Kavakyeli Sanal Dergi: Mustafa Kemal Atatürk

Page 1


Mustafa Kemal, Türkiye için yalnızca bir ‘kurucu baba’ değildir. Eğer Türk Devrimi yalnızca Anadolu’da yeni bir devlet kurmak anlamına gelseydi, bugün Mustafa Kemal’den tarihsel bir kişilik, geçmişe ait özlemle anılması ve saygı duyulması gereken biri olarak söz edebilir ve burada durabilirdik. Türk Devrimi, emperyalizme karşı ulusal bağımsızlığı, uygarlığa yönelik halkçı kalkınmayı 15 yıl içinde bütüncül bir devrim atılımı içinde çok kapsamlı biçimde yaşama geçirdi. Bunu yaparken son üç yüzyılın temel gerçeklerini başarıyla saptadı, yarattığı sonuçlarla 20. yüzyıla damga vurdu. Kendi savaşını kendi ülkesiyle sınırlamayarak üçüncü dünya ülkeleri için örnek oluşturdu. Bölgenin gerçeklerini derinlikle kavrayarak geleceğe yönelik attığı adımlarla yalnızca kurulan ülkenin değil, benzer sorunlar yaşayan ülkelerin izlemesi gereken yolu belirledi. Türk Devrimi’nin özünü oluşturan bağımsızlık, ulus egemenliği, halkçı kalkınma, uygar bir ulus olma ilkeleri için verilen uğraş geçen yüzyılda kalmış değil. 20. yüzyıldan 21. yüzyıla geçişin ardından görünürde pek çok şey değişti, ancak emperyalizm olduğu gibi yerinde duruyor, ezenle ezilen arasındaki uçurum giderilmediği gibi açılıyor, ulusun kendi yazgısını belirleyememesi çok yalın ve çoktan çözülmüş bir sorun gibi görünse de Türkiye’nin önünde dikilen önemli konulardan biri. Örnekler çoğaltılabilir. Her alanda değişen koşullara, uluslararası düzlemde gözlenen sürekli devinime ve Türkiye’nin 100 yıl içinde bir uçtan bir uca sürüklenip durmasına karşın, Mustafa Kemal’in bıraktığı gibi duran bir şey var: Türkiye, bir devrim ülkesi. Ulusçu ve halkçı devrimle kurulmuş bir ülke. Devrimin temel ilkelerinin geçerliliğinde yüz yıl öncesinden şimdiye değin bir değişme olmadı. Deneyimledikçe anlıyoruz ki 21. yüzyıla girip oldukça ilerlemiş olmamıza karşın çözmeye çalıştığımız sorunlar, Türk Devrimi’nin ve Atatürk’ün çözmeye çalışıp başarılı olduğu sorunlarla aynı.

Atatürk, bu nedenlerle bizim için yalnızca tarihsel bir kişilik ve ulusal bayramlarda anılıp özlenecek biri değil. Türkiye’yle ilgili temel saptamaları yapabilmek için Atatürk’ün ve Türk Devrimi’nin kavranabilmesi gerekiyor. Bu temel saptamalar yapılamadan ne Türkiye’nin güncel konularıyla, ne Türkiye’nin geleceğiyle, ne de bölgenin geleceğiyle ilgili nitelikli görüş geliştirilebilir. Kavakyeli Sanal Dergi’nin yeni sayısını Atatürk’e ayırdık. Şimdiye dek görmediğiniz türde, her zamankinden daha varsıl, daha dolu ve dürüst olmamız gerekirse çok daha güzel bir Kavakyeli hazırladığımıza inanıyoruz. Bu yalnızca bizim isteyip yapabileceğimiz bir şey değildi, Kavakyeli ekibinin dışında çok değerli kişilerden yardım aldık. Prof. Dr. Sina Akşin’le bir söyleşi yaptık ve bu söyleşiden Atatürk’e ilişkin güzel bir metin ortaya çıktı. Daha önce Kavaklıdere Söyleşileri’nde ağırlamış olduğumuz Barış Doster, öncü cumhuriyet kadınlarına ilişkin çalışması yakın zamanda yayınlanan Özlem Özdemir ve gazeteci-yazar Ömür Kurt bu sayıda aramızdalar. Yine Kavaklıdere Söyleşileri’nde bir araya gelmiş olduğumuz Işık Kansu da Ceyhun Atuf Kansu’nun 1961’de yazmış olduğu bir yazıyı bizimle paylaştı. Kendilerine büyük bir teşekkür borçluyuz. Keyifli okumalar dileriz.

Kavakyeli Sanal Dergi


04 10 14 18 20 24 28

ATATÜRK VE DEVRİM YASALARI BARIŞ DOSTER

“ATATÜRK GERÇEK BİR KURTARICI” SİNA AKŞİN İLE SÖYLEŞİ

İNSAN KAHRAMAN ATATÜRK CEYHUN ATUF KANSU

ATATÜRK ÖLMEDİ!

ÖZLEM ÖZDEMİR

DÜNYAYA ÇEVRECİLİK MESAJI VEREN İLK ÖNDER ATATÜRK ÖMÜR KURT

SELANİK’TEN ANKARA’YA CAN GÜÇLÜ

ATATÜRK’E İLİŞKİN OKUNMAZSA OLMAZ KİTAPLAR

3


Barış Doster

ATATÜRK 4


Cumhuriyet’in ilanından kısa süre sonra, 3 Mart 1924 tarihinde, üç devrim yasası kabul edilir. Bunlar; 1) Hilafetin ilgası, 2) Şeriye ve Evkaf Vekâleti ile Harbiye Vekâleti’nin kaldırılması, 3) Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur.

Savaş ve devrim aynı anda, eş zamanlı olarak hayata geçirilmiştir. Türkiye, devletleşirken milletleşen, milletleşirken de devletleşen halkın vatanı olmuştur.

Bu atılımların arkasında iki anahtar sözcük yatar: Savaş ve Devrim. Milli Mücadele’de savaş ve devrim iç içedir. Savaş bittikten sonra devrim yapılmamıştır. Savaş ve devrim aynı anda, eş zamanlı olarak hayata geçirilmiştir. Türkiye, devletleşirken milletleşen, milletleşirken de devletleşen halkın vatanı olmuştur. Bütün bu işler “Ben cumhuriyeti vicdanımda milli bir sır gibi sakladım” diyen Mustafa Kemal Paşa tarafından, henüz Kurtuluş Savaşı başlamadan önce planlanmış, tasarlanmıştır. Atatürk’ün kendisine ve sofrasına yakışan devrimci dostları, dava arkadaşları, kadroları da vardır elbet. Mahmut Esat Bozkurt, Tevfik Rüştü Aras, Mustafa Necati, Reşit Galip, Refik Saydam, Vasıf Çınar gibi… Mahmut Esat Bozkurt öldüğünde, “Bir faniyi değil, bir yanardağı toprağa veriyoruz” denilmesi bundandır. Türk Devrimi; Aydınlanma Devrimi, Egemenlik Devrimi olarak hayat bulmuştur. Egemenliğin kökü, kaynağı, tanımı, işlevi, anlamı değişmiştir. Egemenlik gökten alınmış, yere indirilmiştir. Şahıstan alınmış, millete verilmiştir. İlahi, tanrısal, ruhani olmaktan çıkarılmış, dünyevi, laik hale getirilmiştir. Ve bu savaşla birlikte kotarılmıştır. Halk; savaşta, cephede, kan ve gözyaşı içinde milletleşmiştir. O yüzden Türk Devrimi, dünyadaki ulusal kurtuluş hareketleri, bağımsızlık savaşları, devrim mücadeleleri arasında özgün, özel bir konuma sahiptir.

5

Hocaların hocası Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya; 1908 Jön Türk Devrimi’ni, yani 2. Meşrutiyet’i, Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet öncesindeki bir “siyaset laboratuarı” olarak tanımlar. Bu laboratuarda aç Anadolu insanı, yoksul Anadolu halkı, çıplak Anadolu köylüsü vardır. Trablusgarp’ta şehit düşenler vardır. Yemen’de kolunu, Sarıkamış’ta bacağını kaybedenler vardır. Balkanlardan sürülüp gelenler vardır. Birinci Dünya Savaşı’nda yitip giden, göçüp giden, kopup giden, kaçıp giden, bıkıp giden, ölüp giden Anadolu insanı vardır. Türkçemizin büyük ozanı Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın, “Çanakkale milli mücadelenin önsözüdür” demesi bundandır. Aydınlanma şehidimiz Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in, “Mazlum milletler, Üçüncü Dünya’nın göbek adıdır” demesi bundandır. Ve önsözü kanla, irfanla Çanakkale’de yazan Türk Milleti, Kurtuluş Savaşı’nda yedi düveli ve onların işbirlikçilerini yendikten sonra, son sözünü de Lozan’da söylemiştir. Emperyalizme karşı kavgada örnek olmuştur, ilham kaynağı olmuştur.


Cumhuriye Eğitim A

Cumhuriyet’in Eğitim Atılımı Devletleşirken milletleşen, milletleşirken devletleşen halkın, en iyimser istatistiklerde bile, okuryazar oranı yüzde 10’u ancak bulmaktadır. Yüzde 90’ı kırsalda, köylerde yaşamaktadır. Toplum, Atatürk’ün halkçı, aydınlanmacı, devrimci, laik, bilimsel, eşitlikçi eğitimine susamıştır. Halkevleri, Halkodaları, Millet Mektepleri ve Cumhuriyet eğitiminin doruğu olan, eğitim bilim külliyatına “Türk buluşu eğitim kurumları” olarak geçen, UNESCO tarafından tüm gelişmekte olan ülkelere örnek gösterilen Köy Enstitüleri halkımızı aydınlatmıştır. O okullardan Fakir Baykurt, Mahmut Makal, Talip Apaydın, Ümit Kaftancıoğlu gibi yazarlar, aydınlar çıkmıştır. Yüzde 90’ı okuma yazma bilmeyen 12 – 13 milyon nüfuslu Anadolu’da Hasan Ali Yücel’in uzak görüşlülüğü,

İsmail Hakkı Tonguç’un emeğiyle, coğrafi ve sosyolojik olarak Türkiye gerçeklerini gözeterek 21 bölgede kurulan Köy Enstitüleri, sadece eğitim kurumları olarak değil, aynı zamanda bir Kuvayı Milliye hareketi olarak tarihe geçmiştir. Öncelikle ve özellikle vurgulamak gerekir ki, Tevhid-i Tedrisat, eğitim yoluyla ve eğitim kurumlarından başlayarak Anadolu insanına fırsat eşitliği sunmuş, toplumdaki “mektepli” - “medreseli” ayrımına son vermiştir.

Halk; Devrim Kanunları ile kulluktan, eğitim atılımı ile cehaletten, Tıbbiyeli Hikmetler sayesinde cüzzamdan, veremden, tifüsten kurtulurken, bir yandan da yurdumuz demir ağlarla örülmüştür. Etibank’lar, Sümerbank’lar kurulurken, insanımız Nazilli’nin dokumasını, Kayseri’nin basmasını, Beykoz’un kundurasını giymeye başlamıştır. Kendi bezini, tuzunu, ununu, şekerini, sigarasını üretmenin tadına, bilincine varmıştır.

Atatürk’ün Ü Düşünsel M Hazırlığı M Atatürk’ün Düşünsel Hazırlığı

Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet’in ve Devrimlerin fikri altyapısını, henüz öğrencilik yıllarında oluşturmaya, olgunlaştırmaya başlamıştır. Atatürk saptanabildiği kadarıyla 4 bin kitap okumuştur. Bu da bulunabilen, ulaşılabilen, kaydı olanlardır. Cephelerde okuduğu, yollarda okuduğu, kaybolanlar, kaydı olmayanlar, ulaşılamayanlar dikkate alınırsa, bu sayının 4 bini geçtiği anlaşılır. Atatürk, okuduğu kitapları, sayfaların kenarına notlar alarak, yorumlar yaparak okumuştur. Sadece altını çizdiği bölümler 12 bin sayfa tutmaktadır. Anıtkabir Derneği bunları her biri 500 sayfa

6

olan 24 cilt halinde basmıştır. Henüz Kurtuluş Savaşı sürerken Muallimler Kongresi toplayan Atatürk orada şöyle seslenmiştir: “Yalnız ve ancak siz öğretmenler ölen ve öldüren birinci orduya niçin ölüp neden öldürdüğünü anlatan ikinci bir ordunun neferlerisiniz”.

Atatürk, “Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir” derken, Cumhuriyet’in toplumsal, sınıfsal, halkçı boyutuna vurgu yapmıştır. Yurt dışına eğitim için yollanan gençlere, “Sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” diye öğüt vermiştir. “Cumhuriyet fazilettir” diyen Atatürk, Cumhuriyet’i, Türkiye’yi Türkiye’den yönetmek için kurmuştur. Devrimleri bir daha kul olmayalım, esir düşmeyelim, işgale uğramayalım diye yapmıştır.


et’in Atatürk AtÜç Temel F Atatürk’ün Üç Temel Farkı Mustafa Kemal Paşa, kapsamda, amaçta ve yöntemde farklı bir liderdir. Kapsamdaki farkı şudur: Karslının Kars’ı, Erzincanlının Erzincan’ı, Edirnelinin Edirne’yi kurtarmaya çalıştığı, işgale karşı direnen örgütlerin, yurtsever kadroların yerel, bölgesel kaldığı bir ortamda, tüm milli kuvvetlere ulusal bir hedef göstermiştir. Her vatanseveri vatanın her yerinden sorumlu kılmıştır. Trabzonlu Maraş’tan sorumludur, Diyarbakırlı Tekirdağ’dan. Aynen cephede, “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır” dediği gibi. Mustafa Kemal Paşa yöntemde farklıdır. Halide Edip Adıvar dahil pek çok yurtseverin “Amerikan mandası mı, İngiliz himayesi mi ehven-i şerdir?” diye tartıştıkları dönemde, ABD basınına ilan verip derdimizi anlatalım şeklindeki

önerilerin dillendirildiği süreçte, Atatürk tarihin şu tunç yasasını hatırlatmıştır herkese: “Savaşla kurulan savaşla yıkılır”. Gazi, Milli Mücadele’nin yönteminin silahlı kavga olduğunu haykırmıştır. Aynen Çanakkale Muharebelerinde “Size taarruz emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum” dediği gibi… Atatürk amaçta farklıdır. İşin başında ulusal egemenliğe dayalı, tam bağımsız bir cumhuriyet için yola çıkmıştır. Kavgayı hilafet ve saltanatı kurtarmak için değil, çağdaş bir Cumhuriyet kurmak için vermiştir. Bu konuda, yola birlikte çıktığı pek çok arkadaşından farklı düşünmektedir. Nitekim bu ayrılık, Meclis’in açılmasıyla birlikte su yüzüne çıkmıştır. Saltanatın ve hilafetin tasfiyesinde, Cumhuriyet’in ilanında, çok partili hayat denemelerinde, devrimler sürecinde, laiklik anlayışında açıkça belli olmuştur. Buna karşın Atatürk, kendisiyle birlikte Kurtuluş Savaşı’na katılmayanları, çok olgun bir tavırla değerlendirmiş ve “Benimle birlikte yola çıkmayanlar da, benimle birlikte yola çıkanlar kadar haklıydılar” şeklinde anmıştır.

Üç Misak-ı Milli Üç Misak-ı Milli

Mustafa Kemal’in üç Misak-ı Milli’si vardır. Üçü de özgündür. Biri, Toprak Misakı Milli’sidir. Diğeri Maarif Misakı Milli’sidir, yani Tevhid-i Tedrisattır. Üçüncüsü ise Say Misakı Milli’sidir, yani emek misakıdır.

7

Hâkimiyeti Milliye, İrade-i Milliye, Kuvayı Milliye konusunda ödünsüzdür. Bu üç kavram, bu üç ilke, Gazi’nin tüm eylem ve söylemine ruhunu vermiştir. Gazetesinin adı İrade-i Milliye’dir. Örgütünün adı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’dir. Hareketin adı Kuvayı Milliye’dir. TBMM’nin duvarında “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” yazar. İstiklal-i Tam, yani tam bağımsızlık konusunda kıskançtır Atatürk. Devrimcidir, antiemperyalisttir. Zira ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık yoksa, antiemperyalizm de yoktur. Atatürk’ün bu yönü tüm ezilen uluslara, mazlum milletlere, 3. Dünya halklarına örnek olmuştur. Hindistan’dan Cezayir’e, Küba’dan Tunus’a dek Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi derin izler bırakmış, büyük saygı görmüştür.


Devrim Yasaları’nın Amac

Devrim Yasaları’nın Amacı

Devrim Kanunları’nın amacı güçlü bir Cumhuriyet’in saygın, yetkin, üretken yurttaşlarını yetiştirmektir. O bağlamda hedef aydınlanmadır, yurttaştır, aklın ve bilimin egemenliğidir. Bağımsızlıktır, özgürlüktür, onurlu bir yaşamdır. Alt kimlikler üzerinden, Ortaçağ kalıntısı aidiyetler üzerinden, feodalizm artığı mensubiyetler üzerinden bölünmemektir. Yurttaş olmanın bilincine varmaktır. Çünkü Cumhuriyet yalnız ve ancak yurttaşı muhatap alır. Toplumsal mukavelesini, toplum sözleşmesini yalnız ve ancak yurttaşla yapar. Yurttaşın alt kimliklerine karşı kördür, sağırdır, dilsizdir. Duyarsızdır, ilgisizdir, kayıtsızdır.

Cumhuriyet bu bağlamda ırk, soy, kan, din, bölge cumhuriyeti değildir. Siyasal bilinç, ortak kader, keder, ülkü, hedef cumhuriyetidir. Sosyal devlettir. Bütüncül kalkınmadır. Refah toplumuna ulaşma çabasıdır. Köylünün adam yerine konmasıdır. Köye öğretmen, ebe, hemşire, okul götürülmesidir. Anadolu’ya yatırım yapılmasıdır. Kamuculuktur ve planlamadır. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere temel kamu hizmetlerini, piyasa öznesi yapmamaktır. Halkın feodal beylerin, toprak ağalarının, tarikat şeyhlerinin, cemaat liderlerinin, seyitlerin, dedelerin tahakkümünden kurtarmaktır. Yoksul köy çocuklarından öğretmenler, mühendisler, avukatlar, bilim insanları, sanatçılar, mühendisler, komutanlar yetiştirmektir.

Sözün Özü:

Devrim Yasaları, Cumhuriyet’in hedefiyle, özüyle, ruhuyla özdeştir. Onların içinin boşaltılması, Cumhuriyet’in tasfiyesinin önünü açmıştır.

8


m n cı

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben ulusumun ve büyük atalarımın en değerli miraslarından olan bağımsızlık aşkıyla yaratılmış bir adamım. Çocukluğumdan bugüne dek ailevi, özel ve resmi yaşamımın her evresine tanık olanlarca bu aşkım bilinir. Bence bir ulusta şerefin, haysiyetin, namusun ve insanlığın beden ve ölümsüzlük bulabilmesi, mutlaka o ulusun özgürlük ve bağımsızlığa sahip olmasıyla olabilir. Ben kişisel olarak bu saydığım niteliklere çok önem veririm ve bunların bende bulunduğunu öne sürebilmek için ulusumun da aynı özellikleri taşımasını asıl koşul bilirim. Ben yaşayabilmek için mutlaka bağımsız bir ulusun çocuğu kalmalıyım. Bu nedenle ulusal bağımsızlık, bence bir yaşam sorunudur. 22 Nisan 1921


Prof. Dr. Sina Akşin ile Söyleşi tatürk’ü ortaya çıkaran tarihsel dönemeçte koşullar nasıldı? Türkiye o noktaya nasıl geldi?

A

di köyü, Arap mahallesi yok, hiçbir şey yok. Binaların da çoğu yok ediliyor. İki tane bina kalmış anıtsal nitelikte, Elhamra Sarayı’yla Kurtuba Camii. Her şey silinmiş. Etnik temizlik yapılmış.

İki tür imparatorluk modeli var. Bir tanesi etnik esaslı, bir etnisiteyi esas alan imparatorluk türü. Bir de İskender modeli imparatorluk var. Müslüman imparatorluklar genellikle İskender modeli imparatorluklardır. Vatan herkesin vatanıdır, orada oturan insanların vatanıdır, öyle sayılır. Mesela Osmanlı ordusu Bulgaristan’ı fethettiği zaman orası Türk yurdu yapılıyor ancak oranın Bulgar yurdu da olduğu kabul ediliyor. Bulgarlar evlerini, işlerini, kiliselerini muhafaza ediyorlar, bir çeşit birlikte yaşama düzeni getiriliyor. Avrupalılarsa fetihlerde böyle bir şey istemiyorlar. İspanya 800 yıl Müslüman egemenliği altında kalıyor fakat daha sonra Hıristiyanlar egemen oluyorlar. Bugün İspanya’da bir tek Arap köyü, Yahu-

İspanya’da Müslümanların başına gelenler Rumeli’de de gerçekleşti. 93 Harbi’nde, Balkan Savaşları’nda Türklerin etnik temizlikle Balkanlar’dan temizlenmesine çalışıldı. Bu temizlik büyük oranda başarıldı, daha da ileri gidecekti. Ancak koşullar değişti, dönem değişti ve bazı Türkler Rumeli’de kalabildiler ve sıra Anadolu’ya geldi. Sevr uygulansaydı bugün Türkiye diye bir şey olmayacaktı büyük ihtimalle.

10

ATATÜRK GERÇEK BİR KURTARICI


ani Türklerin ve bildiğimiz anlamıyla Türkiye’nin bu topraklardan kalıcı olarak atılması, belki de yok edilmesi tehlikesi vardı. Peki Türk toplumunun bu dönemdeki durumu neydi?

Y

Osmanlı devletinin, 19. yüzyılda büyük hataları var. Türkler, Orta Asya’dan Viyana’ya kadar geldikleri o hızın ardından Anadolu’ya ve Rumeli’ye yerleştikten sonra üzerlerine bir tembellik çöküyor. Ortaçağ hayatı yaşıyorlar.

Atatürk ve İttihatçılar kabaca aynı şeyi düşünüyor, Osmanlı devletinin modernleşmesini istiyorlar, hasta adam denen Osmanlı’nın düzelmesini, ayağa kalkmasını arzuluyorlar. Birinci Dünya Savaşı’na girilip savaş yitirilince Türklere nihai darbe olarak Sevr’in uygulanması isteniyor. Batılıların Türkleri Rumeli’den ve Anadolu’dan kesinkes atma düşünceleri var. Sonradan anlayışlar değişip hoşgörü biraz daha artınca bazı Türkler tutunabiliyor, ama Batılılar Türkleri istemiyor. Düşünün ki Bulgaristan’da Türkler çoğunluktaydı bir ara. Rumeli’nin ardından Anadolu’da da Türklere nihai bir darbe vurmak isteniyor.

Matbaa çıkıyor, 300 yıl sonra alıyorlar. Eğitim dökülüyor. Eğitim, Kuran’ı okumak işinden ibaret. Dolayısıyla Türkler, Batı’nın ordularına, gelişmişliğine direnemiyorlar. Onlar almışlar gitmişler çünkü, Rönesans olmuş, reform olmuş, aydınlanma gelmiş, matbaalar harıl harıl çalışıyor. Bizimkilerde tık yok! Ancak 2. Mahmut zamanında bazı okullar açılıyor, ortaçağ insanı olmayan gençler yetişmeye başlıyor, Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye’yle birlikte. Ve zamanla bu yeni okulların öğrencileri ve mezunları çoğalıyor, İttihat ve Terakki’yi kuruyorlar 1889’da. İttihat ve Terakki, mekteplilerin siyasal örgütü. Ama tabii gizli örgüt bu. Yapılan çalışmalarla nihayet 1908’de 2. Meşrutiyet geliyor. 2. Meşrutiyet, Türklerin 1789’u. Fransızlar için 1789 neyse, 1908 bizim için o. O sayede mekteplilerin egemenliği başlıyor. Atatürk de o mekteplilerden biri.

Mustafa Kemal de bir İttihatçı aslında. Ama savaş kaybedilince İttihatçıların lider kadrosu kaçmak zorunda kalıyor. Atatürk bu ekipte değil, onun Anadolu’ya geçip mücadele başlatma şansı oluyor.

tatürk’ün farkı ne? Osmanlı İmparatorluğu’nun o ya da bu biçimde 200 yıl boyunca uğraşıp başarılı olamadığı alanda Atatürk nasıl başarılı oluyor?

A

Mustafa Kemal bir dahi. Çok nadir olan bir şey. Türkiye’de milyonlarca insan var ama dahi var mı bilmiyorum şu anda. Vardır herhalde. Ama Mustafa Kemal gerçek bir kurtarıcı. Sevr anlaşmasına baktığınız zaman yabancıların düşüncesini anlıyorsunuz. Anadolu’nun yarısı Yunanistan yarısı Ermenistan olacak.

11


urtuluş Savaşı bunu engelliyor. Nasıl bir süreç Kurtuluş Savaşı?

K

Kurtuluş Savaşı’nın iki yönü var. Bir tanesi iç savaş yönü. Bu, Vahidettin’in bütün Osmanlı hükümdarları gibi modern adamlardan nefret etmesiyle ilgili. Milli Mücadele’nin başarılı olması halinde kendisine yer olmayacağını tahmin edebiliyor tabii. Dolayısıyla savaş açıyor Milli Mücadele’ye. İhanet bu tabii, düşman var ülkede, saldırıyor, paspas gibi çiğniyor girdikleri yerlerde yerli halkı. Milli Mücadele gibi bir şey var bunlara karşı ve Vahidettin kalkıyor, Milli Mücadele’yi yönetenlere savaş açıyor. Tam bir hain. Düzce ayaklanmaları, Çapanoğlu, Delibaş Mehmet gibi ayaklanmaları hep saray örgütlüyor İngiliz yardımıyla, İngiliz altınıyla.

illi Mücadele’yi Atatürk’le birlikte yürüten öncü kadro, neden cumhuriyet döneminde de belirleyici roller üstlenemedi?

M

O insanlar Atatürk’ün görüşüne, vizyonuna sahip değildiler. Atatürk’ün vizyonu onlarda yok. Dolayısıyla Atatürk’ün yaptığı onlara göre zıpırlık, yani şapka, medeni kanun gibi şeyler, macera aramak. Ama Atatürk’ün Dumlupınar’da kazandığı zafer öyle mükemmel bir zafer ki herkesin ağzı açık kalıyor. Batılıların da, Türklerin de. O ağzı açık homo-ahretikuslar, Atatürk’e karşı çıkamadılar. Askeri zaferin mükemmeliyeti Lozan’ı sağladı, Atatürk devrimini sağladı. Atatürk devrimi de yeni Sevr’lere karşı Türk halkının ortaçağ defterini kapatıp uygarlaşması demek.

O sırada Türk halkının %95’i homo-ahretikus. Homo-ahretikus, ahiret insanı demek. Ahiret için yaşıyor. Ortaçağ hayatı yaşıyor.

T

ürk halkı nasıl yaklaşıyor bu uygarlaşma atılımına? Halk istemiyordu yenileşmeyi. Ama işte ağzı açık kaldığı için direnemedi. Atatürk, devrimi neden yaptı? Devrimle, Sevr’in yerine Lozan geldi. Ama Lozan’ın ne kadar devam edeceği belli değil, ilk fırsatta Batılılar yeni bir Sevr dayatacaklardı Türkiye’ye. İşte bu olduğu zaman Türk insanının modernleşmiş olması lazım ki başa çıkabilsinler emperyalistlerle. Ortaçağ insanının modern emperyalistle başa çıkabilmesi için çağcıllaşması, uygarlaşması gerekir. Atatürk’ün neydi derdi? Şapka, yeni harf, şu bu değil. Herkes Atatürk’ü bir Noel Baba

12

olarak düşünüyor. ‘Alın size opera, yeni harfler, şu, bu…’ Noel Baba hediye dağıtır ya çocuklara, Atatürk’ü öyle görüyoruz. Halbuki böyle bir şey yok, Atatürk’ün derdi bir an önce ortaçağ insanını modernleştirmek, gözünü açmak. Böylece adam olsunlar, yeni Sevr’lere karşı koyabilsinler. Mao Zedung’un dediği gibi, temel çelişki diye bir şey var. Her toplumda bir temel çelişki var. Bunu göremezseniz, anlayamazsınız olup bitenleri. Türkiye’de temel çelişki, Atatürk devrimiyle ortaçağ arasında, yani karşıdevrim arasında.


O halde söyleyiniz efendiler; halkçılık, toplumsal düzenini emeğine, hukukuna dayandırmak isteyen toplumsal bir öğretidir. Efendiler, biz bu hakkımızı saklı bulundurmak, bağımsızlığımızı koruyabilmek için hepimiz, ulusça bizi mahvetmek isteyen emperyalizme ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı ulus olarak savaşımı uygun gören bir mesleği izleyen insanlarız. Dolayısıyla, bu ve bu gibi açıklamalarla hükümetimizin dayandığı ilkelerin, toplumbilime dayalı bir ilke olduğunu belirgin bir biçimde görürüz. Ama ne yapalım ki, demokrasiye benzemiyormuş, sosyalizme benzemiyormuş, hiçbir şeye benzemiyormuş. Efendiler, biz benzememekle ve benzetmemekle övünmeliyiz. Çünkü biz, bize benziyoruz, efendiler. 1 Aralık 1921


İNSAN KAHRAMAN ATATÜRK

Ceyhun Atuf Kansu Ulusça sıkıldığımız, bunaldığımız anlarda; toplumsal problemlerimize bir ışık aradığımız anlarda, “Bize Atatürk lazım!” diyoruz. Ne demek bu söz? Bu sözün anlamı şu: Bize Atatürk’ün cesurluğu gerek, bize Atatürk’ün olaylar karşısındaki tutumu gerek, bize Atatürk’ün halkçılığı, ulusça verdiği, vatanseverliği gerek. Bize Atatürk’ün Batı’ya dönük ilkeleri, devrimciliği gerek. Bize Atatürk lazım derken, özlediğimiz, beklediğimiz, çağırdığımız bir fanî insan değil, o insanın düşünceleri, ilkeleri, topluma kattığı ışıktır. Atatürk yaşamış ve ölmüştür. Doğa yasalarına göre yeniden

Atatürk gibi bir insanın doğması, yaşaması mümkün değildir. Öyle ise? Öyle ise, bize gerekse, onun felsefesi ve devrimleri gereklidir. Atatürk bize, o devrim ve hayat felsefesini bırakmıştır. Bunaldığımız, muhtaç olduğumuz anlarda, bu devrim ve hayat felsefesinden yararlanmamız, kendi yaşantımıza ve ulusun yaşantısına bu felsefenin ışığını tutmamız mümkündür. Neden “Bize bir Atatürk lazım!” diyoruz. Demek ki, milletçe problemlerimizi henüz sökememişiz, onun iradesine, onun şevkine muhtacız. Onun devrimlerini kökleştirebilseydik, onun ilkelerini ve düşüncelerini hayat felsefemiz

14

olarak halkımıza mal edebilseydik, artık bize bir Atatürk lazım demeyecektik. Neden ki, problemlerimizin çözümünü bir fanînin hâtırasından beklemeyecek, kendimiz çözmüş olacaktık. İşte Atatürk devrimlerinin gerçekleşmesi demek, fâni Atatürk’ün aranmayacağı, ama bir hava gibi Atatürk ilkelerinin Türkiye’yi sardığı bir çağa erişmek demektir. Bu yolda, Atatürk devrimlerinin ve ilkelerinin halka mal edilmesi yolunda eğitim ve sanatın görevleri vardır.


Atatürk devrimlerinin, Atatürkçülüğün halka mal edilmesinde, aydınların, sanatçıların göz önünde tutmaları gereken dört önemli sorun vardır: En önce, aydınlar Atatürkçülüğün ne olduğunu, ne olmadığını iyice ayırt etmelidirler. Atatürk ilkeleri, Atatürk’ün dışında değil, onun savaşlarında, yaşantısında ve ilkelerindedir. Atatürk’ün eserini iyi değerlendirmek gerekir. Atatürk kendisini anlatmış, söylemiş insanlardandır. Atatürk’ü anlamak için en iyi kaynak yine Atatürk’ün kendisidir. Ön yargılarla, arka düşüncelerle, duygularla değil, aydınların bilimsel yollarla ve aydınlık içinde Atatürkçülüğü, Atatürk’ün kendi kişiliğinden ve devrimlerinden çıkarmaları gerekir. Bu bakımdan, Atatürkçülük, aydınların bilimsel ışığını beklemektedir.

1.

Aydınlar, Atatürk olayının ve Atatürk devrimlerinin, Türk halkındaki değerlendirmesini iyi araştırmalıdırlar. Biz hâlâ, bilimsel yollarla araştırarak Türk ulusunun Atatürk devrimlerine olan tutumunu bilmiyoruz. Türk halkı, en basit birimlerine değin, Atatürk’ü nasıl anlıyor, Atatürk’ten ne beklemiş, ne bulmuş, bilmiyoruz. Atatürk bir halk kahramanı mıdır, yoksa, halkın yüzyıllık dileklerini kişiliğinde toplayan bir devrimci midir, bir reformatör müdür? Halk, devrimlerini nasıl karşılamıştır Atatürk’ün? Atatürk milletini halkını tanıyan insandı, bizler Atatürkçü aydınlar, bugün hâlâ, Atatürk’le Türk halkı arasındaki alışverişi toplumsal ve ruhsal nedenleri araştırmış değiliz. Halkın Atatürk’ünü tanımıyoruz.

2.

15

Atatürk’ü aydınca, Atatürkçülüğü bilimsel yollarla tanıdıktan, asıl, halk kaynağındaki Atatürk özlemini ve gerçeğini araştırdıktan sonra, Türk aydınının şimdiye değin yapamadığı bir şeyi yapmak, Atatürk’ün önderlik ettiği yeni hayat maceramızın felsefesini kurmak gerekir. Felsefesiz uluslar ne yaşantılarını, ne de geleceğe olan sorumluluklarını değerlendirebilirler. Madem ki Atatürk’le birlikte, şanlı bir hayat değişmesi çağı yaşamışız, öyleyse, bu yeni hayatın felsefesini yapmak ve bütün bir ulusu bu yeni hayat anlayışında birleştirmek gerekir.

3.

Türk sanatçısının Atatürkçülük yolunda girişeceği ve Atatürkçülüğü Türk halkına mal etmek yolundaki en büyük çabası bir destan yaratmak olmalıdır. Ulusal savaş ve ondan sonra yaşadığımız büyük değişmeler, destan yoluyla bir ulusa yayılmadıkça, ulusal bilincin malı olamaz. Atatürk destanının yaratılmasında Türk sanatçısının dayanacağı iki önemli temel vardır: Bunlardan biri toplumsal bilinçtir. Ulusal savaşın ve Atatürk’ün getirdiği yeni hayat değerlerinin halk yaşantısındaki, halk dilindeki ve halk varlığındaki yankıları, deyimleri, öyküleri bilinmedikçe, toplanmadıkça, tek tek çalışmalarla bir ulusal savaş destanı yaratmamıza imkan yoktur.

4.


Ceyhun Atuf Kansu’nun belgeliğinde bir dosyanın içinde bulduğum 10 Kasım 1961 tarihli bu yazı pelür kağıda, dolma kalem ile, el yazısı ile yazılmıştır. Yazının aslında olmadığı için başlığı, yazıyı özetleyebileceğine inanarak ben attım. Işık Kansu

Türk sanatçısının Atatürk’ü anlatan destanlık eserlerinde dayanacağı ikinci temel Atatürk’ün insan yönüdür. Kahraman da bir insandır. O da yer, içer, yaşar. Onun üstünlüğü, büyüklüğü insanüstü, insan dışı olması değil, asıl insan olmasından doğar. Bütün kahramanlar, halka ve ulusa, insanlık ölçüleriyle, insan yönleriyle mal olurlar. Onların olağanüstü işlerinin güzelliği, büyüklüğü, bu işleri bir insan olarak yapmalarından, başarmalarından gelir. Kahramanlar insanlara umut verirler. Bir yerde, bilinmez bir adla doğmuş bir insanın bile bir gün halk adına büyük ve güzel işler yapabileceklerini öğretirler. Atatürk böyle insan bir kahramandır. Kendisini halkından ayırmak zaferlerini ve başarı-

16

larını millete mal eder. Denebilir ki, dünyada hiçbir kahraman, destanı ile, insanı bu değin, Atatürk kadar güçle onurlamamıştır. O, halka inanan bir insan neler yapabileceğini göstermiştir. Atatürk’ün destanı insanın, bildiğimiz yiyen, içen, yaşayan, bir şeyler isteyen, özgürlüğe, bağımsızlığa aşık bir insanın, bir vatandaşın destanıdır. Sanatçı halkın kaynağına inerek, oradan, Atatürk’ün bu insan yapısını çıkarabilmeli, Atatürk’ün o derin misyonuna, “Ne mutlu Türküm diyene!” diyen Atatürk’ün her Türk insanını kutlayan gerçek cumhuriyetçi görüşüne varabilmelidir. Öyledir, Atatürk’ün destanı insana ve vatandaşa inanmış bir cumhuriyetçinin destanıdır.


Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız! Bugün, günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan; bütün Doğu uluslarının da uyanışlarını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve özgürlüklerine kavuşacak olan çok kardeş ulus vardır. Onların yeniden doğuşu, kuşkusuz ki ilerleme ve gönence doğru olacaktır. Bu uluslar büyük güçlüklere ve engellere karşın utku elde edecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine uluslar arasında hiçbir renk, din ve ırk ayrımı gözetmeyen yeni bir uyum ve işbirliği çağı geçecektir. 27 Mart 1933


ATATÜRK ÖLMEDİ! Özlem Özdemir

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar olacaktır.” Mustafa Kemal Atatürk

En az yaptıkları kadar öngörülü bir ifade değil mi bu? Öyle, çünkü Atatürk kendini değil kendi insanlarını önemsemiş bir liderdi. Hepimizin fark ettiği gibi Atatürk her zamankinden fazla konuşulur, tartışılır hatta sevilir oldu. Özellikle anlaşılır demedim, henüz yeterince anlaşıldığını düşünmüyorum. O yüzden onun yukarıdaki sözünden hareketle ben de diyorum ki;

18

Atatürk ölmedi, o bizde, dilimizde, düşüncemizde yaşıyor. Çünkü bedenler ölür, yaratılanlar ise korunursa yaşamaya devam eder...


Ben Atatürk’ü sadece anmanın ya da fotoğraflarını paylaşmanın yeterli olmadığını, önemli olanın onun devrimlerine sahip çıkmak olduğunu savunuyorum. Bir kadın olarak da, onun kurduğu Cumhuriyet’e sahip çıkmanın hayati olduğunu biliyorum. Bu nedenle Cumhuriyet’in kazanımlarını hatırlatmaya ve bilhassa da gençler ile çocuklara anlatmaya çalışıyorum. Bu amaçla yazdığım “İlham Veren Cumhuriyet Kahramanları-Öncü Kadınlar” adlı kitabım Kırmızı Kedi Yayınevi’nden geçtiğimiz günlerde yayımlandı. 25 öncü cumhuriyet kadınının hayatını yazdığım bu kitabın, ilham kaynağı olması için olabildiğince çok çocuklara ve gençlere ulaşmasını diliyorum.

Ya da 1918’de Karlsbad’da tuttuğu notlarına bakılırsa, kadınlarla ilgili sosyal yaşamdaki inkılâpları gerçekleştirmeyi daha o tarihlerde düşünmüş. Hatta cumhuriyetin ilânından dokuz ay önce kadın hukukunda inkılâp ihtiyacı konusundaki düşüncelerini şu sözler ile açıklamış:

Kitaptaki kadınların hayatını araştırırken, bir kez daha Atatürk’e minnettar oldum. Günümüzde kadınların bu kazanımlarının yok edilmek istendiği, hatta kadınların yok edilmek istendiğini görüyoruz. Buna en büyük itirazı kadınların yapması gerekiyor. Ben kadın olarak yazarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum. Herkes kendine en uygun yolu seçip, kendine düşeni yapabilir. Dünya tarihinde Atatürk kadar kadına saygı duyan bir başka lider yok. Cumhuriyetin ilânından itibaren kadının sosyal, ekonomik ve siyasal konumunu iyileştirici uygulamaları başlatmıştır. Onun hayatına iyi bakılırsa, onun kadınların konumu ile ilgili değişimleri cumhuriyet öncesi plânladığı zaten biliniyor. Cephede dahi kadınları hayata katmayı düşünmesi, beni ona hayran bırakıyor...

Cumhuriyetten önce hiçbir hakkı olmayan kadınların, bugün bize demokrasi dersi veren Batı’dan yıllar önce erkeklerle eşit haklara sahip olmasını sağlayan bu eşsiz lider, bu nedenle biz kadınlar için çok kıymetli olmalı. Benim için Atatürk’ü sevmek, onun emanetine sahip çıkmak; devrimimizin gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmak demek. Atatürk’ü özel günlerde anmak yetmez, yetseydi onun unutturulmaya çalışıldığı günler olmazdı... Haksız mıyım?

Örneğin; Atatürk 1916’da 16. Kolordu Komutanı ve çevresindeki kişilerle sohbet sırasında kadınlarla ilgili sorunları tartışan, kadınların iyi yetiştirilmesinin topluma sağlayacağı yararları, çalışma yaşamında kadına da yer verilmesi gibi hususları vurgulayan bir erkek.

“Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse o toplum yandan fazla kuvvetsizlik içinde kalır... Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktadır...” (Kocatürk 1984:97-98)

İşte tam da bu nedenle, size 10 Kasım için üzgün, özlem dolu ya da hamasi cümleler kurmuyorum. Atatürk’ü yaşatmak, ancak onun yaptıklarını yaşatmakla mümkün olabilir. O nedenle Atatürk ölmedi, biz var oldukça ve haklarımıza sahip çıktıkça Atatürk ilelebet yaşayacak... Bir kadın olarak size sonsuza dek minnettarım Ata’m, sevgi, saygı, özlem ve mahcubiyetle...

“Dünyada hiçbir milletin kadını, ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını gibi emek verdim diyemez...” 1923, Konya (Feyzioğlu 1986:593)

19


DÜNYAYA ÇEVRECİLİK MESAJI VEREN İLK ÖNDER ATATÜRK

Son yüzyıl içinde dünya üst üste iki büyük dünya savaşı yaşadı, atom bombalarıyla sarsıldı; bölgesel savaşlar, göçler, katliamlar sürüp giderken sanayide önemli gelişmeleri, ardından da teknolojik devrimi gördü. Tüm bu gelişmeler, dünyada yeni sorunların ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Günümüz dünyasının en büyük sorunlarının başında betonlaşma, küresel ısınma, bitki ve hayvan türleri azalırken insan nüfusunun

artması, suların kirlenmesi, teknolojik atıklar ve çöp yığınları geliyor. Dünya her geçen gün daha da yaşanmaz bir alana dönüşüyor. İnsanlar yer değiştiriyor, toplumlar karmaşıklaşıyor, şehirler büyürken ormanlık alanlar küçülüyor. Oksijen kalitesi bile düştü. Şehirler art arda ‘yaşanamaz alan’ ilan ediliyor. Tüm bu sorunlardan Türkiye de nasibini alıyor. Oysaki Türkiye tarihi, bütün dünyaya örnek olabilecek olağanüstü gelişmelerle doludur.

Ömür Kurt 20


Türk tarihinin en büyük devrimi olan Cumhuriyet kurulana dek Anadolu halkı gelecekçi yaklaşımlardan bihaberdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemâl Atatürk, bağımsızlığı karakteri sayan bir önder olarak, çağının ötesinde yaşayan ve halkını da öyle yaşatmak isteyen biriydi. Bunu onun bütün hayatında görürüz. Türkiye, kültür üzerine temellenmiş bir ülke olarak, kültürel zenginliğini her alanda göstermiştir. Kadın haklarından hayvan haklarına, çocuk haklarından çevre haklarına kadar her konuda öncü olmuştur. Bir fikir önderi ve filozof olarak Atatürk, karakteri saydığı bağımsızlığı ülkesinin bütün fertlerinin benliğinde hissetmesini arzulamış, bunu sadece insana değil, ağaca ve hayvanlara da hak saymıştır. Tasarladığı Cumhuriyet köyü projelerinde hayvan mezarlıklarına, ağaçlık alanlara, parklara ve bitki bilim bahçelerine bile yer vermiştir.

Savaştan çıkmış bir ülke olarak Türkiye’de her yer yıkık dökük, İzmir dâhil pek çok şehir düşmanlar tarafından yakılıp yıkılmış… Hastalık kol geziyor. Sıtma hastalığı çok yaygın… 1930’lu yıllara gelinirken bir gün Bursa ve çevresinde çocuk ölümlerinin çok fazlalaştığı, sıtmanın aman vermez derece arttığı haberleri gelir. Atatürk hemen gemiye binip, gelişmeleri yerinde tespit etmek için Bursa’ya doğru yola çıkar. Bursa’ya ulaşmak için önce Yalova’ya gemiyle geçecek, ardından karayoluyla Bursa’ya seyahat edecektir. Denizin kıyı şeridinde, heybetli bir çınar ağacı görür. Ona vurulur… Gemiden iner, beraberindekilerle birlikte ağacın altında bir süre soluklanır. Ondan öylesine etkilenir ki, ağacın olduğu araziyi Yalova Belediyesi’nden satın alır. Sonradan Millet Çiftliği de kuracağı bu yere küçük bir kulübe yapılmasını ister. Emir hemen yerine getirilir ve bir aya yakın bir sürede tamamı ahşaptan iki katlı


bir bina yapılır. Atatürk çınar ağacından çok etkilendiği için köşkü ağaca yakın inşa edilir. Ancak kış gelip de rüzgâr çıkınca ağacın bir dalı köşke çarpmaya ve çatısıyla duvarına zarar vermeye başlar. Bunun üzerine köşkün görevlileri ağacın dalını kesmek ister ve izin almak için Atatürk’ün huzuruna çıkar. Onlar isteklerini açıklar, Atatürk de sakince dinler; ama onların bu isteğine hem çok üzülür hem de kızar: “Bir ağacın bir dalını kesmek vatanın bir dalını kesmektir. Bu ağaca dokunulmayacaktır.” diye görevlileri azarlar. Onun bu sözleri beraberindekileri çok şaşırtır ama Atatürk daha da şaşıracakları bir şey söyler: “Ya bu köşkü yıkın ya da yürütün!” Profesörler, belediye görevlileri toplanıp bir plan hazırlar. Atatürk’e köşkü yürütmenin mümkün olduğunu söylerler. Bunun üzerine İstanbul’dan getirtilen tramvay rayları binanın altına yerleştirilip, köşk kaydırılarak, ağaçtan dört buçuk metre uzaklaştırılır. Böylece hem bina yıkılmaktan kurtulur hem de ağacın dalı kesilmekten… Bu, dünyada ilktir. Daha yeni kurulmuş bir Cumhuriyet, henüz 7 yaşındayken, bir ağacın dalı kesilmesin diye köşk yürütmüştür bu ülkede. Ve Atatürk, dünyaya çevrecilik mesajı veren ilk önder olmuştur. Bu olayın hâlâ bile dünyada eşi benzeri yoktur. Cumhuriyet kurulana dek bu ülkenin insanı ölmüş, hayvanı ölmüş, bitkisi ölmüştür… Cumhuriyet felsefesi

Bu, dünyada ilktir. Daha yeni kurulmuş bir Cumhuriyet, henüz 7 yaşındayken, bir ağacın dalı kesilmesin diye köşk yürütmüştür bu ülkede. Ve Atatürk, dünyaya çevrecilik mesajı veren ilk önder olmuştur. Bu olayın hâlâ bile dünyada eşi benzeri yoktur. ise artık yaşamak yaşatmak ister. Hayvanı da yaşatmak, insanı da yaşatmak, ağacı da yaşatmak… Bu nedenle Türkiye’nin dört bir yanına orman çiftlikleri, ağaçlıklar, türlere göre bitki alanları, bitkibilim bahçeleri kurulmuştur. Bu nedenle veterinerler yetiştirilmiş, hayvan bakım evleri kurulmuştur. Bu nedenle kimsesiz çocuklar evlat edinilmiş, onlar için yurtlar ve okullar kurulmuştur. Ağaca değer veren Cumhuriyet felsefesini anlayamayan Atatürk’ten sonraki önderler ise ağaçları kesip yerlerine binalar kondurmuştur. O binalar bugün can alırken, gelecek kuşaklar doğaya kavuşmanın yollarını aramaya başladılar. Ancak çözüm tarihtedir. Bir dal uğruna köşk yürüten ülkede bugün toplu ağaç katliamları yapılıyor. Oysa cumhuriyet ‘can’a değer veriyordu. Ağacın canına da insanın canına da hayvanın canına da… Yeniden canlanmak için Cumhuriyet felsefesine dönmek şart!

22


Bizim yolumuzu çizen, içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk Ulusu ve bir de uluslar tarihinin binbir facia ve acı yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır. 1 Kasım 1937


SELANİKTEN

ANKARAYA

Can Güçlü

Mustafa Kemal, Anadolu’nun türlü bölgelerindeki dağınık direnişi ortak, örgütlü bir bağımsızlık savaşına dönüştürdü. Silahlı direnişi dağıtılmamış düzenli orduyla birleştirdi, bağımsızlık için silahsız olarak örgütlenmiş halkı Anadolu’yu ve Rumeli’yi içeren bir kurumda topladı.

İtilaf donanması İstanbul kıyılarına demirledikten sonra İstanbul, üzerine çevrili top namlularının gölgesinde yaşamaya alıştı. Türkiye, İtilaf güçlerinin isteği olmadan adım atamayacak duruma getirildi. İstanbul’dan deniz yoluyla ayrılmak için İtilaf devletlerinin pasaport bürosundan vize almak gerekiyordu. Mayıs 1919’da, pasaport bürosunda görevli İngiliz subayı John Bennett, onaylaması için önüne gelen listeyi incelediğinde birtakım askeri görevlilerin Karadeniz’e gitmek üzere İstanbul’dan ayrılacağını gördü. Bennett listeyi alıp komutanına götürdü: “İngiliz karargahında görevli kurmay subaya, listenin bende barış değil, daha çok savaş yapacak bir kurul izlenimi bıraktığını söyledim.”

24

Kurulun başındaki kişiye padişahın kesin güveninin bulunduğu söylendi, izni vermesi komutunu aldı. Oysa Bennett kaygılanmakta haksız değildi. Verdiği vizeyle İstanbul’dan yola çıkıp Samsun’a giden bu kurulun başındaki kişi, Mustafa Kemal’di. Mustafa Kemal, Anadolu’nun türlü bölgelerindeki dağınık direnişi ortak, örgütlü bir bağımsızlık savaşına dönüştürdü. Silahlı direnişi dağıtılmamış düzenli orduyla birleştirdi, bağımsızlık için silahsız olarak örgütlenmiş halkı Anadolu’yu ve Rumeli’yi içeren bir kurumda topladı. En sonunda, yerel direniş ve kurtuluş örgütlerinin toplamına dayanarak Ankara’da yeni bir Türk devleti kurdu ve bu devlet, önce Türkiye’nin ulusal bağımsızlık savaşını, sonra da uygarlığı yakalama savaşını yürüttü.


Batılı devletler, Osmanlı’nın topraklarının paylaşılması ve Avrasya’ya yeni bir biçim verilmesi konusuna onyıllarca emek vermiş ve paylaşım için onlarca tasarı oluşturmuştu. Anadolu’da Türk bağımsızlığına yönelik bir girişim, dünya savaşının sonunda elde edilen emperyalist başarıları silip atmakla sınırlı değildi. Avrasya ve Avrupa arasındaki uzun süreli paylaşım çekişmesini temelden yeniden tanımlamak demekti. Emperyalizm ve Türkiye arasındaki çelişkiyi saptamak ve durumu yeniden tanımlayabilmek, Türkiye’nin gereksinim duyduğu bilincin yalnızca bir bölümünü oluşturuyordu. Osmanlı devletinin belini doğrultabilmek ve bir kez daha Avrupa’yla başa çıkabilecek gücü yakalamak, o noktada 200 yıldır üzerinde düşünülen ve uğraşılan bir sorundu. Osmanlı, değişen bir dünya içinde toplumsal devrimini yapamamış, devlet örgütlenmesini, ekonomisini ve sosyoekonomik koşullarını 20. yüzyıla taşıyamamıştı. Batı’yla yarış düşüncesi, Batı uygarlığına eklemlenme davranışı olarak görüldü. Kalkınma, bağımsızlık ve gelişme erekleri taşıyan ulusal izlenceler göz önüne alınmadı. Bunun kaçınılmaz sonucu çağdışı bir devlet olarak sömürgeleşmeydi ve öyle oldu. 20. yüzyıl gelip çattığında, ülke içeride geri ve gelişmemiş, dışarıda ise emperyalizme bağımlı durumdaydı. İki etmen de birbirine yol açıyordu.

Türk Devrimi, yenilgiyle sonuçlanan dünya savaşının ardından ülkenin yıllardır yapılagelen paylaşım anlaşmalarına uygun olarak bölüşülmesi ve işgal edilmesine yönelik tepkiyle doğdu. Osmanlı imparatorluğunun geriliğe ve bağımlılığa karşı yüzlerce yıldır aradığı çözüm, Selanik’ten Ankara’ya uzanan bir yolda saptanacak; İstanbulluların belki adını bile duymadığı, keçisinden, kedisinden ve armudundan başka hiçbir şeyi bulunmayan kasabadan bozma Ankara şehrinde uygulamaya konacak ve başarılı olacaktı. Türkiye’nin kendine çizmesi gerektiği yolun ne olursa olsun ulusal tam bağımsızlık yolu olduğunu saptayan ve bunu ya bağımsızlık, ya ölüm ilkesiyle özetleyen Mustafa Kemal, Ankara’da eylemli olarak ulusal bir devlet kurdu. Bağımsızlık savaşının kazanılması, Türk bağımsızlığının sağlanması için ilk adım olacak, ancak arkası getirilecekti. Mustafa Kemal, henüz İstanbul’daki sultanın ihaneti halkın gözünde apaçık görülmüyorken ve ortada bir meclis yokken bile ulusal bağımsızlık deviniminin yalnızca savaşı kazanmakla kalmayacağını, görevinin burada bitmeyeceğini belirtiyordu. 1919 sonunda Ankara’ya geldiğinde halkla yaptığı sohbette, “Ulusal örgütümüzün bugün izlediği amaç, yurdun parçalanmaktan ve ulusun esaretten kurtarılmasına yöneliktir.” diyor ve ekliyordu: “İnşallah yakın zamanda ulusal örgüt bu amacın elde edilmesiyle üstlendiği yurt görevini yerine getirecektir. Fakat görevini tamamlamış sayılacak mıdır? Bence bundan sonra da çok önemli ulusal yurt görevlerimiz vardır. Bunlar arasında iç durumumuzu düzeltmek ve çağdaş uluslar arasında etkin bir uzuv olabileceğimizi eylemli olarak kanıtlamak vardır. Bunu başarmak için siyasi uğraştan çok toplumsal uğraş gerekir.”

25

“Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi, halkın yazgısını doğrudan ve eylemli olarak yönetebilmesi ilkesine dayanır.”


Bunun üzerinden bir yıl geçmeden, kurulmuş olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne Mustafa Kemal imzasıyla bir yasa tasarısı sunuldu. Bu tasarı, yeni devletin anayasasının ve devrimin ilkelerinin iskeletini oluşturacaktı: “Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, yaşam ve bağımsızlığını kurtarmayı biricik kutsal erek bildiği halkı, emperyalizm ve kapitalizmin baskı ve zulmünden kurtararak istencin ve egemenliğin gerçek sahibi kılmakla ereğine ulaşacağı inancındadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti, halkın uğradığı sefaletin nedenlerini gidererek mutluluğun ve genliğin gereklerini ve araçlarını sağlamayı asıl ilke ve dolayısıyla toprak, eğitim, adliye, maliye, ekonomi ve genel olarak toplumsal konularda yüzyılın gereklerine ve halkın gerçek gereksinimlerine uygun yenilikleri ve girişimleri ortaya koymayı birincil görev sayar. Egemenlik, kayıtsız koşulsuz ulusundur. Yönetim biçimi, halkın yazgısını doğrudan ve eylemli olarak yönetebilmesi ilkesine dayanır.”

“Türk Devrimi’nin önderi ve kuramcısı tek başına Mustafa Kemal Atatürk’tür.” Metin Aydoğan

26


1922’nin sonuna gelindiğinde Türkiye, ulusal sınırları içinde bağımsız bir ülkeydi. Mustafa Kemal ise büyük bir utku kazanmış bir önderdi. Henüz ortada meclis bulunmazken verdiği sözü tuttu.

Emperyalizmin baskısı altında bulunan, yoksul, ulusal bütünlükten yoksun, ordusuz, bitkin, yönetimi güçlü devletlere ikirciksizce boyun eğen bir ülkenin bir dünya savaşının kazananlarınca silahlı olarak işgal edilmesi ve işgalin ardından ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmak için ulusal bir meclis kurarak hem bağımsızlığa, hem de uygarlığı yakalayıp aşacak kalkınma görüşüne yönelik çalışmaya başlaması, Türkiye’de ve dünyada o güne değin görülmemiş bir şeydi. Mustafa Kemal bir devrim önderi olarak Osmanlı’nın çöküşünü getiren nedenleri kavramış, hem ülkeyi savunacak yeni bir devlet kurmuş, hem de bu devletle ulusal kalkınma çalışmalarına başlamıştı. Emperyalizmle savaşı, ulusal kalkınma uğraşı izlemişti.

27

1922’nin sonuna gelindiğinde Türkiye, ulusal sınırları içinde bağımsız bir ülkeydi. Mustafa Kemal ise büyük bir utku kazanmış bir önderdi. Henüz ortada meclis bulunmazken verdiği sözü tuttu ve Türkiye askeri utkunun ardından bir uygarlık savaşına girişti. Eğitimde, dilde, ekonomide, yasamada, gündelik yaşamda, toplumsal yaşayışta bütüncül bir devrim yapıldı. Türk Devrimi, Türkiye’yi bağımsız, uygar bir ulus devlete dönüştürdü ve ezilen uluslar için esin kaynağı oldu.


ATATÜRK’E İLİŞKİN OKUNMAZSA OLMAZ KİTAPLAR

28


6 Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye Metin Aydoğan

Metin Aydoğan’ın 1999’da yayınlanan ve 16 yılda 21 baskı yapan kitabı, doğrudan Atatürk ile ilgili bir çalışma sayılamasa da Türk Devrimi’ni ve Kemalizm’i 20. yüzyıl içinde ait oldukları yerlere öyle ustalıkla yerleştiriyor ki, aslında bir 20. yüzyıl tarihi olarak nitelenebilecek kitap, özü bakımından bir Türk Devrim Tarihi araştırması olup çıkıyor. Metin Aydoğan, en başta küreselleşmeyi yazmak istediğini, bunun için 20. yüzyılla ilgili çalışması gerektiğini, ‘ulusal kurtuluş savaşları çağı’ olarak nitelenen 20. yüzyılın kavranabilmesi için de Yeni Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye, Türk Devrimi’nin yazılması gerekMetin Aydoğan, Pozitif Yayınları, 2015 tiğini belirtirken, Türk Devrimi’ne ilişkin en özlü saptamalardan birini yapmış oluyor.

Doğunun Kahramanı Atatürk Bilal N. Şimşir

Türkiye için ulusçu, aydınlanmacı bir devrim olan Türk Devrimi, özellikle antiemperyalist yönüyle 20. yüzyılda ve ezilen uluslar üzerinde belirgin bir iz bıraktı. Emperyalizmin boyunduruğundaki azgelişmiş ülkelere hem kurtuluş, hem de kalkınma ve uygarlık yolunda esin kaynağı oldu. Değerli araştırmacı Bilal N. Şimşir’in çalışması, Türk Devrimi’nin doğuda, yani ezilen Müslüman halklar üzerinde uyandırdığı coşkuyu belgeliyor. Atatürk’ün doğudan şimdi doğacak olan güneş diye nitelediği ulusal bağımsızlık savaşları çağını, Atatürk ve Türkiye ile ilişkisi çerçeve- Doğunun Kahramanı Atatürk, Bilal N. Şimşir, Bilgi Yayınevi, 2015 sinde masaya yatırıyor.

29


4 Komutan Atatürk Celal Erikan

Komutan Atatürk, Celal Erikan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006

Celal Erikan Atatürk’ü askeri yaşamı özelinde inceledi ve neredeyse kesintisiz savaşlarla geçen bir dönemde Mustafa Kemal’in kendini nasıl geliştirdiğini, bir sanat olarak askerlikte nasıl ustalaştığını ve önce Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşündeki çatışmalarda, sonrasında da Türk Kurtuluş Savaşı’nda askerliği bir ulusal bütünleştirici ve antiemperyalist yöntem olarak nasıl kullandığını başarılı gözlemlerle anlattı. Erikan’ın kitabı yalnızca Türk Devrimi’ni savaş sanatı penceresinden anlatmasıyla değil, Mustafa Kemal’in düşüngüsünü alabildiğine net ve duru yansıtmasıyla da başyapıtlar arasına girer.

Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele Turgut Özakman

Turgut Özakman, Şu Çılgın Türkler’le Kurtuluş Savaşı’nı 2000’lere taşımadan önce, Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele’yle yakın tarihe ışık tuttu. Bugün Türk Devrimi’ne karşı yürütülen yanlış yönlendirme ve karalama uğraşı yeni değil. Turgut Özakman, buna kalıcı bir çözüm üretmek için 1997’de yayınlanan kitabında, Atatürk ile, son sultan Vahidettin ile ve ulusal kurtuluş savaşı ile ilgili yalanlara derli toplu, bilimsel yanıtlar verdi. Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele bir tartışma kitabı değil, yalanlara verilen yanıtlar içerisinde yakın tarihin bilinmeyenlerinin aydınlatıldı- Vahidettin, M. Kemal ve Milli Mücadele, ğı kapsamlı ve nitelikli bir tarihsel Turgut Özakman, Bilgi Yayınevi, 2012 araştırma.

30


2 Uyan Gazi Kemal! Uğur Mumcu

“Türkiye’nin dünya uluslar ailesi içindeki yeri, mazlum milletlerin liderliğidir,” diyor Uğur Mumcu, Atatürk’le ilgili yazılarının derlendiği ‘Uyan Gazi Kemal!’de. Uğur Mumcu, bir tarihçi değil, bu kitap da bir yaşamöyküsü değil. Uğur Mumcu bir gazeteci, gazeteciliğin düzeyini Türkiye’nin ötesinde uluslararası alanda da yükseltmiş, keskin bir araştırmacı. Uğur Mumcu’nun kendine özgü biçemi, Mustafa Kemal’i ve Kemalizm’i büyük ustalıkla yazıya dökmesini, Türk Devrimi’ni 20. yüzyılın sonlarındaki konumuyla irdelemesini sağlıyor. Atatürk’ün Uyan Gazi Kemal!, Uğur Mumcu, düşüngüsüne ilişkin nitelikli saptaum:ag Vakfı Yayınları, 2014 malar arayan birinin tek kitap okuma hakkı olsa, bu kitap ‘Uyan Gazi Kemal!’ olmalı.

Mustafa Kemal Atatürk Şerafettin Turan

Türk tarihçiliğinin anıtlarından olan Şerafettin Turan’ın biyografik yapıtı, Atatürk’ün yaşamını kapsamlı biçimde okura sunuyor. Hem başlangıç düzeyindeki okur için, hem de deneyimli araştırmacı için Atatürk ile ilgili temel kaynak olan kitap, bağımsızlık savaşının, cumhuriyetin ve uygarlığa yürüyüşün öyküsünü bilimsel bir tarih kitabı biçemiyle ortaya seriyor. Mustafa Kemal Atatürk, anlatımındaki denge, Mustafa Kemal’i okura yansıtmadaki apaçık başarısı ve araştırma düzeyi sayesinde biyografi yazımı konusunda ders olarak Mustafa Kemal Atatürk, Şerafettin Turan, okutulası bir yapıt. Bilgi Yayınevi, 2018

31


Kavakyeli 2/2

Kasım 2018

Can Güçlü Kübra Nur Demir Özge İpek Esen Ece Gülsayın


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.