kendi bedenlerini efendileri uğruna siper eden nöbetçiler gibi. Ancak hırsızın yağmurun altında, Takemaru’ya elveda bile diyemeden sokak köpeği gibi taşlanıp sürüldüğündeyse, sahne feodal sistemin insan duygularına hiç yer vermediğini gözler önüne seriyor. Çift kişilikli olma kimliğinden vazgeçen hırsız, aciz ve çaresiz bir şekilde gölgelerin içinde Shingen’in ilk resmi cenaze törenini ve ardından klanın savaşta yok oluşunu seyreder. Savaşın tantanası ve hengamesi üzerinde durduktan sonra film, Shingen’in gözü kara oğlunun bütün ordusunu rakibi, Lord Nobunaga’nın tüfekli ordusuna sürerken son buluyor. Kederden kendini kaybeden hırsız ise savaş alanında, cesedi çok sevdiği efendisinin savaş bayrağının yanına sürüklenerek ölür. Stephen Prince hırsızın bu yüce fedakarlığını kutlayarak sonunu okur ama klanın amaçsız yokoluşu, işe yaramaz bir lidere sorgusuz sadık olan generaller ve askerlerden kaynaklanıyor ve ümitsizce Kurosawa’nın bitmeyen bir yıkım döngüsüymüşçesine yaşam vizyonunu gösteren sıradaki filmi Ran’a bakmaya itiyor.

japonsinemasi.com operamsı ve içten bir duygu katmıştır. Tüm kariyeri boyunca oyunculuğu hem fazlasıyla dışsallaştırmış – her rolündeki tavırlar, vücut dili ve yüz ifadeleri – hem de fazlasıyla içselleştirmiştir – gözlerindeki pencereden konuşarak. Bütün film yıldızlarını birbirinden ayıran mizaçları vardır: Kendilerine has aksanları, tavırları ve karikatürize edilen marka özellikleri gibi. Doğal olarak istemeseler bile doğaldırlar, çünkü tarzları bir gösteriş değil, kendilerini onaylama biçimidir. Nakadai’yi ayıran özelliği, bazen yuvarlarından çıkmaya hazırmış gibi duran gözleridir. Meleksi ve şeytansı olabilirler ama sıradan olamazlar. Suçlular ve acı çekmiş kahraman rollerinde uzmanlaşan Nakadai, hayatın aydınlık tarafını çok nadir yansıtmıştır ve her zaman banal olan her şeyden bütünüyle yoksundu. Aynı zamanda bir Shakespeare’cı olduğundan sıradan ve gözdağı vermeyen eğlencelerden hoşlanmamıştır: Gizemli, tutkulu ve dertli kişiliklere bürünmeyi sevmiştir. Kurosawa’nın High and Low filmindeki işbilir ve gayrı şahsi detektif rolünde bile takıntılılık seviyesinde coşkulu bir çarpışma sunar. Yüzü merak ya da dehşetle dolduğunda, Kobayashi’nin Kwaidan filminde farkında olmadan evlendiği kar kadın (yukionna) gibi, sonu gelmeyen bir şaşkınlıktan ve ilkel korkudan yararlanır.

Böyle bir dünya görüntüsü son derece vahşi ve özünde değişmez bir biçimde, 1960’larda Japon sinemasının altın çağını geride bırakan türler olan chanbara (kılıç dövüşü) ve yakuza (mafya) filmlerinin gerici nihilizmini beslemiştir (Nakadai genellikle Hideo Gosha tarafından yönetilen bu türde filmlerde çıkmıştır ama kariyerinin ilk on yılından sonra Japon sinemasındaki düşüş ve iyi rol bulma zorluklarından hayıflanmıştır). Yine de Kurosawa’nın bakış açısı, her daim geleneksel değerleri yeren ve yücelten film yapımcılarıdan daha incelikli ve değişken High and Low, 1963 olmuştur. Onun filmleri hem bağlılığı hem de karşı çıkmayı ve hem kendini adama hem de bireyselciliği takdir Nakadai’nin çeşitli sıralardaki performanslarında etmiştir. Giri ve ve ninjo’yu zıt değerler olarak değil bir- değişmez olan tek şey, çarpıcılığıdır: Ateş ile buz ya da ipeksi soğukkanlılığı ile şeytansı lütfu gibi. birine muhtaç değerler olarak görmüştür. Öfkeli bir hamle ya da büyüleyici bir sabitlik olarak Kurosawa’nın son epiklerinde derinden çalan hüzünlü veya düşünce dolu bir melankoli ya da geniş çapta ton ve bu epiklerde yer alan insanın acı çekişindeki tut- bir canlılık karşımıza çıkabilir. Kötü niyetli, coşkulu kulu odak (ilk Kobayashi’nin fark ettiği) Nakadai’nin nin- ve acımasız olabilir ama kaynağı “cesur güzelliği” jo’nun özünü çıkarma yeteneğine bağlıdır: Kırılgan, tut- olan donuk bir alevmişçesine içten içe yanmıştır. kulu, etten kemikten bir insanlık. Kagemusha kişilikten Karakterlerinin kalıbına tıpkı hırsızın Shingen’in ziyade gösterişe daha fazla yönelmiş bir epik filmdir ve taklitini yaptığı gibi ışıltılı ve ekzantrik karizmasını Nakadai filmin geniş skalası ve bir kısmının başka bir ak- kaybetmeden akmıştır. Varlığı, o kadar belirgin ve tör (Shintaro Kotsu) için yazılmış olmasından dolayı zor- duygu yüklüdür ki bireyin indirgenemez değerilanmıştı. Genişçe stilize edilmiş performanslar ve filmin ni savunur. “Nerede olursan ol” der Kurosawa ona, uzaklaşma tekniklerine rağmen, filmin son sahnelerine “Gözlerinden çıkagelen bir ışık vardır”

15


JAPON SİNEMASI DOSYASI

UZUNDAN KISAYA JAPON FİLM FESTİVALLERİ

japonsinemasi.com

Yazar: Gökhan Kuloğlu

Tokyo Uluslararası Film Festivali 1985’ten beri düzenlenen bu festival, Japonya’nın en önemli film festivalidir. Festival’de Jüri Özel Ödülü, En İyi Yönetmen, En İyi Aktris, En İyi Aktör dallarında ödüller dağıtılmaktadır. Festivalin en büyük ödülü ise en iyi filme verilen Tokyo Sakura Grand Prix’dir. Son yıllarda Tokyo’da yer alan Roppongi Hills’te gerçekleştirilen festivalde aktörler, yönetmenler ve yapımcılar sinema ile ilgili çeşitli seminer-atölye gibi etkinlikler yapmaktadır.

Yamagata Uluslararası Belgesel Film Festivali Japon belgesel sinemasının önemli isimlerinden Ogawa Shinsuke’nin öncülüğünde Yamagata şehrinin 100. yıldönümünü anma amacıyla 1989 yılında başlatılan belgesel film festivali iki yılda bir düzenlenerek sadece belgesel türündeki çalışmalar değerlendirmektedir. Festivale özellikle Asya Hiroşima Uluslararası Animasyon Festivali Hiroşima’da 1985 yılından beri düzenlenmektedir. ülkelerinden katılımlar olmaktadır. Yamagata Beleİlk olarak 1985 yılında Association International diyesi, Japonya Sanat Bakanlığı ve kuruluşların du Film d’Animation veya ASIFA tarafından Dünya desteklediği festival organizasyonun, Yamagata ve Barışına vurgu yapılmak amacıyla düzenlen festi- Tokyo’da iki ofisi bulunmaktadır. Ayrıca Yagamata’da val, iki yılda bir Ağustos ayında düzenlenmekte- kurulan kütüphanede Japon belgesel filmlerini ve dir. Dünyanın dört bir yanından filmlerin katıldığı kitapları arşivlemektedir. Festivalde en iyi filmlere festivalin bütçesinin büyük bölümü Sayoko Robert ve Frances Flaherty Ödülü, Ogawa Shinsuke Kinoshita ve eski eşi Renzo Kinoshita tarafından Ödülü, Japonya Yönetmenler Derneği Ödülü ve Sky Mükemmel IDEHA Ödülü gibi ödüller verilmektedir. karşılanmaktadır. 16


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

Tokyo Filmex Film Festivali JAPON SİNEMASININ GÜZELLİKLERİ İLE 2000 yılından beri düzenlenen festival, Takeshi BÜYÜLEYEN 10 KADIN SİNEMA OYUNCUSU Kitano’nun sahibi olduğu Office Kitano tarafından organize edilmektedir. Festival, Tokyo FUMİ NAKAIDO 1 21 Eylül 1994 (21 yaş), Okinawa Uluslararası Film Festivali’nin aksi bir politika izleyerek Asya’nın dört bir yanındaki bağımsız sinemacıların filmlerini sunabilmeleri açısından HARUKA AYASE 2 önemli bir platformdur. 24 Mart 1985 (31 yaş), Hiroshima

CON-CAN Film Festivali Japonya’nın en önemli kısa film festivali olan CON-CAN, Masahiro Yoshino tarafından kurulmuştur. Dünya üzerinde ilginç fikirleri, mesajları ve yaratıcı kısa filmleri paylaşmak adına 2005 yılında kurulan online kısa film festivalidir. Festivale katılan filmleri online ücretsiz izleme olanağı sunan festival, her yıl Tokyo’da düzenlenmektedir. Birçok ülkeden başvuru alan festivalde en iyi 80 filmin yönetmeni e-postayla bilgilendirilir ve eleme turlarının ardından kazananlara ödülleri verilmektedir.

3

MAO INOUE 9 Ocak 1987 (29 yaş), Yokohama

4

YUI AOI 17 Ağustos 1985 ( 30 yaş), Kasuga

5

HIKARI MITSUSHIMA 30 Kasım 1985 (30 yaş), Okinawa

6

YURIKO YOSHITAKA 22 Temmuz 1988 (27 yaş), Tokyo

7

KAHO 30 Haziran 1991 (24 yaş), Tokyo

8

MIRAI SHIDA 10 Mayıs 1993 (23 yaş), Kanagawa

9

ERIKA SAWAJIRI 8 Nisan 1986 (30 yaş), Tokyo

10

NANA EIKURA 12 Şubat 1988 (28 yaş), Izumi

17


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

OSAMU TEZUKA’NIN METROPOLİS’İ: VAROLUŞ, AŞK VE DEVRİM

Yazar: Olca Karasoy

Sadece tüm zamanların en iyi sessiz filmlerinden biri olmakla kalmayıp, aynı zamanda en iyi bilim kurgu filmleri listesine de adını yazdıran 1927 tarihli Metropolis filmini duymuş muydunuz? Film aynı zamanda son derece başarılı bir siyasi anlatıma da sahiptir. Lakin ben Metropolis 1927 yapımı filmden değil 2001 yapımı Metoroporisu ( Metropolis) animesinden bahsedeceğim. Anime, Osamu Tezuka’nın 1946 yılında yayınlanan aynı isimli mangasından uyarlanmıştır. Manga, 1927 yapımı klasik film ile paralellikler gösterse de Tezuka yaptığı bir açıklamada, bir dergide filmin resmini gördüğünü, filmi izlemediğini ve sadece resimden etkilenerek manganın öyküsünü kaleme aldığını söyler.160 sayfalık hikaye için Tezuka’ya sadece yarım senelik bir süre verilir. Tezuka da bitmemiş işlerinden temel konu başlıklarını bir araya getirir. Filmin ana karakteri olan dişi robotu ise gördüğü Metropolis filmi görselinden ilham alarak (dediğimiz gibi filmi hiç görmemesine ve içeriğini bilmemesine rağmen) oluşturur. Manga okuyucu tarafından o kadar çok sevilir ki birçok kişinin manga sanatçısı olmasına sebep olur.

yapan kişi Lawton isimli bir bilim adamıdır. Ayrıca mangada Mickey Mouse’a benzer dev fareler varken animede bu fareler hiç görünmezler. Manganın sonunda Kenichi, Metropolis’e ulaşamaz ve Michi’yi tamir edemez. Oysa animede Kenichi’nin, Tima’nın parçalarını topladığı ve onu tekrar bir araya getirmek üzere çalışmalara başladığını görürüz.

Anime ve manga arasındaki en büyük farkta manga ise Michi’nin cinsiyetini değiştirebiliyor oluşudur. Hatta suyun altında nefes alabilmek gibi bazı sıra dışı yetenekleri de vardır. Lakin karakter animede tamamen dişi olarak resmedilmiş ve Michi tarafı kulAnimeye dönecek olursak, mangadan gelmesine lanılmamıştır. rağmen mangaya fazlaca dayandığını söyleyemeyiz. Senaryo birçok kilit noktayı 1927 yapımı filmden Biraz konusundan bahsedelim: Film, muhteşem almıştır. Tima karakterinin mangadaki ismi Michi’dir. Metropolis şehrinin, inanılmaz görüntüleri ile Anime filminde Tima’yi yapan robot Laughton iken başlar. Lang’ın filminde gördüğümüz Metropolis mangadaki Tima’yı yani mangadaki ismi ile Michi’yi gibi bu şehirde de kat kat yapılar vardır.

18


JAPON SİNEMASI DOSYASI Dedektif Shunsuke Ban ve yeğeni Kenichi kayıp bir suçlu olan Dr.Laughton’u aramak için Japonya’dan süper mega şehir Metropolis’e gelirler. O sırada şehirde Ziggurat adı verilen bir gökdelenin açılış kutlamaları vardır. Burası aynı zamanda bir araştırma merkezidir ve trilyoner Duke Red tarafında yaptırılmıştır. Ziggurat köprülerle birbirine bağlanmış, kulelerden oluşan karışık bir yapıdır. Yapı, bu gelişmiş çağın ve şehrin bir sembolü gibi görünse de gerçekler bambaşkadır. Burası, kötü Duke Red’in şehrin yönetimini ele geçirmek için kurduğu planları maskelemek üzere yaptırdığı bir yerdir. Ziggurat’ın içinde bulunan tahtın yarısı dev bilgisayar çipleri ile doludur. Duke Red aynı zamanda Marduk Partisi için kaynak sağlayan biridir. Bu organizasyon Metropolis’teki robot karşıtlarını susturmaya yöneliktir. Duke Red ve evlat edinip yetiştirdiği Rock, bu grubun başındadırlar. Duke Red, Ziggurat ile dünyayı yönetmeyi amaçlar. Bu bina sayesinde bir şekilde tüm insan ve robotlara hükmedebilecektir. Bunun için bilim adamı Dr. Laughton’tan yardım alır ve ona ölmüş kızı Tima’nın robotunu yaptırır. Tima diğer robotlardan farklıdır. Dış görünüşü bir insana benzemektedir. Üstelik Tima’nın insanı duyguları vardır; aşk ve sevgi gibi… Tima, Ziggurat’in tahtına oturacak ve Duke Red onun sayesinde dünyada hâkimiyet kuracaktır. Lakin hiç hesaba katmadığı şeyler vardır: Shunsuke ve Kenichi, Duke Red’in ya da partiden birinin, peşinde oldukları hain bilim adamı ile bir anlaşma yaptıklarına dair kanıtlara ulaşmışlardır. Duke Red’in, Rock isimli bir evlatlığı vardır. Rock, Duke’a baba diye hitap etmektedir. Ama Duke bundan memnun olmaz. Onu azarlar ve babası olmadığını, sadece ona sahip çıktığını aşağılar bir tavırla anlatır. Duke’un bir takım gizli işler çevirdiğini anlayan Rock, bir gün onun peşine takılır ve bir laboratuvarda Tima’yı icat ettiklerini öğrenir. Tima’yı görünce babası Duke’u ondan çok kıskanır ve ortalığı yakıp yıkar. Harabeler arasında Kenichi ve Tima karşılaşırlar. Tima’yı gerçek bir insan zanneden Kenichi, ona yardım eder ve yıkıntıların arasından çıkarır. Lakin Rock kafasına koymuştur: Babasını kimse ile paylaşmayacak ve Tima’yı yok edecektir. Kendilerini beklenmedik bir macera içinde bulan Kenichi ve Tima ise kısa sürede birbirlerine bağlanacak ve büyük bir aşka adım atacaklardır. Metropolis yüksek kalitedeki bilgisayar efektleri ile inanılmaz bir dünyayı keşfetmemize ve adeta nefesimizin

japonsinemasi.com kesilmesine neden oluyor. Karakter tasarımları Tenten adlı çizgi romandaki tipleri andırıyor. Klasik anime şeklinde çizilen tek karakter ise Tima. Animelerde rastladığımız karakteristik vücut özelliklerini Tima dışındaki karakterlerde göremediğimizi belirtelim. Diğer karakterler daha gerçekçi yüz ve vücut hatlarına sahip. Pek çok tip karikatürize edilmiş. Anime, arka planlar ve aksiyon sahneleri ile büyük bütçeli ve bol efektli Hollywood gerilim filmlerini andırıyor.

Film, pek çok animeye nazaran uluslararası kültürel etkileşimleri ile Japonya dışındaki seyirciye daha yakın duruyor. Ziggurat adlı gökdelenin Tevrat’ta, Kur’an’da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, Tanrı’ya ulaşmak için inşa edilen kule olan Babil Kulesine bir gönderme olduğu çok açık.

Ancak film sadece göndermelerden ibaret değil. İyi geliştirilmiş karakterler, özellikle de gizemli Tima karakteri ile dikkat çekiyor. Filmde insanların ve neredeyse insan olan robotlar arasındaki çetrefilli ilişkiyi görüyoruz. Film pek çok diğer yapım ve hatta romana göre derin bir anlatımı var. İnsanoğlunun varolduğu günden beri sorduğu “ben kimim?” sorusuna robotlar üzerinden yanıt aranıyor. “Ben kimim”, “ruh nedir”, “robotlarında ruhu var mıdır?” gibi sorular pek çok animede gördüğümüz konular. Bunun yanında animede sağlam bir “ırkçılık” eleştirisinin yer aldığını da ifade edelim. Animede robotlara insanı özellik vermenin yasak olduğunu görüyoruz. Mesela ro-

19


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

botların insanlar gibi ismi olmaz. Buna rağmen dedektif tada “St. James Infirmary”’i söylüyor. Heyecanın doruğa ve Kenichi robota Rero ismini verir. Rero, Kenichi’in am- ulaştığı sahnede Ray Charles’ın “I Can’t Stop Loving You” cası yaşlı dedektifin eski köpeğinin adıdır. şarksı çalıyor. (Etkisi Dr. Strangelove’ın We’ll Meet Again’i andırıyor) Özellikle Ziggurat’ın çöküş sahnesinde İnsanlar robotların duygularının olmadığını sıkça dile blues müziği ile mahşer görüntülerinin birleştirilmegetirirler. Bu da robotların sadakat duyguları ve ken- si ile yaratılan tezat anlatım animeye oldukça etkidi istekleri arasında bir çelişkiye düşmelerine neden leyici bir hava katmış. olmaktadır. Animedeki bu durum, insanlık tarihinde görülen ırkçılık karşıtı devrimi hatırlatıyor. Hatta duyguları olmayan(!) makineler, aynı çocuklar gibi yaratıcıları hakkında sorular soruyorlar. Filmin sağlam bir anlatım tarzı var. Çoğunlukla olayları masum ve ağırbaşlı Kenichi’nin bakış açısı ile görüyoruz. Kenichi’nin de kendi soruları vardır. İnsanları anlayamamaktadır ve robotlarla diğer insanlara göre daha çok ilgilenmektedir. Önemli bir nokta da filmin “Osamu Tezuka’nın Metropolis’i” olarak duyurulmuş olması. Tezuka’nın sanat tarzını, 1989 yılında aramızdan ayrılmasından beri modern filmlerde çok nadiren hissedebiliyoruz. Bunun tek istisnası Black Jack OAV serisi. Bu seri Tezuka’nın görsel yapısına çok yakındı.

Anime “Makine sevebilir mi?” sorusunu da soruyor. Bu sorular başka iki filmde daha gördüklerimizin bir diğer çeşidi: “A.I. Artificial Intelligence” ve “Blade Runner”. Sorular bu kez Tina’nın insani ve robot tarafı arasında bir çekişmeye neden oluyor. Tima hikayenin temel kişisi (Film afişinden de anlaşılıyor). Filmin yaratıcıları birbirinden değerli. (Otomo Katsuhiro senaryoyu yazmış, Kawajiri Yoshiaki de animasyon yönetmenlerinden biri) GoNagai gibi önemli figürlerin filmde gözükmeleri ile Metropolis gerçekten ilginç bir yapım olmuş.

Metropolis’de sırf izleyenleri etkilemek için üretilmiş cinsel çekicilik yönü ağır basan kızlar bulunmuyor. Karakter tasarımları Tezuka’nın 1930 ve 1940’larda ilham aldığı Walt Disney ve Max Fleischer filmlerine uzanıyor. Dekor, 1920’lerden sonra özellikle mimaride görülen Fransa kaynaklı bir sanat akımı olan Art Deco tarzında, görkemli ve düzgün binalarda etkisini gösteriyor. Hatta Metropolis’in varoşlarında bile bu düzeni görebiliyoruz. Teknoloji, yüzeysel olarak 1930’lara benzerken modern esinlenmenin ipuçlarını veriyor. Özellikle bilgisayar Metropolis sıradan bir izle geç animesi değil. Şaşırtıcı ölçüde derinliği olan hayatın ve aşkın doğasını, işçilesistemlerinde, robotların ve Ziggurat’ın devrelerinde. rin rolünü, makinelerin haklarını (eğer varsa tabi), bir Müzikler son derece batı tarzı. Caz temelli ve fazlasıyla babanın evladını inkâr etmesini ve Ziggurat‘in içinde Art Deco çağını hatırlatıyor. Hikayenin anahtar nokta- yatan faşist çabaları sorgulayan bir yapım. Metropolis, larında peppy-jazz kullanılmış. Bazı şarkıları Ray Charles 1927 yapımı filmin yeniden çevrimi olmamakla beraber, ve Cab Calloway seçkilerinden hatırlayabilirsiniz. Şehre işlenen ve verilmek istenen mesajla filme çok uzak da giriş Dixieland müziği tarzında. Joe Primrose bir nok- bir noktada kalmıyor. 20


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

HUZURA EREMEMİŞ BİR AŞK ÖYKÜSÜ: VİLLON’S WİFE “Bir karahindibanın samimiyetine inanmak istiyorum”. Bu afili, şiirsel sözler filmimizin ana karakterlerinden Joji Otani’ye ait. Bohem yazarımız Otani, 26 yaşındaki herkesçe güzel sayılan Sachi ile evlidir ve çiftin bir de çocuğu vardır. Ancak Otani ailesinde işler yolunda gitmemektedir. Joji mutluluğu ve kitapları için ilhamını barlarda içki içerek ve başka kadınların kollarında aramayı tercih ediyordur. Üstelik intihara meyilli davranışları gözümüzden kaçmaz. Bütün bunlar yetmiyormuş gibi bir gün Joji’nin düzenli gittiği barın sahibi ve karısı Joji’nin evini basar ve çaldığı beş bin yen’i iade etmesini söyler. Neye uğradığını şaşıran Sachi bin türlü özür dilerken Joji’nin tepkisi ise eline bıçak alıp bar sahibini öldürmekle tehdit etmek gibi nobran bir tavır olmuştur. Kocasının pisliklerini temizlemek ne yazık ki yine Sachi’ye düşmüştür.

Yazar: Ercan Gürova

çalıştığı barın müşterilerinin artmasını sağlamıştır yalnızca. Bara gelen bazı müşterilerle özel bağlar da kurar Sachi. Örneğin, bara düzenli gelen ve her gece beraber trenle yolculuk yaptığı genç işçi Okada sırılsıklam aşıktır Sachi’ye. Bir diğer örnek de şu anda avukatlık yapan eski aşkı Tsuji’dir. Tsuji hala kendisini unutamamıştır. Sachi’nin neden kalbinde bu kadar

büyük bir yer tuttuğunu ise ilginç bir fedakarlık Kocasının borcunu ödemek için barda gönüllü çalışhikayesinde buluruz. Geçmişte Suchi Tsuji için bir maya başlayan Sachi ne kocasının kırdığı cevizlerin mağazadan atkı çalmıştır. Bu olay her ne kadar daha artmasını önleyebilecek ne de onu kısa vadede yola sonra Joji ile evlenmesine yol açmış olsa da Tsuji’nin getirebilecektir. Güzelliği, çalışkanlığı ve kibarlığıyla unutamadığı ve bir türlü kopamadığı bir anıdır. Filmin merkezindeki Sachi sahiden ilginç, bazen anlaması zor ama nedenlerini tahmin edebileceğimiz özelliklere sahip bir ana karakter olarak duruyor. Karşımızda evine, kocasına ve evliliğine bağlı bir kadın var. “Kadınlar ne sevinci ne de kederi bilemez” diyen kocasına “Sen öyle diyorsan doğrudur” diyecek kadar itaatkar bir kadın Sachi. Ataerkilliğe itiraz etmeyen, her daim fedakarlığı ve feragati kendi üs-

21


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com (self-destruction) arasında bir özdeşlik bile kurulabilir. Otani ailesindeki belirsiz gelecek gibi belirsizdir ülkenin de geleceği. Mutluluk arayışının olduğu ama aynı zamanda her gecenin de bir şafağı olduğuna inanılan zamanlar. Filmimizin Osamu Dazai’nin bir romanından uyarlandığını da ekleyelim. İşin enterasan tarafı ise kitap yayınlandıktan bir yıl sonra yazarın tıpkı filmdeki gibi birkaç kez intihar girişiminde bulunmasıdır.

tlenmeye hazır, kocasının hatalarını kendi düzeltmeye çalışan bir karakter. Sachi’nin evliliğini ayakta tutabilmek ve mutlu olabilmek için yaptıklarında “yuvayı dişi kuş yapar” sözünün cisimleştiğini görürüz adeta. Ancak öyle bir an gelir ki Sachi daha fazla dayanamaz ve kocasının yüzüne bütün yaptıklarını bir bir sıralar ve o yakıcı soruyu sorar: “Aşk bunun neresinde?” Bohem yazarımız Joji ne karısının bu sorusuna cevap verebilecek özgüvene sahiptir ne de kendisi ile hesaplaşmaya. Korkularıyla mücadele etmektedir. “Ölmek istiyorum” diye açıkça haykırır. Düpedüz yaşamaktan korkuyordur. Kendisiyle beraber sevgilisini de yanında ölüme sürüklemek ister. Ancak gelin görün ki ölmeyi bile beceremez Joji. Üstelik sevgilisini öldürmeye teşebbüs suçuyla gözaltına alındığında yine imdadına karısı yetişecektir.

Filmimizin geçtiği tarihi arka plana da değinmekte fayda var. İkinci dünya savaşı henüz bitmiş. Japonya saldırgan ve yayılmacı tutumunun bedelini çok ağır ödemiş ve gururu kırılmış vaziyette bir ülke. Yiyecek kıtlığı, salgınlar ve depresyon sık karşılaşılan durumlardan. Ekonomik anlamda tamamen çökmüş bir ülke var. Bunun yanında filmde Amerikan askerlerini şehirde Japon kadınlarla turlarken ve insanların dilince iğreti İngilizce tabirleri duyarken buluyoruz kendimizi. Japonya ile Joji’nin özyıkımı 22

Yaşamdan, ölümden, karısından ve hatta kendisinden nefret eden ve teselliyi içmekte ve başka kadınlarda arayan ve bir türlü huzura eremeyen, mutlu olamayan bir yazar ve ona elini uzatmaya her zaman hazır karısı Sachi. Kurtuluşunun ve umudunun yanı başında olduğunu göremeyecek kadar miyop bir adam. Öte yandan özverili ve kocasını sahiden seven ve onun için her şeyi göze alan itaatkar bir kadın. Sachi, kocasının ruh üşümesine son verebilecek midir, bu derme çatma köprüyü kendi çabalarıyla onarabilecek midir? Aşkının karşılığını hissedebilecek ve mutlu olabilecek midir? “Selvi Boylum Al Yazmalım” filminin o meşhur repliğinde “Sevgi neydi?” sorusuna “Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti” şeklinde cevap verilir. Bu soruyu biraz değiştirip “Aşk neydi?” diye Sachi’ye sorduramaz mıyız? Sachi’nin bu soruyu sormasına ve dürüst bir cevap almasına sonuna kadar hakkı var.


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

BİRBİRİNDEN ETKİLEYİCİ EN İYİ JAPON BELGESEL FİLMLERİ

Yazar: Gökhan Kuloğlu

A MAN VANISHES, SHŌHEI IMAMURA, 1967 Shohei Imamura’nın 1967 yapımı A Man Vanishes belgeseli, iz bırakmadan ortadan kaybolan bir adam hakkındaki gizemi ortaya koyma açısından çarpıcı bir film. Kaybolmanın ardındaki gizemi, eksik insan ilişkilerini ve insanların doğasını gerçekçi bir gözle yansıtması açısından belgesel, insanlık ve karmaşa çıkmazını kusursuzca dile getiriyor. MINAMATA: THE VICTIMS AND THEIR WORLD, NORIAKI TSUCHIMOTO, 1971 Noriaki Tsuchimoto’nun Minamata: The Victims and Their World belgesel filmi, Fukushima nükleer felaketi sonrası daha fazla kazanç elde etme adına insanları zehirleyen sanayilerin neden oldukları hastalıklarla Japon ailelerin verdiği mücadeleyi belgeleyen film serinin ilkidir. Serinin diğer filmleri ise On The Road, The Kabul Museum 1988 ve Another Afghanistan’dır. PICA-DON, RENZO AND SAYOKO KINOSHITA, 1978 Hiroşima’ya düşen atom bombasının izlerini süren Renzo ve Sayoko Kinoshita’nın yönetmenliğini yaptığı 1978 yapımı Pica-don belgesel filmi, yaşanılan yıkım sonrası hayatta kalanların tanıklıklarına başvurarak asla unutulmayacak insanlık dışı vahşetin izlerini sürüyor. Kurbanların ifadelerine ve animasyon çizimlere dayalı belgesel film, felaketi dakikası dakikasına sizlerle buluşturuyor.

23


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI GENPIN, NAOMI KAWASE, 2010 Naomi Kawase’nin 2010 yapımı Genpin belgesel filmi, doğum ve varoluş üzerine görebileceğiniz en başarılı yapımlardan biri. İnsanın doğumuyla birlikte aynı zamanda umudu, korkuyu ve yaşamı seyirciye aktaran film, hamile kadınların yaşadıkları duygusal-psikolojik süreci yansıtması açısından da güzel bir tablo çiziyor.

HIBAKUSHA AT THE END OF THE WORLD, HITOMI KAMANAKA, 2003 Hitomi Kamanka’nın 2003 yapımı Hibakusha belgesel filmi, radyasyona maruz kalmış insanların yaşamını konu ediniyor. Iraklı çocuklardan, Amerikan çiftçilerine ve en önemlisi Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombaların etkilerini hayatta kalan insanlar üzerinden anlatırken radyasyonun dünyanın neresine gidersen git aynı etkiyi bıraktığını gözler önüne seriyor. THE SHIRANUI SEAI, NORIAKI TSUCHIMOTO, 1975 Noriaki Tsuchimoto’nun 1975 yapımı The Shiranui Seai belgesel filmi, Japonya’nın Minamata bölgesinde yaşanan çevresel felakete konu alan belgesellerden en en etkileyicisi. Zehirlerin boşaldığı bir denizde geçimini sağlamak amacıyla zehirli balıkları tutmaya devam eden denizcileri, suya karışan civanın yaydığı zehirle günden düne eriyen çocukları ve toplumun çaresizliğini gözler önüne seriyor. ANTONIO GAUDI, HIROSHI TESHIGAHARA, 1985 Hiroshi Teshigahara’nın 1985 yapımı Antonio Gaudi belgeseli, ünlü Katalan mimar Gaudi’nin fantastik sanat hayatını sizlerle buluşturuyor. Şiirsel bir dille ve birbirinden etkileyici görüntülerle izleyicileri kendisine çeken belgesel İspanya topraklarında eserleriyle adından söz ettiren Gaudi’nin bilinen ve bilinmeyen yanlarını izleyiciye sunuyor.

BİZİ TAKİP ETMEK BİR TIK KADAR YAKIN!

24


JAPON SİNEMASI DOSYASI

KARANLIK FİLMLERİN EFENDİSİ: MAMORU OSHİİ

japonsinemasi.com

Yazar: Richard Suchenski Çeviri: Ahmet Ziya Sekendiz

Geçtiğimiz zaman içinde animelerin sadece çocuklara değil, yetişkinlere de hitap edebilir olduğu (pornografik olmayan animeler de) kabul gördü. Bugün onlarca hatta bazen yüzlerce animatör zamana karşı yarışarak animeler üretiyor. Japon animasyon pazarının fanlar ve çocuklar tarafından yönlendirilen belki de tek pazar olduğu düşünülürse bu durumun eserlerde kişisel anlatımlara izin vermeyeceği düşünülebilir. Bu bağlamda ele aldığımızda, Mamoru Oshii’nin sofistike ve karanlık filmleri ayrı bir önem kazanıyor. Çünkü Kiyoshi Kurosawa Takashi Miike bu filmler hem geleneksel durağan pazara meydan okuyor hem de 20. Ve 21. yüzyılların değişen kişisel ve kendi jenerasyonunun en ilginç filmlerine imza atan ve ulusal kimlikleri hakkında gittikçe çoğalan derin kişilerden biri olarak tanınıyor. Oshii aynı zamanda tüm düşünceler oluşturuyor. kendine özgü tarzı, konuları ve olağanüstü sıra dışılığa rağmen genç nesli en çok etkileyen kişilerden biri. Oshii, 1980’lerin karanlık günlerinde ortaya çıktı. 1980’ler Japon stüdyoları için çöküş yaşadıkları karanlık Oshii, telaşlı bir kurgu ve keskin anlatım yerine derin günlerdi. Stüdyolar çıkış yolları aramaktaydılar. Sonucu düşünceler içeren, karmaşık eserler oluşturdu. Hayao belli olmayacak kişisel projeler yerine sevilen klişe işler Miyazaki gibi Oshii’nin yapıtları da dikkat çekicidir. olan Godzilla ya da Tora-san projelerini değiştirip, zayıf Ancak Miyazaki kendisini, öncelikli olarak her yaştan bir şekilde sunuyorlardı. çocuk için filmler yapan bir “eğlendirici” (entertainer) olarak görürken, Oshii eserlerini, filmlerini anlamAynı Kiyoshi Kurosawa ve Takashi Miike gibi Oshii de, landırmaya istekli yetişkinler için yapmaktadır. video merkezli filmlere kendi imzasını atmayı ve author kimliğini göstermeyi başardı. Kurosawa ve Miike gibi o Oshii’nin filmlerinde olaylar gelişir, karışık sorularla da filmleri için kendi finansmanını kendisi buldu. Seyir- yükselir ama asla kesin bir cevap vermez. Bunun yerine ci ile daha yakın bir ilişki kurdu. Bununla beraber hiçbir umut ve umutsuzluk arasında, kesin olmayan, şiirsel ve zaman Japonya’nın sevilen yönetmenleri Kiyoshi gizemli bir son sunar. Oshii’nin hikayeleri sıklıkla karKurosawa ve Takashi Miike kadar popüler olmadı. maşıktır ama ulaşılmaz gibi görünen bir anlam duyOshii şimdi Japonya’nın en büyük animasyoncularından gusu için sessizce, kendisini tahlil eden kahramanların

25


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

kikadır ve animasyon bir şiir gibidir. Filmin sadece dört dakikasında diyalog bulunur. Bazı uzun çekimler, yavaş hareketlere odaklanmalar, harap bir mimari ile donuk şekilde aydınlatılmış şehir tabloları, gölge figürler ve semboller bulunur. Hikaye, isimsiz bir gezginin, dikkatle korunan bir yumurtadan çıkmamış genç bir kızla bağlantı kurmanın yollarını arayışını anlatır. İki sehayat, iskelet dolu bir mağara ve gölgelerle dolu bir şehir içinden zar zor birbirine Beautiful Dreamer, 1984 söylenen bir kaç söz… Filmin sonunda adam elindeiç arayışlarına odaklanır. Sanatçının dört büyük ki aletle yumurtayı kırar ve perişan haldeki kız düşer. filminde (Patlabor [1989], Patlabor 2 [1993], Ghost Bir grup yumurtanın adanın sonundaki plajın yüzeyinde in the Shell [1995], Innocence [2004]) büyük dini ortaya çıkmasından sonra kız su dolu bir havuzda kitaplarda işaret edilen konulara ve çatışmalara kendini görür ve boğulur. Final sahnesi uzundur. sürükleyen polisiye araştırmalarına odaklanırken, İki dakika boyunca kamera Andrei Tarkovski’nin diğerleri (Angel’s Egg [1985], Avalon [2001]) klasik Solaris (1972) adlı filmindeki gibi tersine zoom Grail quest’in varyasyonlarının izler taşır. ile uzaklaşılır. Böylece adanın boş okyanusun ortasında izole edilmiş bir ada olduğu kademe kaUzun süreli TV serisi Urusei Yatsura bittikten sonra, Oshii, deme gösterilir. ciddi ve ticari atılımını Beautiful Dreamer (1984) ile yaptı. Bu, Japon mitolojisinden esinlenen akıllıca bir yapımdı. Aynı yıl, Hayao Miyazaki, Rüzgarlı Vadi adlı kendisi için bir dönüm noktası olan animesini üretti. Anime, Japon animasyon stüdyolarını en fazla etkileyen stüdyo olan Ghibli tarafından yapıldı. Beautiful Dreamer, 80’lerin ilk yarısında filizlenen anime bilinci ile Oshii’nin büründüğü kimlik arasında bir set gibiydi. Bu durumda bile Oshii’nin yönetmenliği önemli şekilde güven vericiydi. Hareketli şaryo hareketleri, genişletilmiş zaman hissi ve yapısal Angel’s Egg, 1985 tekrarlar (Oshii Harold Ramis’in Groundhog Day [1993] adlı filmindeki teknikleri ondan yaklaşık on yıl önce kul- Angel’s Egg, Oshii’nin görsel mitolojisinin ve landı) filme masalsı bir doku verdi. Maalesef türe ait tarzının saf bir yansımasıdır. Çalışmalarının mahibazı elementler, derinliği olmayan bir mutlu son da yetini anlatır. Oshii’nin yönetmenliğinde kendine dahil olmak üzere, filme ciddi hasar verdi. Ama bu has işaretler ilk defa bu filmde görülür. Kameranın Oshii için istisnai bir durumdu. Ardından ilk büyük devamlı yana kayış hareketi, insan hareketlerinin yavaşlaması, uzun çekimler ve çapraz montajlançalışması, Angel’s Egg’i yarattı. mış görüntüler arasında ritmik geçişler ve ekranın sınırlarındaki ışık kaynağı ile nesnelerin zıtlığını maksimum seviyede göstermek gibi yönetmenin “alamet-i farikaları” karşımıza çıkar.

Angel’s Egg, 1985 Japonya’da balon ekonomisinin zirve yaptığı bir zamanda video pazarı için üretilen bu ticari olmayan kişisel proje, Japonya’da bile anlaşılması güç bir eserdi. Ancak birçok eleştirmen ve hayranı bunu Oshii’nin başyapıtı olarak adlandırmaktadırlar. Film, 71 da26

Patlabor 2 en sofistike, Ghost in the Shell en önemli ve Avalon mitleri andırır bir kompleksliktedir. Ama düşük teknoloji ürünü, el çizimi Angel’s Egg, Oshii’nin en kişisel filmidir. Hayatının bir bölümünde Hristiyanlık okulunda din eğitimi alan Oshii, film yapım aşamasına gelmeden kısa bir süre önce Hristiyanlığa olan inancını kaybeder. Tüm film bir insanın inanç sisteminin çöküşü ile düştüğü varoluşsal umutsuzlukla çevrilidir.


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

Angel’s Egg, 1985 Gerçekten de filmi dini inançların tehlikeli olduğunu ima ettiği yönünde okuyabiliriz. Ama filmi bu kadar zorlayıcı yapan şey Oshii’nin yarattığı birbiri ile adeta “kafiyeli” olan resimlerin bilindik işlevlerinin ötesine geçerek mecazi elemetlerle türlü okumalara açık hale getiren tarzıdır. Çarpıcı bir sahneyi anlatalım: Genç kız karanlık ormanda usulca ilerler, ağaçların gölgeleri onun üzerinden geçer. Kız sonra bir çukura düşer ve kamera hızlanır karanlığa giriş-çıkış yapar. Sudaki mavi halkaları görürüz ve görüntü uzun gölün kenarında oturan kıza geçerek uzun süre gösterir. Bir dizi kesme ardından kızın bir şişeye su doldurduğunu görürüz. Suya bakarak gülümserken Oshii, ormanın gölgeli siluetinin hafifçe bozularak yansıdığı şişenin dibine çok yakın plan girer. Sonra kız suyu içer ve kamera elips şeklinde su üzerinde yana doğru pan hareketi yapar. Bir tüy ekrandan aşağı doğru süzülür. Bir ağacın gölgesi bir damla su üzerinde görünür. Parlak mavi suyun altındaki bir yosunun dalgası görünür. Su yüzeyinde hareket eden kara bir kütle üzerinden su geçer. Su altında yumurta tutan kızın görüntüsünün ardından sahne kararır ve sonunda sahne, yüzünden gölgeler geçen kıza geçer. Sonra yine kıza geçiş yapar ve kız korku ile gözlerini açar. Oshii’de tipik olduğu üzere, bu sahne bir rüya mı, bir hayal mi, bir kehanet mi ya da başka bir şey mi açık değildir. Bu sahne ile ilgili en dikkat çekici şey nesnelerin ve gölgelerinin şiirsel bir yolla anlatılıyor oluşudur. Bu akışkan kurgu, hareket ve tonlarla ilişkili imajları birleştirmek, gerçek ve onun gölgesi arasındaki tematik ve bildik oyuna dikkat çekmek için dizayn edilmiştir. Bunlar Oshii’nin güçlü hislerini yansıtır. Görünen dünya nesnelerinin altında başka, daha derin bir gerçeklik olduğu, bir tür var olup olmadığı belli olmayan bir alan bulunduğunu belirtir. Bu hassasiyet, Oshii’nin sıklıkla kullandığı nesnelerin arkasından çıkan ışıkların kırpışan patlamalarının gölgeleri ve aynalar-

daki, pencerelerdeki ve özellikle sudaki yansımalar ile görsel olarak temsil edilir. Oshii’nin en ünlü filmi Ghost in the Shell’in kahramanı, İncil’deki Pavlus’un Korintliler’e birinci mektubu 13:11’den “Şimdi her şeyi aynadaki silik görüntü gibi görüyoruz, ama o zaman yüz yüze görüşeceğiz.” kısmını alıntılar. Bu bölüm Oshii’nin tüm estetik projeleri için bir vecize olarak alınabilir. Gerçekten de Oshii’nin çalışmalarının ana fonksiyonlarından biri insan görüşünün kısıtlılığına dikkat çekmek ve izleyiciyi, işin özünü görebileceği bir noktaya getirmek, yaşadığımız dünyanın altında yatan belki metafizik bir konumdan bakmamızı sağlamaktır. Filmlerinde derin iç gözlemler yapan kahramanlar bu derin dünyayı sadece kısmi olarak sezebilirler. Ama özel esinleri deneyimledikleri anlar olur. Kendi yansımalarını başka bir yüzeyde görerek şoke olurlar. Böyle özel hayal anlarında, karakterler – hepsinden çok Ghost in the Shell‘deki Motoko Kusanagi ve Patlabor 2‘deki Nasumi ve Avalon‘da Ash – kendi kimliklerini kısa süre için bile olsa farketmiş gibi görünürler.

Ghost in the Shell,1995 Angel’s Egg’deki kimliği doğrudan yumurta oyuğuna bağlı olan genç kız, gerçeğin getirdiği şok ile başa çıkamaz. Ama Kusanagi ve Ash uyanmaları ile birlikte pozitif bir değişim geçirirler. Her bir karakter kendilerini yeni bir şeye dönüştürecek olan içsel bir değişimi arzu ederler. Bedenlerinin bir “kabuk”olduğunu keşfederler. Değişimi kabul ederek teknolojinin yardımıyla varoluşun keşfedilmemiş sınırlarını görürler. Bu onların bir çeşit kişisel özgürlüğe kavuşmalarını sağlar. Oshii’nin sinematik doğasında özenli şekilde yapılmış, sözlü olmayan ama artarda görüntülerin geldiği sahneler (montage sequence) Patlabor adlı yapımından bu yana her filminde yer alır. Bu diyalogsuz sahneler sembolik anlatımlar taşır. Oshii’nin en çok akıllarda kalan montage sequence’i belki de 90’ların en ilham verici animesi Ghost in the Shell’de görülmüştür. Önceleri ilgi çekmeyen ama sonra büyük başarı kazanan bu filmde, kahramanımız Motoko Ku-

27


japonsinemasi.com

JAPON SİNEMASI DOSYASI

Akarawa daha fazlasını da söyler: “Belki bir gün barışın savaşsızlıktan daha fazla bir şey olduğunu fark ederiz..”

Patlabor 2,1993 sanagi, bir botta filmin gerçek olmayan kötüsünü ararken Oshii iki dakika süren ve 34 çekim içeren sahnesini sunar. Oshii sahnenin başında gerilim yaratırken, çekimler arasında açıkça Kusanagi’nin perspektifi ile binaların “high angle” ile çekilmiş daha objektif çizimlerini görürüz. Görüntüler birbiri ile alakasızdır çünkü bu kısım hikayeden bağımsız şiirsel bir anlatımdır. Bu kısımda Oshii filmin tüm mecazi anahtar görüntülerini yeniden biçimlendirir. Suni bedenler, aynalar, su, koridorlar ve kalabalık şehirler; hep sembolik anahtarlardır. Hatırlamakta fayda var: Oshii’nin filmleri soyut ve şiirsel olduğu gibi gerçekle de son derece ilintilidir. Gerçekten de Oshii şair ve filozof olduğu gibi eski bir aktivist öğrencidir de. Patlabor 2 gibi filmlerinde bu iki dünyayı bir araya getirir.

Film boyunca Oshii geniş şiirsel bir teknik kullanarak derin düşüncelere dalan karakterleri etrafındaki dünyayı sarsıyor. Mesela konuşan karakterden su yüzeyine sahneyi değiştirerek (kesme yaparak) konuşmaların yönünü çevirmiş oluyor. Animasyonda lens bozulması ve çerçeveler kullanarak penceredeki şekillere dikkat çekiyor. Oshii’nin gerçek oyuncularla çektiği sinema filmi Avalon, bir Polonya-Japonya ortak yapımı. Sephia tonların hâkim olduğu ve bilgisayar animasyonlarının kullanıldığı film, 2001 yılında Cannes Film Festivalinde, yarışma harici gösterildi.

Avalon, 2001

Avalon sanal teknoloji üzerine karışık, sofistike ve sessiz bir yansıma. Aynı zamanda The Matrix gibi kimi yüzeysel filmler için de düzeltici bir rol oynuyor. “Avalon” 21. Yüzyıl Polonyalılar’ına gerçeklerden kaçış imkanı sağlayan bir sanal gerçeklik oyununun adı. Ama oyun zamanla gerçek dünyanın yerini almaya başlıyor. Tipik bir Oshii tarzı olarak, gerçek ve kurmaca dünya arasındaki sınırlar hem anlatım hem de biçimsel yönden kademe kaPatlabor 2,1993: Arakawa deme muğlak hale geliyor. Sessiz kahraman Ash Patlabor 2, de kendisinden önce çıkan Patlabor filmi (Malgorzata Foremniak) geçmişte yaptığı hataları gibi insansı robotların bulunduğu bir dünyada geçer. düzeltmek için yol ve yeni bir bilinç arıyor. Filmin Filmler mecha türündedir. Ancak politik söylemler ruhu Angel’s Egg’e Patlabor’dan daha yakın. Avalon de içerir. Patlabor 2’nin asıl konusu savaş sonrası öncelikli olarak mitolojik örneklerin yenilenmiş anJaponya tarihidir. Savaş sonrası reformların ardın- lamını taşıyor. Sanal olarak yükselmekte olan bir dan gerçekleştirilen reformların ardından yaşanan dünyada değişen teknolojinin tuzağına düşmekpopüler demokrasi başarısızlıklarına değinir. Önemli ten korunmanın tek yolunun metaryallere değil iç değişime bağlı olduğunu söylüyor. karakterlerden Arakawa şunları söyler: “Barış, Japonya için ne anlama geliyor? Bir kere bizim savaş saplantımız yenilgi ile sona erdi. Japonya’nın refahı ırkçı şiddet ve iç savaşların cesetleri üzerine inşa edildi. Bizim barışımız dünyanın sefaletini görmezden gelmemizden kaynaklanıyor.” 28

Ghost in the Shell: Innocence, Oshii’nin Patlabor 2’den beri doğrudan Japonya’ya odaklandığı ilk film. Filmde “Gainoidler” olarak adlandırılan genç kadın görünümlü ve seks oyuncağı olarak kullanılan androidler var. Bunların kökeni Japonya’nın geleneksel ningyo


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com Çok derin ve çok yönlü kararsızlık ile belirtilen bir geleceğin karmaşık portreleri.

Ghost in the Shell: Innocence, 2004 bebeklerine dayanıyor. Kendinden önce gelen film Ghost in the Shell gibi, bu film de dikkat çekici bir görsellik içeriyor. Film izleyiciyi, 21. Yüzyılın insanının rolü üzerine düşünmeye itiyor. Oshii filmini şu şekilde anlatıyor: “Kayıp bir ruhun dünyanın herhangi bir yerinde var olması gereken kayıp bedenini arayışı” Filmin temel sorularından biri şu: İnsanlar neden

Filmatografi Urusei Yatsura: Only You (Onri yû) (1983) Dallos (1983), Urusei Yatsura 2: Beautiful Dreamer (Byûtifuru dorîmâ) (1984) Angel’s Egg (Tenshi no tamago) (1985) The Red Spectacles (Jigoku no banken: akai megane) (1987) Twilight Q2 (1987) Patlabor: Original Video Animation (Kidô keisatsu patorebâ) (1988) Patlabor the Movie (Kidô keisatsu patorebâ: The Movie) (1989) diğer adı Mobile Police Patlabor Gosenzosama Banbanzai! (1989) Stray Dog: Kerberos Panzer Corps (Jigoku no banken: Keruberusu) (1991) Talking Head (1992) aynı zamanda yazar

kendi görünümündeki suni şeyleri inşa etmekte bu kadar ısrarlılar? Ahlaki ikilemlere basit çözümler getirmek ve anlatımda karışık imalar kullanmak yerine Oshii bir belirsizlikle bitiriyor filmi. Nazik bir umursamazlık ve sessiz bir anlatımla, inançsızlık ve sessiz bir kabulleniş arasında bırakıyor. Oshii’nin karanlık, entelektüel çalışmaları modern dünyadaki karışık etkileşimleri anlatmak için animasyonu bir araç olarak kullanıyor. Süreçte, geleneksel kimlik kavramını kararsız hale getiriyor ve sinematik elementler olan ritmik hareketlere, gölgelere ve ışığa dikkat çekiyor. Oshii’nin çalışması klişe işler üreten bir endüstriye ve önüne konan her şeyi kabul eden izleyiciye bir meydan okuma. Oshii’nin tüm yüzeysel güzellikleri ve baştan çıkaran desenleri sonuç itibariyle ne sürükleyici bir hayal ne de ahlaki bir uyarı.

Patlabor 2 (Kidô keisatsu patorebâ: The Movie 2) (1993) Ghost in the Shell (Kôkaku kidôtai) (1995) Avalon (2001) Innocence (2004) aynı zamanda yazar

29


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

BİLİNMEZLİKTEN DOĞAN KORKU VE KEŞFETMENİN HAZZI: NEO-TOKYO Yazar: Olca Karasoy Neo Tokyo, fantezi ile bilimkurgunun harmanlandığı ve üç aklı bir araya getiren üçleme bir film olarak karşımıza çıkıyor. Peki Neo Tokyo nedir? Neo Tokyo üç farklı ustayı alıp onlara iyi bir bütçe ve sınırsız hayal gücü verdiğinizde ortaya çıkacak olan şeydir. Filmde görev üstlenen yönetmenler Rintaro, Yoshiaki Kawajiri ve Katsuhiro Otomo’dur. Üç farklı hikayeyi bir bütün olarak izleyicisine sunan Neo Tokyo ilk olarak 1987 yılında Japonya’da ve 1989 yılında İngilizce dublajlı olarak birçok ülkede sevenleriyle buluştu. Giriş faslını fazla uzatmadan, bakalım üç güçlü yönetmen, üç hikayesi ile bizlere neler sunmuş. Gizemli bir ormanda bir mağaranın ağzına girerek başladığımız bu maceranın ilk ve en gerçeküstü hikayesini Rintaro’nun Labyrinth (Labirent) adlı hikayesi oluşturuyor. Ülkemizde bankaların ve sigorta şirketlerinin sıkça kullandığı Erik Satie’nin Gymnopedie No. 1 adlı piyano resitali eşliğinde başlayan

30

Rintaro’nun hikayesi, hayal gücü bir hayli yüksek olan küçük Sachi’yi konu alıyor. Küçük Sachi ürkek kedisi Cicerone ile saklambaç oynarken tıpkı Alice Harikalar Diyarı’nda gibi kafasında yarattığı sirk tarzı dünyasında yolculuk ediyor. Ünlü illüstratör Gerald Scarfe’ın (Pink Floyd için yaptığı animasyonlar ve 1997 yapımı Disney’in Herkül animasyonu aklınıza gelebilir) çizim tekniğini anımsatan küçük Sachi’nin hayal gücünde neler yok ki? Doğaüstü varlıklar, kartondan insanlar, tasması olan görünmez bir köpek, garip bir sirk ve daha niceleri. Sahnenin ilk başı hariç diyalogun karşımıza çıkmadığı Labirent’te deyim yerindeyse sürekli bir curcuna söz konusu. Ayrıca az önce saydığım imgeler kimi zaman karanlık ve ürkütücü olarak karşımıza çıksa da küçük Sachi asla korkmuş veya ürkek bir kız olarak lanse edilmemiş. Tam tersine, meraklı ve gözlemci olarak gördüklerinin üzerine giden bir kız. Hatta ürkek olarak nitelendirdiğim kedisi Cicerone bile bir süre son-


JAPON SİNEMASI DOSYASI

japonsinemasi.com

ra Sachi’den aldığı enerji ile bu tuhaf yolculuğun tadını çıkarmaya başlıyor. İlk bakışta Rintaro’nun Labirent’i için açık konuşayım; konusuz, rastgele, kısacası ne olduğu belirsiz diyebilirsiniz ama bu sunumda sembolik olarak asıl ön planda olan hayal etmenin “gücü”, bilinmezliğin yarattığı korku ve keşfetmenin verdiği hazdır. Üçlemenin ikinci hikayesi ise Yoshiaki Kawajiri’nin The Running Man (Koşan Adam) adlı hikayesi. Labirent’in karanlık ama coşkulu dünyasının aksine Koşan Adam, zalim ve korkutucu bir distopyaya götürüyor bizleri. Bu sefer odak noktamız şampiyon bir yarışçı olan Zack Hugh. Koşan Adam lakaplı Zack “Death Circus” yani Ölüm Sirki (evet, yine bir sirk çıkıyor karşımıza) adı verilen araba yarışlarının on yıldır yenilmez şampiyonudur. Lakin Zack bu şampiyonlukları sadece alın teriyle değil kendini parça parça, insanlığını feda ederek elde etmiştir. Karşılığında ise yarış arabası ile adeta bütünleşmiş hale gelmiştir. Koşan Adam’da ismi verilmeyen bir gazeteci Zack ile başarı öyküsü hakkında

röportaj yapmak istemektedir çok geçmeden pist dışında Zack’ı görünce “büründüğü şeyi” ve telekinezi yetenekleri ile diğer yarışçıları nasıl etkilediğine şahitlik ederiz. Görsel olarak Koşan Adam, Labirent kadar orijinal değil. Koşan Adam’ın geçtiği karanlık evreni Blade Runner filmindeki evrene benzetebiliriz. Noir tarzı ile kir kaplı uzun binalar, neon ışıklandırmalar, ucuz ama kalitesiz ürünleri ile izlediyseniz aklınıza belki de ilk gelecek filmdir Blade Runner. Labirent bizlere nasıl hayal gücü ve fantastikliği sunuyorsa Koşan Adam da bilimkurgu ve teknolojiyi kullanarak insanoğlunun teknoloji ile nasıl sürekli takıntılı hale geldiğini ve tıpkı Zack Hugh gibi nasıl insanlıktan çıkmaya başladığını aslında bizlere aktarıyor. Yine teknoloji ile beraber hayatımızda artan şiddet de Zack Hugh’un korkunç ölümüyle olabilecek en güzel şekilde resmedilmiş.

isi diyebilirim. Diğer iki hikayenin aksine hafif komedi unsurlarının da bulunduğu final hikayesinde kontrolden çıkan teknoloji söz konusu. Lakin Yönetmen Otomo’nun diğer çalıştığı yapımların aksine (bakınız Akira) teknolojinin tehdit oluşturması İnşaat İptali Emri’nde daha az tehditkar, daha bir yumuşatılmış olarak çıkıyor karşımıza. Bu hikayenin başrolü ise tavırları, kocaman gözlüğü, ikiye ayırdığı saçları ve verdiği hafif çizgi film karakteri tadı ile klasik bir Japon satış görevlisini temsil eden Sugioka. Uydurma bir Güney Amerika ülkesine gönderilen Sugioka’nın amacı Amazon yakınlarına giderek çalıştığı firmanın başlattığı inşaatı durdurmak. Sugioka inşaat alanındaki tek insandır ve şantiyeden sorumlu ustabaşı robot tek bir şeye programlanmıştır: Ne olursa olsun inşaatı bitirmek. “Ne olursa olsun”... İşte tam bu noktada bizlere anlatılmak istenen şey aslında insanlar ve robotların çarpışmasıdır. Ustabaşı robot da karşısındaki insanı inşaatı için bir tehdit olarak görünce Sugioka, ustabaşı robot tarafından ofisinde kilit altında tutulur. Dahası, ustabaşı robot Sguioka’ya şöyle bir söz sarf etmekten de geri durmaz: Beni yok etsen bile bu inşaat devam edecek! Ve Sugioka kendisine verilen görevi tamamlamak için o kadar çok emek harcar ki en sonunda akıl sağlığı etkilenmeye başlar. Öyle ki Sugioka’nın aklında da tek bir şey vardır: Bu inşaat duracak! Gel gelelim işin trajikomik boyutu şudur ki Sugioka çaresizce inşaatı durdurmaya çalışırken yaşanan hükümet değişikliği sonucunda kendisine inşaatın yeniden devam edebileceğine dair bir haber gelir.

Son hikayemizin adı Construction Cancellation Order (İnşaat İptali Emri) ve yönetmen koltuğundaki isim Katsuhiro Otomo. Şahsen son hikaye için üçlemenin en iy31


ANİME-MANGA DOSYASI

ANİME MÜZİKLERİNİN KARANLIK DÜNYASI Dünyanın en büyük eğlence endüstrilerinden biri olan anime sektörü içinde barındırdığı çeşitlilik ve dünyaca hitap ettiği kitle bakımından Japonya sınırlarını aşmış önemli bir olgu. Amerika’nın Hollywood ve Hindistan’ın Bollywood sinema sektörü gibi büyük bir endüstri haline gelen Japon animasyon sektörü ‘’anime’’ sinemanın bu büyük yapıları gibi kendi içinde stüdyo sistemi geliştirmiş ve zamanla daha çok izleyiciye hitap etmek amacıyla alt türler oluşturmuş. Oluşturmaya da devam ediyor. Bu bakımdan her cins, inanış ve yaş grubuna hitap etmeyi başaran animeler gerek yapımları, gerek anlattıkları hikayeler ve gerekse içerisinde barındırdığı müzikleri-efektleri ile birçok izleyiciyi çekmeyi başarıyor.

japonsinemasi.com

Yazar: Hafize Mutlu & Gökhan Kuloğlu özdeşleşme ve arınma ‘’katarsis’’ duygusunu harekete geçiriyor. Bu açıdan anime müziklerinin bu etkide rolü yadsınamayacak derece de önemli.

Peki izleyicileri, yarattığı hikayelerle bir dünyadan öteki dünyaya getiren animelerin müziklerini kimler yapıyor? Aslında bu alanında karma bir çalışma olup, animelere başka hava katan müzikleri, özel stüdyolar, anime seslendirme sanatçıları ‘’seiyuular’’ ve özel müzik toplulukları-sanatçılar üretiyor. Bazen anime serisinde karakteri canlandıran seiyuulardan birisi opening veya ending müziklerini seslendirebilirken bu durum bazen de serinin yapımını üstlenen stüdyonun dışardan başka bir stüdyodan ses direktörlüğü anAnime sektörü kendi içinde türlere ayrılırken bu lamında destek alarak animeye müzikleri oluşturması türlerden kendi özel izleyicisini oluşturmuş bilim-kur- ile olabiliyor. Bazen de bu iki durumun dışında Japongu, siberpunk ve post-apokaliptik gibi karanlık türde- ya’da çalışmalarını bu alanda yapan ‘’animeler için ki animeler yarattıkları evren bakımından kültürün- müzik üreten sanatçılar-gruplar’’ tarafından izleyiciyi yaşanılan dünyanın arka sokaklarını ekranlara yansıtma etkileyen müzikler yaratırabiliyor. açısından önemli rol üstleniyor. Bu animeler bir yandan dünyanın üzerindeki tehditleri, kıyamet sonrası senaryoyu yansıtırken öte yandan da insanların psikolojik savaşlarına, alt kültür öğelerine, keskin ideolojik yapıların erimesine ve bunun yerine başka sosyolojik olguların türemesine ışık tutması açısından önemli. Animelerde de bu karanlık ortam yaratılırken gerek görüntüler-efektler gerekse müzikler ile bu yaratılan evren beslenmekte. İzleyiciyi bu ortamın dışına kaçırmamak, onu hikaye ile bir bütün yapmada hiç kuşkusuz müzikler önemli yer tutuyor. Bu karanlık atmosferi yansıtan müzikler hikayeyi besleyerek insanlardan

32


ANİME-MANGA DOSYASI Anime müziklerini üreten stüdyoları inceleyecek olursak karşımıza Aniplex, Dony Canyon, Techno Sound, Starchild Records, Rakuonsha, Avex Trax, HALF H.P STUDIO, Dax Production, Sony Music Entertaiment, Miracle Robo, Tritity Sound, Fuji Pasific Music Publishing, Lantis ve Glowisia gibi sektörün önemli stüdyoları çıkıyor. Bu arada az önce saydığımız bu stüdyolar yalnızca anime müziği üretmekle kalmayıp aynı zamanda anime serisi de üretmekte. Bunların içerisinden Guilty Crown, Darker Than Black, Jigoku Shoujo, Koutetsujou no Kabaneri ve Kizumonogatari gibi serilere imza atmış Aniplex ve Mirrai Nikki, Another ve Gangsta önemli işlere imza atan Lantis önemli yer tutuyor. Karanlık serilerin gözdelerinden olan Psycho-Pass serisinin müziklerinde rol alan Sony Music Entertaiment ve ilginç konusuyla öteki yaşam üzerinden insaniyeti sorgulatan Death Parade serisine müziksel anlamda imzasını atan Dax Production’un da yeri önemli.

japonsinemasi.com döneminin başarılı animelerinden olan Koutetsujou no Kabaneri serisinin müzikleri Attack on Titan benzeri notalar taşıdığını (aslında benzer çok noktaları var) söyleyebiliriz. Zira iki serinin de müziklerin arkasındaki isim Hiroyuki Sawano. Sawano’nun Guilty Crown, Kill la Kill ve Aldonoah. Zero gibi başka önemli işleri de var tabii. Fakat dikkatli kulaklardan, benzer notaları kullandığını, yaratmak istediği karanlık dünya için kendine has bir yol oluşturup bu yolda ilerlediğini fark edecektir. Bu şekilde kendine

‘’Bilim-kurgu, siberpunk ve post-apokaliptik’’ anime türlerinin başarısının bir kısmını görselliğe ve konuya bağlarsak diğer bir kısmını da sahne müziklerine bağlamalıyız. Zira ost yani original soundtrack dediğimiz sahne müzikleri birçok anlamda animelerin tamamlayıcısı oluyor. Ele aldığımız karanlık türdeki anime müziklerini üreten stüdyolar haricinde “karanlık müzikler” yapan sanatçılarda yer almakta. Bu sanatçılar içerisinde EGOIST, ALI PROJECT, Nightmare, Kenji Kawai, Abo Takeshi, Yuki Kajiura, Kumiko Nama, Geinoh Yamashirogumi, Akira Senju, Yasuhara Takenashi, Yoshihiro Ike, Yutaka Yamada ve Hiroyuki Sawano ön plana çıkanlar.

has bir yolu olan başka bir müzisyen daha var ki o da Yuki Kajiura. Kalafina isimli gotik-senfonik müzik grubuna da destek veren hatta birçok anime serisinde de birlikte çalışmış olan Kajiura’nın notalarında da karanlık ve senfonik altyapıyı hemen fark edeceksiniz. Fate/Zero, Kara no Kyoukai (tüm filmleri) ve Mahou Shoujo Madoka Magica gibi serilerinde bunu yolu görebilirsiniz. Kenji Kawai ise her ne kadar karanlık altyapılı olsa da, bazen daha yerel tınılarla karşımıza çıkıyor. Zaman zaman da doğu/orta doğu müziğine kayan notalar duyabiliyoruz. Ghost in the Shell film serisinin müziklerinde ve Fate/Stay Night (2006) gibi anime serilerini referans Bu sanatçılar genel anlamda karanlık-psikolojik önemolarak gösterebiliriz Kawai için. Öte yandan Fullli serilerin birçoğunda görev almaları bakımında metal Alchemist: Brotherhood, Red Garden serilerimüzikleri-çalışmaları da bu yönde istikrar göstermiş ve nin müziklerine imza atan Akira Senju için biraz daha benzer çalışmalara imza atmışlar. Bu sanatçıların ansenfonik altyapısı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle imelerdeki müziklerine dikkat ettiğinizde işleri arasınFullmetal Alchemist: Brotherhood’daki muazzam nodaki benzerlikleri de görebilirsiniz. Örneğin 2016 Bahar talarıyla aklımıza kazınmış bir isim Senju. Akira filminin müziklerini yapan Geinoh Yamashirogumi; Gantz, Jigoku Shoujo, Naruto Shippuuden, Fairy Tail gibi serilerin gotik müziklerine imza atan Yasuhara Takenashi ve Asura, Ergo Proxy, Dead Leaves gibi adından söz ettirmiş serilerin müziklerini Yoshihiro Ike ise alanında dikkat çeken başarılara imza atmış diğer müzisyenler. Bunun dışında Tokyo Ghoul serisinin karanlık müziklerini Yutaka Yamada son dönemde dikkat çeken isimlerden. Yugo Kanno ise Ajin ve Psycho-Pass gibi müziklerinin arkasında olduğu animelerde, daha çok elektronik altyapı tercih eden bir müzisyen.

33


ANİME-MANGA DOSYASI Karanlık-psikolojik anime serilerinin en önemli örneklerini ele alarak müzik sanatçılarını inceleyecek olursak; Steins;Gate serisinin unutulmaz müziği ‘’Believe me’’ parçasına imza atan Abo Takeshi, Elfen Lied anime serisinin efsane opening parçası ‘’Lillium’’a hayat veren Kumiko Nama dikkat çeken isimler. Guilty Crown, Kill la Kill, Koutetsujou no Kabaneri ve Attack on Titan gibi animelerin ost albümlerinde en az bir Almanca şarkısı bulunan Cyua ise yukarıda bahsettiğimiz Hiroyuki Sawano ile birlikte çalışan bir şarkıcı. Japon olmasına rağmen mükemmel bir Almanca ile söylediği şarkılar ise oldukça başarılı. Yine yukarıda ismini geçirdiğimiz Yuki Kajiura destekli Kalafina grubu ise, anime müzikleri dışında da albümleri olan bir grup. Aldnoah.Zero açılış jeneriği şarkıları “Heavenly Blue” son dönemdeki işleri olsa da, asıl dikkat çeken çalışmaları Mahou Shoujo Madoka Magica kapanış şarkısı “Magia” ve Kara no Kyoukai filmleri için çıkardıkları “Seventh Heaven” albümleri olmuştur. Bu sanatçıların yanında aslında seiyuu olan ama Darker Than Black ve Zetsuen no Tempest serilerinin opening ve ending müziklerini de seslendiren Kana Hanazawa gibi ses sanatçıları da var.

Karanlık temalı animelerin kendilerine has müzisyenleri ve grupları olduğunu söyleyebileceğimiz gibi, müzik yönetmenleri olduğunu da söyleyebiliriz. Zira nerede hangi norayı kullanacağını bilen bir müzisyenin animedeki önemi, hangi notayı hangi sahnede kullanacağını bilen ses yönetmenleri sayesinde ortaya çıkar aslında. Bu alanda en dikkat çeken kişilerin başında Ajin, Sidonia no Kishi, Another, Fate/Zero, Ghost in the Shell: Arise, Psycho-Pass gibi animelerin ses yönetmenliğini yapmış bir isim olan Yoshikazu Iwanami geliyor. Sadece anime değil, bazı Amerika menşeili çizgi filmlerin Japonya yayınında yer alan bölümlerin ses yönetmenliği de yapmış bir isim olan Iwanami’nin bir çok işinin karanlık temalı olduğu hemen dikkatimizi çekti. Hatta cyber-punk ve post-apokaliptik animelerinin çokluğu da gözlerden 34

japonsinemasi.com

kaçmıyor. FMA: Brotherhood, Guilty Crown, Koutetsujou no Kabaneri, Metropolis, Perfect Blue, Shingeki no Kyojin gibi başka efsane animelerin ses yönetmenliği ise Masafumi Mima’ya ait. Fakat Mima’nın romantik-dramatik animelerde de sıklıkla ses yönetmenliği yaptığını görüyoruz. Yamada Chiaki ise Clannad, Death Note, Black Jack gibi serilerin arkasındaki deha. Karanlık, siberpunk ve post-apokaliptik animelerin müzikal altyapısı böyle fakat Japonya’da karanlık müzik dalgası denilen bir akım da mevcut. 80’lerde ilk örneklerini gördüğümüz akımın son zamanlarda popülerleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Visual kei (ağır makyaj ve kıyafetlerin kullanıldığı gotik tarza yakın rock yapan kişi yada gruplar) türü ile iç içe olan bu akımın öncülerinden olan Buck-Tick, 1984 yılında kurulmuş ve şimdiye kadar 16 albüm çıkarmışlar. Grup aynı zamanda xxxholic animesinin kapanış şarkısı olan “Kagerou”yı, Trinity Blood animesinin açılış şarkısı “Dress”i ve 2010 yapımı Shiki animesinin açılış şarkısı “Kuchizuke”yi söylüyor. Japonya kökenli olsalar da batı müziğine yakınlığı ile dikkat çekiyorlar. Özellikle 80’ler İngiliz post-punk tarzından oldukça fazla etkilenmişler. 1992 yılında kurulan The Gazette ise underground visual kei’yi Japonya kültürüne entegre edebilen ilk gruplardan. Her şeyleriyle teatral olan grubun şarkılarındaki “ağırlık” (ensest ilişkiler gibi) ise en farklı yanları diyebiliriz. 1992’de kurulmuş olan bir diğer karanlık müzik yapan grubumuz Malice Mizer, The Gazette ile birlikte visual kei’yi tekrar canlandırsa da, aslında oldukça “aykırı” müzikleri var. 2000ler sonrası gruplar arasında ise Aural Vampire, The Candy Spooky Theather ve Schwarz Stein gibi grupları görebilirsiniz.


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

MANGA ÇEVİRİLERİ VE YAYINLAMASI ÜZERİNE BİR SÖYLEŞİ

Röportaj: Gökhan Kuloğlu

Manga Denizi projesi nasıl oluştu, kendinizden bahseder misiniz? Ekip olarak işleyiş nasıl oluyor? Manga Denizi, aslında Fairy Tail animesi/mangasını okuyuculara sunmak için ilk Fairy Tail izle olarak 23.11.2012 tarihinde açılmış ve zaman içinde ufak bir ekibe dönüşmüştür. Zaman içinde okuyucu ve takipcilerimizi artışıyla, ekibimize katılan arkadaşlarımızın sayısı artmış ve ailemiz daha fazla büyümüştür. Bu büyümeyle birlikte, aile içinde alınan bir karar ile Manga Denizi sitemiz ile manga dünyasına 05/09/2014 tarihinde kesin olarak giriş yapmış bulunmaktayız. İşleyişimiz, Facebook sayfalarımız ya da sitelerimiz olsun, herkesin bir görevi bulunmaktadır. Çevirmen ve editör arkadaşlar kendi sorumlu oldukları mangalardan ve düzenleme işlemlerinden sorumlu olmakla beraber ekip içinde yardımlaşma her zaman olmaktadır. Genelde bu işi yapan gönüllü insanlar üniversite ya da lise öğrencileri olduğundan dolayı herkes ileri seviyede İngilizce bilemiyor. Bu yüzden gerek düzenleme gerek çeviri konusunda ekip içinde yardımlaşma oldukça mevcut... Mangaların çevrilmesi ve yayınlanması süreci nasıl gerçekleşiyor? Bir manganın yayınlanmasında kaç kişi çalışıyor, iş bölümü nasıl? Bir manga bölümü üzerinde en az iki, en çok üç kişi

Tokyo Ghoul çalıştığı durumlar bulunmaktadır. Güncel mangalardan örnek vermek gerekirse, manga ilk İngilizce olarak yayınlandığında, sayfaların kaliteli olarak çıktığı kaynaklar bekleniyor. Kaynaktan reklamsız olarak alınan sayfalar çevirmen arkadaşımız tarafından okunma sırasına, sayfalarına göre çevirilerek, bölümü düzenleyecek arkadaşa metin şeklinde gönderiliyor. Bu esnada eğer manga çok zorlayıcı bir durumdaysa, düzenleyecek arkadaşa yardımcı olmak amaçlı üçüncü bir kişi bölümdeki yazıları, sayfanın bütünlüğünü bozmayacak şekilde temizleyerek, düzenleyecek arkadaşa gönderiyor. Eğer zorlayıcı bir durum yoksa bu çalışmayı yine mangayı düzenleyen arkadaş sayfaları hem temizleyip, hemde uygun yerlerine uygun yazı şekillerini kullanarak orjinaline benzeyecek şekilde yerleştiriyor. Son olarak, kontrollerini yaparak MangaDenizi sitemize yükleyerek, Facebook sayfamızda çıkan bölümün duyurusunu yapıyor. Yayınlanan bölüm içerisinde, okuyuculardan gelen yanlış çeviri bildirimler çevirmen arkadaşa iletilerek durumun sonraki kontrolleri sağlanıyor. Bir hatamız

35


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com olan arkadaşlarımız tabiki oldu. Bununla birlikte tabiki gerek okul durumu, gerek ailevi durumlardan ekibimizden çıkan ya da belli bir süre sonra tekrar katılmak için ayrılan kişiler de bulunmaktadır. Bugüne kadar kaç manga çevirisi yapıldı? Yapılan manga çevrileri içerisinde en çok ilgi görenokunan manga türü hangisi? Varsa örnek verebilir misiniz?

Bugüne kadar 626 günde, 44 Manga da, 1449 bölüm çevirisi, toplam da 33564 sayfa sayfa çevirilmiş ve düzenlenmiş olarak sitemizde yayında bulunmaktadır. Tabiki yayında olmayan, bazı aksaklıklardan ötürü 5 farklı manga serisinin toplamda 62 bölümünüde Fairy Tail yayından kaldırmış bulunmaktayız. Tabi ki ilk yola Fairy Tail anime/mangasından başladığımız için sitemizde varsa, düzenlemeyi yapan arkadaş bilgilendirilerek en çok okunan aksiyon, macera ve komedi türleri hatalar kapatılıyor. Tabiki bu olaylar burada yazıldığı okunma sayısı çok fazladır. Diğer türler ise bunları kadar hızlı ve kısa sürede bitmemektedir. Çevirilme- takip etmektedir. En çok okunan ilk mangayı söylemek si ve düzenlemesi saatler almaktadır. Bazen çeviren gerekirse; ve düzenleyen arkadaşların o anki durumlarından ötürü (sağlık, yolculuk vb.) durumlarından bölümün süresi uzayabilmektedir. Manga çevirilerini yalnızca kendi ekibiniz mi yapıyor? Yoksa dışarıdan başka ekiplerle çalışıyor musunuz? Çalışıyorsanız bunlar kim? Çevirilerimizin tamamını kendi ekibimiz gerçekleştirmektedir. Başka bir ekiple çalışmıyoruz. Bununla birlikte, çalışmalarımızın hiçbirini farklı site ya da ekiplerle paylaşmamaktayız. Gün içerisinde kendimizden çaldığımız zamanlarımızı, emeklerimizi bir kaç tıklama ile başkalarının yayınlaması taraftarı değiliz.

Nanatsu no Taizai

Fairy Tail, One Piece, Tokyo Ghoul: RE, Bleach, Nanatsu Yaptığınız çalışma herhangi bir maddi gelire no Taizai, Black Clover, Tokyo Ghoul, Attack on Titan, dayanıyor mu? The Legendary Moonlight Sculptor, ReLIFE şeklinde takip etmektedir. Diğer mangalara ise okuyucuTamamen yaptığı işin bilincinde ve sorumluluk larımız sitemizden takip edebilirler. getirdiğini bilen gönüllü bir ekiptir. Mangaları okuyucu ile buluşturuyorsunuz. Peki Kaç senedir bu çalışmayı yürütüyorsunuz? Sürekli size göre mangalar insanlara ne katıyor? sabit bir ekip var mı? Yoksa değişken mi? Saatlerimizi, günlerimizi harcayıp okuyucuya buMangaDenizi olarak, 05/09/2014 (624 gün) tarihin- luşturduğumuz serilerimizden olan Fairy Tail için den beri bu çalışmalarımızı yürütüyoruz. Bu zaman bizde okuyucularımıza ne kattığını bir yıla yakın bir zarfı içerisinde, ekibimize ilk katılan arkadaşlarla süre önce sorduğumuzda en çok beğenilen bir cevabı birlikte, zaman içinde katılmış ve halen katılmakta sizlerle paylaşayım o zaman...

36


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com Fairy Tail sizin için ne ifade ediyor sorusuna cevap olarak Merve Çalışkan’ın açıklaması:

Sitelerimiz: http://fairytailizle.com http://mangadenizi.com Facebook Sayfalarımız http://facebook.com/fairytailizle http://facebook.com/MangaDenizi http://facebook.com/AnimeDenizi İnsanlara böyle duygular veren bir eseri ister istemez çevirirken ve okuyuculara sunarken titizlikle PSİKOLOJİK&BİLİM-KURGU MANGA ÖNERİLERİMİZ yapıyoruz. Bu sadece çizgilerden oluşan bir şey değil... Herkes için anlamı farklı olan, herkesi aynı duygularla bir araya getiren ve aile yapan olgu... Böyle bir olguyu, ortaya sunarken sadece hobi olarak bakmayıp, bunun sorumluluğunda olan bir ekip tarafından yapılmalıdır. Son olarak okuyucuya biz mesajınız var mı? Bir manga grubunun okuyucuya en önemli mesajı sanırım şu olabilir: ‘’Lütfen ne zaman gelir?’’ sorusunu sormayın. Bu konuda gerçekten sıkıntılıyız. Zaten bu işi yaklaşık 2 seneden beri yapmaktayız ve 2 senedir çevirdiğimiz, emek verdiğimiz serileri elimizde geldiğince hızlı bir şekilde yapmaktayız. Elbette okuyucu bunu düşünmemek ile beraber kendi isteği doğrultusunda ‘’HEMEN ÇIKSIN’’ olarak görüyor. Bizlerde insanız. Robot bir yapımız yok. Emin olabilirler ki uygun şartlar ve ortam sağlandığında elimizde hiç bir çeviriyi bekletmiyor hemen vermeye çalışıyoruz.

PLATINUM END Tüm dünyada ses getiren Death Note ve Bakuman çalışamaları ile tanıdığımız Tsugami Ohba ve Takeshi Obata’nın yeni projesi olan Platinum End bir insanın ve meleğin hikayesini ele alıyor.

Hayatından bıkan Kakehashi Mirai intihar etmeye karar verir ancak tam o sırada Nasse adında bir melek onu kurtararak ona ‘’Mutluluk’’ getireceğini söyler. Ancak olaylar göründüğünden daha Genel Bilgileri: karmaşıktır. Onun gibi meleğe, kanatlara ve oklara sahip, seçilmiş 13 insan daha vardır ve bu İlk manga çevirimiz Fairy Tail’in 309. bölümüdür. 13 aday arasından yalnızca 1 kişi 999 gün içinde (23.11.2012) İlk Fairy Tail sitemizde fairytailizle. yeni tanrı olarak seçilecektir. com yayınlamış bulunmaktayız. İlk anime çevirimiz Fairy Tail’in 176. bölümüdür. (05.04.2014) Bu serimiz, Ecem Can tarafından çevrilip, Doruk Sadece manga olarak ise 05/09/2014 tarihinde Rüzgâr Çoralı arkadaşımız tarafından düzenleMangaDenizi olarak yayına başladık. nerek sizlere sunulmaktadır.

37


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com

OUSAMA GAME: KIGEN

HAKAIJUU

Kral’ın emirlerini mutlaktır. “İtaat etmezsen, cezalandırılırsın.” 30 yıl önce şehirden izole kalmış Yonaki Kasabasında, kasabalılardan biri posta kutusunda mektup bulur. İçinde yazanlar tüm kasabayı korkunç bir trajediye sürükleyecektir! Derin bir nefes alın, nabzınızı kontrol edin ve şok edici, hayatta kalma macerasına hazırlanın!

Baya güzel bir hayat sürüyorsunuz... Arkadaşlarınızla rekabet ediyorsunuz... Neredeyse kız arkadaşınız olacak çocukluk arkadaşınız şehre geri geliyor... Bütün hayaller gerçekleşmeye başlıyor... Zemin bir anda sallanmaya başlayıp tavan üstünüze yıkılmaya başladığında... Şey... Az önce kafanı vurdun, o yüzden insanların gözünüzün önünde yenmesi ve her şeyin çığrından çıkması... Aslında baya mantıklı... Değil mi?

Bu serimiz, Oğuzhan Kağnıcı tarafından çevrilip, Doruk Rüzgâr Çoralı arkadaşımız tarafından düzenlenerek sizlere sunulmaktadır.

Bu serimiz, Ece Ünal tarafından çevrilip, Doruk Rüzgâr Çoralı arkadaşımız tarafından düzenlenerek sizlere sunulmaktadır.

PLUNDERER

KEYMAN: THE HAND OF JUDGEMENT

Yıl 305, bir dünya düşününki “Numaralar” tarafından kontrol ediliyor. Her şey numaralara bağlı. Bu numaralar farklı sebeplere bağlı olabiliyor, yürüdüğünüz yol miktarına, insanların sizin yemeğinizi ne kadar çok beğendiğine, kaç hayalinizin gerçek olduğuna veya kaç kişi öldürdüğünüze! Eğer numaranız “0” düşerse “Abyss”e yollanıyorsunuz. İşte Hina böyle bir dünyada doğmuş bir kız... Annesinin numarasının 0’a düşmesiyle birlikte başlayan macerasına anlatan bir seridir.

Keyman, hem insanlardan hem de hayvanlardan oluşan sakinleriyle Lockville Şehri’nin kurtarıcı kahramanıdır. Ortaya çıkışından beri şehirde suç oranları oldukça düşmüştür ki, bu polisler için iyi haber değildir. Fakat Keyman bir gün, bir çeteyi daha adalete teslim ettikten sonra gizemli bir şekilde öldürülür. Acaba Keyman’i öldüren canavari yaratık kimdir ve çocuksu Dr. Necro’nun tüm bunlarla ilgisi nedir?

Bu serimiz, Övül Karslı tarafından çevrilip, Murat Bu serimiz, Defne Erlat tarafından çevrilip, Yalçın arkadaşımız tarafından düzenlenerek sizlere Görkem Aktaş arkadaşımız tarafından düzenlesunulmaktadır. nerek sizlere sunulmaktadır.

38


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

JAPONYA’NIN RESİMLİ OKUMA DÜNYASI: LIGHT NOVEL

Yazar: Ayhan Gazi Gülcü

Öncelikle Japon Sinema dergisini okuduğunuz için teşekkür ederiz. Bu gün sizlerle Japonya’da önemli bir yeri olan Light Novel yâni dilimize göre çevirdiğimiz zaman hafif roman anlamına gelen ürünleri inceleyeceğiz. Okuma oranının yüksek olduğu Japonya’da bu gelenek kısa zamanda çok hızlı bir şekilde yayılmıştır.

Light Novel’i biraz daha açacak olursak, yarıdan az ama tüm sayfayı kapsayacak renksiz resim ve yarıdan fazla yazıdan oluştuğunu söylemek isteriz. Hatta çoğu hafif roman serileri resimlerin dozunu arttırarak çok fazla okuyucu çekmeyi başarmışlardır. Genellikle bu tip roman serileri aşk, ecchi (+18), komedi vb. gibi kültürel türlerden

oluşmakta olduğunu rahatça söyleyebiliriz. Light Novel’i aslında Visual Novel’e benzetebiliriz, sonuçta ikisi de aynı şekilde işlemektedir. Visual Novel’de resimler daha çok boy gösterirken, Light Novel’deyse resimler arka planda kalmasıdır. Light Novel’i elinize alıp o serinin kitabını koklayarak okuyabilirsiniz ama Visual Novel’deyse bu tip olaydan mahrum kalırsınız. Bu yazımızı bitirmeden önce, sizlere bir kaç öneri sunmaya çalışacağım. God And Devil World, Shura’s Wrath, Landlord, Virtual World The Legendary Thief, Forsaken vs. gibi çoğaltabiliriz. Yazıyı okuduğunuz için teşekkürler. 39


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

DÜŞÜNCEDEN UYANIŞA UZANAN YOL: ERGO PROXY

Yazar: Gökhan Kuloğlu

Manglobe imzası taşıyan bilim-kurgu ve postsiberpunk türünün özgün örneklerinden olan Ergo Proxy’nin senaryo yazarlığını Dai Sato yaparken yönetmenliğini Shuko Murase üstleniyor. Şubat 2006-Ağustos 2006 tarihleri arasında 23 bölüm olarak yayınlanan anime serisi, Yumiko Harao’nun seinen mangası Sentson Hitchazu Andateika’dan uyarlama. Serinin mangası, Sgogakukan’nın Aylık Sunday Gene-X dergisinde 2006 yılında yayınlamıştır. Serinin akılda kalan açılış ve kapanış müziklerinde Yoshihiro Ike, Monoral ve Radiohead imzası bulunuyor. Gelecekte yaşanılan küresel felaket sonrası insanları korumak amacıyla Romdeau adından bir şehir inşa edilir. İnsanların ihtiyaçlarını gidermek ve onların güvenliklerini sağlamak amacıyla üretilen otorav adlı robotlar, günün birinde cogito adı verilen bir virüs sebebiyle insanlara tehdit oluşturmaya başlarlar. Yal- Bu virüsü araştıran dedektif Re-L Mayer ve yardımcısı nızca robotlara buluşan bu virüs robotların komut- Iggy adındaki otorav virüsün bulaştığı bir otorav larını karıştırarak onları saldırgan hale getirmektedir. hakkında araştırma yaparken anormal bir yaratık ile karşılaşırlar ve Re-L Mayer onun saldırısına uğrar. Öte yandan Vincent Law adı verilen dış evrenden gelen çalışanın davranışları dedektifin dikkatini çekmiştir. Evine geldiğinde ise aynada bir yazı görür, yazıda ‘’Uyanış’’ yazmaktadır. Bunun üzerine şehrin arkasında yatan gerçekleri sorgulamaya başlar… Ergo Proxy serisini özel kılan bir şey varsa o da bize alt metninde sunduğu zengin okumalardır. Daha ilk bölümünde popüler kültür-tüketim kültürüne gönderme yapan anime ‘’iyi vatandaş olmak için tüket-

40


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com mu bozmayın benim’’ sözlerine yer verilir. Yine serinin anahtar olaylarından olan Cogito virüsünün adı, Descartes’in ‘’Cogito ergo sum / Düşünüyorum öyleyse varım’’ sözünden gelmektedir. Cogito virüsü koşulsuz itaat eden otoravların zihinlerini bulanıklaştıran bir virüstür. İtaatsiz sorgulamadan iktidar (yönetene itaat eden) insanlar düşünce adı verilen virüsle bu uyuşturulma durumundan kurtulabilir mesajını izleyiciye vermektedir.

meyi öğütler vatandaşlarına’’ ve insanların tüketerek yaşayabildiği bir ortamda aralanmaya çalışılan sır perdesinin ucundan bakma fırsatı sunar seyirciye. Öte yandan serinin daha ilk bölümünde Vincent kahvaltıda harflerden oluşan mısır gevreği yerken süt dökerken harfler ‘’Awakening/Uyanış’’ olarak bir araya gelir. Serinin anahtar kelimesi daha ilk bölümde seyirciye duyurulur; ortada gizli bir iktidar, bunun varlığını sorgulamadan insanların çılgınca tüketim yaptığı bir düzen ve ortalıkta gezinen ne olduğu belirsiz Proxies adı verilen yaratıklar vardır. İktidardakilerin insanları parlak ve canlı renklere hükmeden tüketim çılgınlığı içinde uyuturken birileri uyanmaya başlamış ve olayların arkasındaki gerçekleri sorgulamaya başlamıştır. Üzerlerindeki suskunluk sarmalı (halkların iktidarın varlığı tarafından başka öğeler ile dikkati bir yöne çekilerek susturulması) kırılmaya başlamıştır, Re-L Mayer’de bunlardan biridir. Bu nedenle serinin anahtar kelimesi uyanıştır. Ergo Proxy, içerisinde barındırdığı uyanış temasını yararlandığı zengin kaynaklar ile desteklemiştir. Serinin her bölümü her unsuru tarihteki bir esere, bir olaya veya kişiye gönderme içermektedir. Daha serinin birinci bölümünde Michelangelo tarafından Giovan Battista Strozzi’nin Medici Tapınağı’ndaki Gece Heykeli için yapılan epigramına göndermede bulunur. Göndermeye cevap olarak daha açılış jeneriğinde ‘’Ne büyük şans kapanması kulaklarımın ve gözlerimin; bu yüzden fısıltıyla konuşun, huzuru-

Seride dikkat çeken bir diğer önemli unsurda Naip Mayer’in odasında bulunan heykellerdir. Michelangelo’nun heykellerine anlamlar yükleyen anime serisinde Naip Mayer’in sağ tarafında Michelangelo’nun Gece ve Gündüz Heykelleri bulunmaktadır. Bunlardan Gündüz Heykeli Alman filozof Edmund Husserl’i, Gece Heykeli ise Fransız psikanalist Jacques Lacan’ı temsil etmektedir. Mayer’in solundaki heykeller ise Michelangelo’nun Alacakaranlık ve Şafak Heykelleri’dir. Alacakaranlık, Fransız felsefeci Jacques Derrida’yı, Şafak ise İrlanda kökenli filozof George Berkeley’i temsil etmektedir.

Sanatın birçok alanına dokunan Ergo Proxy, sinema tarihinin en önemli sekanslarından Sergei Eisenstein’ın Potemkin Zırhlısı filmindeki merdiven sekansına göndermede bulunur. Serinin ikinci bölümünde bebek arabasının merdivenlerden düşme sahnesi ile sinema tarihinin efsane sahnesi de anılmış olur. Alt yapısı oldukça sosyolojik ve sanatsal terimlerle yapılandırılmış Ergo Proxy anime serisi, izleyici tarafından çoğu zaman ağır-sıkıcı olarak nitelendirilse de bu önemli unsurlar göz önünde bulundurularak izlendiğinde izleyici de başka bir tat bırakmaktadır. Seriyi izlemeyi düşünen okurlarımıza bu eserler hakkında ufak bilgiler edinmelerini tavsiye ederiz. Bu bilgiler ışığında Ergo Proxy serisini izlediğinizde aslında animenin bizlere ne anlatmak istediğini daha kolay anlayacağınızı düşünüyorum.

41


ANİME-MANGA DOSYASI

KARANLIKTAN PSİKOLOJİK GERİLİME SARSICI 10 ANİME SERİSİ

japonsinemasi.com

Yazar: Mert Bazna

Japon animasyonu olan ‘‘anime’’nin birbirinden farklı türleri içerisinde ‘‘psikolojik-gerilim’’ türünden birbirinden sarsıcı serileri sizlerle buluşturuyoruz. Daha çok yetişkin kesime ‘‘seinen’’ hitap eden bu seriler sizleri karanlık hikayelerden varoluşun amacı ve insan olma uğraşı konularında sorgulatacak türden. Bilim-kurgusundan siberpunk’una, gizeminden psikolojik türdeki animesine kadar birbirinden sarsıcı animeler sizleri bekliyor. Bu sayımızda sizleri Red Garden, Cosette No Shouzou, Perfect Blue, Serial Experiments Lain, Corpse Party: Tortured Souls, Monster, Jigoku Shoujo, Death Parade, Elfen Lied Kurozuka ve Aku no Hana anime serileri ile buluşturuyoruz. RED GARDEN Garip intiharlar New York yer alıyor. Bir gün, aynı yüksek okuldan 4 kız yorgun ve şaşkın bir duyguyla uyanırlar ve bir önceki gece hakkında hiçbir şey hatırlamadıklarını fark ederler. Okulda, onların sınıf arkadaşlarından birinin intihar ettiğini öğrenirler. Parkta otururlarken yanlarına yaklaşan bir erkek ve bir kadın, hepsinin önceki gece öldüğünü söyler. Bu durumdan kurtulmak istiyorlarsa onlar için çalışmak gerektiğini hepsini anlatır. Eski hayatlarını alabilmek için yapmaları gereken iş ise gecenin ölü yaratıkları öldürmektir. COSSETTE NO SHOUZOU Antika dükkanında çalışan resim öğrencisi Eiri Kurahashi, bir gün antika cam içinde bir kız resmi görür. Camın içinde ki kız hareketli ve gözlerinin önünde hayatını yaşıyor gibi görünüyordur. Eiri kıza delicesine aşık olur, bir gece bir şekilde onunla temas kurar. Kızın 18. yüzyılda soylu bir aileden olduğunu ve adının Cossette olduğunu öğrenir. Cossette’i öldürüp ruhunu camın içine işleyen kişi onun nişanlısı sanatçı Marcelo Orlando olduğunu öğrenir. Onu özgür kılmak için Marcelo’nun işlediği günahlar için ceza almayı kabul etmesi gerektiğini öğrenir ve laneti kaldırmaya çalışır. 42


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com PERFECT BLUE CHAM! isimli pop grubunun idol bir üye olan Mima, sektörde isim yapmak adına aktris olma hayali için müzik idolü olmaktan vazgeçer. Ancak, onun azılı hayranlarından Me-Mania, Mima’nın aldığı karardan pek mutlu değildir. Oyuncu olarak kariyerine başlayan Mima, ilginç bir rolü kabul eder. Film setindeyken diğr oyuncular ile tuhaf şeyler yaşamaya başlar. Zaman geçtikçe Mima, zihinsel yıkım geçirir ve hayal ile gerçekliği ayırt etmekte zorlanmaya başlar.

SERIAL EXPERIMENTS LAIN 14 yaşında garip ve içine kapanık bir kız olan Lain, teknolojiye karşı hiçbir ilgisi yokken birgün kendisine gelen bir e-postayı açtığında; kendisini sanal bir dünya içinde bulur. Bu olaydan sonra Lain’nin hayatı birbiri ardına gizemli sırlarla dolmaya başlar ve tepetaklak olur. Gittiği her yerde garip siyah giyen adamlar görünmeye başlar, onlara sorular sorarak onlar ve olaylar hakkında daha fazla bilgi öğrenmeye çalışır. Gerçeklik, sanallık ve siber hayat arasındaki sınırlar arasına sıkışıp kalan Lain, kimlik, bilinç ve algı gibi kavramları aşarak daha gerçeküstü ve tuhaf olayların içine dalar. CORPSE PARTY: TORTURED SOULS Liseden arkadaşına veda etmek için gece düzenlemeye karar veren dokuz öğrenci, diğer birçok lise öğrencisinin yaptığı gibi geleneksel olarak bebek şeklinde küçük kağıttan takılar takarak kendilerine iyi şans getirmesi için bir ritüel yaparlar. Ancak bilmedikleri bir şey vardır: bu taktıkları takılar Heavenly Host Akademisinde işlenen bir dizi korkunç cinayetlerde kullanılmıştır. Ve Kisaragi Akademisinin cinayetlerin işlendiği okul olduğuna dair bilgi sahibi değildirler. Geçmişteki intikam güden ruhlarla bir yere sıkışıp kalan bu öğrenciler kurtulmak için mücadele edecektir. MONSTER Avrupa’da çalışan Japon asıllı ünlü beyin cerrahı Dr. Kenzou Tenma, kendi dönemindekiler tarafından alanında devrim yaratacak genç beyinlerden biri olarak görülmektedir. Güzel bir nişanlısı olan ve çalıştığı hastanede terfi almak üzere olan Kenzou, bir gece karşı karşıya kaldığı ikilem yüzünden tüm hayatı aniden değişir. Ya küçük bir çocuğun hayatını kurtaracaktır ya da kasabanın Belediye Başkanını. Amirleri belediye başkanını ameliyat etmesi için baskı yaparken o ahlaki değerlerine kulak vererek küçük çocuğun hayatını kurtarır. Ama bu olayla kurtardığı çocuğun çevresinde ortaya çıkan cinayetler ile Kenzou’nun inançları sarsılır ve çocuğun kimliğini çözmek adına yolculuğa çıkar. 43


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com JIGOKU SHOUJO Beslediğiniz güçlü kin ile birlikte gizemli bir siteye girerek, intikam almak istediğinizin adını yazarako kişiye cehenneme giden feribota bindirmek adına bilet kazanmaktadır. Cehennemin kızı Ai Enma, seçilenlerin cezayı hak edip etmediğini yargılarken intikam isteyenler için eksiksiz acılı ve ızdırap dolu bir intikam sağlamaktadır. Üç bebeğinin yardımı ile işlerini yürüten Enma, hakkında hiçbir şey bilinmeyen bir kızdır. Ve kişilerin dileklerini, dileyenin canı karşılığında gerçekleştirmektedir.

DEATH PARADE Dünyada aynı anda ölen iki insan, kendilerini asansörle indikleri bir barda bulurlar. Ancak öldüklerini hatırlamazlar. Her barda ayrı bir barmen yer alır. Bu ölen iki kişi nereye gideceğini belirlemek için “Ölüm Oyunu” oynanmak zorundadır ve oyunun sonucuna hakemimiz karar vermektedir. Finalde kişiler iki asansörün önüne gelir; asansörlerden biri iyi yöne (Cennet), diğeri kötü yöne (Cehenneme) gitmektedir. Aslında sadece cennet/cehennem değil de, bazen bazı ruhlar boşluğa da gönderilebiliyor ya da reenkarne olarak dünyaya yeniden gidiyor. Bu oyunda masum olan kişi kim? ELFEN LIED İnsanların bir sonraki evrimi olduğuna inanılan başlarında iki boynuzu olan dicloniuslar, bilim insanları tarafından insanlığın düşmanı olarak sıfatlandırılmış ve gözetim altına alınmıştır. İnsanlardan farklı olarak vektör adı verilen gizli silahla doğmuş olan Lucy, tutulduğu labaratuardan kaçarken başına aldığı bir kurşun darbesiyle hafızasını kaybeder ve kişiliği bölünür. Sabaha karşı denizi izlemeye gelen iki kuzen Yuka ve Kouta, sadece “nyuu” diyebilen iki boynuzlu çıplak bir kızla ‘‘Lucy’’ ile karşılaşırlar. Nyuu’yu evlerine götürürler ve onunla yaşamaya başlarlar. AKU NO HANA Kitap okumayı seven ve özellikle Baudelaire’in Kötülük Çiçekleri’ni seven Kasuga Takao adındaki bir çocuk, okuldan kız arkadaşı Saeki Nanako’ya hayrandır. Birgün sınıfta Kötülük Çiçeklerinin kopyasını unutur ve almak için geri döndüğünde kitabın yanı başında Saeki’nin spor eşorfmanını bulur. Saeki’ye olan tutkusundan dayanamaz ve eşorfmanı çalar. Sınıfta Saeki’nin eşorfmanını bir sapığın çaldığı üzerine söylentiler yayılmaya başlar. Bunun üzerine Kasuga, suçluluk ve utanç duygusundan içine kapanmaya başlar. Ve buna ek olarak sınıftan hiç arkadaşı olmayan ürkütücü biri olan Nakamura adındaki kız onun eşorfmanı aldığını görmüştür. Ve bunu Kasuga’yı avucunun içine almak için kullanmaya başlar. 44


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

KARANLIK ANİMELERİN ARKASINDAKİ KARANLIK STÜDYOLAR Japonya dövüş sanatları, haikyu ve zen gibi kültür değerleriyle bilinse de, özellikle ikinci dünya savaşından sonra mangaya, akabinde animeye verdiği önemle dikkatleri çeken bir ülke. 60’lı yıllarda animenin ve manganın tüm dünyada tanınmaya başlaması ve özellikle 90’larda bu bilinirliliği en üst seviyeye taşıması ise bu ikilimizin ciddi bir endüstri oluşturmasına olanak sağladı. Ben burada anime üzerine yoğunlaşmak istiyorum tabii. Çünkü ele almak istediğim konu karanlık, dramatik, syberpunk, kısmen post-apokaliptik ve distopik animeler yapan stüdyolar. “Öyle stüdyolar mı varmış?” demeyin. Tabii ki tüm işleri tek bir tür olan stüdyo yok. Ama belirli konularında belirliği ağırlığı olan stüdyolar var. Nasıl ki bazı stüdyolar, herhangi bir kalıba bağlı kalmayıp her türden anime hazırlayabiliyorsa, özellikle belirli türlere yoğunlaşmaya çalışıp, bir stil/tarz oluşturma yolunda ilerleyen stüdyolar da mevcut. Anime için ister Japon popüler kültürünün bir ürünü deyin, ister bir sanat eseri deyin, isterseniz örtülü kültürel direnişin son kalesi olarak bakın, yolunuz mutlaka bir stüdyodan geçmek zorunda kalır. Japonya’da hali hazırda sayamayacağımız kadar çok stüdyo olsa da, dünya genelinde işleriyle kendisi ispatlamış stüdyo sayısı da küçümsenmeyecek kadar çoktur aslında. Yine de Manglobe gibi batan ve kapanan stüdyo haberleri de çok alışılmadık değil. Zira aslında animelerde bölüm başına oldukça kısıtlı bütçeler ayrılıyor. Bu bütçeyi bile kaldıramayan stüdyoların sonları ise maalesef hüsran oluyor. Yine de sürrealizmin en iyi örneklerinden olan ve felsefenin alasını yapan Ergo Proxy’i, yaşamın kıyısında olmayı çok iyi anlatan Deadman Wonderland’i ve

Yazar: Hafize Mutlu son dönemde özlediğimiz mafya hikayelerini sunan Gangsta’yı bizlere sunan, bazen korkulu, bazen gerilimli, bazen ise distopik yani genelde “karanlık” animeleriyle 2002’den geçtiğimiz yıla kadar hizmet veren Manglobe’ye (ve onun vesilesiyle kapanmak zorunda kalan tüm stüdyolara) teşekkürü bir borç bilirim.

Manglobe Stüdyosu Animeleri Animelerin Japonya’da sanayileşme ile yaygınlaştığını biliyoruz. Dünyanın en büyük ekonomik gücüne sahip Batılı olmayan tek ülke olduğunda da hemfikiriz. Bu başarısının altında ise Japonya’nın geçirdiği ya da geçirmek zorunda kaldığı ekonomik, teknolojik ve toplumsal değişimlerin yanı sıra kültürünü de korumayı başarmasının yattığını da inkar edemeyiz. Fakat tüm bunlara rağmen, yani aslında dünya geneline baktığımızda ekonomik, kültürel ve tarihi açıdan bir çok ülkeden daha iyi konumda olan Japonya’da distopik animelerin çoğunluğu da gözlerden kaçmıyor. Tabiiki bu distopyaların temelinde Japonya’nın geçirdiği savaşların ve Hiroşima - Nagazaki bombardımanlarının etkisini de inkar edemeyiz. Bu olaylar her ne kadar değişen bedenleri/hayatları sayborg metaforu altında 45


ANİME-MANGA DOSYASI

japonsinemasi.com

kabullenmek gibi görünse de, Japonya’nın hala derinlerde taşıdığı gelecek kaygısını da tetikleyen en büyük nedenlerdendir aslında. Bu korkulara bir de doğal felaketleri eklersek, Japon halkının kaygılanması için gereken konuları bulmuş oluyoruz. Mahşer teması etrafında toplanan bu kaygılar ise distopyaların temelini oluşturuyor. Özellikle yaratılan karanlık gelecek kurguları, ütopya gibi görünen distopyalar ve gerilimli seriler her yıl -sayıları artarak- izleyiciyle buluşuyor. Onları bizlerle buluşturan belli başlı stüdyolar olduğundan yukarıda bahsetmiştim. Şimdi bu stüdyoları biraz daha yakından inceleyelim istiyorum. Evet her animesi distopya olan stüdyo yok ama “eğilimi” bu yönde olan altı stüdyoyu inceleyebiliriz diye düşünüyorum. Stüdyolarımızı incelemeye oldukça ilginç ve farklı işleri olan Shaft Inc. ile başlamak istiyorum. 1975 yılında eski Sunrise Stüdyosu animatörü olan Hiroshi Wakao’nun kurucu olmasıyla başlayan Shaft, günümüzde yaklaşık 30 farklı anime serisi/filmi ile karşımıza çıkmış bir stüdyo. Fakat bu serilerin içinde yeni sezonları, ova’ları ve devam filmlerini de eklersek neredeyse 200 yapım elde etmiş oluyoruz. Belirli bir çizim tekniğini benimsemeyen stüdyonun animelerinde kullandığı arka planların çeşitliliği, açılış ve kapanış müziklerindeki alışılmışın dışında tonlar stüdyonun belirgin özelliklerinden. Bir diğer özelliği ise en başarılı

Koutetsujou no Kabaneri latımındaki farklılıkla konumuzun kıyısından dahil olan bir seri. Shaft’ın en başarılı işleri bu tür animeler olsa da aslında komedi dalında da başarılı işleri bulunuyor. Ama tabii konumuz bu değil.

Shatf’tan son dönemlerin dikkat çeken bir stüdyosu olan Wit Studio’ya geçmek istiyorum. Birazdan değineceğim bir stüdyo olan Production I.G’in kardeşi diyebiliriz aslında Wit için. Zaten oldukça da yeni bir stüdyo. 2012 yılında Production I.G desteğiyle kurulan stüdyonun başkanı, Production I.G’da da yapımcı olan Tetsuya Nakatake. Anime dünyasına Production I.G ile beraber hazırladıkları ve dünya genelinde fırtınalar koparmış bir anime olan Shingeki no Kyojin ile başlayan stüdyo aslında tam da anlatmak istediğim, kendisini karanlık animelere adamış bir stüdyo. 2012’den Shaft Inc. Stüdyosu Animeleri günümüze olan işlerine baktığımızda distopyalar dışınişleri arasında distopik animelerin çokluğu. Evet da işi yok denecek kadar az olan stüdyo çizimleriyle de Shaft için konumuz olan karanlık animeleri “kendi oldukça farklı. Shingeki no Kyojin’de görsel olarak -her tarzıyla” yansıtan bir stüdyo olduğunu rahatlıkla ne kadar bazı izleyicileri tatmin etmese de- oldukça söyleyebiliriz. En büyük referansları arasında ge- başarılı bir iş çıkarmış olan stüdyonun görsel anlamlen Mahou Shoujo Madoka Magica özellikle sürreel anlatımı ve grotesk çizimleriyle kendi türleri arasında bile farklı kategorize edilen bir seridir mesela. Bakemonogatari serisinin farklılı ise sanırım hepimizin malumudur. Bakemonogatari serileri uzun dialogları ve monologlarıyla bilinse de, görselliğiyle de izleyicisinde farklı etkiler bırakan bir seridir. Stüdyonun diğer başarılı serisi olan ef: A Tale of Memories distopik bir yapıda olmasa Shingeki no Kyojin da, dramasındaki karanlık ve bunaltıcılık, an46


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

spor animeleriyle de gündemde ama Guilty Crown, Psycho-Pass, Shingeki no Kyojin ve Suisei no Gargantia gibi her biri türüne farklı bir soluk getirmiş distopyalarıyla gönlümüzde “karanlık anime stüdyosu” olarak taht kurmuş bir stüdyo bence. Ghost in the Shell filmleri dışında Ghost in the Shell: Stand Alone Complex ve Ghost in the Shell: Arise serileriyle de yerini perçinleyen stüdyonun Hiroyuki Sawano Giovanni no Shima, Jin-Rou, Blood+ ve xxxHOLiC gibi da en iyi işi olarak Koutetsujou no Kabaneri’yi gös- oldukça farklı karanlık hikayeleri de var aslında. terebilirim. Canlı arkaplanları ve başarılı aksiyon Özellikle xxxHOLiC’in farklı üslübuyla da dikkat çektiğisahneleriyle ve tabiki distopyasıyla günümüzün en ni belirtmeliyim. Production I.G’ın son adımı ise Ameridişe dokunur animelerinden birisidir Koutetsujou no kan kablolu yayın kanalı olan Netflix ile yaptığı anlaşma Kabaneri. Konu itibariyle Shingeki no Kyojin ile bir çok oldu. Perfect Bones’i Netflix üzerinde tüm dünyada aynı ortak noktası olan Koutetsujou no Kabaneri’nin en farklı anda yayınlayacak olan stüdyo için bu daha başlangıç yanı görselliği. Öte yandan Wit’in geçen yıl yayınladığı desek abartmış olmayız sanırım. Owari no Seraph animesi hakkında o kadar olumlu yorum yapamıyorum malesef. Zira yapım distopya olarak Production I.G’dan daha spesifik işleri olan başka bir da, görsellik olarak da stüdyonun diğer işlerinden stüdyoya geçelim şimdi: Ufotable. Kafanızda canlanan oldukça geride bence. Fakat Wit’in istikrarını koruduğu Fate/Zero’yu görür gibi oldum. Ufotable, Inc 2000 yılında bir konu var ki o da müzikleri. Distopik ve post-apoka- kurulmuş bir stüdyo olsa da adını dünyaya Fate/Zero ile liptik serilerinde Hiroyuki Sawano ile çalışan stüdyo duyurdu desek abartmış olmayız sanırım. Her ne kadar, altı yıla yayılmış bir şekilde yayınlanan Kara no Kyoukai müzikal anlamda standardın çok üstünde iş yapıyor. film serisiyle 2007 yılından itibaren varlığını ciddi boyutProduction I.G ise 1987 yılında Mitsuhisa Ishikawa ta hissettirmiş olsa da, Ufotable için asıl dönüm noktası tarafından kurulmuş bir yapım şirketi. Tv filmleri ve video oyunları da olan stüdyo dünya da ismini duyurmuş bir yapım şirketi aslında. 1997 yılında Amerika’da da bir şubesini bulunduran stüdyo listemizdeki en güçlü isimlerden birisi. En bilinen işleri arasındaki Ghost in the Shell ile dünyaya kapısını açan Production I.G’in çok farklı türde animeleri olsa da karanlık hikayelerinin çokluğu dikkat çekiyor. Bu nedenle de onu karanlık stüdyolara kategorimize alabiliyoruz. Gerçi stüdyo son zamanlarda

Pyscho-Pass

Ghost in the Shell: Arise

Guilty Crown

Suisei no Gargantia

Fate/Zero Fate/Stay Night serisinin Unlimited Blade Works filmi oldu diyebiliriz. Akabinde hazırladıkları Fate/Zero ile ise, zirve noktasına çıkmayı başardılar. Daha sonrasında gelen God Eater ve Fate/Stay Night Unlimited Blade Works tv serisi gibi işleri ise merakla beklenenleri oldu. 2017’de yayınlanması planlanan Fate/Stay Night : Heaven’s Feel ise tüm dünyada bile en çok merak edilen yapımlardan birisi. Ufotable’yi spesifik yapan yanlarından birisi de çizimlerindeki benzerlikler. Yani Fate/Zero isleyen birisine ardından Kara no Kyoukai filmlerini izletirseniz, çizgilerdeki benzerlik stüdyosunu bilmeyen bir insanın bile dikkatini çekecektir. Tabii her işi için geçerli değil bu durum. Ama Ufotable’nin çizgileri ve arka planlarındaki canlılık stüdyonun en dikkat çekici yanı. Zaten dünyada da karanlık hikayeleri kadar -hatta belkide daha fazlagörselliğiyle ön planda olan bir stüdyo Ufotable. 47


ANİME-MANGA DOSYASI Şimdi bahsedeceğim stüdyo olan Bones’un da farklı işleri olduğunu söyleyebilirim. Ama bir - iki istisna dışında adını post-apokaliptik arkaplanlarla, distopyalarla ve karanlık hikayelerle hafızalara kazıyan bir stüdyodur Bones. 1998 yılında Sunrise’in eski üyeleri tarafından kurulan stüdyonun an itibariyle genel olarak 15 farklı yapımı bulunuyor. Tabii ova’ları, filmleri ve devam sezonlarını da sayarsak bu yapımlar 100’ü buluyor. Stüdyonun en bilinen işi Fullmetal Alchemist: Brotherhood. Bones’un diğer stüdyolarımızdan en önemli farkı ise, serileri ne kadar distopik ya da post-apokaliptik olursa olsun, mutlaka biraz da olsa “eğlence” barındırması. Gosick, Eureka Seven, Darker than Black ve Wolf’s Rain gibi ciddi dramatik ve karanlık hikayeleri de var elbette ama Kekkai Sensen ve Fullmetal Alchemist gibi yapımlarında, yaratılan dünyalar ne kadar distopik ya da post-apokaliptik olursa olsun, komedi öğesini kaybetmediğini de fark edeceksiniz. Kurau Phantom Memory ve No.6 gibi farklı distopik bilim kurguları da olan Bones’in bu dönemlerde dikkat çeken karanlık bir animesi yok. Ama önümüzdeki dönem yayınlanacak olan ve psikolojik alt metinleri olan Mob Psycho 100’ün merakla beklendiğini söyleyebilirim. Son olarak Bones ile ilgili şunu söyleyebilirim ki, dünyada adını duyurmuş en önemli stüdyolardan bir diğeridir. En güzelini en sonra bıraktım sanırım. Madhouse. Listemizdeki stüdyoların hem en kıdemlisi olan -1972’de kurulmuştur- Madhouse’un şimdiye dek 300’den fazla anime piyasaya sürdüğünü biliyor muydunuz? Tabiki bu animelerin içinde çok farklı olanlar da var ama karanlık, distopik ve post apokaliptik animelerin çokluğu hemen dikkatinizi çekecektir. Btooom!’dan Monster’a, Casshern Sins’dan Rainbow’a “karanlık anime” temasının altını dolduracak her argumana sahip konusu olan seriler Madhouse’un işi. Perfect Blue, Paprika ve Metropolis gibi “aykırı” ve bir o kadar da mihenk taşı oluşturan içeriği olan animelerin altında da Medhouse imzası var. Highscool of Dead,

Darker than Black, Kekkai Sensen

48

japonsinemasi.com Hellsing Ultimate, Texhnolyze ve Kiseijuu: Sei no Kakuritsu gibi yapımlarıyla yani türüne farklı bir bakış açısı sunan anime seriyle de gönlümüzde yeri ayrı olan bir stüdyo Madhouse. Her çeşit çizim ve renk uyumunu kullanmaya özellikle dikkat eden stüdyonun müzikal anlamda da en iyilerle çalıştığını rahatlıkla söyleyebilirim. Özellikle Death Note ve Kiseijuu: Sei no Kakuritsu gibi animelerin müzikal uyumlarına dikkat ettiğinizde ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Stüdyonun “karanlık” öğeler içeren yapımları bunlarla da bitmiyor tabi ki; Aoi Bungaku, Death Parade, Black Lagoon, Gyakkyou Burai Kaiji, Needless ve Claymore gibi başarılı serilerin arkasındaki isim de Madhouse. Sanırım bu yüzden de hem yazımda hem de genel olarak karanlık öğeler içeren animelerin yapımcıları arasında en dikkat çeken, en öne çıkan stüdyo Madhouse.

Death Note Yazımı bitirmeden önce kısaca Polygon Pictures’dan da bahsetmek istiyorum size. Anime dünyasında son dönemde kullanımı artan bir teknik olan CGI animasyon ve cel-shading tekniğini kullanan bir stüdyo Polygon. Daha doğrusu bu tekniğe ağırlık veren bir stüdyo. Fakat bu tekniği özellikle post-apokaliptik ya da korku-gerilim serilerinde kullanıyor. İki sezon yayınladıkları bir uzay bilim kurgusu olan Sidonia no Kishi, bu senenin önemli korku-gerilim serilerinden olan Ajin bu teknikle yapılmış seriler. Stüdyo bugünlerde ise, önümüzdeki yıl yine bu teknikle yayınlamayı planladıkları Blame! serisiyle gündemde. Oldukça yeni bir stüdyo olan Polygon Pictures, bu istikrarla giderse, türüne yeni soluklar getirebilir. Gözümüz üzerinde. Evet, stüdyolarımız genel olarak böyle. Japonya’nın son zamanlarda en ilgi gören yüzlerinden birisi olan animelerin ise bu kadar çok stüdyo ile desteklenmesi, biz izleyicilere bolca seçenek sunması bakımından oldukça güzel. Onlar bu istikrarla devam etsin, bize de yazacak bolca malzeme çıksın.


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

MELANKOLİNİN MAVİ EVRENİ: AOİ BUNGAKU SERİSİ Aoi Bungaku Serisi, “Mavi Edebiyat Serisi” olarak bilinir. Birbirinden bağımsız 6 karamsar ve hüzünlü klasik Japon edebi eserinin kısa hikâyeler şeklinde animeye adapte edilmiş 12 bölümlük seridir. “Sanat eserleri mavidir” sloganı ile yola çıkan anime, bizlere Japon edebiyatının dört farklı yazarının altı farklı eserinin anime versiyonunu sunuyor. Her bölüm alanında nam salmış yönetmen ve anime ekiplerinin stillerini içerisinde barındırıyor. Serinin her bölümünü Masato Sakai tanıtıyor, her bölümün başında eser ve yazarları ile ilgili ilgi çekici bilgileri izleyicilere sunuyor. Serinin müziklerini Hideki Taniuchi (1–8) ve Shusei Murai (9–10) tarafından hazırlanmış. Uyarlamaların tümü eserleri başarılı bir şekilde yansıtıyor. Seride yer alan ana karakterlerin endişesi, üzüntüsü ve çabası bugünkü yaşamımızın adeta birer aynası niteliğinde. Seri bugün unuttuğumuz şeyleri de içerir; ızdırap ve günlük yaşamın neşesi. Serideki 6 mavi öyküyü bu açılardan ele alacak olursak; Ningen Shikkaku / Osamu Dazai (1948)

Yazar: Birsen Albayrak

söz konusu: yetiştirilme tarzları, kadınlar, uyuşturucu, alkol ve intihar. Ningen Shikkaku bölümleri: “Komakura Çifte İntihar”, “Hayalet”, “Toplum” ve “Yeni Dünya” isimlerinden oluşuyor. Her bölümde bu başlaıklar altında izleyiciye mesajlar sunuluyor.

Ningen Shikkaku, 1948 1.Bölüm intihar konusunu ele alıyor. Ana karakteri ve beraberindeki Tsuneko’yu intihara sürükleyen şey “yaşamanın utanç verici bir şey” olduğunu düşünmeleridir. Ana karakterin yetiştiriliş tarzı, ailesini bilhassa babasını memnun edemeyişi ve bunun beraberinde getirdiği travmalar, insanlarla olan ilişkileri ve bu ilişkileri anlamlandıramayışı ve bittabi karakterimizi sürekli intihara sürükleyen düşünce bulutları ilk bölümün ana temasını “Yaşam ve Ölüm/Yaşamın Anlamı” oluşturuyor.

Serinin ilk 4 bölümünde Türkçe’ye “İnsanlığımı Yitirirken” olarak çevirilen “Ningen Shikkaku” işleniyor. Yönet- 2.Bölüm ise ana karakterin kimliğini tanımlaması ile menliği Morio Asaka, karakter dizaynalarını da Death alakalı. Bölümün isminin “Hayalet” oluşu, ana karakNote’dan hatırlayacağınız Takeshi Obata üstlenmiş. terin kendisini topluma nasıl tanıttığı ancak aslında nasıl olduğunu kavramasıyla ilişkili. Bu duruNingen Shikkaku eseri bir başyapıt olarak görülüyor ve mu özetleyen cümleyi belirtecek olursak “Dışarıdan Osamu Dazai’nin bir otobiyografisi olduğu düşünülüyor. bakıldığında gülümsüyordum ama içeride tam anlamıyla Ana karakter Ooba Youzou ile Dazai’nin ortak noktaları çaresiz ve sömürülendim.” Şöyle ki Youzou toplumun onu

49


ANİME-MANGA DOSYASI kabullenmesi ve insanlar içerisinde yer edinebilmek adına olmadığı biri gibi davranmakta ve bunu da sınıfından birinin farketmesiyle kimlik sorunu yaşamaktadır. Arkadaşının ona sen “hayaletsin” demesi üzerine kendisini hayalet olarak görmeye başlar ve bu hayalet ilerleyen bölümlerde de sürekli peşinde olacaktır. Burada değinmek istediğim 2 şey; hayalet figürünün Munch’ın “Çığlık” tablosunu anımsatması, ikinci olarak ise hayalet kavramının bireyin toplum içerisinde kendini soyutlaştırmak veya somutlaştırmak adına karakterini olduğu gibi yansıtamaması üzerine kimlik sorunu yaşaması olarak doldurabiliriz. Belirtmek istediğim diğer bir şey ise bu bölümde Van Gogh’un tuval stillerinin referans olarak yer alması.

Ningen Shikkaku, 1948 3.Bölüm ana karakterin insan ve toplum ilişkileri üzerinde duruyor. Bu bölümde, insanlara dikte edilen “Toplum ne derse o olur.” fikrinin ana karakter üzerinde nasıl değiştiği ve toplumun bu diktesinin bir bireyi nelere sürükleyebileceği işleniyor diyebiliriz. Bunu ise ilk bölümde yaşanan intihar olayı üzerinden ana karakterin travmalarıyla işliyor. Diktenin değişmesini sağlayan fikir ise şu: “Toplum sadece bireylerin biraraya gelmesinden oluşur. Toplumun her dediğine inanma.” 4.Bölüm ise ana karakterin tam kendisini arındırdığı ve huzura erdiğini düşündüğü günlerde karısının kendisini aldattığını görmesiyle tüm dünyasının nasıl altüst olduğu işleniyor. Bir hiçliğin ve anlamsızlığın içinden yine bir hiçliğe sürüklenmiş olan Youzou ve finalde kendisinin anlamlandırdığı “Yeni Dünya”... Bu bölümde izleyiciyi düşündüren şey ise şu: “Bir insan ne zaman sınırlarını aşmaya başlar?” Sakura no Mori no Mankai no Shita-In the Forest /Ango Sakaguchi (1947)

japonsinemasi.com

Under Cherries in Full Bloom , 1947 tadır. Ana kahramana seride eşlik edecek olan diğer karakter ise ormanda görüp, beğenip kaçırdığı şehirli bir kadındır. Gözü bu kadından başkasını görmeyen Shigemaru’nun hayatı bir anda değişir. Kendisini sıkılganlıkve huzursuzluk içinde bulur. 5. ve 6. bölümde işlenen “Korulukta, Kiraz Çiçeklerinin Altında” eserinin Ango Sakaguchi’nin şu fikrini işlediği söylenebilir: “Hayatını yaşamak ve çöküşe geçmek gerekirdi. İnsanlar çöküş yolunda gerektiği gibi düşüşe geçimliydiler. Bunu yaparak kendilerini keşfedecek ve kurtuluşa erebileceklerdi. “ Bu bölümün yönetmenliğini Death Note’un yönetmeni Tetsuko Araki üstlenirken, tasarımları ise Bleach’ten hatırlayacağınınz Kubo Tite üstleniyor.

Kokoro, 1914 Kokoro / Natsume Sōseki – (1914) İnsan ilişkileri konusunda her zaman kaygılı ve ruhu köşeye sıkışmış hisseden yazaarımız Natsume Soseki, Kokoro adlı eserinde insan egoizmi ve ahlakı arasındaki çatışmayı betimler. Bu eser, Japonya’da gelmiş geçmiş en çok satan eserdir. Hikaye’nin konusu Meiji döneminin modern çağa geçiş zamanlarında yaşanıyor. Hikaye Sensei ile genç bir adamın ilişkisi üzerinden “dostluk” kavramı çerçevesinde işleniyor.

Ango Sakaguchi’nin tecrübe ettiği bir olaydan esinlenerek yazdığı eserde, ana kahraman, korkusuz bir haydut olmasına karşın, baharda kat kat açıp sessizce Serinin 7. ve 8. bölümünü oluşturan eserin yönetsüzülen kiraz çiçeklerinden son derece korkmak- menliğini Shigeyuki Miya, karakter tasarımlarını ise

50


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

3. gün güneş doğarken hâlâ yetişememiş olursa, yerine arkadaşı Selintius idam edilecektir.

Kokoro, 1914 yine Takeshi Obata üstlenmiş. Temelde tüm hikaye 7.bölümde anlatılıyor. Sonrasında senarist Mikabe Abe’nin eklediği sekizinci bölümde, ben merkezli bir anlatım benimsenerek yaşanan olaylar Sensei’nin gözünden yeniden anlatılıyor. Hikayede iki bakış açısı vardır; biri genç adamın diğeri ise Sensei’nin. Bu doğrultuda hikayenin bize sunduğu şey olayı her iki bakış açısıyla kavrayabilmek ve moderni ve klasiği temsil eden bu iki karakter üzerinden iki dönemin insanının hayatı nasıl algıladıklarını gözlemleyebilmek oluyor. Ayrıca seride Van Gogh’un “Papatyalar” eseri bir referans olarak göze çarpıyor.

Senaristliğini Sumino Kawashima’nın üstlendiği animede konu oyun yazarı olan Takada ile onun arkadaşı Joushima üzerinden işlenir. Run Melos hikayesini Takada bir oyuna uyarlamaya çalışır ve bu eseri oluştururken eski dostunu, onunla ilgili anılarını ve yıllar önce verdiği sözü tutmadığı için ayrı düştüğü ve neden ona öfkeli olduğunu hatırlar. Serinin 9. ve 10. bölümlerini oluşturan eserin yönetmenliğini

Hashire, Melos!, 1940 Ryosuke Nakamura üstleniyor. “Dostluk” temasını derin ve insana dokunan bir şekilde işleyen seride Takada’nın eseri yazdığı zamanlarda flashbackle anılarını hatırlaması geçmiş ve şuan arasında geçen bir bütün hikayenin işlenmesi, izleyiciye ciddi anlamda görsel bir keyif sunmakta. Eserde verilmek istenen “Herkes yalnızdır.” fikri değil, “Dostlar arasındaki güven, dünyadaki en önemli şeydir.” fikridir. Kumo no Ito / Ryūnosuke Akutagawa (1918)

Hashire, Melos!, 1940

Ryounosuke Akutagawa “Japon Kısa Hikâyeciliğinin Babası” olarak kabul edilir ve Japon Edebiyatı’nın kayda değer ödüllerinden olan Akutagawa Ödülü “Koş, Melos!”, Osamu Dazai’nin 1940’da, Yunan onun adını taşımaktadır. hikâyesi Damon ve Pythias’ı uyarlayarak yazdığı bir kısa hikâyedir. Hikaye’nin doğuşuna sebep olan şey ise Dazai’nin borçlarıdır. Söylentiye göre Dazai bir arkadaşına borçlanır ve öyküde yer alan kurguya benzer bi şekilde borcunu temin etmek için ayrılır ve geri dönemez. Daha sonra arkadaşı onu bulur ve serzelişte bulunur. Bunun üzerine Dazai ona: “Dostum Dan, hangisi daha acıdır, bekleyen kişi mi olmak yoksa bekletilen mi?” Kitap, Melos ile Selintius adlı iki dostun hikayesini içerir. Selintius ölümü pahasına kız kardeşinin düğünü için ayrılan Melos’un yerine Kumo no Ito, 1918 hapse girer. Melos’un geri dönmek için 3 günü vardır. Hashire, Melos! / Osamu Dazai (1940)

51


japonsinemasi.com

ANİME-MANGA DOSYASI

Kumo no Ito, 1918 1918’de yayınlanan Örümceğin İpliği adlı eserini yazar, o dönemde okuduğu Karamazov Kardeşler’de geçen “Bir Baş Soğan” hikayesinden esinlenerek yazmıştır. Öykünün ana kahramanı cani ve şeytani bir ruha sahip olan Kandata adlı gözü kara bir gençtir. Gözünü kırpmadan herkesi öldüren bir katildir; ancak bir gün bir örümceği öldürmemiş,canını bağışlamıştır. Polislere yakalanan Kandata o günün akşamı infaz edilir ve gözlerini açtığında kendisini cehennemde bulur. Budha Shakyamuni, cehennemde acı çeken bu suçluyu fark eder. Hayatında yapmış olduğu o tek iyilikten etkilenen Shakyamuni, Cennet’teki bir örümceğin gümüşümsü ağını alarak onu Cehennem’e doğru uzatır. Ancak ağı tutup kendini dışarı çekmek/çekebilmek suçluya kalmıştır.

tor ressam Yoshihide’den kendi için yaptırdığı görkemli mezarının duvarlarına ülkesinin gerçek yüzünü yansıtmasını ve bununla birlikte öldüğünde de yine bu resme bakarak şehre hükmetmek istediğini söyler. Bunun üzerine şehirde gözlem yapan ressam imparatorun arzuladığı pembe gerçeklik yerine, şehirde kan ve vahşetin olduğunu; acı, işkence ve yoksulluktan başka bir şey olmadığını görür. Bu nedenle canı pahasına olsa da imparatorun ebedi hayat olarak gördüğü mezarının duvarlarını dünya cehennemini yansıtan resimlerle donatır. Görmediği bir şeyi çizemeyeceğini söyleyen ressama acı çözüm imparatordan gelir. Ressamın kızını gözü önünde yakan imparator bu sayede cehennemi görmüş olacağını ve rahatlıkla resmedebileceğini söyler. Bu büyük ve ölümsüz eseri ortaya çıkarma şehvetiyle birleşince Yoshihide yavaş yavaş aklını yitirmeye başlar. Hayatının en önemli eserini dünyaya bırakarak, Yoshihide kendisini intiharın kollarında bulur.

Atsuko Ishizuka‘nın yönetmenliğini Tito Kubo’nun illüstrasyonlarını yaptığı bu bölümde tüm konu Kandata’nın bakış açısından, ölümünden bir gece öncesinden anlatılmıştır. Ayrıca 11. bölümde işlenen Kumo no Uto bir sonraki bölüm “Cehennem Ekranı” ile bağlantılı olarak işlenmiştir.

Jigokuhen, 1918 Seride yer alan tüm eserler “şaheser oldukları için unutulmayanlardır.” Bulundukları dönemlere ve yazarlarının yaşantılarına ve ruh dünyalarına pencere açan bu eserlerin neredeyse tümü karanlık dünyayı; hüznü, kederi, kendini yitiren insanı ustaca betimlemektedir. Yalnızlık, Jigokuhen, 1918 kimlik sorunları, kendini kontrol edememe, intihar, ihanet, yaşam ve ölüm, insan olabilmek, Jigokuhen / Ryūnosuke Akutagawa (1918) dünyanın öteki yüzü, kendini arayabilmek ve Bu bölümün ana kahramanı saray hizmetlisi olan yaşam için tutunacak dal bulamamak… ressam Yoshihide’dir. Şehirdeki kan, yoksunluk ve vahşet yer almaktadır ve yegâne sebebi tuhaf görünüm- Bunalımlı ruhların oluşturduğu bir melankoni lü, bol makyajlı, egoist imparator Horikiwa’dır. İmpara- evreni: Aoi Bungaku...

52


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI

ÇILGINCA BİR RİTİM, DANS VE ŞARKILAR: AWA DANS FESTİVALİ

Yazar: Gökhan Kuloğlu

Japonya’nın en büyük dans festivallerinden olan Awa Dans Festivali, her yıl 12-15 Ağustos tarihlerinde Shikoku Adası‘nın başkenti Tokushima Prefecture‘de düzenlenmektedir. Her yıl bir milyonun üzerinde insanın katıldığı festivalde dansçılar geleneksel kostümlerini giyerek yerel müzik eşliğinde dans edip koreografiler oluşturuyorlar. Japon çalgılarının bütün şehirde duyulduğu bu festivalde, samisen, lute, taiko davulları, shinobue flüt ve kane zilleri eşliğinde geleneksel kıyafetlerini giyenler dans ederek sokaklarda geçit töreni oluşturuyorlar. Festivalde söylenen şarkılar arasında Awa Yoshikono ve Edo döneminin popüler şarkılarından Yoshikono Bushi katılanlar tarafından söylenmektedir. Bunun yanında festivalde yapılan danslar ise kendi arasında gündüzleri yapılan ve daha çok ölçülü bir ritme dayanan Nagashi ve geceleri dansçıların daha çılgınca bir ritim tuttukları Zomeki dansları yapılmaktadır. Festivalde erkekler ve kadınlar farklı stillerde dans etmektedirler. Erkekler dans için sağ ayak sağ kol ileri, sonra sol kol, sol bacak ileri şeklinde bir tempo tutarken bu hareketleri ayak parmakları üzerinde yapmaktadırlar. Bunu yaparken farklı Kökeni Japon Budist rahiplerinin danslarına dayanan noktalara giden elleri havada üçgenler çizmekteAwa Festivali, aynı zamanda ölüler için düzenlenen dir. Kadınlar ise kimonolarıyla dans ederken ileObon Festivali‘nin izlerini taşıyan bu geleneksel riye küçük tekneler savururken elleri ise zarif ve tören, Japonların ölen yakınları için dans edip şarkı ölçülü bir biçimde gökyüzüne yükselmektedir. söylemeleri ile onların ruhlarını neşelendireceği ve Kadınların sandaletlerinden çıkan sesler ise ritmi desteklemektedir. onlarla buluşmak amaçlı yapılmaktadır.

53


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI

EVCİL HAYVANLARA AİT BİR DÜNYA: JAPONYA Nüfus artış hızı çok yavaşlamış, neredeyse durma noktasına gelmiş Japonya’da evcil hayvanların sayısı çocuk sayısından fazla bir duruma gelmiş. Yalnız kalmayı sevmeyen ya da çocuklarının yanında bir de hayvan besleyen Japonya’da ilginç cafe, mağazalara ya da kedi ve tavşanların olduğu adalara rastlamak normal hale gelmeye başlamış.

Yazar: Faruk Koç

na ya da kediler ile vakit geçirebileceği cafelere gitmesi hayatında mutlaka yapması gerekenler arasında yer almalı gibi. Evcil hayvan şirketi Aeonpet bir alışveriş merkezinde yaşlı köpeklerin son zamanlarını huzurlu ve mutlu bir biçimde geçirebilmesi için her türlü im-

Fukuoka Adası insan nüfusunu altıya katlamış kedilerin yaşadığı ufak bir cennet. Yolda yürürken, teknede, park halindeki bir aracın üstünde, alışveriş sepetlerinde, pencerelerde, kumsalda daha doğrusu adımınızı attığınız her yerde sevimli kediler ile karşılaşmak mümkün. Ada halkı her anını burada kediler ile geçiriyor. Kedilerin sayısının bu kadar artmasından sonra adanın ismi daha çok Kedi Adası olarak anılmaya başlamış. Bu kadar kedinin yaşamasından sonra normal bir durum olsa gerek. İnsanların Japonya’da kahvesini yudumlarken aynı zamanda sevimli kediler ile vakit geçirebileceği tatlı cafeler mevcut. Kedileri çok seven insanların Kedi Adası-

kanı sağlıyor. 20 köpek kapasitesi olan bu huzur evinde veteriner bakımı, yüzme havuzu ve fizik tedavi imkanları mevcut. Neredeyse her ailenin evcil bir hayvanı olduğu Japonya’da böyle huzur evlerine rastlamak zaman içinde normalleşecek gibi duruyor. 54


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI

JAPONYA’NIN BEYAZ DOSYASI: BUNALIM VE İNTİHAR Japonya, dünyadaki en yüksek intihar oranına sahip ülkelerden biri. Her yıl en az 30.000 kişi intihar ediyor. İntihar oranı ise 100.000 kişide 33.5 erkek ve 14.6 kadından oluşuyor. Bu kadar çok kişinin intihar etmesinin en önemli sebebi olarak Japonyaların aşırı kuralcı bir toplum olmaları. 2.Dünya Savaşı’ndan sonra ağır bir anlaşma imzalamak zorunda kalan Japonya 1960 yılından itibaren hızlı bir kalkınma hareketine başladı. Bu kalkınma hareketinin hızlı bir şekilde ilerlemesi için aşırı kuralcılık önemli bir rol oynamış. Bu kadar kuralcılığı kaldıramayan insanlar maalesef çareyi intihar etmekte buluyor.

Yazar: Faruk Koç

Turistler kaybolmamak için geçtiği yolları işaretlemeye başlamışlar. 1988 yılına kadar her yıl yaklaşık yüz kişi bu ormanda intihar etmiş. Ormanda beden arama işini 1970’den itibaren polisler, görevli gazateciler ve gönüllüler tarafından yapıyor. Ormanın popülerliği 1960 yılında Seicho Matsumoto tarafından yazılan Kuroi Jukai (Ağaçlar Denizi) kitabından sonra artmış. Bu ormanda ‘’intihar etmeyin’’ ya da ‘’intihar edecekseniz polise haber verin’’ tarzı tabelalar görmek mümkün hale gelmiş.

Japon hükümeti intiharlara karşı aldığı önlemlerden biri ‘’İntihara Karşı Beyaz Dosya’’ denilen 9 adımlık bir İnsanlar intihar etmek için çeşitli yöntemler uygu- planla ile intihar oranının düşürülmesini amaçlıyor. luyor. Trenin önüne atlayıp intihar eden çok kişi İntiharı kolaylaştıran internet siteleri ya da insanların olduğu için yaptırımlar uygulanmaya başlamış. İn- birbirleriyle tanışıp intihar etmek için anlaştığı forumtihar eden kişinin ailesi yüklü miktarda para cezası ların olması Japon hükümetinin işini zorlaştırıyor. ödemek zorunda kalıyor. Tren seferleri intiharlar 1993 yılında yayımlanan Kanzen Jisatsu Manyuaru yüzünden erteleniyor ve ray çalışanları bu durum- (İntihar Rehberi) adlı kitap en çok satılan kitaplardan lardan olumsuz yönde etkileniyorlar. Mihara Dağı biri olmuş. Kitapta insanların kendine uygun intihar da insanların intihar ettiği yerlerden biri. 200’den yöntemini seçmelerinde yardımcı oluyormuş. fazla intihar olayının yaşanması sebebiyle yetkililer çözüm olarak dağın etrafını çitlerle çevirmek zorun- Uzakdoğu ülkelerindeki bir gelenek ise intihar edecek kişinin ayakkabılarını bırakmasıymış. Bu gelenek da kalmış. intihar eden kişinin artık kendini maddi dünyadan Aokigahara Ormanı diğer bir adıyla İntihar Or- soyutlayıp manevi dünyaya hazır olduğu anlamımanı. İsminin Japon mitolojisindeki ‘’yūrei’’ yani na gelen bir inanış. Japonya’da artık intiharların öfkeli ruhlar ile ilişkisi var. Adından da anlaşıldığı yavaş yavaş alışılmaya başlanan bir durum olmasını gibi burası Japonların intihar etmek için gittiği yer- düşünme sebebim intiharların komik bir biçimde lerden biri. Ormanın koyu bir havası var ve bir kere animelerde ele alınması. Bungou Stray Dogs’daki anayoldan saptığınızda kolayca kaybolabilirsiniz. Dazai bu duruma örnek olarak verilebilir.

55


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI

Asakusa Sensoji Tapınağı

TOKYO’NUN GÖSTERİŞLİ TAPINAK BÖLGESİ: ASAKUSA Asakusa Tokyo’nun en gösterişli ve en eski yerleşim birimlerinin olduğu ilçesidir. Asakusa da gezerken tabiri caizse zamanda yolculuk ediyormuş gibi hissedersiniz. Bölgenin böyle eski bir havasının olmasını sağlayan şey ise şüphesiz Tokyo’nun en eski tapınaklarından olan Sensoji tapınağının burada yer almasıdır.

Yazar: Bensu Cangüler

Tapınağa giden yolda ilk olarak Kaminarimon (Thunder Gate) kapısından geçiyorsunuz. Kapının iki yanında Şinto tanrıları Fujin ve Raijin yer alıyor. Fujin doğuda yer alıp rüzgar tanrısını simgelerken, Raijin batı tarafında yer alarak şimşek tanrısını simgeliyor.

Sensoji, Asakusa nın Şah damarı, bölgede yer alan bir çok tapınağın arasından en bilineni ve en gösterişlisidir. Her yıl hatrı sayılır miktarda turisti kendine çeken Sensoji ilk kez Milattan sonra 645 yılında yapılmıştır. Bodhisattva Kannon’a adanan Sensoji tapınağı tıpkı Japonya’nın diğer tapınaklarında olduğu gibi tekrar tekrar yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. İkinci dünya savaşı sırasında bombalanan ve oldukça zarar gören tapınak daha sonra tekrar Nakamise-dori Sokağı yapılandırılarak Japon halkı için barış sembolü haline gelmiştir. Tapınağın şimdiki hali 1950 yılın- Kaminarimon kapısından geçtikten sonra tapınağa giden yol boyunca sizi küçük hediyelik eşya dükkandan beri turistlerin ve yerli halkın ziyaretine açıktır. larının çevrelediği ‘’Nakamise-dori’’ adı verilen bir sokak bekliyor. Burası Asakusayı simgeleyen ve eski Edo dönemini temsil eden (şimdiki Tokyo) hatıra eşyaları, geleneksel tatlılar ve giysilerle dolup taşan bir yer. Eğer seyahatiniz boyunca Tokyo’da dolaşıp hediye alamadıysanız burası sizin için biçilmiş kaftan niteliğinde olabilir. Geleneksel tatlılar demişken genişletmemek olmaz. Burada ‘’Kannon-do’’ ana tapınak meydanına yaklaştıkça yiyecek dükkanları sıralanmaya başlıyor. Deneyebileceğiniz geleneksel asakusa atıştırmalıkları arasında; Tatlı soyafasulyeli Kibidango, Kırmızı fasulye dolgulu kek Kaminarimon Kapısı Agemanju ve pirinç krakerleri Osenbei örnek verilebilir.

56


JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI Kalabalıkla birlikte ağır ağır ilerleyebildiğiniz Nakamise Sokağı’nın sonunda, Sensoji tapınağı tüm gösterişliliğiyle sizi karşılıyacaktır.

japonsinemasi.com

Japonya’nın İlk Batı Tazrındaki Barı: Kamiya

Sonunda Sensoji’ye ulaştığınızda rahatlayıp derin bir oh çekebilirsiniz. Tüm kalabalığı arkanızda bırakıp Tokyo’nun en eski tapınağına ulaştınız! Tapınağın içinde dışında birçok ayine rastlayabilirsiniz. Özellikle tapınağın bulunduğu Kannondo Geçidi’nin tam ortasında bir tütsü ocağı ile karşılaşıyorsunuz. Ocağın etrafına dizilen insanlar tütsüyü elleriyle kendilerine doğru savurarak dumanını içlerine çekiyorlar. Bunu yapmalarının sebebinin bir çeşit arınma gerçekleştirerek Buda’yı onurlandırmak olduğu söyleniyor.

Tapınağın içinde göreceğiniz ritüllerden biri de oldukça ilginizi çekebilir. 100 yen vererek kaderinizle ilgili şans kağıtlarından çekebiliyorsunuz. ‘Omukiiji’ adı verilen bu şans kağıtları tapınak içinde oldukça popüler hale gelmiş.

Asakusa bir yanıyla tapınakları kucaklarken diğer bir yanıyla da Starbucks gibi uluslararası kahve mekanları, süpermarketler, ışıl ışıl alışveriş merkezleri ve geleneksel-modern karışık barlarıyla sizi bambaşka bir evrene davet eder.

Sensojideki kültür turumuzu tamamladıysak, Asakusa’yı incelemeye kaldığımız yerden devam edebiliriz. Gündüzleri Edo tarih çağı rüzgarları esen tapınak bölgesinde Asakusa’nın günlük yaşamı nasıl akıyor ve gece hayatı nasıl bir işleyiş içinde hep beraber gezerek keşfedelim.

Asakusa’da gece hayatı, Nakamise-dori’nin akşam saat 7’de kapanmasıyla başlar. Sessiz sakin yürüyüş yolları yanyana dizilmiş barların ışıklarıyla yavaş yavaş canlı bir atmosfer yaratır. Asakusa’nın kendine has gece ihtişamını bölgenin en meşhur barlarından Kamiya Bar’da deneyimleyebilirsiniz. Kaminarimona çok yakın mesafede olan Kamiya Tokyo’nun ilk batı tarzında barı olma özelliğine sahiptir. 1880 yılından günümüze kadar gelen bar ayrıca Japonya’nın en eski barı olma özelliğini de kendisinde saklamaktadır.

Asakusa’da tapınaklar öğleden sonra 5 gibi kapandığında bölge kendini karanlık havaya ve Tokyo’nun bilindik akışına hazırlamaya başlar.

57


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜRÜ DOSYASI Asakusa’nın gece hayatına dair bilmeniz gereken şeylerden biri de attığınız her adımda karşınıza çıkacak izakayalardır. ’’İzakaya’’ dediğimiz şey Japonların geleneksel tarzdaki publarıdır. İş çıkışı bunalan Japonlar soluğu hem yemek yiyebilecekleri hem de içki içebilecekleri izakayalarda alırlar. Bir sokak boyunca yanyana sıralanmış tatami matlarda alçak taburelerde oturup izakayaların tadını çıkarırken yeni arkadaşlar edinmeniz tesadüf olmayacaktır. Taverna ile bir İngiliz pubı arasında kalan izakayalarda vakit geçirmeden Asakusadan kesinlikle ayrılmamalısınız. Ve ayrıca not olarak Asakusa’daki gece hayatını gerçekten yaşamak için sizi otelinize götürecek olan son treni kaçırmayı göz almalısınız.

Japonya’nın İlk Batı Tazrındaki Barı: Kamiya

Asakusa’nın renkli ama aynı zamanda bir köşesine çekilmiş sizin onu bulmanızı bekleyen gece hayatına dokunduktan sonra geleneksel yiyeceklerine de bir bakış atalım. Eğer Uzakdoğu tatlarına, aşinaysanız ya da yeni tatlara açıksanız deniz ürünlerinin yoğun olduğu asakusa geleneksel yiyecekleri sizi büyüleyebilir. Ama tam tersi aç da bırakabilir. Bu tamamen sizin damak zevkinize kamış bir durum. Bu geleneksel yiyeceklerden en bilineni belki de Tempura’dır. Tempura hamurla kaplanmış deniz ürünleri ve sebze kızartmasıdır. Asakusa geleneksel yiyeceklerinde Tempuranın her türlü çeşidi bulunur. Soba yani ince bir Japon noodle çorbası üstünde tempura ile servis edilir. Tendon ise pirinç ve tempura’nın birleşiminden oluşan bir yemektir. Pirinç ve acılı dip sosun içine tempuralar batırılarak yenme şekli vardır. Sukiyaki ise Japonlara özgü bir hot pot (kase) içinde ince dilim etlerin, sosların ve sebzelerin kaynatılması ile yapılır. Bu yemek daha pişiril-

İzakaya Tarzı Köşe Pub

Tempura

Soba 58

Sukiyaki

Tendon

meden kap içinde sizin önününüze getirilir ve pişmesine şahit olarak yemeye başlarsınız. Tüm bu özellikleriyle Asakusa’da turist olmak; sabah ve öğle saatlerinde Kaminarimo’nun önünde fotoğraf çekilmeye uğraşan insanların telefonlarından seke seke kurtularak, tatlı ve samimi aksanlarıyla size broşür vermeye çalışan Japonlara yakalanmak demektir. Geleneksel ve modern hayatı bir arada yaşayıp ruhunuzu beslemeniz ve Japonların anlamakta zorlanacağınız hallerine şahitlik etmek demektir. Ayrıca Japonya’da bir mevsimde diğerine geçmenin rengarenk ve gösterişli bir şekilde kutlandığı Matsuri Festivalleri’nden birine şahitlik etmediyseniz, Japonların o kendilerine has ruhlarını henüz tam olarak yaşayamamışsınız demektir. Bunlardan en ünlü olanı Sanja Matsuri’dir. Sanja Matsuri, Asakusa Sensoji tapınağının önemli festivallerindendir. Her yıl Mayısın üçüncü haftası ‘’Mikoshi’’ adı verilen gezici mabetlerin dolaştırılması ve etrafında geleneksel müziklerle dönülmesiyle yapılır. Sanja Matsuri devam ettiği üç gün boyunca dünyanın her yerinden 2 milyon turisti ağırlar. Tüm o tarih kokan havası ve ne zaman hangi köşesinden ne çıkacağını bilmediğiniz Asakusa da kendinizi sokaklarda yeniden bulmanın hafifliğini yaşarsınız. Tüm Japonya şehirlerinde ve mekanlarında olduğu gibi, bırakın sizi merakınız yönlendirsin.


japonsinemasi.com

JAPON EDEBİYATI DOSYASI

JAPON EDEBİYATININ DÖRT YAPRAKLI SİYAH YONCASI “Hayatı ölüm özentisi, ölümü de hayat özentisiyle bulandırıyoruz; biri canımızı sıkıyor, diğeri korkutuyor.” Montaigne’nin bu tanımlaması ölümle ilgili acımasız bir savdır. Fakat aynı zamanda edebiyatta gelişen intihar kavramının nedenlerini aramak içinde doğru bir başlangıç noktasıdır. Antik Yunan’dan bu yana, ölüm ve intihar en çok üzerine kafa yorulan ve yaratıcılık esnasında ilham olmuş konuların başında gelir. Özellikle modern dönem edebiyatçıları arasında intiharla ilgili ilgi çekici yorumlar getiren yazarlar olduğu gibi, direkt olarak intiharıyla bir şeyler anlatmış yazarlar vardır. Edebiyatın son yüzyılda, bu konuda sicili oldukça kabarık. Virginia Woolf, Stefan Zweig, Sadık Hidayet, Slyvia Plath, Cesare Pavesa, John Kennedy Toole, Vladimir Mayakovski, Beşir Fuad ve daha bir çok önemli edebiyatçı dünyanın farklı yerlerinde intihar etti ve bu ölümler yazarların eserleri kadar iz bıraktı, tartışıldı. Ancak hiçbir yazar Japon Edebiyatı’nın intiharla hayatına son veren dört büyük ismi kadar tartışma yaratmadı, ilgi uyandırmadı. Ryunosuke Akutagawa, Osamu Dazai, Yukio Mişima ve Yasunari Kawabata. Japon Edebiyatının en önemli yazarları listesinde, en başlarda yer alan bu yazarlar neden intihar etti? Neden hala tartışılan ve üzerlerine kitaplar yazılan, araştırmalar yapılan, spekülatif intiharların kahramanları oldular? Bunların elbette farklı sebepleri var. Farklı olmayan bir şey varsa bu yazarların bizi karanlık tarafımızdan yakalayan, içimizdeki melankoliyi körükleyen, içimizi katranla yıkayan ve bundan da keyif almamızı sağlayan bir

Yazar: Deniz Balcı

Ryunosuke Akutagawa edebiyat yaratmış olmaları. Yazarların hayatları ile yazınları arasındaki paralellik Japon edebiyatının bu altın çocuklarında önemi çok büyük. Zira bu yazarların hepsi otobiyografik bir yazın anlayışı belirlememiş olmasına rağmen; yazdıkları kurmacalar da olası sonun sinyallerini vermiş ve bir nevi intiharlarını kutsallaştırmıştır. Ryunosuke Akutagawa Japonya’da İmparator Meyci (1868-1912) Devrinden sonra ortaya çıkmıştır. İmparator Meci Dönemi Japonya için başarılı bir dönemidir. Japonya’nın aydınlanma dönemi olarak da görülen bu zamanlarında, batının teknolojik ve yararlı tüm ihtisasları ‘al, uy, özümse’ gibi bir şablonla Japonya’ya sokulmaktaydı. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiştir. Zira sonrasında tahta çıkan İmparator Tayşo Devrinde (1912-1926) ortaya çıkan anarşizm, faşizm, komünizm gibi farklı ideolojik yaklaşımlar Japonya’da karmaşa sebep 59


JAPON EDEBİYATI DOSYASI

japonsinemasi.com

olmuş ve sağ görüş güçlenerek II. Dünya Savaşı sonuna kadar verimsiz bir sosyal hayat yaratmıştır. Bu dönemlerden bahsetmek önemlidir. Zira Akutagawa, Tayşo Döneminde yazın veren bir yazardır ve dönemin ruhundan büyük ölçüde etkilenmiştir. Akutagawa kendini tekrar etmekten korkan ve en çok da eserlerinde mükemmeliyetçiliği yakalamak isteyen bir hikayecidir. Hayatının sonuna kadar hikaye yazarı olan Akutagawa yalnız bir tane kısa roman yazmıştır: Kappa. Akutagawa yazdığı süre boyunca çeşitli konulardan esinlendi. Japon tarihi, dinsel temalar, çocukluk, kendinden önceki ünlü isimlerin hayatları ve karakterleri, felsefi bir sav öne sürme amacıyla desteklenmiş taslaklar... Bu öyküler, Akutagawa’nın sanatını anlamak ve öykü oluşturmak etüdündeki titizliğini görmek için önemlidir. Ancak hayatının son yıllarında daha önce karşı çıktığı otobiyografik yazın örnekleri

olası deliliğinin önüne geçmekti. Bu süreç kalemi eline almasını da engelliyordu. Bu da yazarın depresyonunu ve kaosunu daha çok güçlendiriyordu. Bu sıralarda Akutagawa’nın kız kardeşinin kocası arabasını bir trenin altına sürerek intihar etti. Akutagawa, kız kardeşinin ve ailesinin sorumluluğu da üstlenmek zorunda kaldı. Bu onun sıhhatinin daha da bozulmasına sebep oldu. “Bir Budalanın Hayatı” adlı öyküsünün sonunda içine düştüğü psikotik buhranları anlatmıştır. Artık hayata katlanamıyordu. Özellikle yazı yazmaya devam etmek için istediği bir şey vardı: hayvansal enerji. Bunu da ancak akıl ve zeka yoluyla elde ettiğine inanıyordu. Ancak aldığı uyuşturucu ve ilaçlar aklını ve zekasını kemiriyordu. Bir kısır döngünün içine girmişti. Artık yazamıyordu ve bu zaten onun için ölüm demekti. Yazar, 24 Temmuz 1927’de kaldığı odasında sabah vakitlerinde yüzsek dozda uyuşturucu alarak canına kıydı. Cesedi bulunduğunda, yanı başında vermiştir. Kendi hayatından yola çıkarak, kendi- ailesine ve arkadaşlarına yazdığı mektuplar ve bir ni anlattığı öykülerdir bunlar. İntiharının haber- de İncil bulunmuştu. Ölümünden sonra yayınlacisi ve ruh halinin açıklaması olan trajik döneme nan ‘Çarklar’ adlı öyküsü kendisi ile verdiği bütün ayna tutan. Akutagawa edebiyat sahnesine ilk savaşı ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Akutagawa’nın çıktığı andan itibaren en büyük Japon yazarların- intiharla nasıl yakınlaştığı ve kaçınılmaz sona nasıl dan biri olmak isteğiyle yanıyordu. Natsume Sose- yaklaştığını, trajik bir şekilde gözler önüne sermekki’nin onu ilk öyküsü dolayısıyla övmesi onun en tedir. Bu öykü yazarın kan donduran sonuna nasıl büyük motivasyonu olmuş ve kısa zamanda çok yaklaştığını her şekilde anlamanızı sağlayacak niönemli öyküler yazmıştır. Ancak en büyük olma teliktedir. Ülkemizde Boğaziçi Yayınları tarafından yolunda son yıllarında bir yanılgının içine hap- Oğuz Baykara çevrisiyle iki kitabı yayımlanmıştır. soluştur. Genç yaşında akıl hastalığına kapılan an- ‘Raşomon’ ve ‘Kappa’. nesinin genini taşıdığı ve bir gün onun gibi akıl sağlığını yitireceği endişesi Akutagawa’nın aklını Osamu Dazai ise ne yazık ki intihar ve ölümle güçlü kemirmeye; ölüm korkuları içinde yaşayıp, günlük bağlar kurmuş ve hayatının her döneminde bunlarhayatın akışına katlanabilmek amacıyla yüksek la yakın ilişki içerisinde olmuş, hayatının bir parçası dozda uyuşturucu ve ilaç kullanmaya başlamıştır. haline getirmiştir. Japonya’nın yabani bölgesi olan Bu dönemde devamlı sinir krizleri geçiriyor, kuşku- Tsugurulu bir ailesinin çocuğu olan Dazai, çocuklarından dolayı kendine zarar veriyordu. Birçok luğunu travmalarla geçirmiştir. Varlıklı bir aile, aynı kez küçük intihar girişimlerinde bulundu. Amacı zamanda siyasi karakterler çıkaran bir sülale sistem60


JAPON EDEBİYATI DOSYASI

japonsinemasi.com

intihar etmiş ancak kız ölmüş, Dazai kurtarılmıştır. Bu onun için daha karanlık bir dönemi başlatmıştır. Bundan sonra bir dönem kendisini düzeltmek istese de içinde yaşadığı savaş öncesi Japon toplumu buna izin vermemiş, esrarkeş, alkolik, kavgacı, asabi, saldırgan olmuş; 1948 senesinde daha öncesinde yarım bıraktığı iş olarak gördüğü intiharını yeniden, bu kez metresiyle gerçekleştirmiş ve denize atlayarak hayatına son vermiştir. Osamu Dazai, Japon dünyasının Jean-Paul Sarthe’dır sanki. Satır aralarına Fransız filozof-yazar Sarthe’ın düşüncelerinin pesiOsamu Dazai mizm süzgecinden geçirilmiş daha yoğun bir halini inin içinde büyüyen Dazai, hep bir aile atasına karşı yerleştirmiştir. Dazai’nin yapıtlarının hepsi kendisi sorumluluk bilinci ile büyütülmüştür. Her zaman ile ilgili saplantılı tespitlerle doludur. Bir özeleştiitaat ve secde kültürünün parçası olması beklen- ri edebiyatı yapmıştır. Bu anlamda Japon edebimiştir. Ancak çocukluktan başlayan isyankarlıkları yatının en dürüst yazarlarından biridir. üniversite okumak için gittiği Tokyo’da son noktasını bulmuştur. Eser vermeye başladığı bu yıllarda, kendini içkiye ve kadınlara vermiş; sürekli olarak ölümle ilgili yazılar yazmaya, yaşamın sağlamasının ölüm olduğunu anlatmaya çabalamıştır. Bütün eserlerinde hayatının izleri görülür. ‘Batan Güneş’, ‘İnsanlığımı Yitirirken’ ve ‘Mor Bir Serserinin Gezi Notları’ Dazai’nin Türkçeye çevrilmiş yapıtlarıdır ve en ünlü eserleridir. Bu kitapları okuduğunuz vakit, Dazai ile karanlık bir çukurun içerisine girersiniz. Sadık Hidayet İran edebiyatı için nasıl varoluşçu ve Yukio Mişima pesimist bir denklem kurduysa, Osamu Dazai’de Japon edebiyatı için benzer bir denklem kurmuştur. İntihar ve edebiyat dediğimiz zaman yalnız Japonya Kendi gelenekleri ve batılılaşmanın getirdiği yeni için değil, dünya içinde çok fazla önem taşıyan bir alışkanlıkları arasında bocalayan, bunlara felsefi bir isimden bahsedeceğiz şimdi: Yukio Mişima. Fanaşekilde isyan esen Dazai, ne içindedir çemberin ne tik bir yazar olan Mişima’nın intiharı bir çok kitaba de dışında. Bu durum onun bu dünyada devam et- konu olacak kadar katmanlı ve önemlidir. Marguemesini imkansız kılmıştır. Sayısız kere intihar girişi- rite Yourcenar’ın ülkemizde Can Yayınları’ndan çıkan minde bulunmuştur. Sürekli olarak bir utançtan ve ‘Mişima ya da Boşluk Algısı’ kitabı tavsiye edebibaşarısızlıktan bahsetmiştir. Aşık olduğu kadınlar- leceğim, en özgün biyografi incelemelerinden bir la ölümüne bir ilişki yaşamıştır. Hatta ‘İnsanlığımı tanesidir. İntiharını da tam anlamıyla anlamak için Yitirirken’de anlattığı sevgilisiyle, denize atlayarak güzel bir denemedir. Peki nedir Mişima’yı ve intiharını bu derece mesele yapan? Yukio Mişima intiharından sonra uzunca bir süre ‘sapkın’ bir yazar olarak nitelendirildi. Onun fanatikliği, faşistliği, eşcinselliği, hiçbir zaman saklamadığı anormal alışkanlıkları, anlamlandırılmasını zorlaştırdı. Modern insanın, tüm bireysel travmaları, sapkınlıkları, anormalliklerini; toplumsal tarih ve süreci içinde değerlendirilebilirse objektif bir görüşe ulaşılabilir. Tutkuyla bağlandığı ölümden bahseden, intiharı kitleleri etkileyen bir eylem olarak gören, işkence kavramı ciddi bir dille anlatan, kan ve acıyla

61


JAPON EDEBİYATI DOSYASI

ilgili fantezilerini eserlerine yansıtan bir yazarın kabulü elbette zor olacaktır. Ancak şimdi Japon edebiyatına bir bakış attığımızda kimse onun kadar etkili ve sarsıcı olmamıştır. Düşüncelerine katılmayan insanların dahi, edebiyatı karşısında ellerini bağladığı bir yazardır Mişima. Mişima’nın ana temaları olan işkence, intihar, vahşet ve cinsellik, yazarın çok üretken olduğu II. Dünya Savaşı sonrası yılların modernite ve geleneksellik arasında kalmış buhranının sonucudur. O, Japonya’nın, batıdan gelen yeni değerleri kucaklayarak kabul etmesine şiddetle karşı çıktı ve samuray geleneklerini savundu. Emperyalizmin kendi kültürünü yok edeceğinin farkındaydı ve bundan kaçmanın ancak eski Japon geleneklerinin modernize edilmesiyle olacağını düşünüyordu. Ailesinin kökleri samuraylara kadar uzanıyordu. Soy ağaçlarına bakıldığında 1700’lü yıllarda ülkeye yöneten askerlere kadar ulaşan isimler vardı. Mişima ‘Japonya’nın kendine has kişiliklerinin’ batı etkisindeki ‘vasıfsız kukla, sistem parçası oyuncaklara’ dönüşmesine isyan ediyordu ve bunu en iyi bildiği şeyle; samuray geleneklerinin saflığı, doğruluğu, erdemleri ile yansıtmaktan yana hareket ediyordu. Bu yolda fanatik milliyetçi, hatta faşist oldu ama köklerine dayandırdığı erdemlerinden asla vazgeçmedi. Onun koyu milliyetçiliği kendinden farklı olanı yok etmeye dayalı değil, kendi

62

japonsinemasi.com olanın özelliklerini yitirmemesi üzerine kuruluydu ve bu uğurda her şeyi yapmaya hazırdı. Edebi olarak çok keskin ve güçlü bir dili olmasına karşın Mişima sinema yapmaya da başladı. İflah olmaz bir entelektüeldi ve sanatın birçok alanında yetkinlik kazanıyordu. Oyunculuk yaptı, resim yaptı, şiirler, oyunlar, romanlar, hikayeler, eleştiriler yazdı. Japonya’nın geleneksel sanatları üzerine araştırmalar gerçekleştirdi. Döneminde ve sonrasında bir çok yazarın ilhamı oldu. Bir yandan da karate ve kılıç sanatında ustalaştı. Eski samurayların kılıçlarıyla kurduğu bağı o da kılıcıyla kurdu. Bunlarda yetmedi Japon ruhunu korumak amaçla Kalkan Derneğini kurdu. Bu dernek yarı silahlı yarı kalemli bir dernekti. Yani derneğe üye olanlar Japonya da eser veren entelektüellerdi ama silah kullanmak konusunda da atalarıyla aynı hassasiyeti paylaşıyorlardı. Bu dernekle beraber olduğu zaman sürecinde Mişima, baş yapıtı sayılan ve hayatla, ölümle, inançla, dünyayla ilgili sahip olduğu her görüşü en ince ayrıntısına kadar aktardığını söylediği ‘Bereket Denizi Dörtlemesi’ni yazdı. Ölümünü bir sene öncesinden planlamıştı. Vatanı için Japon gelenekleri doğrultusunda intihar etmek, eserlerinin çoğunda sinyallerini verdiği bir şeydi. Bunun zeminini ve felsefesini hayatı boyunca

yazdığı eserlere aktarmıştı. Özellikle ‘Bereket Denizi Dörtlemesi’nde Japonya’nın yozlaşan değerlerine ve kaybolan kültürüne karşılık intiharı içselleştirdi ve kutsadı. 1970 yılının kasım ayında, kurmuş olduğu Kalkan Derneği’nden dört arkadaşıyla birlikte Japon Silahlı Kuvvetlerinin Tokyo’daki Ichigaya Kampı’nı ele geçirerek silahlı bir darbe gerçekleştirdi. Burada savaş sonrası Japonya’nın silahlanmasını yasaklayan ve güçlenmesini engelleyen sistemle ilgili bir konuşma yaparak, edebi ve samuray dilinde bir manifesto yayınladı. Yakalanacaklarını bildiği bu kışla darbesi sonunda, konuşmasının akabinde topluluğun önünde sephuko yaparak karnını yardı ve eski zamanlar-


JAPON EDEBİYATI DOSYASI

japonsinemasi.com

daki Japon geleneklerinde olduğu gibi en yakın arkadaşı tarafından kılıçla başını kestirdi. Bu intihar edebiyatın düşünsel ve siyasi bir bakışla en klinik birleşmelerinden bir tanesidir. Tüm dünya hala Mişima’yı konuşmaktadır. Onun intiharı birçok isme ilham olmuştur. Düşüncenin ve edebiyatın etkisi üzerine nitelikli tartışmalar yapılmasına sebep olmuştur. Şarkıcı, ozan Patti Smith, Arjantinli dev romancı Roberto Bolano, Amerikanın tabu karşıtı yazarı Henry Miller, Japon yazar Kenzoburo Oe, pop-art’ın yaratıcısı Andy Warhol’a ve daha birçok isme ilham oldu. Ülkemizde de Can Yayınları tarafından kitapları basılan Mişima’nın ‘Bir Maskenin İtirafları’, ‘Denizi Yitiren Denizci’, ‘Bereket Denizi Dörtlemesi’ gibi kitaplarını şiddetle öneririm ve büyük bir yazarla tanışmaya yakında izleyenlerdendi. Kawabata’nın sessizliğiyle hazırlanmanızı tavsiye ederim. Mişima’nın gürültüsü birbirini tamamlıyordu. Mişima’nın intiharı sonrası Kawabata kendini uzun süre toplayamadı. Yakın zamanda almış olduğu Nobel Edebiyat Ödülü onda zirveyi görmüş ama bir şeyler eksik kalmış hissini kuvvetlendiriyordu. Tüm bu varoluşsal sıkıntılarına anlam vermek için çabalamaya son veren yazar 1972’de kaldığı evde gazları açarak intihar etti. Ölümünün ardından herhangi bir mektup veya not bulunmadığından intiharı hep bir gizem olarak kaldı. Eserlerindeki naiflik ve kırılganlık onu okurken, ne kadar kolay kırılabileceği hissiyatını yaratmakta; okuyucusunun da kendi gibi hassaslaşmasına Yasunari Kawabata sebep olmaktadır. Yukio Mişima’nın fanatik edebiyatıyla estirdiği aynı yıllarda, Mişima’nın aksine çok daha içine dönük, sessiz, lirik bir edebiyat yapan Yasunari Kawabata’da eserler vermekteydi. Çok değil Mişima’nın intiharından iki sene önce Kawabata Nobel Edebiyat Ödülünü kazanarak bu ödülü alan ilk Japon yazar olma unvanını kazanmıştı. Kawabata bomba sonrası, savaş sonrası çocuğuydu. Zayıf ve çelimsiz, sürekli olarak sessizce etrafını izleyen bir yapıya sahipti. Onun fırtınaları içinde İntiharın ve karanlık bir dilin sahibi olan bu isimkopmaktaydı. Hiçbir zaman seslice bağırmadı. ler ne ilk edebi intiharlardı ne de sonuncusu oldu. Siyasi olaylardan, kitlesel erozyonlardan bahset- Ancak bu dört isim kadar kimse iz bırakmadı. medi. Büyük cümleler kurmadı. O Japonya’nın Onların edebiyatı, sözcükleri her geçen gün lirik ve duygusal çocuğuydu. Söylemek istediği daha çok büyüdü, daha çok duyuldu. Dünyada şeyi aslında hep kastediyordu. Hiçbir zaman net fanatik okuyucuları olan bu yazarların intiharları olmuyordu. Bazen anlatmak istediği şeyi meta- aslında edebiyatlarına layık gördükleri görkemli forize ediyor, lirik bir şekilde ima ediyordu. Bu bir jübileden başka bir şey değil. Onları okumak narin adam, Mişima’nın en sevdiği arkadaşların- dünya için şans. Onlar bizim bulduğumuz dört dan biriydi. Mişima’nın davasını ve ateşini en yapraklı siyah bir yonca.

63


japonsinemasi.com

JAPON EDEBİYATI DOSYASI

OKUNMASI GEREKEN JAPONYA KOKULU KİTAPLAR

Yazar: Gökhan Kuloğlu

JUN’ICHIRO TANIZAKI, NAZLI KAR “Nazlı Kar” Japonya’nın en önemli yazarlarından biri olan Jun’ichiro Tanizaki’nin 1943 – 1948 yılları arasında kaleme aldığı başyapıtı. Nazlı Kar bir döneme, farklı bir coğrafyaya, Japon algısına, kültürüne bir yolculuk gibi... Dört kız kardeşin odağında gelişen bir “kadın romanı”. imgeye uygun bir biçimde mevsimlerin döngüsünü aktarıyor, zamanın geçişine duyulan hüznü bize ulaştırıyor. KANAE MINATO, İTİRAFLAR İtiraflar, kara, sessiz, irkiltici, acımasız bir intikam öyküsü… Minato’nun, bağırıp çağırmayan, bir akarsu dinginliğinde akan satırları, öğretmen Yuko Moriguçi’nin, dört yaşındaki kızını öldüren iki ortaokul öğrencisinden aldığı intikamın dehşetini yansıtıyor. İtiraflar’ı okurken çocukluk, masumiyet, eğitim üzerine düşüncelerinizi gözden geçireceksiniz. YÜKSEK GÖRMEZ, JAPONYA GİTTİM GÖRDÜM YAZDIM 1850: Amerikan donanması zoruyla dışa açılma. 250 yıllık endüstri devrimi sürecini elli yılda tamamlama. Sıradan bir ülkeden süper emperyalist güce dönüşme. İki atom bombası ile teslim olma ve çöküntü. Meclis bahçesinde patates yetiştirecek kadar fakirleşme. Küllerinden doğma ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi makamına yükseliş. Onca zenginliğe rağmen otuz beş metre kare evler. İnanılmaz bir yaşlanma sorunu ve post-modern kalkınmışlık problemleri: İntiharlar. Ölene kadar çalışma mottosu ve izin kullanımı ve emekliliğin reddi. İnanılmaz yüksek geri dönüşüm ve çöp kutusunun olmadığı çöpsüz şehirler. Almanlara rahmet okutan sinir bozucu mükemmellik ve dakiklik. Ahlak ötesi ahlak ve toplum için feda edilen bireyin toplumsal kalitesi. Uzayda yaşamaya en hazır toplum. Ve daha ötesi… Sadece Japonya’yı değil, Asya’yı ve yeni küresel dünyayı anlamaya yardımcı olmak üzere yazılmış bir kitap. Konuya yıllarını vermiş bir uzman gözüyle…

64

64


japonsinemasi.com

JAPON KÜLTÜR ETKİNLİKLERİ

2016 ANTALYA ULUSLARARASI BOTANİK EXPO: JAPON ESİNTİSİ Antalya’da 23 Nisan – 30 Ekim 2016 tarihleri arasında 6 ay boyunca sürecek “Çoçuk ve Çiçek” temalı Uluslararası Botanik Exposu düzenlenmektedir. Etkinlikte aynı zamanda Japonya Hükümeti’nin de sergileri yer almaktadır.

yaklaşık 400 yıl önceki “Edo döneminde şekillenen bahçecilik teknikleri ve kültürü” teması ile kesme çiçeklerin tanıtımı yapılmaktadır. Dış bahçe sergisinde ise, yaklaşık 500 yıl önceki Kamakura dönemi sonlarından Muromachi dönemine kadar geçen süre içinde geliştirilen, dağların ve akarsuların su kullanılmadan Japonya Hükümeti’nin iç ve dış bahçe sergileri 2 ayrı betimlendiği “Karesansui” stili olarak isimlendirilen Jaalanda gerçekleştirilmektedir. İç bahçe sergisinde pon bahçesi tanıtılmaktadır.

SUZUKI MOHRI İLE SHODO ATÖLYESİ

ANİME-MANGA HİKAYE YARIŞMASI

Japon kaligrafisi sanatlarından olan Shodo, Türk Japon Vakfı’nın önderliğinde Japon kültürü severlerle buluşuyor. Etkinlikte Shodo’nun usta isimlerinden Suzuki Mohri yer alıyor. İki gün sürecek etkinlikte sanatçının kaligrafi gösterilerinin ardından katılımcılarla birlikte iki gün boyunca atölye çalışmaları yapılacak. Etkinliğe katılım ücretsiz.

Cosplay Türkiye anime ve mangalardan oluşan bir hikaye yarışması düzenliyor. 9 Haziran saat 23.59’a kadar başvurunuzu yapabilir hikayelerinizi gönderebilirsiniz.

Tarih: 11 Haziran Cumartesi -12 Haziran Pazar 2016 Saat: Cumartesi: 13:30/Pazar: 14:00 Yer: Türk Japon Vakfı Kültür Merkezi Ferit Recai Ertuğrul Caddesi No:2, 06450 Ankara

Yarışmaya katılanların kazanacaklar okuyucu oylaması sonucunda belirlenecek ve kazanan kişilere sunulacak manga listesinden istedikleri Türkçe manga ciltlerine sahip olacaklar. 1. olan eser sahibi; 10 adet Türkçe Manga ve sürpriz anime ürünü, 2. olan eser sahibi; 5 adet Türkçe Manga, 3. olan eser sahibi; 3 adet Türkçe Manga, 2 kişi de mansiyon ödülü olarak birer adet Türkçe Manga kazanacaklar.

65


www.japonsinemasi.com


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.